Adnan Menderes Demokrasi Platformu Dergisi

308

description

Bahar 2016 Özel Sayısı

Transcript of Adnan Menderes Demokrasi Platformu Dergisi

BAHAR 2016 / ÖZEL SAYIISSN: 2148-0648

İMTİYAZ SAHİBİ: AHMET ŞERİF BAYINDIR

Admender Adına

GENEL YAYIN YÖNETMENİ: Dr. HÜSNÜ KAĞAN BAYINDIR

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: ATIF EMRE BAYINDIR

Şehir Plancısı

GENEL KOORDİNATÖR: Av. UĞUR KIZILCA

YAZI İŞLERİ:GÜLAY GÜNDEAY

Admender Aydın Genel Sekreteri

EDİTÖR:KAMİL TUNOĞLU

EDİTÖR YARDIMCILARI:YELİZ ERGEN - ERCAN KUTLU - ÖNDER GÜZELARSLAN

YAYIN KURULU: NURBANU EKEN - HAKAN ÖZEN - YALÇIN TAZE

COŞKUN TAĞA - NECATİ ASLAN - TURGUT GÜRBÜZ

DANIŞMA KURULU:CAHİT İLERİ - EMİNE GÜRSOY NASKALİ - İLHAN AYTEKİN

AHMET BİLGE - EMRE OKTAY - MEHMET DÜLGERAYKUT KURANEL - MELİH AKTAŞ - NAHİT MENTEŞE

ALİ NAİLİ ERDEM - NEVZAT ERCAN - HASAN CELAL GÜZELVEDAT BİLGİN - NEVZAT CEYLAN - HÜSEYİN KOCABIYIK

AHMET İYİMAYA - ŞEVKET TURGUT - HASAN KORKMAZCAN S. ARIKAN BEDÜK - SAMET OCAKOĞLU - YALÇIN KOÇAK

MUSTAFA NEVRUZ SINACI - AHMET RIZA ACARTAHA GERGERLİOĞLU - EROL GÖKA - ERDİNÇ YAZICI

SÜLEYMAN İNAN - BURAK KÜNTAY - ABDULLAH EKİNCİHÜSEYİN ŞEYHANLIOĞLU - ERKİN USMAN

ŞEBNEM BURSALI - AVNİ ÖZGÜREL - TAŞKIN TUNASAİD ALPSOY - YAVUZ BAHADIROĞLU

VEHBİ VAKKASOĞLU - ALİ HAYDAR ÖZTÜRKMEHMET AKYOL - FARUK KÜÇÜK

FOTOĞRAF/FİLM:DERİCİZADE FARUK KÜÇÜK

HALKLA İLİŞKİLER:MEHMET TÜRKMEN - ŞEVKET GÖKNİL - EFE MERT ÜNAL

SEZGİN ÇATALKAYA - AKİF ÇERÇİ - FİLİZ TORAL

GRAFİK TASARIM: MERT ÜNAL ve EFELER

REKLAM/TANITIM:FİKRET ÇAKIR - HİKMET AYDOĞAN - ŞAMİL ALBAYRAK

BASKI: ŞAN OFSET

ANADOLU CAD. NO:50 KAĞITHANE/İSTANBUL

YAYIN TÜRÜ: 3 AYLIK, YAYGIN, SÜRELİ

İLETİŞİM/YÖNETİM YERİ: Y. BAHÇELİEVLER MAH. AŞKABAT CAD. NO: 6/2 06490

ÇANKAYA/ANKARATEL: 0.312 215 44 45 - FAKS: 0.312 215 44 55

GSM: 0.532 376 76 [email protected] - [email protected]

www.admendergi.com / www.admender.com

/menderesdp - /menderesdp - /menderesdp

F ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU DERGİSİ T.C. YASA-LARINA UYGUN OLARAK 3 AYDA BİR ANKARA’DA YAYIMLANMAK-TADIR. F DERGİDE YAYIMLANAN YAZILAR YAZARLARININ GÖRÜŞÜNÜ YAN-SITIR, DERGİMİZ SORUMLU DEĞİLDİR. GENEL YAYIN YÖNETMENİ DİL, ANLATIM VE TEKNİK KONULARDA DEĞİŞİKLİKLER YAPABİLİR. GÖNDERİLEN MATERYAL İADE EDİLMEZ. F KAYNAK GÖSTERİLEREK İKTİBAS EDİLEBİLİR.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

BİZDEN SİZEMerhaba can dostlar, yine yeni bir özel sayı

ile sizlerleyiz. Ne güzel sizlerden gelen tebrik, takdir mesajları ile yol almak…

Eşinde, dostunda dergilerimizi görenler tele-fona sarılıyor, dergi istiyorlar. Maalesef tükendi cevabımızla üzülüp sitem ediyorlar. Ağlayarak “Ben bu dergiyi bin lira da deseniz alırım” di-yenleri mi ararsınız, “Niye daha sık çıkarmıyor-

sunuz?” diyenleri mi, “Bayilerde niye yok?” diyenleri mi...Şimdiye dek dergilerimizi ücret mukabilinde satmadık. Tümünü

ücretsiz dağıttık, gücümüz yettiğince de kargo bedellerini de biz ödedik. Öyle mutluyuz ki dergilerimiz her ulaştığı yerde kitaplıklar-daki yerini aldı. Bir okuyan okumaklara doyamadı.

“Marifet iltifata tabidir” sözünü büyüklerimiz hep kullanırlar ya; bakarsınız bizlerin sa'y u gayretini görüp bu nev’iden değerlendire-rek elimizden tutarlar, geniş imkânlara kavuşturuverirler değil mi? Biz vazifemizle meşgulüz, “Sen altın ol da sarraf gelir seni bulur” atasözünün hakikatinin ise şuurundayız. Elbette “Gayret bizden tevfik Allah’tandır”.

Önceki sayımızdan bu yana Aydın’da, İstanbul’da, Kayseri’de, Ankara’da çok güzel etkinlikler gerçekleştirdik. Bunların bazılarını bu sayımızda göreceksiniz. Kırkambar’ımız öyle dolu ki, daha ne pro-jelerimiz var sırada. Ama bazılarına gücümüz yetse de çoğuna da yetmiyor şimdilik.

Güzel ülkemizde öyle harika gelişmeler yaşıyoruz ki... Menderes’in attığı sağlam temeller üzerinde yeni, hür, demokrat ve Büyük Türkiye’yi yılmaz bir azimle inşa eden “Milletin Adamları”na selamlar olsun…

Bilge Adam Merhum Aydın Menderes’in de ifade ettiği gibi, İn-şallah “sivil, demokratik bir Anayasa”mız da olacak, “Başkanlık Sistemi”miz de…

Yaslı Ada’nın “Demokrasi ve Özgürlük Adası” olmasını şimdilerde hızla yükselen o güzelim dev proje ile taçlandıran Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a, Aydın’ımızda Adnan Menderes Müzesi kurulması için öncülük eden Aydın Milletvekilimiz Sayın Mehmet ERDEM’e, 27 Mayıs’ta üniversitelerimize vurulan vesayet zincirlerini parçalarcasına Adnan Menderes Üniversitesi adına açık-lama yapan Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Cavit BİRCAN’a buradan şükranlarımızı ifade etmeyi bir borç biliyoruz.

Yeni sayılarımızda ve etkinliklerimizde buluşabilmek dileğiyle, hepinize selamlar, sevgiler, saygılar Efendim.

Allah’a emanet olunuz.

AHMET ŞERİF BAYINDIRADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

YÖNETİM KURULU BAŞKANI

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN ........................................................................................5Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU ...................................................................................................................................................13Aydın MENDERES / Ona Dokunma Buna Dokunma .................................................................................................................. 17Prof. Dr. Tansu ÇİLLER / Demokrasi ve DP AP DYP Çizgisi .......................................................................................................19Binali YILDIRIM / Bu Ülkenin Ayaklarına Artık Pranga Vurulmasın .................................................................................23Süleyman SOYLU / Menderes Tüm Hatırasıyla Yaşıyor .................................................................................................. 27Ömer ÇELİK / Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi ................................................................................................................32Ali Naili ERDEM / Demokrat Parti ......................................................................................................................................35Dr. Esat KIRATLIOĞLU / Laiklik, İslam, Demokrasi ve Türkiye .................................................................................................37Aydın MENDERES / Tasa, Yine Anayasa ........................................................................................................................... 41Hasan Celal GÜZEL / 27 Mayıs: Adı Konulmamış Matem Günü .....................................................................................42Çiğdem KARAASLAN / Yassıada Projesi Karanlıktan Aydınlığa Geçiş Projesidir .................................................................. 44Demokrasi ve Özgürlükler Adası ..........................................................................................................................................46Mehmet ÖZHASEKİ / 14 Mayıs 1950 Demokrasinin Zaferidir .........................................................................................52Aydın Adnan Menderes Demokrasi Müzesine Kavuşuyor ..................................................................................................54Mehmet ERDEM / Türkiye’nin Ölümsüz Başvekili.............................................................................................................56Abdurrahman ÖZ / İleri Demokrasi ve Büyük Türkiye ......................................................................................................58Demokrat Parti 1950 Milletvekilleri .....................................................................................................................................62Prof. Dr. Vedat BİLGİN / Demokrat Olmak Zor mu? ......................................................................................................74Aydın ÜNAL / Menderes'in Mirası ...................................................................................................................................... 75Metin KÜLÜNK / Anadolu’nun ‘Değerli Sentez’i ve Menderes-Özal-Erdoğan Çizgisinin Önemi .......................................77Hüseyin KOCABIYIK / Menderes-Gülen İlişkisini Bir de Benden Dinleyin ...................................................................... 81Menderes'li Yılların Kronolojisi .............................................................................................................................................82Doç. Dr. Havva TALAY ÇALIŞ / Geç Bulup Tez Yitirdiğimiz .............................................................................................98Ahmet Rıza ACAR / Türk Siyasi Hayatının Öksüz ve Yetim Çiftçi Başvekil'i Adnan Menderes .....................................100Ahmet ERTÜRK / Adnan Menderes'in Düşündürdükleri ................................................................................................105Mahmut GÖKSU / Demokrat Parti: Yeni Türkiye'nin Ayak Sesleri.................................................................................106Nurettin TOKDEMİR / DP’nin İlk İcraatı: Ezanın Aslına Çevrilmesi ...............................................................................108Hasan POLATKAN ..............................................................................................................................................................................110Erol AYYILDIZ / Demokrasi Şehidi Başvekil Adnan Menderes ....................................................................................... 112Menderes Dönemi'nde Kurulan Üniversiteler ................................................................................................................... 113Prof. Dr. Cavit BİRCAN / Türkiye'de Değişimin Adı:Adnan Menderes .......................................................................... 116Adnan Menderes Üniversitesi'ni Tanıyalım ........................................................................................................................ 118Aydın MENDERES / Osmanlı, Ortadoğu ve Biz ..............................................................................................................122Fırat ÇELİK / Adnan Menderes…Türk Siyasi Tarihinin Yitik Efsanesi ..................................................................................... 124Nuri AKTAKKA / Adnan Menderes'in Demokrasimizde Yeri .......................................................................................... 127Süleyman GÜNDEAY / Hafıza-i Beşer Nisyan İle Malûldür ..........................................................................................128Adem ÜÇGÜL / Başvekilin İzinden ................................................................................................................................................130Hüseyin AKSU / Berin Menderes Anısına Son 50 Kelime ...............................................................................................133Hasan Emre OKTAY / 27 Mayıs, Yassıada Cehennemi Ve İşkenceler ............................................................................139Menderes'ten Erdoğan'a Demokrasi ve Milli İrade Mücadelesi ........................................................................................ 152Hüdayi ÖZALP / "Menderes Başbakan Olana Kadar Ne Yokluklar Gördük" ...................................................................... 160Osman Zeki CANDAŞ / "Menderes'ten Hep İyilik Gördük" ...........................................................................................164Muhammed Taha GERGERLİOĞLU / 27 Mayıs 1960 İhtilali ve Güç Dengesi .............................................................168Mustafa Nevruz SINACI / Hürriyet, Adalet Ve “Demokrasi Bayramı” - Menderes’in Katili İnönü Mü? ........................170Aydın MENDERES / Irak Meselesi Ve Devlet................................................................................................................... 173Prof. Dr. Emine GÜRSOY NASKALİ / Yassıada Mahkemesi Anayasayı İhlal Davası .................................................. 174

İÇİNDEKİLER

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

Prof. Dr. İlhami NASUHİOĞLU / Uzlaşma İçin .............................................................................................................182Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİT / Merhum Menderes Kelimenin Tam Anlamıyla Şehidtir .........................................184Prof. Dr. Erol GÖKA / Menderes'in İdamına Sessiz Kalanlar .................................................................................................. 188Prof. Dr. Atilla YAYLA / 27 Mayıs Darbesi ve Adnan Menderes Üniversitesi ................................................................190Prof. Dr. Güven SAK / Menderes Dönemi Herkese Nasıl Fark Atıyor? .........................................................................192Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN / Türk Demokrasisinin Doğum Tarihi: 14 Mayıs ...........................................................194Prof. Dr. Süleyman İNAN / Menderes'in İdam Edilme Sebebi (!) .................................................................................198Prof. Dr. Bilal SAMBUR / Demokratik Düzende Laisizmden Din Ve Vicdan Özgürlüğüne ......................................... 200Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ / Ortadoğu'da Yaşanan Askeri Darbelerin Yayılma Etkisi .......................................................204Doç. Dr. Mustafa OĞURLU / Dünyaya Yön Veren Bir Millet Olmak İçin Demokrasi Ve Kalkınma ........................... 208Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU / Başkanlık Sistemi, “Seçilmiş Sultanlık” mı? .....................................................210Yrd. Doç. Dr. Hicabi ARSLAN / Menderes'in İki Varisi Ve Bir Devrimin Hiç Bitmeyecek Hikayesi ...............................211Dr. Murat YILMAZ / 14 Mayıs'ı Unutmamalıyız ..............................................................................................................214Aydın MENDERES / Ne Yapmalı (1) ................................................................................................................................216Dr. Fatih ERBAKAN / Milli Kalkınma Hamlesi Ve Erbakan - Menderes Buluşması ....................................................... 217Selim TEMURÇİ / Başkanlık Sistemi, Kuvvetler Ayrılığı ve Demokrasi .................................................................................220Av. Ömer ÖZMEN / Hiç Küskün Değilim Hiçbir Dargınlık Duymuyorum ......................................................................223Abdullah Zülkadir KARS / Ezan ......................................................................................................................................224Mehmet AKYOL / Menderes'li Yıllar ................................................................................................................................225Adnan Menderes ve Demokrat Parti Bibliyografyası -A- ..................................................................................................227Ali YALÇIN / Başvekil Menderes'e Vefa Borcumuzu Demokratik Bir Yeni Anayasa Yaparak Ödeyebiliriz ..................... 232Hakan YILDIRIM / Duygu Ve Düşünceler Hiç Elli Kelimeye Sığar mı? .......................................................................... 234Aydın MENDERES / Ne Yapmalı (2) ............................................................................................................................... 236İsmail EMANET / Türkiye'nin Demokrasi İmtihanı Ve Değişimin Kaçınılmazlığı ................................................................. 237Aybars ÜNAL / Menderes Dönemi Enerjide Kalkınma ................................................................................................... 2381950'den 1960'a Manşetlerden Seçki ............................................................................................................................... 240Erkin USMAN / Menderes’in Son Saatleri .......................................................................................................................250Avni ÖZGÜREL / Yassıada'da İnfazlar Öncesi Son Celse .................................................................................................252Orhan MİROĞLU / 27 Mayıs’ta Ne Oldu.........................................................................................................................254Nevzat ÇİÇEK / Küçük Yassıada: Sivas Kampı ................................................................................................................ 256Tamer KORKMAZ / Başvekil’in Hayatta Kalmasına Kimler Üzülmüştü? ..................................................................... 260Abdülaziz TANTİK / Beyaz İhtilal ve Demokrasi ........................................................................................................................261Servet HOCAOĞULLARI / Türkiye Başkanlık Sistemine Geçebilir mi? ...............................................................................263Şevket TANDOĞAN / Adnan Menderes Ve Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi ....................................................265Salih Zeki ÇAVDAROĞLU / Adnan Menderes Döneminde Müzik... ....................................................................................267İsmail Hakkı DOKUZLU / Menderes ve Atatürk ............................................................................................................274Hüseyin Avni ÇAVDAROĞLU / Demokrasi Maceramız ..........................................................................................................275Aydın Menderes'ten Kitap Tavsiyeleri ............................................................................................................................................278İbrahim ÇETİNKAYA / Menderes Milletimize Can Simidi Olmuştur ...................................................................................280Av. Şerafettin YAPICI / Rey Ekolünün Son Beyi ........................................................................................................................282Gürcan Şevki ŞEKER / Menderes “Derdimiz Demokrasi, Derdimiz Hürriyet” Diyenlerin Lideridir .................................283Yalçın TAZE / Demokratlar İçin Bir Başucu Nutku: Dört Hürriyet .......................................................................................... 287Mete İzzet ÖZCANOĞLU / Muasır Medeniyet Ve Milli Yapının Bileşkesi ...........................................................................290Efe Mert ÜNAL / Beyaz Devrim ve Büyük Devrimci Adnan Menderes ................................................................................. 292Nurbanu EKEN / Demokrasiye İlk Adım ........................................................................................................................ 294Etkinliklerimiz ...................................................................................................................................................................................... 295Menderes Şiirleri .................................................................................................................................................................................303

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU4 |

B A Ş V E K İ L M E N D E R E S A S I L I R K E N Ç I R A K T I KC U M H U R B A Ş K A N I Ö Z A L ZEHİRLENİRKEN KALFAYDIK

BAŞKAN ERDOĞAN DÖNEMİNDE USTAYIZOYUNA GELMEYİZ ARTIK!

Ahmet Şerif BAYINDIR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 5

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

“DEMOKRASİNİN YOLUNU AYDINLATANLARI RAHMETLE ANIYORUZ”Vazifeleri sırasında, çeşitli şekillerde kendilerine

kıyılmış Meclis üyelerini, bugün özellikle anmak iste-diğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Adnan Menderes’i, Hasan Polatkan’ı, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Meclis üyesi iken katledilmiş diğer tüm isimleri, hayat-ları pahasına demokrasinin yolunu aydınlattıkları için rahmetle yâd ediyor, mekânları cennet olsun diyorum” şeklinde konuştu.

“27 MAYIS’LA AÇILAN PARANTEZ, 10 AĞUSTOS’TA MİLLETİN SEÇİMİYLE KAPANMAYA BAŞLADI”Ülkenin seçilmiş Başbakanına, hükümetine, darbe

teşebbüsünde bulunan, darbecilerle kapalı kapılar ardın-da iş çevirenlerin başkanlık sisteminin karşısında dur-duklarını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapı-lanların eski Türkiye’nin alışkanlıkları olduğunu belirtti. “27 Mayısla birlikte biliyorsunuz bir parantez açılmıştı. Hamdolsun, 10 Ağustos’ta milletin seçimiyle kapanmaya başladı” dedi.

“ADNAN MENDERES VE ARKADAŞLARI BU MİLLETİN GELECEĞİ İÇİN MÜCADELE VERDİ”Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehitleri rahmetle yâd et-

tiklerini ve hep rahmetle yâd edileceklerini belirterek, “Ama onlara darbe yapanlar, onları idam edenler hatır-

lanmıyor. Hatırlansa da başka türlü anılıyor. Niçin bili-yor musunuz? Çünkü Adnan Menderes ve arkadaşları bu millete hizmet etti, bu milletin geleceği için mücadele verdi. Onlar asla bu millete tepeden bakmadı. Hayatları pahasına milletin yanında olmaktan milletle yol yürü-mekten vazgeçmediler. Aslında darağacına çıkarken bile milletin gönlündeki sevgi tahtında bir basamak daha üste yükseliyordu. Kendisine darbecileri, cuntacıları, vesayetin yol arkadaşlığını seçenler daima kaybetmeye mahkûm oldu” diye konuştu.

1950’DEKİ İLK DEMOKRATİK SEÇİMLERCumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs 1950 günü seçim-

ler yapılırken ihtiyar bir kadının kuyrukta bekleyenlere aldırmadan en öne geçtiğini, sırada bekleyenlerden itiraz edenler olunca bir gencin “Onun sırası geldi de geçiyor bile. Bırakın oyunu kullansın. Bu kuyruk 10 dakikalık-tır ama ninemiz yarım asırdır bekliyor” dediğini aktardı. Milletin uzun bir bekleyişin ardından gerçek anlamda ilk oyunu 1950’de kullandığına işaret eden Cumhurbaş-kanı Erdoğan, Kayseri’deki seçim manzaralarını aktaran bir gazete muhabirinin sandık başlarına koltukta, omuz başlarında gelen hastalar bile olduğunu söylediğini vur-guladı. Muhabirin sandıkta oyunu kullandıktan sonra dönen bir köylü kadına reyine hangi tarafa verdiğini sorması üzerine “Allah’la benim aramdaki şeye sen ne karışırsın!” yanıtını aldığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadını ve erkeği ile tüm milletin oyuna sahip

TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI

RECEP TAYYİP ERDOĞAN

“MENDERES GİBİ BİR SON BİZİM İÇİN ŞEREFTİR; ONLAR BİLMİYORLAR Kİ ŞEHİTLER ÖLMEZ”

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU6 |

çıktığını söyledi.

“MİLLETİMİZ İÇİN 14 MAYIS GÜNÜ BİR BAYRAMDI”Seçim günü Adana’daki durumu anlatan bir kişinin

“İlk reyi kullanmak için yapılan yarışta birinciliği ama bir kadınla bir gözünden malul kocasına verdik. Üçün-cülüğü de beşikteki bebeğini bırakıp gelen bir kadın aldı” dediğini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Mille-timiz için 14 Mayıs günü bir bayramdı. Zonguldak’ta sandık listelerinde karışıklık olduğu için köy köy dolaşıp oy kullanacağı sandığı arayan kafilelere rastlanıyordu. Balıkesir’de, Bursa’da, Çanakkale’de oy verme oranının yüzde 98’lere ulaştığı yerler vardı. O gün, ülkenin pek çok bölgesinde yağan yoğun yağmura, çamura rağmen milletimiz kadınıyla, erkeğiyle sandık başına koşmuştu.

TÜRKÇE EZAN DÖNEMLERİCumhurbaşkanı Erdoğan, Ezanın Türkçe okunduğu

dönemleri hatırlatarak, “Bu ülkede 1932 yılından sonra dünyaya gelen nesiller sadece minarelerden ‘Tanrı ulu-dur, Tanrı uludur’ sesini duydular” dedi. Eski başbakan-lardan Rahmetli Adnan Menderes’in 1950 yılında en önemli seçim vaatlerinden birinin ezanın aslına döndü-rülmesi olduğunu belirterek, seçimden sonraki ilk icra-atlarından birinin bu olduğunu söyledi. Ramazandan bir gün önce, 16 Haziran tarihinde, 18 yıl sonra ilk defa eza-nın aslıyla okunduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdo-ğan şöyle söyledi: “O gün yaşananlara dair çok hüzünlü

anılar var. Ben birini aktarmak istiyorum. Sultanahmet Camisi’nde müezzinler ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber’ diye haykırınca Beyazıt, Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalandı. Aynı makamda biri bırakıyor, öbürü başlıyor. Herkes heyecandan tir tir tit-riyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ezanlar bitene kadar millet avluda oturdu kaldı. Adeta bir şaşkınlık içindey-diler. Ezan-ı Muhammedi ile yeniden kavuşmak milleti-mizi işte böyle mesut etmişti. Bakınız bir başka vatanda-şımız o günü nasıl anlatıyor; ‘Bursa’da bir camide o gün ikindi ezanının tam 7 defa okunduğunu öğrendim. Halk bir türlü doyamamıştır Ezan-ı Muhammediye. Umumi arzu üzerine müezzinler defalarca okumuş, okumuşlar-dır.’ Rahmetli Mehmet Akif ne diyordu; ‘Bu ezanlar ki şe-hadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üzerinde benim inlemeli.’ Ve yine Akif ne diyor; ‘Ey ulu Peygamberimiz neredesin, dinle minaremde öten gür sesin, gel, bana yar ol ki cihan titresin, kimse dönüp süngüme yan bakma-sın, amin desin hep birden yiğitler, Allahu Ekber gökten şehitler, Amin, Amin, Allahu Ekber.’ Türkiye böyle acı, sıkıntılı günlerden bugünlere geldi.”

"MİLLETİMİZ EZANINA DOKUNANLARIN ADINI GÖNLÜNDEN SİLMİŞTİR"Cumhurbaşkanı Erdoğan : “Bir büyüğüm, ‘İmam ha-

tipte ne okutulduğu bir kenara, o tabelanın altından geç-mek bile yeter evladım’ diyordu. Aynı şekilde, ülkemizin her köşesinde, günde 5 vakit, 365 gün kesintisiz ezan okunan camilerimizin nasıl ihya ve inşa edildiğini hepi-miz çok iyi biliyoruz. Ne diyor Mehmet Akif; ‘Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi, yurdumun üstünde benim, inlemeli.’ Rabbim camilerimizi ezansız, cemaat-siz bırakmasın. (...) Bakınız, milletimiz İmam Hatipleri kapatanları hatırlamayacak, hatırlasa da hayırla yad et-meyecek. Ama bu okulları kuranlar ve yaşatanlar, daima rahmetle, sevgiyle, takdirle anılacak. Milletimiz ezanına dokunanların adını gönlünden silmiştir; ama o ezanı ye-niden kendisine kazandıranları, Menderesleri gönlünün başköşesinde yaşatmaya devam ediyor.”

"BUGÜNLERE UZUN VE ZORLU BİR MÜCADELE NETİCESİNDE GELİNDİ"Sizler eğer bugün bu modern binalarda serbestçe,

özgürce okuyabiliyorsanız biliniz ki bu, uzun ve zor-lu, sabırlı bir mücadelenin neticesidir. Bu mücadele-de nice geçmişteki büyüklerimizin emeği var. Adnan Menderes’in alın teri var. Bu mücadelede ismi bu okulda yaşayan, imam hatip okullarının yeniden açılmasını sağ-layan, 1960 darbesinin ardından idamla yargılanan mer-hum Tevfik İleri’nin alın teri var” dedi.

EZANI ASLINA DÖNDÜREN ADNAN MEDERES BUNU CANIYLA ÖDEDİEzanı aslına döndüren 10 yıl boyunca milleti tarihi

nitelikte hizmetlerle buluşturan Adnan Menderes’in bu-nun bedelini canıyla ödediğini ifade eden Cumhurbaş-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 7

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

kanı Erdoğan, Menderes’in uyduruk davalarla, asılsız ithamlarla, iftiralarla darağacına gönderildiğini hatırlat-tı. “Dün Menderes’i köpek, bebek iftiralarıyla mahke-me önüne çıkarmışlardı, bugün benzer bir oyunu, altın klozet kapağı gibi iftiralarla yapmaya çalışıyorlar” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iftiraya atana hemen ceva-bını verdiklerini ve ispat etmesini istediklerini söyledi.

14 MAYIS 1950’DE BAŞLAYAN DEMOKRASİ ŞÖLENİ, 27 MAYIS 1960’TA KESİNTİYE UĞRADI27 Mayıs’ın anlamlı bir gün olduğuna işaret eden

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “27 Mayıs, o kara yılın 55. yıl dönümü 14 Mayıs 1950’de başlayan bir demokrasi şöleni 27 Mayıs 1960 da kesintiye uğradı. 16, 17 Eylül 1961 ta-rihinde de milletin üç adamı içinizden biri Adnan Men-deres, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi” dedi.

CHP 1950 SEÇİMLERİNİN SONUCUNU YILLARCA HAZMEDEMEDİ“14 Mayıs 1950 tarihi nasıl milletimiz için bir demok-

rasi bayramı ise 27 Mayıs 1960’da bir matem günüdür. 14 Mayıs bu milletin tek parti zulmünden kurtuluş günüyse, 27 Mayıs’ta bu zihniyetin tekrar millete rağmen, iktidarı gasp etme günüdür” diye konuştu.

Ege’nin yiğit evladı Merhum Adnan Menderes’in, ‘ye-ter söz milletindir’ diyerek, iktidarı devraldıktan sonra Türkiye’ye çok hizmetler verdiğini söyleyen Cumhur-başkanı Erdoğan şunları söyledi: “Anadolu ve Trakya, ilk defa onun döneminde özlemini çektiği yatırımlarla tanıştı. Türkçe ezan garabetine onun döneminde son ve-

rildi. İmam hatip okullarının Kur’an-ı Kerim eğitiminin önü, onun döneminde açıldı. Bu milleti özünden kopar-maya, tarihine, kültürüne, medeniyetine, yabancılaştır-maya dönük uygulamalara bu dönemde son verilmeye başlandı. Peki sonra ne oldu? Milletin desteği ile iktidara gelen Adnan Menderes’i darbe ile indirdiler. Yetmedi, bir de daracığına gönderdiler. Kendisini bir kez daha rah-metle, minnetle yad ediyoruz.. Şimdi burada bir şeyi açık söyleyeceğim; CHP, 1950 seçimlerinin sonucunu yıllarca hazmedemedi.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yassıada mahkemelerinin tutanaklarında Adnan Menderes’e yönelik suçlamaların çoğunun merkezinde İsmet İnönü’nün bulunduğunu kaydederek, tutanaklarda, mahkeme heyetinin sürekli Menderes’i, İnönü’yü öldürmek istemekle itham ettiği-nin görüldüğünü ifade etti.

“MENDERES’İN AKIBETİNİN, BUNDAN SONRA GELECEK SİYASETÇİLERE ÖRNEK OLMASINI İSTİYORLARDI”“Bu suçlamalara karşı bütün nezaketiyle, ‘Efendim

doğrusunu izah edeyim’ diye ayağa kalkan Menderes’in sözleri, hakim tarafından sık sık ‘gerek yok’ denilerek kesiliyordu. Menderes ve iki arkadaşını darağacına gön-derenler, bunu tek bir gaye için yaptılar; Menderes’in akı-betinin, bundan sonra gelecek siyasetçilere örnek olma-sını istiyorlardı. Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu, suçlu oldukları için değil, ibretialem olsun diye asıldılar. Bir daha hiçbir siyasetçi vesayet odakları ile mücadeleye giremesin, milletle devleti barıştırmanın gayreti içerisinde olmasın diye bunu yaptılar. Düşünebi-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU8 |

liyor musunuz, 27 Mayıs günü bu ülkede, milletle alay edilircesine, 20 yıl boyunca ‘hürriyet ve anayasa bayramı’ olarak kutlandı. Menderes’in akıbeti tıpkı Demokles’in kılıcı gibi siyasetçilerin tepesinde sallandı.” Cumhur-başkanı Erdoğan, bu milletin evlatları iradelerine sahip çıktığında, yönetimde hak iddia ettiğinde birilerinin, 27 Mayıs askeri darbesini ve merhum Başbakan Adnan Menderes’in akıbetini hatırlattığını belirtti.

1960’dan günümüze kadar bunun onlarca örneği-nin görüldüğünü dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan “Rahmetli Özal, rahmetli Erbakan bunu bizzat yaşadı, iliklerine kadar hissettiler. Biz de 40 yıllık siyasi hayatı-mız boyunca böyle tehditlere, aba altından sopa göster-melere maruz kaldık” dedi.

“YARGI ORGANLARI TEMSİLCİLERİNİN VERDİKLERİ GÖRÜNTÜLERİ ESEFLE HATIRLIYORUZ”Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: “27 Ma-

yıs 1960 darbesi, demokrasiyle birlikte en büyük darbeyi adalete vurmuştur. Yassıada Mahkemeleri milletimizin vicdanında öyle derin yaralar açmıştır ki, bugün dahi Şe-hit Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını anarken, insanlarımızın gözleri dolmaktadır.

