ˆ 2007-34.pdf2★ Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Hükümet-Meclis-Çankaya“uyum”u,...

32

Transcript of ˆ 2007-34.pdf2★ Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Hükümet-Meclis-Çankaya“uyum”u,...

���������� ���������������������������

�������������� �

���������� ������������ � ���������� ����������

���������� ���������� ���������� ������������������������������������������ ����������� ����������� ��������

��������� ��������������������������

�������������� �� �!!�������!����

���� �������������� ��

"�����#� ����#����������������!�����

$�� ����������� �%��������������������� �!����&����

�����������! ����'�((����������

������������ ��������������� ��������������� ������������������������������������������������������

����������������������� � ����������� ��!��!���

)*�������+��!� �,���!�-��!������ �����#� �����!�

2 � Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERHükümet-Meclis-Çankaya “uyum”u,saldırıların sorunsuz ve seri uygulanmasıdemektir... İşçi sınıfı saldırıları meşru-militan mücadeleyle karşılamalıdır!... . . 3Gül Cumhurbaşkanı oldu, düzenin krizisürüyor.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4Sermaye hükümeti “sosyal proje” değilsaldırı programı oluşturabilir.... . . . . . . . 5THY’de işçilerin mücadele kararlılığıbelirleyici oldu! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6Sermaye kriz ve işsizlik tehdidindenmedet umuyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7Gerici-dinci Zaman gazetesi emekçidüşmanlığında sınır tanımıyor.... . . . . . . 8Liberal sol için bir pusula ya da islamidemokratik faşizmin işçi sınıfı ileimtihanı / II . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9-10Toplu görüşme oyunundasona gelindi.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11KESK’in eylemlerinden . . . . . . . . . 12-13Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğü. 14Sermayenin saldırılarına karşı tabaninisiyatifini geliştirelim... . . . . . . . . . . . 15Seçimler ve yeni dönem / 3Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dışetkenler. (Orta sayfa) . . . . . . . . . . . 16-18Anayasa değişikliğinin perde arkası. . . 19Tersane İşçileri Birliği Derneği BaşkanıZeynel Nihadioğlu’yla iş cinayetleriüzerine konuştuk… . . . . . . . . . . . . . . . 20İşçi ve emekçi hareketinden..... . . . . . . 21Texim işçileri mücadeleyi yükseltiyor! 22Tarım işçilerinin sömürü ve baskıya karşıörgütlenmekten başka yolu yok! . . . . . 234. Mamak Kültür-Sanat Festivalibaşarıyla gerçekleşti! . . . . . . . . . . . . . . 241 Eylül Dünya Barış Günü… . . . . . . . . 25Kürdistan’da AKP’nin oylarıneden yükselişte? . . . . . . . . . . . . . . . . . 26İdeolojik ve ekonomik zorunkonsantrasyonu: Özelleştirmeler. . . 27-28Dünyadan.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29Bir-Kar Gençliği temsilcisi ilekonuştuk.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.de

http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.com

Baskı: Gün MatbaacılıkİSTANBUL

Tel: 0 (212) 426 63 30

Genel Dağıtım:YAYSAT

Sayı: 2007/34 � 31 Ağustos 2007Fiyatı: 50 Ykr

Sahibi veY. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Sosyalizm İçin

Kızıl Bayrak’tan... Sayı:2007/27 � 13 Temmuz 2007

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından düzen içigüçlerin çatışma alanına dönüşen ve aynı zamanda birgerilime yolaçan cumhurbaşkanlığı “sorunu” şimdilikgeride kaldı. Ancak bu çatışmanın yolaçtığı geriliminönümüzdeki dönem tüm ağırlığı ile düzen içi siyasalyaşama yön vereceğini bilmek gerekiyor. Sorununhukuksal yanı aşıldı. Ancak çatışmanın asıl alanı olansiyasal yaşama hangi güçlerin hakim olacağı sorusuşimdilik belirsizliğini koruyor. Bunun yanıtını dincipartinin rejimin iç dengelerini hangi ölçülerdezorlayacağı sorusu belirleyecektir. Nitekim sermayemedyasının birçok kalemşörü sorunun bu yanına dikkatçekiyor ve gelecekteki çatışmanın nasıl bir seyirizleyeceğinin, bu konuda izlenecek politikalara bağlıolduğunun altını kalınca çiziyorlar.

Kuşkusuz işçi ve emekçilerin, düzen içi çatışmadataraflardan birine yedeklenmesi isteniyor. Düzenin buaçıdan belli bir başarı elde ettiğini de kabul etmekgerekiyor. Sermaye düzeni kendi yarattığı krizleri işçive emekçileri manipüle etmenin ve onları kolaycayönetebilmenin bir imkanı olarak kullanıyor. Sahtegündemler ve bu gündemler çerçevesinde yaratılansahte taraflaştırmalarla hizaya sokulan işçi veemekçilerin gerçek sorunlarına sahip çıkmalarının vekendi çıkarları temelinde mücadeleye atılmalarının önüher defasında kesiliyor. Bugün bir kez daha yaşananbudur.

Cumhurbaşkanlığı sürecinin tamamlanmasınınardından yeni Bakalar Kurulu listesi açıklandı. TayyipErdoğan başkanlığındaki 60. hükümet önümüzdekigünlerde yeni saldırı politikalarına kaldığı yerden devamedecek. AKP bunu, seçimlerde “Daha yapacak çokşeyimiz var, yola devam!” şiarı ile ilan etmişti. YeniBakanlar Kurulu’nun listesi bunun bir kez daha tescil veilan edilmesidir.

Yeni bazı isimlerle takviye edilen Bakanlar Kurululistesi anında emperyalist merkezler ve işbirlikçisermaye tarafından sevinçle karşılandı ve açık birdestekle sahiplenildi. Bu sevincin ve açık desteğinnedensiz olmadığı sır değil. AKP’nin 4.5 yıllık icraatısermayenin güvenini kazanmaya yetmişti. Ancak dahafazlasını isteyen sermaye çevreleri AKP’nin kaldığıyerden tüm hızıyla devam etmesi istiyordu. 22 Temmuzsonuçları ve ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi şimdi

böyle bir zemin sunuyor sermayeye.Hükümetin toplusözleşme görüşmelerinde takındığı

tutum ve kamu emekçilerine dayattığı zam oranları yenidönemde nasıl bir politika izleyeceğini açıkça ortayakoyuyor. Sermayeye hizmette kusur etmemek, işçi veemekçileri ise sefaletin ve yıkımın derin kör kuyusunaitmek. Ancak işçi ve emekçilerin bunu kolayından kabuledeceklerini sanmak saflık olacaktır. Nitekim birçoksektörde devam eden toplu sözleşme görüşmelerininuyuşmazlıkla sonuçlanması ve grev kararının alınmasıbunu gösteriyor. Yıkım politikaları derinleştikçe işçi veemekçilerin öfke ve tepkisi de büyüyecek, mücadeledinamikleri güçlenecektir. Bizler kendi cephemizden budöneme sağlam bir temelde hazırlanmaya bakmalıyız.

ÇÇÇÇ ııııkkkktttt ıııı !!!! .... ....

KKKK iiii ttttaaaappppçççç ıııı vvvveeee bbbbaaaayyyy iiii iiii llll eeeerrrrddddeeee.... .... ....

Kapak Kızıl Bayrak � 3Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Hükümet-Meclis-Çankaya “uyum”u, saldırıların sorunsuz ve seri uygulanması demektir...

İşçi sınıfı saldırıları meşru-militanmücadeleyle karşılamalıdır!

Generallerin 27 Nisan’da yayınladığı e-muhtıra ileivme kazanan Çankaya çatışmasının ilk etabı gerici-dinci cenahın zaferiyle sonuçlandı. 28 Ağustos’tayapılan üçüncü tur oylamayla Abdullah Gül’üncumhurbaşkanlığına seçilmesi, generaller adınaönemli bir hezimet olarak kayda geçti.

Ordu şefinin “sözde değil özde laik” bircumhurbaşkanı istediklerini ilan etmesi, darbe tehdidiiçeren e-muhtıranın yayınlanması, “cumhuriyetmitingleri”nde benzer taleplerin dillendirilmesi, seçimsonrasının zafer sarhoşluğu içindeki dinsel gericicenahı geriletmeye yetmedi. Askeri muhtıraylagündeme gelen erken seçimlerde, dinsel gericigüçlerin blok bir tutumla AKP’yi desteklemesi,emperyalist güçlerle büyük sermayenin verili durumdaAKP’ye arka çıkması, Çankaya üzerinden yaşanançatışmanın sonucunu belirleyen etkenler oldu.Abdullah Gül’ü ilk kutlayanların ABD emperyalizmiile batılı müttefikleri olması bu açıdan fazlasıylaanlamlıdır.

“Geçici çözüm” çatışmaya gebe!

30 Ağustos mesajını üç gün önce yayınlayanGenelkurmay Başkanı, TSK’ya dönük saldırılarınarttığını öne sürerek ve laikliğin altının oyulduğunusöyleyerek bir kez daha tehditler savurdu. Mesajda,“Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını içinesindiremeyen bölücüler ile laik yapısını sistematik biryaklaşımla aşındırmaya çalışan şer odaklarınınyaklaşımlarını, tüm ulusumuz çok açık olarakizlemektedir” ifadelerine yer veren generaller, rejimintehlikede olduğunu, TSK’nin ise her koşulda rejimisavunacağını ifade ederek, bilinen tehditleriniyinelediler. Bunun ötesinde generaller, dinci-gericicenahın Çankaya tepesini ele geçirmesini izliyorgörünümü veriyorlar. Askeri bir darbe, büyükburjuvazi ile ABD emperyalizminin böyle bir girişimedestek vermemesinden dolayı, bugün için gündemdedeğil.

Çatışmanın vardığı boyut, kimi iddiaların aksine,Amerikancı rejimin niteliğinde zerre kadar birdeğişikliğe yolaçmayacaktır. Esas iktidar yine devletinmilitarist ve bürokratik aygıtının elinde olacaktır.Düzen bekçiliğini yapan silahlı bürokrasi asli işiniyapmaya devam edecektir. Amerikan işbirlikçileriarasındaki çatışmanın farklı boyutlarda gündemegelme ihtimali yüksek olmakla birlikte, rejimin bekasısözkonusu olduğunda, her iki cenahın tam birmutabakat içinde çalışacağından kuşkuduyulmamalıdır.

Çankaya’nın ele geçirilmesinin ardından dincipartinin daha uzlaşmacı bir tutum içine gireceğinisöyleyenler var. Böyle bir tutum sergilense bile,generallerin süreci pasif bir izleyici olarak yaşamalarıbeklenmiyor. Olası çatışmanın ileri aşamalarında da,son tahlilde büyük burjuvazi ile emperyalist güçlerinalacağı tutum etkili olacak, fakat çatışmanınderinleşmesinin önüne geçilemeyecektir. SonuçtaAmerikancı rejim son aylara damgasını vuran gerilimiyeni cumhurbaşkanının seçilmesiyle bir biçimdeçözmüş gibi görünse de, “gevşeme”nin geçici, yeniçatışmaların ise kaçınılmaz olacağını kestirmek zordeğildir.

Dinsel gericilikten demokrasi beklemek budalalıktır!

Çankaya tepesine generallerin istemediği birininçıkması, bazı çevreler tarafından dayanaktan yoksunhayaller yaymanın vesilesi olarak değerlendiriliyor.AKP’nin “sivil anayasa” tartışmalarını başlatmamanevrası bu zihin bulandırma saldırısını ayrıcapekiştiriyor. Dinci gericilik patentli “sivil anayasa” ile“demokratikleşme açılımı”nın gerçekleşebileceğinisavunanlar, ya takunya ile postalın çatışmasındanmedet umacak kadar naif budaladırlar, ya da bile biletoplumu aldatma görevini üstlenmiş düzenbazlardır.

Sözü edilen anayasa değişikliği ile bazıgöstermelik açılımlar yapılsa bile, böyle biranayasanın esas olarak büyük burjuvazinin dönemselihtiyaçlarını karşılayacak ve dinsel gerici akımıdestekleyen kesimlerin bazı beklentilerine yanıtverecek şekilde hazırlanacağı açıktır. Komünizmlemücadele derneklerinde şekillenmiş, anti-emperyalistlerin katledildiği Kanlı Pazar vb.saldırılarla rüştünü ispatlamış dinci-gerici zihniyetinhazırlayacağı anayasa “sivil” olsa ne olur!

“Merkez” de “çevre” de sermayenin ve emperyalizmin hizmetindedir!

AKP’yi “çevre”, silahlı bürokrasi ve izindengidenleri “merkez” sayan anlayış etrafında dönentartışmalar, hem meclisin, hem de Çankaya’nın dincigericilik denetimine girmesiyle ivme kazandı. AKPkendini düzen siyasetinin “merkez”i sayarken,hükümetin medyadaki borazanları AKP’yi “merkez”eyerleşmemesi konusunda uyarıyorlar. “Muhalifhükümet” gibi ucube bir kavram icat eden dincimedya, AKP’yi “oligarşiye karşı mücadele edenmuhalefet” diye yutturmaya çalışıyor. Bazıdeğerlendirmelerde ise, AKP’nin merkeze kayaraksistemle bütünleşeceği iddia ediliyor.

Öncelikle merkez/çevre tartışmasının sahteolduğunu belirtmek gerekir. Zira hem çevre, hem demerkez, burjuvazinin değişik kesimlerinintemsilcilerini anlatmaktadır. Bu iki “kutup” ideolojik-siyasal olarak gerici, anti-komünist, işçi-emekçidüşmanı, Kürt halkının inkarcısı, emperyalizminkoşulsuz ve katıksız işbirlikçisidir. Yani nitelik açıdanaralarında esasa ilişkin bir fark bulunmamaktadır.Aralarında kültürel açıdan, yaşam tarzından kaynaklıbazı farklar bulunmakla birlikte, çatışan tarafların asılamacı artıdeğer yağmasından daha büyük pay almakve bu amaç doğrultusunda siyasal iktidar üzerindekietkisini artırmaktır. Özü itibarıyla taraflar aynı

merkezde, yani kapitalist düzenin tam merkezindebulunmaktadır.

İşçi sınıfı yoğunlaşacak saldırıları püskürtmeye hazırlanmalıdır!

Bugüne kadar AKP ile destekçileri/yardakçıları,Çankaya ile Meclis arasında çıkan bazı uyuşmazlıklarıfırsat bilip, “hükümet önemli işler yapmak istiyor,ancak Ahmet Necdet Sezer engelliyor” şeklindedemagoji yapma fırsatını kaçırmıyorlardı. Buanlaşmazlıklar bazen yasa tasarılarının eksik veya geççıkmasına da neden oluyordu. Şimdi Abdullah Gül’ünÇankaya’ya yerleşmesiyle birlikte süregelen “uyumsorunu” ortadan kalkmış bulunuyor. Bu ise yenikurulacak AKP hükümetinin, sermaye veemperyalistler adına gündeme getireceği saldırılardaöncekine göre çok daha fütursuz olacağı anlamınageliyor. Nitekim hem burjuvazi hem de emperyalistleravuç ovuşturmaya başladılar bile. Öte yandan dincigericiliğin farklı tarikatlarda kümelenen unsurları da,Ortaçağ karanlığının önünü daha da açacak yasaldüzenlemeler yapmanın önünde bir engel kalmadığınısöylemekte bir sakınca görmüyorlar.

Çankaya ile tam bir uyum içinde çalışacak olanhükümetin hedef tahtasında yine işçi sınıfı, emekçiler,Kürt halkı, ilerici ve devrimci güçler olacaktır. Ziraişbirlikçi burjuvazi ve emperyalistlerin desteğisayesinde iktidar olabilen, ordu karşısındaki zaferinide büyük ölçüde buna borçlu olan AKP, tam dabundan dolayı emekçi düşmanı bir politika izleme,saldırıları daha da yoğunlaştırma dışında bir olanağasahip değildir. Seçimler nedeniyle ertelenen saldırılarıhızla gündeme getirecek, burjuvaziye hizmette hiçbirsınır tanımayacaktır.

Yıllardır unutturulmak istenen grev silahınınyeniden hatırlandığı, Hava-İş Sendikası örneğindeolduğu gibi grev konusunda kararlı olmanın bilesermayeye geri adım attırmaya yettiği bugünlerde,işçiler ve emekçiler ivme kazanması kaçınılmaz olansaldırılar konusunda hazırlıklı olmalıdır. Sermayecephesinin hazırladığı saldırı salvosunupüskürtebilmek için, işçi sınıfının grev silahınıkuşanarak meşru-militan bir direniş hattı örmesişarttır.

Uzun bir süredir “devrimci bir sınıf hareketiyaratma” acil ihtiyacına yönelik yaptığımız vurgununönemi bugün daha da artmış bulunmaktadır. Sınıfdevrimcileri olarak tüm güç ve olanaklarımızla bualana yüklenmeli, güçlerimizi etkin bir biçimdeseferber ederek bu yönde harcadığımız çabayı daha dayoğunlaştırmalıyız.

Yıllardır unutturulmak istenen grev silahının yeniden hatırlandığı,Hava-İş Sendikası örneğinde olduğu gibi grev konusunda kararlı olmanınbile sermayeye geri adım attırmaya yettiği bugünlerde, işçiler ve emekçilerivme kazanması kaçınılmaz olan saldırılar konusunda hazırlıklı olmalıdır.Sermaye cephesinin hazırladığı saldırı salvosunu püskürtebilmek için, işçisınıfının grev silahını kuşanarak meşru-militan bir direniş hattı örmesişarttır.

Emekçilerin yeri saflarıdır!4 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Gül Cumhurbaşkanı oldu, düzenin krizi sürüyor...

Emekçiler düzene karşı devriminsafında yeralmalı!

Düzen politikasının bir kriz konusu da sonundaçözümlendi!.. Beklendiği gibi, üçüncü tur oylamadaGül’ün Cumhurbaşkanlığı kesinleşti. Fakat böyleceaslında, kriz konusunda en başa dönülmüş oldu. Birfarkla ki, Mayıs’ta Gül Cumhurbaşkanı adayıydı, şimdiCumhurbaşkanı. O gün çıkarılan problemler Gül’eÇankaya yolunu kapatmak amacı taşıyordu, bugünseartık oradan indirmenin yolunu arayacaklardır.

Düzen içi çatışmanın zemini bu seçimle ortadankalkmadığı gibi, daha da derinleşmiş oldu. Bu derinliğinölçüsü ise, Genelkurmay’ın, 30 Ağustos mesajını üç günönceden (Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nın açıklanacağı 28Ağustos öncesinde) yayınlamasıdır. Bilinen uyarılarınıbu mesajla bir kez daha tekrarlayan Genelkurmay,böylece, seçimlerin ardından sürdürdüğü suskunluğunuda bozmuş oldu. Verilen mesaj ise, Gül ya da AKP nederse desin, arkalarında hangi güç odakları duruyorsadursun, ordunun kriz odağı olmaya devam edeceği idi.

Açıkçası, önümüzdeki süreçte de, ordu ve eklentileriile hükümet -bu kez buna Çankaya’daki hükümet üyeside dahil- arasındaki çatışmalarla oyalanmaya devamedeceğiz. Yine emekçiler laik/anti-laik kamplarabölünmeye çalışılacak. Bir kısmı düzenin bir güçodağının, başka bir kısmı başka güç odağının peşinde vebirbirinin karşısında konumlandırılmaya çalışılacak.

Bu arada, Çankaya’yı da fetheden AKP, böylecehiçbir engele takılmaksızın, sermaye sınıfının veemperyalist odakların istekleri doğrultusunda vargücüyle çalışmayı sürdürecek. AKP’ye ve Gül’e destekçıkan bu güç odaklarının ne istediği ise artık çok iyibiliniyor. Nitekim seçimlerin hemen ardından isteklerinibir bir sıralamış oldular.

İşçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkını eskisindendaha azgın bir saldırı dönemi beklemektedir. Gül’ünCumhurbaşkanlığı, tıpkı AKP’nin ikinci dönemhükümeti gibi, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden buanlama gelmektedir. Dolayısıyla tüm dikkatler busaldırılara verilmelidir.

Hükümetin seçimlerden bu yana en aşağılık bir halkavcılığına soyunarak, destek alanını genişletmeyeçalıştığı da ortadadır. Memura grev ve TİS sözü vermekgibi, ‘sivil anayasa’ iddiasıyla demokrasicilik oynamakgibi konular, güncel sıkıntıları atlatma amacının yanısıra,işçi ve emekçi kitleleri kandırma ve düzenin dümensuyuna çekme amacı da taşımaktadır.

Fakat çok yakında, yeni hükümet kurulur kurulmaz,bunların nasıl birer çirkin yalan olduğu ortaya çıkacaktır.Yaptıkları yapacaklarının garantisidir. Geçen 5 yıla yakınsüreçte, AB demokrasisi ve reform aldatmacasıylaçıkarılan tüm yasalar, sınıfa ve emekçi kitlelere saldırımaddeleriyle yüklüdür. Bu yolla, kazanılmış haklar birbir gaspedilmiştir. Şimdi sırada daha da geriye götürecekdüzenlemeler vardır.

Ancak unutulmaması gerekir ki, AKP’nin yenihükümetinin, Çankaya’nın da gücüyle, tüm bu saldırılarıyürütebilmesi, sadece ve sadece izin verilmesinebağlıdır. Eğer işçiler ve emekçiler düzen içikamplaşmalarda saf tutmaya devam ederlerse, yeni AKPhükümeti de bir saldırı hükümeti olarak iş görmeyibaşarabilecektir.

İşçiler ve emekçiler kendi davaları için savaşmaküzere birleşip mücadeleye atıldıklarında ise, busaldırıları ve hak gasplarını engellemekle kalmayacaklar,yeni haklar kazanabileceklerdir.

Aylardır krizlere neden olanCumhurbaşkanlığı seçimi nihayet sonuçlandı.Yapılan üçüncü tur oylamada Abdullah Gülsermaye devletinin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.Gül’ü Çankaya’ya kendi partisinin oylarıtaşırken, oylamanın yapıldığı saatlerde askerijetlerin Ankara semalarında 30 Ağustos ZaferBayramı nedeniyle yaptığı uçuşlar “manidar”dı.Mart ayından bu yana rejim krizine yol açancumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki düğümGül’ün seçilmesi ile çözülse de, bütün belirtiler“zor bir döneme girildiği” yönünde.

Açıktır ki Gül işçi ve emekçilerin değil,büyük sermaye odaklarının, emperyalist güçlerinçıkarları üzerinden cumhurbaşkanı oldu. O,aslında cumhurbaşkanlığını darbelere, darbeanayasalarına, militarist güçlere, tarikatlara,derin güçlere ve sermayeye borçludur. Gül,koparılan fırtınaya, muhtıralara, uyarılara,yapılan mitinglere ve yaratılan kaosa rağmencumhurbaşkanı olmuştur. Zira büyük sermayegüçleri ile emperyalistler onda karar kılmıştır.

Abdullah Gül’ü Çankaya’ya çıkaran AKP’ninaldığı oy oranı gibi görünse de, bu seçim sonucuda pek çok iç ve dış gelişmeyle birlikteanlaşılabilir. En başta gelen neden, ABD’ninOrtadoğu’ya müdahalesi ve “ılımlı İslam”modeli olarak Türkiye’yi örnek göstermesidir.AKP’nin GOP çerçevesinde ABD’nin verdiğirolü oynamaya pek hevesli bir parti olmasıdır.İkinci önemli neden, AB’nin Türkiye’de giriştiği“yeniden inşa”da, AKP’nin şahsında uyumlu bir“işbirlikçi hükümet” bulmasıdır. Üçüncüsü ise,IMF-TÜSİAD programı açısından AKP’nin dörtbuçuk yıllık hükümeti boyunca hizmette kusuretmemesidir. Ayrıca, Gül’ü Çankaya’ya çıkaranbir başka neden de, ordu eksenli burjuva kampınhalk nezdinde AKP’yi “ehveni şer” bir seçenekhaline getirmesidir.

Mevcut tablo, emperyalistler ve uşak

takımının Gül’ün cumhurbaşkanı olmasınısevinçle karşılamasını kolaylaştırmıştır. ABD veAB emperyalistleri Gül’ün cumhurbaşkanlığınıdestekleyen mesajlar göndermişlerdir. KısacasıGül, ABD’nin, AB’nin ve işbirlikçi takımınındesteği ile Çankaya’ya çıkmıştır.

Genel seçimlerin erken yapılmasına nedenolan cumhurbaşkanlığı çekişmesi yerini şimdilik“uzlaşma”ya bırakmış, ordu eksenli burjuvakamp şimdilik geri çekilmiş görünüyor. Ancakpusuda bekleyerek yeni bir hamlenin hesabınıyaptıkları da kesindir. Düzenin bu iç mücadelesikolay kolay sona ermeyecektir.

Gül, 12 Eylül faşist anayasasına bağlıkalacağına, patronların bir dediğini ikietmeyeceğine, ABD’nin bölgedeki savaşpolitikalarına destek olacağına, IMF programıdoğrultusunda çıkarılacak olan emek düşmanıyasaları tereddütsüz onaylayacağına ilişkinmesajlar vermektedir. Cumhurbaşkanı Gül’ünsermayenin emirlerini tereddütsüzce yerinegetireceğinden, sosyal yıkım saldırılarını hızlaonaylayacağından kimsenin şüphesi yoktur.

Son günlerde medyanın magazinleştirdiğiGül’ün eşinin türbanı üzerinden yürütülentartışmalarda da temel amaç, dikkatleri laikliküzerine çekerek, Gül’ün uluslararası güçler vesermaye ile olan ilişkisini perdelemektir. Şurasıaçık ki, sermaye düzeninde cumhurbaşkanları,düzenin ve devletin hizmetindedir. Şimdi hizmetsırası Gül’de! Değişen sadece isim. Kısacası,Cumhurbaşkanı’nın kim olduğu değil, onu omakama taşıyan ve onun o makamda çıkarlarınısavunacağı güçler önemlidir.

Bu tablodan işçi sınıfı ve emekçiler payınaçıkarılacak yegane sonuç, boş hayallerle düzengüçlerine destek vermek değil, çürümüş sermayedüzenini yıkmak, yerine sosyalist bir işçi-emekçiiktidarı kurmak mücadelesini yükseltmekolabilir.

Çankaya’da dikenli “Gül” dönemi

Saldırılara geçit vermeyelim! Kızıl Bayrak � 5Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Sermaye hükümeti “sosyal proje” değil saldırı programı oluşturabilir...

Hak ve özgürlükler sınıfmücadelesiyle kazanılabilir!

Burjuvazinin AKP’ye verdiği destekburjuva medya tarafından abartılı yorumlareşliğinde dillendiriliyor. Son günlerinpopüler propaganda malzemelerindenbaşında da, AKP’nin yeni kuracağı hükümetdönemine ilişkin “yeni” programı geliyor.

Burjuva medyaya sorarsanız, AKP, 60.hükümet döneminde “sosyal projelereöncelik” verecektir. “Sosyal projeleri öneçıkaran bir anlayışla hazırlanan program,demokrasiyi, bireysel hak ve özgürlüklerigeliştirmeyi hedef”lemektedir. Ayrıntıda ise,Türkiye’nin en hassas demokrasisorunlarının başında gelen Kürt sorunubulunuyor. Bir rivayete göre, hazırlanmaktaolan yeni Anayasa taslağı üzerinden ve“Kürtçe seçmeli ders olabilecek” başlığıylaverilen bu haberin de, en az diğer “sosyalprojeler” kadar bir değeri bulunuyor.

Öncelikle, ortalıkta bu tür haberlere gerçekçi birkaynak oluşturabilecek ne bir program ve ne dehükümetin hazırladığı bir Anayasa taslağı var.Üzerinde tartışılan taslağın kendisine ait olmadığıhükümet tarafından açıklanmış durumda. Programagelince, seçim malzemesi bile yapmadığına göre,AKP’nin önünde hiçbir sosyal proje bulunamaz.Hatırlanacağı gibi, AKP’nin seçim sloganlarınınbaşında “yola devam” geliyordu. Yani, kendilerininverdiği söz üzerinden bakıldığında, AKP’nin yenihükümetinden beklenecek en fazla hizmet, yinesermayeye hizmet olabilir. Bu ise, adı üzerinde, sosyaldeğil sınıfsal bir projedir.

Sermaye sınıfının -emperyalisti ve işbirlikçisiyle-AKP’ye verdiği destek, hiç kuşku yok ki,“demokrasiyi”, “bireysel hak ve özgürlükleri”geliştirmesi için değildir. Tabii, “sosyal proje”tabirinden bunların toplum için geliştirilmesini

anlıyorsak. Yoksa, kuşkusuz Amerikan tipi birdemokrasinin (ancak onun Türkiye’ye biçtiği misyonauygun ılımlılıkta bir İslam sosuna bulanmış halinin)geliştirilmesini isteyecek ve destekleyeceklerdir. Yada, bireysel hak ve özgürlükler kapsamında, sermayesahibi bireylerin hakları ve özgürlükleri elbettegeliştirilecektir.

Fakat tam da bunlar “sosyal proje” etiketiylereklam edilenin zıddını ifade eder. Sermaye sahibibireylerin hakları, bir sosyal sınıfın, işçi sınıfının veonunla birlikte toplumu oluşturan geniş emekçikatmanların demokratik hak ve istemlerininbastırılmasından, gaspedilmesinden ibarettir.Sermayenin dizginsiz sömürü arzusu olaraközetleyebileceğimiz ve AKP’ye desteğin temelindeyatan bu sermayedar hakları, işçi ve emekçilerin söz,basın, örgütlenme özgürlüğünü kısıtlamadangerçekleşemez. Her bireyin doğuştan getirdiği vetartışmasız hakkı olan “yaşama hakkı”nın

günümüzdeki karşılığı olan çalışma hakkıgaspedilmeden, milyonlarla hesaplanan işsizler ordusuyaratılamaz. Ve işsizler ordusu olmadan, ücretler endüşük düzeylerle sınırlandırılamaz.

Burjuva medyanın bu balonları şişirdiği günlerde,hükümetin, “yaptığı yapacağının garantisi”icraatlarından çarpıcı iki örnek yaşanmaktaydı. THYTİS’leri ve kamu emekçileriyle toplu görüşmeler.Birincisinde THY çalışanları ‘grev erteleme’tehdidiyle sindirilmeye, grevden geri adım attırılmaya,grev oylamasıyla süreç engellenmeye çalışıldı. İkincisihala sonuçlanmış değil, ancak bu yazının hazırlandığısaatlerde, masadaki “devlet güdümlü sendika”lardanbirinin ifadeleriyle, hükümetin teklifi taleplerinikarşılamamaktadır. Yani, kamu çalışanları bir dönemdaha yoksulluk sınırındaki ücretlerle talim etmeyezorlanmaktadır. Kaldı ki, orada konuşulan artık sadeceücretlerdir. Hiçbir sosyal amacı bulunmayan, aslındasendika bile olmayan, devlet eliyle örgütlenmiş vebaşına “devlet memuru” bir takım şahıslar oturtulmuşbu yapılardan “sosyal, siyasal hak” kavramınıalgılamaları bile beklenemez.

Aslında işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, AKP’nin60. sermaye hükümetinden “sosyal proje” beklentiside bulunmuyor. Ancak, hükümetten bir şeybeklememekle, ‘oturup beklemek’ arasındaki çelişkide, sermayenin hükümet eliyle yürüttüğü saldırılarageçit vermek anlamına geliyor.

Sermaye sınıfının da desteğiyle, 59.’sundan dahaazgın saldırılara girişeceği şimdiden açık olan 60.AKP hükümetinin elini kolunu bağlayacak tek güç,yine, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin “demokrasi,hak ve özgürlük” mücadelesi olacaktır. Demokratikhak ve özgürlükler, her yerde ve her zaman, işçi veemekçilerin mücadelesiyle kazanılmıştır. “Hakverilmez alınır” şiarını yeniden yükseltmeninzamanıdır.

Sermaye sınıfı Abdullah Gül’ünCumhurbaşkanı seçilmesini coşkuyla karşıladı.Seçimin ardından sermaye kuruluşlarındandestek ve kutlama mesajları geldi.

Sermayenin temsilcilerinin Gül’ünCumhurbaşkanı seçilmesini sevinçlekarşılamalarının gerisinde sermaye sınıfınabugüne kadar yaptığı hizmetlerin devam edecekolması yatıyor. Sermaye kuruluşları, ekonomikanlamda hiçbir endişe duymadıklarını, Gül’ündaima iş dünyasının yanında olduğunubildiklerini söylediler. “Ümit ettikleri çerçevededavranmayı sürdürdükçe desteklerinin devamedeceği”ni vurgulamayı da ihmal etmediler.

İSO, “Ümit ettiğimiz çerçevede görevyaptığı sürece, kendilerini her zamandestekleyeceğimizi ifade ediyor ve sayınAbdullah Gül’e, seçildiği bu yüce görevdebaşarılar diliyoruz” dedi. ASO, “Türkiye’ninartık siyasi gerginlikleri geride bırakıp,ülkemizi ve sanayimizi geliştirecek projeler

üzerinde yoğunlaşmasının zamanı gelmiştir”ifadelerini kullandı. Limak Holding YönetimKurulu Başkanı Nihat Özdemir, “İş dünyasıolarak sayın Gül’den çok şey beklediğimizkesin. Sezer döneminde beklentilerimize cevapbulamadık, mahrumduk maalesef” sözleriyle,Gül’den tam itaat beklediklerini vurguladı.Kığılı Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kığılıise, “Bir iş adamı olarak gayet doğru olduğukanaatindeyim. Türkiye’yi bundan sonra çokdaha güzel günler bekliyor. Bundan sonraki 5yıllık süreçte iş potansiyeli artacak ve istikrardevam edecektir. Bundan hiçbir endişemizyoktur” sözleriyle sevincini dile getirdi.

Nasıl sevinmesinler, Abdullah GülCumhurbaşkanı seçimleri öncesinde patronlaraverdiği sözleri yerine getirmeye hazır.Patronların sevinçleri işçi sınıfına ağır bir faturaolarak yazılacak. Tabii işçi sınıfı ve emekçilersermaye sınıfından hesap sormayahazırlanmazsa...

Sermaye çevreleri Gül’ü coşkuyla karşıladı Geleceksizlik intiharasürüklüyor!

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıkladığıverilere göre Türkiye’de her 30 dakikada 1 kişiintihara teşebbüs ediyor. 2006 yılında 18 bin 527 kişiintihara teşebbüs etmiş ve bunların 1.647’si yaşamınıyitirmiş. Yani günde ortalama 5 kişi intihar ederekölmüş. Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizlik,büyüyen işsizlik, gelecek kaygısı özellikle gençnüfusta derin bir çözümsüzlük duygusu yaratıyor.

Ailesine ekmek götüremediği için cinnet geçirenbabaların, ÖSS öncesi ve sonrası işsizlik kaygısıylaintihara kalkışan gençlerin haberleri gazetelerinüçüncü sayfalarında yer buluyor. İntiharlarınkökeninde toplumsal yaşamdaki eşitsizlik, sınıfsalayrıcalıklar ve yoksunluklar olduğu ölçüde, bunlarabasitçe intihar deyip geçme şansımız dabulunmuyor! Kapitalizmde gelecek kaygısından,işsizlikten, yoksulluk ve yoksunluktan intihar ederekyaşamını kaybeden herkesin katili sermayedevletidir!

Direne direne kazanacağız!6 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

THY’de işçilerin mücadele kararlılığıbelirleyici oldu!

İşçilerin mücadele kararlılığı nedeniyle bir andaburjuva siyasetinin kirli havasını yarıp gündemeoturan THY’deki TİS süreci anlaşmayla sona erdi.Anlaşma sonucunda işçiler cephesinden hedeflerebütünüyle varılamasa da sosyal ve ekonomikhaklarda anlamlı kazanımlar elde edildi. KuşkusuzTHY işçilerinin süreci tek başına ekonomik ve sosyalhaklarda elde edilen kazanımlarla sınırlı değildir.THY TİS’lerinde asıl belirleyici olan sermayecephesinin “greve evet” diyen THY çalışanlarına vegrev hakkına yönelik çok yönlü saldırıları karşısındagösterilen kararlı tutum olmuştur.

Zaten burjuva cephenin THY sürecine yönelik enbüyük tepkisi de bundan dolayıdır. “Grev çağdışı birmücadele yöntemidir, artık hiçbir sendika bu yollahak alabileceğini düşünmüyor”, “çağ diyalog veuzlaşı çağıdır”, “bu tarz uzlaşma ve işbirliğini bazalan çağdaş sendikacılık tarafından aşılan ilkel birsendikacılık örneğidir” vb. söylemlerin kendisi THYçalışanlarının kararlı tutumuna yöneliktir. THYyönetimi, burjuva medya ve Türk-İş’in ağalarıelbirliği ederek işçilerin direnişini kırmak için

harekete geçmişlerdir. Hükümet olası bir greviyasaklamaya yönelik tehditler savururken, THYyönetimi işçileri bölüp parçalamak için türlü oyunlaroynamış, burjuva medya daha çok sınıf mücadelesifikrine karşı ideolojik-politik bir saldırının zeminiolarak kullanılmış, Türk-İş ağaları ise THY işçisinedestek olmak bir yana direniş kararlılığınıbaltalayacak tarzda davranmıştır.

Türk-İş Başkanı Salih Kılıç’ın sözleşmeninimzalanması ardından yaptığı değerlendirme sonderece dikkat çekicidir. Salih Kılıç, “Her iki tarafarasındaki bu uzlaşma, ülkemizde toplumsaluzlaşmanın, sosyal diyaloğun önemini de ortayakoymuştur” derken aslında, ne denli bilinçli birburjuva uşağı olduğunu göstermektedir. Başkanlıkdönemi boyunca işçi sınıfının dağınıklığından güçalarak masa başlarında burjuvazi ile kol kola büyükihanetlere imza atan ve bu arada Türk-İş Başkanısıfatı ile yakın zamanda onbinlerce işçiyi ilgilendirenkamu TİS’lerini satışla sonuçlandıran Salih Kılıçgibi hainler THY sürecinde bir kez daha devreyegirdi.

Bundan sekiz-on yıl önce benzer bir durumkarşısında Türk-İş Başkanı, mücadeleden yana bir dilkullanmaya özen gösterirdi. Elbette bunu güçlü tabanbasıncından dolayı yapardı. Zira o dönemlerde herşeye rağmen işçi sınıfı bugünküne nazaran çok dahaörgütlü, mücadele deneyimi yüksek ve daha canlıydı.Sınıf hareketinin etkisiyle bugün Hava-İş’in başındabulunan Atilla Ayçin’in de aralarında bulunduğu arakademe sendikacılar da sınıfın duyarlılıklarına yakındurmaktaydılar. Tüm bunlarla birlikte, ‘90’lı yıllarınortalarında işçilerin korkusundan ağaçlara tırmananTürk-İş Başkanı gerçeği hafızalardaki tazeliğinikorumaktaydı. İşte bu koşullarda Türk-İş yönetimiişçilerin tepkisinden kaçınmak için türlü manevralarabaşvurma ihtiyacı duyardı. Öyle ki, arada birmeydanlara çıkar, esip gürlerlerdi. Bugün Türk-İş’inkoltuğunda oturanlar ve onların başında bulunanSalih Kılıç gibileri ise uzun süredir bu türmanevralara da ihtiyaç duymuyorlar. Tersinehükümet ve sermayeyle içli-dışlı bir görüntü vermekiçin can atıyorlar. Dahası, mücadeleyi seçen birsendika şubesi ya da işçi bölüğü olduğunda cephedenkarşı duruyorlar. En fazlasından mücadeleye sınırçeken ve arabulucu kisvesi altında direnişi masabaşında bitiren bir pratik göstermektedirler.