“DEVİR VE AKTÖRLER DEĞİŞSE DE DARBECİ ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ”“Paralel örgütün militanı olan bir sözde savcı geçen-

lerde çıkmış, ‘Bunların yaptıkları Menderes’i geçti. Son-ları da onlar gibi olacak’ diyor” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs sabahı “Türk ordusu vazife başında” manşeti atan gazetenin de kendisini Mursi’nin akıbetiyle tehdit ettiğini, Gezi Parkı odaklı olaylar sırasında da bazı CHP milletvekillerinin, marjinal grupların benzer teh-ditlerde bulunduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle söyledi: “Devir, aktör-

ler değişse de darbeci zihniyet değişmedi. Milletin kal-bine giremeyenler, onu fethedemeyenler, maalesef hep kumpaslardan, darbelerden medet umdular.”

Millet iradesine yönelik bir teşebbüs olduğunda, uluslararası medyanın bunun yanında yer aldığına işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “1960, 1980, 28 Şubat, Gezi olaylarında bu desteği görürsünüz. 27 Mayıs’tan önce Menderes’i baskıcı, İnönü’yü liberal gösteren, 1980 darbesinde cuntacıları Batı’nın dostu, teröristlerin düş-manı olarak selamlayan New York Times bugün de aynı-sını yapıyor” diyerek kritik dönemlerde Türkiye ile ilgili haberlerinin hep provokasyon koktuğunu ifade etti.

“BİZİ MENDERES’İN AKIBETİYLE TEHDİT EDEN SAVCILAR VAR”Menderes’in akıbetiyle kendilerini tehdit eden savcı-

lar bulunduğunu da ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: “Ana muhalefet genel başkanı bu savcıya ‘hukuk adamı’ diyor. Dün DHKP-C militanlarına ‘hukuk adamları’ diyordu, bugün paralel örgütün militanları için aynı sıfatı kullanıyor. Bunların hukuktan anladıkları 27 Mayıs hukuku olunca, paralel örgütün ve terör örgütü-nün militanlarını da hukuk adamı olarak görürler. (...) Benim gönlümde de milletimin gönlünde de bunlara ve-rilecek ceza aslında bellidir ama Türkiye bir hukuk dev-leti. Hem de onlara rağmen bir hukuk devleti. Bizim ana muhalefetin genel başkanının özlediği 27 Mayıs hukuku-nun bunlara dahi uygulanmasına gönlümüz razı olmaz.”

“BİZ HAK YOLUNDA KEFENİMİZİ GİYDİK”“Ey Kılıçdaroğlu, ey Doğan Medyası, ey Pensilvanya,

ey Kandil, aslında cevap vermeye bile değmezsiniz. Ama size bir tek sözüm var. Hak yolunda kefenimizi giydik. Biz, buna inandık, böyle iman ettik. Bizi, şehitlerin akı-betiyle tehdit ederek, yolumuzdan çevireceğinizi sanı-yorsanız, çok yanılıyorsunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan,

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 9

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

kendilerinin aşklarının ve dertlerinin belli olduğunu ifa-de ederek, “Üstad’ın diliyle ‘Surda bir gedik açtık, mu-kaddes mi mukaddes. Ey kahpe rüzgâr, ne yönden eser-sen es.’ Biz, böyle çıktık bu yola” dedi.

“MENDERES GİBİ BİR SON BİZİM İÇİN ŞEREFTİR; ONLAR BİLMİYORLAR Kİ ŞEHİTLER ÖLMEZ”“Ne diyorlar ‘sonunuz Menderes gibi olacak’ diyorlar.

Hâlbuki ölümsüzlüğü tadanlara ölüm ne yapabilir ki. Bu-nunla yetinmiyor Mursi’ye istenen idam cezasın gönder-me yaparak resmimi üste koyarak altına yüzde 52 ile seçi-len Cumhurbaşkanı’na idam diye başlık atıyorlar. Onlar bilmiyorlar ki Menderes gibi bir son bizim için şereftir. Onlar bilmiyorlar ki şehitler ölmez hem Allah’ın indinde hem milletin gönlünde şehitler ebediyen yaşarlar.”

TÜRKİYE’NİN İSTİKRARINI ENGELLEME GİRİŞİMLERİ“Türkiye’de öyle bir sistem, öyle bir döngü inşa edilmiş

ki ne zaman işler iyiye gitse, ne zaman herkesin kazan-maya başladığı bir süreç başlasa işte o zaman darbe ol-muş, o zamanlarda müdahale olmuş, o zamanlarda kaos ortaya çıkmış, kriz ortaya çıkmış. Türkiye bunu defalarca ve tekrar tekrar yaşadı. Hatırlayın dün idam yıl dönümü olan merhum Menderes’in başındaki hükümet, ekono-miyi büyütüyor ve refahın toplumun tüm kesimlerine yaygınlaşmasını sağlıyor ve böyle bir dönemde sokaklar

karıştırılıyor, manşetlerle kaos pompalanıyor, o dönem-lerde ekonomik operasyonlar yaptılar o dönemlerde. En sonunda da askeri darbe yapıp hükümeti uzaklaştırdılar.”

CHP İKTİDARI HEP GASBEDERCumhurbaşkanı Erdoğan, bazı kesimlerin 1950 yılın-

dan bu yana her seçimden sonra hayal kırıklığı yaşadığını ve milletin sandıkta koyduğu iradenin onlar için bir ka-busa dönüştüğüne işaret ederek, “Demokrasiye düşman-lıkları oradan geliyor. Eskiden millet çalışıyor, onlar yö-netiyordu. Millet yönetimde söz sahibi olunca, bunların borusu ötmez oldu. Onun için her darbeyi, her cuntayı, her vesayet girişimini desteklediler, alkış tuttular. Şimdi de alkış tutuyorlar. 27 Mayıs 1960 darbesinin arkasında bunlar vardı. Rahmetli Menderes’in milletten gördüğü teveccüh karşısında sandıkta netice elde edemeyecekle-rini anlayınca, işi cuntacılara havale ettiler. Menderes ve arkadaşlarının kanı hala bunların ellerinde. Türkiye’nin daha sonra yaşadığı siyasi ve sosyal krizlerin temelin-de 27 Mayıs Anayasası ile tesis edilen sistem vardır. Bu Anayasa’nın ardından ise akademisyenleri, bürokratları ve siyasetçileri ile tam kadro tek parti döneminin yöne-timinin olduğunu biliyoruz. 1970’lerin başındaki cunta hareketlerinin gerisinde de daima CHP gölgesi olmuştur. Demokrasi yoluyla elde edemediği iktidarı, tehdit yoluy-la gasp etmek bu zihniyetin klasik yöntemidir. Nitekim

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU10 |

1997 yılında 28 Şubat döneminde aynı zihniyetteki parti-ler, yine aynı yöntemle iktidarı gasp ettiler” diye konuştu.

1950 yılından bu yana her seçimden sonra hayal kı-rıklığı yaşıyorlar, milletin sandıkta ortaya koyduğu irade onlar için bir kabus, demokrasiye düşmanlıkları oradan geliyor. Eskiden millet çalışıyor onlar yönetiyordu, mil-let yönetimde söz sahibi olunca bunların borusu ötmez oldu. Onun için, her darbeyi, her cuntayı, her vesayet gi-rişimini desteklediler, alkış tuttular, şimdi de alkış tutu-yorlar, nereye, neye bilmemem.

27 Mayıs 1960 darbesinin arkasında bunlar vardı. Rahmetli Menderes’in milletten gördüğü teveccüh kar-şısında sandıkta netice elde edemeyeceklerini anlayınca işi cuntacılara havale ettiler, Menderes ve arkadaşlarının kanı hala bunların ellerinde.

Türkiye’nin daha sonra yaşadığı tüm siyasi ve sosyal krizlerin temelinde 27 Mayıs Anayasasıyla tesis edilen sistem vardır. Bu anayasanın arkasında ise akademis-yenleriyle, bürokratlarıyla, siyasetçileriyle tam kadro tek parti döneminin yönetimi olduğunu biliyoruz. 1970’le-rin başındaki cunta hareketlerinin geresinde de daima CHP gölgesi olmuştur. Demokrasi yoluyla elde edemedi-ği iktidarı tehdit yoluyla gasp etmek, bu zihniyetin klasik yönetimidir.

“BU MEMLEKETİN GERÇEK SAHİPLERİNİ KÜÇÜMSEYENLER, MİLLETİN SAFINDA OLANLARI DARAĞACINA ÇIKARTMAKTAN ÇEKİNMEDİLER”Cumhurbaşkanı Erdoğan, kapalı kapılar ardında nice

oyunlar oynandığını, nice ittifaklar kurulduğunu belir-terek, “İktidarlarını sürdürmek isteyenler, darbecilerle,

cuntacılarla, vesayetçilerle, mafyayla, çetelerle, terörist-lerle anlaşmaktan hiç çekinmediler. Dış güçlerle ittifak kurdular, acımasızca bunu yaptılar. Medya zaten kont-rolleri altındaydı. Durum bugün de aynı, değişen bir şey yok. Bir tek kiminle anlaşamadılar, kime gitmediler bili-yor musunuz? Millete gitmediler. Çünkü millete inanmı-yorlardı, millete güvenmiyorlardı. Ak sakallı ihtiyarı, dili dualı nineyi, memuru, işçiyi, esnafı, çiftçiyi, bu memle-ketin gerçek sahiplerini hep küçümsediler, hep sömür-düler. Milletin sözcülüğüne soyunan, milletin sesini ik-tidara taşımak isteyen kim varsa, hepsini bertaraf ettiler. Hatta milletin safında olanları, rahmetli Menderes gibi, gerektiğinde darağacına çıkartmaktan dahi çekinmedi-ler” dedi.

MENDERES’İ İDAM EDENLERİ KİMSE HATIRLAMAZ, ANCAK MENDERES’İ DE KİMSE UNUTMAZAdnan Menderes’i idam edenleri kimsenin hatırla-

madığını ancak Menderes’i kimsenin unutmadığını, mil-lete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldiklerini ve böyle devam edeceklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimi zaman tek tek, kimi zaman hep birlikte üstüme geldiler. İstanbul’a belediye başkanı oldum, hiz-met için attığım her adımda karşıma çıktılar. Okuduğum bir şiir yüzünden cezaevine giderken içlerinden derin bir oh çektiklerini biliyordum” dedi.

YASSIADA VE SİVRİADA’NIN “DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI” YAPILMASI PROJESİCumhurbaşkanı Erdoğan, bu milletin mescidiyle,

camisiyle, cemaatiyle uğraşıp iflah olan kimsenin ol-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 11

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

madığını belirterek, tek parti CHP’sinin bunun için çok çalıştığını ama 14 Mayıs 1950’de Adnan Menderes ve ar-kadaşlarının gelip, bu anlayışa hak ettiği dersi verdiğini ifade etti. Cuntacılarla birlik olunup, 27 Mayıs darbesinin yapıldığını, Menderes ve arkadaşlarının idam edildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, o kararın verildiği Yassıada ve yanındaki Sivriada’yı Başbakanlığı dönemin-de “Burayı demokrasi ve özgürlükler adası yapacağız” dediğini anımsattı.

YASSIADA PROJESİBiz temelleri 27 Mayıs darbesiyle atılan 12 Eylül’de

de tahkim edilerek millete dayatılan bu darbe Anayasa-sının mutlaka değişmesini istiyoruz. Bu vesileyle bugün 14 Mayıs, anlamlı bir gün ve Yassıada’yı bundan önceki seçimlerde ben şöyle müjdelemiştim: Bu adayı özgürlük ve demokrasi adası yapacağız demiştim. Orada Yassıada ve Sivriada var. Bu iki adanın projesini yaptırmıştım, o zaman Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi Hanım kar-deşimiz Çiğdem Hanım bu projeyi ekibiyle yapmıştı. Ve bugün de Sayın Başbakanımız tüm aile kalanlarıy-la, bunun yanında bakan, milletvekili arkadaşlarımızla temeli attılar. Ve böylece kendilerine şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Çünkü bu proje ulusal bir pro-je olmayacak, uluslararası bir proje olacak. Ve bu proje demokrasi nedir, özgürlük nedir, bunun haykırıldığı bir zeminin oluştuğu projedir.”

AYDIN’IN 141 YILLIK HAYALİ ÇİNE ADNAN MENDERES BARAJIEski adı Çine Barajı olan Adnan Menderes Barajı’nın

açılışını yaptığını hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, merhum Başbakan Adnan Menderes’in oraya yönelik ifadelerini unutmanın mümkün olmadığını belirterek, “O cezaevinde olduğu sıralarda şunu söylüyor veya onun hayalini kuruyor, Çine Çayı’nın kenarında oturup söğüt ağaçlarının serinliğinin yüzünde dolanmasını özlemişti. Biz işte o Çine Çayı üzerinde Aydın’ın 141 yıllık hayali olan Çine Adnan Menderes Barajı’nı hamdolsun biz inşa ettik" dedi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 13

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

14.05.2015 – Aydın MitingiAydın’ın bir yiğidine daha selam olsun, Aydın’ın ye-

tiştirdiği şehit Başbakanımız, benim selefim Adnan Menderes’e selam olsun.

Aziz Aydınlılar, bir seçime yürüyoruz. Bugün 14 Ma-yıs, miting programlarını yaparken arkadaşlara dedim ki, 14 Mayıs Aydın’a aittir, 14 Mayıs’ta Aydın’da olacağım, 14 Mayıs’ı kaydedin oraya dedim. Neden biliyor musunuz? Çünkü 14 Mayıs 1950 Aydın’ın yiğidi, demokrasi şehidi-miz Adnan Menderes 1950’de seçimleri, ilk adil ve özgür seçimleri kazandı. Aydın bir Aydınlı yiğitle birlikte Türk demokrasisinde milli iradenin mihenk noktası, mihenk şehri, omurga şehri oldu. Demokrasimizin omurgası, omurga şehri Aydın’a selam olsun.

Size bir selam getirdim. Bakınız, bugün buraya gel-meden önce sabahleyin Yassıada’daydım, Yassıada’yı he-likopterle yukarıdan seyrederken bir an gözümün önün-den Adnan Menderes geçti. Ve Yassıada’ya indik, Adnan Menderes’in, o milletin onuru olmuş… Burada ne güzel, hem Al Bayrakla, hem de camiyle birlikte yan yana koy-muşsunuz Adnan Menderes’i, hak ediyor. Çünkü bu se-malar Allahu ekber nidalarına hasretken, o yiğit Adnan Menderes, Yörük Ali’nin çocukları, o yiğit Adnan Men-deres bu semalardaki Allahu ekber hasretine son verdi. Suçu buydu, suçu tekbiri bu semalara getirmekti. Suçu, milleti için çalışmaktı. Suçu, Türkiye’yi bir kalkınma hamlesiyle ayağa kaldırmaktı. Darbeciler, cuntacılar onu onun arkasındaki milleti cezalandırdıklarını zannettiler. Hala gözümüzün önündedir, o vakur, o şehit Başbakan idama doğru yürürken aslında idam sehpasına çekilen

Adnan Menderes değil, milli iradeydi, milli iradeydi.Aziz Aydınlılar, Adnan Menderes’in hemşerileri; bir

daha milli iradenin idam sehpasına veya muhasebe ma-kamına çekilmesine izin verecek misiniz? (“Hayır” ses-leri) Verecek misiniz? (“Hayır” sesleri) İşte gür ses, işte Efe sesi bu.

Bakınız, Dışişleri Bakanı olduğum gün İstanbul’a ilk ziyaretimde, dedemin, babaannemin mezarından önce Adnan Menderes’in, Fatin Rüştü Zorlu’nun huzuruna vardım. Başbakan oldum, İstanbul’a il ziyaretimde Ad-nan Menderes’in huzuruna vardım ve Fatiha’yı okuyup onun huzuruna durduğumda, manen Adnan Menderes’i karşımda görüp ona hitap edercesine dedim ki, sana emanet olarak verilen milli iradeyi gasp edenler bugün de karşımıza gelirlerse, bugün de bize meydan okurlar-sa, bugün de bizim elimizdeki milli iradeye emanetini almak isterlerse, Allah şahit ki, senin gibi idam sehpasına yürürüz, ancak milli iradeyi kimseye terk etmeyiz, kim-seye terk etmeyiz.(...)

Bakınız bizim Meclis’imiz Türkiye Büyük Millet Mec-lisi gazi bir Meclis’tir, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde İstiklal Savaşını yapmıştır, kapısına kilit vu-rulmamıştı. Yunan ordusu Ankara’ya yaklaştığında dahi Meclis’in milletvekilleri Ankara’yı terk etmeyi reddet-mişti işgale karşı. Ama geldiler ve Meclis’in kapısına kilit vurdular 27 Mayıs’ta. Yetmedi Meclis’in seçtiği Hükü-metlere 12 Mart’ta muhtıra verdiler. Yetmedi 12 Eylül’de bir daha Meclis’e kilit vurdular danışma meclisi diye atan-mış bir meclis kurdular. Yetmedi 28 Şubat’ta Meclis’in seçtiği, Meclis içinden güç alan Refah-Yol Hükümetine

BAŞBAŞKAN

AHMET DAVUTOĞLU

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU14 |

ve Profesör Necmettin Erbakan’a Anayasa Mahkemesi’ne çıkardılar, savunan adam savundu. Adnan Menderes idam sehpasına yürüdü, Turgut Özal direndi, ama hep birileri millete rağmen milleti idare etmeye kalktılar. Ne zamana kadar? AK Parti iktidara gelene kadar. Zannetti-ler ki, bizim dönemimizde de bunu yapabilirler 27 Nisan e-muhtırası verdiler. Sayın Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakandı, ben de Başdanışmanıydım o geceyi iyi hatır-ladım. Varılan karar şuydu: Bize verilen e-muhtıra aynen iade edilecek aynen, iade ettik. Şimdi şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri görevini mükemmelen yapıyor ve kimse artık Türkiye’de darbeden bahsetmiyor. Asker, sivil ilişkisi, de-mokratik kurallar içinde yerine rayına oturdu. Ama bu seferdi cübbeler içinde ya da emniyet teşkilatı içinde bir başka grup türedi. 17-25 Aralık’la paralelci bir yapı milli iradeye ket vurmaya çalıştı. Ve dönemin Başbakanı diye seçilmiş Başbakana yani Adnan Menderes’in makamın-da oturan Başbakana dönemin Başbakanı diye iddiana-meler hazırladılar. Ama bu sefer kafalarını çok sert bir kayaya çarpışlardı işte o dönemin Başbakanı dedikleri Başbakan şu anda Cumhurbaşkanı, biz emaneti aldık, ama onlar artık dönemin savcıları dönemin.(...)

14.05.2015 - Yassıada Temel Atma TöreniHerkes açtığı çığırla anılacak

Başbakan Davutoğlu, “Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti kadrosu, milli iradenin söz-cüsü oldular, tavizsiz savunucusu oldular ve hep öyle anı-lacaklar” dedi.

Davutoğlu, Yassıada’da düzenlenen “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesinin temel atma töreninde yaptığı konuşmada, sembolik bir günde, sembolik bir mekanda özgürlük ve demokrasi şehitlerinin huzurun-da olduklarını belirterek, bu nedenle katılımcılardan konuşması süresince ve sonrasında takdir ifadesi için alkışlamak ihtiyacı hissederlerse alkışlamamaları, Fatiha suresini okumaları ricasında bulundu.

Hayırlı çığır açan bir kişinin, ondan sonra o hayırlı çığırı takip eden bütün eylemlerin hanesine bir sevap, bir iyilik olarak yazıldığını, kötü bir çığır açan kişiler için de aynı şeyin geçerli olduğunu ifade eden Davutoğlu, 14 Mayıs 1950’de özgürlük yolcularının, milli irade savunu-cularının çok hayırlı bir çığır açtığını söyledi.

Ahmet Davutoğlu, 65 yıl önce bugün Demokrat Parti’nin iktidara geldiğini hatırlatarak, iktidara gelenin bir parti ya da siyasi bir ekip değil, çok uzun asırlar boyu özellikle de Tanzimat sonrası başlayan süreçte, ülkenin modern tarihinde milli iradenin ilk kez doğrudan tecel-lisi şeklinde, halkın iktidara gelmesi olduğunu anlattı.

O günden bugüne ne zaman ve hangi seçim olmuşsa, o seçimlerin hepsinin, şeffaf olması ve milli iradeyi yan-sıtmasında, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin öncülerinin payı olduğunu vurgulayan Davutoğlu, ‘’Yine 27 Mayıs 1960’da çok kötü bir çığır açarak, demokrasi ve milli iradeyi sona erdirmek yanında mazlum, mağdur

ama onurlu bir kadroyu, 500’e aşkın bir siyasi kadroyu bu adaya getirip, onlara 3 güzide şahsiyetin şehadeti dışında manen her türlü işkenceyi yapan, o kötü çığırı açanlar da ondan sonraki bütün darbelerin, bütün muhtıraların ve milli iradeyi hiçe sayan bütün yaklaşımların da müsebbi-bi oldular’’ diye konuştu.

Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı, Adnan Menderes’in Başbakan olarak selefi olduğunu dile geti-ren Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduktan sonra ilk olarak Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın kabirlerini ziyaret ettiğini, Başbakan olduktan sonra da anne, baba, dede ve babaannesinin mezarlarından önce Adnan Menderes’in mezarına gittiğini kaydetti.

Bir an onların huzurunda durduğunda, gözünün önüne idama doğru yürüyen Adnan Menderes’in arka-dan çekilen fotoğrafının geldiğini ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

‘’Yüzünü göremiyorduk o resimde. Ama idam seh-pasına doğru yürüyen bir şahıs değildi. Bir şahsi manevi olarak, bir milletin iradesiydi. Onu mahkum etmek is-tediler. Bu ada çok büyük acılara şahit oldu. O acılar da vakur ve milli iradeyi temsil etmek bakımından hiç bir taviz vermeyen onurlu davranışlara şahit olduk. Daha darbeciler Çankaya Köşkü’ne geldiğinde orada direnen Celal Bayar’ı ve bütün yargılamalar boyunca Cumhur-başkanı vasfını terk etmediği inancı ve ‘Cumhurbaşkanı olarak biz buradayız ve burada olacağız’ diyen vakur tav-rını unutmak mümkün mü?

Herkes açtığı çığırla anılacak. Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız, başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti kadrosu milli irade-nin sözcüsü oldular, tavizsiz savunucusu oldular ve hep öyle anılacaklar. Biz de şimdi ve gelecekte ne zaman seçi-me doğru gidiyorsak ki şimdi öyle, hep 14 Mayıs 1950’yi hatırlayacağız. Eğer o seçim kazanılmamış olsaydı emin olunuz ondan sonra bir daha milli irade egemen olmaya-bilirdi. Çünkü 14 Mayıs 1950’ye kolay yürünmedi.’’

“Mesele tahtadan veya başka bir materyalden yapılan sandık değil”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Mersin’de vatandaşlara hitap ederken, Arslan Köylü kadınlardan bahsettiğini anlatarak, ‘’Ocak 1947’de muhtarlık seçimle-rinde iktidardaki partinin istediği aday dışında bir adayı seçtikleri için cezaya tabi tutulan ve sandıkları gasbedilen köylülerin temsilcisi olan kadınlarımızın sandığa kapa-nıp, ‘Sandık namusumuzdur vermeyiz’ demeleri bugüne kadar süren en önemli ilkeyi ortaya koydu; ‘Sandık na-musumuzdur.’ Mesele tahtadan veya başka bir mater-yalden yapılan sandık değil. O sandığın temsil ettiği şey; milli irade namusunuzdur’’ diye konuştu

Geçen gün de Isparta Senirkent’e gittiğini hatırlatan Davutoğlu, ‘Demokrat Parti levhası astı’ diye Senirkent ahalisinin nasıl cezalandırıldığının hatırlarda olduğunu ifade etti.

Davutoğlu, 1946 yılında açık oy, gizli tasnif anlayışı-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 15

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

nın nasıl bir siyaset tiyatrosu ortaya koyduğunu herkesin bildiğini belirterek, şöyle devam etti:

‘’Eğer Senirkentliler, eğer Arslan Köylüler, eğer millet 1946-1950 yılları arasında direnmemiş olsaydı, özgür-lükleri savunmamış olsaydı emin olunuz 14 Mayıs 1950 yaşanmazdı. 27 Mayıs 1950’de, 1960’da ve onun öncesin-de bu yapılan darbenin, hazırlıkların sadece bir partiye değil, milli iradeye olduğu inancıyla diğer siyasi kadrolar, Demokrat Parti kadroları gibi dimdik ayakta durabilse-lerdi ve bu darbeden oportünistçe istifade etmek yerine milli iradeyi ‘seçimlere gidelim’ diyebilselerdi, bir daha Türkiye’de darbe yaşanmazdı. Yaşanılan her şey ileriye dönük olarak atılan hayırlı adımlarla doğru sonuca doğ-ru giderken, yanlış çığırlarda yanlış sonuçlara gidiyor.

Bugün bir seçim öncesinde açıklıkla ifade ediyorum, eğer milli iradenin tecellisi anlamında özgürce seçimlere gidebiliyorsak, bunların kahramanları bugün halka yö-nelik konuşmalar yapan biz siyasi liderler değiliz, idam sehpasına giderken bile demokrasiyi savunan Adnan Menderes ve arkadaşlarıdır. Allah onlardan razı olsun, Allah onların emanetine sahip çıkmayı bize nasip eyle-sin. Bu emanetlerin en büyüğüdür.’’

“Özgürlükler kolay elde edilmiyor”Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’de 14 Mayıs

1950’de büyük bir siyasi değişimin yaşandığını, demokra-si adımı atıldığını ama 14 Mayıs 1960’da Adnan Mende-res, Celal Bayar ve arkadaşlarının hükümeti, devleti ida-re etmek çabasındayken birilerinin tam da Yassıada’nın Bizans tecrübesine uygun şekilde, Bizans entrikalarıyla “Onları nasıl iktidardan edebiliriz”in komploları içinde olduklarını söyledi.

Davutoğlu, 14 Mayıs’tan 13 gün sonra Adnan Men-deres, Celal Bayar, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu ve diğerlerinin Yassıada’ya getirildiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:

“Ama biz şimdi burada onların huzurunda 55 yıl son-ra hepimiz biliyoruz ki ruhumuza, kalbimizin derinlik-lerine nüfuz ederek hissediyoruz ki, Adnan Menderes ve arkadaşları bugün manen huzurumuzdadır ama onu idama gönderenler, onun idamına fetva veren hukukçu-lar bugün manen ve madden kimsenin huzurunda de-ğiller. Kimsenin huzuruna çıkacak adları, isimleri ya da bıraktıkları güzel bir hatıra yok.

Özgürlükler kolay elde edilmiyor. Ama bir kez kay-bedildiğinde eğer özgürlükleri savunma iradesi herkes tarafından gösterilmezse tekrar kazanılması da kolay olmuyor. Hala 12 Eylül Anayasası ile idare ediliyoruz. Özgürlüklerde direnmediğiniz zaman, onurlu bir şekilde savunmadığınız zaman, toplumun bütün tüm kesimleri bunu sahiplenmediği zaman, ortaya çıkacak olumsuz so-nuçları değiştirmek çok güç oluyor.’’

Başbakan Davutoğlu, şimdi muhasebe vakti olduğu-nu vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Madem ki Yassıada’dayız. O anlamda bir muhasebe etme zaruretimiz de var. Seçimlere giderken, 27 Mayıs

sonrasında eğer siyasiler ‘Biz rakiplerimizle hesaplaşı-rız’ deme cesaretini gösterip, darbecilere ‘Durun’ diye-bilselerdi, eğer aydınlar bu ülkede ‘Özgürlükler adına silahlı müdahaleye karşı çıkıyoruz’ diyebilselerdi, eğer hukukçular ‘Biz hukukun çiğnenmesine izin vermeyiz’ diyebilselerdi, bir daha 12 Mart da 12 Eylül de 28 Şubat da 27 Nisan da yaşanmazdı. Ama şöyle düşünüldü, ‘Biz mağdur ve mazlum olursak, buna sahip çıkılsın, başka-sının mağduriyetleri ve gördüğü yanlış muameleler ko-nusunda ise ortaya çıkacak tablo bizim lehimize ise buna sessiz kalalım.’ Bu hep yaşandı maalesef. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de hep bu yaşandı maalesef. 27 Mayıs’ta bir partiye yönelik olan müdahale, 12 Eylül’de bütün siyasi liderleri Zincirbozan’a gönderdi.”(...)

Davutoğlu, seçime giderken bütün siyasi liderlere, siyasi kadrolara “Gelin, hep beraber milli iradeyi ve öz-gürlükleri savunma konusunda hiçbir taviz vermeyelim. Gelin, hep beraber insan onurunu öne çıkaran sivil bir anayasayla 12 Eylül darbe anayasasının izlerini tümüyle ortadan kaldıralım. Türkiye için bir zillettir açık söylüyo-rum” sözleriyle seslendi.

12 Eylül darbesinin izlerini tümüyle silmeden Türkiye’de Adnan Menderes’in hakkının verilmiş olma-yacağını vurgulayan Davutoğlu, “Adnan Menderes’in hakkını vermek, şehit başbakanımızın, bakanların hak-kını vermek, sadece onları hayırla yad etmek değil, on-ların çektiği çileyi ve onların maruz kaldığı muameleyi daha sonra müsebbip olarak gerçekleştiren 12 Eylül Anayasası’na karşı da aynı tutumu sergilemekle olur. Türkiye bir daha hiçbir şekilde böyle bir darbe, böyle bir hukuki muamele, 27 Mayıs’ta olduğu gibi görmeyecektir. Hiçkimsenin şüphesi olmasın” diye konuştu.

“Bir daha tekerrür etmesine izin vermeyeceğiz”Başbakan Ahmet Davutoğlu, tarihin tekerrürden iba-

ret olduğunun söylendiğini aktararak, konuşmasına şöy-le devam etti:

“27 Mayıs bir daha tekerrür etmeyecek inşallah. Bir daha tekerrür etmesine izin vermeyeceğiz. Bugün bir savcının bizi bununla tehdit etmesi dahi bugün bir kar-şılığı olmayan husustur. 27 Mayıs’tan sonra şehit Baş-bakanımızın şehit edilmesinden sonra başbakan olan Başbakanımız, Başbakanlık Binası’na girdiğinde ‘Ad-nan Menderes’in ruhu veya hayali oralarda dolaşıyordu’ diye bir ifade kullanır. Evet, hep bu hayalle korkuttular bizi, hep bu hayalle. Şimdi dahi korkutmaya çalışıyorlar. Onun makamında bulunma şerefine nail olan birisi ola-rak söylüyorum. Bir daha inşallah hiçbir zaman bu darbe yaşanmayacak. Ama emin olun Adnan Menderes gibi bir şehadetle hayatımız sona erecekse, başımız gözümüz üstüne. Eğer bu milletin iradesini savunurken son nefesi vereceksek, Allah bize ondan daha büyük bir onur ver-miş olamaz. Eğer özgürlükleri savunurken, bu milletin iradesini, hakkını, hukukunu savunurken bize hak tecelli edecekse Mevlana diyarının ifadesiyle söylüyorum, bunu biz Şeb-i Arus olarak karşılarız, bir mübarek düğün ola-rak karşılarız, ‘Hoşgeldin’ deriz. Bizden sonra gelenlere

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU16 |

güzel bir örnek olmak için hangi kadere yürüyeceksek, dizlerimiz bir an dahi titremeden, Adnan Menderes’in arkadan çekilen o resimdeki onurlu yürüyüşünü aynen yaparız, ama inandıklarımızdan tek bir santim dahi taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.”

Bu tarihi yaşatmanın mağdur edebiyatı yapmak için değil, gelecek nesillerin, özgürlüklerin kıymetini bilmesi için olduğunu dile getiren Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Kolay gelmedik biz buralara, kolay ulaşılmadı. Ne çileler çekildi. 12 Mart muhtırasını ortaokul, 12 Eylül dö-nemini üniversite öğrencisiyken yaşadık. 28 Şubat oldu-ğunda profesörlüğe hazırlanan bir doçenttim. 17 Nisan olduğunda başdanışmandım. Gezi olayları, 17-25 Aralık olayları olduğunda Dışişleri Bakanıydım. Hayatımız mil-li irade dışından gelen müdahalelere şahit olarak ve on-larla mücadele ederek geçti. Hepimizin gerçekleştirmesi gereken en önemli hedef, bu hatırayı yaşatmak ama yaşa-tırken de bir ders olarak gelecek nesillere intikal eden bir bilinç uyandırmak.”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yassıada ve Sivriada’nın birlikte bir “özgürlük ve demokrasi adası” haline dö-nüşmesinin, sembolik bir mekanın sembolik bir anlam kazanması olduğunu belirterek, “Gerek Sayın Cumhur-başkanımız gerek ben şundan emin olunsun; burada şehit Başbakanımızın, arkadaşlarının, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, arkadaşlarının hatırasına bir nebze halel getirecek hiçbir eyleme, hiçbir toplantıya izin vermeyiz. İhtiram, bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Buranın ihtiramı da buraya gösterilecek ihtiram da o şehit baş-bakanımızın ve arkadaşlarının savundukları değerlere sadakat ve onların onurunu korumakla olur. Birtakım spekülasyonlar yapıldığını duyduğum için bunu zikredi-yorum” ifadelerini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, Yassıada’da “Demokrasi ve Öz-gürlük Adaları” projesinin temel atma törenindeki ko-nuşmasında, dört hususa dikkat çekmek istediğini ve bunların mutlaka korunacağını söyledi.

Bunların birincisinin, Yassıada ve Sivriada’nın yaşa-yan hatıralarıyla tarih içinde muhafaza edilmesi olduğu-nu aktaran Davutoğlu, bu hatıraları silmeyeceklerini, yok etmeyeceklerini anlattı.

Davutoğlu, ikinci hususun da Bizans’tan kalan daha sonra 1856’da İngiliz sefiri Bulwer’in kaldığı yerin tarihi kalıntılarının da muhafaza edilmesi olduğunu belirterek, tarihi dokuya hiçbir zarar verilmeyeceğini vurguladı.

Üçüncü önemli hususun ise yeşil alanla ilgili olduğu-nu ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Orada bir tek ağaç eksilirse, yerine ağaç dikilecek. Gelirken helikopterle de yukarıdan baktım. İnşaat ha-linde de gelip ziyaret edeceğiz. Yeşil alan, kesinlikle bu-günkünden daha fazla olacak. Dördüncüsü de bu alanın kullanılması kesinlikle ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavram-larıyla uyumlu şekilde olacak. Biz Cumhurbaşkanımız Başbakanken, ben Dışişleri Bakanıyken bu konuları ko-nuşurken zihnimizdeki ideal şuydu: ‘İnşallah bunları da yapmaya çalışacağız. Camp David gibi veya başka bu şe-kilde kullanılan alanlar gibi arabuluculuk merkezi, barış merkezi yapmak istiyoruz.’

Düşmanlık beslemedikDavutoğlu, niyetlerinin herhangi bir düşmanlık üret-

mek olmadığını, Yassıada yargılamalarını yapanların ço-cukları ve torunlarının da vatandaşları olduğunu ifade ederek, “Orada yaşayanlar, suç işleyenler kendi manevi huzurlarında o suçun çilesini çekerler. Hiç kimseye düş-manlık beslemedik, beslemeyiz” dedi.

Demokrat Parti camiasının belki de gösterdiği en bü-yük kahramanlığın, buradaki şehadetlerin üzerinden bir nefret kültürü üretilmesine izin vermemeleri olduğunu vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“O Demokrat Parti camiasının bütün öncülerine, takipçilerine, ki biz de onlardanız, teşekkürü bir borç biliyorum. Türkiye’deki 27 Mayıs üzerinden, 17 Eylül’de-ki şehadetlerin üzerinden çok derin ve zamana yayılan bir nefret kültürü ortaya çıkabilirdi. Çıkmadıysa bu, bu camianın yakınlarının gösterdiği olgunluk ve basiret sayesindedir. İntikam kültürü, nefret kültürü oluşmadı. Yassıada, bir intikam kültürü oluşturmak için demokrasi ve özgürlük adası haline dönüşmüyor. Aksine kalıcı bir barışı, kalıcı bir insanlık onurunu, kalıcı bir demokrasiyi ve insanlık onurunu inşa etmek için bu yola çıkıyoruz.”

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ONA DOKUNMA BUNA DOKUNMA1990 yılı yepyeni ümitlerin yeşerdiği bir

yıldı. Sovyetler ve Varşova Paktı çökmüştü. Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar çok geniş bir alan Türkiye’nin önüne açılmıştı. Heyecana kapıl-dık.

Adriyatik’den Çin seddine dedik. (Bunun aslı Adriyatik’ten Kamçatka yarımadasına kadardır. Batı ve kuzey Avrupa’daki yeni Türk varlığı düşü-nülecek olursa o zaman bu cümleyi Atlas okyanu-sundan Büyük okyanusa kadar diye okuyabiliriz) Bu sözü söyleyenin ağzına acı biber sürdüler. Bu söz unutuldu. Heyecan en narin bir çiçek gibi soluverdi.

Halbuki o günlerde Türkiye’nin önünde Cengiz’e de, Timur’a da nasip olmamış kadar geniş bir alan vardı.

“Biraz Türkçülük yapsak” de-dik. “Bu olmaz!” diye buyurdular. “Kürtleri kışkırtmış oluruz” Öy-leyse dedik, “Kürtlerle aramızdaki en büyük ortak payda olan Müs-lümanlığa biraz yönelsek, bunun bize Balkanlar’da da büyük faydası olur.” Kaşlarını çattılar, “olur mu öyle şey! O zaman laiklik elden gi-der” diye tehditler savurdular. “Peki ne yapalım?” dedik. “Resmi ideoloji ile idare edin. Sık sıkda ‘Nutuk’ okuyun” dediler. “Biz ederiz de millet et-meyecek gibi geliyor” dedik. “O bizim işimiz, siz

karışmayın” diye buyurdular. Resmi ideoloji yet-miyormuş gibi bir de son zamanlarda resmi ideo-lojiyi ses duvarını aşan bir hızla geride bırakan bir “ulusalcılık” icat ettiler.

“Ona dokunma buna dokunma” derken Türkiye’yi kimliksiz, iddiasız, heyecansız, hayalsiz, hedefsiz, ruhsuz ve renksiz bir topluma dönüştür-mek istediler.

Artık oyun bitti. Millet bu fikir hapishanesinde kalmaya razı olmadı. Mücadele verdi. Bu mücade-

leyi verenlerin çocukları ve torun-ları yetiştiler üniversiteler bitirdi-ler. Ticarette ve sanayide önemli adımlar attılar ve bürokrasinin her yerinde yer aldılar.

Artık oyun bitti. Yetişenler zin-cirleri kırıyorlar. Gürültüsüz ve patırtısız. Artık asker ve yüksek yargı arasındaki ittifakında “ona dokunma buna dokunma” diyebil-me dönemi bitti. Resmi ideoloji-nin kalıpları millete dar geldi.

Sözün özü ve özeti: Bu Anayasa değişiklikleri çıkacak. Daha son-ra bu Anayasa kökten değişecek. Belki de başkanlık sistemine geçi-

lecek. Bunun yanı sıra Devletin nitelikleri yerinde kalacak ama hiç kimsenin elinde de bir sopa ol-mayacak. Yol inişli çıkışlı olabilir ama artık hedef bellidir. Bu hür ve demokrat Türkiye’dir.

Yol inişli çıkışlı olabilir ama artık hedef bellidir. Bu Hür ve Demokrat Türkiye'dir

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 17|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU18 |

AYDIN MENDERES KİTAPLARI

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 19

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Prof. Dr. Tansu ÇİLLERDEMOKRASİ ve DP AP DYP ÇİZGİSİProf. Dr. Tansu ÇİLLER

50, 51 ve 52. Hükümet Başbakan’ıSizlere hepinizin çok iyi bildiği, yaşayarak tarihe ema-

net ettiğiniz 1946 tarihinden ve o tarihin anlamından söz etmek istiyorum. Evet 1946 hareketi sadece biçimsel an-lamda bir demokrasi hareketi değildir. Türk siyasi kültü-ründe, Türk siyasi düşüncesinde tam anlamıyla gerçek bir değişimdi, hatta bir devrimdi.

Tek parti döneminin milli şef diktatörlüğüne kilitlen-miş, kafa yapısının karşısına halk için gitme, halk için si-yaset, halk için devlet isteyen yepyeni bir anlayış dikilmiş-tir. Her şeyin merkezine halkı koyan, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü gerçek anlamda hayata ge-çiren bu yeni anlayıştır.

O günün Türkiye’sinde olağanüstü bir yenilikti bu. Bir değişimdi hatta bir dönüşümdü. 1946’da milletin iradesi açık oy, gizli tasnif gibi sandık entrikalarıyla gasp edilebi-liyordu. Ancak, Türk milletinin hürriyet özlemi önündeki barikatları teker teker yıkmış ve 1950’nin 14 Mayıs’ında milli iradenin sancağını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dikmiştir.1950 seçimleri tam olarak bir halk zaferidir. Milli iradenin gücüdür. 13 Mayıs 1950 ile 15 Mayıs 1950 gece ile gündüz kadar farklıdır. Türk milleti zifiri bir ka-ranlıktan, nurlu bir aydınlığa kendi iradesi, kendi çabası ile gelmiştir.

Bu yeni dönemde, çok kısa zamanda imkansız zan-nedilenler ardı ardına başarılmıştır. Türk milleti makus tarihi Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir ikici kez yenilmiştir. Devlet ve siyaset halkı kucakladıkça, DP şahsında Türk milletinin ortak siyasi değerleri de teşekkül etmeye baş-ladı. Artık siyaseti devirmeyen değerler, devlete biçim ve anlam veren değerler, halka dayatılan değerler değil, tam tersine halkın paylaştığı değerler haline gelmiştir. Türk milleti demokrasiyi aramış, demokrasiye özlem duymuş

ve Demokrat Partiyi bu ihtiyacın karşılığı olarak halkın bağrından çıkarmıştır. Bir başka söyleyişle, DP hareketi bir anlamda devletimizin de ikinci inşa hareketi olarak düşünülmelidir.

Zaptiyeden, jandarmadan güç ve destek alarak ayakta kalan bir siyaset etme tarzı yıkılmıştır. Milletin sosyolo-jisinden güç alan bir siyaset anlayışı egemen olmuştur. Türkiye’nin görünen yüzündeki siyasi değişim böyle ol-makla beraber, alttan alta süre gelen bir paradoksun orta-dan kalkmadığını da o dönemde görüyoruz. Sonuçlarını bugün de yaşadığımız işte bu dönem de ortadan kaldırı-lamayan paradokstur.

Tek parti döneminin iktidarı bir ölçüde memurları ile paylaşılan bir iktidardır. Memurlarla paylaşılan bir tür diktatörlüktür adeta. Bu yüzden DP’nin iktidara gelişiyle son bulan bu yönetim ve siyaset tarzı bürokrasinin ideo-loji haline yine de derin devlette saklanabilmiştir. 10 yıl boyunca Türkiye bürokrasinin yeniliğe ve değişime di-rencini yaşamıştır. 27 Mayıs bu direnişin devleti teslim almasının hikayesidir. Ancak Türk halkının demokrasi tercihi artık vazgeçebileceği bir tercih değil. Bu yüzden Türkiye’nin demokrasi yürüyüşü devam etmiştir.

1960 müdahalesi ile Türk milletinin kalbine saplanan adaletsizlik hançeri, Türk milletinin demokrasi içerisinde bir arayışa daha yönelmesine sebep olmuştur. Bu adalet arayışıdır. Bu yeni arayış demokrasi yanında bir de adalet arayışını açıkça ortaya çıkarmıştır ve işte AP bu arayışın sonucu ve eseridir. Önce sözünü ettiğim paradoks bu dö-nemde de devam edebilmiştir.

Yani bir yanda seçilmişlerin temsilcisi olduğu demok-rat Türkiye, diğer yanda bir çeşit bürokrasi diktatörlüğü-nün devamını isteyen bir anlayış. Türkiye bu zıtlaşmayı devamlı olarak yaşamıştır. Dünyadaki demokrat ülkele-rin zaman içerisinde kaydettiği büyüme ve gelişme çiz-gisinin gerisine düşmemizin bütün dinamizmine rağmen

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU20 |

gerisine düşmemizin ana nedenlerinden belki de başta geleni budur.

Siyasetin ve siyasi iktidarın bu görünmeyen ortağı de-vamlı suretle halkı geriye püskürtmekle meşgul bir güç olarak derinden derine saklanabilmiştir. Bu yüzden Tür-kiye hızlı kalkınma,hızlı gelişme ve hızlı ilerlemesini sağ-layacak toplumsal dinamikleri tam olarak hiçbir zaman hayata geçirememiştir. Bu iktidar arasındaki güç dengesi-nin halkın lehine bozulduğu dönemlerde,müdahalelerin geldiğini görürüz. Her müdahale aslında halkla bu tür bürokrasi arasındaki güç dengesinin yeniden kurulma-sına yönelik olmuştur. Eski bir CHP Genel Başkanı’nın “Halkın iktidar yaptığı bir partiyle iktidar olursunuz ama,muktedir olamazsınız” demesinin altında yatan gizli ve derin gerçek işte bundan ibarettir.

Türkiye’nin devamlı şikayetçi olduğu konuların ba-şında siyasi iktidarsızlık geliyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Bunun tek bir temel nedeni vardır; o da siyasetin kurum-laşmamış olmasıdır. Hem siyasi partiler anlamında ,hem de siyasi kavramlar anlamında bir kurumlaşma ne yazık ki gerçekleşememiştir. Siyasi partilerin ve kadroların sık sık tasfiyesi,ciddi anlamda bir bilinç kirlenmesine yol aç-mıştır. Demokrasiye ve onun vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilere yapılan müdahaleler toplumsal bilincimiz açısından bir travmaya yol açmıştır. Siyasetin toplumsal temeli 50 yılda üç tahrip edilmiştir. Bu durumun kaçınıl-maz sonucu ise kendi kendisi ile kavgalı bir halk, kendi kendisiyle kavgalı bir devlet demektir. Türkiye bunların hepsini birden yaşamıştır, bugün de yaşamaya devam ediyor.

Devletimizin temel niteliklerinin ne anlama geldiği konusunda halen tam bir uzlaşmaya varamamışsak, hala ortak ve hepimizin hemfikir olduğu bir laiklik tanımı-mız yoksa, ortada bir demokrasi inancımız, demokra-sinin vazgeçilmezliğine olan ve onun üstünlüğüne olan üstünlüğüne olan inancımız top yekun mevcut değilse, demokrasinin icraatları konusunda birbirimizle hala zıt görüşler taşıyabiliyorsak, toplumsal barışın teminatı ol-ması gereken kavram ve değerleri kolayca bir toplumsal çatışma nedenine dönüştürebiliyorsak, Türk siyaseti plan, program ufuk ve perspektiflerin tartışıldığı bir zemin olmaktan çok, devamlı olarak karşılıklı suçlamaların, kuşkuların ve tehdit algılamalarının tartışıldığı bir ölüm kalım mücadelesi veriyorsa, ve hala bu ara dönemlerde dahi yargının bağımsızlığı tartışılıp, siyasetin adalete ka-rıştırıldığı bir görüntü sadece bizim sınırlarımız içerisin-de değil, sınırlarımızın ötesine dahi taşabilen bir görüntü haline gelebiliyorsa, oturup bunları hep beraber düşün-memiz gereği vardır.

Bunun için artık bu son olsun diyerek yola çıktım. Meseleleri temelden alıp, bunları değiştirelim ve bu ya-şananları bu defa son kez yaşansın diye davamızın meşa-lesini yaktık. Türkiye’de birlik ve beraberliğin, ortak siyasi ve toplumsal değerlerin, modern bir ülke olma yolunda atılmış bütün güzel adımların, halkın önünü ve ufkunu açan bütün hizmetlerin temsilcisi olan bir siyasi gelenek, şu veya bu bahaneyle tam üç kere kesintiye uğratılmışsa, oturup birlikte düşünmemiz gerekiyor. İşte bu için, bu defa son kez olmalıdır inancıyla yola çıktık.

Bu milletin hatırasına hala hürmet ettiği Adnan Men-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 21

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

deres ve arkadaşlarını ipe götürebilmişsek, bugünlerde hala Adnan Menderes’i nasıl astıysak sizi de yok ede-biliriz diyebiliyorlarsa veya denebiliyorsa oturup birlikte düşünmemiz gerekiyor. Türkiye’nin siyasi hayatının ve siyasetçilerinin şuur altında yer alan ipte sallanan bir baş-bakan resmi, yıllar boyu milletin hafızasında canlı kalmış ve toplumun demokratik reflekslerine damga vurmuştur. İşte bunları artık bizden sonra olmasın diye çıktık.

Bu tablo çirkin, bir tablo aydınlık değil, bu tablo ümit vermiyor. Ancak Türkiye’nin öyle bir yüzü var ki pırıl pırıl, ışıl ışıl bir yüz. Aydınlık geleceğimiz, büyük ge-leceğmiz işte orada inşa ediliyor, inşa edilmeye devam ediyor. Bugün de öyle hem de sessiz sedasız inşa edili-yor. Türkiye’nin o yüzünde halk var. Kendi becerisinde, kendi kabiliyetleri ile, kendi yapıcı ve yaratıcı sezgisiyle halkımız var. Biz de sadece onlardan güç almak için yola çıktık. Türkiye’nin geleceğini ören bir halk, yarım asırlık davamızın gerçek başarısı işte budur. Bizim siyasi misyo-numuzu yarım asırdır iktidarda tutan işte bu başarıdır. Solcu partileri ebedi muhalefete mahkum eden de bu işte bu başarıdır.

Bizim toplumumuzun ana gövdesi, bizim sosyoloji-mizin temel değerleri demokrasiden yanadır. Demok-rasiyi zedeleyen her hareket demokrasiye ara veren her teşebbüs hep bu ana gövdeyi tahrip etmiştir, bu ortak değerleri tahrip etmiştir.

Kısacası şimdi tarih önünde DP’nin başlatmış olduğu davamıza bir kez daha beraberce bakalım istiyorum. Bu kapsamda ve çerçevede şunu diyebiliriz; Cumhuriyet,DP ile tamamlandı. DP Cumhuriyeti gerçekten tamamla-mıştır. Büyük Atatürk’ün özlemi de bu idi. Çünki, Cum-hursuz Cumhuriyet olmazdı. Yani halksız Cumhuriyet olamaz. O gün için mutlakiyetten Cumhuriyete geçişin bir büyük demokrasi devrimi olduğu ve milli iradenin üstünlüğünün tescili olduğu gerçeğini hiç kimse unut-mamalıdır. Evet, Cumhuriyet DP ile tamamlamıştır. Bu ne Cumhuriyeti küçültmek, ne de büyük Atatürk’ün en büyük eserine gölge düşürmektir. Tam tersine Cumhu-

riyeti kendi gerçek anlamı içerisinde tarif etmek ve onu öylece anlamaktır.

Atatürk’ün hedefi de işte bu idi. Yani milli iradenin üs-tünlüğü idi. İşte DP, Cumhuriyet dediğimiz bu muhteşem tablonun ikmali idi. Belki anlaşılamadı, belki horlandı, ezildi ancak yok edilmedi. Çünkü edilemezdi temelle-ri tarihti, temelleri insanlıktı, temelleri insan onuru idi. Bizim söylediklerimiz yanlışsa, bizim yaptıklarımız geç-mişte yanlışsa, bizim bugün yapmak için tozlu yollara düştüklerimiz yanlışsa, tarih yanlıştır, insanlık yanlıştır. Oysa, tarih de doğrudur, insanlık onuru da doğrudur. Bi-zim söylediklerimiz de doğrudur. İşte onun için bugün burada hep beraber birlikteyiz. İşte onun için hep beraber bu ruh olarak sonsuza dek dimdik ayakta kalacağız.

DP’ye muhakkak bir büyük haksızlık edildi. Dava-mıza, ondan beri süregelen bu büyük davaya haksızlık edildi. Fakat daha büyük haksızlık Cumhuriyete yapıl-mış oldu. Onun demokratik içeriği boşaltılarak, kuru bir kalıp haline getirildi. Oysa Cumhuriyet, bir kavramlar, kurumlar ve kurallar sistemidir. Kavramı milli egemen-lik ve demokrasi, Kurumları başta Türkiye Büyük Millet Meclisi, kuralları Anayasa, yasalar, toplumun demokratik töreleri ve gelenekleridir. Bunların hepsi tahrip edilmiştir.

Bugün eğer bir daha yaşananlar yaşanmayacaksa, bugün eğer yeniden yola düştüğümüz davayı gerçekten gerçekleştirecek ve bunu son yapacaksak işte yapmamız gereken yeniden devleti tanımlamaktır, yeniden kurum-ları tanımlamaktır, onların görevlerini, yetkilerini birbir-leriyle aralarındaki ilişkileri ve kimin nereye kadar ve ne-den mesul olduğunu,hangi yetkinin nereye kadar ve nasıl uzanacağını,yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Atatürk’ün en büyük hedefini yok ederek Atatürkçü-lük yapanlar,bu büyük gerçeğin dışında kaldıkları için yok oldular. Ama DP, bu inançla başladı ve bugün de yok olmadı. Çünkü burada önemli madde değil ruhtur. Ruh ise yok olamaz. İşte bugün canlı,diri bu odada yaşı-yor. Beden değişir,ruh yaşar ve yaşıyor. Bugün yaşadığı gibi,ebediyen yaşayacağı gibi.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU22 |

Atatürkçü denenler veya kendini Atatürkçü ilan edenler Atatürk’ü hiç anlamamışlardır. Onun için DP’yi ezdiler,onun için demokrasiyi ezdiler. Oysa ki büyük Ata-türk, yanmış, yıkılmış bir vatanda, beli kırılmış bir milleti tek ve en büyük güç inançla yola çıkmıştır. Erzurum ve Sivas kongreleri bu idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi işte bu inancın bir ürünü idi. O günkü dönemde dahi, Ata-türk doğruyu buldu ve milleti zafere ulaştırdı.

Atatürk, beli kırılmış bir milletle zafere ulaşırken,bugün o zamankinden 100 kat,1000 kat daha güçlü milleti devre dışı,devlet dışı bırakmaya çalışanlar aslında Atatürk’ün büyük idealini ve hedefini devre dışı bırakmakta, dolayı-sıyla Atatürk’ü devre dışı bırakmaktadırlar.

Millet cahil bir insan çoğunluğudur diyen, kendisini milletin üstünde gören, milletin kendi kendisine her za-man doğruyu bulacağına inanmayan, dolayısıyla demok-rasiye inanmayan kafalardan ve o anlayıştan kurtulma-dıkça çağı yakalamamız mümkün değildir.

Bugünlerde görülüyor ki, bir büyük Türkiye olma yo-lunda 21.Yüzyılda en büyük açılımlara ve açılımları yap-maya muktedir olan Türkiye Tahran’da, İslam dünyasında 48 saat sonra alınacak bir kararla da Avrupa Birliği’nde is-tediği güçte yerini almamıştır. Avrupa bir medeniyet pro-jesidir. Avrupa Birliği,bir medeniyet projesidir,bir çağ-daşlık projesidir. Atatürk’ün milletimizin önüne koyduğu muasır medeniyet hedefinin kendisidir. Bu medeniyetin tek şemsiyesi vardır. Demokrasidir, tam demokrasidir, standartları yükseltilmiş demokrasidir.

Belki zaman yok, belki mekan yok ama zevahiri kurtar konumunda bırakılması bu milletin ve bu büyük devle-tin hak ettiği sonuç değildir. Devleti ,halkın ve toplumun dinamiği, devleti, bunların önüne geçerek tıkayan bir olay olarak düşünemeyiz. Devlet tıkayıcı değildir. Devlet halkın önünü tıkayan değil, halkının bir siyasi organiz-maya dönüşümüdür. Devlet onun yani halkının önünü açan,onun önünde koşan,onu çağa taşıyan bir rehber,bir çekici güçtür. Devlet ne kimsenin bir ikbal vasıtası,ne de kimsenin şahsi ve yanlış düşüncelerini gerçekleştirme aracıdır.

İşte DP dediğimiz zaman,DP bunları anlayabilmiş, bunları Türkiye’nin gündemine getirebilmiş ama onu son

kılamamış bir parti idi. Onu son kılmak boynumuzun borcu olmuştur. İşte DP’de bu idi. İşte bizim bu büyük farkımız,haklı gururumuz,onurumuzdur. Onurumuzla övünmek,hep beraber övünmek hakkımızdır. Dava ku-şakların el ele tutuşmasıdır. Bir dava birbirinin ardından gelen kuşakların el ele tutuşmasıdır. Yani birbirini hiç tanımamış,hatta aynı çağda yaşamamış insanların el ele tutuşarak,aynı inanca yürümesidir. Bizler belki doğma-dan hayata veda etmiş insanların ellerini avuçlarımızda hissediyoruz şu anda. Gelecek neslin doğmamış bebekle-rinin avuçlarını avuçlarımızda hissediyoruz şu anda.

Ne mutlu bizlere, Menderes’lerin yolundayız. Demirel’in bir dönem sürdürdüğü yoldayız. Gümüşpala’yı, Ahmet Nusret Tuna’yı rahmet ve şükranla anıyoruz. Bir tek beklentimiz var,başka hiçbir beklentimiz yok. O da,bir gün bizim büyüklerimizi andığımız gibi hayırla yad edi-lebilmek. Ölene kadar demokrat kaldılar,onun mücadele-sini yaptılar ve bu kez bütün bunları son kez kıldılar de-dirtebilmek. Bu yaptığımız kavga değil,bir büyük davaya olan borcumuzu ödemektir,onu ödemeye çalışmaktır.

Bayrağı yere düşürmeden bize teslim ettiler. Bayrağı bize teslim eden bazı büyüklerimiz burada. Bayrağı yeni-den taşıyacak olan büyüklerimiz de burada. Biz,bize dü-şeni yaparak,bizde onu yere düşürmeden bizden sonraki nesillere teslim edeceğiz.

Tarihe devlet kurma sanatını öğretmiş olan bu yüce milleti,başka türlü bir hayat tarzına mahkum etmek hiç kimsenin hakkı değildir, haddi de değildir. Son dönem-lerde hatta bugüne dek yaşanmayanları da gördük. Geç-miş örneklerden farklı olarak atanmış başbakan olmayı içlerine sindirebilmiş, seçilmiş siyasetçileri de gördük. Ama biz ısrarla ve inatla halkın hukukunu, halkın yüksek iradesini,halkın hakkını kollamaya devam edeceğiz.

Bu yolda sıkıntıyla karşılaşabiliriz. Tek başımıza dahi kalabiliriz. İhanete de uğrayabiliriz. Ama bizi doğru yolumuzdan,hakikat yolumuzdan,millet yolundan dön-dürmek mümkün olmayacaktır. Siyaset korkakların ve korkanların işi değildir. Bu tarihe olan borcumuzdur,bu millete olan borcumuzdur,bu şehitlerimize olan borcu-muzdur ve bu şu salonda bulunan isimli,isimsiz kahra-manlara ve her şeyin üstünde hep beraber paylaştığımız davamıza olan borcumuzdur. Çağı yakalamanın ve çağı yaşamanın da insanlığını onuru demek olan demokra-siden başka hiçbir yolu yoktur. İnsanlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak yaşamak istiyoruz. Bu bizim hakkımız milletimizin hakkı,hatta her şeyin üstünde belki bu bi-zim onlara olan görevimizdir. Onun için yarım değil tam demokrasi istiyoruz ve gerçek demokrasiyi milletin hak ettiği, bu büyük milletin hak ettiği demokrasiyi getire-ne kadar bu mücadeleden yılmayacağız,sonuna kadar bu yolda olacağız.

Büyüklerimize, bize bu emaneti teslim edenlere,demokrasimizin aziz şehitlerine, yüce milleti-mize Cumhuriyeti yüce ve büyük Atatürk’e, çocuklarımı-za ellerini henüz hiç tutmadığımız görmediğimiz torun-larımıza söz veriyorum.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 23

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Binali YILDIRIMUlaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı

Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde önemli bir yer tutan, demokrasi adına halk mücadelesinin ortaya çı-kardığı siyasi bir figür ve halk kahramanı… Demokra-sinin Türkiye yolculuğunda önemli bir durak ve siyasal tarihimiz açısından önemli bir dönüm noktası. Aynı zamanda Türk siyasal hayatının kuşkusuz en tartışmalı isimlerinden biri… Adnan Menderes… Her ne kadar Adnan Menderes’in siyasal çizgisi, yürüttüğü faaliyet-leri ve uyguladığı politikalar farklı görüşlerden farklı tepkiler alsa da günümüzde artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var ki; bu da Adnan Menderes’in idam kara-rının çok yanlış olduğu yönündedir. Ayrıca Türkiye’deki gelişen ve ilerleyen demokrasi adına büyük bir hata ve büyük bir kayıp olduğu doğrultusunda herkesçe görüş birliğine varılmaktadır. Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesinde ve inandığı siyasi düşüncelerinde sonu idamla biten bu dönemin hala siyasal tarihimizde bı-raktığı derin etkiler varlığını sürdürmektedir. Bu ne-denle Menderes döneminin Türk siyasal tarihinde ve Türkiye’deki demokrasinin gelişiminde önemli bir yer tutmasının yanı sıra gelecekte de her zaman değerlen-dirilmesi ve incelenmesi gereken bir siyasal miras nite-liğindedir.

Menderes; Osmanlıyı, Kurtuluş Savaşını, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunu, Tek Parti ve Demokrasi dönemini görmekle ve yaşamakla yetinmeyip burada üstüne düşen görevleri ve rolleri başarılı bir şekilde ye-rine getirmek için çıkmış olduğu demokrasi mücade-lesinde kendisini elbette büyük zorluklar bekleyecek-ti. Demokrasi kültürü çerçevesinde kendisini iktidara götürecek mekanizmaları iyi bilmekle birlikte özünde ve içinden çıktığı toplumun değer yargılarını ve sos-yal dokusunu iyi bilen biriydi. Bu itibarla Menderes’in gücü “halkın içinde yaşamış ve onun içinden gelme-sinden” kaynaklanıyordu. Dönemin Türkiye’si her dört kişiden üçünün köyde yaşadığı bir dönemdi ve kendisi toprakla iç içe geçmiş bir hayatın içinden, köylülerin yanından geliyordu. Bu nedenle Tarım ekonomisine dayanan bu dönemin Türkiye’sinde toprağın, toprak-ta çalışan insanların ekonomik durumlarını ve sosyal hayatlarını çok iyi bilen Menderes, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, taban-da yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş ve bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mü-cadelesini yapmanın imkan dahilinde olduğunu aynı zamanda göstermiş bir dönemin önemli bir aktörüdür. Halkın geleneksel dokusuna duyduğu saygının yanın-

Binali YILDIRIMBU ÜLKENİN AYAKLARINA

ARTIK PRANGA VURULMASIN

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU24 |

da çıkmış olduğu demokrasi ve siyasal mücadelesinde Türkiye’ye, gelişmiş Batı’nın gelişmişlik düzeyini ya-kalatmakla birlikte Batı’nın demokrasi standartlarına ülkemizi ulaştırabilme isteği belki de en temel hedefi idi. Bu bağlamda kendisinde gerekli olan modern bakış açısı, bilgi düzeyi, demokrasi anlayışı, liderlik vizyonu ve kişiliğine sahipti. Bu nedenle Adnan Menderes’i iyi tanıyan Celal Bayar’ın onu tercih etmesinde bu faktör-lerin etkisi büyüktü. Bu itibarla Bayar, ne kadar isabetli bir tercih yaptığını yıllar sonra dile getirecek ve Men-deres için şöyle diyecekti: “Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Onun için bir fik-rin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Kuvvetli bir mantığı vardı. Ona göre Menderes, “Halkın psikolo-jisini, özellikle köylünün psikolojisini anlıyordu ve li-derlik için gerekli niteliklere sahipti.” Menderes, çıktığı demokrasi yolculuğunda halkına dayanmaktan başka destek aramadı. Hitabeti çok güçlü ve karizması büyük bir politikacıydı; halkın da kısa sürede kendisini sevip bağrına basacağı belliydi. Milyonlarca insan kısa süre içinde Ona karşı yine Bayar’ın tanımıyla ‘sihirli bir mu-habbet’ duyabilirdi. Nitekim öyle de oldu… Ve Celal Bayar yanılmamıştı.