Herşeye rağmen sınıf hareketinin verilidurumunda görece iyi bir anlaşma yapılmıştır. Ancakaynı dönemde uyuşmazlıkla sonuçlanan ve grevkararı alınan sektörlerdeki işçilerle mücadeleninortaklaştırılması konusunda eksik kalınmış, sınıfdayanışması yeterince güçlü örülememiştir. Bu süreçsınıf hareketinin üzerindeki ölü toprağınısilkelemenin imkanlarını barındırırken, devrimcigüçlerin, ilerici sendikacıların, öncü işçilerin buimkanı kullanamamaları önemli bir eksikliktir.

Güçlü bir sınıf ve kitle hareketinin tabandanyükselmediği, sınıf dayanışması ayağının eksikkaldığı, devrimci ve ilerici güçlerin güçlü birmüdahalede bulunamadığı böylesi bir süreçteimzlanan THY TİS’lerinin başarısı da ancak bu kadarolabilecektir. Açıktır ki, bu eksikliklerin en temelnedeni işçi sınıfının örgütlü bir taban inisiyatifindenyoksun olmasıdır. Ne yazık ki, sendikalarda örgütlüişçi bölükleri büyük ölçüde sendikal bir örgütlülükbilincinden yoksun oldukları gibi, gerçekteörgütsüzlerdir. Diğer taraftan, işçi sınıfının gençkuşaklarında uzun süredir sendikal örgütlenmeyönünde belirgin bir eğilim ve arayış sözkonusudur.Ancak, bugün sendikal örgütlenme bünyesindeki işçibölüklerinin büyük bölümü de büyük umutlar vemücadele heyecanıyla yola çıkmış, fakatsendikalaştıktan sonra yüzyüze kaldıkları ihanetkarşısında bu olumlu meziyetlerini tüketmişlerdir.Hava-İş örneği bu durumdaki sınıf bölükleri içinumutların canlanması için önemli bir işlevgörecektir. Fakat bu yönde alınacak mesafe, uzunsoluklu ve kararlı bir sendikal mücadele anlayışı vepratiğini varedebilmek ölçüsünde olanaklıdır.

Bu noktada devrimci sınıf güçlerinin önünde ikiönemli görev bulunmaktadır: Birincisi, fiili-meşru vemilitan sınıf mücadelesi bayrağını güçlü bir biçimdedalgalandırmak ve bunu politik-pratik ve örgütsel birdüzeyde gerçekleştirmektir. İkincisi ise, işçi sınıfınıngenç kuşaklarının mücadele yönünde ortayakoydukları enerjinin heba olmasına engel olmaküzere, uygun kanallar açmak ve birleşik bir mücadelezeminine taşıyabilmektir.

Geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen grevkararları ile birlikte sermaye sınıfının yaşadığıkabus devam ediyor. Denizcilik sektöründe, Tez-Koop İş Sendikası’nın grev kararı aldığı 6işyerinden ikisinde ve grev süreçlerini toplumungündemine taşıyan THY’de anlaşma sağlanmasınarağmen halen onbinlerce işçi greve hazırlanıyor.

Her ne kadar grev kararı hayata geçmemiş olsada THY’de yaşanan süreç hem işçi sınıfına kısmibir moral vermiş, hem de sermaye sınıfını ciddibir tedirginlik içine sokmuş durumda.

“Verecek tek bir kuruşumuz yok!” diyen THYyönetimine karşı gösterilen kararlı tutum vebunun diğer sektörlerdeki işçilere örnek olmasıüzerine, THY işçileri istediklerini tam olarakalamasalar da, hem sosyal hem de özlükhaklarında anlamlı kazanımlar elde ettiler.Böylece grev silahının henüz kullanılmadığıkoşullarda bile ne kadar önemli bir işlev taşıdığınıbir kez daha kanıtlamış oldular.

Sermaye sınıfı her ne kadar bir yenilgi yaşamışolsa da, THY’de yaşanan uzlaşma nedeniyle ciddibir rahatlama yaşadı. İlk günden itibaren buradakigrev hazırlığına en azgın bir şekilde saldıran TİMBaşkanı Oğuz Satıcı bile yaşadığı bu rahatlamayı“Uzlaşmadan, sadece 12 bin THY çalışanı değil,70 milyonluk Türkiye memnun olmuştur” diyerekifade etmiş oldu. Ankara Sanayi Odası (ASO)Başkanı Nurettin Özdebir ise “THY anlaşması buyeni dönemde yeni bir başlangıç ve diğersektörlere örnek olsun” derken, aslında birrahatlamadan öteye “aman diğer sektörlerdekiişçiler greve gitmeden anlaşma sağlansın” demeyegetiriyordu.

Ancak herşeye rağmen THY süreci grevhazırlığında olan sınıf kardeşlerine ciddi bir moralvermiş oldu. Sonuçta bugüne kadar en kritikevreleri yaşayan THY’deki grev süreci geridekalmış olsa da Türk Telekom’da ve tekstil

sektöründe grev hazırlıkları devam ediyor. Yinesavunma işkolunda Harb-İş grev yasağı nedeniylegreve çıkamasa da sermaye tarafının dayattığısözleşmeyi kabul etmedi ve konuyu YüksekHakem Kurulu’na taşıdı.

Grev tartışmaları önümüzdeki günlerdeözellikle Türk Telekom’da ve tekstil sektöründegündeme gelmeye devam edecek. TürkTelekom’da resmi arabulucu süreci sona ererken,sendikanın 15 Eylül tarihine kadar grev kararınıalması bekleniyor. Telekom çalışanlarıgerçekleştirdikleri çeşitli eylemlerle şimdidengreve hazır oldukları mesajını veriyorlar.

Tekstil sektöründe ise şimdilik daha durgun birsüreç yaşanıyor. Sendika bürokrasisi eliylegerçekleşen ihanetlerin bir benzerinin yaşanmasıihtimali yüksek olsa da, tekstil işçilerinde dekazanılmış hakların korunması noktasında birkararlılık olduğu görülüyor. Tekstil sektöründekigrev sürecinde yaşanan en çarpıcı değişiklik isesermaye cephesinin üslubunda gözleniyor.Geçtiğimiz haftalarda TÜTSİS Başkanı HalitNarin “Nasıl olsa dediğimize gelecekler!” diyereksaldırgan bir tavır sergilerken, bu hafta içerisindebir açıklama yapan Türkiye Giyim SanayicileriDerneği (TGSD) Başkanı Ahmet Nakkaşgündemde olan grev ve lokavt kararlarına ilişkinuzlaşma çağrısında bulundu. Nakkaş ayrıcaalışılmışın tersine, ortaya çıkan uzlaşmazlığınsorumluluğunu kamu yüklerini gerekçe göstererekdevlete atmış oldu.

Önümüzdeki günlerde özellikle TürkTelekom’da yaşanacak gelişmeler sermayeningrev kabusunu gerçeğe dönüştürmede önemli birrol oynayacaktır. THY’de başlayan ve ardındanbir dizi sektörde işçi sınıfı payına ortaya çıkanhaklarını koruma ve geliştirme kararlılığısermayenin bu kabusunun diri kalmasına yolaçacaktır.

Sermayenin grev kabusu devam ediyor!

Saldırılara karşı işçi-emekçi barikatı! Kızıl Bayrak � 7Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Sermaye kriz ve işsizlik tehdidindenmedet umuyor

Son aylarda birçok sektörde TİS sözleşmeleritıkandı. İşverenlerin düşük ücret ve hak gaspıdayatmalarına işçiler cephesinden yaygın grevkararlarıyla yanıt verildi. Pek çok sektör ve işyerinikapsayan bu grev kararları nedeniyle işçiler vesendikalar kendilerini çoktandır unutmuş olan burjuvaköşe yazarlarının gündemine yeniden girdiler. Sonbirkaç aydır düzen medyasında işçilerle ve alınan grevkararlarıyla ilgili bir çok yazı ve haber yayımlandı.

Bunlardan birisi de Ertuğ Yaşar’ın 24 Ağustostarihli Referans gazetesinde yayımlanan “Sosyal kavga”başlıklı yazısıydı. Ertuğ Yaşar yazısında, ekonomik krizdönemlerinde faturanın öncelikle çalışanlar tarafındanödendiğini, çünkü patronların onları kapı dışarı ettiğini,2001 krizinde de böyle olduğunu söylüyor. Yazısınınilerleyen bölümlerinde de, 2001 krizinin çok geridekaldığını, ekonominin son 4-5 yıldır istikrarlı birbiçimde büyüdüğünü, işçilerin şimdi bu büyümedenpaylarına düşeni istediklerini, bugün söz konusu olangrev kararlarının arka planında da bu talebin yattığınıifade ediyor. THY’den, tekstil ve lastik sektöründenörnekler veriyor.

Ertuğ Yaşar işçilerin haksız olduklarını dasöylemiyor. Tam tersine THY’deki durumdan örnekvererek, işverenin son iki yıldır “biz böyle büyüdük; bizşöyle büyüdük; şu kadar kâr ettik” diye şişindiğini, bubüyümede en büyük paya sahip olan çalışanların dahaklı olarak bu başarı tablosundan kendi paylarınadüşeni istediklerini ifade ediyor. Özetlersek, ErtuğYaşar’a göre işçiler 2001 krizinde ciddi bir faturaödemişler. Sonraki yıllarda kriz atlatılmış, ekonomidüzenli ve hızlı bir şekilde büyümüş. Ancak patronlarkrizin faturasını ödettikleri çalışanları ve onlarıntaleplerini görmezden gelmişler, büyümenin sağladığıgelir artışını çalışanlarla paylaşmaya yanaşmamışlar.Nihayet işçilerin bu duruma daha fazla sessiz kalmayıphakları için harekete geçmeleri üzerine de bugünkütablo (grev kararları, eylemler, vb.) ortaya çıkmış.

Ertuğ Yaşar’ın buraya kadar resmettiği tablo aşağıyukarı doğruları yansıtmaktadır. Dolayısıyla, bunlarıgören ve yazısında dile getiren birinden de, işçilerin veemekçilerin hak alma mücadelesini canı gönüldendesteklemesi beklenir. Fakat kendisi bu tutarlılığıgöstermemekte, hatta tam tersi davranmakta, bunca hak

verdiği işçileri korkutup yıldırmak için sermayenineskiden beri her başı sıkıştığında kullandığı “kriz veişsizlik” silahlarına sarılmaktadır.

Bir işverenin gazetelere de yansıyan “artık Türkiye,işçilik maliyetleri nedeni ile, yeni yatırım yapılamazülke oldu” sözlerini hatırlattıktan sonra kinayeli bir dilleişçilere sormaktadır; “Hoşumuza gitti mi bu? YaniTürkiye’nin yatırım çekemeyen bir ülke olması?”

Yazının sonundaki final bölümü ise dahamuhteşem: “Evet, bugün işçi arkadaş kazandığıücretten memnun olabilir. ‘Hakkımı aldım’ diyesevinebilir. Ama acaba bu sevinci sürdürülebilir birsevinç midir? Yani işletmesi uluslararası rekabetteyaşayacak ve o işçi/çalışan arkadaşa her zaman oyüksek ücreti ödeyebilecek midir?”

İşçilere dönük bu suçlamalar ilk kez dile getirilenşeyler değil. Aynı şeyler 1980’lerden beri söyleniyor.Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı yıllardan bu yanaişçi ve emekçilerin hak taleplerine karşı sermaye hepaynı söyleme sarıldı. “Ücretler yükselirse yabancısermaye gelmez” denildi. “İşçilik pahalı olursaşirketlerimiz uluslararası piyasalarda rekabet edemez,ihracatımız artmaz, sanayimiz gelişmez” denildi.“Dişinizi sıkın” denildi, “kemerleri sıkın” denildi. Fakatbu işin sonu bir türlü gelmedi.

Kriz varken sermaye, “faturayı ödeyin, dişinizisıkın” diyordu. Kriz geçtikten sonra herkesinrahatlayacağını vaaz ediyordu. Kriz geçti, bu kez de“ama size hakkınızı verirsem kriz geri gelir, ölürüz,biteriz” demeye başladı.

Ücret düzeyinin her geçen yıl biraz daha düştüğü,sosyal hakların giderek daha fazla budandığı, her ikiişçiden birinin kayıt dışı yani her türlü haktan mahrumolduğu bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik verimlilik veüretim arttığı için ücretlerin toplam giderler içindekipayı sürekli düşüyor. Dahası asgari ücretin 400 YTLdolayında olduğu bu ülkede Koçlar’ın, Sabancılar’ınüst düzey yöneticilerinin ortalama 150 bin dolarcivarında para kazandıkları yakın zaman önce basınayansıdı.

İşte böyle bir ülkede, bir tarafta hükümetinekonomiyi ne güzel yönettiği, kişi başına milli geliri nekadar da arttırdığı yolunda pembe tablolar çiziliyor.Diğer tarafta ise kölece koşullarda çalışan, üreten amayoksulluk içinde yaşayan işçi ve emekçiler birazcıksesini yükselttiler diye, kendilerine ait olandan, kendiürettiklerinden, yarattıklarından pay istediler diyesusturulmak isteniyorlar. Sermaye cephesinde kim varsahepsi birden işçilere dönüp parmaklarını tehditkar birbiçimde sallamaya başlıyor ve aynı teranelerisıralıyorlar.

Aslında burada büyük bir korkunun ifade edilişi devar. Sermaye cephesi adına konuşanlar işçi veemekçilerin bu düzenin mezar kazıcıları olduğunu gayetiyi biliyorlar. Kitlelerin yaygın ve kararlı bir hak almamücadelesine giriştiği koşullarda bu işin sonununnerelere varacağını da kestirebiliyorlar. Ve esas olarakda böyle bir gelişmeyi önleme güdüsüyle konuşuyorlar.İşçi ve emekçileri kriz, işsizlik, açlık tehditleriyleterbiye etmeye, kontrol altında tutmaya çalışıyorlar.Kendi korkularını yenmek için işçi ve emekçilere korkusalıyorlar.

İşçi ve emekçiler kendi önlerine örülen korkuduvarlarını aşıp ileriye atıldıkları vakit sermayeninkorkuları gerçek olmaya, sömürü ve zulüm düzenitemellerinden sallanmaya başlayacaktır.

Bilim adamları küresel ısınma ve kuraklığıtartışır, Ankara başta olmak üzere pek çok kenthalkı kuraklığın sıkıntılarını çoktan yaşarken,yağmurla gelen seller de can almaya devam ediyor.İstanbul’un her damla yağmurda perişan olmasıartık haber değeri bile taşımıyor. Medya için sadeceölümle sonuçlanan felaketler reyting konusuolduğundan, Samsun ve Van’da yağmur ve sellerlegelen ölümler haber bültenlerinde yer bulabiliyor.

Düzen savunucularına sorarsanız, seldendolayı ölümlerin yaşanmasının suçlusu, selyatağına köy kuran, ev yapan, ya da kentlerinvaroşlarında, bodrum katlarında yaşamayamahkum edilen vatandaştır. Bu vatandaşın, kırdayoksul köylü, kentte bir işçi-emekçi olması, yanibu konutlarda oturmaya eli mahkum oluşu onlarızerre kadar ilgilendirmiyor. Ya da, tam dailgilendirdiği için işin özünü karartacak yorumlarlaçıkıyorlar karşımıza.

Çünkü gerçeklerden sözedilirse eğer, sellegelen felaket ve ölümlerin tek sorumlusu olarak,sermaye sistemi çırılçıplak ortada kalacaktır. Tıpkıdepremle gelen felaket ve ölümlerde olduğu gibi...Tıpkı adını ‘doğal’ koydukları tüm felaketlerdeolduğu gibi... Ama medya sermaye medyasıdır,sistem onların sistemidir, sermaye sisteminisavunmak ve aklamak için akla hayale gelmezyalan-dolan, saptırmaca-kandırmaca da medyanınvazifesidir.

Oysa, sel felaketlerine ilişkin gerçekler dönedöne sermaye düzenini işaret etmektedir.Kuraklığın küresel ısınma ile, küresel ısınmanın dadizginsiz sanayileşmeyle bağlantısı artık sır değil.Bilim adamları bir yana, kimi kapitalist devletlerbile belirli sınırlamaların gerekliliğinden sözediyor.Ancak, en başta küreyi en fazla ısıtan ABDemperyalizmi olmak üzere pek çok emperyalist

devlet bu konuda bir protokol imzalamaya bileyanaşmıyor. Yanaşmayanlar arasında, emperyalistolmadığı halde, Türk devleti de var. Bu tutum,kendisi en çok ısıtanlar arasında olmasa da, onlarlaaynı fikri taşıdığı, onların felakete yolaçaneylemlerini sahiplendiği ve desteklediği anlamınageliyor. Sel felaketlerine ilişkin suçunbaşlangıcında bu tutum yer alıyor.

Diğer yandan, kuraklığa rağmen sellerinfelaket getirmesini önlemek gene de mümkün.Ama bunun için önlem almak, yani epeyce birkaynak ayırmak gerekiyor. Çünkü bunun için pekçok köyün taşınması, sel yatağına kurulmuşolanların, kentlerde pek çok evin tahliyesi, bodrumkatlarının iskana kapatılması, kanalizasyonsisteminin ve logarların ihtiyacı karşılayacakşekilde yenilenmesi ve benzeri gerekecek. Bunlarıyapmak için de insanı, insan yaşamını veihtiyaçlarını temel alan bir siyasal sistem...

Bugünkü sistemse, içinde işçi ve emekçikitlelerin de bulunduğu ‘büyük insanlık’ı dakapsayacak biçimde, genel olarak insanı, yanitoplumu değil, onun küçük bir azınlığı olankapitalist sınıfı temel aldığı, onun ihtiyaçlarıçerçevesinde şekillendiği içindir ki, dünyayı öncekuraklığa ve dolayısıyla sel felaketlerine mahkumediyor. Ardından hiçbir önlem almayayanaşmayarak insanlığı felaketlere ve ölümleresürüklüyor.

Tarihte kalmış soykırımlar üzerine bir kaşıksuda fırtınalar koparan Türk devleti, selfelaketleriyle, depremlerle toplu kırımlar yapmayadevam ediyor, her icraatıyla işçi ve emekçininsoyunu kırıyor.

Sel felaketleriyle gelen ölümlerin sorumlususermaye devletidir.

Kuraklıkta ve selde ölümleri önlemek içinse

Dünyayı “ısıtıp” kuraklığa mahkum ettiler...

Sellere karşı da önlem almıyor, ölümleri seyrediyorlar!

Grev hakkına sahip çıkalım!8 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Gerici-dinci Zaman gazetesi emekçi düşmanlığında sınır tanımıyor...

Grev hakkı sermaye medyasınınhedef tahtasında!

Toplu iş sözleşmelerinin (TİS) tıkanması üzerinegrev kararlarının gündeme gelmesi, özellikle Hava-İşSendikası’nın grev silahını kullanma konusundagösterdiği kararlılık (ki Hava-İş’in hükümetle THYbürokratlarına taleplerini kabul ettirebilmesi, tam dagrev silahını kullanma konusunda gösterdiği bukararlılık sayesinde mümkün olabilmiştir), kapitalistasalaklar cephesinde ciddi rahatsızlıklara yolaçtı. Burahatsızlığı hezeyan içinde yansıtan sermaye medyası,bu vesileyle hem burjuvazinin borazanı, hem de işçisınıfı ve emekçilerin azgın düşmanı olduğunu bir kezdaha kanıtladı.

Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının/çatışmalarının hergün yeniden üretildiği kapitalist bir toplumda işçisınıfının grev silahını kullanması olağanüstü bir durumsayılmaz. Ancak işçi sınıfı hareketinin yıllardırtoparlanamaması kapitalistleri fazlasıylaazgınlaştırmakla kalmamış, medyadaki çanakyalayıcılarıyla birlikte bu asalakları grev sözcüğünüduymaya bile tahammül edemez hale getirmiştir.

Emekçilere düşmanlıkta mutabakat!

İşçi sınıfı, sendika, grev gibi kavramlarıunutturmak için yıllardır özel çaba harcayan kokuşmuşdüzen medyası, son günlerde bu kavramların geçtiğihaber ve yorumlara sık sık yer veriyor. Bunların birkısmı manşetlere de çıkabiliyor. Elbette bu haberlereişçi sınıfının hak arama mücadelesini toplumaduyurmak için değil, tersine, bu mücadelenin en etkilisilahı olan grevi kullanmaktan söz eden işçilerle üyeoldukları sendikalara saldırmak amacıyla yer veriliyor.İğrenç yalanlarla bezenmiş bu haber ve yorumlarabakılırsa grev, “yıkıcı mihraklar tarafından organizeedilmiş, ülke ekonomisini batıracak bir felakettir.”

İşçi sınıfı ile onun en etkili mücadele aracı olangrevi hedef alan düzen medyası, bu konuda tam birmutabakat içinde hareket etmektedir. Faklı sermayegruplarının borazanı olan yayın organları, kimi zamanbirbirleriyle çatışmakla birlikte, işçi sınıfına düşmanlıksözkonusu olduğunda aralarında bir farkkalmamaktadır. Dincisinden sağcısına, liberalindenfaşistine, merkezdekinden kenardakine kadar tümü deson derece uyumlu bir koro gibi çalmaktadır. Grevsilahını kullanmak isteyen işçi sınıfına karşı saldırıyageçen sözkonusu koronun baritonu, bu defa gerici-dinci medyanın “amiral gemisi” sayılan Zamangazetesi olmuştur.

24 Ağustos tarihli nüshasında işçi sınıfıdüşmanlığını manşete taşıyan Zaman gazetesi, aynıtarihte internet sitesinde de konuyla ilgili imzalı haber-yorumlara yer vermiştir. İğrenç bir emekçi düşmanlığıyayan bu haber-yorumların ikisine kısaca gözatmak, CIA himayesinde ABD’deki çiftliğinde yaşayanFethullah Gülen tarikatının yayın organı olarak bilinenbu gazetenin niteliğini ortaya koymak için yeterlidir.

Grevi dayatan kim?

İsa Yazar imzalı yazının “Grev furyası ekonomiyitehdit ediyor” şeklindeki başlığı bile, adı geçen şahsınkimler adına kalem oynattığı hakkında fikir veriyor.“Grev dayatmalarının aynı dönemde ortaya çıkmasıanlamlı bulunurken iş dünyası istikrarınbozulmasından endişeli” (açb) ifadeleriyle yazıya

giriş yapan İsa Yazar adlı kalemşöre göre AKPhükümeti, “grev dayatmalarıyla” karşı karşıyabulunuyor.

Dinci kılıklı sermaye kalemşörünün bir diğer“çarpıcı” iddiası ise şöyle: “Sendikalar; deniztaşımacılığı, tekstil, şeker, petro-kimya ve telefonhizmeti sektörlerinde işletmelerin kapısına kilitvurmak üzere”...

“Grev dayatmaları” iddiası ile, ortada grevigerektiren bir durum olmadığı halde, bir takım güçlerinemekçileri aldatarak greve gitmeye kışkırttığıanlatılıyor. Oysa İMF-TÜSİAD patentli reçeteleriharfiyen uygulayan gerici-dinci AKP hükümetininpervasız saldırıları yıllardan beri devam ediyor. Budönemde pek çok hak gaspının gerçekleştiği, büyükburjuvazi ve diğer kapitalist asalakların kârlarınınkatlandığı, yine dinci basının etkili ismi Fehmi Korutarafından dile getirilmiştir. (Kapitalistler akıllı mı?,Yeni Şafak, 10 Haziran ‘07) Kapitalistlerin kasalarıdolup taşarken, işçi sınıfının ürettiği değerlerden dahayüksek pay alması bir yana, reel ücretler, diğer birifadeyle satın alma gücü gerilemiştir. Demek ki, grevidayatanlar işçiler veya sendikalar değil, sömürü veyağmada sınır tanımayan kapitalistlerle onların talancıdüzenleridir.

“Sendikalar işletmelerin kapısına kilit vuracak”iddiasına gelince… Bu dinci kılıklı sermayekalemşörüne yakışacak cinsten iğrenç bir uydurmaolabilir ancak. Yukarıda adı geçen makalede, AKPhükümetine karşı tavır aldıkları gerekçesiylekapitalistleri akılsızlıkla suçlayan Fehmi Koru şöylediyor: “Bir yandan servetlerine servet katmayayarayan 4,5 yıllık bir iktidar, bir yandan kasalarıkârları almayacak kadar şişen kapitalistlerinkendilerine bu imkânı sağlayan iktidarın sonunugetirmek üzere başlatılan sürece verdikleri güçlüdestek…”

Bu sözler, kapılarına kilit vurmak bir yana, AKPhükümeti döneminde, yoğunlaşan sömürü sayesindekârları fazlasıyla şişen işletmeler gerçeği ile karşıkarşıya olduğumuzun itirafıdır.

Gazeteci mi, asalak kapitalistlerinsözcüsü mü?

İsa Yazar adlı “gazeteci”, olası grevlerin ne tür“felaketler” yaratacağını ispatlamak için “sağlamdayanak”lar da bulmuş kendisine! Sırasıyla; Türkiyeİşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı TuğrulKutadgobilik, kimlikleri meçhul ekonomi uzmanları,İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı, SeyahatAcenteleri Birliği Başkanı Başaran Ulusoy, İstanbulTekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Başkanıİsmail Gülle, TİSK Başkanı, Ankara GiyimSanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş.

Görevli kalemşör, iğrenç iddia ve yalanlarınısıraladıktan sonra, yukarıda adı geçen sermaye örgütütemsilcilerinin açıklamalarını kanıt gösteriyor. Ancakgreve çıkmak isteyen işçilerin veya grev kararı alansendikaların görüşlerine tek kelime olsun değinmiyor.

Zaman gazetesinde ve internet sitesinde konuylailgili aynı tarihli bir başka yazı ise İbrahim Öztürkimzasıyla yayınlandı. İlkini tamamlayan sözkonusuyazı, “Sendikalar ekonominin altına ‘grev’döşüyor” gibi dikkat çekici bir başlık taşıyor.

Yazısına, “THY, Tekstil ve Türkiye BilimlerAkademisi (TÜBİTAK). Grev dalgasının tehdit ettiğiüç sektöre bir bakalım” diye başlayan ve akademisyenolduğunu ifade eden bu “görevli yazar”, sermayeuşağı/işçi-emekçi düşmanı kimliğini tüm açıklığı ileortaya seriyor.

Övgülere boğduğu THY ve TÜBİTAKyöneticileriyle kişisel olarak tanıştığını söyleyengörevli yazar, tekstil sektörünün son yıllardamarkalaşarak elde ettiği başarıya vurgu yapıyor.

THY’nin de “parlayan bir yıldız” olduğunusöyleyen kalemşöre göre grev, bu yıldızı kuşaçevirecek. Dahası var... Turizm ve ihracat da büyük birdarbe yiyecek. “Şahlanan TÜBİTAK” da “sendikalarınpençesinde” kıvranıyor, dolayısıyla bir an öncekurtarılmalıdır. Tekstil sektörüne gelince… “Zorubaşarmak üzereyken, karşıdan ezip geçecek bir sendikakatarı kara dumanlar çıkartarak geliyor…”

Gerici-dinci AKP hükümeti ile kapitalistlerisavunurken daha saldırgan bir dil tercih eden görevliyazar, tekstilin “emek yoğun bir sektör” olduğunu,hatta son yıllarda tekstil emekçilerinin reel alımgüçlerinin gerilediğini kabul ediyor. Ancak, çokürettikleri halde reel alım güçleri gerileyen emekçilerinöyle hak arama mücadelesi, grev gibi şeylerdüşünmeye hakları yoktur, ne de olsa “sokaklar bumaaşlara takla atarak çalışacak işçilerle dolu”!

“Önümüzdeki dönem bu sendika lafına iyice hazırolun. İstikrarsızlık pimi, belli ki oligarşinin bu feodaladacıklarından çekilecek” diyerek sendikalara saldıranİbrahim Öztürk, emekçilere hakaret etmekten de geridurmuyor: “Demokrasi uymaz. Bas parayı, koy altınaJaguar’ı, satın al emekçiyi. Üstelik ‘elma dersem çık’türü bindirilmiş kıtalar pusuda bekliyor, fena mı?‘Cumhuriyet mitingleri tutmadı, sendika verelim’hesabı” sözleriyle çarpıtmanın doruklarına tırmananbu sözde yazar, işçi sınıfının hak arama mücadelesindegrev silahını kullanmasını, egemenler arası iktidarçatışmasının bir tarafına yamamaya çalışıyor. Belli ki,bu demagoji tutarsa, dinsel gericiliğin etkisindekiemekçileri sermayenin kuyruğuna takabileceğinisanıyor bu emekçi düşmanı görevli.

İşçi sınıfı sermaye ve yardakçılarındanhesap sormalıdır!

İşçi sınıfına, sendikalara ve grev silahına sermayecephesinden yöneltilen saldırılar son derece anlamlıdır.Zira, grev silahının paslanmaya bırakıldığı, işçi sınıfıbu en etkili mücadele aracından yoksun kaldığıdönemlerde sömürü ve yağma çarkını döndürmekkolay olmaktadır.

İşçi sınıfının grev silahını temizlemeyebaşlamasının bile asalaklar cephesinde bu kadar yankıuyandırması rastlantı değildir. Zira sermaye ve hertürden yardakçısı, işçi sınıfının bu silahı iyi nişanalarak ateşlediği yerde sömürü ve yağma çarkını“istikrarlı” bir şekilde döndürmenin mümkünolmadığını biliyorlar.

Gün, asalak kapitalistlerin bu korkularını kabusaçevirme günüdür. Grev sürecine giren işletmelerdeçalışanlar başta olmak üzere işçi sınıfı, bu kadim veetkili silahına sarılmak durumundadır. Bu silahasarılmak, hem sermaye sınıfından hem de arsızyardakçılarından hesap sormak için şarttır.

Liberal sol üzerine... Kızıl Bayrak � 9Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Liberal sol için bir pusula ya da islamidemokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı / II

Yüksel Akkaya

Halk arasında sıkça kullanılan bir “veciz” sözvardır “Körün istediği bir göz, Allah’ın verdiği ikigöz!”. “İslami demokratik faşizm” diyeuydurduğumuz kavramın içini doldurmak için,yazımızın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, bukesimin en iyi temsilcisi olan Zaman gazetesi bize“yardım” elini uzattı. Kendilerine teşekkür borcumuzvar: Teşekkür ederiz. Bir de sağ olsun liberallerin yeregöğe koyamadığı, “İslami demokratik faşistlerin”büyük hikmet atfettikleri, liberallerin has gazetesiRadikal’in “sosyalist parti lideri gibi konuştu” dediğiBakanlar Kurulu başkanı R.T. Erdoğan’ın Hizmet-İş’in 10. Genel Kurul’daki konuşmasına teşekkürborcumuz var (Bir sonraki yazıda R.T. Erdoğan’afotoshop ile Che t-shirt’ü giydirip, onu “sosyalist partilideri gibi konuştu” gibi olumlayan Radikal gazetesiüzerinden liberallerin bu süreçteki yerini tartışacağız).Bu iki olgu üzerinden İslami demokratik faşizminemekçilere, işçi sınıfına bakışını görmek, sermayecephesi ile ne kadar içiçe olduğunu, dolayısı ilefaşizm kokan ilişkilerini göstermek mümkün. Önce birhatırlatma.

Geçen hafta yazımızı şöyle bitirmiştik: “Liberal,islamcı demokrasinin nalıncı keseri olarak kendisinedemokrasi, mağduriyet adına yarattığı ‘fırtına’ neyazık ki THY grev oylamasında çökmüş, emek ilesermaye arasındaki mücadele saflarını çok netgöstermiştir. Hayali darbelerden büyük teori üretenleremek cephesine yapılan büyük darbeyi görmezliktengelmişlerdir. Körlüklerinden mi? Hayır, ruhlarınasızmış olan sermaye cephesi savunuculuğu ve bunundoğal uzantısı olan faşist eğilimlerden dolayıgörmemişlerdir. Bu olgu bize bir başka şey gösteriyor,faşizmin temsili artık MHP’de değil, onun daha aşkınçocuğu olan İslami demokratlar ve liberaldemokratlarda cismanileşmektedir. Sınıf mücadelesiaçısından baktığımızda THY grevi bize bir de buaçıdan dersler vermektedir. İyi okumak ve anlamakiçin THY grev oylaması ve tutumları iyi tasnif edipbakmakta yarar var.”

24 Ağustos 2007 tarihli Zaman gazetesinin manşethaberi ile bize İslamcılar’ın gerçek yüzünü gösteriyor.Bir ülkenin demokrasiye ne kadar saygı gösterdiği,yasal düzenlemeler ile verilen haklar kadar, verilenhaklara verilen saygı ile değerlendirilmelidir. Bunedenle çalışma yaşamının demokratikleştirilmesineyasalar kadar, medya gibi bazı farklı aktörler dekatkıda bulunmak zorundadır. Ancak, kapitalist birtoplumda bu mümkün olmaz. Zira, medya da sınıflıbir toplumun parçası olarak bir sınıftan yana olmakzorundadır. Bugün haberleri ve yorumları ile medyayabakıldığında, sınıflı toplumun tüm özelliklerinigörmek mümkündür. Biz sadece emekçilerinuluslararası sözleşmeler ile, yasal düzenlemeler iletanınmış olan bazı kısıtlı haklarına karşı medyanıntutumunu ortaya koyarak sınıfsal çıkarlar karşısındakiyerlerini göstermeye çalışacağız. Yoksuldan, haktan,hukuktan, zalimden sözeden İslami basının bu zorlusınavda ne kadar faşizan bir özellik taşıdığını ortayakoyacağız. Şimdi Zaman gazetesi üzerinden bunabaşlayabiliriz.

Önce haber: “Türk Hava Yolları’yla gündemegelen grev tartışmaları bir anda bütün sektörleresıçradı. Sendikalar; deniz taşımacılığı, tekstil, şeker,petro-kimya ve telefon hizmeti sektörlerindeişletmelerin kapısına kilit vurmak üzere (...) Türkiye

için hayati öneme sahip birçok sektörde aynı andagrev kararı alınmasının çeşitli şüpheleri deberaberinde getirdiğine dikkat çekilirken, grevkartının ‘istikrarsızlık pimi’ olarak mı kullanılmakistendiği sorusu akla geliyor. Bu durumun, toplumsalmuhalefet oluşturulup hem hükümet hem de işdünyasının sıkıştırılmak istendiği görüntüsü verdiğinisöyleyen uzmanlar, grev uygulamalarının Türkekonomisi için en az 5 milyar dolarlık kayıp anlamınageleceğinin altını çiziyor.”

Sanırım işveren ve “uzman” destekli uzuncahaberden bu kısa alıntı meramımızı dile getirmek içinyeterlidir. Ancak, bu haber Zaman gazetesi için yeterliolmamış ki, bir de “haber-yorum” yapma gereğiduymuşlar: “Cumhuriyet mitingi tutmadı, sendikaverelim”. İ. Öztürk imzasını taşıyan bu haber-yorumoldukça anlamlı: “Türkiye ekonomisi zor birdönüşümden geçiyor. Küresel sarsıntı ne olacak,belirsiz. Bazı sektörler ayakta kalmaya, bazılarımarka olmaya, bazıları da sektirdiği devirleri gerigetirmeye çalışırken, sendikalar adeta ekonomininaltına grev döşüyor. (…) Şimdi de memurlar ile çetinbir görüşme başlıyor. Önümüzdeki dönem bu sendikalafına iyice hazır olun. İstikrarsızlık pimi, belli kioligarşinin bu feodal adacıklarından çekilecek”.Buram buram faşizm kokan, açıkça sendika, emekdüşmanlığı yapıp, sermayeden yana tavrını koyanİslamcı demokrat/faşist İ. Öztürk hızını alamıyor, şuuyarıyı da yapma gereği duyuyor: “Hükümetesesleniyorum; merkeze yerleşmek çoğu kez statükonunparçası haline gelmektir. ‘Uzlaşı odalarının’kurulduğu yer yani. Büyüme, merkeze gelene kadardevam eder. İktidar, mağlubiyetin başladığı yerdir.Reform, denetim, şeffaflık ve sivil anayasadanvazgeçmek, ertelemek mi, asla!”

İ. Öztürk, sermayenin bir türlü sınır koyamadığı“büyüme” sağlanıncaya kadar emek cephesi ileuzlaşılmamasını istiyor. Mağlup olmamak içiniktidarın “demir yumruğunun” sendikaların tepesinde,yani emekçilerin tepesinde patlatılmasını istiyor. Evet,çalışma yaşamının demokrasinin önemli ölçütü olarakkabul edilmesi halinde, Zaman gazetesi ve felsefesininve yorumcusu İ. Öztürk gibilerinin de ne kadardemokrat olduğu, çalışma hakkının en temel birparçası olan grev hakkına karşı ne kadar tahammülsüzoldukları, faşist çözümler önerdikleri görülmektedir.

Peki, bu cenahın iktidardaki icracısı, Radikal’insosyalist lider gibi konuşan Bakanlar Kurulu başkanıR. T. Erdoğan ne diyor? Bir de ona bakalım. Ancak,tarihe kayıt düşmek babından bu liberal gazeteninhaberinden uzun bir alıntı yapmak gerekiyor:

“Erdoğan, katıldığı Hizmet-İş Sendikası GenelKurulu’nda, propaganda ve örgütlenme çalışmalarını‘emek ekseni’ üzerine kuran sosyalistlerden rol çaldı.‘Sendikal hareketin önündeki tüm engelleri aşmak,emek hareketini hak ettiği konuma ulaştırmakboynumuzun borcudur’ diyen Erdoğan işçitemsilcilerinin önünde özetle şunları söyledi: Sendika ve grev ‘öcü’ gibi görüldü: Çalışmahayatımız, uzun yıllar, tıpkı siyasi hayatımız gibiayrışma temalarına sahne olmuş. Geçmişte sendika,emek, örgüt, eylem, grev gibi hukuki kavramlartoplumun geniş bir kesimi tarafından adeta bir ‘öcü’gibi görülmüş, yaşanan acı tecrübelerin de etkisiyle,emek hareketi hakettiği noktaya bir türlüulaşamamıştır. Emekçileri hiçe sayanlar var: Bunda geçmişiktidarların da büyük payı olduğunu biliyorsunuz.Emek hareketine, işçi hakkına sahip çıkıyormuş gibiyapan, ancak birkaç yasal düzenlemeyle işi geçiştiren,sonrasında da bunun rantını on yıllarca kullananiktidarları sizler de, bizler de gayet iyi biliyoruz.Sadece büyük patronları ya da küresel aktörlerimuhatap alan, işçi haklarına tenezzül etmeyeniktidarların bu ülkeye kaybettirdiği yılları da gayet iyibiliyoruz. Kalkınmada en büyük pay işçilerin: Emekhareketi, bize göre Türkiye’nin kalkınma hareketidir.Bugün üretimde, kalkınmada aldığımız mesafeyleövünüyorsak, yarınki Türkiye’ye umut ve güvenlebakıyorsak, bu başarıdaki en büyük pay sizlere,işçilerimize aittir. Sendikal hareketin önündeki tümengelleri toplumun önündeki diğer tüm engeller gibiaşmak, emek hareketini hakettiği konuma ulaştırmakbizim boynumuzun borcudur. Daha çokkazanmalısınız: Ben Başbakan olarak, 70 milyonunhesabını omuzunda hisseden bir insan olarak sizlerinmutlaka daha çok kazanmanızı istiyorum ama ikimizde gerçekçi olmak zorundayız. Bu kardeşiniz, tüm işçikardeşlerimin, vatandaşlarımın aynı zamandaemanetçisi durumunda. Eylem demokratik bir haktır:Sorun çözülemiyorsa elbette eylem en demokratikhaktır. Fakat daha müzakereyi açmadan masayı terk

Haklarımıza ve geleceğimize çıkalım!10 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

etmek veya Türkiye’nin imkânlarını göz ardıedip olmayacakları istemek tribünlere oynamakolur.” Ne kadar güzel değil mi?

R. T. Erdoğan, Zaman gazetesininhaberinden bir gün sonra 25 Ağustos’ta söylüyorbunları. Muhtemelen salonda oturanların büyükçoğunluğu da bir gün önce Zaman Gazetesi’ninbu haberini okumuştur. Bu durumda kafalarıkarışmış olabilir mi? Zaman, çalışma yaşamınınen önemli düzenlemesi olan grev hakkınıekonomiye tehdit olarak algılarken, aynı aleminiktidardaki icracısı “Geçmişte sendika, emek,örgüt, eylem, grev gibi hukuki kavramlartoplumun geniş bir kesimi tarafından adeta bir‘öcü’ gibi görülmüş” diyor!.. Ve, bizim dekafamızı karıştırıyor.

R. T. Erdoğan’a inanmak gerekir mi?İcraatına bakmak lazım. Hani kişi başı milligelir 5 bin dolar olmuştu ya, hani ihracat artmıştıya, hani ekonomi büyümüştü ya, hani verimlilikartmıştı ya… Peki bu süreçte işçilerin, kır vekent yoksullarının durumu düzelmiş miydi?İşsizlik azalmış mıydı? Avrupa Birliği deyipdeyip de onaylanan sözleşmelerdeki emekçilerlehine tüm düzenlemelere çekince konmadan“evet” denmiş miydi?

“Hayır” mı dediniz? O zaman bir sorun var.Zira, tüm gelişmeler sermaye cephesinin lehineolmuştur. Çünkü, İslami faşizm ve yönetimiemeğin sömürüsünü artırmıştır. Şimdi emekçiler,kır ve kent yoksulları daha yoksuldur, dahaborçludur. Büyümeden, artan ihracat veverimlilikten kendilerine düşen payıalamamışlardır. İslami faşizmin iktidarda olduğudönem en az grevin yaşandığı dönemdir;işyerlerinde grev dışı en sert çatışmaların bölükpörçük yaşandığı yerlerdir; az sayıdaki grevin,direnişin en uzun yaşandığı dönemdir.

Bütün bu veriler, R. T. Erdoğan’ın Hizmet-İş’in 10. Genel Kurul’unda emekçilerin hak vehukuku açısından söylediklerinin tek kelimesineinanmayarak söylediğini göstermektedir. Nasılmı? Radikal’in haberindeki son paragrafıhatırlamakta yarar var: “Sorun çözülemiyorsaelbette eylem en demokratik haktır. Fakat dahamüzakereyi açmadan masayı terketmek veyaTürkiye’nin imkânlarını gözardı edipolmayacakları istemek tribünlere oynamakolur”. Evet, bu kadar basit! Demokrat,emekçiden yana bir söylem tutturan R. T.Erdoğan, KESK’in eyleme başvurmasından çokrahatsız olmuştur. Böylece, bize demokrasisininsınırını çizmiştir: Ben izin verdikçe, ben uygungördükçe! İşte bu da İslami faşizmin takendisidir.

Haa, bir de yeni hükümetin bakanların hiçkimsenin bilmemesi garip değil mi? İnsan birarkadaşlarına danışmaz mı, bir uzlaşma turuatmaz mı? Öyle, “ben şunu bakan tayin ettim”demek ne kadar demokratik olabilir ki? Peki,son güne kadar neden Cumhurbaşkanı’nademokrat AKP’den kimse adaylığını koyamadı?Kimden korktu? Neden, adayı demokrat R. T.Erdoğan son anda tayin edip, oylattırdı. Peki,tayin edilen Cumhurbaşkanı adayı A. Gül’ünKESK ile yapılan görüşmenin ardından yapılanbasın toplantısında KESK Başkanı İ. H.Tombul’un konuşması sırasında yüzüneyansıyan müstehzi gülümse ne anlama gelir?Bütün bunların demokrasi ile ilgisi olmasagerek. İlgisi olan tek şey İslami faşizm veotoriter yönetimidir.

Evet, haftaya da liberallerin demokrasi veİslami faşizm ile olan sınavını yine çalışmayaşamı üzerinden tartışarak bu tefrikaya sonvereceğiz.

Sınıf mücadelesinin araçlarıyla ilgili tüm yazılıeserlerde grev konusu önemli bir yer tutar. Grevlergenellikle sınıf mücadelesinin önemli araçlarından biriolarak tanımlanır. Türkiye’de grev hakkı son derecekısıtlıdır. Örneğin siyasal amaçlı grev ya da genel grevyasalara göre suçtur. Buna rağmen halen yürürlükteolan ve bu hakkın kullanımını son derece zorlaştıranhükümlerle dolu olan 2822 sayılı yasada dahi grev“işçilerin iktisadi ve sosyal durumlarıyla çalışmaşartlarını korumak veya düzeltmek amacıyla”kullandıkları bir mücadele aracı olarak tarif edilir.Tarihsel pratik de bunun böyle olduğunu, işçi sınıfınınfarklı alanlardaki taleplerini sermayeye kabulettirebilmek için pek çok kez bu mücadele aracınabaşvurduğunu, sınıflar mücadelesinin önemli köşetaşlarının birçoğunun grevlerle anıldığını gösterir.

Fakat son günlerde grevin ne olduğu, ne işeyaradığı konusunda farklı ve orijinal fikirler ortalığısarmış bulunuyor. Yaygın grev ilanlarının gündemegelmesiyle birlikte sermaye sınıfı harekete geçti veözellikle de grev hakkına karşı topyekûn bir saldırıbaşlattı. Sermaye cephesinin sözcüleri grev süreciiçinde olan işçilere her türlü sıfatı yakıştırmaklakalmadılar, grevi de hem işyerine hem de bizzat greveçıkan işçiye zarar veren “modası geçmiş” bir mücadelearacı ilan ettiler. Bunu yapan sermaye sözcülerindenbiri, artık böyle “tahrip edici” grevler yapmadıkları,“demode” mücadele yöntemlerinden uzak durduklarıiçin DİSK yöneticilerinden övgüyle söz etti.Böylelikle, DİSK yönetiminin mücadele yöntemlerikonusunda modayı dikkatlice takip ettiğini ve busayede sermayenin takdirlerini kazandığını bir kezdaha anımsatmış oldu.

Bu sermaye uşağının boş konuşmadığını birkaçgün sonra DİSK Genel Sekreteri Musa Çam daispatladı. Bianet muhabirlerinin grev hakkına dönüksaldırılarla ilgili sorularını yanıtlarken dile getirdiğigörüşlerin bazıları, Musa Çam’ın ve temsil ettiği DİSKyönetiminin kafa karışıklığını gözler önünekoymaktaydı.

Musa Çam “Grev (…) daha iyi bir toplusözleşmeye ve daha iyi sosyal haklara ulaşmak içinaraçtır ve durumun iyileştirilmesi için bu aracınkullanılması kaçınılmazdır” diyor. Fakat sermayecephesinin “grevler ekonomiyi sarsar, krizi tetikler”yaygarasının etkisinde kalmış olmalı ki, bir taraftanbunu derken, bir taraftan da grevlerin ekonomiye zarar

vermeyeceğini, hatta ekonomi için çok yararlı bir şeyolduğunu ispat etmeye çalışıyor. Grevlerin ülkeekonomisine zararı olmayacağını anlatmaya çalışanÇam, “Ücretlerin bastırılması ekonomik anlamdatehlikeli, eğer emekçiler ve memurlar insancayaşayacakları bir gelire sahip olmazlarsa iç tüketimdonma noktasına gelebilir, grevden sonra yaşamlarınıiyi bir şekilde idame ettirecekleri bir ücrete ve sosyalhaklara sahip olurlarsa bu iç tüketimi decanlandıracaktır, grevlerin sonucu olumlu olacaktır”diye konuşuyor.

Neymiş “emekçiler ve memurlar insancayaşayacakları bir gelire sahip olmazlarsa iç tüketimdonma noktasına gelebilir”miş. Neymiş (emekçiler)“grevden sonra yaşamlarını iyi bir şekilde idameettirecekleri bir ücrete ve sosyal haklara sahipolurlarsa bu iç tüketimi de canlandıracak”mış.

Bir sendikacı düşünün ki, düşük ücretlere açlık vesefaletten dolayı değil “iç tüketimin donması” tehlikesiortaya çıktığı için karşı çıkıyor. Bir sendikacı düşününki, şayet ücretler yükselecek olursa, buna emekçilerinyaşam koşulları düzeldiği için değil “iç tüketim”canlanacağı için sevinecek. Bir sendikacı düşünün ki,onun derdi işçinin ve emekçinin açlığı tokluğu değil,sermaye sınıfına özgü dertler olan “tüketim daralması”ya da tüketim canlanması”!

İster istemez insanın aklı karışıyor. Eğer MusaÇam’ın dedikleri doğruysa, yani grevler ekonomi içinbu kadar yararlıysa, donmaları önlüyor, tıkanmalarıaçıyorsa, sermaye niye korkuyor? Niye grevlerinhayata geçmemesi için canını dişine takıyor, her türlüyol ve yöntemi kullanıp engel olmaya çalışıyor?Bırakalım engel olmayı, sermayenin düzenli aralıklarlagrev yaptırması gerekmez mi?

İnsanın ister istemez aklı karışıyor. Eğer MusaÇam’ın dedikleri doğruysa, grevler sermayenin bukadar işine yarıyorsa, işçi ve emekçilere üç kuruşkazandırırken kapitalist ekonominin en onulmazdertlerine deva oluyorsa, işçi sınıfı neden hala bu aracıkullanmakta ısrar ediyor? İşçi sınıfı sabredip 5-10 yılhiç grev yapmasa kapitalist ekonomi zaten donacak,tıkanacak, yere serilecek.

Grev hakkına sermayenin diliyle konuşarak sahipçıkılamaz. Musa Çam’ın yaptığı budur. Musa Çam’ınsözleri DİSK yönetiminin yaşanan süreçlere işçisınıfının değil de sermayenin çıkarları üzerindenbaktığını yeniden hatırlatmaktadır.

Musa Çam grev hakkına kimin çıkarları üzerinden bakıyor?

Hava-İş Sendikası ile THY A.O 21. Dönem, THY TeknikA.Ş. 1. Dönem toplu iş sözleşmesinde yaşanan anlaşmazlık,27 Ağustos tarihinde tarafların anlaşması ile sonuçlandı.

Hava-İş Sendikası imzalanan toplu iş sözleşmesi ile ilgilibilgi vermek amacıyla 28 Ağustos günü saat 11.00’de Hava-İş Genel Merkezi’nde konuyla ilgili açıklama yaptı.Açıklamayı Genel Başkan Atilay Ayçin okudu. Açıklamada,tüm Türkiye’de sendika diye bir kurum olduğunu, grev diyeanayasal bir hak olduğunu yıllar sonra herkesin durupdüşüneceği biçimde ortaya koyduklarını, aynı zamandasabırla mücadele ederken uzlaşma zeminini hiçkaybetmediklerini, maceraya atılmadan saldırı altındaykenbile başarı kazanabileceğini gösterdiklerini ifade etti.

Sözleşmede, “kısmi süreli çalışanlar haftalık çalışmasüresi 30 saati ve bir takvim yılında 6 ayı geçmemekkoşuluyla ve toplam personelin %5’ini aşmayacak şekildeistihdam edilecek, bu şekilde iki dönem çalışan kısmi süreliçalışanların iş sözleşmeleri belirsiz süreliye dönüşecektir”şeklinde düzenleme yapıldığı belirtildi.

Sözleşmede, ücret gibi artışlar dışında yemek, evlenme,

sosyal, kreş, ölüm yardımı ile yolluk adı altındaki sosyalhaklarda önceki sözleşmede olmayan ek kazanım sağlayandüzenlemeler ile oranlarda büyük artış yapıldığı vurgulandı.

Önceki TİS’lerde olmayan “yemek verilmediği zaman,yemek ihale bedelinin KDV’siz kısmının 2.5 katı tutarında herçalışılan gün için bedel ödenmesi” şeklinde düzenlemeyapıldığı ifade edildi.

57 YTL olan evlenme yardımı 400 YTL’ye, 61 YTL olansosyal yardımın 1. yıl 120 YTL/Ay, 2. yıl 130 YTL/Ay olacağı,kreş yardımının 450 YTL/Ay olarak belirlendiği, 57 YTL olanemzirme yardımının 250 YTL’ye çıkarıldığı, 143 YTL olanölüm yardımının 500 YTL’ye yükseltildiği dile getirildi.

İmzalanan sözleşmede, disiplin cezalarından uyarma vekınama cezasının personelin terfisini etkilemeyeceği, kadropozisyonunda çalıştırma maddesinde iş tanımlarıdeğişikliğinde sendikanın görüşünün alınacağı ve “personelinyönetmeliklerle belirlenmiş özlük haklarında aleyhtedüzenleme yapılmaması esastır” şeklinde düzenlemeyapıldığı ifade edildi.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Hava-İş: “Onurumuzla mücadele ettik, kazandık!”

Kazanmanın yolu mücadeleden geçiyor! Kızıl Bayrak � 11Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Toplu görüşme oyununda sona gelindi...

Mücadele fiili-meşru hatta devam etmeli!Bu yıl 6.’sı gerçekleşen görüşmelerde hükümet

kamu emekçilerine yine sefalet zammı dayattı. Kamuemekçilerinin fiili-meşru mücadelesini geriletmeninbir aracı olarak devlet tarafından kurulan kontrasendika Kamu-Sen ile sermayenin sözcüsü Gül’ükırmızı halılarla karşılayan işbirlikçi Memur-Sen’inkatıldığı görüşme oyunu hükümetin saldırılarınımeşrulaştıran bir zeminde yürütüldü. 6. oturumdahükümetin gelecek yıl için öngördüğü yüzde 2+2’liksefalet ücretini her iki sendika da hoşgörü ile karşıladı.Memur-Sen “son sözü hükümet söyler” derken Kamu-Sen “masadaki görüşmeleri herhangi bir biçimdeetkilemek” istemediklerini ancak “mutabakat zaptıimzalamayı” arzuladıklarını ifade etti.

Özetle her ikisi de misyonlarına uygun davrandılar.Dahası her iki konfederasyonun Genel Başkanı daücretler, denge tazminatları, yan ödemeler gibikonularda yaşanan sorunların “Kamu Personel Rejimiyürürlüğe girdiğinde ortadan kalkacağını” ifadeederek, devletin işgüvencesini gaspeden, esnekçalışmayı dayatan, performansa göre ücretlendirmeyiöngören saldırısına bugünden sundukları onayı dilegetirdiler. Böylece devletin elini büyük oranda

rahatlattılar.KESK ise bu yıl toplu görüşme masasına oturmadı.

Geçen yılki masadan kalkma gerekçelerinin geçerliolduğunu ifade ederek, masaya oturmak içinhükümetin grevli-TİS’li sendika hakkını tanımasınıkoşul olarak öne sürdü. Bu yıl da masayı terkedereksokakları ve alanları dolduracağını ilan etti. 6 yıldırsüren ve herbiri bir öncekini tekrar eden toplugörüşme aldatmacasının 5. yılında nihayet bunun biroyun olduğunu anlayan KESK’in bu tutumu herşeyerağmen olumludur. Ancak bu oyunu bozmak için tekbaşına masadan çekilme tutumu yetmemektedir. Zirakamu emekçilerinin hak ve taleplerini masayasıkıştıran, mücadelesini yasal zemine hapseden anlayışdeğişmediği sürece sonucun da değişmeyeceği açıktır.Anlaşılması, dönülmesi ve ders çıkarılması gerekenyanlış budur.

KESK olumlu bir tutum almıştır ancak buna uygunbir pratik sergilemekten, mücadeleyi alanlarda veişyerlerinde örgütlemekten uzak kalmaya devametmiştir. KESK yetkiyi kaybedince masadankalkmıştır ama aklı masada kalmıştır. Yüzünü alanlarave işyerlerine döndüğünü iddia eden KESK’in son bir

yıllık pratiği bunu göstermektedir. Sürecin başında“Toplu görüşmelere katılmıyoruz! Onları bir kez dahamasalarıyla başbaşa bırakıyor, yüzümüzü işyerlerineve sokaklara çeviriyoruz!” diyen KESK, 5 yıldır bumasalın bir aktörü olduğunu unutmuştur.

Oysa özünde sorun masada oturmakta ya damasadan kalkmakta değildir. Asıl sorun militan birmücadele programını rehber edinmemekte ve hak alıcıbir mücadeleyi pratikte örgütleyecek araç, yol, yöntemve mekanizmaları yaratmamaktadır. Masada kalmakya da masadan kalkmak buna bağlı olarak taktik birsorundur. Dişe diş bir hak alma mücadelesiörgütlendiği, işyerleri eylem alanlarına çevrildiği,alanlar kuşatıldığı koşullarda KESK’in masada oturupoturmadığının bir önemi de kalmayacaktır.

Devlete geri adım attıracak tek güç kamuemekçilerinin militan mücadelesinden başkasıdeğildir. Bu güç harekete geçirilemediği sürecekaybeden kesim emekçiler olmaya devam edecektir.Yapılması gereken, bir an önce bu yanlıştan dönmek,geçmişin özeleştirisini yapmak ve yeniden fiili-meşrumücadele hattını yükseltmektir.

Bir yandan “yüzümüzü işyerlerine ve sokaklaraçeviriyoruz” derken diğer yandan yöneticikademeleriyle sınırlı eylem programı çıkarmaktutarsızlıktır. Bir yandan “haklar masa başındaoturarak değil, sokak başlarında mücadele ederekkazanılır” derken diğer yandan öncesi olmayan vesonrası devam etmeyen eylem takvimi oluşturmak vekamu emekçilerinin mücadelesini üç günlük yürüyüşprogramına sıkıştırmak samimiyetsizliktir. Bir yandan“grev hakkının önünde yasal bir engel yok” derkendiğer yandan hükümetten grev hakkını bahşetmesinibeklemek ciddiyetsizliktir. Bir yandan Kamu-Sen veMemur-Sen’i devlet güdümlü sendika ilan ederkendiğer yandan onlara masadan kalkma ve “grev” çağrısıyapmak çelişkidir.

Açıktır ki, kontra ve işbirlikçi sendikalar devletinkendilerine biçtiği misyonla hareket etmektedirler.Eğer bu kirli işbirliği bozulmak isteniyorsa, “grev”çağrısını tabana yapmak ve tabandan örgütlemekgerekmektedir. Kamu-Sen ve Memur-Sen’in üyelerinietkileyecek ve harekete geçirecek, onların masadankalkmasını ve emekçilerin mücadelesinin önündesürüklenmesini sağlayacak basınç ancak bu şekildeyaratılabilir.

Zira militanlık boş söylemlerle yaratılmamaktadır.Fiili-meşru mücadele geleneği geçmişi yad etmeklecanlanmamaktadır. Grev temennilerleörgütlenmemektedir. Tüm bunların hayat bulması içinKESK’in bir an önce işyerlerine ve kamu emekçilerinegitmesi, kamu emekçilerinin güncel ve somuttaleplerini her türlü araç ve yöntemle adım adımörgütlemesi gerekmektedir. Grev hakkı ise grevyapılarak kazanılmalıdır. Bunun için de “grev”inpropagandif söylemden çıkarılması ve somut olarakörgütlenmesi için harekete geçilmesi gerekmektedir.

Tüm bunları kamu emekçileri hareketini yoran vegüçten düşüren reformist anlayışların yapmasımümkün değildir. Zira kamu emekçilerinin fiili-meşrumücadelesini 4688 sayılı yasaya hapseden, iktidarhedefi olmayan, uzlaşmacılığı ve “birarada yaşamı”temel ilke edinen reformistlerin iddia ve iradesi bugücü gösteremez. İşyerindeki emekçiye güven ve güçverecek, yeniden ayağa kalkmasını sağlayacak güçdevrimci kamu emekçilerinin irade ve çabası olacaktır.Yeter ki devrimci özne kendine gelsin ve hareketinönderliğine soyunsun. Bugünün en temel eksikliği veyakıcı ihtiyacı budur.

Devletle kamu çalışanları arasındaki görüşmelersürerken, devlet temsilcisinin “grev ve TİS hakkı”vermeyi düşündükleri gündeme taşındı. Çalışanlailişkisini efendi-hizmetkar “görgüsü” çerçevesindetutmaya özen gösteren sermaye devletinin, böylebir konuyu kendiliğinden gündeme getirme ihtimalidüşük. Ama öte yandan, grev ve TİS gibi, heremekçi için temel, vazgeçilmez ve 150 yıllıkkazanılmış hak kapsamındaki “demokratik” haklarumrunda olmayan, masadaki devlet güdümlüsendikaların konuyu gündeme getirmesi isenerdeyse imkansız.

Fakat, sendika hakkını söke söke almış olankamu hareketinin başlıca sloganlarından biri degrev ve TİS hakkının vazgeçilmezliğiydi. Tabanaçısından bunun halen de böyle olduğunu sermayedevleti de bilmektedir. Bu görüşmelerde kendidayatmalarını daha kolay kabul ettirebilme amacıtaşısa ve dil ucuyla söylense de, konuyu devletindile getirmiş olması, bu nedenlerle dahamantıklıdır.

Diğer yandan sermaye devleti mücadeleyidizginleyecek planlar yapma ve uygulamakonusunda son derece deneyimlidir. Sadece kamuemekçilerinden örnek verecek olursak; dişe diş birmücadeleyle çoktan kullanılmaya başlanmış olansendika hakkını yasal çerçeveye büründürme adına,grev ve TİS gibi en temel işlevini budamış, bunu da“sendika hakkı veriyorum” adı altında kamuemekçilerinin sendikalarına “yutturabilmiş”tir.KESK cephesinden tarihinin en büyük hatası da, bukanatları kesilmiş kuş misali sözde sendika hakkınıkitlesine kabullendirmek için uğraşmak olmuştur.Kitlenin beklentisi tam tersi olduğu halde...Mücadelenin o günkü seyri içinde, KESK, bu yasalsaldırının geri püskürtülmesine, grev ve TİShakkının kabul ettirilmesine yoğunlaşmış olsaydı,pekala başarma ihtimali vardı.

Sonuç kitlede, hem yıllar süren zorlu

mücadelenin boşa gittiğine dair hayal kırıklığına,hem de tutumu nedeniyle KESK’e ve sendikalarınakarşı güvensizliğe yol açmıştır. Başlangıçtanerdeyse tek temsilci konumundaki KESK’in,ilerleyen yıllarda hızla kan kaybetmesi ve gelinennoktada, devletin lütfedip oturduğu görüşmemasasının dışında kalması, onun bu tutumlarındanayrı değerlendirilemez. Fakat bu sürecin KESKyöneticileri tarafından gereği gibi özeleştiriye tabitutulduğunu da, ne yazık ki göremiyoruz.

Devlet önce “sendika hakkı veriyorum” adıaltında grev ve TİS hakkını gaspetmişti. Bugünkügörüşmelerde dile getirilenlere bakıldığında, pekyakında da, “TİS hakkı veriyorum” adı altındaişgüvencesini gaspetmeye çalışacaktır. Kamuemekçileri tarafından, daha başlangıçta “devletgüdümlü” etiketini yemiş olan masadakisendikaların, böyle bir kirli oyuna gönül rızasıylaalet olması yadırganacak bir tutum değildir. KESKise masada değildir. Masa dışında dilegetirdiklerine bakıldığında da, daha ziyade ücretsorunlarıyla uğraştığı, bu temel haklarla çok fazlailgili olmadığı gözlemlenebilmektedir.

Kamu emekçileri sermaye devletinin aynıoyununa ikinci kez gelmemelidir. İlkinde zatenkazanmış oldukları sendika hakkını verme adına,sendika hakları ellerinden alınmıştı. Bugünküsendikalara sendika demenin imkanı olmadığınagöre, bunu böyle kabul etmek gerekiyor. Devletbugün de, “dün gaspedilmiş haklarınızı veriyoruz”adına daha temel bir hakkı, işgüvencesinigaspetmeye hazırlanmaktadır. Bu süreç, tüm ücretliemekçilerin mücadele tarihinden süzülüp gelen birdersi bir kez daha hatırlatıyor; hak verilmez alınır!

Kamu emekçilerinin yıllarca dilindendüşürmediği bu temel derse bugün herzamankinden daha fazla ihtiyaçları var. Bayraklarayeniden bu sloganı yazmanın, hak ve özgürlüklermücadelesi için alanlara çıkmanın zamanıdır!

Kamu emekçileri sermaye devletinin oyununa gelmemelidir!..

Grev hakkı grev yaparak kazanılır!

KESK’in Ankara yürüyüşü...12 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

KESK’in Ankara yürüyüşü...

“Direne direne kazanacağız!”

KESK, hükümetin toplu sözleşme ve grevhakkını tanımaması nedeniyle “İnsanca biryaşam için toplu sözleşmeye yürüyoruz!”şiarıyla Ankara’ya yürüyüş başlattı. Yürüyüş 27Ağustos günü saat 13.00’de Bakırköy ÖzgürlükMeydanı’nda başladı.

Eylemde “KESK” ve “İnsanca bir yaşamiçin toplu sözleşmeye yürüyoruz!” pankartlarıaçıldı. “Direne direne kazanacağız!”, “Toplusözleşme hakkımız, grev silahımız!”, “Baskılarbizi yıldıramaz!”, “Emekçiyiz, haklıyız,kazanacağız!” dövizleri ve flamaları taşındı.

Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Başkanı YunusÖztürk açılış konuşmasını yaptıktan sonra,sanatçı Mehmet Gümüş ve Mor ve Ötesigrubundan Kerem Kabadayı birer konuşmayaptılar.

Daha sonra KESK’le dayanışmak amacıylaTTB, TMMOB, DİSK Genel Başkanı SüleymanÇelebi konuşmalar yaptılar.

En son KESK Başkanı İsmali Hakkı Tombul birkonuşma yaptı. Tombul şunları söyledi:

“Bugün Ankara’ya doğru yürüyoruz. Biz insancabir yaşam için yürüyoruz. Biz bir kişinin ücretininyoksulluk sınırında olmasını istiyoruz. Biz sadeceekonomik talepler için değil, yetmiş milyon yurttaşımıziçin uğraşıyoruz. Eğitimin ve sağlığın parasız olmasınıistiyoruz, onun için yürüyoruz.”

Tombul’un konuşmasının ardından BakırköyÖzgürlük Meydanı’ndaki açıklama sona erdi.

KESK’li emekçiler buradan Hava-İş’ledayanışmak amacıyla yürüyüşe geçtiler. En öndeKESK pankartı açıldı. Emekçiler trafiği kapatarakcoşkulu sloganlarla sendikaya kadar yürüyüşe geçtiler.Kolluk güçleri yol boyunca iki kere barikat kurarakemekçilerin yürüyüşünü engellemeye çalıştı.Emekçilerin kararlı tutumu ve iradesi sonucu polisbarikatları kolayca aşıldı. Emekçiler polis barikatına“Emekçiye değil çetelere barikat!” ve “Baskılar biziyıldıramaz!” sloganlarıyla yüklendiler. Emekçiler yolüzerinde bulunan düzen partilerinden DSP ve CHP’ningöstermelik alkışlarına ilgi göstermediler.

Hava-İş’in önüne gelindiğinde alkışlarla karşılananKESK’li emekçiler, “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganıyla yanıt verdiler.

Tombul, Hava-İş’in önünde yaptığı konuşmadagrev ve TİS hakkı için yürüdüklerini ve kimsenin bu

yürüyüşü engelleyemeyeceğini söyledi. ArdındanHava-İş Örgütlenme ve Eğitim Uzmanı MunzurPekgüleç yaptığı konuşmada mücadelelerinin onurlubir şekilde sona erdiğini söyledi.

Eylem boyunca “Sadaka değil toplu sözleşme!”,“Devlet güdümlü sendikaya hayır!”, “Toplusözleşmehakkımız grev silahımız!”, “Parasız eğitim, parasızsağlık”, “İnsanca yaşam istiyoruz!”, “Yaşasın örgütlümücadelemiz!” ve “Söz, yetki, karar çalışanlara!”sloganları atıldı.

Eyleme, Birleşik Metal-İş, Genel-İş, TTB,TMMOB, Dev-Sağlık İş, Nakliyat-İş, Tekstil-Sentemsilcileri, Ufuk Uras, DİSK Genel BaşkanıSüleyman Çelebi, DİSK Genel Sekreteri Musa Çamile birçok sendika, sanatçı ve aydın destek verdi.

Konuşmalardan sonra, eylemin ikinci durağı olanGebze’ye gidildi.

Trafiğin yoğun olması nedeniyle İstanbul yürüyüşkolunun katılamadığı Gebze eylemini Gebze’debulunan KESK’e bağlı sendika şubelerigerçekleştirdiler. Kocaeli’de yapılan yürüyüş ise İzmitMerkez Bankası önünde KESK pankartınınaçılmasıyla başladı. “İnsanca bir yaşam için toplusözleşmeye yürüyoruz!” pankartı açan KESKyöneticileri KESK Kocaeli Şubeler Plaftormubileşenleri tarafından alkış ve sloganlarla karşılandılar.

Sloganlarla İnsan Hakları Parkı’na yürüyen 200’üaşkın kitle burada basın açıklamasını gerçekleştirdi.KESK üyesi emekçiler yürüyüş boyunca “Sadaka

değil, toplusözleşme!”, “Direne direne kazanacağız!”,“Toplusözleşme hakkımız, grev silahımız!”, “Kurtuluşyok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”,“Yaşasın örgütlü mücadelemiz!” sloganlarını attılar.

Eylemde KESK Kocaeli Şubeler Platformu dönemsözcüsü Bedriye Yıldızeli bir konuşma yaptı. ArdındanKESK Genel Başkanı İ. Hakkı Tombul söz aldı.Tombul’un konuşması sık sık “Devlet güdümlüsendikaya hayır!” sloganıyla kesildi.

Yürüyüşe SDP, ÖDP, EMEP, Halkevleri destekverdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Bursa: “Toplusözleşmehakkımız, grev silahımız!”

KESK yürüyüş kolu 28 Ağustos günü Bursa’yavardı. KESK Bursa Şubeler Platformu bileşenleri saat12.30’da stadyum önünde toplandı. Yürüyüş kolu alkışve sloganlarla karşılandı. Daha sonra kortejleroluşturularak yürüyüşe geçildi.

Yürüyüş sırasında “İnsanca bir yaşam için toplusözleşmeye yürüyoruz!/KESK” pankartı açıldı. Önde30 kişilik KESK yöneticileri, arkasında yaklaşık 120kişilik kortejiyle KESK Bursa Şubeler Platformu yeraldı. Eyleme Latin Amerikalı sanatçılar da “LatinAmerikalı sanatçılar KESK’in yanında!” ve “Hasta LaVictoria Siempre!” yazılı dövizleriyle katıldı.

Yürüyüş boyunca “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”,“Parasız eğitim, parasız sağlık!”, “Toplusözleşmehakkımız grev silahımız!” ve “Kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarıcoşkuyla atıldı. Ses aracından yapılan ajitasyonkonuşmaları kitlenin coşkusunu daha da artırdı.

Yapılan konuşmalarda toplu görüşme süreci oyunolarak tanımlandı, diğer konfederasyonlara bu oyununparçası olmayın çağrısı yapıldı. Kamu-Sen ve Memur-Sen’in tutumu kitle tarafından sıklıkla protesto edildi.

Osmangazi Metro İstasyonu önüne gelindiğindeKESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul biraçıklama yaptı. Tombul, toplu görüşmenin sonununönceden belli olduğunu, hükümetin kendi maddelerinidayattığını ve KESK’in bu nedenle masayaoturmadığını belirtti. Kamu emekçilerinin tümzorluklara ve anti-demokratik yasalara karşımücadelesine devam edeceklerini vurguladı.

Kızıl Bayrak/Bursa

İİİİssssttttaaaannnnbbbbuuuullll KKKKooooccccaaaaeeeellll iiii

AAAAnnnnkkkkaaaarrrraaaa

Kamu emekçilerinin eylemlerinden... Kızıl Bayrak � 13Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

KESK grev hakkı içinAnkara’da!

Yürüyüş 29 Ağustos günü Ankara’da sonbuldu. Değişik illerden gelen yüzlerceemekçi Maltepe köprüsü altında buluşaraksaat 12.00’de Kızılay YKM yönüne doğruyürüyüşe geçti. GMK Bulvarı’nı tek yönlütrafiğe kapatan emekçiler sık sık “Sadakadeğil, toplu sözleşme!”, “Devlet güdümlüsendikaya hayır!”, “Parasız eğitim, parasızsağlık!” sloganlarını attılar. Alkış veıslıklarla devam eden yürüyüş YKM önündeson buldu. Burada yürüyüş kolunu bekleyen200’e yakın emekçi ile buluşuldu. KESKadına İsmail Hakkı Tombul bir konuşmayaptı.

Tombul, konuşmasına kamuemekçilerinin 20 yıllık mücadelesiniselamlayarak başladı. Önceki yıl olduğu gibibu sene de toplu görüşme masallarınıuzlaşmacılara bırakarak fiili-meşru mücadeleyolunu seçtiklerini belirtti. Yıllardır haklı vemeşru talepleri için mücadele ettiklerinibelirten Tombul, yaşanan baskılardan sözetti.Bir orta oyunu olarak nitelediği toplugörüşmelerde emekçilerin yıllarca bedelödeyerek kazandığı hakların pazarlık konusuedildiğini söyleyerek Kamu-Sen ve Memur-Sen’i eleştirdi.

Kamu emekçilerinin Türkiye’de yaşayan70 milyon için hizmet ürettiğini, ancak 70milyonun insanca yaşam talebinin toplugörüşme masasında görmezden gelindiğiniifade etti. Devlet Bakanı Mehmet AliŞahin’in kamudaki ücret adaletsizliğineilişkin yaptığı açıklamaya da değinerek,bunu “Kırk satır, kırk katır” örneğinebenzetti.

Kamu-Sen ve Memur-Sen’e uyarıdabulunarak 20 yıldır mücadele ederekkazandıkları haklarının tartışma konusuedilemeyeceğini belirterek, ortak grevyapma çağrısında bulundu. ÇankayaBelediyesi’nde eyleme yönelik bildiridağıtırken yaşadıkları keyfi engellemelerdenbahsetti. Bu sözler emekçiler tarafından“Baskılar bizi yıldıramaz!” sloganıylayanıtlandı.

Son olarak KESK’in mücadelesinindemokratik ve özgür bir Türkiye içinolduğunu, insanca bir yaşam için mücadeleettiklerini söyleyerek herkesi mücadeleetmeye çağırdı.

Tombul’un ardından kürsüye TMMOBBaşkanı Mehmet Soğancı çıktı. Soğancısözlerine KESK’in mücadelesiniselamlayarak başladı. KESK’in bu ülkeninyüz akı olduğunu vurguladıktan sonra, AKPeli ile Türkiye’de yaşanan kapitalistküreselleşme ile insani değerlerin teslimalındığını, ancak sol göğsün altındakicevahiri kararmamış olanların mücadeleyedevam ettiklerini belirtti. Soğancı’nın sözleri“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber yahiçbirimiz” sözleriyle sona erdi.

Ardından DTP Van milletvekili ÖzdalUçar kısa bir konuşma yaparak KESK’inmücadelesini selamladı. Emekli-Sen adınaVeli Beysülen de sendikalarına yönelikkapatma davasının görüleceği 20 Eylül günüdayanışma çağrısında bulundu.

Eylem Grup Ninova’nın söylediğitürküler ve çekilen halaylar ile sona erdi.Eyleme yaklaşık 700 emekçi katıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

“Toplu görüşme değil, toplu sözleşme istiyoruz!”diyerek toplu görüşmelerden çekilen KESK 24 Ağustosgünü Türkiye çapında 17 ilde basın açıklamalarıgerçekleştirdi.

İstanbul: “İMF değil emekçileryönetsin!”

Taksim Tramvay durağında biraraya gelen kamuemekçileri “KESK” pankartı açtılar. “Eşitlik, güvenceliiş istiyoruz!”, “Eşitlik, indirimli ulaşım istiyoruz!”,“Eşitlik, tam zamanlı sigorta istiyoruz!”, “Eşitlik,hemen ücretsiz sağlık hizmeti istiyoruz!” ve “Toplusözleşme için KESK’te örgütleniyoruz!” yazılı dövizlertaşıdılar.

Basın açıklamasında, kamu emekçilerinin toplusözleşme ve grev hakkını tanımayan, en temel sendikalhakların kullanılmasının önünde engel olan BakanlarKurulu’nun ‘toplu pazarlık’ sisteminin kabuledilemeyeceği belirtildi.

Eylem boyunca “İMF değil üretenler yönetsin!”,“Yüzdelik zam değil toplu sözleşme!”, “Toplusözleşme hakkımız, grev silahımız!”, “Zafer direnenemekçinin olacak!”, “Devlet güdümlü sendikayahayır!” ve “İşte sendika işte KESK!” sloganları atıldı.THY ve diğer sendikalarla dayanışmak amacıyla“Yaşasın sınıf dayanışması” sloganı atıldı. Eyleme 100kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Bursa: “Zafer direnenlerin olacak!”KESK Bursa Şubeler Platformu Çiçekçiler

Parkı’nda yaptığı açıklamayla toplu görüşme oyununuprotesto etti. Açıklamada, hükümete ve toplugörüşmelere katılan diğer konfederasyonlara görüşmeoyununu daha fazla uzatmama çağrısı yapıldı.Hükümetin İMF’ye söz vermek yerine kamuemekçilerinin insanca yaşam talebini yerine getirmekiçin “toplu sözleşme” yapması gerektiği dile getirildi.Hükümetin grevli toplu sözleşme hakkını vereceğiniifade etmesinin aldatmaca olduğu belirtildi. Kontrasendikalar teşhir edildi.