Türkiye’de çok partili hayat dönemi ile birlikte De-mokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp ik-tidara gelmesi Türkiye’deki siyasal atmosferin ve siyasal düzenin değişmesinde en önemli dönüm noktaların-dan biridir. Demokrat Partinin iktidara gelir gelmez yapmak istediği ilk icraatların başında demokrasi kül-türünün gelişmesine yönelik olarak temel hak ve hür-riyetlerin yeniden düzenlenmesi ve korunması, din ve vicdan hürriyeti konusunda önemli adımların atılması ve ayrıca sosyo-ekonomik düzenlemeler ve yenilikler

başta gelen temel ilkelerdendi. Bu çerçevede yapılan düzenlemelerden birisi, Ezanın Arapça aslıyla okun-ması yasağının kaldırılması olmuştur. 14 Mayıs 1950 bir yönüyle, halkın var olan taleplerine karşı yasakların kaldırılması demekti. Demokrasi adına ve çok partili siyasi hayat adına artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de milletin talepleri, demokrasi kül-türü ve düzeni içerisinde dikkate alınmalıydı. Mende-res devri, bu anlamda, demokrasi, temel hak ve hür-riyetlerin korunması kadar ekonomik alanda da yeni atılımların ve yeni teşebbüslerin olduğu yıllar olarak da değerlendirilebilir. 1950-1954 yıllarında Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişe hız verildi. Yabancı-lara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı ser-mayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Ülkede yeni sanayi tesisleri ve 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye’nin gayri safi milli hasılası yılda orta-lama %9 oranında büyüdü ve büyüme hızı bu dönem-de %12’lere kadar çıktı. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları ya-pılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşa-atları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında ve köylerde karayolu yapımına bu dö-nemde büyük önem verilmiştir.

1950’den sonra bir çok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılap, en büyük devrim demokrasi dev-rimidir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu.” Sözlerini sarf etmiştir. Demokrasi sistemi içerisinde te-mel mekanizma olan oylamaya büyük saygısı olduğu-nu kongre çalışmaları sırasında hep göstermiştir. Kendi fikrini sonuna kadar savunmayı çok seven Menderes çoğunluğun kararına uymaktan da hiç çekinmiyordu.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 25

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Adnan Menderes’in Aydınlı (Koçarlılı) oluşu ve onun Aydın’a olan ilgisi çok partili yaşama geçiş süre-cinde Aydın ilini siyasilerin gözdesi haline getirmiştir. Bu vesileyle dönem dönem Aydın’da ve Anadolu'nun başka kesimlerinde halkın taleplerini dinler bazen de karşılıklı görüş alışverişinde bulunurdu. Menderes 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde Hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin ol-duğu yerde sefalet olmaz” ifadesi Menderes politikala-rını ve insanlara karşı tutumlarını özetler niteliğindey-di. Günümüz demokrasi sistemi ve yapısı içerisinde de hala geçerliliğini koruyan sivil, demokratik, toplumsal refleksleri güçlü, hesap verebilen, şeffaf, katılımcı, top-lumun üretim ve girişim potansiyelini harekete geçire-bilecek sivil bir duruş ve yapısal çözümler gibi dina-miklerin ülkemize yerleşmesi ve gelişmesinde şüphesiz Menderes’in katkıları büyüktür.

Türkiye’de demokrasinin ilk kez kesintiye uğradığı 27 Mayıs darbesi ile Türk siyasal tarihi yeni bir döne-me girmiş oldu. Bu dönemde, Menderes dönemi ile önemli bir gelişme ve ilerleme gösteren Türk demok-rasisi önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş olup, ülke-mizdeki demokratik siyaset kültürü adına elde edilen kazanımlar da büyük ivme kaybetti. Bununla birlikte Türkiye’nin siyasal imajı uluslararası arenada itibar kaybına uğradı ve maalesef telafisi uzun yıllar alacak negatif sonuçlar bıraktı.

Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda, Adnan Men-deres vermiş olduğu demokrasi mücadelesinde bede-lini hayatıyla ödese de; her zaman ülkemiz insanının hafızasında ve kalbinde “Türk siyasi tarihimizin yitik efsanesi” olarak anılacaktır. Bununla birlikte Adnan Menderes’in siyasi hataları varsa da tarih onu “demok-rasi şehidi” olarak hatırlayacak. Tabii bir de “Ezan Şe-hidi” olarak…

EFSANE BAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IGÖNÜLLERİMİZİN 4. CUMHURBAŞKANI MERHUM ADNAN MENDERES'E

BENZETMEYECEKMİŞİZ...

■ ÇALIŞKANLIKLARI AYNI MI? a ■ İKİSİ DE MİLLETİN SEVGİLİSİ Mİ? a ■ İKİSİNE DE İFTİRALAR ATMADINIZ MI? a ■ İKİSİNİ DE SANDIKTA YENEMEDİNİZ DEĞİL Mİ? a ■ BİRİNİ DARBEYLE İDAM EDİP, DİĞERİNE

DARBE GİRİŞİMLERİNDE BULUNMADINIZ MI? a BU KADARI YETER!

ONLAR MİLLETİN ADAMLARIMENDERES'E RAHMETERDOĞAN'A MİNNET

Ahmet Şerif BAYINDIR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 27

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, 27 Mayıs 1960 Darbesi ile ilgili görüşlerini dile getirdi. Soylu “İnönü’nün bu meselede günahı çok büyüktür” dedi.

Bugün yaşanan olayların, oluşturulmak istenen ger-ginliklerin temelinde 27 Mayıs 1960 Darbesi’ni arama-nın çok yanlış olmayacağını ifade eden Süleyman Soy-lu, darbe öncesi organize edilmeye çalışılan toplumsal hareketlerin gerek karakter, gerek söylem bakımından birbiriyle örtüştüğüne dikkat çekti. Dün, İstanbul Üni-versitesi öğrencilerinin kıyma makinelerinde parçalan-dığını yayan zihniyetle Gezi olayları sırasında paletler altında ezilen insan fotoğraflarının sanki bu ülkeye ait-miş gibi paylaşılıyor olmasının birbiriyle aynı ve kanık-sanmış taktikler olduğunun altını çizdi.

1960 Darbesinin sadece bir darbe olmakla kalmadı-ğını, ülkenin uzun yıllar başını ağrıtan anlayışın da mi-marı olduğunu anlatan Soylu “1960 darbesi, vesayet sis-teminin kurumsallaşmasını sağlamıştır” dedi. Bugünkü Anayasa Mahkemesi’nin, Ordu’nun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olmaktan çıkarılmasının, MGK’nın, 1961 Darbe Anayasası’nın ürünü uygulamalar olduğu-nu söyleyen Soylu, vesayet kurumlarının ülkeyi sınırla-yıcı etkilerinin önemli bir bölümünden ancak 12 Eylül 2010 Referandumu ile kurtulunduğunu sözlerine ekle-di.

27 Mayıs’ın Türkiye’de siyasetçiye bir gözdağı oldu-ğunu belirterek “Her 27 Mayıs’ta Menderes’in idam fo-toğrafı üzerinden bu ülkede siyaset yapmak isteyenleri korkutan bir anlayış vardı” ifadelerini kullandı.

Süleyman Soylu, 27 Mayıs İhtilali’ne maruz kalan-ların uğradığı iftiraların bugünkü hükümete yönelik iftira ve karalama kampanyalarıyla ciddi benzerlikler gösterdiğine de dikkat çekti. Rahmetli Menderes’in 12 uçak dolusu altınla yurtdışına kaçmaya hazırlanırken yakalandığı gibi akıl dışı iftiraların, ülkemizin en önem-li hariciye vekillerinden biri olan Fatin Rüştü Zorlu için yakıştırılan “bay yüzde on” yaftasının, bugün yaşanan gelişmelerle paralellik göstermesinin, aslında bir zihni-yetin devam ettiğinin göstergesi olduğunu ifade eden Soylu, “O gün rahmetli Menderes’in başına ne getiril-meye çalışılmışsa,bugün de aynısı yapılmak isteniyor” ifadelerini kullandı.

Yine aynı şekilde bugün yaşanan gerek Gezi olayla-rı gerekse Okmeydanı olayları gibi senaryoların tıpkı 5 Mayıs 1960’ta Kızılay’da düzenlenen ve tarihte 555K olarak bilinen olaylarla paralellik gösterdiğini söyleyen Soylu İngiliz arşivlerinde bulunan belgelerin, darbenin CIA tarafından organize edildiğini açıkça ortaya koydu-ğunu söyledi.

İhtilalin temel meselesinin iktidarını paylaşmak iste-

Süleyman SOYLUMENDERES TÜM HATIRASIYLA YAŞIYOR

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU28 |

meyen elit kesimin, bir köylünün oğlunun hakim, pro-fesör olmasını kabullenememesi olduğunun altını çizen Süleyman Soylu, “İsmet İnönü’nün bu meselede günahı çok büyüktür” dedi.

Yapılan yatırımlar tesadüf değilAK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soy-

lu, Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) düzenlediği “Menderes’ten Erdoğan’a Türk Demokrasisinin Süreci” başlıklı konferansta, üniversite öğrencisi ve mezunu olan gençlere seslendi.

Süleyman Soylu, burada yaptığı konuşmada tanzi-mat döneminden itibaren Türkiye’de çok partili siyasi hayatın yaşandığını, partilerin isimleri değişse de nite-likleri ve yürüdükleri yolun hiçbir zaman değişmediğini aktardı.

Menderes, Özal ve Erdoğan dönemlerinde yapılan icraatların birbiriyle paralellik gösterdiğini dile getiren Soylu, şöyle devam etti:

“1950-60 döneminde köylerle şehirler entegre edil-miştir. Bir köylünün oğlu, bir köylünün kızı artık ha-kim, artık mühendis, artık doktor, artık avukat olabilme imkanını, vali olabilme imkanını yakalamıştır. Köylerle şehirler arasında yollar yapılmış, Türkiye onbinlerce ki-lometre yol ağıyla kucaklaşmış, köylere elektrik gelmiş, sanayi devrimini atlamış, sanayi devrimini yakalayama-mış Türkiye bir nebze de olsa kağıt fabrikalarıyla, bez fabrikalarıyla aynen bugün yapılanlar gibi ve büyük hamlelerle, barajlarla, köprülerle, geçitlerle birbirine buluşmaya, birbirine bağlamaya çalışmıştır. Sadece şunu not etmenizi isterim, rahmetli Menderes, köylerle şehirleri birbirine bağlamıştır. Rahmetli Özal, büyükşe-hirleri birbirine bağlamıştır, Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin bütün vilayetlerini bölünmüş yollarla birbi-rine bağlamıştır. Aslında ben size bir çizgiyi anlatmaya çalışıyorum." dedi

Bütün dünya tepki göstermeli“Bakın rahmetli Adnan Menderes bu ülkede

idam edildi. 10 yıl Başbakanlık yaptı. Bugün rahmetli Menderes’i herkes anıyor, hatırla yad ediyor, iyiliklerle yad ediyor ama onu idama götüren anlayışların hiçbiri-sini hatırlamıyor. Ayrıca bir de onları telin ediyor ve on-ları bir nefret anlayışıyla hatırlıyor. Şimdi bütün bunları hep beraber yaşıyoruz. Yaşadığımız Türkiye bu, farklı

Türkiye değil. Mısır’da, etrafımızdaki diğer ülkeler de. Biz aynı iklimin insanlarıyız, aynı düşüncenin insanla-rıyız. Mısır’da da farklı bir şey olacak değildir.”

Mursi’nin idama mahkum edilmesine bütün dünya-nın tepki göstermesi gerektiğine işaret eden Soylu, en güçlü sesin de her zaman Türkiye’den çıkacağını söyledi.

Soylu, “Allah kimseye fırsat vermesin. Görüyorsu-nuz Mursi’nin yüzde 52 oy aldığını ama idama gittiğini, Recep Tayyip Erdoğan’ın da sonunun da böyle olacağını anlatmaya çalışıyorlar. Dün Menderes’in kanından bes-lenenler, bugün Erdoğan’ın iradesini ortadan kaldırma-ya, söndürmeye ve milletin iradesini söndürmeye çalı-şıyorlar. Millet buna müsaade etmez. Biz buna müsaade etmeyiz, hiç kimsenin bir şüphesi olmasın” diyerek söz-lerini tamamladı.

Menderes koskoca mirasıyla yaşıyorAK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu,

merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın vefatlarının 53. yılı dolayısıyla Anıt Mezar’da düzenle-nen anma programında konuştu.

Süleyman Soylu, “Menderes ölmediği gibi tam ya-rım asırdır kendinden sonraki siyasi hayatı belirlemiş, kendinden sonra millete hizmet edecek olanların, kendi siyasi mirasını taşıyacak olanların adeta siyasi yol hari-tasını belirlemiş, bu aziz millete emanet etmiştir” dedi.

Soylu, karanlık ve uğursuz bir mayıs gecesi, “eşkıya-nın millete baskın yaparak, milletin adamını, zeybeğini, Menderes’i, milleti” vurduğunu söyledi.

Bu destanın bitmeyeceğini, bu destanın öznesi olan Menderes’i hikaye etmeye kelimelerin yetmeyeceğini ifade eden Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu destanı millet 53 senedir zaten kutsal bir emanet gibi taşıyor ve nesilden nesile aktarıyor. Dolaştığım yer-lerde görüyorum ki gencecik insanlar Menderes denince heyecanlanıyorlar. Mitinglerde, kongrelerde, toplantı-larda, Menderes ve demokrasi şehitlerimizin ismi geçti-ği zaman bir alkış tufanı kopuyor. Bunun bir anlamı var, Menderes yani bu milletin aziz şehidi bütün manasıyla bütün hatırasıyla yaşıyor. Menderes ölmediği gibi tam yarım asırdır kendinden sonraki siyasi hayatı belirlemiş, kendinden sonra millete hizmet edecek olanları, kendi siyasi mirası taşıyacak olanları adeta siyasi yol haritasını

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 29

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

belirlemiş, bu aziz millete emanet etmiştir.” Soylu, milletle Menderes arasında büyük bir sada-

kat ilişkisinin bulunduğunu ifade ederek, Menderes’in milletine aşık olduğunu ve öldürülünceye kadar sadakat bağını koruduğunu dile getirdi.

Milletin de Adnan Menderes’in mirasına sahip çıktı-ğının altını çizen Soylu, onun aziz hatırasını başka par-tiler ve şahsiyetlerin de hep yaşattığını söyledi.

“Menderes’i öldüren caniler ki bu bir cinayettir, bu-gün lağım çukuruna yuvarlanmış kubur fareleri kadar kıymetli olmayan kişilerdir” diyen Soylu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Kim Altay Egesel, kim Salim Başol, kim Tarık Gür-yay? Kim hatırlıyor bunları, hatırladığınız zaman da sadece lanetlemek için hafızamıza eziyet ederek çağırı-yoruz onları. Oysa Menderes koskoca mirasıyla bugün yaşıyor. Milyonlar onun için en samimi hislerle dua etmeye devam ediyor. Bu aziz millet o günden bugü-ne eli Menderes’in kanına bulaşmış ne bir kişi, zümre, partiye, iktidarı vermiştir. Yönetme, yürütme ve yasama vekaletini onlara haram etmiştir. Bu kişiler, zümreler ve partiler ta yarım asırdır iktidarın kıyısına bile yaklaşa-mamıştır. Bu millet yarım asırdır Menderes ve onun mi-rasına sadakatle sahip çıkmış, onun yolundan gidenlere, davasını güdenlere iktidarı ve vekaleti teslim etmiştir.”

Soylu, Menderes’in bir felsefe ve siyasi hedefler man-zumesi olduğunu ifade ederek, milletin değerler dünya-sının bir taşıyıcısı olduğunu kaydetti.

İhtilalin, Menderes’in siyasi felsefesini ortadan kal-dırmak için yapıldığını anlatan Soylu, vesayet düzeni-nin, kıyısından bile bir Menderesçiliğe tahammül ede-mediğini vurguladı.

Merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın, Menderes’in ya-nına defnedilmeyi vasiyet etmesinin çok anlamlı oldu-ğuna değinen Soylu, şunları kaydetti:

“Menderes çizgisinin bu değerli evladını da Özal’ı da hem rahmetle hem şükranla yad ediyoruz. Rahmetli Er-bakan, ona yapılan muamele, itibarsızlaştırma. 1960’ta linç girişimlerinin benzeri değil midir? Ve 12. Cum-hurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan... Bütün davasıy-la bütün mücadelesiyle bütün eserleri ve bütün ruh ve mana köküyle milletin adamı değil midir? Menderes’in siyasi çizgisinin sadık bir emanetçisi değil midir? AK Parti 21. yüzyılın demokrat partisi değil midir? Şüphe

yok ki öyledir.”Bugün MGK’da milletin sözü geçiyorSoylu, artık ülkenin ekonomisinin sağlam olmasına

bazı kesimlerin tahammül edemediğini ve ülkenin is-tikrarını bozmaya çalıştıklarını ileri sürerek, “Geçmişte Yüksek Askeri Şura’da başbakanlar itilmiş, kakılmış gibi kenarda oturuyordu. Sizin 9 seçimdir verdiğinizi reyi namusu bilen AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan, bugün Yüksek Askeri Şura’da başbakanlar masanın başında oturuyor” diye konuştu.

Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) ise 28 Şubat’ın, 1960 ve 1980 darbelerinin sözü geçtiğini söyleyen Soylu, bugün MGK’da da milletin sözünün geçtiğini kaydetti.

Bugünün Berat Kandili olduğunu anımsatan Soylu, bu ülkede Kuran-ı Kerim’in radyolardan okutulmadığı-nı anlatarak, “Kandilde Kuran-ı Kerim’in ilk kez mevlit gününde okutulmasını, milletin oyuyla gelenler yaptı. Menderes yaptı. Ona hangi kini, hangi intikamı duyu-yorlarsa bugün Recep Tayyip Erdoğan’a da aynısını du-yuyorlar” ifadelerini kullandı.

Soylu, demokratik açıdan ülkenin geçmişiyle bugü-nünü kıyaslayarak bir dönem insanların inançları üze-rinden kardeşin kardeşe düşürüldüğünü dile getirerek, bugün başı açığının da, kapalısının da üniversiteye gi-dip doktor, öğretmen olduğunu, TBMM’de milletvekili olabildiğini vurguladı.

ARA REJİME 2010 YILINDA MİLLET SON VERDİ“Demokrasi milletlerin zaferidir. Demokrasi millet-

lerin hukukudur. Demokrasinin kahramanları vardır. Demokrasinin büyük insanları vardır. Demokrasinin mücadeleci insanları vardır ama demokrasinin mağ-durları ve mazlumları da vardır. Bugün hala İstan-bul Üniversitesinde Hukuk Fakültesinde bir kürsüde ismi yazan ve darbeyi meşrulaştırma görevini üstle-nen Sıddık Sami Onar, darbenin ertesi günü İstanbul Üniversitesi’nin önünde bunlar yani bu demokratlar daha sonra isimlerini düşükler olarak belirtenler onları yolsuzlukla suçlayarak nitelendirdikleri bu demokratlar İstanbul Üniversitesi öğrencilerine kıyma makinesine attı dediler. Bugün bu salonla ismi bütünleşen Hasan Polatkan Demokrat Parti’nin (DP) en çalışkan millet-vekillerinden biriydi. İlk çalışma bakanı, daha sonra maliye bakanıydı. En zeki milletvekiliydi. 20'inci yüzyı-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU30 |

lın başındaki maliye üstatlarından Cavit beyden sonra Cumhuriyet tarihinin en önemli maliyecilerinden bir tanesiydi. Bu memleketin en masumlarından birisiydi, Adnan Menderes ve Fuat beyden ve Reşit Paşa’dan sonra en büyük hariciyecisiydi Fatin Rüştü Zorlu. Onlar idam edilmedi. Onları idam edildi diye nitelemek büyük bir haksızlıktır. Onlar alçak bir cinayete kurban gittiler. Bu bir cinayetti, bunu bilmenizi istiyorum. Bu cinayeti de bir mahkeme kararı ile verdiler. 46 yaşında bir adamın, evlatlarına doyamadan giden bir adamın, kızının baba-sının acısına dayanamayarak ölen bir adamı on binlerce insan dualarla anmaktadır. Ama hiç kimse hukuk tiyat-rosunun başaktörü olan Salim Başol’u hatırlamamakta-dır. Hiç kimse bu cinayetlere sebep olanları anmamak-tadır. 1950-1960 yılları Türkiye’nin en önemli sıçrama dönemlerinden bir tanesidir. Bunlar gerçekleştirdi. Pa-rasız ve pulsuz Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştir-di. At nalı çivisini bile ithal eden bir Türkiye’ye rağmen bunlar gerçekleştirdi. 22 tane barajı, yaşasalardı nükleer santrali, yaşasalardı birinci boğaz köprüsünü, Türkiye’yi NATO’ya sokan ve Türkiye’nin geleceğini bütün dünya-ya entegre etme çabalarını bunlar gerçekleştirdi.”

“YASSI ADADA KOÇ VE İNÖNÜ İFADE VERMEDİ”Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun verdikleri hizmetin

unutulmaması gerektiğini söyleyen Soylu, “Köyler ile şe-hirleri entegre ettiler. Bunu yaparak bir köylünün oğlu-nun profesör olmasını sağladılar. Bir köylünün oğlunun biz bu ülkenin vatandaşıyız diyerek alnı açık gezmesini sağladılar. Yıllar sonra bundan dolayıdır ki bu millet on-ların ismine karşı bir vefa hissediyorlar. Türkiye’nin en dürüst insanlarından biriydi Hasan Polatkan. Ama ertesi gün bir gazetede manşetinde ‘Evinde 4 milyon ele geçi-rildi’ yazıyordu. Yalan, iftira ve bu millete hizmet eden-leri itibarsızlaştırma girişimi yapıldı. Bilmenizi isterim. Yassı Ada’da iki kişi ifade vermedi. Bunlardan biri İsmet İnönü, diğeri ise Vehbi Koç’tu. O Vehbi Koç’u Türkiye’de Vehbi Koç yapanlardan bir tanesi ise alıp satma kendin üret diyen Hasan Polatkan’dı. Ama Vehbi Koç, kızını Koç Lisesi’ne almaktan çekindi ve onu reddetti. Bugün karşı karşıya kaldığımız mantıkta aynısıdır. Türkiye dönem dönem bu anlayışları bir vesileleri tazeleyerek yaşamak-tadır. Biz hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız. Türkiye’nin her tarafında yol yaptılar. Türkiye’nin her tarafını şantiyeye dönüştürdüler” diye konuştu.

“Memleketin İhtiyacı Olduğu İçin Rusya'ya Gitmişti”Eski Sağlık Bakanlarından Lütfi Kırdar’ın yaşadığı

olayı da paylaşan Soylu, şunları söyledi;“O dönemin Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın oğlu bana

bir vesile ile anlatmıştı. Lütfi Kırdar Sağlık Bakanlığı’ndan ayrılacakmış. Adnan Menderes ile Hasan Polatkan evine gitmişler. İki katlı bir evin ikinci katına çıkmışlar. Saatler-ce konuşuyorlar. Sonunda üçü merdivenlerden şen şak-rak iniyorlar. Kırdar’ın eşi sormuş ‘Ne oldu?’ diye. Kırdar, demiş ki; ‘Yarın Rusya’ya gidiyorum. Memleketin bana ihtiyacı var. Kader ve dava arkadaşlarımı bırakmam.’ Bi-liyorsunuz ki, ondan sonra Türkiye-Rusya yakınlaşması var diye darbenin meşru maddelerinden bir tanesi olarak ortaya konuldu.”

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 31

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

MENDERES'İ

İPTEN ALAMAMANIN

MAHCUBİYETİNİ YAŞARKEN

SENİ KİMSEYE YEDİRMEYİZ

UZUN ADAM!

Ahmet Şerif BAYINDIR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU32 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Yassıada De-mokrasi ve Özgürlük Adası'nda yakacağımız fener dünya milletlerine de ilham verecek ve yol gösterecektir" dedi.

Çelik, Yassıada'da düzenlenen "Demokrasi ve Özgür-lük Adaları Projesi" temel atma töreninde, 14 Mayıs'ın Demokrat Parti'nin iktidara gelişinin yıl dönümü oldu-ğunu hatırlattı.

Bu tarihin, "milletin aklıyla alay edenlere, milleti hor ve hakir görenlere, onu yıllarca iradesiz bırakmaya ça-lışanlara, onun değerlerine sırt çevirenlere ve hülasa bu milleti temsil konusunda zaaf içinde olanlara" verilen büyük ve ibretlik dersin tarihi olduğunu aktaran Çelik, "Bu milleti kendisine muallim olarak kabul etmeyen, onu hep acemi, hep çırak olarak görmeye alışmış kesimler ders almamakta ısrar edip durdular" diye konuştu.

Çelik, Yassıada'nın tarihini vurgulayacak şekilde 27 Mayıs Tarih Platosu inşa edileceğini, müze alanı ve de-mokrasi parkı kurulacağını belirterek, yargılama süre-since kullanılan yapıların restore edileceğini ve yapılara yeniden işlevsellik kazandırılacağını dile getirdi.

Yargılamaların yapıldığı spor salonunda, koğuşlarda ve diğer alanlarda holografi gibi özel teknikler kullanı-larak yapılacak canlandırmalarla ziyaretçilerin o dönemi adeta içinde yaşarmışcasına tecrübe etmelerine imkan sağlanacağını ifade eden Çelik, o döneme ait belge, do-küman ve eşyalardan oluşan seçkin bir koleksiyonun de-mokrasi müzesinde sergileneceğini vurguladı.

Müzenin içinde barındırdığı tarihi objelerle geçmişi, mimarisindeki modern ve geometrik formlarıyla da ge-leceği yansıtacak şekilde kurgulanmasına özel bir önem verdiklerini aktaran Çelik, şöyle devam etti:

"Bu yaklaşımın altında bu projeyle adanın toplumu-

muza geçmişten aldığı referanslarla bir gelecek vizyonu sunabilmesi yönündeki arzu ve niyetimiz yatmaktadır. Bu nedenle milletimizin o dönemde yaşadığı en acı tecrübelerden biri olan 27 Mayıs'ı ve o dönemde yaşa-nanları bu proje ile bir ibret abidesi haline dönüştürmek istedik. Bu abidenin en temel unsurlarından birisi 24 metre yüksekliğinde sadece adaya değil demokrasimizin geleceğine de ışık tutacak bir demokrasi feneri inşa et-mek olacaktır. Zamanla bu fener, adaların ve demokrasi zaferimizin simgesi haline gelecektir."

"Araştırma merkezi olacak"Çelik, adanın ayrıca demokrasi alanında araştırma

yapmak isteyenler için bir araştırma merkezi olarak ta-sarlandığını, projede demokrasi arşivi tarihine ilişkin zengin bir arşivle 500 kişilik bir konferans salonu yer al-dığını söyledi.

Benzer amaçlara hizmet edebilecek şekilde bir kongre merkezinin Sivriada'da planlandığını, böylece halen atıl durumda bulunan bu iki adanın, İstanbul'un önemli de-mokrasi kültürü ve hafıza merkezi haline geleceğini vur-gulayan Çelik, şöyle devam etti:

"Bizler tarihe saygıyı, onu tozlu kalıntılar altında unutmaya terk etmek şeklinde değil, o tarihi günümüz-de canlı ve yaşanabilir hale getirmek şeklinde anlıyoruz. Bu nedenle hazırladığımız projeyle bir yandan adaların tarihi ve doğal dokusu aslına uygun şekilde muhafaza edilirken öte yandan bu adalara kültürümüze ve sosyal yaşantımıza mümkün olduğunca katkıda bulunabilecek bir işlevsellik kazandırmak istiyoruz."

Çelik, Yassıada Demokrasi ve Özgürlük Adası'nın sadece Türkiye'deki değil aynı zamanda dünyanın fark-lı ülkelerinde yaşanan demokrasi tecrübelerine ilişkin önemli olayların ve şahsiyetlerin tanıtılmasına ve de-

Ömer ÇELİKDEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK ADALARI PROJESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 33

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

mokrasi bilincinin artırılmasına yönelik sempozyum ve çalıştaylara da ev sahipliği yapacağını vurguladı. Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu vesileyle merhum Aydın Menderes ile yaptığı-mız bir sohbette dile getirdiği bir konunun bana verdiği ilhamı burada zikretmek isterim. Yassıada yargılama-ları yapılırken bazı hukuk fakültelerinin hocaları, 'Eğer bunları idam etmezseniz darbe meşruiyetini kaybeder' demişlerdi. Buna bir karşılık olarak demokrasiye sada-katin ve hukuk devletine sadakatin gereği olarak keşke hukuk fakültelerimizin mezuniyet sonrası yemin tören-leri Yassıada'da yapılsa ve bu tarihsel vefa gösterilse. Böy-lece insan hakları, özgürlükler ve demokrasinin insanlı-ğın topyekun çabasıyla hayat bulan müşterek bir miras olduğu gerçeği vurgulanacaktır. Bu vurgu, bu mirasın muhafazası noktasında da topyekun bir çabayı zorunlu kılmaktadır."

Çelik, günümüzde kendi demokrasilerinin müda-faası uğruna savaşan ve özgürlüklerin savunuculuğunu yaptıklarını iddia eden kimi devletlerin, demokratik yönetimlerin, birer birer rafa kaldırılıp insan haklarının sahipsiz bırakılması karşısında kendilerinden beklenen tepkiyi vermediklerini gördüklerini dile getirdi. Bugün okuduğu bir gazetedeki ifadelerden bahseden Çelik, şun-ları anlattı:

"Yine bugün bir gazetede, görevden alınan bir savcı-nın hükümetimizi kastederek, 'Demokrat Parti ve Men-deres Hükümeti'nden bile ileri işler yapıyorlar, bir gün müebbetle yargılanacaklar' demesi aynı vesayetin ve aynı katliamcı mantığın devam ettiğini göstermektedir. Bu nedenle ülkemizin demokrasi adına ve insan hakları na-mına sergilemekte olduğu sağlam duruş, aynı zamanda etrafımızda bulunan ülkelerdeki sancılı demokrasilerin-den ve çevremizdeki çeşitli halkların sıkıntılarla başa çık-

malarında şiddete başvurmadan demokrasi mücadelesi vermenin güzel bir örneği olarak yol gösterici olacaktır. Bu noktada Yassıada Demokrasi ve Özgürlük Adası'nda yakacağımız fener, dünya milletlerine de ilham verecek ve yol gösterecektir."

Çelik, Türkiye'de demokrasi yolunda katedilen mesa-fenin hiç de azımsanmayacak bir boyutta olduğunu ifade ederek, "Son 65 yılda açık oy gizli tasniften kendi cum-hurbaşkanını doğrudan seçecek bir milli iradeye kavuş-tuk" diye konuştu.