Yaklaşık 50 kamu emekçisinin katıldığı eylemde“Devlet güdümlü sendikaya hayır!”, “Yaşasın onurlumücadelemiz!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/Bursa

Tekirdağ: “Zafer sokaktakazanılır!”

Tekirdağ’da biraraya gelen KESK üyeleri TuğlalıPark’ta basın açıklaması gerçekleştirdiler. “Direnedirene kazanacağız!”, “Hak verilmez alınır, zafersokakta kazanılır!”, “Sadaka değil toplu sözleşme!”,“İşte sendika, işte KESK!” sloganlarının atıldığıeylemde basın açıklamasını KESK adına Yapı-Yol SenGenel Başkanı Bedri Tekin yaptı. Tekin yaptığıaçıklamada “Kamu emekçilerinin toplu sözleşme vegrev hakkının tanınmadığı masaya oturarak kamuçalışanlarının aldatılmasına ortak olmayacağız!” dedi.TİS ve grev hakkının kullanımı için anayasadeğişikliğinin gerekmediğini söyledi. Tekin buna örnekolarak Tüm Bel-Sen ve Yapı Yol-Sen’in AİHMkararlarını gösterdi.

Açıklamaya 70’i aşkın KESK üyesi katıldı.Kızıl Bayrak/İstanbul

Ankara: “Devlet güdümlü sendikayahayır!”

Ankara’daki basın açıklaması saat 12:30’da YKMönünde yapıldı. MYK üyesi Hasan Hayır sözleşmeningidişatı hakkında bilgi verdi. Toplu görüşme masasındayapılanın kazanılmış hakları tartışmaya açmakolduğunu belirtti ve görüşmeye katılmakta ısrar edensendikaları eleştirdi. Eylemde “Toplusözleşmehakkımız, grev silahımız!”, “Devlet güdümlüsendikaya hayır!” sloganları atıldı. Basın açıklamasına100 kamu emekçisi katıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Kocaeli: “Sadaka değiltoplusözleşme!”

KESK pankartı arkasında toplanan emekçiler İnsanHakları Parkı’na yürüdüler. “Devlet güdümlüsendikaya hayır!”, “Sadaka değil, toplu sözleşme!”,“İşte sendika, işte mücadele!”, “Zafer direnenemekçinin olacak!” sloganlarını attılar.

KESK MYK üyesi Dilek Adsan; 10 gündür sürengörüşme sürecinde kamu emekçileri ile ilgili herhangibir ilerleme kaydedilmediğini ve bundan sonra daedilemeyeceğini dile getirdi. Ardından eğitim fakültesimezunu bir genç söz alarak, iş bulamama serüveninianlattı.

Eylem, diğer sendikalara toplu görüşme masasınıterketme ve birlikte grev yapma çağrısı ile son buldu.Coşkusuz geçen eyleme 200’e yakın emekçi katıldı.

Adana: “Grev silahımız!”KESK Adana’da İnönü Parkı’nda bir basın

açıklaması gerçekleştirdi. KESK Adana ŞubelerPlatformu pankartının açıldığı ve yaklaşık 40emekçinin katıldığı eylemde ilk sözü, KESK AdanaŞubeler Platformu dönem sözcüsü Sinan Tunç aldı.Tunç konuşmasında hükümetin anayasal haklarıtanımadığını ve bu yüzden masaya oturmadıklarınısöyledi. Ardından basın açıklaması okundu.

Kızıl Bayrak/Adana

Kayseri: “Ücretli köleolmayacağız!”

Kayseri KESK üyeleri Eğitim-Sen Kayseri Şubesiönünde toplanarak AKP binasına kadar bir yürüyüşgerçekleştirdiler. Burada yapılan basın açıklamasısırasında sık sık “İnsanca yaşamak istiyoruz!”, “Ücretliköle olmayacağız!”, “Sefalete teslim olmayacağız!”,“Parasız eğitim, parasız sağlık!” sloganları atıldı.Açıklamayı BES Şube Başkanı, KESK dönem sözcüsüFatmagül Bayat yaptı.

Grev ve toplusözleşme hakkının istendiği eylemeyaklaşık 50 kişi katıldı. Eyleme BDSP, Eğit-Der, İHD,PSAKD, EMEP, ÖDP de destek verdi.

Kızıl Bayrak/Kayseri

24 Ağustos KESK eylemlerinden...

“Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız!”TTTTeeeekkkkiiii rrrrddddaaaağğğğ

Siyonistler ve işbirlikçileri yenilecek!14 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğüABD’deki etkin Yahudi lobi grubu ADL’nin (İftira ve İnkarla

Mücadele Birliği) “Ermeni soykırımı”nı tanıma kararı alması,Ankara’daki siyonizm destekçilerini ayağa kaldırdı. TayyipErdoğan başta olmak üzere hezeyana kapılan pek çok devletyetkilisi, Tel Aviv’deki siyonist şeflerle görüşerek, söz konusukararın geri alınmasını talep ettiler.

Ankara’daki işbirlikçi takımının tumturaklı söylevlerinebakılırsa, ADL’nin kararını geri almaması sadece Türkiye-ABDilişkilerini değil, fakat Türkiye-İsrail ilişkilerini de zedeleyecektir.Beyrut kasabı Ariel Şaron’la “kırmızı telefon hattı” bağlatacakkadar siyonist İsrail destekçisi olan AKP hükümetinin başı TayyipErdoğan, Tel Aviv’deki dostlarından, ADL’nin kararının gerialmasını sağlamak amacıyla bir an önce harekete geçmeleriniistedi.

Ortaklarının telaşını gören ırkçı rejimin Ankara’daki temsilcisiPinhas Avivi de seferber olanlar arasındaydı. Basın karşısına çıkanbüyükelçi, İsrail’in 1915-16 olaylarıyla ilgili duruşunda birdeğişiklik olmadığını ve ADL tarafından alınan kararın kendilerinibağlamadığını iddia ederek, Ankara’daki İsrail destekçilerininyüreğine su serpmeye çalıştı.

Tayyip Erdoğan’a mektup gönderen ADL Başkanı AbrahamFoxman ise, ne alınan kararın değiştirilmesinden sözetti, ne degöstermelik bir özür dileme zahmetine katlandı. Mektubundaüzüntülerini dile getiren ADL şefi, “Geçmişte ilişkimizde ortayaçıkan kayda değer engelleri aştık. Hükümetiniz ve öncekihükümetlerle yakın ilişki geliştirmiş olmamız ADL için en yüksekşereftir” ifadeleriyle, Türk hükümetlerinin siyonist güçlerlekurdukları derin ilişkilere dikkat çekti.

“… Güçlü arzumuz dostluğumuzu derinleştirmektir.İlişkilerimizi güçlendirmek için yollar bulmaya devam edeceğiz”vurgusuyla da, siyonistlerin Ankara’daki sermaye iktidarıylaişbirliğini pekiştirme temennisini dile getirdi.

Hal böyleyken, TBMM’de konuyla ilgili soruları yanıtlayanTayyip Erdoğan, “ADL, açıklamasının metnini geçti. Özelliklehassasiyetlerimizi paylaştıklarını ve yaptıkları yanlışları dagönderdikleri faksta ifade ettiler. Üzüntülerini dile getirdiler.Dolayısıyla daha önce atılmış yanlış adım böylece geri alınmışoldu. Ellerinden gelen desteği bugüne kadar nasıl verdiyselerbundan sonra da vereceklerini ifade ettiler” dedi.

Başbakanın bu sözleri, siyonistlere karşı efelenir gibi görünenAnkara’daki işbirlikçilerin çapını göstermesi açısından çarpıcıdır.Zira kararın geri alınmasının söz konusu bile edilmemesinerağmen, Başbakan, “daha önce atılmış yanlış adım böylece gerialınmış oldu” diyerek siyonist rejimin Filistin halkına karşı işlediğiağır suçlara ortak olmaya devam edeceklerini bir kez daha teyit etti.

Birkaç gün içinde efelenmekten vazgeçip siyonistler karşısındautanç verici duruma düşmeleri şaşırtıcı olmadı. Ne de olsa onlar,siyonistlere karşı sarfettikleri eleştirel sözleri yutmaya alışıklar.Türk egemenlerinin siyonistler karşısındaki bu iradeden yoksunhalleri, ABD emperyalizmine göbekten bağımlı olmanın dolaysızsonuçlarından biridir.

Herşeyden önce İsrail’in ABD özel himayesi altında bulunması,işbirlikçi takımının önüne ırkçı-siyonist devletle iyi geçinme görevikoyuyor. Silah ihaleleri ve silah modernizasyon projelerinin İsrail’everilmesi, Filistin halkının üstüne bomba yağdıran İsrailli pilotlarınuçuş eğitimlerini Konya ovasında gerçekleştirmeleri vb... İsrail’etüm bu ayrıcalıkların sunulmasını salt ABD yönetiminindayatmasıyla açıklamak yeterli değil kuşkusuz. Bir diğer önemlineden, özellikle Ankara’daki işbirlikçilerle Washington arasındakimi zaman çıkan pürüzlerin aşılmasında, Tel Aviv’dekisiyonistlerin üstlendiği roldür. Örneğin bir süre önce Beyaz Saraykapıları Erdoğan’ın yüzüne kapandığında, ancak kasap Şaron’unsağladığı “vize” ile açılabilmişti.

Dinci-gerici AKP hükümetinin başı Tayyip Erdoğan ilemüritlerinin Yahudi lobilere veya İsrail’deki siyonistlere karşı esipgürlemeleri kısa ömürlü bir mizansenden ibarettir. Gerici takımınınbenzer çıkışları belki AKP’ye oy veren bazı kesimler nezdindeetkili olmaktadır. Ancak bu ikiyüzlü hamaset, Türk egemenlerininve onları temsil eden hükümetin, işlediği ağır suçlara rağmensiyonist İsrail’in baş destekçisi olduklarını döne döne teyitetmekten öte bir anlam taşımamaktadır.

Onbinlerce işçiyi ilgilendirentoplusözleşmeler süreci uzlaşmazlıklasonuçlandı. İşyerlerinden grev sesleriyükseliyor. Grev kararı alınan sektörlerdenbiri olan tekstilde de 12 bin işçi 10 Eylültarihinde greve çıkacak. Tekstil patronlarıda lokavt kararı almış bulunuyor.

Grev kararıyla birlikte Türkiye Tekstilve Sanayi İşverenler Sendikası (TÜTSİS)Başkanı Halit Narin, işçilere ve sendikayapervasızca saldırmaya başladı. Narin,“Onlar son dakikaya kadar bir şeyalacaklarını ümit ederler. Ama biz sondakikaya kadar bir şey vermemeyekararlıyız”, “En sonunda anlaşacağız nasılolsa. Daha doğrusu onlar benimleanlaşacak. Kural bu” diyerek, tam birpervasızlık sergiledi

Davranışlarından tüm açıklamalarınakadar işçi sınıfına açık düşmanlığını açıkçasergileyen Halit Narin kim? Sadece birtekstil patronu mu? Toplu sözleşmede 3kuruş vermemek için cebelleşen birsermayedar mı?

Halit Narin bir sermayedar. Ama buülkede sermaye sınıfının en kirli/kanlıilişkileri içinde olan, sermayenin en etkinsözcülerinden biri, azılı bir sınıf düşmanı!

“Şimdi gülme sırası bizde!”

‘70’lerin sonlarında sermaye sınıfı,Türkiye’nin kapitalist ekonomisinibunalımdan çıkarmak ve uluslararasısermayenin ihtiyaçlarına yanıt verebilmekiçin 24 Ocak Kararları’nı alır. Ancak bukararların hayata geçirilmesinde en önemliengel toplumsal muhalefetin kendisidir. Budönemde sermaye devleti, katliamlar veprovokasyonlarla bir darbenin zemininihazırlamaya çalışır. TİSK, MESS, TÜSİADgibi sermaye kuruluşları darbeningerçekleşmesi için etkin bir rol oynarlar.İşte bu dönemde TİSK’in başında da Halit

Narin bulunmaktadır. Faşist terör ilesermayenin kârının artması arasındaki bağıdoğrudan kuran bu sınıf düşmanı, 12Eylül’ün bir gün öncesinde “DGM’lerkurulmadan üretim artmaz” derken,darbenin hemen ardından da işçi sınıfınaolan kinini şu cümlelerle kusar: “Şimdiyekadar biz ağladık onlar güldü. Şimdi gülmesırası bizde...”

Sermaye sınıfının sözcüsü!

Tüccar bir aileden gelen Halit Narin,1948’de tekstil patronluğu yapmaya başlar.Her gün sermayesini büyüterek yolunadevam eder. ‘66 yılından itibaren sermayesınıfının sözcülüğüne soyunur. ‘66’daTekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’ndaönce başkanvekilliğine, ‘74’te başkanlığınaseçilir. Sözcülüğü kendi sektörüyle desınırlı kalmaz, ‘74’te aynı zamanda TİSKBaşkanı olur. ‘80’lerde de TİSKbaşkanlığına devam eder.

Narin, kontgerillayla ilişki kuransermaye patronlarından biridir. 1980darbesinin hemen ardından Hiram AbbasNarin’le beraber çalışmaktadır.

Nadir, Halis Toprak ve Eczacıbaşı gibisermaye patronlarıyla birlikte, eli kanlıfaşist örgütlenme olan MHP’yi finanseeder!

Aynı zamanda hırsızdır! Bir parçasıolduğu sermaye devletini de dolandırır.Türkiye’nin sayılı sermayedarlarından biriolarak vergisini ödemez, “yüzsüzlerlistesine” girer.

İşçi sınıfını dayanılmaz sömürükoşullarına mahkum etmenin de, eli kanlıfaşistlerin, kontgerillanın kanlıoperasyonlarının bir parçası olmanın da birbedeli vardır. Narin ve onun gibiler bubedeli mutlaka ödeyecekler. Bu ülkeninemekçilerine karşı sergiledikleri sınıfdüşmanlığının hesabını bir bir verecekler!

Azılı bir sınıf düşmanı: Halit Narin

Taban inisiyatifini oluşturalım! Kızıl Bayrak � 15Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Sermayenin saldırılarına karşı taban inisiyatifini geliştirelim...

Grev ve TİS komiteleri kuralım!Bir dizi sektörde yaşanan TİS görüşmelerinin grev

aşamasına gelmesi karşısında sermayenin saldırgan vepervasız tutumu devam ediyor. Tekstil, haberleşmesektörlerinin yanısıra kamuya bağlı birkaç sektördedaha TİS’ler grev aşamasına gelmiş durumda. Birçoksektörde peşpeşe alınan grev kararları, sınıfhareketinin uzun süredir yaşadığı “sessizliği” bozmayada aday görünüyor. Grevlerin hayat bulmasıdurumunda, önümüzdeki günler farklı sektörlerdeçalışan yaklaşık 90 bin işçinin sermayeye karşıvereceği mücadeleye tanıklık edecek.

Elbette sürecin bu yönde gelişmesi ve emekçilercephesinden kazanımla sonuçlanması tek başınasendikaların aldığı grev kararıyla sağlanamaz. Önemliolan grev kararı alınan sektörlerdeki işçilerin sürecenasıl hazırlandığıdır. Zira sendika bürokratlarınıngrevin başlamasına az bir zaman kala ihanetsözleşmesine imza atması işçilerin hiç de yabancısıolmadığı bir uygulamadır. Bu nedenle sermayeninsaldırıları karşısında yıldan yıla hak gaspına uğrayanişçilerin sürece müdahalesi büyük bir önemtaşımaktadır. Bu da herşeyden önce bu sektörlerdekiöncü işçilerin göstereceği çabaya bağlıdır.

Uyuşmazlıkla sonuçlanan TİS’lerin işçilercephesinden kazanımla sonuçlanması, dahası bununsermayeye karşı dişe diş bir mücadeleyle elde edilmesikendi sınırları ötesinde bir anlam taşıyacaktır. Tersidurumda ise, sınıf hareketi cephesinden yeni birçıkışın fırsatı kaçırılmış, yeni hak kayıplarının önüaçılmış olacaktır.

Süren TİS’lerin uyuşmazlıkla sonuçlanmasınınnedeni, sermayenin her alanda daha ileri saldırılarıhayata geçirmek istemesidir. Bu noktada tümsektörleri kesen saldırıların başında esnek üretimmaddelerinin sözleşmelere geçirilmek istenmesibulunmaktadır. Sermaye son dönemde TİSgörüşmeleri kapsamında sıfıra yakın zam oranıylabirlikte son kırıntı hakların da tasfiyesini içeren birteklifle ya da esnek çalışma maddelerini dayatarakişçileri beter koşullara razı etmeye çalışmaktadır. Heriki durumda da kazanan tarafın sermaye olması, bu

yolla garantilenmektedir. Bu taktik, hain sendikabürokratlarının desteğiyle birlikte son yıllarda oldukçabaşarılı bir biçimde hayata geçirilmektedir.

Sürecin emekçiler lehine sonuçlanması herşeydenönce sermayenin karşısına aynı kararlılıklaçıkılabilmesiyle mümkündür. “Patronlarla aynıgemide” olduklarını belirten sendika bürokratlarındanbu yönde bir mücadele kararlılığı beklemek saflıkolur. Bir dizi sektörde TİS’leri işçiler lehinesonuçlandırmak, patronlarla sendika bürokratlarıarasında ve kapalı kapılar arkasında yürütülen bir“pazarlık” olmaktan çıkartıp, gerçek birer mücadelezeminine çevirmek gerekiyor.

TİS görüşmelerinde inisiyatifin işçilerin elinegeçmesini sağlayacak en önemli araçlardan birisi “TİSkomiteleri”dir. İş yerlerinde kurulacak “TİSkomiteleri”, herşeyden önce bu sektördeki işçilerin içörgütlülüğünü pekiştirmenin, onları bilinçlendirmeninve mücadeleye en iyi şekilde hazırlamanın araçlarıdır.Bürokratik sendikal kastın yıllardır diline pelesenkettiği ve haince tutumlarının bahanesine dönüştürdüğü“işçilerin sürece ilgisiz” kaldığı argümanını boşadüşürmenin de en iyi ve en etkili yolu budur. Zirayıllardır gerçekleşen ihanetler, ileri sürüldüğü gibi“ilgisizlikten” değil, varolan “ilgi”ye rağmen örgütlüve planlı bir tarzda hareket edilememesinden, dahasıbunun sendikal ihanet şebekeleri tarafındanbastırılmasından kaynaklanıyor. Bu anlamda nasıl ki

patronlara karşı işçilerin gücünü gösterebilecek enönemli araç örgütlülükse, aynı şekilde işbirlikçihainlere karşı en iyi mücadele yöntemi de yine içörgütlülüğün pekiştirilmesidir. TİS komiteleri de bu içörgütlülüğün somut biçimlerinden birisidir.

Ayrıca her işyerinde öncü işçilerden seçilecek TİSkomiteleri aracılığıyla tabanın istem ve kararlarıdoğrudan sözleşme masasına yansıtılarak, sendikacılarüzerinde bir basınç oluşturulabilir. Örneğin bugünhazırlanan sözleşme taslaklarının birçoğu tabanınistem ve beklentilerini karşılamaktan ziyadesendikacılar tarafından, patronların hangi koşullarıkabul edebileceği üzerinden hazırlanmakta vemasabaşında pazarlığa konu edilmektedir. TİSkomiteleri, tabanın iradesi ve isteği dışında bir taslağınhazırlanmasının önüne geçebileceği gibi imzalanananlaşmanın içeriğini de işçiler lehine belirleyebilir.

Bugün tekstil işkolunda bu tür sorunlaryaşanmaktadır. Mesela tekstil patronları masayasonradan yeni saldırı maddeleriyle gelebiliyor vesendika bürokratlarına imzalatabiliyorlar. Bu anlamdatekstil işkolunda en fazla üyeye sahip olan TeksifSendikası’nın patronların bu dayatmaları karşısındaaldığı tutum utanç vericidir. Tekstil işçileri sürece TİSkomiteleri vb. araçlarla müdahale edebildiklerikoşullarda Teksif Sendikası’nın bu tutumunu boşaçıkartabilirler. Aynı şey diğer sektörlerde süren TİS’leraçısından da geçerlidir.

Sürece, başından sonuna kadar taban inisiyatifiylemüdahale edebilen, her türlü gelişme hakkında bilgisiolan örgütlü işçiler hak ve taleplerini kazanmanoktasında önemli bir adım atmışlardır demektir.Gerisi gösterilecek kararlılığa ve militan birmücadeleye hazırlanmak için sergilenecek iradeyebağlı olacaktır. Sektörler arası dayanışmanın ve ortakmücadelenin yaratılması bakımından da TİSkomiteleri önemli bir işleve sahip olacaktır.

Görüşmeler tıkanmış ve birçok sektörde grevkararı alınmıştır. Bu demek oluyor ki, bugündenoluşturulacak grev komiteleri de bir ihtiyaçtır. Zira işçisınıfının en büyük silahı üretimden gelen gücüdür vebu silahın en etkili bir tarzda kullanılması da ciddi birhazırlığı ve planlamayı gerektirir. Nitekim bunun eniyi farkında olan sermaye sınıfı her türlü yöntem vearacı devreye sokarak sürecin grev aşamasınagelmeden bir an önce kendi lehine çözümlenmesineuğraşır. Ancak sendikalara baktığımızda böyle birhazırlığın olmadığını görüyoruz.

İşyerlerinde TİS ve grev komitelerininoluşturulması ve tabanda bu yönde bir bilinçlendirmefaaliyetinin yürütülmesi ise öncü işçilerin görevidir.Grev komiteleri, grevin meşru bir hak olduğunu, yasalsınırlamalara takılmadan bu hakkın sonuna kadarsavunulması gerektiğini tabanda yaygın bir ajitasyonfaaliyetine konu etmelidir. Yanısıra en genişkamuoyunun maddi ve manevi desteğinisağlayabilmek için greve neden çıkıldığı, grevhakkının neden savunulması gerektiği üzerine birkampanya örgütlenebilmelidir. Sermayenin gericipropagandasına karşı kamuoyunun desteğini de alacaktarzda etkili karşı propaganda araçları devreyesokulmalıdır.

TİS süreçlerinde yaşanan gelişmeler, sınıf hareketicephesinden yeni bir çıkışın imkanıdır aynı zamanda.Bu imkanları kazanıma çevirmenin yolu, sermayeninsaldırılarına karşı ortak ve militan bir mücadele hattıgeliştirmekten geçmektedir. Bunun için sektördekiöncü işçiler grev ve TİS komitelerinin oluşturulmasıiçin bir an önce harekete geçmelidirler.

Tersanelerde ücret gaspları sürüyor. TİB-DER’i çözüm merkezi olarak gören işçiler derneğeakışlarını sürdürüyor. Geçtiğimiz hafta CabbarOngun’u iş cinayetinde yitirdiğimiz TOGEMTersanesi patronuyla bu kez ücret gaspı üzerindenmuhatap olduk. 5 işçinin 2 bin YTL’lik alacağıiçin Atlas Gemi taşeronuyla görüşme çabalarımızsonuç vermeyince, ana firmaya işçi arkadaşlarlagittik. Burada tersane güvenliğinin saldırgantutumuyla karşılaştık. Kendine “kabadayı” adınıveren bu soytarıya karşı tok bir tutum aldık.Sonrasında tersanenin genel müdürü görüşmekiçin yanımıza geldi. Uzlaşma sağlanamayınca,ertesi gün tersane önünde direnişe geçeceğimizisöyleyerek oradan ayrıldık.

Direnişin gerçekleşeceği korkusuyla tersaneyönetimi polis çağırmış, birçok resmi ve sivil polistersane taşeronunu bularak işçilerle irtibatageçmesini istemiş. Bunun üzerine taşeron TİB-DER yöneticilerini bulmak için İçmeler’deki çayocağına sivil polislerle geldi. Çok geçmeden irtibatsağlandı ve ücretlerin ödeneceği söylendi.Tersaneye işçi arkadaşlarla birlikte gittik. O çok

“kabadayı” güvenlikçi süt dökmüş kediyedönmüştü. Kısa bir süre içerisinde ücretler alındı.

Ardından İstanbul Tersanesi’nde Akmangemide çalışan işçiler ücretlerini alamadıkları içinTİB-DER’e başvurdular. İlgili taşeronla telefonlagörüşüldü. İşçileri tanımadığını söyleyen taşerondaha sonra Dernek Başkanı’na ağız dolusu küfürederek tehditler savurmaya başladı. Küfür vetehditlerin hesabının sorulacağı belirtilerek telefonkapatıldı. Daha sonra İstanbul Tersanesi idarimüdürüyle görüşüldü. İdari müdür topu taşeronaatarak ücretlerin tersane tarafındanödenemeyeceğini belirtti. Yasaları bir kez dahahatırlatarak asıl sorumluluğun ana firmadaolduğunu belirttik ve verilmemesi durumundatersane önünde direnişe geçeceğimizi açıkladık.Biraz zaman isteyen idari müdür, bir saat sonraücret alacaklarının tamamını ödedi.

Gün geçmiyor ki ücret gaspları konusundaderneğe başvuru olmasın. Ücret gasplarınıönleyebilecek tek güç işçilerin örgütlü ve militanmücadelesidir.

Tersane İşçileri Birliği

Tersanede ücret gaspı!

Seçimler ve yeni dönem / 316 � Kızıl Bayrak � Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

CMYK

Türkiye toplumunda dinsel gericiliğin bu denlietkin bir siyasal güç haline gelebilmesininnedenlerini ortaya koyarken dış etkenler üzerindehemen hiç durmadık. Bu konuda yalnızca iki önemlinoktayı ve yalnızca iç etkenlerle bağı üzerindengeçerken anmış olduk. Bunlardan ilki, dünyadadevrim dalgasının düşmesi ve bunu özellikle ‘89çöküşünün ardından dünya ölçüsünde her biçimiylebir burjuva gericilik dalgasının izlemesi; ikincisi ise,Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik“ılımlı islam projesi” doğrultusunda Türkiye’dekidinsel gericiliği daha sıkı bir biçimde denetim altınaalması ve özel bir biçimde destekleyerek bugünlerehazırlamasıydı.

Kuşkusuz Türkiye’de dinsel gericiliğin ideolojik,politik ve moral açıdan bu denli güçlenmesindeözellikle Ortadoğu olmak üzere İslamcoğrafyasındaki gelişmelerin de önemli bir rolü oldu.Asya’daki Afganistan ve Pakistan’dan KuzeyAfrika’nın batı ucundaki Fas’a kadar bütün bir“Büyük Ortadoğu” coğrafyasında İslami akımlarınson 30 yıl içinde büyük bir güç ve etkinlik kazandığıbilinmektedir. İslami akımların politik birer kuvvetolarak bu yükselişi, Ortadoğu’nun da ötesinde, bütünbir İslam coğrafyasını kapsamaktadır (Asya’nınöteki ucundaki Endonezya ve Malezya’yı buçerçevede özellikle anmak gerekir) ve bunungerisinde bir dizi gelişmeyle birlikte dünyadakigenel güç dengelerindeki köklü değişim vardır.

‘70’li yılların sonu burada bir dönüm noktasıdır.Bu tarih iki önemli gelişmeyi, Sovyetler Birliği’ninAfganistan’ı işgali ile kısa zamanda şeriatçı birrejimin kurulmasıyla sonuçlanan İran Devrimi’ni,bir arada işaretlemektedir. İslam dünyasında büyüketki ve yankıları olan bu iki gelişme, her biçimiyleİslami akımların toparlanmasında, politik ve moralaçıdan güç kazanmasında, politik iktidarmücadelesine daha etkin bir biçimde ağırlıkkoymasında büyük bir rol oynadı. Amerikanemperyalizminin, İran’daki gelişmelerin kendisi içinyarattığı ve yaratacağı sorunlara aldırmaksızın veSovyetler Birliği’ni kuşatmak üzere, “yeşil kuşak”stratejisi çerçevesinde başta Afganistan olmak üzeretüm bölgede gerici islami akımları vargücüyledesteklemesi, bu zemini kendi yönünden ayrıcagüçlendirdi.

Aynı evrede dünyadaki genel gelişmeler de buzemini güçlendirici bir yönde seyrediyordu. NitekimVietnam’daki tarihi zaferin ardından dünyaölçüsünde devrim dalgasının hızla düşmesineBatı’da neo-liberal saldırı ile birlikte “yeni sağ”ınyükselişi eşlik etmekteydi. Yine aynı dönemde,Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloku’ndaPolonya olayları ile kendini açıkça gösteren çözülüşsancıları yaşanmakta, Ortadoğu’da ise genellikleBaasçılık türünden gerici burjuva Arapmilliyetçiliğinin yedeğindeki sol akımlar hızla güç veitibar kaybetmekteydiler.

Bütün bunlar birarada dünyada bir burjuvagericilik dalgasının yükselişi anlamına gelmekteydi vebilindiği gibi ‘89 çöküşü buna görülmemiş bir ayrıgüç kazandırdı. Devrim dalgasının dibe vurması,devrimci düşünce ve ideallerin geniş kitleleryönünden çekiciliğini yitirmesi, ilerici-devrimci

akımların büyük bir güç ve itibar kaybına uğraması,tüm dünyada her türden gerici, dinci ve milliyetçiakıma, islam ülkelerinde ise özellikle dinci akımlaramuazzam bir yeni alan açtı. O zamandan beri birçokülkede, toplum yaşamında ve rejim katında, dinselgericilik belirgin bir ağırlıkla ön plana çıkmaklakalmadı, toplumsal muhalefetin önderliği de büyükölçüde islami akımların eline geçti.

Bütün bu gelişmeler doğal olarak Türkiye’de deetkisini ve yankısını buldu. Üstelik Türkiye birçokbakımdan buna öteki ülkelerden daha çok hazırdı. Ziratam da aynı tarihi dönüm noktasında,12 Eylül askerifaşist darbesi devrimci akımları ve toplumsalmuhalefeti ezerek, yığınların ilerici-devrimci umut ve

özlemlerini kırarak, bu tür bir etki ve gelişmeye (birönceki bölümde özetlemiş bulunduğumuz) son dereceuygun iç koşullar yaratmış bulunmaktaydı.

Yine de burada temel önemde bir noktayıgözönünde bulundurmak gerekir. İran Devrimi’ninşeriatçı bir rejimle noktalanması tüm bölgede özellikleradikal İslami akımların gelişmesine güç ve ivmekazandırmış olsa da, bizdeki dinci akımlar bugelişmeden yalnızca moral etki yönünden ikiyüzlüceyararlanmakla kaldılar, bunun ötesinde tüm temelsorunlarda düzenin uyumlu uzantıları olmakanlamında geleneksel “ılımlı” konum ve kimliklerinikorudular. Ortadoğu’daki islami akımların hiç değilsebir bölümü, gerek İran’ın etkisi altında ve gerekse de

Seçimler ve yeni dönem / 3

Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dış etkenlerAmerikan emperyalizminin bölgede radikal islami akımlarla

sorunlu olduğu bir evrede Türkiye’de “ılımlı islam”a dayalıbir proje ile ortaya çıkması, bizdeki dinsel gericiliği buyönüyle iyi tanımasının, tanımaktan da öteye çok yönlüilişkiler içinde denetliyor ve yönetiyor olmasının bir ürünüdür.Denetim altına alınmış ve her açıdan kendi çıkar veamaçlarına bağlanmış bu türden bir “ılımlı islam” onun için,yalnızca Türkiye’de yoksulları denetim altında tutarak işleriaz-çok sorunsuz olarak götürebilmenin değil, bir model olarakbölgeye empoze edilebildiği ölçüde Ortadoğu’da sorunkaynağı haline gelen radikal islami akımları etkisizleştirmeninde bir aracı ve olanağıydı.

Seçimler ve yeni dönem / 3 Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007 � Kızıl Bayrak � 17

CMYK

ülkelerindeki toplumsal-siyasal muhalefet içinde boyvermelerinden dolayı, Amerikan karşıtı bir çizgidegeliştikleri halde, bizdeki dinci akımlar, ki eziciağırlığı ile tarikatlar ve cemaatler içinde örgütlüler,devletin ve Amerikan emperyalizminin etki vedenetiminde kalmayı sürdürdüler. Emekçi kitlelerialdatmak için kullandıkları demagojik söylem neolursa olsun, her zaman Amerikancı idiler ve bugünher zamankinden çok Amerikancı bir çizgidedirler. 12Eylül döneminde en büyük palazlanmayı yaşayancemaatin lideri olarak Fethullah Gülen’in degösterdiği gibi, ABD onların ikinci vatanıdır. Yalnızcaikametgah anlamında değil, fakat bundan da önemliolarak Türkiye’de ve dünyada çıkarlarına hizmetedilen güç anlamında. Bundan dolayıdır ki AKP,Amerikan emperyalizminin açık desteği ile güçolduğu ve beş yıllık hükümet icraatıyla ona hizmettekusur etmediği halde, SP bünyesindeki sınırlı birmuhalefet dışında tüm kesimleriyle dinci akımlarAKP’nin etrafında kenetlenmiş durumdadırlar. Butümüyle anlaşılır bir tutumdur; zira onların sorunuAmerikan emperyalizmiyle ve onun Türkiye’dekisömürü düzeniyle değil, bu düzene egemen rejimiçinde etkin bir yer tutmak, yönetimi ve dolayısıylarantı paylaşmak, bu amaç çerçevesinde ona kendirengini vermekle ilgilidir yalnızca. Kitle desteğini altsınıflardan alsalar da, hiç değilse yakın zamana kadargeleneksel orta sınıf özlemlerini seslendirseler de,onlar tümüyle büyük burjuvazinin etkisinde,denetiminde ve dolayısıyla hizmetindedirler.

Dünyada ve bölgede yaşananlardan aldıkları güçne olursa olsun, bizdeki dinci gericilik akımlarıtemeldeki güçlenmelerini Ortadoğu’dakigelişmelerden çok Türkiye toplumunun iç süreçlerine,en başta da 12 Eylül karşı-devriminin yarattığı çokyönlü koşullara borçludurlar. Öte yandan bu akımlarhiçbir biçimde toplumsal muhalefetin değil fakattümüyle kurulu sömürü düzeninin kendi özürünüdürler. Yeniden güç kazandıkları ve siyaseteağırlık koydukları ‘50’li yıllardan itibaren her zamandüzenin ve devletin hizmetinde hareket etmişler, buçerçevede ilerici-devrimci akımlara karşı koç başıolmayı gönüllü olarak üstlenmişler (‘60’lardaki kötüünlü “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin başındaher yerde dinci gericiler vardı), toplumsal muhalefetekarşı dalga kıran rolünü bilinçli bir tutumla yerinegetirmişler, bu rollerle uyumlu olarak her döneminiktidarlarıyla en iyi ilişkiler içinde olmuşlar, herzaman egemen hükümet partilerine (‘50’li yıllardaDP’ye, ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda AP’ye, ‘80’li yıllardaANAP’a, ‘90’lı ilk yıllarda DYP’ye) güçlü biçimdedestek vermişlerdir.

Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçiburjuvazinin özendirmeleriyle ayrı bir parti içindeörgütlendikleri dönemin sonrasında bile bu böylesüregelmiştir. Dinsel gericilik akımlarının (cemaat vetarikatların) önemli bir bölümü buna rağmen iktidarpartileri içinde kalmayı sürdürmüş, bunu hesap veçıkarlarına daha uygun görmüşlerdir. Onların tümgüçlerini Erbakan liderliğindeki dinci partideyoğunlaştırmaları, bunu çıkar ve amaçlarına dahauygun görmeleri, geleneksel sağ partilerin güçtendüşmesi ve buna paralel olarak dinci partinin (RP)alternatif bir güç olarak düzen siyasetinde ön plana

çıkması, birinci parti haline gelmesi ile birlikte, yani‘90’lı yılların ortalarına doğru olmuştur.

Bu tarihsel konum ve kimliklerine bağlı olarakbizdeki gerici dinci akımlar İran’dan çok bölgedeki enAmerikancı rejimlerden biri olan Suudi Arabistan’dangüç, destek ve ilham almışlardır. PalazlanmalarındaSuudi rejiminin akıttığı mali kaynakların özel bir rolüolmuştur. 12 Eylül faşist cuntası döneminde yaşananRabıta skandalı örneğinde de görüldüğü gibi, Suudilerdinsel gericiliğin palazlanmasına yönelik bu desteğiresmi kanallar üzerinden de gerçekleştirmişlerdir.

Dinsel gericiliğin bugünkü düzeyde bir siyasal güçolarak gelişmesinde Ortadoğu’nun Ortaçağ artığırejimlerinin bir öteki temel önemdeki katkısı, tarikatve cemaat mensubu sermaye gruplarıyla girdiklericömert kârlı ilişkilerdir. Bugün tekelci büyükburjuvazinin hatırı sayılır bir bölümü konumunaulaşan bu sermaye gruplarının hızlı büyümesinde,petro-dolar kaynağı ülkelerle girdikleri bu ayrıcalıklıilişkilerin çok özel bir payı vardır. “Yeşil sermaye”buradan beslenerek büyük bir güç haline gelmiş ve bugücünü dinsel gericiliği toplumda her açıdangüçlendirmek için en etkin biçimde kullanmıştır.Bugün cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulanAbdullah Gül’ün politikacılık öncesi tüm kariyerinimerkezi Cidde’de bulunan İslam KalkınmaBankası’ndaki görevine (1983-1991) borçlu olması,bu açıdan sembolik olmaktan da öte bir anlama veaçıklayıcılığa sahiptir. Bu bize Abdullah Gül’ünçıkarlarını dolaysız olarak temsil ettiği özel sermayekesimlerinin bağlantı ve beslenme kaynaklarıhakkında da bir fikir vermektedir.

Amerikan emperyalizminin bölgede radikal islamiakımlarla sorunlu olduğu bir evrede Türkiye’de“ılımlı islam”a dayalı bir proje ile ortaya çıkması,bizdeki dinsel gericiliği bu yönüyle iyi tanımasının,tanımaktan da öteye çok yönlü ilişkiler içindedenetliyor ve yönetiyor olmasının bir ürünüdür.Denetim altına alınmış ve her açıdan kendi çıkar veamaçlarına bağlanmış bu türden bir “ılımlı islam”onun için, yalnızca Türkiye’de yoksulları denetimaltında tutarak işleri az-çok sorunsuz olarakgötürebilmenin değil, bir model olarak bölgeyeempoze edilebildiği ölçüde Ortadoğu’da sorunkaynağı haline gelen radikal islami akımlarıetkisizleştirmenin de bir aracı ve olanağıydı.

3 Kasım seçimlerinde olduğu gibi 22 Temmuzseçimlerinde de ABD ve AB emperyalizminin açık birtutumla tüm desteğini AKP’ye yöneltmesiningerisinde bu var. Bugünün Türkiye’sinde, hele degeleneksel merkez sağın kitleler nezdinde ciddi biretki ve itibarının kalmadığı bir ortamda, Türkiye’ninyoksullarını büyük burjuvazi ve emperyalizmhesabına kontrol altında tutan, ama tüm icraatı ilebüyük burjuvazi ve emperyalizme hizmet eden bir“ılımlı islam”, onlar için tek gerçek seçenek olmanınötesinde bulunmaz bir imkandır da. Hele de, gerekTürkiye’de ve gerekse onu çevreleyen coğrafyadakendi çıkar ve ihtiyaçlarına uygun düşen dönemselpolitikalara en iyi uyumu sağlayan parti tam da buaynı “ılımlı islam” partisi ise...

(Devam edecek...)29 Ağustos 2007

(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Seçimler ve yeni dönem / 3

Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dış etkenler

Son otuz yıldır dinsel akım ve ideolojilerin ciddibir güçlenme yaşadığına tanık olmaktayız. 1970’liyılların sonlarında İran’da bir Molla rejimininkurulmuş olması ise özellikle İslami inanışın yaygınolduğu ülkelerde bu gelişmeye özel bir hızkazandırmıştır. Dinsel yükselişi koşullayan vebesleyen çok çeşitli etmenlerin varlığından sözedilebilir. Biz burada bu etmenlerin başlıcalarınısaymakla yetineceğiz.

Kapitalist dünya ekonomisini bir bütün olaraksaran, özellikle de az gelişmiş kapitalist ülkeekonomilerinde çok daha sarsıcı bir biçimde kendinigösteren iktisadi bunalım kuşkusuz bu etmenlerinbaşında gelmektedir. Bu nedenden dolayıdır ki, dinselyükseliş olgusu gelişmiş kapitalist ülkeler açısından dageçerlidir. Bu ülkelerdeki tarikat sayılarında, tarikataüye insan sayılarında “patlama” olarak nitelenebilecekbir artış söz konusudur.

Ne var ki, dinsel yükselişin bugünkü boyutlarını,yalnızca genel iktisadi bunalım faktörü ile açıklamakmümkün değildir. Zira aynı faktörün normalkoşullarda dinsel gericilikten ziyade devrimci vekomünist akımların güç kazanmasına yolaçmasıbeklenirdi. Oysa aynı süreçte çok çeşitli nedenlerebağlı olarak devrimci dalganın dünya genelinde geriçekilmeye başladığını görmekteyiz. Dinsel ideolojininbugünkü boyutlarda bir güç kazanmasını sağlayan tamda bu iki faktörün birarada bulunmasıdır. Bir başkaifadeyle, genel iktisadi bunalım ile devrimci dalganıngeri çekilmesi olgusunun eş zamanlı olarak yaşanmasıgerçeğidir.

Bu iki faktör aynı zamanda Türkiye’deki dinselyükselişin de temel nedenleridir. 12 Eylül rejimininuygulamaları, Türk burjuvazisinin Ortadoğupolitikasındaki değişiklikler, emperyalist dünyanınTürkiye gibi ülkeler üzerinden uyguladığı yeşil kuşakstratejisi, Türkiye’nin İran’dan yükselen islami havayıçok daha yakından teneffüs etmesi vb. etkenler de,Türkiye’deki dinsel yükselişin üzerinde özel etkileresahiptir.

Yukarıda en genel çizgiler halinde belirtmeyeçalıştığımız nedenlere bağlı olarak, bugün gerekdünyada gerek Türkiye’de bir dinsel yükselişolgusuyla yüzyüzeyiz. Bu durum, doğal olarakdevrimci ve komünist hareketin önüne yeni bazı görevalanları çıkarmaktadır. Dinsel akımların ve düşünceninyükselişi kaçınılmaz olarak emekçi sınıflarınsaflarında da bu ideolojinin önemli bir etki alanıyaratması anlamına gelmektedir. Öte yandan bu aynıgelişme, sermaye devletinin dinsel-mezhepsel inanışfarklılıklarını kullanarak işçi ve emekçileri atomizeetme çabalarını besleyip kolaylaştırmaktadır. Laiklik-irtica, Alevilik-Sünnilik vb. sorunların son döneminen önemli gündem maddeleri arasında yer alması, budurumun dolaysız bir göstergesi ve sonucudur.

‘60’lardan ‘90’laraTürkiye’de dinsel

gericilik

Seçimler ve yeni dönem / 318 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Sınıf ve emekçi hareketinin önüne bu türden yeniengellerin dikilmiş olması, devrimci ve komünistlerinönüne de ikili bir görev alanı koymaktadır. Devrimci vekomünistler bir yandan dinsel ideolojinin işçi veemekçiler üzerindeki etkilerini zayıflatıp yok etmekgörevi ile yüzyüze iken, diğer yandan da sermayedevletinin işçi ve emekçileri dinsel-mezhepsel inanışfarklılıkları ekseninde bölme girişimlerini boşa çıkarmakgörevi ile yüzyüzedirler. Bu görevler demetinin başarıyaulaştırılabilmesi ise herşeyden önce, din, dinsel akımlar,laiklik, alevilik vb. konularda ilkesel ve politik biraçıklığa, bu açıklık temelinde oluşturulmuş bulunandoğru bir taktik çizgiye sahip olmayı gerektirir.

(...)* Türkiye’de ideolojik-politik hatlarını dine

dayandıran bir dizi oluşum vardır. Parti ve siyasalörgütlerin yanı sıra, dinsel temelde bir örgütlenme olanbir dizi tarikat mevcuttur. Komünistler bu dinselakımlara karşı politika ve taktiklerini belirlerlerken, saltbunların dine dayanıyor olmaları gerçeği ile yetinmezler.Bu akımların sınıfsal yapılarına, program vepolitikalarına, devlete ve düzene ilişkin yaklaşımlarına,devrimci örgütlere ve komünist harekete yöneliktutumlarına, tüm bunların taşıdığı istikrara vb. bakarlar.

Türkiye’deki dinsel akımların ana gövdesini MNP-MSP-RP çizgisi ve tarikatlar oluşturmaktadır. Buyapıların dışında alt sınıfların talep ve eğilimlerine dahayakın gözüken, düzene bazı radikal eleştiriler yönelten,anti-emperyalist söylemin daha belirgin olduğu çeşitliİslamcı çevreler de mevcuttur. Ne var ki bunlar büyükölçüde sınırlı aydın kümelenmeleri durumundadır. Neönemli bir güçleri, ne de anlamlı bir politik pratikleri sözkonusudur. Dahası bunların pek çoğu RP içindedir ve bupartiden ayrı ve bağımsız bir inisiyatifleri hemen hiçyoktur. Bu yapılar, bu özellikleri nedeniyle ayrı ve özelbir değerlendirmeyi gerektirmemektedir. Komünistleraçısından, dinsel akımlara ilişkin tutum sorunu bunedenle ve en azından bugün için RP ve tarikatlarlasınırlıdır.

* Bugünkü RP, ‘60’lı yılların sonunda kurulanMNP’nin ve ‘70’li yılların MSP’sinin ardılıdır. Her üçparti de ideolojik-politik hatlarını dinsel temeledayandırmaktadırlar. Bununla birlikte MNP-MSPgeleneği RP’ye doğru evrilirken, hiç deküçümsenmemesi gereken ideolojik-politik değişimleryaşamıştır. İdeolojik-politik temeldeki bu değişimintemelinde de sınıfsal planda yaşanan değişim sürecivardır.

MNP-MSP geleneğinin toplumsal-sınıfsal temelini,tekelcileşme sürecinden ve tekellerin pekişenegemenliğinden rahatsız olan taşra burjuvazisioluşturmaktaydı. ‘60’lı yılların sonunda tekelciburjuvazinin diğer burjuva fraksiyonların çıkarlarınıuyumlulaştırma imkanlarının daralması, burjuvazinin altkesimlerindeki hoşnutsuzluğu arttırmıştı. Bu süreçte,esnaf, küçük ve orta çiftçi, küçük ve orta tüccar, küçükve orta sanayici kesimlerin bir bölümü, gelenekselolarak destekledikleri AP çizgisine tutum alıp ayrı birpartileşmeye giderek, MNP-MSP çizgisi şahsındatepkilerini ifade etmeye başladılar. Demek oluyor ki,MNP-MSP çizgisi tekel dışı, tekellerle ve uluslararasısermaye ile henüz bütünleşmiş olmaktan uzak ortasınıfların, Anadolu burjuvazisinin temsilcisiydi. Parti, busınıfsal özelliğine bağlı olarak anti-tekel ve anti-emperyalist bir söylem de kullandı. Ama yine sınıfsaltemeliyle bağlantılı olarak, temsil ettiği sınıflarınkapitalist düzenle son derece köklü bağlara sahip olmasınedeniyle, bu söylem anlamlı bir içerikten yoksundu.Daha çok kaba bir “Batı” karşıtlığı ifade etmekteydi.Herhangi bir radikal/ilerici öze sahip değildi. Bu nedenlepartinin çizgisine damgasını vuran şey, mevcut düzendeherhangi bir köklü değişikliğe yönelmeden, burjuvaparlamentarizminin kendi kuralları içinde iktidarda sözsahibi olmak, bu yolla da temsilcisi olduğu sınıflaryararına bazı düzenlemeler yapmaktı.

MNP-MSP geleneği yerini RP’ye bıraktığında, bu

akımın sınıfsal yapısında ve dolayısıyla ideolojik-politikhattında belli önemli değişimler yaşanmışbulunmaktaydı. Bu değişim, herşeyden önce bu akımıngeleneksel sınıfsal tabanı olan taşra burjuvazisinin süreçiçerisinde geçirdiği evrimle bağlantılıydı. Taşraburjuvazisi geçen süreç boyunca sistemle, tekelci yapıile ve uluslararası sermaye ile (özellikle Suudi sermayesiaracılığıyla) bütünleşme yolunda küçümsenmeyecekmesafeler kaydetti. Ayrıca ‘80 sonrası izlenen ekonomikpolitikalar, Ortadoğu ve Suudi sermayesi ileyoğunlaştırılan iktisadi ilişkiler sonucu, taşra burjuvazisiiçinde ciddi büyüklüklere ulaşan sermaye gruplarıoluştu. Bu kesimin dünya pazarı ile ilişkileri arttı.Avrupa pazarı ile de bağları olmakla beraber, bukesimler bugün kendi çıkarlarını Ortadoğu, Uzakdoğuve Kafkasya pazarlarında, buralarda ilişkileringeliştirilmesinde görmektedirler.

Sınıfsal planda yaşanan bu değişim partininideolojik-politik çizgisinde de yansımalarınıbulmaktadır. Bu süreç RP’nin demagojik anti-emperyalist vurgularının iyice azalıp yüzeyselleşmesini,devletçi anlayıştan uzaklaşarak koyu bir serbest piyasacıve özelleştirmeci haline gelmesini de koşullamıştır.Kemalizme, laikliğe ve orduya karşı partinin daha esnekbir çizgi izlemeye başlaması, ABD ile kurulan gizli-açıkilişkiler, basit bir aldatmaca değildir. Bütün bu unsurlarpartinin yaşadığı sınıfsal değişim süreci ile yakındanilgilidir.

* Türkiye’de dinsel akımlar bakımından önemtaşıyan bir diğer örgütlenme de tarikatlardır. Başta enbüyükleri olmak üzere tarikatların pek çoğu düzenetümüyle entegre edilmiş durumdadır. Cumhuriyetdöneminin başlangıcında belli baskılarla yüzyüze kalantarikatlar, aslında daha bu dönemden itibaren, kendilerinidüzene entegre etmeye dönük “havuç” politikalarıyla dayüzyüzeydiler. Tarikatlara yönelik baskı, bu aynıkurumlara çeşitli çıkar olanaklarının sağlanmasıyla eleleyürüdü. Burjuvazinin kendi iktidarını sağlamlaştırdığı,

tarikatların iktidara dönük heveslerinin kırıldığı ‘50’liyıllar, tarikatların düzene entegrasyonu alanındakigelişmelerin de hız kazandığı bir dönem oldu. Tarikatlarkendilerini büyük ölçüde DP-AP-ANAP ve DYPgeleneği içinde ifade ettiler.

Tarikatların büyük sermaye partileriyle bu denli içiçegeçmesi olgusu, onların düzen ve devrimkutuplaşmasında saflarını açık bir biçimde düzendenyana seçmeleriyle ilgiliydi. Koyu bir anti-komünistçizgiye sahip olageldiler. ABD ve NATO’nundesteklenmesi, özel mülkiyet düzeninin kutsanması,devlete sadakatin telkin edilmesi, tarikatlara hakimdavranış çizgisi oldu.

Tarikatlar bugünkü konumlarıyla tekelci sermayedüzeninin gerici payandaları durumundadırlar. Tekelcisermaye devleti bu tür örgütlenmeleri açık-gizli çeşitliyöntemlerle desteklemektedir. İçinden geçtiğimizsüreçte, tarikatların üzerlerine “sivil toplum örgütleri”yaftası asılarak düzen tarafından meşrulaştırılmayaçalışılmalarının arkasında da bu temel gerçek vardır.

* Bütünleşme düzeyinde belli farklılıklar olmaklabirlikte, gerek RP gerekse tarikatlar tekelci sermayedüzeni ile önemli bağlara sahip örgütlenmelerdir.Onların genel planda kapitalist düzenle herhangi birsorunları olmadığı gibi, tekelci düzene karşı varolanhoşnutsuzluk ve tepkileri de giderek azalmışdurumundadır.

Bu akımlar gerek sınıfsal temelleri, gerekseideolojik-politik çizgileri açısından açık bir karşı-devrimci kimliğe sahiptirler. Proletaryanın ve emekçiyığınların devrim ve sosyalizm kavgasında bu akımlarda dolaysız olarak ve cepheden hedeflenir. Bu akımlarakarşı her aşamada tavizsiz uzlaşmaz bir mücadeleyürütülür.

(...)(Din, Dinsel Akımlar, Laiklik ve Alevilik Sorunu,EKİM 3. Genel Konferansı/Siyasal ve Örgütsel

Değerlendirmeler, Eksen Yayıncılık, 1995, s. 78-80, 85-88)

Tayyip Erdoğan’ın kurulacağını açıkladığı Bilimve Teknoloji Bakanlığı çeşitli çevrelerde heyecanlakarşılandı. Türkiye Bilişim Vakfı (TVB) BaşkanıFaruk Eczacıbaşı, Türkiye Bilişim Sanayicileri veİşadamları Derneği (TÜBİSAD) Başkanı TuğrulTekbulut gibi burjuvazinin temsilcileri birbiri ardınaaçıklamalar yaparak memnuniyetlerini dilegetirdiler. Teknoloji Bakanlığı’nın kurulmasının, bilgitoplumu olma yolundaki Türkiye’ye güç katacağıbelirtildi.

Bakanlığın kurulacak olmasına üniversiterektörlerinden de destek geldi.

ODTÜ Rektörü Akbulut, Teknoloji Bakanlığı’nıolumlu bulduğunu ve Ar-Ge faaliyetine ayrılanpayın %2 olması gerektiğini söyledi.

Ankara Üniversitesi Rektörü Aras, Bilim veTeknoloji Bakanlığı’nın birçok Avrupa ülkesindeolduğunu belirterek, Türkiye açısından da bunun birihtiyaç olduğunu vurguladı.

Hacettepe Rektörü Özgen, bakanlığın,üniversite ve özel sektör işbirliğinin sağlanacağı yerolması gerektiğini, bazı özel sektör kuruluşlarıylaişbirliği içinde ortak Ar-Ge çalışmalarınınyapılmasının ve teknoparkların koordinasyonununsağlamasının önemli olduğunu söyledi.

Gazi Üniversitesi Rektörü ise “Uluslararasıpatent işbirliklerinin geliştirilmesi, bilim ve teknolojialanındaki yeniliklerin yayılması konusunda, ulusalve uluslararası düzeyde daha etkin çalışmalarıngerçekleştirilmesi, etkileşimin sağlanmasıaçısından böyle bir bakanlığın kurulması oldukçayararlı olacaktır” dedi.

Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın temelihalihazırda süren üniversite-sermaye işbirliğinigüçlendirmeye dayanıyor. Daha fazla kaynakartırımı, şirketlerle teknolojik gelişmeler üzerineprotokoller imzalamak, üniversitelerle sermayekuruluşları arasında arabuluculuk rolü oynamak!

Yani, teknokentler etkin birer yatırım aracı halinegetirilmek isteniyor.

Üniversiteleri toplumsal sistemden, sınıfilişkilerinden bağımsız düşünemeyiz. Kapitalizmdeüniversiteler hiçbir zaman özgür biçimde, toplumsalfayda için bilim üreten kurumlar olmadı. Fakatözellikle kapitalizmin krizinin derinleşmesiyle birliktebir bütün olarak eğitim sistemi sermayeninihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütleniyor,üniversiteler sermayenin arka bahçesi halinegetiriliyor.

Burjuvazi sanayiye yönelik teknolojik gelişmesayesinde ekonomik rekabet gücünü artırmakamacıyla, Ar-Ge çalışmalarını üretim sürecineekledi. Fakat Ar-Ge’nin riskli bir yatırım alanıolması, araştırmaların uzun sürmesi, sonuçalınabilme garantisinin olmaması, pahalı bir yatırımolması, gerekli teknik donanımların sağlanması vb.bir dizi neden burjuvaziyi, birçok olanağa sahipüniversitelerin kaynaklarından faydalanmayayöneltti.

Türkiye bu sürece hızla uyum sağlamaktagecikmedi. Teknokentler ve Teknoloji GeliştirmeMerkezleri (Tekmer) üniversite-sermaye işbirliğiningerçekleştirilebilmesinin temel araçları oldular.

ODTÜ, bu yapılanmanın en iyi örneğidir.Öncelikle bilinçli olarak lisans öğrencileri azaltılıp,lisansüstü öğretimde yüksek rakamlara ulaşıldı.Böylece sermayenin ihtiyacı olan ucuz işgücükarşılandı. Teknokent ve altyapınınzenginleştirilmesi ile üniversite adeta teknokentinbir parçası haline geldi.

Burada gözden kaçan ayrıntı ise bilimin kiminiçin yapıldığı. Bir avuç asalak kapitalistin yararınateknoloji geliştirmek mi, yoksa insanlık için bilimüretmek mi? Üniversitelere aktarılan kaynaklarınhangi projelere verildiği düşünüldüğünde, busoruyu yanıtlamak gereksiz kalıyor.

Üniversiteler sermayenin arka bahçesi!

Düzen cephesi... Kızıl Bayrak � 19Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Anayasa değişikliğinin perde arkasıAkademisyenler tarafından

hazırlanan Anayasa taslağının TayyipErdoğan’a sunulduğu günden bu yanatartışmalar sürüyor. Bir yandan Anayasataslağı, “sivil, AB ile uyumlu, insanhaklarını gözeten ve ideolojik olmayan”bir metin olarak kamuoyuna sunulupcilalanırken, diğer yandan taslaklakaldırılması öngörülen kimi kurumlar,yeniden bölüştürülen yetkiler,değiştirilen kimi tanımlar tartışmanınmerkezine oturtuluyor. Bu haliyleAnayasa tartışmalarının geldiği boyutda açıklık kazanmış oluyor. BurjuvaziAnayasası’nı kendi ihtiyaçlarına uygunbir biçimde yenilemek noktasındaçoktan bir mutabakata varmış durumda.Tartışılan ayrıntılar yalnızca yetkiçatışmasının ve rant kavgasının birifadesi.

Tablo bu olduğu yerde henüz son hali verilmemişolan taslak metnin öncelikle tartışılması gerekenkısmını, eskisinden ne götürdüğü, yeniye ne getirdiğioluşturmuyor. Zaten taslak metin resmileşene kadar bukısımlar burjuvazinin kendi iç dengesine uygun olarakonlarca defa değişikliğe uğrayacak. Tartışmanın esasyanını taslak metnin hangi ihtiyacın ürünü olduğuoluşturacak. Zira bu zeminde yürütülecek bir tartışmahem içinden geçtiğimiz süreci, hem de önümüzdekidönemi kavrayabilmek açısından önemlidir.

Onlar sosyal yıkım saldırılarına el kitabı hazırlıyorlar!

Türkiye’de bugüne kadar gerçekleşen Anayasadeğişiklikleri incelendiğinde, hemen hemen tümkapitalist devletlerde olduğu gibi bu değişiklikleriniktisadi dönüşüm süreçleri ile paralel gerçekleştiğigörülecektir. Bir darbe anayasası olan ‘82Anayasası’nın toplumsal muhalefeti dizginleyen,rejimi aşırı savunan maddeleri tırpanlandığında daulaşılacak sonuç bu olacaktır. Sözkonusu hükümlerdışarı atıldığında elde kalan hükümlerin, 24 Ocakkararlarının gerektirdiği ortama göre toplumunyeniden şekillendirilmesinin zeminini sağlamayadönük olduğu rahatlıkla söylenebilir. 24 Ocak kararlarıile beraber yaşamın her alanında etkisini gösteren neo-liberal dönüşümler uygulamaya sokulmuştur. Budönemde öngörülen iktisadi adımların herbirindeAnayasa; uygulamaları mümkün kılan yapısınınyanısıra koruyucu bir kalkan misyonu da görmüştür.

24 Ocak kararları ile Türkiye’ye ihraç edilen neo-liberal dönüşümler, GATS ile beraber farklı ve dahagelişkin bir boyut kazanmıştır. Özel olarak hizmetsektörünü hedef alan GATS, Türkiye’de adım adımuygulamaya sokulmaya çalışılmıştır. GATS henüzimzalanırken, taraf devletlere belirli sektörlerle ilgiliistisnalar koymak, belirli konularda muaf olmak hakkıda tanınmıştır. Ancak bu hakkın yasal sınırı 10 yıldır.Yani GATS imzalandıktan 10 yıl sonra bütün ülkelerGATS’da geçerli olan tüm yükümlülüklerini yerinegetirmek zorundadır. Zaten sözkonusu 10 yıldevletlere bahşedilirken, bunun nedenleri de onlaraayrıntılı bir tarzda açıklanmıştır. Devletler bu sürezarfında toplumsal atmosferi GATS hükümlerininuygulanabileceği bir düzleme çekmek ve sözkonusuhükümlerin hukuki altyapılarını oluşturmaklayükümlüdürler. Gelinen yerde sözkonusu 10 yıllıksüre dolmuştur. Türkiye’de özelleştirmeler baştaolmak üzere, hizmet sektörünü hedef alan saldırıların

geçen yılları aşan kapsamı da işte bu yüzdendir.Kısacası GATS hükümleri uygulamaya konulmuş,

kamu, kamu hizmeti vb. tanımlamalar baştan aşağıdeğişmiş, ancak Anayasa aynen korunmuştur. İşteşimdilerde tartışılan sivil-demokratik Anayasa taslağıyeni kurumsal yapısıyla Türkiye’nin bugüne kadarkiörgüt modeli arasındaki açığı ve uyumsuzluğukapatmanın bir aracıdır. Daha anlaşılır bir dillesöyleyecek olursak, süregelen ve bundan sonra dasertleşerek sürecek olan sosyal yıkım saldırılarınaanayasal güvence getirilmek istenmektedir.

Zafer Üskül’ün ideolojisiz Anayasa söylemi ileKemalizmi Anayasa’dan çıkartalım tartışmalarıortalığı birbirine katarken, Özbudun’un Anayasataslağını sunduğu günden beri her fırsatta tekrarladığı“devletçilik ilkesi kesinlikle Anayasa’dançıkartılmalıdır” tekerlemesinin tepkisiz kabullenilmeside bundandır. Zira serbest piyasa ekonomisinibenimsemiş kapitalist devletin, devletçilik ile işyürütebilme şansı bulunmamaktadır. Bugüne kadarfiilen uygulamadan kaldırılmış olsa da, devletçilikilkesi kimi zaman yabancı yatırımın önünde bir engeledönüşebildiği gibi, özelleştirme süreçlerini de zorasokabilmektedir. İşte sermaye düzeni artık bu küçükpürüzlerle uğraşmayı istememektedir. Özbudun’undevletçiliğin Anayasa’nın dışında bırakılmasınıgerekçelendirirken kurduğu “…bugün, devletçiliğinmakbul bir ekonomi prensibi olduğu da çokkuşkuludur. Böyle bir anlayışla özelleştirmeler bileimkânsız hale gelebilir” cümlesi konuyu özetlerniteliktedir. Bu haliyle Anayasa değişikliği sonucundahangi kurum, hangi yetki ile donatılırsa donatılsın,hangi kurumun elindeki yetki tırpanlanırsatırpanlansın yeni Anayasa, son yıllarda dizginlerindenboşalan sosyal yıkım saldırılarının el kitabı olacaktır!

Anayasa değişikliği emperyalist bağımlılığı güçlendirmenin bir aracıdır!

AKP’nin seçimlerden birinci parti olarakçıkmasının ertesi günü sermaye çevrelerinden gelenaçıklamaların bütünü, AKP’nin Avrupa Birliği’neüyelik sorununu aşmasına ilişkindi. Yine aynıgünlerde Avrupa basınına yansıyanlar da AKP’ninseçilmesinin AB ilişkileri açısından nasıl da hayırlıolduğuna ilişkindi. Bunlar kuşkusuz rastlantı değildi;zira AKP 4,5 yıllık ilk hükümeti döneminde, iriliufaklı bir takım hatalar dışta bırakılırsa, gerek ulusalsermaye odaklarını, gerekse emperyalist odakları hiçyarı yolda bırakmadı. Aksine özelleştirme politikalarıgeçmişte olmadığı kadar hızlı ve pürüzsüz bir biçimdehayata geçirildi, kamunun tasfiyesinde büyük

mesafeler alındı. AKP’nin emperyalist-kapitalist dünyanın

efendileri ile kucaklaşma isteğine ve kirli ittifaklarınbir parçası olmak için attığı taklalara rağmen ABkapıları Türkiye’ye bir türlü açılmadı. Bunungerisinde Türkiye’nin iktisadi alt yapısının ve sosyaldurumun bu açılım için hazır olmaması yatıyorduelbette. Ancak öte yandan Türkiye AB uyumyasalarının hemen hepsini hayata geçirecek birmekanizmaya da sahip değildi. Sermaye içindeyaşanan bir takım çatışmalar yasal boşluklarla dabirleşince, atılması beklenen belirli adımların önünütıkamaktaydı. İşte yeni Anayasa ile çözülmek istenennoktalardan biri de budur. Özbudun’un “AİHS’ne veAB standartlarına tümüyle uyumlu bir Anayasa taslağıhazırladık” sözleri boşa söylenmemiştir. AB vebenzeri emperyalist çıkar örgütlerinin bir takımtaleplerinin karşılanması sürecinde engele dönüşenkurumların yetkilerinin sınırlandırılması, bir takımkurumların yeniden yapılandırılması hep bununlailişkilidir.

Bu Anayasa’nın taslağı elbette belirli demokratikhükümler de içerecektir. Zira bu da emperyalistçevrelerin talepleri arasındadır. Ancak dikkat edilirsegerek AB, gerekse ABD hiçbir dönemde Türkiye’denuygulamalı demokrasi istememiştir. Onların beklentisisalt böyle bir görüntü oluşturulabilmesidir.

Anayasa taslağıbaştan aşağıya ideolojiktir!

Bugüne kadar hazırlanan bütün Anayasalar gibitaslağı sunulan Anayasa da ideolojiktir ve doğal olarakbugün bunun aksini iddia eden akademisyenler vebürokratlar da bilerek ve isteyerek yalansöylemektedir. Türkiye’nin emperyalist-kapitalistdünyadaki gelişmelere entegre olma sürecinde ihtiyaçduyduğu araçlardan yalnızca biri olan bu metin,egemen sınıfın işçi ve emekçiler üzerindekitahakkümünün güvencesi, Türkiye’nin bir sürediriçinde bulunduğu iktisadi dönüşüm sürecinin birözetidir. Bu haliyle bu Anayasa’yı Özbudun’un yaptığıgibi ‘nötr’ diye tanımlamak gülünçtür. Anayasa saltburjuvazi içerisindeki farklı siyasal eğilimlere nötryaklaşabilir. Bunun koşulu da sözkonusu siyasaleğilimlerin, iktisadi dönüşüm süreci ile uyumlu birkonumlanış içerisinde olmalarıdır.

Anayasa henüz hazırlanmakta olduğu içintoplumsal yaşamda karşımıza çıkartacağı bir takımyenilikleri tartışmak için erken. Ancak iktisadi açıdanbugünkü gelişmelerin güvence altına aldığınısöylemek için metnin son halini görmek gerekmiyor.

Son söz yeni Anayasa açısından tartışılandemokratik açılımlara ilişkin. Din dersleri zorunluolmaktan çıkarılacak ve din-vicdan özgürlüğükorunacakmış. Düşünce ve ifade özgürlüğükorunmadan bu mümkün müdür? Kadınlara pozitifayrımcılık uygulanacakmış. Kadın üzerindeki çokyönlü azgın baskı ve sömürü koşulları sürerkenkadının toplumsal yaşamdaki ikincil konumu ortadankalkabilir mi? Kürtçe’nin seçmeli ders olarakokutulmasına açık kapı bırakılıyormuş. Kürt halkınıninkar ve imhası sürerken bu gelişme ne ifade edebilirki? Elbette bunların herbiri hangi nedendenkaynaklanırsa kaynaklansın birer gelişmedir, ancak busözde demokratik açılımların sınırları da görülmekzorundadır.

Bu açılımları demokratik kazanıma dönüştürecekolansa Anayasal metinler değil, hak alıcı bir mücadelehattıdır!

TİB-DER Başkanı’yla konuştuk...20 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu’yla iş cinayetleri üzerine konuştuk…

“Canımız ve haklarımız için dişe dişbir mücadele şart!”

- Tersaneler iş cinayetlerinin ve sakat kalmaların çoksık yaşandığı bir alan. Sizce iş kazalarının temel sebebinedir?

Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) YönetimKurulu Başkanı Murat Bayrak, yakın dönemdekendisiyle yapılan röportajlarda; iş kazalarının temelnedeninin işçilerin ihmalkarlığı olduğunu, “Anadolu’dangelen kır kökenli işçilerin cahil ve dikkatsiz” olduğunu,kazaların bu nedenle gerçekleştiğini vurgulamıştı. Oysabiz işçiler olarak şunu çok iyi biliyoruz; kazaların temelsebebi işçilerin cahilliği değil, tümüyle tersanepatronlarının kâr hırsıdır. Gerekli iş güvenliğitedbirlerini almayan tersane patronları bizleri bile bileölüme terketmektedir.

İlkel alet ve makinelerle çalışmak zorunda bırakılanişçiler ölümü enselerinde hissediyor. Boru bükmeyeyarayan es makinesinden tutun da kaynak motoruna,vinçlerden elektrik kablosuna kadar kullanılan her aletilkel, yıpranmış ve tehlikeli. Kazaların en önemli nedenibu. Ayrıca her önüne gelen işçiye her işi yaptırmaları dakazaları oluşturan bir diğer faktördür. Örneğin hiçbir işdeneyimi olmayan işçilere iskele kurdurmak ya daoperatörün işi olduğu halde işçiye vinç kullandırmakkazaya sebebiyet veren bir başka etkendir.

Kazaların bir başka nedeni ise işçilerin sırtında birkene gibi duran taşeronluk sisteminin varlığıdır. Binlerceişçiyi bölen, parçalayan, örgütlenmesinin önünde ciddibir engel oluşturan taşeronluk sistemi beraberinde işcinayetlerini doğurmaktadır. Her gemide 10’a yakıntaşeronun varlığı ve bunların iş yetiştirme telaşıkaçınılmaz olarak iş kazalarına neden oluyor.

Tersane patronlarının çözebilecekleri bir sorunişçinin hayatını tehlikeye atabiliyor. Örneğin AnadoluTersanesi’nde 213 No’lu tamir gemisine çıkanmerdivenler hem çok dik hem de dar. Buradan bir aybile olmadan toplam 18 işçi düştü. Biz müdahale ettik,idare savsaklamaya çalıştı. Israrcı olduk, şimdimerdiveni kaldırıp başka bir merdiven yaptılar. Ya daPendik Askeri Tersanesi’nde yaklaşık iki ay öncegemideki ana trafo patladı. Yaklaşık 20 işçi yaralandı.Çünkü aşırı yüklenilmişti trafoya, patlamasıkaçınılmazdı. Oysa çok basit bir çözüm vardı. Bir yerineiki trafo kullanılacaktı. Bu tür önlemlerin dahialınmadığı tam bir cehennem durumunda tersaneler.

Geçmişte oksijen ya da aygaz tüplerinin patlamasınabağlı ölümler gerçekleşirdi. Onun da çözümü basitti.Patronun 20 YTL para harcayıp ateşi geri tepen tüpbaşlıkları alması yeterliydi. 20 YTL masraf yapılmadığıiçin birçok işçi arkadaşımızı kaybettik.

Bir diğer sorun tabii ki iş güvenliği malzemelerininverilmemesidir. Bu durum yaralanma, sakatlanma,ölümlere neden oluyor. Gözlük verilmediği için onlarcaişçinin gözüne her gün çapak kaçıyor. Eldiven, baret veçelik burunlu ayakkabı da işçilere çok görülüyor. Uzmanolmayan kişiler tarafından kurulan iskelelerden düşerekyaşanan ölümlerin sayısı az değildir. Örneğin geçtiğimizyıl Çiçek Tersanesi’nde Nurdoğan Çelik iskeledendüşerek ağır yaralandı. Hastaneye kaldırılacağı yerdetersane patronları, hiçbir güvenlik malzemesi olmayanNurdoğan’ın kafasına baret, ayağına çelik burunluayakkabı, beline de emniyet kemeri bağladılar. Bir haftacan çekişerek öldü Nurdoğan. 19 yaşındaydı ve yeni

evliydi. İbrahim Dursunlar, Bekir Leventler, GünayAkarsular, Cabbar Ongunlar ve daha birçoklarının hayatı3 kuruşa bağlı.

Dışarıdan bu şekilde anlatıldığında garip gelebilir,insan dehşete düşebilir. Tıpkı bir korku filmi gibi. Amayaşananlar tamamen gerçek. İnsanların kafasının ağırmalzemeler altında kalarak ezildiği; denize düşen birişçinin 6 ay sonra çürümüş cesedinin çıkarıldığı;insanların kafasının gövdesinden ayrıldığı, patlamaylaısıdan baretin eriyerek kafatasına yapıştığı ve bir haftacan çekiştikten sonra öldüğü, tam bir cehennemtersaneler. Ve yaşam hakkı başta olmak üzere tümhakları yok sayılmış 25 bin işçinin çalıştığı bircehennem...

- İş cinayetlerine karşı işçilerin tepkisi yeterli mi?Tersanelerde ölümlerin durdurulması için neleryapılabilir?

Kuşkusuz havzada yaşanan iş cinayetlerine karşıtepkiler yeterli değil. İşçi arkadaşlar içten içeöfkelenseler de genelde tepki çok fazla değil. Çünkübelli kaygıları ve korkuları var. Eğer bu korkuları birtarafa bırakılıp öfke örgütlü bir güce dönüşemezse,tersane kapılarından sürekli tabutlar çıkmaya devamedecek. İşçilerin öncelikli kaygısı işsizliktir. Sistemindayattığı bir korku bu. Ötesinde taşeronluk sisteminin degetirdiği bazı sorunlar var. Bir taşeronda iş cinayetinekurban gitmiş bir işçinin cenazesine diğer taşeronlardaçalışan işçiler duyarsız durabiliyor. Yani iki ayrıtaşeronda çalışan işçiler birbirlerinin sorunlarınayabancılaşabiliyor. Öte yandan işçilerde devlettensorunların çözülebileceğine dair beklentiler var. İki haftaönce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş TeftişKurulu Başkanlığı, tersanelerde denetlemelerde bulunduve iş kazalarına bağlı ölümlerle ilgili rapor tuttu. Amaçiş kazalarını en aza indirmekmiş. Sonuç ne oldu? İkihafta sonra iki işçi yaşamını yitirdi.

Kuşkusuz tersanelerde yaşanan iş cinayetlerinin başsorumlusu üç kuruş harcamayarak bizleri ölümeterkeden tersane patronları ve onların örgütüGİSBİR’dir. Onlar bizden çaldıklarıyla lüks villalardayaşarken, o villalardan işçi ölümlerini umursamazcaizliyorlar. Eğlence merkezlerinde bir ayda harcadıklarıparayı iş güvenliğine ayırsalar iş kazalarının önemli birkısmını önleyebilirler. Ama işçi ölümleri onlarınumurunda değil. Onlar yine gemiyi şampanya patlatarakdenize indirecekler. İşçi kanına basarak kurdelekesecekler. Orada yine milletvekilleri ve bakanlarolacak. Ama hiç kimse ölen işçilerin adını dahianmayacak.

Bizler taleplerimizi haykırırken “işçi sağlığı ve işgüvenliği tedbirleri alınsın” diyoruz. Bunu söylemekkendi başına bir şey ifade etmiyor. Bu talebimiziyükseltirken tersane patronlarının öyle kolayından adımatmayacağı açık. Yapılabilecek tek şey örgütlenmek vekararlı bir mücadele yürütmektir. Derneğimiz bunun içinvardır. İşçiler, Tersane İşçileri Birliği çatısı altındaörgütlü mücadeleye atılmalıdır. Bu havzada diğersorunlarda dahil iş güvenliği konusunda 25 bin işçi nezaman söz söyler, o zaman sorun bir nebze olsunçözülebilir.

Tersane İşçileri Birliği olarak diyoruz ki, örgütlü vedişe diş bir mücadeleyle iş güvenliği tedbirlerinialdırmak da yetmez. Aynı zamanda bizim parçalarımızıntoplandığı tersanelerde, bizi ölüme ve sefalete mahkumeden patronların düzenini parçalamak gibi temelli birgörevimiz var.

Tersanelerde iş cinayetleri sürüyor. 21 Ağustosgünü Torgem Tersanesi’nde elektrik çarpması sonucuölen arkadaşımız Cabbar Ongun’dan sonra 23Ağustos günü de Selah Tersanesi’nde Güney Akarsuadlı bir arkadaşımızı iş cinayetine kurban verdik.

İş cinayetlerini protesto etmek amacıyla 25Ağustos günü saat 07.30’da Selah Tersanesi’ne yakınbir yerde kortej oluşturarak sloganlar eşliğindeyürüdük. TİB-DER olarak “Artık yeter işcinayetlerine son!” şiarlı pankartımızı açarak,sloganlarımızı haykırarak polis yığınağınınortasından geçtik. Tersane Caddesi’nin bir şeridinikapatarak Selah Tersanesi’nin önüne geldik. “KatilGİSBİR, katil Selah hesap verecek!”, “Artık ölmekistemiyoruz!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”,“Tersane işçisi köle değildir!” sloganlarımızı gür birşekilde haykırdık. Ajitasyon konuşmaları yaparak,tersane işçilerini iş cinayetlerine artık dur demeyeçağırdık. Uzun süren konuşmaların ardından basınmetnini TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu okudu.Açıklamada şunlar söylendi:

“Bütün bu yaşanan iş cinayetlerinin ve hakgasplarının baş sorumlusu GİSBİR’dir. Onlar 40 ayrıtersanenin patronları olarak bizim çalışma hayatımızıcehenneme çevirmek için Gemi İnşa SanayicileriBirliği’nde örgütlendiler. Bütün hak gasplarınıoradan örgütledikleri gibi, iş güvenliği tedbirlerininalınmaması da onların eseridir. TersanelerdeCabbar’ı da, Günay’ı da ve daha birçok arkadaşıkatledenler Gemi İnşa Sanayicileri Birliği’dir. İnşa

edilip denize indirilen her gemide biz işçilerin kanıbulunuyor. Tersane patronları da dökülen bu işçikanları üzerinden servetlerine servet katıyorlar.Bütün mülklerinde işçi kanı bulunuyor. Bizler Tersaneİşçileri Birliği olarak yaşanan bu katliamlara sessizkalmayacağız...”