"Milletimizin özgürleşmesi adına cephede canlarını veren şehitlerimiz kadar bu kutlu demokrasi mücadele-si yolunda hayatlarını feda eden şehitlerimizi de rahmet ve minnetle anıyoruz" diyen Çelik, projeye katkılarından dolayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Gül-lüce, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, AK Parti milletvekili adayları Mücahit Arslan ve Çiğdem Karaaslan'a teşekkür etti.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU34 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 35

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Ali Naili ERDEMMilli Eğitim Eski Bakanı

7 Ocak 1946,Türkiye yeni bir devre adımını atıyordu.Dörtlü bir takrirle CHP'den ayrılanlar demokrasi

devrini başlatıyorlardı.Ankara'da Sümer sokağın mütevazı bir apartman dai-

resinde başlayan yeni bir dünya görüşü yeni bir ideal cep-hesi siyasi yelpazede yerini alıyordu.

Bu DP'dir.İktidar olmuştu. Gördüğü Türkiye tablosu bir karan-

lıktan ibaretti.Halk yoksul ve perişan. Bir dilim ekmeğe muhtaç

binler. Siyasi iktidar tarafından insan yerine konulmayan aşağılanan ve horlanan İnsanlar.

Ne para var ne de pul.Kaybolan yıllar bir kabus halinde bütün dehşetiyle

Anadolunun üzerine çökmüştü.Kerpiç damların içinde görünenler Medet YA RE-

SULLALAH Medet diyen insanlardı.YETER SÖZ MİLLETİNDİR dediler 14 Mayıs'ta bir

kurtuluş güneşi gibi doğdular.Bir idealin ve çağdaşlaşma tutkusunun mücahitleriydiler. Bir çığırı başlattılar.Bu ço-ğunluktur.Bir serbest piyasa ekonomisi içerisinde ülkenin refahının gerçekleştirileceği doktrinidir. Ve halkın idare-ye katılma azim ve kararıdır.

Hepside Türkiye sevdalısıydılar.Hedefleri çağdaş bir Türkiye, Uygar ve özgür bir Tür-

kiyeydi.Hukuklu, adaletli ve insan haklarına saygılı bir Tür-

kiyeyi,Barış içinde yaşayan bir Türkiye'yiHalkıyla barışık ve halkının hizmetinde olan birTürkiye var etmeyi ülkü edindiler.Bendeniz bu hareketin içine 1947 yılında Ankara Ce-

beci bucağında girdim. Kapanmasaydı bugünde içinde olacaktım. AP'si ben DP'nin kendisiyim deyince AP'nin içinde yer aldım. Şimdi o günleri anımsayarak bir devri birlikte yaşayacağız.

Ve milletine on altın yıl evet on altın yaşatan DP'yi ko-nuşacağız.

Tertemiz pırıl pırıl on yıl. Hırsızsız, yalansız on yıl. Komşularıyla sorunu olmayan on yıl. Ne göçler vardı, ne şehitler. Baharlar gibi bayramlar gibi on yıldı.

Bugün bizler acılarımızı ve gözyaşlarımızı bir kere daha içimize gömerek

BİR DEVRE ADINI VEREN MENDERES'İ YAD EDECEĞİZ.

Allahına sığınmış, kıblesi belli, Kuranlı halis bir mü-mini anacağız.

Şeytanilikten uzak rahmanilik gömleği ile ölümü gö-ğüsleyen bir yürekli, bir cesur bir hak ve halk aşığı başba-

kandan söz edeceğiz.Devletin bir tek kuruşuna el sürmemiş bir helalzadeyi

rahmetle, minnetle ve şükranla gönüllerimizde var ede-ceğiz.

Deh demokrat eşeği deh! diyerek DP'lilerin sırtlarına binenleri ve ağızlarına hayvan tersi dolduranları

Allaha havale edip DEVRİ SABIK yaratmayacağız di-yen bir gönüller sultanını, bir müstesna devlet adamını kalbimizle aklıma ve ruhumuzla selamlayacağız.

Saygıdeğer DinleyenlerÇalı dibine sığınan insanını fukaralıktan kurtarma

mücadelesi DP'nin hedefidir.Bu hedef Menderes ve ehliyetli arkadaşlarıyla ülkenin

her karışında uygarlığın nimetleriyle gerçekleşmiştir.Çarıktan ayakkabıya, kara sapandan traktöre ulaşılır-

ken adam yerine konmayan vatandaşına “Tanrı önünde eşit olan sen kanunlar önünde de eşitsin. Sen gerçekte efendisin. Bu devlet senin için vardır. Mütegallibelerle, eşrafın ve bürokratların tahtı idaresinde olan devlet ida-resinde sen öncelikle varsın. Bu toprağın hak sahipleri sizlersiniz. Siz varsanız biz varız. Siz varsanız Devlet var. Siz ikinci sınıf insan olamazsınız. Siz devlet kapılarından kovulamazsınız demişler ve bu ilkeleri siyasetlerinin ana-yasası kılmışlardır.

DP ideali işte budur.Bu MEDENİYETÇİLİK SAVAŞIDIR.Bu çağdaş uy-

garlığın üstüne çıkmadır.Bu en geniş anlamda korkusuz yaşama özgürlüğüdür.Bu güven içinde huzurlu bir ömrü var etmedir. Ben-

deniz bunları yaşayarak geliyorum.Varlığı ile iftihar ettiğim Cumhuriyetten üç yıl sonra

dünyaya geldim. Şunu iftiharla söyleyebilirim ki ben Ata-türk rüzgarı ile büyüdüm.

DEMOKRAT PARTİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU36 |

İlk göz ağrım da DP'dir.Sevgili partililerSizlere kardeşlerim demek istiyorum.DP bir faydalar, güzellikler külliyesidir. Türkün unu-

tulmuş meziyetlerinin geleceğin yüksek medeniyet uf-kundan doğacağına inanan ve bu uğurda ülkeyi bir şanti-ye haline getiren vatan ve millet sevdalılarının partisidir.

Yaşamak erdemlikler içinde yaşamak ,unutulan kasa-ba ve köyde ışık olmak, okul olarak yükselmek

Teknolojinin bütün nimetlerini insanının emrine ver-mek DP'nin amentüsüdür.

Bu anlamda DP akıldır, ilimdir ve insan sevgisidir. Yunus Emre'nin hoşgörüsü, Mevlana'nın aşka aşık yüce-liğidir.

Türlü iftiralara karşın hurafelerden, yobazlığın her çe-şidinden uzak bir anlayışla bilim-sel zekanın temsilcisi olarak mutlu bir Türkiye'yi var etmenin savaşını vermiştir.

Zaman zaman bazı kendini bilmezler ya cehaletlerinden, ya hamakatlarından ya da kasıtla-rından çağdaşlaşmayı her şartta gerçekleştirme mücadelesini ve-ren DP'yi irtica ocağı göstermekle kalmamış karşı devrimci bir parti olarak itham etmiştir. Serapa ya-lan ve baştan sona iftira olan bu görüş bu günde bazı kişilerin mal-zemesidir.

Bu esasında bitmeyen DP düş-manlığından başka bir şey değil-dir.

Şimdi sizlere üçüncü Cumhur-başkanımız merhum Celal Bayar'a başbakan olarak görev verdiği ta-rihteki bir konuşmasından kısa bir pasajı bilgilerinize sunacağım. Bakın bir akıl küpü bir kurtuluş kahramanı olan merhum Bayar ne diyor: “Atatürk bize yararlı bir vatan kurtardı. Atatürk bu yararlı vatanı asırlardan beri içine sinmiş olan hurafelerden, efsanelerden, bir takım vahim fikirler-den tamamen temizleyerek ve kuvvetli bir rejim kurarak mesut ve müreffeh bir halde bize bağışladı.

Atatürk, seni sevmek, tebcil etmek her Türk vatanse-verinin milli ödevi ve namus borcudur.

Hiç şüphesiz büyük Türk milletinin seciyesine ve ka-rakterine uygun olarak vücuda getirdiği ve bize hediye et-tiği rejimi korumak hakkındaki ihtirasımız ölçüsüzdür."

Konuşma bu.Ey DP'ye dil uzatanlar hanginizin akıl veya gönül dün-

yasında böylesine bir namus borcu var.Hiç değilse susun ve şecaat arz etmeyin.Muhterem Kardeşlerim,Menderes her fikir münakaşasını seviyeli bir üslupla

yapmış sokak ağzı ile konuşmamıştır. O bir zerafet sem-

bolüdür. Bir idealist, bir vatanperverdir.Nefis bir belagat, şiirsel bir üslup ve edepli bir içerik

Menderes'in kimliğidir.DP Bakanı, milletvekili, belediye başkanı ve özetle ta-

mamiyle çalışmayı ibadet haline getirmişlerin partisidir. Medeniyetçilik savaşını başarıyla yürütmüşler devleti ve milletiyle saygın bir Cumhuriyeti titizlikle korumuşlardır.

Yurtta sulh cihanda sulh politikasını samimiyetle uy-gulamış dostluklarını çoğaltmıştır.

Hiçbir parti kaygısına düşmeden dış politika sorun-larını ve milli sorunlarımızı ana muhalefet partisiyle bir-likte çözümleme kararlılığını samimiyetle uygulamış olan DP Türkiye'yi bir barış ülkesi yapmıştır.

Bugün kan gölüne dönen ülkemizde kimler ne düşü-nür bilemiyorum.

1950 - 1960 döneminde ne bayrağımız bez parçasıy-dı, ne silahlı kuvvetler mensupla-rının başlarına çuval geçirilmişti. Ne sizden bizden ayrımı vardı. Ne alt kültür, üst kültür lafları duyu-luyordu. Ne ”Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü dağlardan kazınmış-tı. Ve ne de okullardaki “Türküm, doğruyum” andı silinmişti. Gö-nülden yaşanır bir bal gibi tatlı bir Türkiye idi.

Kıskandılar.Her yerin şantiye olmasından

vatandaşın cebine para girmesin-den her köye okulun gitmesinden, her suyun önünde bir barajın yük-selmesinden rahatsız oldular ve halkın oylarıyla iktidar olan DP varlığına tahammül edemediler. Oysa yöneticilerin hepsi mütevazı bir yaşamın insanlarıydılar.Adnan beyin üç evladı da gösterişsiz ve sade bir hayatın içindeydiler. Ba-yarın evlatları da öyleydi.

Onlar idealleri, inançları ve amaçları ile çağdaş bir Türkiyeyi var etmenin tutkusundaydılar.

Ne acıdır ki mamur ve müref-feh bir vatanın doğduğunu görenler DP'lilerin yollarını kestiler On altın yılın üzerine kara bir bulut gibi indiler. Ve bir uğursuz sabahta radyolar “Sanıklar elleri bağlı ola-rak getirildiler direktiflerini duyurmağa başlamış ve “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor kararını noktalamıştı.

“Üç güzel üç müstesna, üç unutulmaz devlet adamı asıldı. Geri kalanları Kayseri cezaevine kapattılar. Bitti mi?

Hayır...İşte buradayız.Demokrat olarak buradayız.1946'da demokrattık. Bugün de demokratız.Ve ben hep demokrat olarak kalacağım.Sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.Allaha emanet olunuz.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 37

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Dr. Jeoloji Müh. Esat KIRATLIOĞLU Eneıji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanı

Dünya tarihinde demokrasi (demos cratos / halk idare-si) gerçek hüviyeti ile, bugünkü demokratik ülkelere yerle-şebilmek için, hem çok uzun bir yol kat etti, hem de çeşitli zorlu safhalardan geçti. Demokrasi ilk defa İngiltere’de, 1215’de Kral John'a, asiller tarafından zorla ilân ettirilen Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı) ile, insan hayatı ile özdeşleşti. 63 maddeden oluşan Magna Carta’nın 3 ana temeli vardır.

1. Vergiyi toplamak ve sarf etmek kralın yetkisinden alındı ve asillerden teşekkül eden bir kurula verildi. Bu ku-rula kanun yapma yetkisi de verildi. (İlk Parlâmento)

2. İnsanlar ancak kanunla cezalandırılabilir.3. Adalet satılamaz ve geciktirilemez.Demokrasi çok daha sonra 1776'da ABD İstiklal Be-

yannamesi ve 1789'da Fransız İhtilâli ile dünya ve geniş halk tabakaları tarafından duyulur hale geldi. İnsanlar kızıl derili, siyah derili ya da beyaz derili, sarı tenli olsun efendi-leri ya da kuvvetlilerce inim inim inletiliyordu. İmparator-lar ve hükümdarlarca orta çağ dediğimiz zaman diliminde, Hıristiyanlara uygulanan zulüm, onları ta Kapadokya’ya (Nevşehir civarı) kadar kaçmaya ve kendilerinin yaptıkla-rı yer altı şehirlerinde yaşamaya mahkûm etmişti. Ancak bir müddet sonra Papalık ve Kilise, devleti yönetir hale gelmiştir. Öyle ki, bir Alman hükümdarını aforoz eden Papa’dan af dilemek için Hükümdar, Alp dağlarında tatil yapan, Papa’dan kabul edilmesi çaresizliği içinde, aylarca karlı dağlarda sürünmüştür. Kilise artık hükümdarların dahi üstünde idi.

Fransa’da kilisenin yönetime baskısı, ayrıca İmparator’un da halk üzerindeki umursamazlığı had saf-haya varmıştı. Halk yoksul ve perişandı. Öyle ki, yiyecek

ekmek bulamıyoruz diye feryat eden halka, Kraliçe MA-RİE ANTOİNETTE, “O zaman pasta yiyin” diyordu; Bu şartlar altında 1789 halk hareketi ile, Fransız ihtilâli oldu. İhtilâlciler cumhuriyet ilân ederek halkın yönetimini sağ-ladılar ve lâiklik prensibi ile de kiliseyi “devletin üzerinde etkisi olmayan bir yapı” biçiminde organize ettiler (ileride lâikliği ele alacağız).

1299'da kurulan ecdadımız Osmanlı Devleti Müslü-man bir devletti. 1517'de Yavuz Sultan Selim’in Mısır'dan, Halifeliğin Osmanlı hükümdarlığına intikalini sağlama-sından sonra, İslâmiyet en yüksek makamında, padişahlar tarafından temsil edildi. Osmanlı, bir din devleti olmasına rağmen, zaman zaman yaşanan istisnalar hariç, padişahlar ister Müslüman ister Hıristiyan olsun, tebaasına adil dav-ranmıştır. Esasında bunun sebebi Kur'an'ın temel kavra-mını teşkil eden adalet ve insan sevgisi olup; bunu emre-den Kur-an’ı Kerim’in etkinliğidir.

1600 yılları civarında Osmanlı yönetiminde başlayan zaafiyet, tarihte yaşadığımız hüsranları ve kayıpları katla-yarak 1918’deki 1. Dünya Savaşı mağlubiyetini getirmiştir. Bu savaşın sonunda 3 kıtaya hükmeden Cihan Devleti, Osmanlı imparatorluğu, Anadolu'da 13 ilin dışında tüm topraklarını kaybetmiştir.

Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919’da başlattığı; “yok oluştan bir mucize” diyebileceğimiz azim, irade, cesaret ve inanışla kazanılan İstiklâl Harbinden sonra, Cumhuriyetin kurul-masına ve bugünkü sınırlara geliyoruz. Osmanlı’nın “son dönemler” tarihini ve hele, hele 1918 -1922 arasının peri-şan şartlarını, mükemmel ve tarafsız olarak bilmeyen bir kimse, kulaktan dolma ve alışılmamış yarım, (hem de) ta-raflı bilgilerle bunu takdir etmesi ve değerlendirmesi; tam manâsı ile bir “hiç hükmündedir”.

Hıristiyan âlemi yukarıda bahsettiğimiz tarihi olaylarla kendine gelmiş ve eğitime, öğrenmeye büyük önem ver-

LAİKLİK, İSLAM, DEMOKRASİ VE TÜRKİYE

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU38 |

miştir. Hıristiyan âleminde İncil, her milletçe kendi diline tercüme edilmiş, hazreti İsa hakkındaki görüş ve (bazı ay-rıntılar hariç) İncil’in birçok içeriği aynen Kur-an’ı Kerim-de tekrarlanmaktadır. Bu durum Tevrat için de geçerlidir. Okuma yazma bilme nispeti Hıristiyan âleminde epeyce ilerlemiş ve incilin bildirisi onlarca daha iyi bilinir hale gel-miştir. Kur’an da ki bildirilen pek çok konu İncil tarafın-dan da bildirilmektedir.

1870 yılında halkın, Hıristiyan âleminde okuryazar yüz-desi, İspanyada 30, Fransa’da 69, İngiltere’de 76, Almanya’da 80, Hollanda da 81’dir. Osmanlı İmparatorluğu'nun o ta-rihte halkın okuma yüzdesi ise yalnız % 3 tür. 1924 yılında Türkiye'de 71 ortaokul ve 5965 öğrencisi, 23 lise ve 1241 öğrencisi, 9 fakülte vardır. (üniversite değil) Nüfus 13 mil-yondur. Halk maalesef Osmanlı döneminde yukarıda gö-rüldüğü gibi okuma yazma bilmezdi.

Namazını kılacak kadar, belki birkaç fazlası ile ayet veya sure ezberlenirdi. En acı olanı Osmanlı döneminde Kur-an’ı Kerim’in Türkçe tercümesi (meal) yoktu. Okuma yazma bilenler belli sayıda sübyan (çocuk) mektebi me-zunlarıydı. Medrese mezunları dışında hocalarımızın bü-yük çoğunluğu hafız da olsa, Kur-an’ı Kerim’in Türkçesini bilmiyorlardı. Ya da kulaktan dolma bilgileri vardı. Kur-an’ı Kerim’in gerçek manasını halka bildirecek medreseli hoca sayısı da sınırlı idi. Halk okuma yazmada bilmiyordu. Üstelik Türkçe meali olan Kur-an’ı Kerim de yoktu. Üstelik 1924’de, Türkiye’de okur-yazar oranı sadece % 4’tür!..

Selçuklular döneminde ilim dili Arapça olduğundan kayda değer bir Kur’an çevirisi gelişmesi olmamıştır. Os-manlı döneminin ilk kuruluş yıllarında Elham, Mülk, Ya-sin, İhlas gibi daha çok yalnız bazı kısa sureler konuşulan Türkçeye çevrilmiştir. (meal) Osmanlı’da, daha sonra ilk Şeyh-ül İslâm Molla Fenari ( 1350 -1430) Ayn-ül Ayan isimli esriyle yalnız Fatiha suresini tefsir etmiştir.

Tüm Osmanlı döneminde ilk defa Sırrı Paşa (1844

-1895) Sırrı-ı Furkan adındaki iki ciltlik eseriyle Kur-an’ı Kerim’i tercüme ve tefsir etmiştir. Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi de, küçük bir ciltten ibaret Safvetu-l Beyan adlı tamamlanmamış kuran tercüme - tefsirini yazmıştır. O dönemde, bazı âlimler ve sonraki Şeyhülislam Mustafa Sabri efendi, bu tercüme ve tefsir işine karşı çıkmışlardır. Aynı dönemde, bir Şeyhülislam Kur-an’ı Kerim’in Türkçe mealini ve tefsirini yapıyor, bir sonraki Şeyhülislam buna karşı çıkıyordu. Elbette bu durumda yapılan tercüme ve tefsir yurt sathında da tam yayınlanamayacaktır.

Milletimiz bu şartlar altında asırlarca Kur-an’ı Kerim’in içeriğini tam bilmediği halde, Allaha inanç ve iman kuvve-ti ile Müslümanlığa hakkı ile sahip çıkmıştır.

Kur-an’ı Kerim yalnız Araplar için inmedi. Kur-an’ı Kerim’in muhatabı sadece Araplar değil, tüm insanlardır. ( Yunus10/57 - İsra 17/82) Kur’an da her millete kendi dil-lerini bilen bir elçinin gönderildiği belirtilmektedir. (İbra-him 14/4 - İsra 17/15-Şuara 26/208-Kasas 28/59 ) Demek ki Cenab-ı Allah Kur'an’dan önce insanlara İslamiyet’i kendilerinin dillerini bilen peygamberlerce öğretti. Çünkü Hz. Âdem’den Hz. Peygambere kadar bütün peygamberler İslam’ı tebliğ etti. Hz. Musa ve Hz. İsa dâhil ‘Muhakkak ki Allah katında yegâne Din İslâm'dır’ (Ali İmran 3/19)

Son peygamber Hz. Muhammed’e yüce Allah son kitap Kur'an’ı indirmiştir. Kur-an yukarıdaki ayetlerde belirtil-diği üzere çeşitli dil konuşan tüm insanlığa indirilmiştir. Cenabı-ı Allah Hazreti Muhammed’e tüm insanlığa tebliğ için indirdiği Kur-an’ı “Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur'an indirdik” diye tavsif ediyor. ( Yusuf 12/ 2)

İnsanlık âleminde çeşitli milletler ve diller var. Kur-an’ı Kerim tüm insanlık için indirildiğine göre, Arap olmayan milletler Kur-an’ı öğrenmek için Arapça mı öğrenecekler? Bu mümkün mü? Bu ayeti kerime ile milletlere Kur'an’ı öğrenmek için Kur'an’ı kendi dilimize çevirin (meal) diye Cenab-ı Allah emrediyor. Kolaylık budur. Cenab-ı Allah

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 39

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

“Kur-an’ı sana meşakkat çekip bedbaht olasın diye indir-medik buyuruyor. (Taha 20/1-4) Hazreti Peygamberimiz ise: ‘Kolaylaştırın zorlaştırmayın’ buyuruyor. (Müslim 3263)

Tarihimizde, Kur-an’ı Kerim’in ikinci defa tercüme-si, cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra; Atatürk’ün direktifiyle kurulan Diyanet İşleri Başkanlığınca (1924) önce Mehmet Akif 'e yaptırılıyor… Mehmet Akif, Kur-an’ı Kerim’i şiir dilinde tercüme ettiğinden “Kur'an bırakılır, bu meal okunur” diye meali daha sonra vermiyor.

1934 Tarihinde yine Atatürk’ün direktifi ile Diyanet İşleri Başkanlığınca Elmalılı M. Hamdi YAZIR’a Kur'an’ı Kerim tercüme ettiriliyor. (meal) Hamdi YAZIR da Kur'an’ı tercüme ediyor ve 10 ciltlik bir tefsir meydana getiriyor. Bu tercüme ve tefsir Atatürk’ün emriyle bütün Türkiye’ye dağıtılıyor. Daha sonraki yıllar pek çok Kur'an’ı Kerim tercümesi ve tefsiri yapılıyor. Böylece en sade va-tandaş dahi, kendi dili ile Kur'anı anlıyor ve tefsiri oku-yarak ta derinliğine vakıf oluyor. Eğer tarihimiz boyunca milletimiz Kur'an’ı kendi dili ile okuyup anlamış olsaydı, tarihimiz boyunca ve hala yaşadığımız pek çok lanetlene-cek işler meydan gelmezdi.

Ama ne yazık ki tarihimizde, okuma-yazma geliştiril-memiştir ve okuryazarlık da ele alınmamıştır. Yukarıda bu konularda net rakamlar verdim dünyanın en büyük cihan devleti olmasıyla hakkıyla övündüğümüz Osmanlı’nın en büyük ihmali okuryazarlığı ele almamış olmasıdır. Kur'an’ı kerim şöyle buyuruyor ‘kul helyestevillezine yalemune vel-lezine layalemun’ ‘De ki bilenlerle bilmeyenler bir olur mu' (Zumer 39/9) Bilmek için de Kur-an’ı Kerim’in ilk ayeti kerimede “İkra” diye okumayı emretmiş olmasına rağmen Kur'an’ı meşrutiyete kadar tercüme etmemişiz ve Kur'an'ı doğru anlamamışız. Okuryazar olmamışız ve dolayısıyla öğrenememişiz ve her şeyde geri kalmışız.

Lâiklik konusunu da kısaca değerlendirmek istiyorum. Lâiklik mana itibariyle bizde en yanlış anlaşılan bir terimdir. Lâikliği hala büyük bir ekse-riyet, bizde dinsizlik olarak bilir.

Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL 1955 yılında neşredilen “Din ve Lâiklik” isimli kitabında aca-ba neler yazıyor:

Laic, Laique kelime-si, Latince Laieus aslın-dan alınmış Fransızca bir kelimedir. Lügat manâsıyla ruhani ol-mayan (kilise mensubu olmayan) insan, fikir ve müessese demek-tir. Katolik dünyasın-da Hıristiyanlar ikiye ayrılıyorlar. Bir kısmına Clergê denir. Bunlar din adamlarıdır. Ruhaniler sı-nıfını teşkil ederler. Bu sınıf da, Regulier ve Seculier diye ikiye ayrılır. Regulıer sınıfından ruhaniler, kiliseye kapanıp ömür-lerini ibadetle geçirirler, hayattan uzak

yaşarlar, Seculier ise, Papaz ve Piskopos gibi, halk içinde yaşayan Kilise din adamlarıdır. Lâik ise ruhaniler sınıfın-dan bu iki zümreye mensup olmayan Hıristiyan halk ta-bakasıdır. Bu kelime genişletilerek, kilisenin etkisi altında bulunmayan ve ruhani mahiyeti olmayan prensip ve mü-esseselere de lâik denir. Bu kelime, hukuk ıstılahına Fran-sız ihtilâlinden sonra girmiştir. Ali Fuat Başgil, lâik keli-mesi sinin hukuki manâsı üzerinde şu bilgiyi veriyor: “Bu günün batı memleketleri hukukunda lâiklik dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmaması; Devletin ta-rafsız olması din ve mezheplerden hiç birine farklı mua-mele yapmaması; Dinin de, bir bağımsızlık içinde ahlâk ve maneviyatın yöneticisi olmasıdır.” Lâik kelimesi dilimize cumhuriyetten önce meşrutiyet döneminde girmiştir.

Osman Ergin, 1977'de yayınladığı “Türk Maarif Tari-hi” adlı eserinde, son Osmanlı Sadrazamlarından Müşir Ahmet Paşa’nın şu görüşünü veriyor: “Ziya Gökalp, Fran-sızca lâik kelimesini ladini diye tercüme etmiştir. Bu keli-menin manası, dinsiz demektir. Bu çok büyük bir tercüme hatasıdır. Fransızlar lâikliği, Kilisede din adamı (Ruhban) olmayanlar, halktan olanlar için kullanmışlardır.”

Yine Osman Ergin, doğuyu da batıyı da iyi bilen Ubey-dullah efendinin görüşü şudur diyor: “Lâiklik kelimesini ladini diye tercüme etmek fevkalade yanlıştır lâik kelimesi dinsiz hükümet, din aleyhinde hükümet diye kullanıla-maz. Lâik hükümet ‘halk hükümeti’ olarak tercüme edil-melidir. Lâik hükümet bir sınıfın değil umumun malı olan hükümet demektir.”

1970 de yayınlanan ‘Modern Türkiye’nin Doğuşu’ isim-li kitabın yazarı Bernard Lewis diyor ki: “Ziya Gökalp’in tam bilmediği Fransızcası ile laique deyimini anlatmak için dinsiz anlamına gelen ladini kelimesini kullanmak zo-runda kalması büyük bir talihsizlik idi. Lâiklik dinsizliktir tercümesi Türkiye’de herkesi birbirine hasım etti.”

Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL yine, “Din ve Lâiklik” isimli eserinde diyor ki: “Lâiklik dinsizlik ve din

düşmanlığı değildir. İnsan iş hayatında devletçe konulan kanunlara göre ha-

reket eder lâik olur, diğer taraftan özel hayatında dindar olur..”

Atatürk ‘Her fert dinini diyanetini öğrenmek için

bir yere muhtaçtır. Orası da mektepdir demiştir’. Nitekim Atatürk 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Eği-timin Birliği) kanunu ile yüksek din müte-hassısı yetiştirmek üze-re İlahiyat Fakültesi’ni ve ilk defa Camilerde görevlendirilmek üzere

İmam ve Hatip yetişti-ren İmam-Hatip okulları-

nı gerçekleştirmiştir. Ama öğrenci yokluğundan dolayı

İlâhiyat Fakültesi de İmam-Hatip okulları da 1932'de kapan-

mıştır. Yukarıda 1924'de ortaokul ve

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU40 |

liselerin öğrenci sayısını zaten vermiştim, o zaman Atatürk dinsiz olsa din adamı yetiştirecek okul açar mıydı?...

Osman Pazarlı 1979'da yayınladığı Sosyoloji Lise 3 adlı kitabında Atatürk’ün ‘Lâik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya yeltenen fesatçılara fırsat vermemek lazımdır’ dediğini yazmaktadır. Atatürk dinsiz olsa böyle konuşur muydu?

Yılmaz Öztuna, 1978'de yayınladığı ‘Büyük Türkiye Ta-rihi’ adlı esrinde “Hıristiyanlar kilisedeki din adamlarına “Clergê”, bunun dışında kalanlar için de “lâik” terimini, kelimesini kullanmaktadırlar” demekte...

Lâiklik anayasamıza 1924’te girmiştir. Yukarıda, “lâikliğin nasıl doğduğunu ve ne demek olduğunu” ama Ziya Gökalp’in lâikliği Fransızcadan “dinsizlik” diye yanlış tercüme etmesini bilim adamalarının ifadeleriyle izaha ça-lıştım. Maalesef bu yanlış tercüme yüzünden, bunun etkisi altında kalanlar hala bugün dahi lâikliğin yanlış anlaşılma-sını devam ettirmekte ve lâikliğe karşı haksızca hücumları-nı inatla ve ısrarla sürdürmektedirler.

Bakara suresinin 256. Ayeti ‘la ikrahı fit din’dir’; mana-sı ‘Dinde zorlama yoktur' demektir. Yani, Kur'an’ı Kerim kimseyi zorla Müslüman yapamazsın diyor. Bu görüş, tüm müfessirlerin yorumudur. Bu ayet hem peygamber hem de devlet reisi olan Hz. Peygamber'e Kur'an emri olarak geli-yor. Hz. peygamber aynı zamanda devleti yöneten kimse-dir.

Demek ki Hazreti Peygamber’e devlet reisi olarak “Din-de zorlama yapamazsın” buyruluyor. Lâiklik de, devletin din üzerinde etkisini kaldırıyor. Kur'an insanı da vicdanını da hür bırakıyor. Kur'an lâiklik tabirinin kullanıldığı ta-rihten asırlarca önce bu emri getirmiştir. Öyleyse Kur'an’ı Kerim’in insan üzerinde din etkisi yapamazsın emri asırlar sonra Hıristiyan âleminde lâiklik olarak belirlenmiştir.

LÂİKLİK ESASINI KURANDAN ALMIŞTIRRahmetli Atatürk din eğitimi veren imam hatip okul-

larını ve ilahiyat fakültesini açan bir kimsedir. Selçuklular ve Osmanlı tarihi dâhil meşrutiyetteki tek Kur-an’ı Kerim meali (tercümesinden) sonra Kur-an’ı tercüme (meal) ve tefsir ettiren ve tüm Türkiye’ye dağıttıran kimsedir. Bu kimse dinsiz olur mu? Din de zorlama yok emriyle de devlet yönetimini ve dinin vicdan hürriyetini birbirinden ayırmıştır. Camilerimizi koruyup ihya etmek için de va-kıflar Genel Müdürlüğü’nü kurmuştur. (1924) Bu kimse dinsiz olur mu?

Atatürk, Şeyhülislamlığın devamı olan ve Müslüman-lara yol gösteren; Ayrıca, Camilerimizi organize eden Müf-tüleri, Vaizleri, İmam ve Müezzinleri Camilerde görevlen-diren ve daha mükemmel teşkilâtlandırılan Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. (1924) Bu kimse dinsiz olur mu?

Bütün ilim adamları “lâiklik dinsizlik değil” diyorlar.Peki, Avrupa’da, ya da başka kıtalarda lâik devlet olarak

yönetilen hangi devlet dine karşı bir tutum içerisindedir. Bugünkü Rusya dâhil..

Atatürk döneminde ve sonra camiler ahır yapıldı di-yenler doğruyu konuşmuyorlar. Yalnız 2. Cihan harbinde, Almanlar Trakya’da hududumuza geldiğinde silolarımız olmadığı için silâhaltındaki askerin buğday ihtiyacı için bazı camiler büyük hacimli olduğu için buğday deposu olarak kullanıldı.