Basın metninin okunmasından sonra kortejoluşturarak sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçtik. TuzlaGemi’nin önünde eylemimizi bitirdik. Eyleme 50tersane işçisi katıldı.

Limter-İş de bizimle aynı saatte Selah Tersanesiönünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.Açıklamayı önce Limter-İş yaptı. Limter-İş,açıklamamız bitene kadar oradan ayrılmayacağınıaçıkladı. Yer yer sloganların ortaklaştığı açıklamayaklaşık bir saat sürdü.

Tersane İşçileri Birliği Derneği

“Tersanelerde iş cinayetine son!”

İşçi-emekçi eylemlerinden... Kızıl Bayrak � 21Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

İşçi ve emekçi hareketinden...Telekom işçisi: “Şalter

inecek, bu iş bitecek!”Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü ile

Türkiye Haber-İş Sendikası arasında devameden 7. Dönem Toplu İş sözleşmesigörüşmeleri resmi arabulucu sürecinde tıkandı.22 Ağustos günü de anlaşma sağlanamadı.

Resmi arabulucu sürecinin tıkanmasıüzerine Türk Telekom işçileri uyarıeylemlerine devam ediyorlar. Telekom işçileri28 Ağustos günü Acıbadem Türk Telekom İlMüdürlüğü önünde yaptıkları eylemletalepleri karşılanmadığı koşullarda grevegitmekten çekinmeyeceklerini söylediler.Yüzlerce Telekom işçisi “Şalter inecek, bu işbitecek!” sloganını attı. Yoğun yağmur altındagerçekleştirilen eylemde işçiler tepkilerinicoşkulu sloganlarla gösterdiler.

Basın açıklamasını Haber-İş Sendikası AnadoluYakası Şube Başkanı Turgut Aktaş okudu. Aktaş, topluiş sözleşmesini masa başında bitirmek istediklerini,işverenin sunduğu teklifin çalışanların haklarını geriyegötürdüğünü dile getirdi. Kapsam dışı bırakılmakistenen personel konusuna da değinen Aktaş, böylecesendikal örgütlülüğü dağıtmak niyetinde olduklarınıvurguladı.

Açıklama Telekom işçilerinin talepleri kabuledilmediği durumda grev hakkının kullanılacağının ilanedilmesiyle son buldu. İşçiler “Direne direnekazanacağız!”, “Birleşen işçiler yenilmezler!”,“Telekom işçisi greve hazır!” sloganlarını attılar.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Otoyol ve köprülerde eylemhazırlığı

Yapı-Yol Sen Genel Başkanı Bedri Tekin,Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile bağlı birimlerde işbırakacaklarını açıkladı. Bayındırlık ve İskan Bakanlığıve ilgili genel müdürlüklerde çalışanların diğerkurumlarda çalışanlara göre daha az maaş aldığını dilegetirdi. Eylemin tarih ve ayrıntılarının, 29 Ağustosgünü Ankara’da yapılacak Yapı-Yol Sen GenelTemsilciler Kurulu toplantısında belirleneceğinisöyledi.

Harb-İş’te uzlaşmazlık sürüyorToplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla

sonuçlanması üzerine, “Grev yasağı olan sektörde”örgütlü Harb-İş Sendikası Yüksek Hakem Kurulu’nabaşvurdu. Toplusözleşme, Milli Savunma Bakanlığı,İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı veSahil Güvenlik Komutanlığı ile Akaryakıt, İkmal veNATO POL’da çalışan 26 bin işçiyi kapsıyor.

Toplusözleşme görüşmelerinin tıkanmasındakitemel neden, esnek çalışma maddelerinin dayatılması.İşveren bu toplu sözleşme sürecinde telafi çalışmasını,izin karşılığı fazla mesai ve esnek çalışmayı sendikayadayattı. Ayrıca servis uygulamasını kaldırmak istedi veyemekhanelerin özelleştirilmesinin adımlarını attı.

KESK’ten Erdoğan’a yanıt!KESK Genel Merkezi, Tayyip Erdoğan’ın 25

Ağustos günü Hizmet İş Sendikası’nın GenelKurulu’nda yaptığı konuşmaya yanıt verdi. Erdoğanyaptığı konuşmada greve hazırlanan sendikalar ileKESK’i hedef alan açıklamalar yapmıştı.

KESK tarafından yapılan açıklamada, seçim

meydanlarında fakir fukarının dertlerine çözümolacağını iddia eden başbakanın seçimlerin ardından busözlerini unuttuğu dile getirildi. 2004 yılı toplugörüşmelerinde, kamu emekçilerinin “grev ve toplusözleşme haklarının” kullanılır hale getirilmesiyönünde sözlü ve yazılı güvence verildiğini belirtenKESK, aradan üç yıl geçmesine rağmen hükümetinverdiği sözü tutmadığını ifade etti.

Açıklama “20 yıldır yürüttüğümüz mücadeleninmeşruiyeti ve haklılığıyla bundan sonra da kararlıyürüyüşümüzü sürdüreceğiz. 2 milyon kamuemekçisinin hakkı olan grev ve toplu sözleşmehakkımızı kullanacağız” sözleriyle sona erdi.

SSK’da grev kararı!Toplu iş sözleşmelerinde Kamu İşverenleri

Sendikası’nın dayatmacı tutumu nedeniyle Tez Koop-İşSendikası örgütlü olduğu TÜBİTAK, TC BaşbakanlıkGümrük Müsteşarlığı, TASİŞ ve SSK olmak üzere 4işyerinde grev kararı aldı. Tıkanma aşamasına gelenyerlerden biri olan Sosyal Sigortalar Kurumu İstanbulİl Müdürlüğü önünde Tez Koop-İş üyeleri 23 Ağustosgünü protesto eylemi gerçekleştirdiler. Eyleme, Yol-İş,Harb-İş, Belediye-İş, Petrol-İş yöneticileri de katıldılar.

Eylemde yapılan açıklamada; Kamu-İş’in işçilerinhaklarını geriye doğru götürdüğü, toplusözleşmegörüşmelerinde işveren sendikalarının çalışmasürelerinin uzatılması ve deneme süresinin arttırılmasıgibi dayatmalarda bulundukları belirtildi. Hayatageçirilmek istenen esnek çalışmaya değinildi. Bazımüdürlüklerde Tez Koop-İş üyelerinin baskılarlakarşılaştığı dile getirilerek, SSK çalışanlarına ek ödemetalebinde bulunuldu. Toplu sözleşmeye göre evrakkayıt işlerinde çalışan işçilere şimdiye kadar verilen işgömleğinin yanısıra iş pantolonu verilmesi talebinin deSSK yönetimi tarafından reddedildiği vurgulandı. 150işçiye iş pantolonu verilmesi gerektiği belirtildi.

Eylemde “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Zaferdirenen emekçinin olacak!”, “Kurtuluş yok tek başınaya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Toplu sözleşmehakkımız, grev silahımız!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Sanovel direnişi sona erdi!Silivri Çantaköy’de kurulu bulunan Sanovel İlaç

Fabrikası’nda çalışan 190 işçi sendikalaşma faaliyetiyürüttüğü için 5 Haziran’da işten atılmıştı. İşçilerin üçaydır sürdürdüğü direniş 27 Ağustos günü patronlayapılan görüşmenin ardından sona erdi.

Petrol- İş Sendikası’nda örgütlenen Sanovel işçileriüç ay boyunca fabrika önünde kararlılıkla direndiler veüretimi en alt düzeye indirdiler.

İşçiler bu süreçte fabrikaya yapılan iş başvurularını,zaman zaman ikna, zaman zaman da direniş kırıcıişçilere şiddet kullanarak engellediler. Ancak patron busüre zarfında hiçbir şekilde sendikayla görüşmeyi kabuletmedi.

Sanovel işçileri, devrimcilerin, partilerin,DKÖ’lerin desteğini 3 ay boyunca aldı. Sendika damanevi desteğin yanısıra 200 YTL maddi desteksunmaktaydı. Ancak bu yardım işçilerin ihtiyaçlarınıkarşılamaya yetmedi. Kararlı ve örgütlü bir tarzdahareket eden işçiler, patronun son önerisini sendikaylatartıştılar. Sonuçta sendikal haktan vazgeçmiş oldular.

Sürecin başında hiçbir şekilde tazminat ödemeyikabul etmeyen patronun ihbar ve kıdem tazminatlarınıödemeyi kabul etmesi üzerine, daha çok eski işçilerineğilimi ve sendikanın pasif tutumu ile direnişsonlandırıldı.

“İşçi-memur elele, genelgreve!”

Türk Telekom ve Haber-İş Sendikası arasında sürenTİS görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması vesendikanın grev kararı alması üzerine Haber-İş AdanaŞubesi 29 Ağustos günü Adana Büyük Postane önündebir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Türk Haber-İş Sendikası Adana Şube Başkanıİbrahim Kaya tarafından okunan basın metninde, “Bizsendika olarak işverenle bu süreç içinde her zamangörüşmeye açığız. Ancak devam eden yasal sürelerdede haklı taleplerimizin kabul edilmemesi halindeüzülerek belirtmek isterim ki; anayasal hakkımız olan‘grev kararını’ almak ve uygulamaya koymaktan başkaçaremiz kalmayacaktır.” denildi.

“İşçi-memur elele genel greve!”, “İşveren şaşırma,sabrımızı taşırma!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”sloganlarının atıldığı eyleme 80 işçi katıldı.

Kızıl Bayrak/Adana

Evin Taşımacılık’ta işten atmaTÜMTİS Bursa Şubesi yaptığı açıklamayla,

Büyükşehir Belediyesi’nin yolcu taşıma işlerini yapanBURULAŞ’a ait belediye otobüslerini işleten EvinTaşımacılık’ta çalışan sendika üyesi 3 işçinin patronunasılsız suçlamaları üzerine gözaltına alınmasını protestoetti. Açıklamada 192 işçiden 182’sinin sendikadaörgütlendiği dile getirildi. Seçimlerden sonra 6 işçinin,şimdi de 3 işçinin atıldığı ve asılsız suçlamalarlagözaltına alındığı belirtildi. Saldırılara karşımücadelenin kararlılıkla devam edeceği vurgulandı,dayanışma çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak/Bursa

TTTTeeeelllleeeekkkkoooommmm iiiişşşşççççiiii lllleeeerrrr iiii //// İİİİssssttttaaaannnnbbbbuuuullll TTTTeeeezzzz KKKKoooooooopppp---- İİİİşşşş

Sınıfa karşı sınıf!22 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Texim işçileri mücadeleyi yükseltiyor!Merter’de kurulu bulunan, 13 ülkeye ihracat yapan,

dikimhane, ütü-paket, modelhane ve kesimhanebölümleri olan Texim Tekstil Fabrikası’nda 400 işçiçalışıyor. Birkaç sokak ötede ise 200 işçinin çalıştığıTexim Triko işletmesi var. Texim’de gecikmeli de olsaher yıl bir kez zam yapılıyordu. Ancak patron 1 yıldanfazla bir zamandır zam yapmadığı gibi bu yıl da 8. ayakadar konuyla ilgili hiçbir açıklamada bulunmadı.İşçilerin zamla ilgili görüşme talebinde bulunmasıüzerine müdür işçileri yemekhaneye topladı vesektörün yaşadığı kriz nedeniyle “Euro 2 YTL’ninüzerine çıkana kadar zam yapmayacağım” dedi.

Eksik yatırılan sigortalardan patronların kötüdavranışlarına kadar birçok sorunun yaşandığı TeximFabrikası’nda ücretlere zam yapılmaması üzerine 17Ağustos günü işçiler zorunlu mesaiye kalmadılar. Ogünden beri zorunlu mesaiye kalmama eyleminisürdürdüler.

Küçükçekmece İşçi Platformu olarak, köleceçalışma koşullarının dayatıldığı Texim işçileriyleröportaj yaptık. Röportajın Kızıl Bayrak gazetesindeyayınlanmasının ardından haberi ve röportajı fotokopiile çoğaltan işçiler akadaşlarına ulaştırdılar.

Karşısında kararlı işçileri gören Texim patronuişçilere gözdağı vermek için 12 öncü işçiyi (birisiraporlu olduğu halde) işten çıkarttı. İçeridekikararlılığı kırmaya çalıştı. Çay saatlerinde çay,mesailere kalmayan işçilere ise servis verilmemeyebaşlandı.

Küçükçekmece İşçi Platformu olarak işçilerleyaptığımız toplantıda, bu sorunların sadece Texim’dedeğil tekstildeki tüm fabrikalarda yaşandığınıvurguladık. Saldırıların ancak işçilerin birleşikmücadelesiyle püskürtülebileceğini söyledik. İşçilerde, bugüne kadar sorunlar karşısında sesçıkarmadıklarını, her geçen gün sömürünün daha dafazla artarak yaşamlarını çekilmez hale getirdiğiniifade ettiler. “Başka fabrikalarda da aynı sorunlarıyaşayacağımızı gördük” dediler. Bu yüzden haklarınıalıncaya kadar mücadele edeceklerini, kaybedecekleribir şeyleri olmadığını belirttiler.

Toplantıda yasal-hukuki sürecin başlatılmasının

yanısıra fabrikada yaşanan sorunları ve talepleri içerenbir bildiri çıkartmaya karar verdik. Bildirinindağıtılmasının ardından değerlendirmek üzere aynıgünün akşamı bir toplantı daha yapmaya karar verdik.

“Kurtuluş yok tek başına,ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

24 Ağustos günü öğle tatilinde, işten atılan işçilerledayanışma çağrısı yapan bildirileri Texim işçilerineulaştırdık. Dağıtım sırasında işçilerin yoğun ilgisi ilekarşılaştık. Bundan rahatsız olan Texim patronu,kolluk güçlerini çağırarak dağıtımı engellemeyeçalıştı. Kolluk güçleri kararlı tutumumuz karşısındaTexim yetkilisine bir şey yapamayacaklarını söylediler.Bizler de işçilerle sohbet ederek, öğle tatili bitenekadar dağıtımımızı sürdürdük.

Akşam çıkışta mesaiye kalmama eylemine katılanve işten atılan işçilerle birlikte toplam 70 işçiyletoplantı yaptık. Önce bildiri üzerine bir değerlendirmeyaptık. Tek tek işçiler fikirlerini belirttiler. Patronunbaskıcı ve insanca yaşam koşullarından uzak birçalışma ortamı dayattığını ve bu kötü koşullardaçalışmamak için ne gerekiyorsa yapacaklarınısöylediler. Bizler de Texim işçilerinin bumücadelelerinin meşru olduğunu, platform olarakTexim işçilerinin yanında olduğumuzu ve her türlüdesteği vereceğimizi vurguladık.

Ayrıca Texim patronuna köle olmadığımızı, işçiolduğumuzu göstermemiz gerektiğini, buradaki hakarama mücadelesinin tüm fabrikaları daetkileyebileceğini belirttik.

Toplantı sırasında işçiler o hafta izinde olup 27Ağustos günü işbaşı yapacak olan 15 işçinin deçıkışının verildiğini söylediler. Toplantı sonundaaşağıdaki kararları aldık:

* 27 Ağustos günü öğle tatilinde, çalışanların dakatılabileceği bir basın açıklaması gerçekleştirerek,Texim’de yaşanan sorunların ve işçilerindayanışmasının kamuoyuna duyurulması.

* İçerideki arkadaşların zorunlu mesailerekalmama eylemlerini sürdürmeleri.

* İşyeri komitesi oluşturarak her türlü saldırınındaha örgütlü bir tarzda karşılanması.

Ayrıca KİP olarak, süreç boyunca iş yavaşlatma,yemek boykotu vb. eylemleri önerdik. Bildiri ve afişgibi önerileri daha sonraki toplantıda netleştirmeküzere toplantıyı sonlandırdık.

“Köle değil işçiyiz, birleşince güçlüyüz!”

27 Ağustos sabahı basın açıklamasından önce iştenatılan arkadaşlarla biraraya geldik. Yaptığımızdeğerlendirmede, işten çıkarılması kararı alınanizindeki 15 işçinin sabah çıkarılmadığını ve işbaşıyaptıklarını öğrendik.

Texim işçilerinin taleplerini içeren dövizler ve“Köle değil işçiyiz, birleşince güçlüyüz!/Teximişçileri” imzalı pankartı açarak eylemi fabrika önündealkışlarla başlattık. “Texim işçisi yalnız değildir!”,“İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!”, “Kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “İşçilerinbirliği sermayeyi yenecek!” sloganları ile basınaçıklamasına başladık. Texim’in sektördekikonumundan dolayı basının yoğun ilgisi ile karşılaştık.Açıklamada öncelikle Texim patronunun yasadışıuygulamaları teşhir edildi.

Açıklamanın sonuna yetişen Texim patronu canhavliyle “Ben fabrikanın sahibiyim” diyerek kendisinibasının önüne attı. “Burada işçilere haklarınıveriyoruz. Benim işçilerimin hiçbir sorunu yoktur”dedi. Bunun üzerine işçiler sigorta primlerininyatmadığını, zam istedikleri için işten atıldıklarınısöylediler. Texim patronu sorulara cevap veremeyerek,“işçilerimi kışkırtanlar var, ben zam verecektim” dedi.Atılan ve basın metnini okuyan işçi arkadaşa dönerek“seninle konuşmadık mı?” dedi. Atılan arkadaş ise“evet zam için konuşmaya geldiğimde beni odadanattınız ya!” dedi. Bunun üzerine iyice yüzsüzleşen vene yapacağını şaşıran Texim patronu “olur böyleşeyler” dedi.

Bu sırada işçiler kararlı ve coşkulu bir şekilde“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” sloganını attı.Biz dağılırken Texim patronu Haldun Boz “ben debasın açıklaması yapacağım” diyerek basını içeri davetetti.

Atılan arkadaşlarla öğle yemeğine çıkacak işçiarkadaşları beklemeye başladık. Arkadaşlar büyük birheyecanla yanımıza geldiler. 60 kadar işçiyle birdeğerlendirme toplantısı yaptık. KİP olarak söz aldık;Merter’de uzun zamandır böyle bir eyleminolmadığını, şimdi daha fazla kenetlenmemizgerektiğini ifade ettik. İçerideki arkadaşlara daha çokgörevin düştüğünü, sürecin işyeri komitesioluşturularak iş çıkışlarında alkışlı protesto, yemekboykotu, iş yavaşlatma eylemi ile devam ettirilmesigerektiğini söyledik. Yanısıra yasadışı uygulamalarıteşhir eden ve Texim işçilerinin kararlılığını anlatanbildiri ve afişlerle bölgedeki tekstil işçilerine çağrıyapma kararı aldık. Bu çalışmaların maddi yönünükarşılamak için ortak bir bütçe oluşturmaya kararverdik. Değerlendirme konuşması ilgiyle dinlendi.Arkadaşlar da düşüncelerini belirttiler. Ardından afişve bildiri için bütçe oluşturuldu.

Texim patronu işçilerin birlik olması ve ortakhareket etmesi sonucu köşeye sıkışmıştır vekorkmaktadır. Texim işçileri birlik oldukları koşullardapatronun ne kadar aciz olduğunu görmüşlerdir. AyrıcaTexim işçisi Merter’de kurulu bulunan ve Texim’leaynı koşullarda çalışan binlerce tekstil işçisinintalebini haykırarak, onların da sesi soluğu olmuştur.

Küçükçekmece İşçi Platformu

Bizler Texim Fabrikası’nda çalışan 400 işçiyiz.Çoğumuz bu fabrikada çalışan 2-3 yıllık işçiyiz.Texim patronu bizleri yıllardır keyfi ve hukuksuz birbiçimde çalıştırıyor.

Bu keyfi ve hukuksuz uygulamaları şöylesıralayabiliriz:

* Sigortalarımız 6 ayda 10’ar gün olarakyatırılıyor,

* Asgari ücrete yani sefalet ücretineçalıştırılıyoruz,

* Bordrolarımız verilmiyor,* Zorunlu mesailere bırakılıyoruz. Kimi zaman

sabahlara kadar çalıştırılıyoruz. Mesai ücretlerisabahlamalar için %75 olması gerekirken %50,Pazar günleri için ise %100 olması gerekirken %75olarak hesaplanıyor,

* Servis geç geldiği koşullarda bizimücretlerimizden kesinti yapılıyor,

* Şeflerin ve müdürlerin sürekli küfür vehakaretlerine maruz kalıyoruz. Şefler ve müdürlerağza alınmayacak küfürler savuruyorlar,

* Yoğun ve kötü koşullarda çalıştırılmamızdandolayı hastalanan arkadaşlarımız fenalaşıpçalışamayacak halde olduklarında bileçalıştırılıyorlar,

* Hasta olduğumuz durumlarda bile doktor rapor

vermiyor,* Sabahlamalarda sürekli kahvaltı veriliyor.Yukarıda belirttiğimiz ve örneklerini verdiğimiz

gibi Texim patronu, biz işçileri keyfi, hukuksuz vehiçbir kural tanımadan köle olarak çalıştırmakistiyor. Bu uygulamalara artık tahammüledemiyoruz/etmeyeceğiz. Bu uygulamalara karşısesimizi yükselttiğimiz için Texim patronunun iştenatma saldırına maruz kaldık. İlk olarak 22 Ağustosgünü 11 işçi arkadaşımız işten atıldı. Üstelik bir işçiraporlu olduğu halde atıldı. İşten atma saldırısı yinedevam ediyor. (...)

Texim patronu bu saldırı ve baskılarla biziyıldırmaya, birlik ve beraberliğimizi engellemeyeçalışıyor. Ama artık biz haklarımıza sahip çıkmakkonusunda kararlıyız.

Texim patronu bir taraftan “zor durumdayız,daralmaya gitmemiz zorunlu” diyor. Ama diğertaraftan da 200 işçinin çalışabileceği yeni bir trikobölümünü üretime açıyor. Demek ki Teximpatronunun derdi başka. O kendisi için köle olarakçalışacak işçiler arıyor. Ama bizler bu köleliği kabuletmeyeceğiz. Bizlerin sırtından ve alınterimizdençalan, servetine servet katan Texim patronuna artıkdur diyoruz. (...)

Texim İşçileri

Eylemde okunan basın açıklaması metninden...“Haklarımıza sahip çıkmak konusunda kararlıyız”

Mücadeleden başka bir yol yok! Kızıl Bayrak � 23Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Tarım işçilerinin sömürü ve baskıya karşıörgütlenmekten başka yolu yok!

Yaşamın tüm zenginliklerini üreten işçi sınıfı, buzenginliklerden faydalanamamakta, açlıkla,yoksullukla ve ölümle yüzyüze yaşamaktadır.Soframızdaki ekmekte, yediğimiz aşta emeği olantarım işçilerinin durumu, kapitalizmin kuralsız,acımasız ve çirkin yüzünü çok açık bir şekilde gözlerönüne sermektedir.

Çoğunluğunu kadın ve çocuk işçilerinoluşturduğu tarım işçileri, eğer kamuya ait birişletmede sendikalı çalışmıyorlarsa (ki çoğu budurumdadır), en korunmasız işçilerdir. İş Yasası’ndayerleri yoktur. 50 ve daha az işçinin çalıştığıişyerlerindeki tarım işçileri yasa kapsamı dışındadır.Böylece bugün sayıları milyonu bulan tarım işçileri,İş Yasası’nda yer alan kısmi uygulamalardan; örneğin,çalışma sürelerini düzenleyen kurallardan, hafta tatilive yıllık ücretli izin haklarından, işten çıkartılmayakarşı koruyucu düzenlemelerden, ihbar ve kıdemtazminatlarından yoksun olarak çalışmaktadır. İşçisağlığı ve iş güvenliğine ilişkin koruyucudüzenlemeler de yine 50 ve daha az sayıda işçininçalıştığı işyerleri için geçerli değildir. Özel sektördeise genelde sigortasız çalıştırılmaktadır. Gerçekte50’den fazla işçi çalışıyor olsa bile, işçilerin önemlibir bölümü kaçak çalıştırıldığından, İş Yasasıhükümlerinin uygulattırılması mümkünolamamaktadır.

Tarım işçilerinin sosyal güvenlik açısından dayasalarda yeri yoktur. İlk kez ‘77 yılında 506 sayılıSosyal Sigortalar Yasası kapsamına alınmışlardır.Sadece kamu işletmelerinin işçileri ile özel sektördeücretli ve sürekli çalışanlar bu kapsamdadır. ‘83yılında kabul edilen 2925 sayılı Tarım İşçileri SosyalSigortalar Kanunu ise süreksiz işlerde çalışanlarıkapsamakta, primleri işçi ödemekte, işverenin primödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır.

4857 sayılı İş Yasası uyarınca çıkarılanyönetmeliklerin bir bölümü işçi sağlığı ve işgüvenliğine ilişkindir. Örneğin 16 Haziran ‘04tarihinde yürürlüğe giren Ağır ve Tehlikeli İşlerYönetmeliği, tarımsal ilaçların kullanılması,hayvansal gübre işleri gibi bazı işlerde kadınların ve18 yaşını bitirmemiş gençlerin çalıştırılmasınıyasaklamaktadır. Ancak bu yasak da yalnızca 50’denfazla işçinin çalıştığı tarım işyerleri için geçerlidir.

Tarım sektörünün kendi koşullarından dolayı yılınbazı dönemleri işlerin yoğunlaşması nedeniylesayıları artan mevsimlik ya da gündelikçi işçilerinyaşadıkları sorunlar ise daha katmerlidir. Mevsimliktarım işçileri ancak yaşanan kazalarla gündemde yerbulabilmektedir. Geçtiğimiz ay yaşadıkları kazalarınbilançosu şöyledir:

* Kırıkkale’de tarım işçilerinin yaşadığı kazansonucu 22 yaralı!

* İzmir Ödemiş’te tarım işçilerinin yaşadığı kazasonucu 23 yaralı!

* Şanlıurfa’da tarım işçilerinin yaşadığı kazasonucu 52 yaralı!

* Adıyamanlı tarım işçilerinin Sivas’ta geçirdiğikaza sonucu 24 ölü! Ölenlerin 12’si çocuk!

* Şanlıurfa’daki kazan sonucu 18 ölü!Hatırlanırsa Urfa Ceylanpınar’da da geçtiğimiz yıl

yaşları 12-15 arasında değişen 40’a yakın işçiyitaşıyan kamyon dereye düşmüş, 9 kadın yaşamınıyitirmişti.

Mevsimlik tarım işçileri ucuz emeğe ihtiyaçduyulan tarım alanlarında çalışmak üzere kamyonkasalarına, traktör römorklarına, şehirler arasıyolculuğa elverişsiz minibüslere doldurulmakta, tamda bu nedenle kazalar olmaktadır. Çalışma biçimindenkaynaklı yaşadıkları ise iş kazası sayılmamakta,sigortasız olan işçiler ve yakınları mağdur olmaktadır.

Mevsimlik işçiler burjuva basında, oldukça düşükbir ücret için ölümü göze almaları nedeniyle haberkonusu edildiler. Şanlıurfa’da 18 işçinin öldüğü kazaarkasından çıkan haberlerde “7 YTL uğruna öldüler”diyen sahibinin sesi medya, her zaman olduğu gibi bukazanın gerçek sorumlularını gizlemek istiyordu.

Yaşanan kazalar medya tarafından tarım işçilerininkendi sorumsuzluğu olarak sunuluyor. Bu haberlerdeişçilerin neden düşük ücrete razı olduklarına dairsorgulamalara yer yok tabii ki!

Bu kazanın ertesinde medya kendinden beklenenhaberi yapmak için yine görev başındaydı. Ancakgerçekleri ne kadar saptırmak isteseler de bu kolayolmuyor. Medyada haber şöyle yer alıyor:Şanlıurfa’da 18 işçinin öldüğü kazanın ertesi günütrafik kontrolü yapan ve imajını kurtarmaya çalışanpolis, kamyon kasasında tarlaya götürülen 25 tarımişçisini taşıyan kamyon şoförüne ceza kesiyor.Göstermelik bir önlem olarak trafik kontrolününhaberini yapan medya mensubunun sorusu üzerinemevsimlik kadın işçiler bir gerçeği yalın bir dilleortaya seriyorlar: “Mecbur olmasak zaten buradaolmayız, çünkü yaşamak için çalışmak zorundayız”!

Yaşamak için çoğu durumda 3-5 YTL arası günlükücretle çalışmaya razı edilen mevsimlik tarım işçileriücretlerinin bir bölümünü “elçi”, “dayıbaşı”, “çavuş”denilen aracılara komisyon olarak veriyor. İşçilerinyaşadıkları yerden çalışacakları yerlere ulaşımını,nerede, hangi işlerde çalışacağını da bu aracılardüzenliyor. Çoğunlukla kamyonların kasalarınadoldurulup taşınıyorlar. Genellikle çadırlardakalıyorlar. Sağlıklı su ve kanalizasyon imkanlarındanuzaklar. Sosyal güvenceleri, sigortaları yok. Sağlıksorunlarını kendileri çözmek, maliyetini üstlenmekzorundalar.

Tarım işçilerinin yaşadıkları kader değil kuşkusuz.Sağlıksız ortamlarda günde 12 saate yakın çalışan vealdıkları oldukça düşük ücretle yaşamaya zorlanantarım işçilerinin durumu, kapitalist sistemin en gerçekve kirli yüzünü oluşturuyor. Yaşanan kazalar da, tarımişçilerine kapitalistler ve onun devleti tarafından nekadar değer verildiğini gözler önüne seriyor.

Yaşadıkları yoğun emek sömürüsünün dışındamevsimlik tarım işçilerinin Kürt olmasından kaynaklıyaşadıkları diğer sorunlar da üzerinde durulmasıgereken bir olgudur. İnsan Hakları Derneği adınayapılan bir açıklama bu konuya şöyle işaretedilmektedir:

“İşçilerin tamamının Bölgeden olduğu ve 1990’lıyıllarda yakılıp boşaltılan köylerden zorla göçettirilen insanlar olduğu göz önüne alınmalıdır.İnsanlık onuruna aykırı koşullarda, temiz suyun,kalacak yerin dahi sağlanmadığı yerlerde yaşamakzorunda kalan bu yurttaşlarımız, aynı zamandagittikleri yerlerde ciddi ayrımcılığa ve dışlanmaya damaruz kalmaktadırlar Sorumluları, küçücükbedenlerin minicik elleriyle topladıkları ürünlerdenelde edecekleri rantın peşine düşmek yerine vicdanive sorumlu davranmaya çağırıyoruz.”

Tarım işçileri örgütlenip mücadele edemediklerisürece, sadece kuralsız bir baskı ve sömürüyü değil,kaza adı altında katliamları da yaşamak zorundakalacaklardır. Tarım işçilerinin, emeklerini korumakiçin, İş Yasası’nda tarım işçileri aleyhine olanhükümlerin kaldırılması ve yeni haklar için örgütlenipmücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenekleriyoktur.

Çeteleşme ve Yozlaşmaya Karşı Sarıgazi HalkFestivali 24-25-26 Ağustos tarihlerinde SarıgaziFestival alanında gerçekleşti. 3 gün boyunca çeşitlipaneller, tiyatro gösterimleri ve konserlerdüzenlendi. Festival bünyesinde “ulusal sorun”,“tecrit ve hapishaneler”, “yozlaşma ve çeteleşme”konulu paneller yapıldı.

Ulusal sorun gündemi ile ilgili gerçekleşenpanelde çeşitli siyasetlerin temsilcileri konunungenel kapsamına ilişkin görüşlerini ifade ettiler.Genel olarak sorunun devrim sorunu olduğunubelirtmekle birlikte Kürt sorununun bugünküdurumuna ve bu çerçevedeki görevlere ilişkin farklıvurgular yaptılar.

Çeteleşme ve yozlaşma konulu paneldekonuşmacılar çeteleşme ve yozlaşmanın emekçisemtlerde nasıl yaşandığını, kendi kurumlarınınyürüttükleri mücadeleleri anlattılar.

Hapishaneler ve tecrit başlıklı paneldekonuşmacılardan biri olan Av. Behiç Aşçı tecritsorununun tam olarak çözülmemekle birliktegenelgenin önemli bir kazanım olduğunu dilegetirdi. TUYAB adına yapılan konuşmada isehapishanelerdeki uygulamalara ve devrimcitutsakların karşı karşıya kaldığı saldırılaradeğinildi, devrimci tutsaklarla dayanışmanın

önemine işaret edildi. Mücadele Birliği temsilcisiVefa Serdar ise 19 Aralık direnişini anlatarakcezaevlerinde sergilenen direnişin önemine vurguyaptı.

Her bir panele 150 civarında katılım gerçekleşti.Panellerin ardından biri tecrit diğeri yozlaşmakonulu iki tiyatro oyunu sergilendi.

Üç gün boyunca Grup Göç, Koma Sarya, GrupVardiya, Grup Munzur, Nurettin Güleç, HasanSağlam, Grup Yorum’un aralarında olduğu birçoksanatçı ve müzik grubu sahneye çıktı. Ayrıca akşamprogramlarında kadın sorunu, sendikal mücadele veemperyalizm başlıklı sunumlar gerçekleştirildi.

HÖC, ESP, Partizan, DHP, DHD, AKADER,Mücadele Birliği ve ODAK tarafından örgütlenenfestivale binlerce emekçi katıldı. Devrimcistandlara ilgi önceki senelere göre daha yoğunoldu.

Komünistler de üç gün boyunca açtıkları standlasınıfın devrimci partisinin sesini Sarıgaziliemekçilere ulaştırdılar. Gazete ve kitap satışıgerçekleştirdiler. 1 Eylül gündemli bildiri dağıttılar.

Devrimci kurumlar tarafından örgütlenenböylesi bir festivalde kürsüden slogan atılmamasıyönünde yapılan sürekli uyarılar dikkat çekti.

Kızıl Bayrak/Ümraniye

Sarıgazi Halk Festivali coşkuyla gerçekleşti!

Yeni bir kültür, yeni bir dünya!24 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Festivale 5 bin işçi, emekçi ve genç katıldı...

4. Mamak Kültür-Sanat Festivalibaşarıyla gerçekleşti!

Mamak’ta artık bir mevziye dönüşen kültür-sanat festivalinin dördüncüsü 24 Ağustos akşamıetkinliklerle başladı.

Festival saat 19:30’da devrim şehitleri anısınayapılan saygı duruşu ve Avusturya İşçiMarşı’nın hep bir ağızdan söylenmesiyle başladı.İlk olarak Mamak İşçi Kültür Evleri adına birkonuşma yapıldı. Konuşmada, emekçilerin birliğive ortak mücadelenin gerekliliği vurgulandı,festivalin bu açıdan taşıdığı önem ifade edildi.Bölgedeki yoksulluk ve yozlaşmaya değinilerek,işçi ve emekçilere yozlaşma ve yoksulluk dayatansermaye iktidarına karşı mücadele etmekten veörgütlenmekten başka bir yol olmadığı vurgulandı.İşçi Kültür Evleri’nin kültür-sanat alanında, işçisınıfının devrim ve sosyalizm mücadelesinde tuttuğuyer anlatıldı. Sömürü düzeninden tek kurtuluşun,devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektengeçtiği ifade edildi.

Konuşmanın ardından Dertli Divani sahneye çıktı.Divani programına başlamadan önce kısa bir konuşmayaptı. Farklı kültürlerin eşit bir şekilde bir aradayaşamasının önemine değindi. İşçi ve emekçilerin dil,din, kültür, mezhep gibi bir takım farklılıklarınınkullanılarak birbirlerine düşürülmeye çalışıldığını ifadeetti. Emekçilerden bu tür oyunlara karşı bilinçli birtutum almalarını istedi. Bu çerçevede İşçi KültürEvleri’nin yürüttüğü çalışmaların önemine vurgu yaptı.Emekçileri bu tür kurumlar ile birlikte davranmaya vedayanışmaya çağırdı. Divani’nin seslendirdiği deyişlerve semahlar ilgiyle izlendi. Divani programını savaşsızve sömürüsüz bir dünya özlemiyle sonlandırdı.

Mamak İşçi Kültür Evleri adına yapılan ikincikonuşmada devrim mücadelesinin güncelliği vezorunluluğu somut örneklerle anlatıldı. Konuşma kitletarafından ilgiyle dinlendi.

Hasan Sağlam seslendirdiği türkü, marş vehalaylarla kitleye coşturdu. Birçok marşın hep birağızdan söylendiği coşkulu bir atmosfer oluştu.Devrimci marşların yanısıra Kürtçe ve Zazaca parçalarsöylendi. Halaylara yoğun katılım oldu.

Mamak İşçi Kültür Evleri Şiir Topluluğu devrimve sosyalizm mücadelesini anlatan şiirlerini sundu. İlkgünkü program şiir dinletisiyle son buldu.

Etkinlik boyunca açılan dayanışma standları ile işçive emekçilerin festivale katkıları örgütlendi. Mamaklıişçi ve emekçilerin maddi olarak da festivalisahiplenmeleri sağlandı. Kadın Komisyonu’nunsemtteki emekçi kadınlarla birlikte hazırladıklarıkermes standı da emekçilerin ilgisini çekti.

Eksen Yayıncılık kitapları birçok emekçi tarafındandikkatle incelendi. Hem Kızıl Bayrak standında hem depark içinde gerçekleştirilen satışlarda 100’ü aşkın KızılBayrak gazetesi işçi ve emekçilere ulaştırıldı. Açılanstandlarda pek çok emekçiyle sohbet edildi ve İşçiKültür Evleri tanıtıldı.

2. gün…2. gün etkinlikleri 25 Ağustos günü saat 19:00’da

başladı. Açılış konuşmasının ardından Mamak İşçiKültür Evleri Çocuk Tiyatrosu sahne aldı. Mamaklıemekçiler, çocukların yüreklerinin temizliği veheyecanıyla hazırladıkları kısa oyunu ilgiyle izledi.“İnsan kendi gücünün farkına varmalı” sözleriyle sona

eren oyun emekçilerden yoğun alkış aldı. Ardındançocuk tiyatrosunu hazırlayan kültür evi çalışanıarkadaşımız kısa bir konuşma yaptı.

İzmir’den katılan Grup Kavel devrimci coşkusu ileMamaklı emekçileri selamladıktan sonra programınabaşladı. O sırada başlayan yağmura rağmen programdevam etti. Yağmur kitlede bir parça dağılmayaşanmasına neden olsa da etkinliğin devam ettirilmesiemekçilerin alanda kalmasını sağladı. Yağmur altındaçekilen halaylar kitleyi toparladı. Grup Kavel devrimcitürkü ve marşlardan oluşan güçlü bir program sundu.Kürtçe ve Zazaca ezgilerin yer aldığı program boyuncaalana coşku hakimdi. Toplam iki saat süren konserinaralarında İşçi Kültür Evleri ve Mamak İşçi KültürEvleri Gençlik Komisyonu adına birer konuşmayapıldı. Konuşmalarda sermaye düzeninin şovenizmzehriyle işçi ve emekçileri kuşattığı bir süreçte“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarınıyükseltmenin önemi vurgulandı. Festivalin eşit, özgür,kardeşçe bir dünya mücadelesinde önemli bir mevziolduğu ifade edildi. Konuşmanın sonunda “Yaşasınhalkların kardeşliği!” sloganı coşkuyla atıldı. Gençlikkomisyonu adına yapılan konuşmada ise gençlermücadeleye ve örgütlenmeye çağrıldı. Grup Kavel’inkonseri Çav Bella marşı ile sona erdi.

Etkinlik “Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslimolmayacağız!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”sloganlarının coşkuyla atılmasıyla sona erdi.

3. gün…Festivalin 3. günü de başarıyla gerçekleşti. İki gün

boyunca süren olumsuz hava koşullarına rağmen songün festivale emekçilerin gösterdiği yoğun ilgi dikkatçekti.

Program açılış konuşmasıyla başladı. Ardındanİzmir İşçi Kültür Sanat Evi’nden Kavel MüzikGrubu devrimci marşlardan ve kendi bestelerindenoluşan bir program sundu.

Daha sonra İzmir Çiğli İşçi Kültür Evi Sanat EviYürekli Şiir Topluluğu’nun şiir dramatizasyonu sahnealdı. Dinleti ilgiyle izlendi. Bu sırada atıştıran yağmuraltında Mamak İşçi Kültür Evleri TiyatroTopluluğu’nun su sorununu konu alan “kukla oyunu”sergilendi. Oyun beğeniyle izlendi. Daha sonraçocuklara yönelik yaz çalışmasının ürünlerindenMamak İşçi Kültür Evleri’nin halkoyunu atölyesininhazırladığı Urfa yöresinden kısa bir oyun sahnelendi.Halk oyunu gösterimi ilgiyle izlendi.

Yakamoz Müzik Grubu deyişlerden, halaylardan,türkülerden oluşan bir program sundu. Grup Yakamozprogramına “kardeşliğin ve dostluğun olduğu bir yaşam

için türkülerimizi söylüyoruz” sözleriyle başladı. Müzikprogramı halaylarla son buldu.

Mamak İşçi Kültür Evleri adına yapılankonuşmada ise şunlar söylendi:

“Yüreğinden dostluğu ve kardeşliği eksik etmeyenMamaklı emekçiler festivalinize hoş geldiniz. Bu festivalyalnızca bir şenlik değil Mamak’ta yoksulluğa veyozlaşmaya karşı yakılmış bir direniş ateşidir. Kendigücümüzün farkına varmaktan, kendi kurtuluşumuz içinmücadeleye sarılmaktan başka kurtuluşumuz yok.Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı durmanın tek yoludevrim ve sosyalizm mücadelesine daha sıkı sarılmaktır.Devrimci kültür sanat çalışmalarına katılmak,sorunlarımız için yanyana gelmek bu kavgayı büyütmekanlamına gelmektedir. Gelin bu ateşi birlikte dahagüçlü harlayalım!”

Konuşma sırasında “Yoksulluğa mahkum,yozlaşmaya teslim olmayacağız!”, “Yaşasın devrim vesosyalizm!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraberye hiçbirimiz!” sloganları hep birlikte atıldı. Mamaklıişçi ve emekçiler yapılan çağrıya yanıtlarını coşkulualkışlarla verdiler.

Konuşmanın ardından Mamak İşçi Kültür EvleriŞiir Topluluğu devrimci direniş geleneğini anlatansinevizyon gösterimi eşliğinde şiirlerini sundu.Mamaklı emekçiler dinleti sırasında devrimciönderlerin görüntülerini ayakta alkışladılar.

Festivale mesaj gönderen Bir-Kar, Partizan veDHP’nin mesajları okundu. Mamak İşçi Kültür EviGençlik Komisyonu’nun 1 Eylül’de düzenleyeceğietkinliğe çağrı yapıldı.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu adına yapılankonuşmada düzene karşı devrim safında yer almanınyakıcılığına değinildi. Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimKaypakkaya’nın açtıkları yoldan düzene karşı devrimdavasında ilerlemenin, devrimci mücadelede ısrarınyaşamsal önemine vurgu yapıldı.

Ali Ekber Eren sahneye çıktığında saat 22.00olmuştu. Olumsuz hava koşulları festival kapsamındahazırlanan etkinliklerin tümünün sergilenememesineneden oldu. Bu nedenle festivalin son günü programyoğun geçti. Ali Ekber Eren’in söylediği türküler vedevrimci marşlar büyük bir coşkuyla dinlendi.

Ali Ekber Eren yaptığı konuşmayla Mamaklıemekçileri ve Mamak İşçi Kültür Evleri çalışanlarınıselamladı. “Şimdi İstanbul’da olmak vardı” şarkısındanesinlenerek “Şimdi dostlar Ankara’da Hacı Bektaş-ıVeli Parkı’nda olmak vardı, burada bu etkinlikte sizlerlebirlikte bu atmosferi paylaşmak vardı. Burada sizlerlebirlikte demokrasi türkülerini söylemekten mutlulukduyuyorum” sözleriyle duygularını ifade etti.

Mamak Belediyesi’nde işten atılmaları gündemdeolan inşaat işçilerinin sorunlarını festival kürsüsündendile getirmelerinin ardından Kavel Müzik Grubuhalaylarıyla sahnedeki yerini aldı. Omuz omuza çekilenhalaylar sırasında “Yaşasın halkların kardeşliği!” ve“Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganları atıldı.Kavel programını “Enternasyonal” marşıyla bitirdi.Ardından “Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!”ve “Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganları atıldı.

Festival bir sonraki yıl gerçekleştirilecek kardeşliksofrasında buluşma çağrısıyla sona erdi. Mamak 4.Kültür Sanat Festivali’ne üç gün boyunca toplam 5 binMamaklı işçi ve emekçi katıldı.

Kızıl Bayrak/Ankara

Gerçek barış sosyalizmle gelecek! Kızıl Bayrak � 25Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

1 Eylül Dünya Barış Günü…

Gerçek barış, sosyalizm uğrunasavaşılarak kazanılır!

“Sürekli ve demokratik barış isteyen herkes,hükümetler ile burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana

olmak zorundadır” Lenin8 Mart yaklaştığında tüm yurdu adeta bir heyecan

sarar. Televizyonlarda kadınlar hakkında veciz sözleredilir, siyasi yelpazede konumlanışları birbirine tabantabana zıtmış gibi görünen politikacılar “KadınlarGünü”nün ne kadar önemli olduğunu anlatır,kadınlara çiçekler verilir, jestler yapılır... Devrimcilerise tüm bu şovmenlerin karşısına 8 Mart DünyaEmekçi Kadınlar gününün politik içeriğini savunarakçıkar ve her tür baskıya, saldırıya karşı emekçikadınların haklarını gündeme getirir.

Aynı senaryo, 1 Mayıs’ın ‘bahar bayramı’,Newroz’un ‘Nevruz’ ve nihayet Ernesto CheGuavera’nın ‘yakışıklı-karizmatik bir genç’ olarakpazarlanmaya çalışılması sırasında karşımıza çıkar.Devrimciler tüm bu saldırılara cepheden tutum alır vedüzenin kavramlarımızın içini boşaltmaya çalışmasınakarşı mücadele ederler.

Bilinçli biçimde yaratılan bu kavram kargaşasınınbelki de en dikkate değeri “1 Eylül Dünya BarışGünü” vesilesiyle yaşanır. Devletin her kademesindenbirbiri ardına “barış” mesajları yayınlanarak DünyaBarış Günü “kutlanır”...

Barış Günü’nün kabulü

İkinci Emperyalist Dünya Savaşı tarihin gördüğüen büyük yıkımlardan biridir. Kapitalizmin insanlığınönüne bu kadar vahşi bir biçimde çıkması belki de ilkkez Alman faşizmi şahsında gerçekleşmiştir. Almanburjuvazisinin istekleri doğrultusunda şahlanan NaziAlmanyası, tarihin en büyük emperyalistimparatorluğunu kurmak için Avrupa üzerinde eşigörülmemiş bir terör estirir. Avrupa devletleri bir birNaziler’e boyun eğerken Sovyet ülkesi ve halklarıfaşizm karşısında eşi görülmemiş bir direniş sergiler.Milyonlarca şehit pahasına gösterilen topyekûndireniş, Kızıl Ordu’nun Berlin’e kızıl bayrağıçekmesiyle görkemli bir zaferle noktalanır.

Savaştan devrimci dönüşümlerle çıkan ve savaşınacılarını derinden yaşamış bulunan Doğu Avrupaülkeleri, bu yıkımı unutmamak ve onun kapitalistözünü teşhir etmek için sistemli bir çaba sarfederler.Bu amaçla savaşın bitiminden 4 yıl kadar sonra, SSCBöncülüğünde Dünya Barış Konseyi toplanır. Döneminsosyalist ülkelerinin yanısıra farklı ülkelerdenkomünist parti temsilcilerinin de katıldığı Dünya BarışKonseyi’nin ilk icraatlarından biri de, savaşın yıkımınıhafızalarda canlı tutmak için Nazi Almanyası’nınPolonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlattığı 1Eylül’ü, Dünya Barış Günü ilan etmek olur.

Dünya Barış Günü bu tarihten itibaren SovyetlerBirliği ve Doğu Bloku ülkelerinde savaşın kapitalistkökenlerini vurgulayan bir gün olarak kutlanmayabaşlar. 104 ülkede faaliyet gösteren Dünya BarışKonseyi ise yıllar boyunca savaş ve nükleersilahlanma karşıtı mücadelede yer alır...

Türkiye’de 1 Eylül

1 Eylül Dünya Barış günü çok geçmeden DoğuBloku ülkelerinin sınırlarını aşarak farklı ülkelerde

kutlanmaya başlar. Öncelikle ilerici sol güçleringirişimleri ile kutlanmaya başlanan gün, bir süre sonraresmi törenlere konu edilir. Türkiye de bu ülkelerdenbiridir. Yaşanan karmaşanın bir boyutu da BarışGünü’ne ‘meşruluk’ kazandırmak için BM tarafındankabul edildiğinin iddia edilmesidir. Oysa ki BirleşmişMilletler 1981 yılında her Eylül’ün 3. salı günününUluslararası Barış Günü olarak kutlanması kararınıalmıştır. Bu karar daha sonra 2001 yılında 21 Eylülolarak değiştirilir.

21 Eylül Uluslararası Barış Günü yüzlerce ülkedeBM güdümündeki içi boş barış gösterilerine sahneolmaktadır. Bugün gerek tarihsel kökeni, gerek politikyaklaşımı açısından 1 Eylül Dünya Barış Günü iletaban tabana zıttır. Dahası bugün, günümüzdeki tümsavaşların dolaylı ya da dolaysız sorumluluğunutaşıyan Birleşmiş Milletler tarafından ‘bir günlükateşkes’ çağrılarıyla birlikte lanse edilmektedir.

Kapitalizm savaş demektir!

2. Dünya Savaşı’nın yarattığı vahşet insanlığınbelleğine kazınmış olmasına rağmen dünyanın onlarcabögesinde savaşlar durmamış, 1946’dan bu yana 30milyona yakın insan savaşlarda hayatını kaybetmiştir.Savaşlarda yaşanan yıkımların, zorunlu göçün,işkencelerin ve tecavüzlerin ise haddi hesabı yok. Bubilanço bize kapitalizm koşullarında savaşın salt iyiniyet temennileri ile önlenemeyecek bir olgu olduğunugösterir. Savaş kapitalizm için tıpkı emek sömürüsügibi bir zorunluluktur, bu anlamda öze ilişkin yapısalbir sorundur.

Tüm bu savaşların arkasında gelişmiş kapitalist-emperyalist devletler, yani tekelci burjuvazibulunmaktadır. Kapitalizmin tüm krizlerinin,hammadde ve pazar arayışlarının, kâr hırsınınsonuçları, karşımıza aynı zamanda savaş olarak çıkar.Çıkarları doğrultusunda kan dökmek için hiçbirşeyden geri durmayan emperyalizm gün gelirmücadele eden halkların karşısına en vahşi işkenceyöntemleriyle çıkar, gün gelir kendi yarattığı örgütleri

terörist ilan ederek Kronos edasıyla yutmaya çalışır.Vietnam, Nikaragua, Afganistan, Irak’ta yöntemlerfarklılık gösterse de amaç bir ve aynıdır: Kapitalizminbekâsı ve emperyalist çıkarlar...

Barış sosyalizmde!

Kapitalist sistemin kan dökmek kadar iyi bildiğibir şey daha var; gerektiğinde timsah gözyaşlarıdökmek... Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Amerika’danAfrika’ya kadar dünyanın dört bir yanında emekçilerinkanını emerek yaşayan kapitalizm, öte yandan 21Eylül gibi göstermelik günlerle halkların gözünüboyamaya, içi boş barış mesajlarıyla savaşların gerçekkaynağını çarpıtmaya çalışmaktadır. Sözde barışçağrıları yapanlar, barış kavramının sınıfsal özünügizleyerek kitlelerin bilincini bulandırmaya çalışırlar.

Oysa ki kandırmaya çalıştıkları halklar onları iyitanır. İsrail’in yıllardır bölgede estirdiği teröre tek birlaf etmeyen BM’nin Ortadoğu halklarınasöyleyebileceği tek bir söz yoktur. Irak’ı, Afganistan’ıve geçmişte dünyanın dört bir köşesini kan gölüneçeviren ABD’nin güdümündeki bir örgütün, barışkelimesini dillendirme hakkı olamaz. AB, BM, NATO,DTO, IMF vb., hepsi de kapitalizm için savaşanörgütlerdir ve barış onlar için yalnızca bir demagojimalzemesidir.

Türkiye burjuvazisi ise içi boş barış talebinidillendirmek için 1 Eylül Dünya Barış Günü’nüseçmiştir. Kürdistan’da yıllardır kirli savaş yürüten,Ortadoğu’daki savaşın bir parçası olabilmek için fırsatkollayan ve her alanda militarist ilkelere dayalı birdevletin barış söyleminin içi boştur.

Kapitalizm ile çıkar ilişkisi içerisinde bulunan yada basitçe ona karşı çıkma cesareti gösteremeyenhiçbir kurum ya da kişi gerçek bir barış talebiyükseltemez. Nasıl ki savaş kapitalizmin doğal birsonucuysa, barış da sosyalizmin doğal bir sonucuolacaktır. Ve nasıl ki sosyalizm uğruna kapitalizmekarşı savaşmak gerekiyorsa, gerçek barış da ancakuğruna burjuvaziye karşı savaşılarak elde edilebilir.

DDDDüüüünnnnyyyyaaaa hhhhaaaallllkkkkllllaaaarrrr ıııı ssssaaaavvvvaaaaşşşşıııınnnn yyyyııııkkkkıııımmmmıııınnnnıııı yyyyeeeennnniiiiddddeeeennnnyyyyaaaaşşşşaaaammmmaaaakkkk iiiisssstttteeeemmmmiiiiyyyyoooorrrr!!!!

Kürdistan’da seçimler üzerine...26 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Kürdistan’da AKP’nin oylarıneden yükselişte?

M. Can Yüce

Gündemimizin önceliğini başka konular işgalettiği için bugüne kadar bu konuya değinme fırsatımızolmadı. Oysa bu konuda bir değerlendirme yapmak,kafalardaki soru işaretlerine belli yanıtlar getirmeyeçalışmak önemli, Kürdistan’daki siyasal gelişmeleridaha doğru kavramak ve gelişmelere daha doğru veetkin etkide bulunmak için gereklidir.

Konuya girmeden önce bir tespit yapmakta yarargörüyoruz. Kürdistan ve Türkiye’de ortaya çıkanseçim sonuçlarına, oy oranlarına olduğundan büyükanlamlar yüklememek gerekir. Seçim sonuçları ve oyoranları politik güç dengelerini yansıtmak bakımındanbelirleyici bir gösterge değildir. Elbette bu sonuçlarınbelli bir politik anlamı var, Türkiye’de siyasetkurumunun bileşimini şekillendirmede çok önemli birrol oynamaktadır. Ancak politik güç dengelerini,politik güç dinamiklerini ve ilişkilerini kavramada busonuçları belirleyici gösterge ve ölçü olarak almak sonderece yanıltıcıdır! Bu durum genel için olduğu gibi,Kürdistan açısından çok daha böyledir.

Bu kısa tespitten sonra yazımızın başlığındakisorunun yanıtına geçebiliriz. AKP, 22 Temmuzseçimlerinde Kürdistan’da oylarını katlayarak arttırdı.Kimi bölgelerde %70’lere kadar varan bir oy aldı.Buna karşılık DTP’nin oylarında önemli bir düşüşünolduğu gözlendi. Bu büyük oy artışı ne anlamageliyor? Bundan hangi sonuçları çıkarmak gerekir?Daha da önemlisi, bu büyük oy patlamasının ardındakitemel nedenler ve etkenler nelerdir? Bu sorularınyanıtlarını ana çizgileriyle tartışmaya çalışalım:

Bir: 1925-40 direniş ve ayaklanmalarından sonraKürt egemen sınıflarının örgütlü yapılarına dağıtıcı birdarbe vuruldu. Katliam, sürgün ve diğer bastırmahareketleriyle bunlar tasfiye ve iğdiş edilerek düzenebağlanmaya çalışıldı. 1946’da “Çok partili sisteme”geçildikten sonra Kürt egemen sınıfları; gelenekselfeodal bey, ağa, aşiret reisi, şeyh, tüccarlar; devletleilişkilerini partiler üzerinden yeniden biçimlendirdiler.Burada örgütlü, “ulusal bir sınıf” olarak değil, parçalı,aşiretsel, ailesel bağlamda gerçekleşen bir ilişkidensözetmek gerekir. Devlet partisi olan CHP bu ilişkidebaşlangıçta aracı bir rol oynayamazdı. Ancak DP ilkönemli adrestir, Kürt egemen sınıfları içinsoluklandırıcı bir araç işlevini görür. DP ve dahasonraki dönemlerde kurulan partiler üzerindengerçekleşen ilişkide Kürt sorunu, Kürt taleplerikesinlikle gündemde değildir. Gündemde vebelirleyici olan unsurlar, ailesel, bireysel ekonomik vetoplumsal konumlarını, yerel otoritelerinigüçlendirmek, bunun için devlet olanaklarındansonuna kadar yararlanmak düşüncesi olmuştur. Feodalnüfuzun etkisindeki geniş köylü yığınlar, aşiret üyeleribu ilişkinin sonuçlarından hiçbir biçimde yararlanmaz,tersine iradesi ve istemleri hiçe sayılan bir kullanımnesnesi olarak değerlendirilir. Ağa, aşiret reisi, şeyh nederse o olur, oylar onun işaret ettiği partiye gider. Builişkinin karşılığında ağa, bey, şeyh para, ihale, politiknüfuz elde eder… Kürt ulusal sorunu açısından builişki biçimi, devletin sömürgeci egemenliğininoturması, kurumlaşması, ulusal inkar ve imhasürecinin yerel ayaklara ulaşarak derinleşmesisonucunu getiriyordu. Bu ilişki biçimi, Kürdistan’dakigeleneksel toplumsal yapıyı, ağalık, şeylik ve aşiretkurumlarını güçlendiren bir rol oynuyordu. Buikisinin sonucunda modern toplumsal gelişmelerinönü de kesilmiş oluyordu. Partiler aracılığıyla

gerçekleşen bu ilişkiye rağmen devlet dipçiğini eksiketmiyor, egemen sınıflara mensup aileleri ve ilerigelenlerini ezmeyi ihmal etmiyordu. Bu, sınıf olarakdağıtma ve direniş kırıntılarını bitirme operasyonununfinali işlevini görüyordu.

1960 darbesi anılan bu sürecin finaliniteliğindedir. Bundan sonra partiler üzerindengeliştirilen bu somut ilişkinin oturduğunu vekurumlaştığını görüyoruz. “Bizim ağalar, beyler, aşiretreisleri, şeyhler”, DP’den sonra AP ve Milli Nizam-Selamet Partisi içinde yer almışlardır. Aşiret veşeyhlik kurumları Kürdistan’da etkindir ve bunungeçmişe dayanan boyutları vardır. Tarikatlar, özellikleNakşîlik önemli bir dinsel, politik bir nüfuza sahiptir.Erbakan’ın MNP-MSP’si bu geleneksel yapıyı ustacakullanmış ve kendisi için oy deposu haline getirmiştir.AP de bu geleneksel ilişki ve kurumları kullanmış,ama Erbakan kadar başarılı olamamıştır. 1970’liyıllarda MSP’nin Kürdistan’da hatırı sayılır bir oyoranına ulaşması boşuna değildir; anılan geleneksel vedinsel kurumların etkisiyle açıklanmalıdır. Bundadevletin laikçi yapısıyla yaşadığı kimi çelişkilerinetkisini de saymak gerekir. Bu oy potansiyelinde bellikaymalar olmakla birlikte belli düzeyde korunmuşolmasını, yine bu geçmişe dayanan ve güncelgelişmelerle beslenen etkenlerle ilişkilendirmekgerekir. Bugün AKP Kürdistan’da önemli bir oypatlaması yapmışsa bunda, geçmişe dayanan ve hepbelli bir düzeyde korunan bu potansiyelin etkisini gözardı etmemek gerekir. Kuşkusuz bu etken tek başınabir anlam ifade etmez. Öyle olsaydı, Saadet Partisi buoyları alırdı. Ancak başka önemli etkenler var, bunlarıda değerlendirmek ve tabloyu tamamlamakdurumundayız. Kendi çıkarlarını devlet partilerindegören Kürt egemen sınıflarının belli unsurları anılanbu ilişkiyi sürdürmeyi, devlet partileri aracılığıylaçıkarlarını korumayı esas almışlardır. Bunların da busüreçte AKP’yi seçmelerinde yadırganacak bir yanyoktur. Devrimci kurtuluş seçeneğinin devre dışıkaldığı bir dönemde düzen partileri içinde çıkarlarınısürdüren, herhangi bir ulusal derdi olmayan Kürtegemen sınıflarının “iktidarın en güçlü adayı” partiyeoynamalarında şaşılacak bir yan yoktur; tersine bunu,gelişmeleri çok iyi koklamalarına bağlamak gerekir.

İki: 1970’li yılların ikinci yarısında gelişenKUKM, bu geleneksel yapıyı karşısına aldı, devletleolan ilişkilerini deşifre etti, etkin bir ideolojik vepolitik mücadeleyle kitleleri uyandırma ve ulusalbilinç etrafında örgütleme çabalarını yürüttü vegiderek bütün toplumu ve politik ilişkileri etkileyecekbir düzeye geldi. Bunların ayrıntıları, politik gelişimsüreci ayrıntılarıyla biliniyor, tekrarlamanın bir anlamıyok. İmralı süreciyle birlikte bütün bu politik ve moralkazanımlar tasfiye sürecine alındı. Ancak bunakarşılık devrimci ulusal kurutuluş seçeneği degeliştirilemedi ve ortaya büyük bir boşluk çıktı. Buboşluğun tasfiye süreciyle birlikte, değerlerdekiaşınmayla daha da büyüdüğünü vurgulamamızgerekiyor. Devlete hizmet, devletle bütünleşme çizgisi20-30 yıllık kazanımları adım adım tüketmeye başladı.Bunun sonucu bitme noktasına gelmiş düzen partileriKürdistan’da yeniden boy vermeye başladılar. Bu,ulusal demokratik mücadele açısından ciddi birkayıptır. Ortaya çıkan boşluğu AKP dışında başkapartilerin kapatması olanaksızdı. Hükümetolanaklarıyla birlikte açlık sınırındaki halkın güncel

bazı taleplerinin yerine getirilmesi, en azından budoğrultuda kimi adımların atılması halk nezdindeAKP’nin “ehven-i şer” bir onay görmesine vesileolmuştur. Ama burada en önemli etken şudur: Ulusalkurtuluş bilinci ve çizgisindeki tahribatlar ve politikolarak ortaya çıkan büyük boşluk AKP’nin önünüaçmıştır!

Üç: İki dönemdir yerel yönetimleri kazananHADEP-DTP geleneğindeki çizgi, halkın önünesomut, inandırıcı ve umut vaadedici bir proje, somutve çekici bir seçenek sunmamıştır. Etkisinde olduğupolitik çizgi nedeniyle alternatif bir toplumsal proje veuygulama sunmaları mümkün değildi. Buna bireyselyetersizlikleri, geleneksel siyaset anlayışındakiyolsuzluk gibi ahlaki olmayan davranışları daeklediğimizde bu olanaksızlığın derinliği daha iyianlaşılır. Yerel yönetimlerde halkın somut taleplerinikarşılayacak somut çözümler önermeyen, bunlarıniçinde uygulanabilirliği olanları uygulamayan,geleneksel yozlaşmaları yaşayan HADEP-DTPgeleneğindeki çizginin ve kadroların halkın gözündendüşeceği ve bir kenara itileceği çok açıktır. AKP’ninoylarındaki patlamanın önemli bir nedeni de budur!

Dört: Bu son seçimde DTP, genel olarak halkıneğilimlerini hesaba katmak yerine, öteden beri yasalpartilerde çöreklenmiş, bireysel ve ailesel çıkarlarınıesas alan, daha çok Kürt egemen ve orta sınıflarınamensup bireyleri tepeden atamıştır. Yine döküntüdiyebileceğimiz reformist solun kimi unsurlarınıilkesiz bir tarzda aday olarak belirlemiştir. Adaylarınbelirlenmesi sürecinde geleneksel siyasal ölçülerin,aşiretsel değer yargılarının ve tepeden dayatmacıyöntemlerin kullanıldığını vurgulamamız gerekiyor.Demokrasi havarisi kesilen bir partinin en despotikyöntemleri benimsemesi, geleneksel ölçüleri esasalması, kuşkusuz halkın tepkisini çekecekti. Biryönüyle gerçekleşen de bu oldu!

DTP, 22 Temmuz seçimlerinde Kürt sorununu,Kürtler’in en temel taleplerini, halkın en temel güncelihtiyaçlarını çözüm programına oturtan bir politikadeğil, devleti ikna etmeyi, kendisini ona kabulettirmeyi kampanyasının odağına oturtmayı esas aldı.Her açıdan halktan kopan, somut bir bilinç ve çözümprogramı götürmeyen, tepeden inmeci kadrodayatmalarıyla tepki toplayan DTP’nin bu seçimdeyenilgiye uğraması kaçınılmazdı. İdeolojik ve politikolarak siz devleti ve onun kurumlarını Kürdistan’a,halkın bilincine taşırsanız, bunu sistematik bir tarzdayaparsanız, elbette bu, düzen partilerininKürdistan’daki politik zeminini, toplumsal tabanınıgüçlendirmekten başka bir sonuç vermez. Olan dabundan başkası değildir!

Kısacası, devrimci ulusal kurtuluş değerlerindekisistemli aşındırma, bu sürecin derinleştirilmesidevletin ve onun partilerinin değirmenine su taşıyor!Devrimci seçeneğin gelişmemiş olması işlerini sonderece kolaylaştırıyor. Yapılması gereken çok açıktır:Değerlerin tasfiyesi devletin tüm kurum vekuruluşlarıyla, politik ve psikolojik varlığı ileülkemizde ve halkımızın bilincinde yer etmesi vederinleşmesi anlamına geliyor.

Bu süreci tersine çevirmek, gerçekten topyekûndevrimci mücadele programıyla mümkündür! Bunundışında başka bir seçeneği geliştirmek ve sonuç almakmümkün değildir!

28 Ağustos 2007

Özelleştirme saldırısına geçit yok! Kızıl Bayrak � 27Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

İdeolojik ve ekonomik zorunkonsantrasyonu: Özelleştirmeler

Volkan Yaraşır

“1985’ten sonra, Şili’dehızla bir özelleştirme dalgasıbaşladı. Şili’nin en önemliekonomik kaynaklarıuluslararası sermayeyepeşkeş çekildi. Sosyalgüvenlik sistemi, elektrikşirketleri, benzinistasyonları, demir yolları,telekomünikasyon sistemiözelleştirildi. Altın, gümüş,bakır madenleri, petrol,doğalgaz, lityum yataklarıyabancı konsorsiyumlaradevredildi. Ülkeninormanları ABD’ye,Japonya’ya, Hollanda’yasatıldı. Deniz ürünleri, denizulaşımı ve ticareti Japonsermayedarlara açıldı.Devlet havayolları, barajlar,sigorta şirketleriözelleştirildi…

Şili’de 1990’lı yıllarda kurulan ‘demokratikhükümetler’, uluslararası sermayenin istemleridoğrultusunda diktatörlükten devraldığı politikalarıbüyük bir titizlikle uyguladı. 1989’dan sonrarestorasyona uğrayan baskı rejimi, sınıf karşıtıpolitikalarını sürdürdü. Özelleştirmelere araverilmeden devam edildi. Uluslararası tekeller, Şiliekonomisinin sinir merkezlerini ellerinde tutarak,yapılan anlaşmalarla ‘gasplarını’ garanti altınaaldılar. Petrol üretiminin yüzde 70’i 2001 yılına kadarJaponya, Finlandiya ve Almanya’daki rafinerilereverilirken, ülkenin en önemli bakır madeni yatağı LaEscondida, 1988 yılında 50 yıllığına çokuluslukonsorsiyuma satıldı. Şili’nin tüm sanayi sektörününtoplam satışı, dış borçlarını karşılamasa da, And’larülkesinin tüm yeraltı ve yerüstü kaynakları satışaçıkarılmış durumda…Ve bu politikalar bir dönemdiktatörlüğe karşı muhalefet cephesi içinde yer alanbazı kesimlerce ya onaylanıyor ya da rasyonalizeedilmeye çalışılıyor”*

Türkiye kapitalizmi neoliberal yeniden yapılanmasürecinde önemli adımlar atıyor.

Uluslararası sermayenin stratejik hedeflerinigösteren Washington Uzlaşısı, diğer birçok ülkedeolduğu gibi Türkiye’nin de neoliberal politikalarınınyol haritasını çizmişti.

Türkiye’de yaşananlara bakıldığında WashingtonUzlaşısı’nın üç önemli stratejik amacının gerçekleştiğigörülür.

Finans ve banka sistemlerinin uluslararasıpiyasalaştırılması, telekomünikasyon şirketlerinin,haberleşme ve medya alanlarının uluslararasısermayeye devri ve ağır sanayi kabul edilen büyükdevlet üretim işletmelerinin, özelleştirilerekuluslararası sermayeye aktarılması süreci Türkiye’detamamlanmaktadır.

TMSF eliyle 2001 kriziyle finans ve bankasistemlerinin uluslararası piyasalaştırma sürecinebaşlandı. Bu yılki Basel II’yle bu süreç bütünüyletamamlandı.

Telekomünikasyonda Telekom operasyonuylahem özelleştirme hem uluslararası piyasalaştırma

gerçekleşti.Petkim ve Tüpraş’la ağır sanayide başlayan

özelleştirme Erdemir’le tamamlandı. Erdemiretkilediği ve sürüklediği sektörler açısından sonderece önemli bir işletme. Ayrıca geleneksel vestratejik kontrol sanayiyi simgelemesi ve ulusaldevletin ekonomik aktörlüğünün somut göstergesiolması açısından önem taşıyordu. Erdemir’inözelleştirilmesi büyük bir operasyon ve ulusal devletinverileri üzerinde tartışma götürür içerikler taşıyor.

Bugün Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsü adıverilen büyük devlet işletmelerinin satılmasıtamamlandı. Fakat bu süreç kamu işletmelerininsatışıyla sınırlı bir proje değil, kamusal alanındönüşümünü, çöküşünü ve bir yaşam biçimininsonlanmasını ifade ediyor.

Neoliberalizm sınıfa karşısınıf politikasıdır!

II. Dünya Savaşı sonrası “yeni bir dünyadüzeni’nin kuruluşu yönünde adımlar atıldı.Kapitalizm yeniden yapılanma dönemine girerek,sermaye birikim sürecinin dünya genelinde sorunsuzişlemesi için, farklı sermaye biçimlerinin hareketlerinikolaylaştıran ya da düzenleyen kurumlar oluşturdu.

Bu yönden para sermaye hareketleri için IMF,ticari sermaye hareketleri için GATT ve üretkensermaye hareketleri için Dünya Bankası kuruldu.

1929 Dünya Ekonomik Krizi’yle birlikte özündekitlesel üretim-kitlesel tüketime dayanan Keynesyenpolitikalarının yükselişi, işçi sınıfının mücadelebirikimleri, “soğuk savaş” gibi farklı dinamiklerinetkisiyle gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyal refahdevleti uygulamalarına geçildi.

Geç kapitalistleşen ülkelerde ise kapitalistsistemle entegrasyonu hızlandıracak ithal ikameci yada içe dönük birikim modelleri hayata geçirildi. Busüreç siyasi, askeri, kültürel, hukuki boyutlarıylabirlikte yeni sömürgecilik olarak kendini dışa vurdu.

1945 sonrası gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyaldevlet/refah toplumu uygulamaları ile yeni sömürgeülkelerde hayata geçirilen ithal ikameci/içe dönük

birikim modelleri, 1970’e kadar dünya genelindesermaye birikim sürecini hızlandırankurumsallaşmalar olarak işlev gördü.

Fakat 1970’lerin başından itibaren kapitalistsistemin, kâr oranlarının düşme eğilimine bağlı olarak,içine girdiği uzun dalga krizi yeni sermaye birikimmodellerinin devreye sokulmasına neden oldu.

II. Dünya Savaşı sonrası oluşan kurumsallaşmalar,artık sermaye birikim sürecinin önündeki engellerhaline gelmişti.

Neoliberal politikalar konsantre bir şekilde buaşamada devreye sokuldu.

Artık hem metropollerde hem de yarı-sömürgeülkelerde krizden çıkış modeli neoliberalizmdi.

Özellikle sonuçları itibariyle tartışılanneoliberalizm aslında sınıfa karşı sınıf politikasınıiçermekteydi. Ve ideolojik, kültürel ve iktisadi olmaküzere üç ayaktan meydana gelmişti.

Önce ideolojik hegemonya kurularak toplumunrefleksleri felç edildi. Kültürel bombardımanlatoplumun tek tipleşmesi yaratılıp, her türlü operasyonahazır hale gelmesi sağlandı. Arkasından iktisadiayağın mızrak ucu olarak devreye sokulan radikalözelleştirilmeler başladı.

Genellikle özelleştirmeler üzerine yürütülentartışmalarda, ideolojik ve kültürel boyutlar esgeçilerek yalnızca sonuçlar ya da sonuçların yarattığıtahribat ele alındı.

Böylesine bir algılayış, özelleştirme karşıtıoluşum ya da hareketlerin başından itibaren zaafiyetedüşmesine neden oldu.

Neoliberalizmin ideolojik ayağı üç temelyönelimle kendini dışa vurdu. Bunların birincisiPüritanizm ya da Kalvinizm diyetanımlayabileceğimiz kâr ve hırsın insanın doğasınaait duygular olduğunu ileri süren; bu dünyada zengininzaten günahsız olduğu için zengin olduğunu, fakirinise günahlarının çok olduğundan dolayı fakir kaldığınısavunan bir anlayıştı. Özal, boşuna “ben zenginleriseverim” demedi. Bu sözler onun ideolojikyaklaşımının ifadesiydi ve her ne kadar Nakşibendiolsa da, onun sıkı bir Püriten olduğunu ortayakoymaktaydı. İkincisi ise, Ferdiyetçilikti. Her türlütoplumsal dayanışma ve paylaşma ilişkisininreddedilmesi birey ve egonun önde tutulmasınadayanmaktaydı. Yine Özal’ın “Benim memurum işinibilir” veciz sözü ferdiyetçiliğin nasıl bir “ahlaki” kuralhaline getirildiğinin somut göstergesi oldu. Üçüncüsüise, Sosyal Darwinizm’di. Yani büyük balık her zamanküçük balıkları yer mantığının doğanın kanunu olarakkabul edilmesi.

Neoliberalizm bu ideolojik bombardımanlarlaönce beyinleri fethetti. Bu operasyonu kültürelmanipülasyonlar izledi. Toplumun Mc Donald’s-laştırılması, tek tipleştirilmesi yönünde önemli adımlaratıldı. Tüketim körüklendi. Tüketmek, tüketebilmek vebunun yarattığı haz insanın varoluşu olarak sunuldu.Kültürel manipülasyonlar, beyinleri felç olmuştoplumun suç ortağı haline getirilmesini sağladı.

Metropollerde Reagan ve Thacher’ın, yarısömürgelerde Türkiye’de olduğu gibi Özal benzerikimliklerin misyonları bunları başarmaktı.

İdeolojik ve kültürel hegemonyanınsağlanmasından sonra ekonomik operasyonlarıngelmesi kaçınılmazdı. Ve öyle de oldu. Radikal bir

Özelleştirme saldırısına geçit yok!28 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

şekilde büyük devlet işletmelerininsatılması, özelleştirilmesi gündemegeldi. Başta eğitim ve sağlıksektörleri olmak üzere bütün hizmetalanları uluslararası piyasalaştırmaoperasyonlarına maruz kaldı.Kamusal alanın dönüşümü bir diziideolojik, politik, pratik etkileryarattı. Metropollerde sınıfsalkutuplaşmayı artıran bu süreç, yarısömürgelerde bağımlılık ilişkileriniderinleştiren, metropollerdeki gibiekonomik dokuyu ve sınıf ilişki veçelişkilerini yeniden biçimlendirenetkilerde bulundu. Yıkıcı, altüst edicisonuçlar doğurdu.

Ne liberal, ne de devletçi/kalkınmacıyaklaşım

Özelleştirmelere yaklaşım ağırlıkta iki temelgörüşte biçimlendi.

Bunlardan birincisi neoliberal görüştü. Devletinmüdahalesinin, hantal ve siyasallaşmış içeriğindendolayı, verimsiz olduğunu ileri süren bu anlayış, pazarekonomisi ve piyasanın o görülmez eliyle sorunlarınçözülebileceği, piyasanın işleyiş kurallarıyla yaşananişsizlik, yoksulluk, büyüme ve gelir dağılımındakiuçurumun doğal olarak aşılabileceğini ilerisürmekteydi.

Bu görüşe göre KİT’ler etkin değildi.Yöneticilerinin maaşlı memur olmalarındankaynaklanan zaaflar baş göstermekteydi. İşletmelerverimli ve kârlı çalıştırılamıyordu. KİT’lerinekonomideki rolünün büyümesine paralel, ekonominindinamik kılınmasının şartlarının ortadan kalktığı veancak piyasa kurullarına açılmasıyla ve özelgirişimciliğin dinamizmiyle ekonomideki durgunluğunaşılabileceği söyleniyordu.