Osmanlı tarihini dikkatle okuyanlar, Padişahların Av-rupa seferine çıktıklarında, sefere çıkmadan önce yol bo-yunda bulunan ve/veya yapılan bazı camileri buğday de-posu olarak kullandıklarını bilirler. Cumhuriyet’ten sonra nerde hangi cami ahır yapıldıysa iddia sahibi bunu ispat-lamalıdır.

DEVLET LÂİK OLUR İNSAN LÂİK OLAMAZ“Devlet lâik olur insan lâik olamaz” diyenlere Ord.

Prof. Ali Fuat BAŞĞİL, “Din ve Lâiklik” isimli kitabında şöyle cevap veriyor: “İnsanlar iş ve münasebetler hayatın-da devletin çıkardığı kanunlara göre hareket ederler lâik olurlar özel hayatında ise dindar olarak yaşarlar.”

Cumhuriyet kurulduktan sonra, bugün dahi halâ lâikliği dinsizlik olarak anlayanlar ve bazı münevverleri-miz dâhil devleti hep itham etmişlerdir ve etmektedirler. Sanki Türkiye dinsizleştirilmiş gibi ve bunlar doğruyu bir türlü öğrenmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Atatürk’ün İslamiyet’i korumak için aldığı bütün tedbir-ler rağmen Ziya GÖKALP’İN lâikliği dinsizlik diye yanlış tercüme etmesinden maalesef Atatürk ve devlet bu itham-lardan kurtulamamıştır. Üstelik Yukarıda belirttiğim gibi Atatürk bu fesat sahiplerine karşı çıkmak için halkı ikaz etmiştir.

İnsan hak ve hürriyetinin korunmasını esas alan insan-lara yardımın şart olduğunu belirten zulüm ve haksız in-san öldürmeyi haram kılan hatta ırklar arasındaki ayrıca-lığı kaldıran dinde dahi zorlamanın olmadığını emreden ve kimsesizleri koruyan bugün demokrasi dediğimiz idare şeklinden çok daha üstün vasıflarca insana sahip çıkan bir Kur'anı Kerim vardır. Ama maalesef onu tam manasıyla anlayıp ona uymamışız. Asırlarca ve hala Kurana uyulma-yıp kuranda olmayan mezhepler adına yapılan kavgalar ile ve Kuranın emirlerine karşı aykırı düşünerek İslâm’ın ru-huna uymayan ama İslam uğruna diyerek pek çok insanı hunharca öldürerek dünyamız cehenneme çevrilmiştir ve çevrilmektedir. Maide suresi 5/32. Ayet de Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” Elbette ki bunun cezası ce-hennemlik olmaktır. Kuran bir can diyor Müslüman ya da Müslüman olmayan demiyor ve böylece Kur'an tüm in-sanlığı koruması altına almıştır. İnsan huzuru için Kur'an-ı Kerim’e uymak ne büyük fazilettir.

Hz. Peygamberden sonra (Halife olan dört devlet baş-kanını sahabenin) halkın seçtiği bir İslâm devleti var, de-mek ki demokrasi İslamiyet’in geleneğinde mevcuttur.

1946'da, tarihi ve kadim Demokrat Parti’yi kuran Celal BAYAR, Adnan MENDERES, Refik KORALTAN ve Fuat KÖPRÜLÜ, böyle ulvi duygularla halkın seçtiği bir yöneti-mi gerçekleştirmek için demokrasi mücadelesi verdiler ve bu mücadeleyi 1950 yılında kazandılar.

Halkın seçtiği Demokrat Parti’nin Baş Vekili (Başbaka-nı) ve akabinde Genel Başkanı olan Adnan MENDERES, böyle ulvi, mukaddes bir görev “gerçek lâiklik, insan hak-ları, adalet ve demokrasi” uğruna şehit olan bir Türk ve İslam büyüğüdür.

Ben de; 1954 yılından itibaren Demokrat Parti Millet Vekili ve sonra da Yassıada mağduru olan ağabeyimle bir-likte başladığım ve iftiharla yüklendiğim “demokrat mis-yonu” bugüne kadar kesintisiz yürüttüğüm için bahtiya-rım.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

TASA, YİNE ANAYASAKİM, ne zaman söylemişti hatırlamıyorum. Yıl-

lar önceydi ve herhalde yine anayasa tartışmalarının bütün gündemi işgal ettiği dönemlerin birinden geçi-yorduk. “Şimdi tasa anayasa” diye bir ifade ortaya atıl-mıştı. Neredeyse son yüz elli yıldır tarihimiz anayasa tartışmalarıyla doludur. Hiçbir sonuç vermemiştir. Yeni başlayacak olan bir dizinin tanıtım bölümlerinin birisinde Rumeli’de gözlüklü bir İttihatçı “Padişahı de-virip, Sultan Reşad’ı tahta geçirip Meşrutiyeti ilan ede-ceğiz!” diyordu. Meşrutiyet dediği 1876 Anayasası’nın yürürlüğe konması idi. Sözlerine bir de şunu ekliyor-du: “Karanlıklar sonsuza kadar devam etmeyecek ya!” II. Meşrutiyet’te diğer olup bitenle-ri bir tarafa bırakıyorum. Bir tanesi üzerinde duralım. Eğer Abdülhamid tahttan indirilmese Rumeli’deki son bakiyemiz Balkanlar elimizden git-mezdi. Ayrıca II. Meşrutiyet’i ilan edenler, 1876 Anayasası tekrar yü-rürlüğe konduktan sonra bütün Batılı büyük devletlerin bizi pek çok seve-ceklerini, yardımımıza koşacaklarını, Osmanlı toplumunun bütün farklı unsurlarının, özellikle de gayri Müslim olanların artık her türlü ayrılıkçı isteklerini bir kenara bırakıp, meş-rutiyet ve anayasa etrafında tam bir milli tesanüt oluş-turacaklarına yürekten inanıyorlardı. Hepsinin tersi oldu. Anayasalar milletlerin kaderini değiştirmiyor. Düğüm noktası anayasalar değil. Anayasa tartışmaları ne yazık ki temel meselelerin üzerini örtüyor.

Tarihsel blok ve yeni anayasa YENİ bir anayasa istemeyenler illa kurucu meclis

diye tutturmuşlar. Bir takım profesörlerimiz, “Bu bi-zim işimiz, siz karışmayın” diyorlar. İktidar da haklı olarak, “Anayasaları hep askerler mi değiştirecek, mutlaka askerlerin atadığı kurucu meclis mi anaya-sayı değiştirmek için gerekli? Bunu siviller yapamaz mı? Seçilmişler yapamaz mı? Bugünkü Meclis yapa-maz mı? Biz yapamaz mıyız? Bunları yapamayacağına dair kamu hukukumuzda bir kural mı var?” diyorlar. Çok haklıdırlar. Eğer yeni bir anayasa yapmak “bir de siviller yapsın, bir de biz yapalım” derecesine in-dirgenecekse bence yeni bir anayasa yapmakta hiçbir

mahzur yoktur. Hatta bunu başka iktidarlar da tekrar-lamalıdırlar. Belki anayasaları değiştirdikçe kendimi-ze uyacak bir tanesini bulabiliriz. Öyle ya, kendimize bir elbise alırken bile en uygununu bulalım diye kaç tanesini değiştiriyoruz.

İşin latifesi bir tarafa bundan sonra ne olacağını kestirebilmek için önem sırasına göre aşağıdaki şu iki noktaya bakmamız gerecektir.

Daha önceki bir yazımda (Bir Anket Ve Siyaset, 10-09-2007, Tercüman) AK Parti iktidarını meydana getiren tarihsel bloktan bahsetmiştim. AK Parti ikti-darının geleceğini bu tarihsel bloğun şekillendirece-

ğini söylemiştim. Bu blok devam etse de, bozulsa da bu kanaatim her iki ih-timal için de geçerlidir. Bu blokta yer alan iki dış odak Amerika ve AB’den laiklik ağırlıklı bazı olumsuz tepkiler geldi. Bu kesimlerin türban serbestli-ğinden de pek memnun kalmadıkları anlaşılıyor. Ancak bu iki dış odağın bu konudaki itirazlarının tarihsel bloğun çatlamasına sebep olacak bir

düzeyde olmadığını ve böyle bir düzeye de ulaşmaya-cağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Arada tartışmalar ve pazarlıklar olacaktır. Özellikle AB ile bu iktidar ara-sında bir yeni anayasa ortaya çıkana kadar çok sıkı bir müzakere döneminin yaşanacağı kesindir. AB’nin yeni anayasada bölücülüğü güçlendirecek değişikler-de ısrarlı olacaktır. Buna karşılık AK Parti (Tayyip Erdoğan) “Biz bunu gerçekleştirelim, siz de laiklik ve türban serbestliği konusunda yapacağımız değişiklik-leri kabul edin” diyecektir. Buradan nasıl bir dengeye varılır, onu zaman gösterecektir.

Tarihsel bloğun en önemli yerli ortaklarından TÜSİAD’ın da laiklik ve türban serbestliği konusunda yeni anayasaya ciddi ölçüde karşı çıktığını görüyoruz. Ancak bu karşı çıkış tarihsel blokta bir çatlağa değil TÜSİAD bünyesindeki bir ayrışma temayülüne işaret etmektedir.

İkinci noktaysa, anayasa değişikliğinde Cumhur-başkanı ve TBMM Başkanı’nın ortaya koyacağı tu-tumdur. Burada önemli gelişmeler olabilecektir. Bek-leyelim görelim.

Anayasa tartışmaları ne yazık ki temel meselelerin üzerini örtüyor.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 41|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU42 |

Hasan Celal GÜZELYeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı

27 Mayıs 1960'da bir avuç cuntacının CHP desteğin-de yaptığı darbe neticesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Başbakanı Adnan Menderes, arkasında hizmet dolu 10 'altın yıl' bırakarak bakan arkadaşlarıyla birlikte al-çakça şehit edildi.

27 Mayıs Darbecileri ile bugünkü şerefli Türk Silâhlı Kuvvetleri arasında en ufak bir teşbihte bulunmak içimden gelmiyor... Darbeci Cemal Aga ile demokrat Özkök Paşa ve Org. Başbuğ nasıl ki birbirine taban ta-bana zıt kişiler ise, sözüm ona 'Yüksek Adalet Divanı' (aslında en adaletsiz ve alçak mahkeme) Başkanı Salim Başol ile şimdiki Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ı, hukuk ve demokrasi anlayışı bakımından mu-kayese etmek elbette mümkün değildir. O Salim Başol ki, merhum Menderes'e, 'Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor' diyebilmiştir.

27 Mayıs'ın en korkunç tarafı, sadece demokratik rejime karşı darbe yapılması değil, hukukun siyasete âlet edilmesi ve siyasallaştırılması olmuştur. 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinde de maalesef benzeri olaylar yaşanmış; halkın adalete duyduğu güven zayıflamış ve yargının itibarı tartışılır hâle gelmiştir. Yargıda önemli mevki sahibi olan bazı hâkimlerin ve savcıların kendi ideolojileri ve siyasî görüşleri istikametinde hareket et-meleri sonucunda, Türkiye bir hukuk devleti olmaktan uzaklaşmıştır.

Değerli fikir adamı Kâzım Berzeg, ?Darbeler olma-saydı, Türkiye şimdiye kadar AB'nin güçlü üyesi olabi-lirdi (...) 1960'da başlayan askerî darbeler ve bunların ürettiği yeni siyasî kadrolar ve istikrarsızlık dönemleri,

Türkiye'nin Ortak Pazar ve Avrupa Birliği yolunda iler-lemesinin en büyük engelleri oldular? diyor. Gerçekten de, son 40 yıllık dönemde, Türkiye'nin gelişmesini engelleyen en önemli faktörlerin başında 'darbeler ve askerî müdahaleler' gelmektedir.

Türkiye, Batı âleminde 'Başbakanı'nı asan ülke' olma imajını silememiş; Menderes'in darağacındaki resmi, Türk demokrasisinin üzerinde bir kara gölge olarak şeametini devam ettirmiştir...

İktisatçı sıfatıyla bizzat yaptığım bir çalışmaya göre, eğer 27 Mayıs'tan başlayarak yarım asırdır maruz kal-dığımız darbeler olmasaydı, Türk ekonomisi bugünkü durumundan üç misli daha büyük olacak; kişi başına millî gelir de 30 bin doların üzerine çıkacaktı. Yani, ba-zılarının iddia ettiği gibi darbeler, sadece bir rejim ve demokrasi meselesi değil, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan komple birer millî felâkettir.

Bugünkü Türkiye geri kalmışsa, bunun sebebini tek partinin ideolojik hâle getirildiği 'Şeflik dönemi'nde ve 27 Mayıs'tan itibaren devam eden darbelerde aramak gerekir. Kötü politikacıdan ve yanlış politikalardan en fazla bir dönem sonra kurtulabilirsiniz. Lâkin jakoben oligarşik despotizmin millete maliyeti çok daha yüksek olmuştur. Türkiye'nin yeterince gelişmemesinin asıl müsebbibi politikacılar değil darbecilerdir.

Uzağa gitmeye lüzum yok... Daha dün denilebile-cek kadar yakın bir geçmişte, 2007 Nisanı'nda verilen 'muhtıra'nın ve 2008'de başlatılan jüristokratik parti kapama dâvasının, ekonomi üzerinde ne derece olum-suz tesirler icra ettiği bilinen gerçeklerdir.

27 Mayıslar'ın, 12 Martlar'ın, 12 Eylüller'in, 28 Şubatlar'ın yıldönümlerinde dövünerek neler çektiği-

27 MAYIS: ADI KONULMAMIŞ MATEM GÜNÜ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 43|

mizi ve neler kaybettiğimizi anlatmanın faydası yoktur. Düşünebiliyor musunuz? Özellikle 12 Eylül darbecile-rinin isimleri hâlâ üniversitelerde, liselerde, ilköğretim okullarında, tesislerde ve caddelerde tabelalara asılı duruyor. Şu ironiye bakınız ki, 12 Eylülcüler lûtfedip kaldırmasalardı, 27 Mayıs mâtem günümüz hâlâ bay-ram olarak kutlanacaktı. Bırakınız yargılanmayı, 1982 Darbe Anayasası'nın darbecilere inanılmaz hukuk ve mantık dışı dokunulmazlıklar sağlayan Geçici 15. maddesinin kaldırılması cesareti ve basireti gösterile-medi. Darbeciler hâlâ meşru rejimini yıktıkları dev-letin imkânlarıyla kâşânelerde günlerini gün etmekle meşguller...

Ergenekon Dâvası, darbe teşebbüsünde bulunanla-rın yargılandığı bir dâva hâline gelmiştir. Bu durumda, darbe teşebbüsünde bulunanlar yargılanırken, bilfi-il darbe yapanların yargılanmamaları mantıksızdır. Tabiatıyla, darbecilerin yargılanmasının çok itinayla yapılması; TSK'yı üzecek ve yıpratacak hareketlerden kaçınılması lâzımdır. Bunun için de, 12 Eylül ve ön-cesindeki darbecilerinden başlanması doğru olacaktır.

Bu yeni süreçte;1. Başta Kenan Evren olmak üzere darbe konseyi

üyeleri yargılanmalıdır. 2. 27 Mayıs'tan başlanarak tarih kitaplarında ve

okullardaki derslerde, darbeler olumsuz sonuçlarıyla demokratik bir açıdan ele alınmalı ve her seviyedeki eğitim kurumunda demokrasi vurgusu yapılmalıdır.

3. 1982 Anayasası'nın Geçici 15. maddesi, diğer de-ğişiklik çalışmaları beklenilmeden derhal kaldırılma-lıdır.

4. Darbecilerin isimleri okul, tesis ve caddelerden kaldırılmalıdır (Yerlerine, şehitlerimizin ve görevlerini başarıyla tamamlamış, hukuka ve demokrasiye bağlı kalmış komutanlarımızın isimleri verilebilir).

14 Mayıs 1950, nasıl bu milletin ilân edilmemiş 'De-mokrasi Bayramı' ise, 27 Mayıs 1960 da adı konulma-mış 'Matem Günü'dür.

YENİ TÜRKİYE MARŞIİki bin yirmi üç, yüz yaşındayızHedefimiz yine büyük Türkiye

Küresel güç olma yarışındayızKızıl elmamızdır yeni Türkiye

Liderimiz Recep Tayyip ErdoğanGücümüz daima Allah'tan alan

İkibin yetmiş bir, bin yaşındayızSüper güç olmanın uğraşındayız

Yurtta sulh cihanda sulhu sağlarızKızıl elmamızdır Yeni Türkiye

Liderimiz Recep Tayyip ErdoğanGücünü daima milletten alan

Atilla, Oğuzhan, Gazi AlparslanOsman Gazi, Fatih, Yavuz, Süleyman

Bir de cennetmekan Abdülhamid HanGazi Atatürk'tür devleti kuran

Milletin adamı Tayyip ErdoğanGücünü daima halkından alan

Bu yüzyıl Türklerin asrı olacakAllah'ın adını biz yayacağız

Peygamber yolundan hiç ayrılmadanYeni Türkiye'yi biz kuracağız

Liderimiz Recep Tayyip ErdoğanGücünü daima milletten alan

Demokrasi kuran şehit MenderesÇağ atlattı bize Turgut Özalım

Altın silsilenin son halkasıdırTürk milleti sana bağlı Erdoğan

Başkanımız Recep Tayyip ErdoğanGücünü daima yarinden alan

Tek millet, tek bayrak, tek vatan bizimTek devlet Türkiye milletimizin

Kardeşlik, hürriyet, eşitlik içinHedefimiz yeni büyük Türkiye

Başkanımız Recep Tayyip ErdoğanGücünü daima Allah'tan alan.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU44 |

"Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi"nin mi-marı Çiğdem Karaaslan, bir başbakanın ve 592 kişilik kadrosunun 11 ay boyunca yargılandığı adadan dün-yaya demokrasi ve özgürlükler adına bir mesaj vermek istediklerini belirterek, "Biz bu projeyi, karanlıktan ay-dınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz" dedi.

Karaaslan, 'Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi'nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dö-nemden itibaren hayalini kurduğu bir proje olduğunu söyledi.

Karaaslan, projenin temel fikri ve senaryosunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hazırladıklarını dile ge-tirerek, bu anlamda 3 yılı aşkın bir süredir bu pro-je üzerinde çalıştıklarını anlattı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı törenle temeli atılan projenin aslında demokrasi ve özgürlükleri öne çıkaran bir çalış-ma olduğunu belirtti.

"27 MAYIS PLATOSU" Karaaslan, tasarım anlayışında birkaç anlamda

önemli noktanın bulunduğunu ifade etti. Karaaslan, bunlardan birinin "27 Mayıs Platosu" olduğuna dikkati çekerek, bunun, darbe döneminden sonra yaşanan Yas-sıada sürecini anlatan bir plato olduğunu dile getirdi.

Karaaslan, burada hem bir 'Demokrasi ve Özgürlükler Müzesi' hem de Adnan Menderes Kongre Merkezi’nin bulunduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: "Demokrasi Meydanı’ ve 'Demokrasi Parkı’ gibi açık alanlarla des-teklenmiş bir proje. Burası dört tarafı denizle çevrili bir ada. Yassıada’nın denizden ilk algısı bu noktada çok önemli. Dolayısıyla Yassıada silueti büyük bir önem arz ediyor. 'Yassıada’ dediğimiz siluet, tamamen dönemin dokusunu yansıtıyor. İnsanlara daha mesajı denizin üzerindeyken, adaya yaklaşırken verecek."

"KARANLIKTAN AYDINLIĞA GEÇİŞ"Adanın içinde geçmişten itibaren kullanılan bir

karşılama meydanı bulunduğunu ve orasının gelişti-rileceğini belirten Karaaslan, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Tarihi yol’ dediğimiz, Menderes ve arkadaşlarının ada-ya getirildiği ve o süreçte kullanılan yol. Yani peyzajıyla ve peyzaj düzenlemesiyle ve açık alan kullanımlarıyla birlikte iç mekan kullanımları birbirlerini destekleye-cekler. Kongre merkezi, Demokrasi müzesi, Demokrasi feneri olacak. Demokrasi feneri de projede çok önemli. Karanlıktan aydınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz bu projeyi.”

Karaaslan, projenin felsefesine de vurgu yapmak gerektiğini belirterek, ortaya koydukları "Yeni Türkiye” idealine giderken, yaptıkları en önemli işlerden birinin "yüzleşmek" olduğunu anlattı.Tarihle, acılarla yüzleşe-rek, onlardan ders çıkarıp geleceğe bakmayı hedefle-diklerini ifade eden Karaaslan, "Onların üstünü örterek değil. Belki de en büyük fark o ve mimari anlamda da yaşatarak korumak istiyoruz. Dolayısıyla Yassıada’nın şu andaki terk edilmişliği ona karşı yapılan bir haksız-lıktır. Biz Demokrasi ve Özgürlükler Adası olan Yassı-ada ve Sivriada’yı tarihimizle yüzleşeceğimiz ve oradan güç alarak geleceğe ilerleyeceğimiz bir nokta olarak gö-rüyoruz" şeklinde konuştu.

"PROJENİN 3 ÖNEMLİ ODAK NOKTASI VAR"Ada içindeki kullanımlarda, özellikle Demokrasi

Meydanı, Demokrasi Müzesi ve Kongre Merkezinin bulunduğu üçlü odak noktasının bulunduğuna işaret eden Karaaslan, "Bu odak noktasını destekleyen bir de otel olacak adada. Bu otel, kongre otelidir. 500 kişilik uluslararası kongrelerin yapılacağı ortamda hem ko-şullardan dolayı hem de böyle önemli çaptaki kongre merkezinin mutlaka birlikte kurgulandığı bir otelle iş-levlendirilmesi hem mimari açıdan hem de teknik açı-dan doğrudur. Dolayısıyla burada bir otel de var" dedi.

Otelle ilgili kamuoyunda spekülatif yorumlar ya-pıldığını kaydeden Karaaslan, "Bu otelde eğlencelerin yapılacağı gibi, tatil oteli olacağı gibi algı var. Sayın

YASSIADA PROJESİKARANLIKTAN AYDINLIĞA GEÇİŞ PROJESİDİR

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 45|

Başbakanımız bu anlamda çok önemli bir mesaj verdi, hatta Sayın Başbakanımız adada açıklamasını yaparken alkışlanmamasını rica etti. Yani alkışlanmamasını rica edebilecek kadar ince bir düşünce ve zarif bir düşünce, bu adaya verilen önemi, oradaki maneviyatı ve orada-ki maneviyata verilen önemi gösteriyor" açıklamasında bulundu.

Karaaslan, adada yargılamaların gerçekleştiği spor salonu ile adanın merkezinde bulunan şato ve altında-ki zindanlarla tarihi tüm yapıların muhafaza edilerek, çevresindeki yeşil dokuyla entegresinin sağlanıp yeni bir tasarım anlayışı gerçekleştiğini dile getirdi.

Yaslı Ada’dan Barış Adasına…Yassıada, İstanbul adaları içerisinde ilgi çekici tarihiy-

le özel bir yere sahiptir. Demokrasi ve siyasi tarihimizde bıraktığı acı izlerle unutulmayan bir mekan olma özel-liğini taşımaktadır. 27 Mayıs Darbesinden sonra De-mokrat Parti mensuplarının yargılandığı mahkemelere evsahipliği yapmış, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam kararlarının alındığı yer olan Yassıada siyasi tarihimizin sancılı bir dönemine ta-nıklık etmiştir.

Yassıada Marmara Denizinde, İstanbul’a yakın; Eni 185, boyu 740 metre, yüzölçümü 18.3 hektar olan, görü-nümünden ötürü yassı adını taşıyan bir adadır.

Yassıada ile ilgili ilk tarihi kayıtlar dördüncü yüzyı-la kadar uzanmaktadır. Bizanslılar, Yassıada’ya görünü-münden ötürü yassı anlamına gelen platy (platea) adını vermişlerdir. Adanın Bizans’ın sürgün yerlerinden biri olduğu ve Yassıada Yargılamalarına paralel olarak ağır işkencelerin uygulandığı hapishanesi ve yeraltı zindan-larıyla imparatorluk halkının en korktuğu adalardan bi-risi olduğu kabul edilmektedir. Adaya Bizans döneminde Platea Manastırı, Kırk Azizler Kilisesi ve Meryem Ana Mihrabı yapılmıştır. Kilisenin altındaki mahzenler ise çok geçmeden hapishane ve yeraltı zindanları oalrak kul-

lanılmaya başlanmıştır. Ada on ikinci yüzyılda Latinler’in ve on beşinci yüzyılda Ruslar’ın istilasına uğramıştır.

İstanbul'un fethinden sonra uzun bir süre Yassıada ile ilgilenen olmamıştır.

Birleşik Krallıkların İstanbul Sefiri Sir Henry Bulwer 1859’da adayı satın almıştır. Bulwer sahilde Bizans Kilise-sinin temelleri üzerine Ortaçağ şatolarını anımsatan bir kale, Adanın iç kısımlarında bir malikane inşa ettirmiş ve tarım yaptırmıştır.

Yassıada, 1947 yılında Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış burada 1949 yılında modern bir deniz eği-tim tesisi inşaatına başlanmış ve 1952 yılında eğitim faa-liyetlerine başlamıştır.

“İdama giden yargılamanın yapıldığı ada”Yassıada’nın tanık olduğu en büyük tarihi olay; 27

Mayıs 1960 darbesi ve burada kurulan mahkeme sonucu Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın da aralarında bulunduğu 592 siyasetçi ve bürokratın yargı-lanmalarına sahne olmasıdır. İhtilal yönetimi, bir “Yük-sek Adalet Divanı” kurdurarak, hükümet yetkililerini ve siyasileri 14 Ekim 1960’ta bu adada yargılamaya başlamış ve mahkeme sırasında sivil siyasiler buradaki tesislerde

DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI

YASSIADA“Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri;Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karadaKuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada”

Faruk Nafiz Çamlıbel

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU46 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

gözaltında tutulmuştur. Yargılama, 15 Eylül 1961’de sona ermiştir. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sa-nığı idam cezasına çarptırmıştır. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışiş-leri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam kararları oy birliğiyle alınmıştır. Celal Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrilmiştir. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961’de sabaha karşı, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961’de saat 13.21’de İmralı Adası’nda idam edilmiştir.

Milletimiz Yassıada'yı idamlardan sonra Yaslı Ada, Hayırsız Ada olarak anmıştır.

Yassıada Mahkemeleri’nden sonra tekrar Deniz Kuv-vetleri Komutanlığı’na verilen tesiste, 1978 yılına kadar eğitim faaliyetleri devam etmiş, 1993 yılında tesisler İs-tanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’ne devredilmiş-tir. Fakültenin 1995’te terk etmesi ile boş kalmıştır.

Demokrasi ve Özgürlükler Adası Projesi; Maliye Bakanlığı’na 12.01.2010 tarihinde başvuran Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatı-rımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik” hükümleri çer-çevesince turizm amaçlı olarak değerlendirilmek üzere Yassıada’nın tasarruf hakkının devrini istemesi ile başla-mıştır. Ekim 2010’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Yassıada’nın tarihi turizm potansiyelinin en güzel şekilde değerlendirilmesi için adanın demokrasi müzesi-

ne çevrilmesini ve çeşitli projelerin devreye sokulacağını söyledi.

Adalar, Milli Emlak Müdürlüğü’nün 27.04.2011 tarih ve 13071 sayılı yazısı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne “müze olarak kullanılmak üzere” tahsis edildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haziran 2011’de, Başbakanlığı döneminde projelerini açıklarken bu projelerden birinin de Yassıada ve Sivriada’yla ilgili

DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI (YASSIADA) PROJESİ

İlgili Kurumlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)

Proje Alan Büyüklüğü 103.700 m²Proje Türü Turizm Müellifi Arme Conceptİnşaat Şirketi Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.

MESAProje Modeli Yap-işlet-devret Güncel Durumu Yassıada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla im-

zalanan protokolle Türkiye Odalar ve Borsa-lar Birliği iştiraklerinden Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’ye devredildi.

Konumu AdalarKamuya Açıklanma Tarihi Kasım 2010Proje Alanının Çizildiği Kaynak

Demokrasi ve Özgürlük Adası - Genel Vazi-yet Planı

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 47|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

olduğunu açıkladı. Başbakan “Bu projeyle, Yassıada’yı yaslı ada” olmaktan çıkarıyor, bir demokrasi adası hali-ne getiriyoruz. Her iki adayı da uluslararası birer kongre merkezine dönüştüreceğiz” dedi.

17 Haziran 2013’de Yassıada’ya ilişkin “1/5000 ölçek-li koruma amaçlı nazım revize imar planı” askıya çıktı. Planda “askeri yasak bölge” lejantı “turizm ve kültürel te-sis alanı” olarak değiştirildi. . Adada otel, tek katlı ahşap evler, kafe, restoran, heliport alanı, park, açık hava mü-zesi, meydan, kütüphane, idari bina, kapalı müze, kon-ferans salonu ve seyir terası yapılması planlandı. Adanın doğal yapısını bozmayacak ve yap-işlet-devret modeliyle yapılması öngörülen tesisler, arsa büyüklüğünün yüzde 65’ni geçmeyecek.

Adanın “Yassıada” olan ismi, Resmi Gazete’nin 14 Aralık 2013 tarihli sayısında yayımlanan kararla “De-mokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak değiştirildi.

“Demokrasi ve Özgürlük Adaları” projesi çerçevesin-de Yassıada siluetinde tarihi yapılar ile bir dönemin izle-rini içeren yapılar korunacak. Adada oluşturulacak yeni senaryo çerçevesinde binalar yeniden işlevlendirilecek.

27 Mayıs Tarih Platosu, ziyaretçilerin darbe sonrası yargılama günlerini gerçek mekanlarında gezerek his-setmeleri senaryosundan yola çıkılarak tasarlanacak. Bu bölgede darbe süreci, Adnan Menderes merkezli tüm

mahkum edilenleri kapsayan bir formatta görsel ve fizik-sel mekanlarda sunumlarla da işlenecek.

Adnan Menderes Kongre Merkezi, Demokrasi ve İn-san Hakları Müzesi 3 kattan oluşacak ve müze alanı ile 500 kişilik konferans salonunu barındıracak.

Yassıada kimliğini vurgulayan objelerin sergilendiği Açık Hava Sanat/Sergi ve Etkinlik Alanı/Demokrasi Par-kı, sabit/kalıcı sergiler ile periyodik olarak değişen temalı sergilere ev sahipliği yapacak şekilde kurgulandı.

27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra iktidardan uzak-laştırılan Demokrat Parti yönetiminin, cunta tarafından kurulan özel mahkemede yargılandığı ve Adnan Mende-res, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam cezası-na çarptırıldığı Yassıada ile hemen yakınındaki Sivriada, geçtiğimiz hafta imzalanan protokolle TOBB iştirakle-rinden Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’ye devredildi.

DEMOKRASİ FENERİ, ÖZGÜRLÜK PLATFORMUBazı kesimlerin “Turizme açılıyor”, “Eğlence mer-

kezleri yapılacak” yorumlarıyla eleştiri getirdiği proje-de konaklama için otel, bungalov, kafe ve restoranların yanı sıra, Demokrasi Feneri, Sonsuzluk İskelesi, heli-kopter pisti, Özgürlük Platformu, dört ayrı kafe ve res-toran, park, Demokrasi Şehitleri Anıtı, kütüphane, müze ve konferans salonu, meydan, tekne yanaşma yeri, 27

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU48 |

Fotoğraf 'Ada Gazetesi'nin izniyle kullanılmıştır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 49|

Mayıs’ı canlandırma yeri, teraslar, dini tesisler, sergi sa-lonları yer alıyor.