KİT’lerin ekonomideki tekel konumununkırılmasıyla ya da özelleştirilmesiyle rekabetortamının oluşacağı, ekonominin dışa açılabileceği vedünya ekonomisiyle entegrasyon sağlanabileceğisavunuluyordu. Aynı şekilde KİT’ler bir israf kaynağıolarak gösterilip, bütçe açıklarının ve enflasyonundüşürülmesi için özelleştirmelerin gerekliliğivurgulanıyordu. Sağlık, eğitim ve ulaşım gibi kamuhizmetlerinin devletin tekelinde olmasının bualanlarda rekabeti ve kaliteli hizmet alımını önlediğiileri sürülüyordu.

Özelleştirmelere yönelik diğer bir yaklaşım isekendisini neoliberalizm karşısında konumlandıran,geniş muhalif kesimlerde de etkili olan devletçi,kalkınmacı ve ulusalcı çizgide dışa vurdu.

Bu görüşe göre neoliberalizm IMF ve DünyaBankası ya da AB’nin dayatmaları olarak biçimlendi.Ve neoliberal politikaların bir yansıması olanözelleştirmelerin ulusal sanayinin “dış güçlere” peşkeşçekilmesi ve “yabancılaştırılması” operasyonu olduğuileri sürüldü. Özelleştirmelerin devletin kalkınmaparadigmasını felç ettiği gibi, ulusal kaynaklarınkaybedilmesine de neden olduğu açıklandı.

Bu görüşün ileri sürdüğü savlar geniş çevrelerdeetki yarattı. Ama bu savların kapitalizmle birhesaplaşmayı içermediği ve yaşadığımız toplumdaeşitsizlik ve sömürüyü değişmez bir veri olarak kabulettiği, devletin sınıfsal içeriğini es geçtiği görülmedi.Bu temel ve ayrıştırıcı nirengi noktalarınınkavranamamasından dolayı devletçi-kalkınmacı veulusalcı görüş sistem içi bir revizyon ve defansifargümanlardan başka bir şey ileri süremedi. Hatta işçisınıfının bağımsız politikalar geliştirmesiniengelleyen, egemen blok içinde çatışkı vekutuplaşmaların bir tarafı olarak kendi politikpozisyonunu aldı.

Esas olan antikapitalist mücadeledir!

Neoliberal politikalar ve özelleştirmeuygulamaları kapitalizmin yeniden yapılanmasınabağlı olarak yeni sermaye birikimi rejimininihtiyaçlarına uygun bir şekilde hayata geçirildi. Buanlamda sermayenin, krizden çıkış stratejisi olarakdevreye sokuldu.

Özelleştirmeler, metropollerde sosyal refahdevleti uygulamalarının terki biçiminde uygulandı.Sosyal devlet modeli, yaratılan artı-değerden devletinaldığı payla kendini finanse ediyordu. Sermayeninyeni süreçteki ilk refleksi de bu finansmandakullanılan vergilerin düşürülmesi talebi oldu. Ayrıcarefah devletinin sorumluluğundaki eğitim, sağlık,konut ve ulaşım gibi sosyal hizmet alanlarının özelsektöre devredilmesini istedi. Sermaye böylece birtaraftan devleti finanse etmekte kullanılan artı-değerikoruyacak, diğer taraftan özelleşen temel sosyalhizmet sektörlerinden yeni artı-değer elde etme imkanıbulacaktı.

Yeni sömürge ülkelerde ise, bağımlılık ilişkileriniderinleştiren güncel sömürgecilik politikalarıdoğrultusunda organizasyonlara gidildi. Bu ülkelerdeözelleştirme uygulamaları temel olarak sermayenindeğersizleşmesini önlemek ve yeni değerlendirmealanlarına ulaşmak için hayata geçirildi. Büyüksermayenin uluslararası rekabette ayakta kalmataleplerine uygun biçim aldı. Bu grupların uluslararasısermayeyle entegrasyonu ya da yeni entegrasyonihtiyacı özelleştirmelerin yönünü belirledi. Süreç biranlamda yoğun bir tekelleşme süreci olarak işledi.Büyük sermayenin uluslararası sermayenin bir parçasıya da taşeronu olduğu düşünülürse, özelleştirmelerinküresel sömürgecilik politikalarındaki işlevi daha iyigörülür. Ve emperyalizm içsel olgu olma kavramınınderinliği ortaya çıkar.

Kısaca sorun kâr oranlarını artırma ve sermayebiriminin gereksinmelerini karşılamaktır.

Bu bağlamda özelleştirmelere karşı mücadeleancak kapitalizme karşı yürütülecek sınıf mücadelesiiçinde gerçek mahiyetine kavuşacaktır.

Her çaba ve direniş antikapitalist mücadeleninmecrasında birleşmelidir.

Dün lokal düzeyde Paşabahçe, Seka veSeydişehir’de gerçekleşen eylemler, bugün içinde bazıolumsuz yönelimleri taşısa da Petkim işçilerinindirenişleri manalıdır ve bir birikimdir. İşçi sınıfınıntüm katmanlarının ve geniş toplum kesimlerinin ortakmücadele zemininin ne derece yakıcı bir ihtiyaçolduğunu ortaya koymaktadır.

Antikapitalist bilincin inşasında ve bütünlüklüantikapitalist mücadelenin geliştirilmesinde her birison derece önemli deneyimlerdir.

Özelleştirmelere karşı yürütülen mücadeledevletten, sermayeden bağımsız ve varolan sınıfsalgüç dengelerini sarsıcı ve dönüştürücü bir içeriktegerçekleşmelidir.

Sınıfın bağımsız örgütlenmesi ve mücadelesi esasalınmalıdır. En küçük direniş ve karşı durma sınıfkimliğinin inşasına hizmet etmeli ve antikapitalistbilincin geliştirilmesinin zemini olmalıdır.

Özelleştirmelere karşı gerçekleşen direnişlerinbozkırda yanan bir kıvılcım olması, bozkırıntutuşmayacağı anlamına gelmemelidir.

Bozkırın tutuşması rüzgara ve ateşin gücünebağlıdır.

Sınıflar mücadelesinin bir biriktirme süreciolduğu ve bu kavrandığı ölçüde, her deneyimin önemiortaya çıkar.

Özelleştirmelere karşı işçi sınıfınınyaklaşımlarından biri de özelleştirilecek alanlarda“işçi denetimi” şiarını yükseltmek olmalıdır.

İşçi denetimi şiarı antikapitalist bir mücadeleniniçinde anlamlıdır. Antikapitalist bir çizginin dışınadüşen “işçi denetimi” pratiklerinin kapitalist sistemerektifiye etme riski bulunmaktadır.

İşçi denetimi işçi sınıfının yönetme yeteneklerinibesleyeceği gibi, toplumun değişik katmanlarıylaorganik bağ kurmasının zeminlerini de yaratacaktır.

Bugün Arjantin’de ve Venezüella’da bütüneksiklerine rağmen kendi özgünlüğünde oluşturulanişçi denetimi pratikleri, örnek alınacak deneyimlerolabilir.

Şu unutulmasın; işçi sınıfı yaparak öğrenir,öğrenerek yapar.

İşçi denetimi gibi ezber bozucu pratiklerin vedireniş biçimlerinin sınıfın bağımsız örgütlenme vemücadelesine inanılmaz katkıları olacaktır.

Türkiye Şili’leşiyor

Bugün özelleştirmeler, Kamu İktisadi Teşebbüsüadı verilen büyük devlet işletmelerinin satılmasıylafarklı bir evreye girdi. Kamusal alanın dönüşümü veçöküşü yönünde önemli adımlar atılıyor.

Avrupa Birliği uyum yasaları paralelinde çıkarılan4857 sayılı yasa, sosyal reform adı altındatamamlanamayan Sosyal Sigortalar ve Genel SağlıkSigortası Yasası (SSGSSS), Kamu Yönetimi Reformuve yabancı sermayeye sağlanan kolaylıklar bunlardanbirkaçıdır.

Bu karşı reform operasyonlarını bir dizi yeniözelleştirme ve başta doğal kaynakların (akarsuların)satılması izleyecek. Ardından ormanların, denizürünlerinin satılmasının gündeme gelmesineşaşırmamak gerekiyor. Türkiye Şili’leşiyor. Pinochetdiktatörlüğünün neoliberal politikalarının militansavunucusu ve uygulayıcısı olan Pinera’nın yerliversiyonunu AKP ve Tayyip Erdoğan oluşturuyor.

AKP hükümeti, dört buçuk yıllık icraatıyla işçisınıfına sistematik olarak saldırdı. Radikalözelleştirme politikalarıyla Tüpraş, Erdemir, Pektim,TCDD İzmir Limanı, Mersin Limanı, Sümerbank,Seydişehir Eti Alüminyum, Başak Sigortaözelleştirildi.

II. dönem AKP iktidarı, kamusal alanın radikaldönüşümünü, çöküşünü ve bir yaşam biçiminindeğişimini hedefleyecek. AKP yeni iktidar dönemindeişçi sınıfına açık saldırılarıyla birlikte bir zihniyetdünyası yaratmayı hedefliyor. 22 Temmuzseçimlerindeki başarısı bu yönde atılmış bir adımolarak düşünülebilir. AKP’nin yoksullardan aldığı oy,yoksulların kolektif halüsinasyonu olarak okunabilir.Bundan dolayı özelleştirmelere karşı mücadele artıkkompleks bir nitelik taşımaktadır. İş, ekmek, özgürlükmücadelesinin diyalektiğini kurmak şimdi daha yakıcıhale gelmiştir. Kolektif halüsinasyon ancak böyleaşılabilir. Rıza ve riayet üreten zihniyet dünyası ancakböyle parçalanabilir. Kapitalizmin modernbarbarlığına ancak böyle direnilebilir.

Rüzgarın patlaması ve kıvılcımın ateşedönüşmesinin işçi sınıfının yarattığı birikimlerle doğruorantılı olduğu unutulmamalıdır. Özelleştirmelerekarşı her direniş, her eylem, her tepki bu manadamuhteşem önem taşıyacaktır.

* Volkan Yaraşır, Sokakta Politika/Gendaş Yay.,2002, s.212

II. dönem AKP iktidarı, kamusal alanınradikal dönüşümünü, çöküşünü ve biryaşam biçiminin değişimini hedefleyecek.AKP yeni iktidar döneminde işçi sınıfınaaçık saldırılarıyla birlikte bir zihniyetdünyası yaratmayı hedefliyor. 22 Temmuzseçimlerindeki başarısı bu yönde atılmış biradım olarak düşünülebilir.

Dünyadaki gelişmelerden... Kızıl Bayrak � 29Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Dünyadan...“Yangınların sorumlusu önlem

almayan iktidardır!”Yunanistan’daki yangın bir milyon dönümden fazla

alanda etkili oldu. 110 köy tamamen yandı. 23Ağustos’tan bu yana 170 yangın çıkan Yunanistan’daolağanüstü hal devam ediyor. Şu ana kadar kundakçıolduğu iddiasıyla sorgulanan 100 kişiden 13’ü “kasıtlıyangına sebebiyetten” tutuklandı. Hükümet kundakçıavına çıkmışken, Yunan halkı ise sorumluluğuhükümette görüyor.

27 Ağustos günü Yunanistan’da, MoraYarımadası’nın yarısının yanması ve 63 kişinin ölmesiile sonuçlanan orman yangınlarında yeterli önlemialmadığı için hükümet protesto edildi. Atina’daki solgrupların, barış örgütlerinin ve çevre örgütlerininkatıldığı eylemde tepkiler sloganlarla ifade edildi,hükümet istifaya çağrıldı.

AİDS’lileri diri dirigömüyorlar!

AİDS bütün dünyada hızla yayılıyor. Gerek eğitimsorunu, gerek maddi olanaksızlıklar hastalığıtetikliyor. Özellikle yoksul ülkelerde insanlarınhastalıkla ilgili yeterli düzeyde bilgiye sahipolmamaları ve sağlık hizmetlerinin niteliksizliği AİDShastaları ile ilgili korkunç önlemleri gündemegetiriyor.

Güney Pasifik’teki Papua Yeni Gine’de AİDShastalarının akrabaları, HIV virüsünün kendilerine debulaşmasından korktukları için, hastaları diri diritoprağa gömüyorlar. Hasta yakınları, AİDStaşıyıcısının yaşamasına izin verdikleri taktirde,kendilerinin de öleceğini düşünüyorlar. Yeni Gine’ninözellikle dağlık bölgelerinde bu çok yaygın biruygulama.

Gün geçtikçe artan AİDS vakalarına rağmen,dünya ölçeğinde hastalığa ilişkin ciddi önlemleralınmıyor. Birçok insanın AİDS’in salt cinsel ilişkiyoluyla bulaştığı önyargısını taşıyor olması, hastaların

çoğu kez kötü muamelelerle, hakaret vb. ilekarşılaşmalarını meşrulaştırıyor. Oysa, Türkiye’dehastanede kan nakli sırasında AİDS bulaştırılan anne-çocuk örneği hafızalarımızda!

Notting Hill Festivali’ndegözaltı terörü!

İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere’ye yerleşengöçmenlerin başlattığı ve o günden bu yana en büyüksokak festivali olarak bilinen Notting HillFestivali’nin bu yıl 43.’sü düzenlendi. Afro-Karayipliler için tarihsel ve kültürel bir öneme sahipolan festival bu yıl “Her şey özgür olsun!” sloganı ileorganize edildi. Festival köle ticaretininkaldırılmasının 200. yıldönümüne atfedildi. Her yılortalama 1,5 milyon insanın katıldığı festivalin ilkgününde 54 kişi gözaltına alındı.

Bangladeş’te devlet terörüsürüyor!

Dakka Üniversitesi’nde öğrenciler ve askerlerarasında başlayıp bütün ülkeye yayılan çatışmalarınardından Bangladeş’in ordu destekli yönetimi sokağaçıkma yasağı ilan etti ve bütün ülkede bir cadı avı

başlattı.Olayların merkezi olan Dakka Üniversitesi’nde

görev yapmakta olan 2 profesör 23 Ağustos günügözaltına alındı. Dakka Üniversitesi ÖğretmenlerDerneği Sekreteri Prof. Enver Hüseyin ile SosyalBilimler Fakültesi Dekanı Harun Reşid’in neredealıkonuldukları bilinmiyor. Her iki profesörün de ordumerkezli yönetimin karşısında oldukları ve öğrencieylemlerini destekledikleri biliniyor. Gözaltına alınandiğer iki profesörün ise Rajşahi kentinden olduğuaçıklandı.

Sokağa çıkma yasağını devlet terörünütırmandırmanın bir aracına dönüştüren yönetim,eylemlere katılan öğrencileri aramaya başladı. Evbaskınları ile öğrenciler gözaltına alınıyor ve baskınlarsırasında şiddet kullanılıyor.

Ülkedeki basın kuruluşları da tehdit altında. Birçoktelevizyon kanalı, yönetim aleyhine haberyapmamaları konusunda “uyarı” aldı.

Birleşmiş Milletler’den Darfuriçin tecavüz raporu

Birleşmiş Milletler, Darfur bölgesinde Sudanordusununa bağlı askerlerin işlediği tecavüz suçlarıylailgili rapor hazırladı. Rapor, Sudan hükümetinin geçenNisan ayında 50 kadın ve çocuğun tecavüzeuğramasıyla ilgili soruşturma sözüne ilişkin bir adımatmadığını söylüyor.

Darfur’da konuşlanacak mavi bereli askerlerintecavüzü engelleyeceğini ve sorumlularınyargılanmasına hizmet edeceğini düşünenler var.Ancak “Barış gücü” olarak farklı bölgelere gönderilenbirlikler, gittikleri yerlerde hiç de barışı sağlamıyor.Halklara saldırılar ve baskılar daha da artıyor, kadınlartecavüzden geçiriliyor. Darfur bölgesinde de farklıolmayacak. Kadın ve çocuklar, savaşın en ağırsonuçlarını bir kez daha yaşayacaklar.

Yunanistan’da protesto!Yunanistan’da işportacılak yapan Nijeryalı bir genç

kafetaryada camdan atladı. Kendisini sivil polislerintakip ettiğini söyleyen Nijeryalı genç öldü. Gencincenazesi 22 Ağustos günü Selanik’te düzenlenentörenle kaldırıldı. Cenaze töreninde çatışma çıktı.

Göçmen olduğu için “tehlikeli” görülen ve sivilpolis tarafından izlenen gencin ölümü öfke yarattı.Cenaze töreni sırasında Angellaki Caddesi’ndebulunan devlet kanalı ER-3 taş yağmuruna tutuldu.Eylemcilere saldıran Yunan polisi, gaz bombası vebiber gazı kullanarak göstericileri dağıtmaya çalıştı.Eylemcilerle polis arasında çıkan çatışmada 21 kişigözaltına alındı. Selanik Polis Karakolu’na götürülenarkadaşları için eylem yapan kitlenin protestosukarakol önünde de sürdü.

Avrupa genelinde ırkçılık yükseliyor. Avrupaparlamenterleri bir yandan ırkçılık karşıtıaçıklamalar yaparak endişelerini dile getirirken,diğer yandan ırkçılığı ve yabancı düşmanlığınıbesleyen ve hatta devlet eliyle yürüten yasalarçıkartıyorlar.

Ciddi bir yabancı nüfusun yaşadığı Almanya,yabancı karşıtlığının dorukta olduğu bir ülkedurumunda. Yapılan bir ankete göre 12-25 yaşarasındaki Alman gençlerinin 2’sinden 1’i“Nasyonal Sosyalizm”in iyi yanları olduğunainanıyor. Gençler arasında gittikçe yaygınlaşan buinanışın sokaktaki yansıması ise özellikleAlmanya’daki göçmenler için ağır oluyor.

Geçtiğimiz hafta Doğu Almanya’nın Mügelnkentinde yaz festivali sırasında 50’ye yakın Almansokaklarda 8 Hintli’yi kovaladı. Bir pizzacıyasığınan Hintliler hastanelik edildi.

Aynı hafta diğer bir olay ise Almanya’nınMainz kentinde yaşandı. Burada da şarap festivalisırasında 2 Afrikalı dövüldü. Sudanlı bir kişinindurumu oldukça ağır.

Almanya’nın Saksonya eyaletinde sadece bu yılbaşından beri 137 neo Nazi saldırı yaşandığıbildiriliyor

İki Afrikalı’nın yaralandığı olaydan iki saatönce Almanya’nın faşist partisi NPD (UlusalDemokratik Parti) liderlerinden Udo Voigt,Hitler’in yardımcısı Rudolf Hess’in 20. ölümyıldönümü vesilesiyle Nobel Barış Ödülü’ne adaygösterilmesini isteyen bir konuşma yapmıştı.Parlamentodaki diğer partiler cephesindensaldırılara tepki yağsa da, aynı parlamentoAlmanya’nın yeni Göç Yasası’nın mimarı!

Avrupa’da ırkçılık yükseliyor!

YYYYuuuunnnnaaaannnniiiissssttttaaaannnn yyyyaaaannnnggggıııınnnn

Geleceğimize sahip çıkalım!30 � Kızıl Bayrak Sayı:2007/34 � 31 Ağustos 2007

Bir-Kar Gençliği temsilcisi ile konuştuk...

“Kapitalist-emperyalist sistemin gençliğeverebileceği hiçbir şey yoktur!”

- Kısaca Bir-Kar hakkında bilgi verir misiniz?Tam ismi İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği

Platformu olan Bir-Kar, birlik ve kardeşlikkelimelerinin kısaltılmasından oluşmaktadır.

Bir-Kar’ın kuruluşuna ve adına kaynaklık eden,Avrupa’daki ekonomik ve sosyal koşullardır.Örneğin bugün AB’nin en büyük ülkesiAlmanya’ya bakalım. 80 milyonun üzerindenüfusu olan Almanya’da bu nüfusun 10milyonundan fazlasını “yabancı” denilengöçmenler oluşturmaktadır. Bu göçmen nüfusunezici çoğunluğu ise (yaklaşık 3 milyon) Türkiyeliişçi ve emekçiler...

‘60’lı yıllarda başta Almanya olmak üzereAvrupa’nın çeşitli ülkelerine gelip yerleşen bunüfus artık burada kalıcıdır, buranın bir parçasıdır.Türkiyeli ve diğer uluslardan göçmen emekçilerinyerli işçi ve emekçilerle eşit haklara sahip olmama,yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi kendine hassorunları olsa da, sermayenin saldırıları esasta ulusfarkı gözetmeden hepsini kapsamaktadır. Sosyalhak gaspları, işsizlik, militarizm ve polis devletiuygulamaları yerli-yabancı tüm işçi ve emekçilerihedeflemektedir.

Her ulustan işçi ve emekçinin sermaye sınıfınakarşı enternasyonalist devrimci birliğini sağlamakesas olarak buradaki yerli işçi sınıfı ve onlarınöncü partilerinin görevidir. Fakat bu, toplumun birparçası olan bizlerin bu saldırılar karşısında elikolu bağlı duracağı anlamına gelmiyor. Bize düşengörevler de var.

İşte Bir-Kar, başta Türkiyeli işçi ve emekçilerolmak üzere, yaşadığımız ülke proletaryasınındevrimci mücadelesine destek olmak misyonuylakurulmuş bir platformdur.

Değişik uluslardan işçi ve emekçileri, ortakdüşman olan sermaye sınıfına karşı birleştirmeyi,kaynaştırmayı ve mücadeleye sevk etmeyi hedefleyen,“sınıfa karşı sınıf’’ bakış açısıyla hareket eden,işçilerin birliği, hakların kardeşliği üzerinde yükselenbir platformdur.

- Peki çalışmalarınızın içinde gençlikçalışmasının yeri nedir, nasıl bir gençlik çalışmasıyapıyorsunuz?

Her platform, örgüt ya da parti gibi biz de özgün veözerkliği olan bir gençlik çalışmasını önemsiyoruz. Buönem sadece gençliğin geleceği kucaklayacakolmasından, ya da gençliğin saldırılardan nasibini ençok alan kesim olmasından ileri gelmiyor. Bizyurtdışına özgü bir çalışma yaratmanın gençlikçalışmasından geçtiğini düşünüyoruz. Yani buradadoğup büyümüş, buranın dilini ve kültürünü bilen,dolayısıyla buranın sorunlarını da derinden yaşayankesim gençliktir. Bunların içinde de özellikle “üçüncükuşak’’ dediğimiz gençliktir. Biz eğer buranın gerçekkadroları olacak bu kesimi örgütleyemezsek buradakigerçek misyonumuzu da yerine getiremeyiz.

Şimdiye kadar, gençliğin acil ve yaşamsal sorunlarıtemelinde yürüttüğümüz çok yönlü bir politik-pratikçalışmadan, dolayısıyla gerçek bir gençlikçalışmasından ve gençlik örgütlenmesindenbahsedemeyiz. Fakat istenen düzeyde olmasa da Bir-Kar Gençliği adıyla bir oluşuma sahibiz ve gerçekanlamda bir gençlik çalışmasını varetmek içinçalışıyoruz.

- Bir-Kar Gençliği bugüne kadar neler yaptı?

Bir-Kar Gençliği örgütlenmemizin bulunduğuAvrupa’nın değişik ülkelerinde gelişen sosyal-siyasalsüreçlere gücü oranında aktif olarak katıldı. Özelliklegeçliğin paralı eğitim saldırısına karşı gelişeneylemliliklere katıldık, bu konuda bildiriler yayınladık.

Fakat şimdiye kadar dışa yönelik faaliyetlerdenziyade kendi iç örgütlülüğümüzü yaratmaya dönükçalışmalarda yoğunlaştık. Mesela Salkımsöğüt veGrup Su gibi artık tanınmış gruplarımızın yanısırabirçok yerelde kültür-sanat faaliyeti yürüten gençlikgruplarımız mevcuttur. Yine şimdiye kadar 6 tanegençlik kampı örgütledik ve bunu her sene düzenliolarak yapıyoruz. Bu kamplar iç örgütlülüğümüzügüçlendiren bir rol oynuyor.

Fakat bütün bunlar bir sınırlılığı ifade etmektedir.Biz artık bu dar kabuğu kıran, dışımıza açılan, bizigeniş gençlik kesimleri ile yüzyüze getirecek olanpolitik bir gençlik çalışması yürütmek istiyoruz.Sağlam ve sağlıklı bir iç örgütlülüğün ancak bu çabaiçinde oluşacağına inanıyoruz.

- Şu an gündeminizde neler var?Gündemimizde 15 Eylül 2007 tarihinde

Almanya’nın Essen kentinde gerçekleştirmeyidüşündüğümüz 2. Enternasyonal Gençlik Buluşmasıvar. Geçen sene “Yeni bir dünya yeni bir kültür içingerçekçi ol imkansızı iste!’’ şiarı ile düzenlediğimiz buetkinliği geleneksel olarak her yıl tekrar edeceğiz. Buyıl ise “Gençlik gelecektir, geleceğimizi bizbelirleyeceğiz!’’ sloganıyla gerçekleştireceğiz.

- “Enternasyonal Gençlik Buluşması’’ adıyladüzenlediğiniz bu çalışmanın hedefleri nelerdir,hedefinize ulaşmak için neler yapacaksınız?

Bugün Almanya’da gençlik paralı eğitim, elitüniversiteler, ırkçılık, kültürel yozlaşma, militarizm,polis devleti uygulamaları ve bunlara eklenebilecek birdizi ağır saldırı ve sorunla yüzyüzedir. Fakat bu ağırsaldırılara rağmen gençlik cephesinden anlamlı birdireniş örgütlenebilmiş değildir. Üniversitelerin paralı

eğitime geçtiği dönemde öğrenci örgütleri olanAsTA’ların örgütlediği kitlesel eylemleri dışta tutarsak,bu böyle.

Bu açıdan etkinliğimizin ön çalışması büyük önemtaşıyor. Bu etkinlik vesilesi ile genel olarak kapitalistsistemin gençliğe yönelik saldırıları konusunda etkinbir teşhir faaliyeti örgütleyeceğiz. Etkinliğe kadar olanzamanı politik-pratik bir süreç olarak örgütlemeyeçalışacağız. Bu süreç boyunca ilişki kurduğumuzgençlerin ve kullandığımız propaganda materyallerininsayısı bizim için başarının esas ölçütü olacaktır. Enazından geçen yılkini aşan bir katılım hedefliyoruz.

Bu planımızı hayata geçirebilmek için bildiri, afiş,el ilanı, pankart, standlar, gençlik toplantıları vb.araçları yaratıcı biçimde kullanmaya çalışacağız.Henüz mevcut kadrosal güçlerimiz buna çok hazırolmasa da, hedef kitlemiz esas olarak buradaki“üçüncü kuşak’’ gençlik olacaktır.

Örgütleyeceğimiz bu politik-pratik süreç mevcutgençlik güçlerimiz için nasıl bir gençlik çalışmasıyürütülmesi gerektiği konusunda açıklık yarataneğitici bir deneyim olacağı gibi, iç örgütlülüğümüzügüçlendirmenin de bir vesilesi olacaktır.

- Bir-Kar Gençliği dışında başka kimler katılımcıolarak çağrıldı?

Gençlik buluşmasının enternasyonal karakterde biretkinlik olmasına dikkat ettik. Programımızı değişikuluslardan gruplardan oluşturmaya çalıştık. İstenendüzeyde olmasa da bunu asgari olarak sağladık.Programda yer alanların dışında Almanya’daki pekçok yerli ve yabancı devrimci-demokrat gençlikörgütlerini davet ettik.

- Önümüzdeki dönemde neler yapmayıdüşünüyorsunuz?

Önceliklikli hedefimiz gençlik buluşmasınıbaşarıyla gerçekleştirmek. Daha sonra bu çalışmanınkazanım ve deneyimleri ışığında, önümüzdekidönemde nasıl bir gençlik çalışması yürütmemizgerektiğini tartışacak, bunun araçları çerçevesindesomut kararlar alacağız. Daha da önemlisi, Bir-KarGençliği’ni daha istikrarlı, daha kalıcı ve merkezi biryapıya kavuşturmak için bir takım adımlar atacağız.Kendi bağımsız çalışmamızın yanısıra buradaki yerlive yabancı gençlik örgütleriyle daha yakın ilişkilergeliştirerek, birlikte iş yapma olanaklarını yaratmayaçalışacağız.

- Etkinlik vesilesiyle gençliğe mesajınız nedir?Bir sömürü, baskı ve savaş düzeni olan kapitalist-

emperyalist sistemin gençliğe verebileceği hiçbir şeyyoktur. İşsizlik, yoksulluk, ırkçılık, kültürel ve ahlakiyozlaşma, eğitimsizlik ve ölümden, yani bir bütünolarak gençliğini ve geleceğini karartmaktan başka...

Sermayenin saldırıları, yerli-yabancı, doğulu-batılı,siyah-beyaz-sarı farkı gözetmeksizin bütün emekçisınıf gençliğinedir. Dolayısıyla buna karşı bizler deulusal, dinsel ve bölgesel hiçbir fark gözetmeksizinbizi hedef alan bu ortak saldırılara karşı ortakmücadele vermek zorundayız.

Gençlik gelecek ve geleceği biz belirleyeceksek,enternasyonal birleşik, devrimci bir gençlik hareketiyaratmaktan başka bir çare yoktur. Bu vesileyleherkesi bu devrimci çabamıza destek vermeye vekatılmaya çağırıyoruz.

Yaşasın enternasyonal dayanışma!Gençlik gelecek, gelecek sosyalizmdir!

Bir-Kar Gençliği/Almanya

Rüsselsheim’da gençlik toplantısıBir-Kar Gençliği olarak 23 Ağustos günü, 15

Eylül’de Essen’de örgütleyeceğimiz 2. EnternasyonalGençlik Buluşması’na hazırlık amacıyla bir toplantıyaptık.

Geçen seneki gençlik buluşmasına da katılmıştık,ancak desteğimiz sınırlı bir katılımdan ibaret olmuştu.Bu sene daha fazla sayıda genci etkinliğe taşımayıhedefliyoruz. Bu çerçevede afiş yapmak, kentin enkalabalık yerlerinde stand kurup el ilanları dağıtmak,bilet satmak ve gidişi organize etmek gibi işleriplanladığımız gibi hayata geçirmeye çalışacağız.

Birçoğumuz daha önce bu tür bir faaliyet yürütmüşdeğiliz. Bu bizim için bir ilk deneyim olacak. AyrıcaRüsselsheim’da uzun süredir kimse gençliğe yönelikbu tür bir faaliyet yürütmüyor. Buradaki gençlikyozlaşma saldırıları karşısında savunmasız kalıyor;gençlerin büyük kısmı oyun salonlarına, uyuşturucuya,hatta fuhuşa sürükleniyor.

Gerek etkinlik vesilesiyle yapacağımız çalışmalargerekse de bundan sonra yürüteceğimiz her türlüpolitik, kültürel ve sosyal etkinliklerin bizler veçevremiz için oldukça eğitici olacağına inanıyoruz.Gençliği bencilleştiren, yozlaştıran ve geleceğinikarartan bu sistemden kurtulmanın başka bir yoluyoktur.

Bir-Kar Gençliği/Rüsselsheim

Karadeniz Enerji Yatırımları Şirketi 7 yılönce Silopi’de termik santral kurdu. Buradaüretilen elektrik Irak’ın kuzey bölgesinedağıtılıyor. Şimdi de Silopi’de başka bir şirketyeni bir termik santral kurma hazırlığı içerisinde.Dumanlarını gökyüzüne salan termik santrallerinişletilmesi doğaya ve insan sağlığına ciddibiçimlerde zarar vermesine rağmen nükleerenerji konusunda sergilenen tutum burada da

gösteriliyor. Silopi Gençlik İnisiyatifi, termik santralin

çevreye vereceği zararların öne çıkartıldığı birmiting örgütledi. Mitinge Silopi BelediyeBaşkanı Muhsin Kunur da dahil olmak üzerebirçok sivil toplum örgütünün temsilcisi katıldı.Şehir merkezinde oluşturulan konvoylarla termiksantrallerin bulunduğu bölgeye giden eylemcilerbeyaz kefene sarılı tabut taşıdılar.

İstanbul’da yıkımlar gündemde!Sermayenin rant alanı olarak gördüğü emekçi semtlerinde

yıkımlar yeniden gündeme gelecek. Çünkü zengin azınlığa lükskonutlar yapma arayışını sürdüren inşaat firmaları “sıkıntı”da.

Şehir içinde arazi bulmakta “sıkıntı” yaşadıklarını dilegetiren inşaat firmaları kentsel dönüşüm alanlarına ağırlıkveriyorlar. Firmalar devletin kendilerine sunduğu kentseldönüşüm imkanından faydalanmak için bu projelere elatıyorlar.

Emekçi semtlerindeki konutları yıkarak yerine zenginlerehavuzlu villalar yapmaya hazırlanan inşaat şirketlerinden Oftonİnşaat, Beyoğlu, Tarlabaşı, Kasımpaşa gibi şehrin göbeğindeki semtlerdeki yıkık bina ve gecekondularıyıkarak yeni proje üretmeyi planlıyor. Firma yaklaşık 30 milyon dolar yatırımla Kurtuluş’un ilk ve teksite ölçekli projesini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Elysium Cool adındaki proje, semti, içinde fitnesscenter’dan sauna ve fin hamamına, açık ve kapalı yüzme havuzlarından çocuk oyun alanlarına, kuaför vemarkete kadar geniş sosyal alanları bulunan bir site şeklinde tasarlanıyor.

Altyapı sorunlarıyla boğuşan emekçiler sosyal yaşam alanlarından kovulacak, yerine zenginlere süperlüks konutlar yapılacak. Bu lüks konutlar şimdiden alıcı bulmuş durumda. Mayıs’ta satışına başlananprojenin dörtte birinin satıldığı ifade ediliyor. Konutların 2008 Aralık’ta teslim edileceğini dile getiriliyor.

Tarlabaşı, Kasımpaşa ve Hacıhüsrev’in yanısıra yine emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Pendik,Tuzla, Kartal ve Maltepe sahili, Avcılar, Bağcılar, Eminönü, Kadıköy Emekevler, Kağıthane, E-5 ileKurtköy arasındaki alan bölge ve Şişli Kuştepe de kentsel dönüşüm alanları içinde yer alıyor.

Daha önce Ankara’daki Dikmen Vadisi projesini hazırlayan Aktürk’ün yanısıra Ağaoğlu ve Sinpaş daİstanbul’da bu alanlarla ilgileniyor. Atapol markası ile konut üreten Ergün Polat İnşaat ise bu kapsamdaKasımpaşa’nın ilk site projesini inşa ediyor. Şerif Ali, Feriköy ve Çamlıca’da projeye başlayan Aliceİnşaat da Üsküdar başta olmak üzere kentsel dönüşüm projeleriyle ilgileniyor.

Özetle önümüzdeki aylarda yıkımlar yeniden gündeme gelecek. Devlet emekçi semtlerini yıkarakinşaat firmalarına yeni rant alanları açacak. Yeni yıkımlara ve direnişlere bugünden hazırlanmakgerekiyor.

Silopi: “Termik santrallere hayır!”

Avcılar’da çadırlarda yaşayan Romanlar, 26Ağustos günü kendilerini tahliye etmek isteyenpolis ve zabıtaya karşı direndi. PolisinYeşilkent, Tahtakale ve Bahçeşehir kavşaknoktalarında bulunan çadırları tahliye etmekiçin düzenlediği operasyona Romanlar taşlar vesopalarla karşı koydu.

Kolluk güçleri cop ve göz yaşartıcı bombakullandı. Karşısında direniş görünce

saldırganlaşan polis, Romanlar’ı zorlaçadırlarından sürükleyerek, hunharca dövdü.Daha sonra 50 çadır, 6 at arabası ve bazıeşyaları ateşe vererek yaktı!

Romanlar’a hiçbir alternatif çözümsunmadan döverek çadırlarından çıkaran vesonra da tüm eşyalarını yakan zihniyet, buvahşeti zenginler rahatsız olmasın diyeyapıyor!

Avcılar’da Romanlar polisle çatıştı!

CMYK

MücadelePostası

Üsküdar (İstasyon) Cad. Pınar İşhanıNo: 5 Kat: 4 Daire: 52 Kartal/İstanbul (0 216 353 35 82)

Necatibey Cd. Gözlükçü İşhanı No: 26/24Kızılay/ANKARA Tel: 0 (312) 232 29 10

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : .......................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : .......................................................................

........................................................................Tel : .......................................................................

6 Aylık Yurt içi 30.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Silifke Cd. Çavdaroğlu Çarşısı 2/93MERSİN

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Cumhuriyet Mah. Tennur Sok. Cumhuriyet İşhanıKat: 3/45 KAYSERİ Tel-fax: 0 (352) 2326671

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Saadetdere Mah. Fırın Sok. No: 37/25 (Depo durağı)Esenyurt/İSTANBUL

“İşkencesiz bir Türkiye mümkün!”20 Ağustos günü Esenyurt’ta “eylem yapmaya hazırlandıkları” gerekçesiyle gözaltına alınan 6 kişi

jandarmanın vahşi işkencesine maruz kalmıştı. İşkence görenlerin avukatı Baran Doğan 25Ağustos günüİHD’de bir açıklama yaptı. Yaşanan işkenceleri ve hukuk skandallarını anlattı.

İHD adına yapılan açıklamada, işkencenin kişiyi ve dolayısıyla toplumu sindirmeyi, terörize etmeyiamaçladığı, işkencenin hala bir devlet politikası olduğu ve son günlerde artan işkence vakalarının bunun birgöstergesi olduğu ifade edildi. İşkence ve kötü muameledeki artışta Polis ve Selahiyetleri Yasası’nındeğiştirilmesinin büyük payı olduğu vurgulandı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Gençlik buluşmasına

hazırlanıyoruz!

Bielefeld Bir-Kar Gençliği olarak geçtiğimiz Pazargünü bir etkinlik yapmış, 15 Eylül’de Essen’degerçekleştireceğimiz gençlik buluşmasına hazırlıkçerçevesinde ilk adımı atmıştık. Etkinliğimiz aynı zamandagençliğe yönelik etkin bir faaliyetin de ilk adımlarıanlamına geliyor. 20 Ağustos günü gerçekleştirilen “HartzIV” eylemine katılmış, ardından 25 Ağustos günü bir filmgösterimi gerçekleştirmiştik.

27 Ağustos Pazartesi günü de “Hartz IV” yasasına karşıgerçekleştirilen eyleme kalabalık bir şekilde katıldık. Birarkadaşımız mikrofonla 15 Eylül’de gerçekleştirilecekEnternasyonal Gençlik Buluşması’na katılma çağrısı yaptıve Nazım Hikmet’in bir şiirini okudu. Aynı zamandaeylemin gerçekleştirildiği alanda gençlik buluşmasının elilanlarını dağıttık. Kimi insanlarla sohbet etme imkanıyakaladık. Böylece hem eyleme destek vermiş hem dekendi faaliyetimizi taşıyarak canlılık katmış olduk.Faaliyetimize çeşitli araçlarla devam edeceğiz.

Bielefeld/Bir-Kar Gençliği

��������������������������� ��������� ��������� ������

������������� ������������� ������������� ������������������������������������� ������������� ������������� ������������������������

��������������������������� ��������� ��������� ������