YAP-İŞLET-DEVRET YÖNTEMİYap-işlet, devret modeli ile TOBB tarafından yapıla-

cak proje 103 bin 700 metrekare büyüklüğünde olacak. TOBB, tesisleri 30 yıl işletip bakanlığa devredecek. Proje-nin 1 yılda tamamlanması planlanıyor. Projeye yapılacak yatırım toplamının 200 milyon Euro’yu bulması bekle-niyor.

YASSIADA KÜLTÜR MERKEZİ OLACAKAdnan Menderes ve idam edilen arkadaşlarının anı-

sına yapılan Demokrasi ve Özgürlük Adaları’nın teme-li Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun katılımıyla atıldı. Yassıada’da gerçekleşen törende, projenin simülasyon görüntüleri paylaşıldı. Törene, Adnan Menderes’in gelini Ümran Menderes de katıldı. Temel atma törenine Baş-bakan Ahmet Davutoğlu’nun yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Boz-kır, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, İstanbul Bü-yükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da katıldı. Projeye ilişkin görüntülerin gösterilmesinin ve bakanla-rın konuşmalarının ardından kürsüye Başbakan Ahmet Davutoğlu çıktı. Daha sonra da temel atma törenine ge-çildi. Proje kapsamında ilk beton da döküldü.

YASSIADA İSTANBUL’UN CAMP DAVİD ‘İ OLACAK“Yaslı ada” olarak Yassıada’yı bu projeyle arabulucu-

luk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına dönüştüre-ceklerini belirten Başbakan Davutoğlu, “Eğlence amaçlı kullanılmayacak, ben burada alkıştan bile edep ediniyo-rum” dedi.

İdam edilen eski Başbakan Adnan Menderes’in yar-gılandığı Yassıada ve yakınındaki Sivriada’ yı müze ve

kongre merkezine dönüştürecek projenin temeli dün Başbakan Ahmet Davutoğlu, Menderes’in gelini Ümran Menderes, Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali ve Yassıada’da yaşamını yitiren dönemin İstanbul Emni-yet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu Emre Oktay tarafından atıldı. Davutoğlu, “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” pro-jesiyle “yaslı ada” olarak andığı Yassıada’yı arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı barış adasına dönüştürecekleri-ni söyledi.

Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelişinin 65. Yıldö-nümünde Yassıada’da gerçekleşen temel atma töreniyle Türk siyaset tarihinde kötü anıları çağrıştıran Yassıa-da ve bitişiğindeki Sivriada’nın “Demokrasi ve Özgür-lük Adaları” olarak anılmasının ilk adımı atıldı. Törene Adnan Menderes’in gelini Ümran Menderes ve Celal

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU50 |

Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali de katılırken ilk kez Yassıada’ya geldiğini belirten Ümran Menderes , Ad-nan Menderes ve arkadaşlarının ülkeye hizmetten baş-ka amaçları olmadığını ve haksız yere yargılandıklarını belirtti. Menderes, “Unutulmadılar, unutulmayacaklar. Gençler bu adayı unutmamalıdır. Burası Yassıada değil Yaslı ada” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu da, projeyle adayı Camp David gibi arabuluculuk ve barış görüşmelerinin yapıldı-ğı bir barış adasına dönüştüreceklerini söyledi. Davutoğ-lu projeyle ilgili şunları kaydetti ; “ Şehit başbakanımızın arkadaşlarının hatırasına bir nebze halel getirecek hiçbir

eylem ve hiçbir toplantıya burada izin vermeyiz. Yassıada ve Sivriada’ daki hatıralar muhafaz edilecek. Sivriada ve Yassıada burada yaşananlarla yaşayacak. Buradan izler silmeyeceğiz, aksine yaşatacağız. Yargılamanın yapıldı-ğı salon muhafaza edilecek, gelecek nesillere ve dokuya zarar verilmeyecek. Burada bir tek ağaç eksilirse yerine ağaç dikilecek. Yeşil alan kesinlikle bugünkünden fazla olacak. Yıkılacak olan binalar lojman olarak kullanılan geçmişte tarihi değeri olmayan binalar olacak. Bu ala-nın kullanılması demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla uyumlu şekilde olacak. Camp David gibi arabuluculuk ve barış merkezi yapılacak. İstanbul’da arabuluculuk ve

Fotoğraf 'Ada Gazetesi'nin izniyle kullanılmıştır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 51

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

barış merkezi kurma kararımız vardı. İstanbul’u bir barış şehri yapmak istiyoruz. Buraya yapılan otel düzenlemesi kesinlikle eğlence maksatlı kullanılmayacak. Ben burada alkıştan bile edep ediniyorum. Kongrelerde katılanların kalması için kullanılacak”.

“Muhalefet partilerine çağrı yapıyorum. Buradaki proje tamamlandığında 27 Mayıs’ta TBMM sembolik olarak burada toplansın. Bir daha TBMM’ye kimsenin kilit vuramayacağını cümle aleme göstermek için her 27 Mayıs’ta burada özel bir celse yapalım. Yassıada bir inti-kam için demokrasi barış adası haline dönüşmüyor, ak-sine kalıcı bir barışı, insanlık onuru ve özgürlüğü inşa et-mek için yola çıkıyoruz. Bir daha hiçbir zaman bu darbe yaşanmayacak. Adnan Menderes gibi bir şahadetle yaşa-mamız sona erecekse başımız gözümüz üstüne. Bundan çok daha büyük bir onur olamaz. Bunu mübarek düğün diye karşılarız.”

PROJE HAKKINDAKİ YORUMLARÜMRAN MENDERES: UNUTULMADILAR,

UNUTULMAYACAKLAR DA...Adnan Menderes’in 2011 yılında vefat eden oğlu Ay-

dın Menderes’in eşi Ümran Menderes, Yassıada’nın, “De-mokrasi ve Özgürlük Adaları” projesiyle gelecek nesiller için bir “ibret adası” olmasından memnun olacağını be-lirtti.

Ümran Menderes, Yassıada'da düzenlenen «Demokrasi ve Özgürlük Adaları» projesi temel atma töreninde basın mensuplarına yaptığı açıklamada, adayı

ilk kez ziyaret ettiğini söyledi.Yoğun duygular yaşadığını ifade eden Menderes, duy-

gularını şöyle aktardı:“Buraya gelmek, burayı teneffüs etmek insanı alt üst

ediyor. Yaşananları düşünüyorsunuz hiç hak etmedik-leri şeyleri yaşadılar. Memlekete hizmetten başka da bir amaçları yoktu. Hala unutulmadılar, unutulmayacaklar da. Bugün bir etkinlik için burada bulunuyoruz. İnşal-lah gençler buraları görürler, bir ibret adası olur burası. Zaten burası ‘Yassıada’ değil yaslı ada. İnşallah ders çıka-racaklar, yaşanmışlıkları öğreneceklerdir. Aslına uygun olan, aslı bozulmadan yapılırsa iyi bir hizmet olacaktır diye düşünüyorum.”

ADAYA YAKLAŞILMASI BİLE YASAKTICelal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali,

Yassıada’nın acı olayların yaşandığı bir mekan olduğunu vurguladı.

Naskali, şunları dile getirdi: “Bir dönemin milli iradeyle iş başına gelmiş, 10 yıl

bu memleketi idare etmiş bir iktidar, çok değerli bir kad-ro burada yargılandı. Darbeyi meşru göstermek için bu yargılama yapıldı. Çok vahim suçlar isnat ederek ve çok vahim cezalar vererek, darbeyi meşrulaştırmak istedik-leri bir mekan burası. Uzun yıllar ada kapalıydı. Askeri denetim altındaydı. Adaya yaklaşılması bile yasaktı. Hal-ka açılması bakımından önemli buluyorum. İstanbul’un nefes alacak yerlere ihtiyacı var. Yakınları için, bizim için bu adaya gelmek insanın yüreğine darlık veren bir şey.”

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU52 |

Mehmet ÖZHASEKİAK Parti Genel Başkan Yardımcısı

AK Parti Kayseri Milletvekili14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde DP

408, CHP 69 milletvekili çıkarmıştı. Akabinde Ce-lal Bayar Cumhurbaşkanı, Koraltan Meclis Başkanı seçilmiş, Adnan Menderes’e hükümeti kurma görevi verilmişti. İktidar seçim yoluyla ilk defa el değiştir-miş oluyordu. Bu durumu dönemin İngiltere büyü-kelçisi Burrows “Bu seçimin sonuçları hükümet de-ğişiminden öte bir şeydir, bir devrin sonu yeni bir devrin başlangıcıdır” şeklinde ifade ediyordu.

Türkiye’de vatandaşın kendi kaderine ağırlığını koyması ilk defa bu tarihten sonra gerçekleşmiştir. “Ulusal egemenlik” böylece gerçek manasına kavuş-muştur. Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında iktisa-di ve toplumsal yapıda önemli değişimler yaşanmış; piyasa ekonomisi ve iktisadi kalkınma atılımları ile sosyolojik yapı da değişerek demokratik siyasete daha elverişli bir zemin oluşmaya başlamıştır.

Çarıktan medeniyete geçilmiştir bu beyaz dev-rimle. Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı

yola, baraja, fabrikaya, okula, hastaneye, elektriğe, suya Menderes’le kavuşmuş; hürriyetlerin tadı-na varıp insan olduğunun farkına varmıştır adeta. “Allahuekber” diye okunan Ezan-ı Muhammedi’si-ne Menderes’le kavuşmuştur. Millet huzur bulmuş, mahsülü para etmiş, eli nasırlı köylünün yüzü gül-müştü. Sefaletin kaderleri olmadığını gören halk ar-tık itilip kakılmaz olmuştu.

Adnan Menderes Türk demokrasisinin geleceğini “fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetleri”nde görmüştür. Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının ancak geniş bir hürriyetler zemininde mümkün olabileceğine vurgu yapmıştır  sürekli. "Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” sözü Menderes’e aittir.

Bu dönemde siyaset devlet anlayışından uzak-laşıp sokaktaki insana dayanmaya başladı. Milli bir ticaret ve sanayi sınıfı ortaya çıktı. Özel sektör teşvik edildi. 3 Eylül 1950 mahalli seçimleri ise tam bir ef-sanedir. 600 belediyenin 560’ını Demokratlar kazan-mıştır. Menderes bunun üzerine yaptığı tarihi ko-nuşmasında “Türk Milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti; 3 Eylül’de ise muhalefetten

Mehmet ÖZHASEKİ14 MAYIS 1950

DEMOKRASİNİN ZAFERİDİR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 53

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

de tasfiye etmiştir” dedi.“Demir Kırat” yola öylesine hızlı koymuştu ki;

1949 ile 1950 arasında yıl değil asır farkı var dedi geniş halk kitleleri. Çimento üretimi 400.000 tondan 1.750.000 tona, elektrik üretimi yüz megavattan 375 megavata, demir cevherleri 100 tondan 475 tona, çe-lik üretimi 2200 tona, bakır üretimi 103 tondan 235 tona yükseldi. Traktör sayısı ise 3103’ten 43.872’ye çıktı. İlkokul sayısı 1251’den 20.775’e, öğretmen sa-yısı 27.144’ten 50.905’e, öğrenci sayısı 1.460.000’den 2.280.000’e, lise 59’dan 104’e ulaştı. Toplam yol 1600 km iken 7000 km’ye çıktı.

Tüm bu hizmet seferberliği 1954 yılındaki seçim-lerde sandıkların patlamasını netice verdi. %57.50 oy oranı ile 502 milletvekili çıkaran Demokrat Parti Milletimizin gönlünde tam anlamıyla taht kurmuş-tur. CHP bu seçimde sadece 31 milletvekili çıkara-bilirmiştir.

Menderes dur durak bilmeden yatırım yapıyor, Türkiye kendisine biçilen elbiseye sığmıyordu artık. Batı, Türkiye’nin tarım ülkesi olarak sürekli kendi-lerine muhtaç durumda kalmasını istiyor, Menderes ise sanayileşmek istiyordu.İçeriden de İnönü’nün ik-tidar hırsını buna eklerseniz Menderes’in devre dışı bırakılması için geniş bir cephenin hazırlıkları baş-lıyordu.

6-7 Eylül 1955’deki hadiselerin tezgahlanması, İnönü’ye seyahatlerinde saldıranların kurgulanma-sı, Üniversitelerde CHP’li hocaların kışkırtmaları ile anarşist eylemler yapılması, batılı sözde dostla-rımızın yeni sanayi ve altyapı yatırımlarımıza kredi vermemeleri, basının yalan haberlerle provokasyon-lara zemin hazırlaması gibi durumlarla;  birilerinin sandıkta bulamadıkları iktidara darbeyle kavuşmak

ihtirası neticesinde bir grup cuntacı 27 Mayıs 1960'ta darbe ile millet iradesine el koydu.

11 ay süren sözde Yassıada mahkemelerinden 3 idam hükmü çıktı. 418 kişi de mahkum edildi.  27 Mayıs darbesi Demokrat Parti’ye ve Menderes’e karşı değil aziz milletimize ve O’nun iradesine karşı yapıl-mıştır. 1961 Darbe anayasasıyla da, yeni kurulacak olan bir vesayet rejiminin temelleri atılmıştır.12 Mart muhtırası, 80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbe-si, 17/25 Aralık darbe girişimlerindeki sistemin özü hep aynı olmuştur; dış mihraklar, içerideki taşeron-lar ve medya ile oluşturulan sanal kamuoyuyla el ele verilerek cuntacıları da kullanmak suretiyle bu dev-letin asıl sahiplerinin önünü kesmek, Türkiye’ye diz çöktürmek…

Milletin adamları altın silsilesinin son halkası, Li-derimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın basiretli ve ustaca idaresiyle çok şükür ki artık ülkemizde darbeler dö-nemi kapanmıştır. Bu duygu ve düşünceler ile Şehit Başvekil Adnan Menderes’i rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Nurlar içinde yatsın.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU54 |

Aydın Arkeoloji Müzesi’nin yeni yerine taşınması-nın ardından eski binanın “Adnan Menderes Demokrasi Müzesi” olarak kurulması için başlatılan çalışmalarda sona gelindi. Adnan Menderes Demokrasi Müzesi'nin 2016 yılı içerisinde açılması planlanıyor.

Adnan Menderes Demokrasi Müzesi’nde Menderes'in yaşamıyla ilgili belge, fotoğraf ve eşyalar "ailesi ve siyasete atılması", "1950 seçimleri ve iktidar yılları", "1960 Yassıada duruşmaları" ve "idam ve son-rası" temalı bölümlerde sergilenecek. Müze'nin ‘Adnan Menderes’in Hayatı’, ‘Adnan Menderes ve Milli Müca-dele’, ‘Adnan Menderes Siyasetin Kapılarını Aralıyor’, ‘Adnan Menderes, Demokrat Parti ve İç Siyaset’, ‘Adnan Menderes ve Ekonomik Yatırımlar’, ‘Adnan Menderes ve Toplumsal Reformlar’, ‘Adnan Menderes, Dış Siyaset ve Yurt Dışı Gezileri’ ile ‘Adnan Menderes ve 27 Mayıs’ gibi bölümlerden oluşturularak merhum Başbakanın anıları ve siyasi mücadelesi yaşatılacak.

Anadolu Ajansı (AA), TRT Arşiv Dairesi Başkan-lığı, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Mü-dürlüğü, Milli Kütüphane, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kütüphanesi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi,

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2. TBMM Cumhuriyet Mü-zesi, Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Arşivi ile Celal Bayar Müzesi'nden doküman istenecek.

Aydın Valisi Erol Ayyıldız, Demokrasi Şehidi, mer-hum Başbakan Adnan Menderes'in anısına kurulacak "Adnan Menderes Demokrasi Müzesi" çalışmaları hak-kında bilgi verdi. Müze’nin kurulmasında katkı sağlayan paydaşlara teşekkür ederek “Ortaya çıkacak olan müze ve eserlerin Aydınımıza hayırlı uğurlu olmasını diliyo-rum. Geçmişi geleceğimize aktarmada gençlerimize ve toplumumuza mal etmede bu çalışmayı çok önemsiyo-ruz. Bu ana kadar Adnan Menderes ile ilgili tüm çalış-maların ve onun etrafında dönen tüm bilgi dağarcığının ilgililerimiz tarafından vatandaşıma, ilimize, kültürü-müze, Türkiye’mizin hizmetine sunacağına inanıyoruz. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum” dedi.

Vali Erol Ayyıldız, Aydın Belediyesi Eski Başkanların-dan Hüseyin Aksu tarafından yaptırılarak 1998 yılında açılışı yapılan ve Merhum Başbakan Adnan Menderes'in idam edilişinin 54. yıl dönümünde bakımsızlığıyla gün-deme gelen İzmir Otoban Kavşağı kenarındaki Adnan

AYDIN ADNAN MENDERES DEMOKRASİ MÜZESİNE

KAVUŞUYOR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 55

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Menderes Müzesi'nin durumunun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce değerlendirildiğini bildiren Vali Ayyıl-dız, "Belirtilen yerin müze olmadığı ve Aydın Büyükşe-hir Belediyesinin sorumluluğunda olduğu bilgisi verildi. Kimin sorumluluğunda olduğu çok önemli değil ama abide niteliği taşıdığı için fazla da çalışma yapılamıyor. Ancak Aydın'a yakışan Menderes Müzesi'ni biz yapa-cağız inşallah" dedi. Vali Ayyıldız, Müzenin kurulması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, ADÜ, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Aydın Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nden oluşan komisyonun 9 Mayıs 2015'te çalışmalara başla-dığını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın müzenin proje ihalesini yaptığını, Güney Ege Kalkınma Ajansı'nın de destek verdiğini kaydeden Ayyıldız, şunları söyledi: "Kültür ve Turizm İl Müdürlüğümüz, Menderes'in hatı-rasını canlandıran bilgi, belge ve eşya toplama çalışma-larına 1 Ağustos'ta başladı. TBMM Başkanlığı Kütüpha-ne ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2. TBMM Müzesi, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı, Anadolu Ajansı, TRT Genel Müdürlüğü, Milli Kütüphane Başkanlığı ve Ankara Üniversitesi arşivlerinde araştırma ve tarama yapılıyor. Elde edilen bilgi, belge ve fotoğraflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca oluşturulan 'Bilim Danışma Kurulu'nun üyeleri tarafından değerlendirildikten sonra müzenin sergi salonlarında kullanılacak.

PROJEYİ SONUNA KADAR DESTEKLİYORUZAdnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Rektörü Prof.

Dr. Cavit Bircan, Adnan Menderes'in adını taşıyan Ad-nan Menderes Üniversitesi olarak Demokrasi Şehidimiz için her türlü çalışmada bulunmaya hazır oldukları kay-derek, “Üniversite olarak bu projeyi sonuna kadar des-tekliyoruz. Elimizden gelen her türlü çabayı bu müzenin en güzel şekilde kurulması ve Aydın halkına sunulması, merhum Adnan Menderes’in hayatının net bir şekilde gözler önüne serilmesi noktasında elimizden gelen des-teği vermeye hazırız” dedi.

EN KISA SÜREDE TAMAMLANACAKAydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka,

“Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun talimatıyla Demokrasi Şehidimiz ve rahmetli hemşeri-miz Başvekil Adnan Menderes’in aziz hatırasına yakışır şekilde bir ‘Adnan Menderes Demokrasi Müzesi’ kurul-ması için çalışmalara başlandı. Kültür ve Turizm Bakan-lığımız ile Aydın Valiliği arasında gerekli yazışmaların yapılmasının ardından konuyla ilgili bir uzman heyet Bakanlığımızdan Aydın’a gelerek eski müze binasında incelemelerde bulundu. Menderes dönemine ait bilgi, belge ve eşyaları elinde bulunduran kişi veya kuruluşla-rın bu malzemeleri Müdürlüğümüzde kurulan kabul ko-misyonuna bildirmelerini istiyoruz. Adnan Menderes’in hatıralarını yaşatmak için böyle bir çalışma yapma ge-reksinimi duyduklarını kaydederek “Müze’de Adnan Menderes’in çocukluk, gençlik, siyasi yaşamı, Başbakan-lık dönemi, yatırımları ve demokrasi mücadelesini yan-sıtan dokümanların toplanması ve sergilenmesi amaç-lanmaktadır.” dedi.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU56 |

Mehmet ERDEM AK Parti Aydın Milletvekili

AK Parti MKYK ÜyesiDemokrasi, demos kratos, halkın gücü,herşey

okunduğu kadar kolay olsaydı keşke.Bir zamanlar demokrasimiz köklenmeden,emekleyen bir çocuğun ayaklanıp ilk adımlarını atmaya başladığında yüzüstü yere düşmesinin adıdır Menderes. Menderes'e yapılan zulümler ise ancak bilinçli gözlere eşik taşı olmuştur demokrasi için.Keşke demokrasimiz bu çok acı tecrü-belerden beri olarak kurulabilseydi ancak Menderes bu yolda şehid olarak belki binlerce insanın zulme uğra-masına manevi bir kalkan olmuştur.Adnan Menderes’i sadece Adnan Menderes olarak göremeyiz.O demok-rasiye adanmış nesillerin adeta bir bedende toplanmış ruhu gibidir.Adnan Menderes bugün Adnan Mende-res olarak birçok şeyin yanında hem bir ruhun hem bir ömrün hem de bir davanın adıdır.Bu davanın adı Türk Demokrasisi davasıdır.Rahmetli Adnan Menderes’in yaptığı hizmet ve yürüttüğü dava bugünde devam et-mektedir zira Adnan Menderes bugün Türk siyaset ha-yatı için şahıslar bazında da adeta bir turnusol kağıdı gibidir.Bugün kişilerin demokratlığı rahmetli Adnan Menderes’e bakışlarından anlaşılabilir.

Adnan Menderes’i Türk toplumuna etkisini ancak kendinden öncesine,kendi dönemine ve kendinden sonrasına yarattığı etkiye bakılarak anlaşılabilir.O fası-laları az da olsa hatırlamak için Erich Jan Zürcher’in Modernleşen Türkiye'nin Tarihi eserinden bir kaç alın-tı yapmayı faydalı buluyorum.

“Demokratlar eski yönetimden devraldıkları bü-rokrasi ve orduya güvenmiyorlardı.Bu sebepten dolayı,yıllar içinde devlet ve parti,özeliikle de üst dü-zeylerde yeniden bütünleşme eğiliminde oldu.bunun-la beraber tek parti döneminden farklı olarak,bu kez bürokrasi partiye değil,parti bürokrasiye hakim oldu.”

İşte gerçekleşen bu kanlı mel’un darbenin sebeb-leri bağlamında bir mülahaza.Bize açık bir ipucu ve-riyor.Başka araştırmacılardan başka örneklerde veri-lebilir ancak meramımızın anlaşılması için bu örnek yeterlidir.O dönemde bazı şer odakları Demokrat Parti iktidarına son verilmesi gereklidir nazariyesine sahipti çünkü darbe zihniyeti müntesiplilerinin nüfuz ettik-leri devletin iç mekanizması adeta devleti bir vücud gibi düşünecek olursak devletin kan ve damar sistemi veya organları,uzuvları mesabesinde olan bürokrasi ve ordu bağımsızlaşmamalı tarafsızlaşmamalıydı.Varsın demokrat parti halkın büyük teveccühünü kazanmış olsun onlar demokrasiye inanmamışlardı ki zaten bir demokrasi kahramınını şehid etmek ancak orta çağ-dan da karanlık bir kafaya yaraşırdı.

“Chp kampanyasının ana teması-özgürlüğün olma-yışı ve hükümetin otoriterlik eğilimleri-geçmişini oto-riter yönetimiyle sıkı sıkıya özdeşleştiren bir partiden geldiği için için inandırıcılıktan yoksundu.”

Yazar bunu 1954 seçimleri öncesindeki dönem için söylüyor.Bugün için de geçerli olan bu durumda halk oy diliyle şunu söylüyor geçmişinizi inkar edemezsi-niz eğer değiştiğiniz iddiasındaysanız çıkın ve deyin ki “Geçmişimizde yanlışlıklar yığınladır.” bunu deme-

TÜRKİYE’NİN ÖLÜMSÜZ BAŞVEKİLİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 57

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

dikleri sürecede halkın inancını tesis etmekte başarısız olacaklardır.Değişen bir şey yok tek parti dönemi biteli birkaç yıl olduğunda da elli yıl geçtiğinde de geçmiş hüviyetleriyle hesaplaşmadıkları sürece halkın onlara bakışı aynı olacaktır.

Gene Erich Jan Zürcher dine karşı baskıcı olan tek parti Chp’sinin çok partili sisteme geçişten sonra müslüman oylara yönelmesinden bahsediyor.Bugün Menderes’in Demokrat Partisinin ruhu Ak Parti’de yaşamaktadır,devam etmektedir.Bu tahlilin bugün için de geçerli olmasından anlıyoruz ki o dönemin Chp’si de yaşamaktadır hemde aynı bedende.

Sözlerime son verirken düşüncelerimin hüviyetini bir kez daha ifade etmek gerekirse;

Milletin iradesinin hiçe sayıldığı tek parti döne-minin ardından “Yeter, söz milletindir!” sloganıyla işbaşına gelen Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan darbe, Türk siyasi tarihinde ki askeri müdahalelerin

içinde ayrı bir yere sahiptir. Partinin liderinin medeni toplumlarda görülmeyecek şekilde, makul bir hukuki sebebe dayanılmaksızın idam edilişi; “millete had bil-dirme” anlayışının sembolü olarak ortaya çıkmıştır. Bu siyasi cinayet, sonraki süreçte de sivil siyasetçilere karşı adeta bir ibret tablosu(!) olarak kullanılmıştır.

Aradan yarım asır geçmesinin ardından siyasi tablo incelendiğinde görüldüğü üzere; Menderes kendini bir hiç uğruna feda etmemiştir. Milli irade, evlatlarını bun-dan böyle aynı kadere teslim etmeyeceğini ilan ederek tecelli etmiş; bunu yaparken de Adnan Menderes’i de-mokrasi davasının anıtsal kişiliği olarak ölümsüzleştir-miştir.

Adnan Menderes ve arkadaşlarına yapılan zulmün acısı hala yüreğimizdedir.

Mekanın cennet olsun Türkiye’nin ölümsüz başve-kili!

Başbakanımızın Aydın'a ziyaretleri esnasında Aydın Valiliği'nde kendilerine Aydın'da hala bir Adnan Menderes Demokrasi Müzesi yapılamadığını ifade ederek bu hizmetin kısa sürede yapılması için istirhamda bulunan AK Parti Aydın Milletvekili ve MKYK Üyesi Mehmet Erdem Beyefendi'ye şükranlarımızı sunmayı bir borç biliyoruz.

Adnan Menderes Demokrasi Platformu

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU58 |

Abdurrahman ÖZAK Parti Aydın Milletvekili

Milletler için demokrasinin özü, bir olmak, iri olmak ve bütünlük içinde güçlü olmaktır. Ülke-mizde siyasi tarih ne yazık ki bu manada bir bü-tünlük oluşturamamıştır. Siyasi tarihimizde daha çok siyasi bunalımlar, darbeler, askeri vesayetler ve siyasi partiler arasında sonu gelmez çatışmalar yer almaktadır. Bu denli çatışmalar neticesinde oluşan toplumsal huzursuzluk ve gerilimler geliş-mişliğimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Sahip olduğu enerjisini dünya ile rekabete yayamayan milletimiz, genciyle, iş gücüyle, bölgeleriyle, gelir ve statü farklılıklarıyla ve inancıyla oluşturulmuş suni gündemler neticesinde birbiriyle mücadele eder olmuştur.

Siyasi tarihimiz, gelişmemiş demokrasi kültü-rüne bağlı olarak günümüzü de kapsayan kaçınıl-maz çatışmaları üretmiştir. AK Parti ile 2002 yı-lından itibaren başlayan ileri demokrasi hareketi, muhalefet tarafından ne yazık ki toplumumuzun ve devletimizin dışa açılması olarak değil de yine iç çatışmaların birer parçası olarak değerlendirilmiş-tir. Oysaki demokrasi, farklılıkları aynı yapı içinde bir bünyede toplayan ve aynı üst bilinç etrafında milli kimlikle bir arada yaşatan bir güvencedir. Zira insanın, doğası gereğince yönetime katılma-

sı ve talip olması, yaratılışında yer alan iradesini kullanarak dünya hayatını en iyi şekilde yaşama is-teğindendir. Çünkü insan yeryüzünü yönetme ile görevlendirilmiştir. Bu görevini ifa ederken, irade-sini ve aidiyetini bütünlük içinde kullanarak kendi varlığını gerçekleştirir. Böylece birey, milletin ferdi ve devletin vatandaşı olarak sivil ve siyasal aidiye-tini gerçekleştirir.

Bu bakımdan demokrasi ülkemizde her dönem talep edilir bir hak olmuştur. Çünkü hem inancı-mızda hem de örf ve kültürümüzde özgür yaşamak baskın bir şekilde karakterimizin doğal parçasıdır. Bu karakterin gereğince, tek partili yılların Ana-dolu insanına yüklediği pasif kişilik görüntüsü, yine Anadolu insanı tarafından bizzat kırılmak istenmiştir. Böylece 1950 yılı, Anadolu insanının yönetime katılmak için kendisine açtığı bir yol ol-muştur. Bu zorlu yoldan geçerek demokrasiyi sağ-layan ana unsurları elde eden insanımız, yönetme, katılım, hesap sorma ve hesap verme bilinciyle si-yaseti yeniden kurgulamak istemiştir. Bu süreçte merhum Adnan Menderes ve yol arkadaşları bu hareketliliğin başını çekmişlerdir.

Ne yazık ki tam demokrasiyi kabullenemeyen bünyeler, ortaya çıkan bu gelişmeyi durdurmak ve yeniden tek elde toplanan bir iktidar yapısını kur-mak için 1961 Anayasası’yla sonuçlanan darbe ze-minini oluşturmuştur. Merhum Adnan Menderes

İLERİ DEMOKRASİ VE BÜYÜK TÜRKİYE

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 59

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ve arkadaşlarının demokrasimize en önemli katkı-larından biri olan, insanımıza özgüvenini yeniden kazandırarak iradesini yönetim süreçlerine dahil ettirmesi, AK Parti ile birlikte güçlenerek geliş-miştir.

1961 Anayasası oluşturduğu vesayetçi kurum-larıyla, yönetimi, asli unsuru olan halk ile paylaş-maktan uzak bir siyasi alan oluşturdu. Fakat bir defa demokrasi ile tanışan toplumsal kesimlerin hak arama mücadelesi ve hızla siyasal alana nüfuz etmek istemeleri, 1982 Anayasası’nı oluşturan dar-be sürecini tetiklemiştir. Zira halkımızın yönetime dahil olma isteğinin giderek artması otoriter anla-yış tarafından yeniden bertaraf edilmek istenmiş-tir. Toplumsal farklılıkları kendi siyasal sisteminin kodları ile tanımlayan otoriter yapı, tüm bu farklı kesimleri kontrol edici mekanizmaları oluşturmak istemiştir. Özellikle yasaklar ve engellemeler, top-lumun hassas unsurları olan kimlikleri, inancı ve kültürleri üzerinden tesis edilerek toplum kendi içinde kışkırtıldı. Bu kışkırtma hem hata yaptıra-rak cezalandırmayı doğurmak hem de farklı ke-simler arasında karşılıklı tehdit algısını yaymak için devam ettirildi. Neticede ortak bir özgürlük ve irade arayışına çıkan toplumsal yapılar, ne yazık ki hak arama sürecinde önlerinde engel olarak, bir ve beraber yaşadıkları diğer toplumsal kesimleri gördüler. Karşılıklı birbirini ötekileştiren kesimler için mücadele edilmesi gereken alan devletin anti-demokratik yapısı iken, bu karşılıklı kışkırtmanın neticesiyle diğer sosyal kesimleri sorun görerek

onlarla kıyasıya mücadeleye giriştiler. Toplumsal katmanlarda ortaya çıkan bu sürekli çatışma hali, askeri ve bürokratik vesayetle yönetilerek ne ya-zık ki antidemokratik yapının gelişmesini sağladı. Böylece özgürlük ve demokrasi her bir toplumsal kesim için farklı farklı tanımlanarak, adeta birinin eline geçtiğinde diğerini yok edeceği bir algıyla topluma pazarlandı. Demokrasinin bir ve bütün-lük oluşturan niteliği bertaraf edilerek zihinlerde kısır kavgalar ön plana çıkartıldı. Böylece siyasal hayatın neredeyse tek amacı, devletin biran evvel ele geçirilerek, onu ve dolayısıyla kendisini yok etmeye meyilli diğer toplumsal kesimleri kontrol etmek oldu.

Merhum Adnan Menderes ve arkadaşları ile başlayan toplumsal iradenin ortaya çıkışı, darbe ve anayasalarla yeniden kontrol edilmek istendi. Bu doğrultuda hazırlanan Siyasi Partiler Kanu-nu, bırakın toplumun tüm kesimlerine tam bir özgürlükçü yaşam sunmayı, kendi mensuplarına bile tam olarak demokratik iklimi oluşturmaktan uzaktır. Siyasi parti üye ve yöneticileri arasında or-taya çıkan siyasal mücadeleler, siyasetin genel ama-cı olan hizmete yönelikten ziyade parti içi iktidar çatışmalarına dönüşmektedir. Böylece halk için hizmet etme gayesi, yerini kişisel hırs ve tatmine bırakmaktadır. Partilerin iç dünyasında yaşanan bu sürtüşmeleri kontrol edebilen ve belli oranda devam etmelerine zemin hazırlayan liderler parti egemenliğini elinde bulundurur. Bu antidemokra-tik anlayış ne yazık ki partinin genel siyasetine de

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU60 |

yansır ve çatışmacı siyasal dili destekler. Böylece parlamenter yapıda bu çatışma dilinin sürekliliği ile üretilen çatışmalar toplumun menfaatine olan politikaları geciktirir. Toplumsal fayda veya milli-lik gibi alanlarda öne çıkan kanun teklifleri, millet-çe ve devletçe daha ileri bir seviyeye ilerlememiz açısından değil de, kısır çatışmalar içinde, ‘bizden olmayanların baskıcı politikaları’ olarak ifade edi-lir.

Özellikle 1990’lı yıllarda bir türlü tesis edileme-yen güçlü iktidar yapısı, kısır kavgaların iç içe gir-diği koalisyon dönemlerini oluşturmuştur. Siyasal alandaki bölünmüşlük ve aşırı ideolojik siyasal söylemler, toplumsal gerginliğin ve güvensizliğin artmasına neden olur. Siyasetin uzlaşmadan yok-sun karakteri, bürokrasinin yönetimini zorlaştırır. Halka karşı hesap verme sorumluluğu siyasetçiye tanımlanmış olduğundan bu kaos ortamında bü-rokrasi daha da güçlenir ve siyasetin kurumsal ola-rak çöküşüne zemin hazırlar. Bu kaos ortamında demokratik yapı tesis edilemez ve denetim siste-mi çalışmadığı için halkı daha fazla sömüren bir kesim kendine yol bulur. Böylece içi boşaltılan bankalar ve kamu ihalelerinde kayırmacılık son raddeye tırmanır. Buna siyasal boşluk da eklenin-ce temel hak ve hürriyetlerin talep edildiği her du-rum şiddetle karşılık bulur ve 28 Şubat ve benzeri mağduriyetleri doğurur. Binlerce vatan evladı sırf inançlarını kamu kurumlarından talep ettikleri için cezalandırılır. Böylece doksanlı yılların sonu-na gelindiğinde siyaset güvenirliğini yitirmiş ve toplumsal bütünlüğü oluşturmaya bigâne kalmış-tır. İstikrarın ve güvenin sağlanamadığı ortamda, güçlülerin ve üstünlerin hukuku baskın gelir ve toplumsal iradenin önüne engel oluşturulur.

İşte bu tablo ülkemiz siyasetinin AK Parti ön-cesinin genel ifadesidir. AK Parti ile başlayan ileri demokrasi hareketi her ne kadar muhalefet par-tilerince durdurulmak istense de, milletimizin 1950’den itibaren sahip çıktığı iradesinin tecellisi

olarak bugün de ayaktadır ve yarında siyasette iz bırakmaya devam edecektir. Son on beş yılda par-lamenter üstünlüğü büyük oranda elinde tutan AK Parti, birçok demokratik kazanımı halkımıza ulaştırmıştır. Temel hak ve hürriyetlerin ülkemizin ücra köşesindeki bireyine ulaşmasını sağlama yo-lunda, darbeyle, parti kapatma girişimiyle, terörle, suikastlarla ve terörize olmuş sokak etkinlikleriyle, parlamento içinde hukuk yoluyla mücadele eden AK Parti, demokrasinin tüm toplumsal katmanla-ra yerleşmesinde tüm siyasal riskleri üstlenmiştir. Bu tür antidemokratik süreçlere yoğunlaşan ülke gündeminin yoğunluğu arasında devlet kurumla-rına sızan ve yeni bir antidemokratik yapı kuran

paralel odaklarla yine mücadele edilerek demok-rasinin gerekliliği bir kez daha ortaya konmuştur. Bu minvaldeki antidemokratik yapı ve süreçlerle mücadele eden AK Parti, ne yazık ki, demokrasi-yi savunduğunu iddia eden diğer siyasi partilerce tam olarak desteklenmemiştir. Yüzleşilen sorunla-rın AK Parti’nin sorunları olduğu savı üretilerek, tüm toplumu ilgilendiren konular belli bir kesime indirgenmek istenmiştir. Böyle dahi olsa, her bir siyasi parti iktidara geldiğinde hangi kesim olur-sa olsun onlarla kuracağı ilişkiyi hukuk temelinde demokratik yöntemlerle gerçekleştirmek zorun-dadır. Ne yazık ki muhalefet partileri demokrasi sınavında başarısız olurken diğer taraftan da ülke-mizin gelişmişliğine engel olmaktadırlar. AK Parti ile toplumsal sorunlar belli oranda aşılsa da, yeni ve sivil bir anayasa ile tanzim edilmeyen siyasal, sosyal, hukuki, bürokratik ve özel alanlarda elde edilen demokratik kazanımların sürekliliği konu-su tereddütleri taşımaktadır.

2002’den itibaren, AK Parti’nin kesintisiz ikti-darda kalması, muhalefet partilerini kendi ger-çekliklerini sorgulamaya sevk ettirme yerine, AK Parti üzerinden toplumsal gelişime karşı muhalif olmaya yöneltti. Böylece muhalefet, sahip olduğu ideolojilerinin temel ilkelerine dahi uymayacak si-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 61

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

yasal etkinliklere yöneldi. AK Parti iktidarının her yaptığını eleştiren, temel hak ve özgürlükleri önce-leyen kanun tekliflerini reddeden ve ülke kalkın-ması için başlatılan büyük projelerin durdurulma-sı yönünde hareket eden siyasi karakterler ortaya çıktı. Bu aslında muhalefet partilerinin hırslarını siyasete dâhil ederek, memleket meselelerinin önüne geçirmesi oldu. Parlamenter sistemin ve siyasi partiler kanunun bir türlü önleyemediği bu süreçler neticesinde memleketimizin en önemli sorunlarının çözümü için atılan her adım, vatan hainliğine kadar varan, siyasi nezaketten yoksun ve beşeri münasebetlerce kabul edilemeyen bir ithamla karşılaştı. Bu ağır ithamlar, toplumsal ya-pılarda da karşılıklı çatışmaları besleyen bir ka-raktere dönüştüğü için, toplumun aşırı derecede birbirine karşı ideolojik tavır takınmasına neden oldu. Dolayısıyla geçmiş yılların kaos ve çatışma kültürü bir şekliyle devam ettirildi ve toplumsal gerilimlerin yaşanmasına vesile oldu.

Bugün toplumumuzun bu yöndeki kutuplaşma-ları, altmışlı ve yetmişli yıllardaki gibi sokağa kar-şılıklı halde taşımaması, milletimizin demokrasiye ve demokratik gelişmişliğe olan inancındandır. Bu inanç milletimizin huzur ve istikrar içinde özgür ve özgün iradesini siyasete yansıtma isteğidir. Bu bakımdan demokrasinin olmazsa olmazı olan se-

çimlerde, milletimiz milli iradesini doğrudan or-taya koymuş ve on beş yıldır AK Parti ile büyüyen demokratik gelişmeyi tercih etmiştir.

Parlamenter sistemin yasama-yürütme-yargı arasında bir türlü tesis edemediği uyumlu çalış-ma, muhalefetçe sürekli taciz edilerek, ülkemizin demokratik ve ekonomik gelişimine set oluştur-du. Bu ve benzer diğer sorunların aşılması için tartışmaya açılan Başkanlık Sistemi ise ne yazık ki yine aynı kısır çatışmaya kurban edilmek is-tenmektedir. Çünkü bu modelin ne olduğu, nasıl çalıştığı, artısıyla-eksisiyle ne getireceği, muhale-fetçe sadece Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tay-

yip Erdoğan’ın kişiliği üzerinden tartışılmaktadır. Toplumsal ve siyasal olayların isimlere indirge-nerek tartışılmak istenmesi esasen çözümsüzlük üretmenin basit bir yöntemi olarak muhalefetçe işlenmektedir. Bu yaklaşım, bir kaybediş psikolo-jisini de ortaya koymaktadır. Bir boyutuyla da top-lumun, Başkanlık Sistemi hakkında doğru soruları sorup, parlamenter sistemin tıkandığı yerlerinin çözümünü de geciktirmektedir.

İleri demokrasi için Partimiz tarafından savu-nulan Başkanlık Modelinin, parlamenter sitemde güçlü bir iktidar oluşturamayan partilerin demok-rasiyi daha fazla zayıflatmasına müsamaha göster-memesini amaçladığına inanıyoruz. Demokrasiye vurulan her darbe ile kesintiye uğrayan istikrar ve güven ortamı telafisi zor ve uzun süreli çalışma-ları doğurmaktadır. Bu bakımdan milli sorunları-mızın dahi parlamenter yapı içinde çözümünden uzak kalan siyasi yapıların gelişerek yeni ve fonk-siyonel çalışan demokratik bir sisteme geçmesi ka-çınılmazdır. Hızla kalkınan, süregelen sorunlarını aşmaya niyet gösteren ve yerel bakıştan global bir vizyona sahip olan Türkiye'miz için Başkanlık Mo-deli tartışmaları ve arayışları milletimizin daha da güçlenmesine vesile olacaktır.

AK Parti milletvekili olarak temennim demok-ratik, sosyal ve hukuk devletinin tüm organlarıyla tesisi ve aralarında uzlaşmacı bir karakterle ça-lışma bilinçlerinin yerleşmesidir. Bu bakımından Partimizin kuruluşunda belirttiği her türlü ya-saklarla mücadele anlayışı bugün için de devam etmektedir. Bu doğrultuda, milletimizin iradesine karşı duran her türlü antidemokratik karakterde-ki yapı ve anlayışla mücadelelerden taviz verilme-mektedir. Bir ve bütünlük içinde gelecek nesillere daha güçlü ve huzurlu bir Türkiye bırakmak için milletimizin ve devletimizin karakterine en uygun sistemin gelişmesi, yerleşmesi ve gerektiğinde bize has bir yapıya kavuşturulması için milletimizin iradesi ile hareket etmeye devam edeceğiz.

AFY

ON

KA

RA

HİS

AR

RI

AM

ASY

A

AN

KA

RA

AN

TALY

A

ABDULLAH GÜLER SÜLEYMAN KERMAN BEKİR OYNAĞANLI KEMAL ÖZÇOBAN ALİ İHSAN SABİS AVNİ TAN

SALİH TORFİLLİ AHMET VEZİROĞLU GAZİ YİĞİTBAŞI KASIM KÜFREVİ HALİS ÖZTÜRK CELAL YARDIMCI

KEMAL EREN HÂMİT KORAY İSMET OLGAÇ CEVDET TOPÇU SALÂHADDİN ÂDİL SADRİ MAKSUDİ ARSAL

MUHLİS BAYRAMOĞLU SELAHATTİN BENLİ ÖMER BİLEN DAĞISTAN BİNERBAY HAMDİ BULGURLUOSMAN ŞEVKİ

ÇİÇEKDAĞ

RAMİZ EREN MUHLİS ETE MÜMTAZ FAİK FENİKABDULLAK

GEDİKLİOĞLU OSMAN TALÂT İLTEKİN HAMİT ŞEVKİ İNCE

SEYFİ KURTBEK TALÂT VASFİ ÖZ FUAT SEYHUN CEVDET SOYDAN FATİN DALAMAN NAZİFİ ŞERİF NABEL

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU62 |

DEMOKRAT PARTİ 1950 MİLLETVEKİLLERİ

BURHANETTİN ONAT AKİF SARIOĞLU İBRAHİM SUBAŞI AHMET TEKELİOĞLU AHMET TOKUŞ NAMIK GEDİK

NAİL GEVECİ ŞEVKİ HASIRCI ETEM MENDERES ABDÜLBAKİ ÖKDEM CEVAT ÜLKÜ LÜTFİ ÜLKÜMEN

VACİT ASENA SALÂHATTİN BASGAN ESAT BUDAKOĞLU MUZAFFER EMİROĞLU MÜFİT ERKUYUMCU ENVER GÜRELİ

MÜCTEBA IŞTIN” ALİ FAHRİ İŞERİ ARİF KALIPSIZOĞLU AHMET KOCABIYIKOĞLU YAHYA PELVAN MUHARREM TUNÇAY

SITKI YIRCALI İSMAİL AŞKINKEŞŞAF MEHMET

KURKUT TALÂT ORAN YÜMNÜ ÜRESİN NUSRETTİN BARUT

FAHRİ BELEN ZUHURİ DANIŞMAN MİTHAT DAYIOĞLU MAHMUT GÜÇBİLMEZ İHSAN GÜLEZ KÂMİL KOZAK

AYD

IN

BA

LIK

ESİR

BİL

ECİK

BİT

LİS

BO

LU

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 63|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU64 |

BU

RD

UR

BU

RSA

ÇA

NA

KK

ALE

ÇA

NK

IRI

ÇO

RU

H

ÇO

RU

M

VAHİT YÖNTEM FETHİ ÇELİKBAŞ MEHMET ERKAZANCI MEHMET ÖZBEY HALİL AYAN RAİF AYBAR

SELİM RAGIP EMEÇ AGÂH EROZAN SELİM HERKMEN SADETTİN KARACABEY HULÛSİ KÖYMEN MİTHAT SAN

HALÛK ŞAMAN KENAN YILMAZ NECDET YILMAZ ALİ CANİB YÖNTEM KENAN AKMANLAR SÜREYYA ENDİK

BEDİİ ENÜSTÜN NİHAT ŞEVKET İYRİBOZ EMİN KALAFAT İHSAN KARASİOĞLU NUSRET KİRİŞÇİOĞLU ÖMER MART

KÂZIM ARAR KEMAL ATAKURT CELAL BOYNUK KENAN ÇIĞMAN CELAL OTMAN MECİT BUMİN

ABBAS GİGİN MESUT GÜNEY ALİ RIZA SAĞLAR ZİHNİ URAL SEDAT BARAN AHMET BAŞIBÜYÜK

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 65|

DEN

İZLİ

DİY

AR

BA

KIR

EDİR

NE

ELA

ZIĞ

ERZU

RU

M

ŞEVKİ GÜRSES BAHA KOLDAŞ HÜSEYİN ORTAKÇIOĞLU SAİP ÖZER HASAN ALİ VURAL HAKKI YEMENİCİLER

BAHA AKŞİT HÜSNÜ AKŞİT FİKRET BAŞARAN ALİ ÇOBANOĞLU MUSTAFA GÜLCÜGİL FİKRET KARABUDAK

EYÜP ŞAHİN REFET TAVASLIOĞLU YUSUF KÂMİL AKTUĞ FERİT ALPİSKENDER YUSUF AZİZOĞLU MUSTAFA REMZİ BUCAK

MUSTAFA EKİNCİ NÂZIM ÖNEN KÂMİL TAYŞİ ARİF ALTINALMAZ MEHMET ENGİNÜN CEMAL KÖPRÜLÜ

RÜKNEDDİN NASUHİOĞLU HASAN OSMA ABDULLAH DEMİRTAŞ SUPHİ ERGENE ÖMER FARUK SANAÇ MEHMET ŞEVKİ YAZMAN

HÂMİT ALİ YÖNEY SAİT BAŞAK RIFKI SALİM BURÇAK FEHMİ ÇOBANOĞLU BAHADIR DÜLGER SABRİ ERDUMAN

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU66 |

ESK

İŞEH

İRG

AZİ

AN

TEP

GİR

ESU

N

ŞHA

NE

ISPA

RTA

ENVER KARAN EMRULLAH NUTKU RIZA TOĞÇUOĞLU MEMİŞ YAZICI MUSTAFA ZEREN MUHTAR BAŞKURT

EKREM BAYSAL İSMAİL HAKKI ÇEVİK HASAN POLATKAN ABİDİN POTUOĞLU KEMAL ZEYTİNOĞLU EKREM CENANİ

SAMİH İNAL GALİP KINOĞLU SÜLEYMAN KURANEL ALİ KEMAL OCAK CEVDET SAN SELÂHATTİN ÜNLÜ

HAMDİ BOZBAĞ ALİ NACİ DUYDUK HAYRETTİN ERKMEN TAHSİN İNANÇ DOĞAN KÖYMENARİF HİKMET PAMUKOĞLU

MAHZAR ŞENER ADNAN TÜFEKÇİOĞLU CEVDET BAYBURA RAŞİT GÜRGENVASFİ MAHİR KOCATÜRK HALİS TOKDEMİR

AHMET KEMAL VARINCA KEMAL YÖRÜKOĞLU HALİT ZARBUN İRFAN AKSU SAİT BİLGİÇ KEMAL DEMİRALAY

TAHSİN TOLA REŞİT TURGUT HALİL ATALAY HÜSEYİN FIRAT SALİH İNANKUR REFİK KORALTAN

AZİZ KÖKSAL CELAL RAMAZANOĞLU ŞAHAP TOL ENVER ADAKAN SALAMON ADATO İHSAN ALTINEL

AHMET HAMDİ BAŞAR ANDRE VAHRAM BAYAR MAHMUT CELAL BAYAR NİHAT REŞAT BELGER MİTHAT BENKER FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

FUAT HULUSİ DEMİRELLİ BEDRİ NEDİM GÖKNİL HÂDİ HÜSMAN SALİH FUAT KEÇECİ FUAT KÖPRÜLÜ ADNAN MENDERES

AHİLYA MOSHOS SEYFİ ORAN MÜKERREM SAROL FAHRETTİN SAYIMER MİTHAT SÖZER FÜRUZAN TEKİL

NAZLI TLABAR AHMET TOPÇU CELAL TÜRKGELDİ HÜSNÜ YAMAN SANİ YAVER SENİHİ YÜRÜTEN

İÇEL

İSTA

NB

UL

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 67

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

MEHMET ALDEMİR PERTEV ARAT CİHAT BABAN AVNİ BAŞMAN MUHİDDİN ERENER BEHZAT BİLGİN

SADIK GİZ TARIK GÜRERK NECDET İNCEKARA OSMAN KAPANİ VASFİ MENTEŞ HALİL ÖZYÖRÜK

ABİDİN TEKÖN CEMAL TUNCAEKREM HAYRİ ÜSTÜNDAĞ ZÜHTÜ HİLMİ VELİBEŞE GALİP DENİZ SAİT KANTAREL

FAHRİ KEÇECİOĞLU ŞÜKRÜ KERİMZADE AHMET KESKİN MUZAFFER ÂLİ MÜHTO RIFAT TAŞKIN ZİYA TERMEN

HAYRİ TOSUNOĞLU HAMDİ TÜRE FİKRİ APAYDIN İSMAİL BERKOK EMİN DEVELİOĞLU KAMİL GÜNDEŞ

ALİ RIZA KILIÇKALE İBRAHİM KİRAZOĞLU MEHMET ÖZDEMİR YUSUF ZİYA TURGUT SUAT HAYRİ ÜRGÜPLÜ ŞEFİK BAKAY

İZM

İR

KA

STA

MO

NU

KAY

SER

İ

KIR

KLA

REL

İ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU68 |

MAHMUT ERBİL FİKRET FİLİZ SITKI PEKKİP FAİK ÜSTÜN ELVAN KAMAN RİFAT ÖZDEŞ

ETHEM VASSAF AKAN EKREM ALİCAN ZİYA ATIĞ HAMDİ BAŞAK SALİH KALEMCİOĞLU MÜMTAZ KAVALCIOĞLU

YEREDOĞ KİŞİOĞLU SALİM ÖNHON LÜTFÜ TOKOĞLU HÜSNÜ TÜRKANT MEHMET YILMAZ A. FAHRİ AĞAOĞLU

RİFAT ALABAY KEMAL ATAMAN HİDAYET AYDINER ZİYA BARLAS REMZİ BİRANT SITKI SALİM BURÇAK

ABDİ ÇİLİNGİR ÖMER RIZA DOĞRUL ZİYAD EBÜZZİYA ALİ RIZA ERCAN SAFFET GÜROL TARIK KOZBEK

MUAMMER OBUZ HİMMET ÖLÇMEN MURAT ALİ ÜLGEN UMRAN NAZİF YİĞİTER MECDET ALKİN YUSUF AYSAL

KIR

ŞEH

İR

KO

CA

ELİ

KO

NYA

TAH

YA

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 69

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

BESİM BESİN HAKKI GEDİK AHMET İHSAN GÜRSOY AHMET KAVUNCU REMZİ KOÇAK SÜRURİ NASUHOĞLU

İHSAN ŞERİF ÖZGEN SAMET AĞAOĞLU ŞEMİ ERGİN FARUK İLKER REFİK ŞEVKET İNCEADNAN

KARAOSMANOĞLU

LÜTFİ KARAOSMANOĞLU NAFİZ KÖREZ

MUZAFFER KURBANOĞLU SUDİ MIHÇIOĞLU KAZIM TAŞKENT MUHLİS TÜMAY

ABDULLAH AYTEMİZ AHMET BOZDAĞSALÂHATTİN

HÜDAYİOĞLU AHMET KADOĞLU NEDİM ÖKMEN REMZİ ÖKSÜZ

MAZHAR ÖZSOY ABDURRAHMAN BAYAR ABDÜLKADİR KALAV CEVDET ÖZTÜRK YAVUZ BAŞER CEMAL HÜNAL

ZEYYAT MANDALİNCİ NURİ ÖZSAN NÂTIK POYRAZOĞLU HAMDİ DAYI FERİT KILIÇLAR HÂDİ ARIBAŞ

MA

NİS

A

MA

RA

Ş

MA

RD

İN

MU

ĞLA

MU

Ş

NİĞ

DE

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU70 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

NECİP BİLGE SÜREYYA DELLALOĞLU ASIM DOĞANAY FERİT ECERFAHRETTİN

KÖŞKEROĞLU HÜSEYİN ÜLKÜ

HALİL NURİ YURDAKUL REFET AKSOY FEYRİ BOZTEPE İZZET AKÇAL KEMAL BALTA OSMAN KAVRAKOĞLU

MEHMET FAHRİ METE AHMET MORGİL ZEKİ RIZA SPOREL HAŞİM ALİŞAN NACİ BERKMAN İSMAİL IŞIN

TEVFİK İLERİ FİRUZ KESİM MUHİTTİN ÖZKEFELİ FERİT TÜZEL ŞÜKRÜ ULUÇAYHASAN FEHMİ

USTAOĞLU

HÂDİ UZER ZEKİ AKÇALI REMZİ OĞUZ ARIK ARİF NİHAT ASYA SEDAT BARI TEVFİK COŞKUN

YUSUF ZİYA EKER REŞAT GÜÇLÜ MAHMUT KİBAROĞLU SALİM SERÇE CEZMİ TÜRK BAKİ ERDEN

OR

DU

RİZ

ESA

MSU

N

SEYH

AN

SİİR

T

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 71|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

SİVA

STE

KİR

DA

Ğ

TOK

AT

TRA

BZO

N

TUN

CEL

İ

UR

FA

MEHMET DAİM SÜALP ŞEFİK TÜRKDOĞAN CEMİL YARDIM NÂZIM AĞACIKOĞLU ERCÜMENT DAMALI İLHAN DİZDAR

İBRAHİM DUYGUN ŞEVKİ ECEVİT NURETTİN ERTÜRK HALİL İMRE RIFAT ÖÇTEN SEDAT ZEKİ ÖRS

BAHATTİN TANER MAHİR TÜRKAY HÜSEYİN YÜKSEL İSMAİL HAKKI AKYÜZ HÜSEYİN BİNGÜL ZEKİ ERATAMAN

ŞEVKET MOCAN YUSUF ZİYA TUNTAŞ SITKI ATANÇ FEVZİ ÇUBUK AHMET GÜRKAN HAMDİ KOYUTÜRK

HALÛK ÖKEREN MUZAFFER ÖNAL MUSTAFA ÖZDEMİRNURİ TURGUT

TOPÇUĞLU SALİH ESAT ALPEREN MAHMUT GOLOĞLU

S. FEHMİ KALAYCIOĞLU HIDIR AYDIN HASAN REMZİ KULU NECDET AÇANAL FERİDUN AYALP ÖMER CEVHERİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU72 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 73

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

VAN

YOZG

ATZO

NG

ULD

AK

FERİDUN ERGİN CELAL ÖNCELREŞAT KEMAL TİMUROĞLU İZZET AKIN NİYAZİ ÜNAL ALCILI FAİK ERBAŞ

YUSUF KARSLIOĞLU FUAT NİZAMOĞLU HÂŞİM TATLIOĞLU HASAN ÜÇÖZ FEHMİ AÇIKSÖZ MUAMMER ALAKANT

HÜSEYİN BALIK SUAT BAŞOLABDURRAHMAN

BOYACIGİLLERALİ RIZA

İNCEALEMDAROĞLU ESAT KERİMOL CEMAL KIPÇAK

RİFAT SİVİŞOĞLU AVNİ YURDABAYRAK

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU74 |

Prof. Dr. Vedat BİLGİNAK Parti Ankara Milletvekili

Kolay olmadığını anlamak için, çok uzağa git-meye gerek yok. Adamlar konuşmaya başlayınca sık sık “hukuk devletinden, çağdaş dünyadan, çağdaş uygarlıktan” söz ederek konuşuyorlar. Hatta “ger-çek demokrasi” bizim istediğimiz gibi olan yönetim şeklidir, anlamına gelecek bir biçimde konuşurken de ‘seçimlerin, seçilmişlerin, Meclis’in hiçbir işlevi olmasın’ içeriğinde bir söylemi seslendirdiklerinin dahi farkında değiller. Bu sebeple zaman zaman dö-nüp “biz demokrasiye karşı değiliz, gerçek bir de-mokrasi istiyoruz” demekten de kendilerini alamı-yorlar.

Türkiye’nin resmi söylemi içinde yetişmiş, resmi eğitimin benimsettiği ölçüde, sıkı ya da gevşek bir biçimde resmi ideolojiyi içselleştirmiş olanların te-mel sorunu, bu ideolojinin parametreleri içerisinde normalleştirilmiş bir siyaset anlayışında, hatta olma-sı gereken veya ideal olarak gördükleri, bir toplum anlayışında toplanmaktadır.

Demokrasi karşıtı zihniyetBu anlayışa göre, Meclis ve Meclis’te temsil edilen

başta hükümet olmak üzere, bütün siyasi topluluk-lar, partiler devletin kurumsal yapısını ve elbette ki dayandığı ideolojik anlayışı benimseyip, onun çerçe-vesinin dışına taşmak şöyle dursun, onun gereklerini yerine getirmelidirler.

Bu anlayışa göre din camiden dışarıya çıkarılma-

DEMOKRAT OLMAK ZOR MU?malı mümkün olduğu ölçüde muhafazakâr insanlar kamusal alanda varlık dahi göstermemelidirler.

Yine bu anlayışa göre toplumun çoğunluğu, ken-di kimliğiyle Selçuklu-Osmanlı geleneği arasında irtibat kuruyor bütün "laisist devrimlere" rağmen İslam’la bağlarını koruyorsa, hatta muhafazakâr-sağ partilere oy vermeye devam ediyorsa, onların siya-sete katılmasının önü alınmalıdır. Bu anlayışa göre devletin kuruluş felsefesi tek parti döneminde şekil-lenmiş ve 1961 Anayasasıyla en mükemmel şeklini almıştır.

Devlet, bir MGK devleti olsa da, anayasal kurum-lar denilen bütün kuruluşlar ‘devleti Meclis’e karşı dokunulmaz bir kurum’ haline getirmekle yani “de-mokrasi yoluyla idare edilen bir devlet” olma ihti-maline karşı korumakla “güvence altına almak” üze-re örgütlenmiş olsa da, egemen söylem üzerinden bakınca, bütün bu ucube yapıda bir problem görme-mek alışkanlık eseridir. İdeoloji bu çarpıklıkları nor-malleştirmiş olmaktadır.

Demokrat olmakDemokrat olmak zor mudur? Öncelikle bu ideo-

lojinin demokrasiye karşı örgütlenmiş devlet elitle-rinin ideolojisi olduğunu görmeyip, bunu benimse-yerek bu anlayışla siyaset yapıldığı zaman demokrat olmak zordur.

Türkiye’de demokrat olmak zordur, çünkü dev-lete karşı toplumu; topluma karşı sivil yapıları, top-lumsal farklılaşmaları, çoğulcu bir kültürü, örgütlü-örgütsüz bütün sivil yapıların kamusal alanda var olma hakkını savunmanın bedeli olduğu bir siyasal kültürden gelinmektedir. Demokrat olmak hiç de kolay değildir, çünkü bireyin içinde bulunduğu top-lumsallıklara rağmen kendi varlığını ve farklılığını ifade etmesi, kendisini muhtelif biçimlerde gerçek-leştirme iradesine ve taleplerine karşı önüne çıkan engelleri aşması kolay değildir. Bu durumda bireyin önüne iki yol çıkmaktadır. Ya özgürlüklerini savun-mak ve bireyselliğine sahip çıkmak ya da içinde yer aldığı toplumsallığa yani kabileye, cemaate, zümreye veya sınıfa ve onların kolektif ideolojisine, zihniyete hapsolmak. Birincisi zordur komformizmi kırmanın maliyetine katlanmayı gerektirir, İkincisi ise özgür-lükten kaçmayı gerektirir.

Kısaca vurgulamak gerekirse, Türkiye’de esas sorun demokratik bir zihniyeti benimseme, onu içselleştirme ve anti demokratik yapılara o yapılar içerisinde örgütlenmiş “tahakküm geleneğine” karşı mücadele etmeyi zorunlu kılmaktadır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 75

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

yanlar, milletin vaktini heba ettikleri gibi milletin naza-rından da düştüler. Hem darbecilerin, hem Menderes’in mirasının aynı anda tevarüs edilemeyeceğini, ağır be-deller karşısında gördüler ve gösterdiler. Tayyip Erdoğan ise, Menderes’in mirasını en iyi okuyan, en iyi anlayan ve o mirasa sımsıkı sahip çıkan bir Başbakan oldu. Millet-teki Menderes sevgisini istismar ve istimal etmek yerine, Recep Tayyip Erdoğan, Menderes’in asıl mirası “beyaz kefeni”, yani cesareti tercih etti. Darbecilerin mirası olan “korku” karşısında, Erdoğan hep “beyaz kefen”e, yani ce-sarete, yani diklenmeden dik duruşa vurgu yaptı.

Merhum Menderes’in idamını iki farklı ve zıt şekilde okumak mümkündür. Birincisi, “istediğimiz gibi olmaz-sanız, sonunuz böyle olur” şeklindeki okumadır. Diğe-ri ise, “Önümdeki Menderes örneğine rağmen, sonunu düşünmeden, doğru olacağım, Hakk’ı savunacağım” duruşudur. Birinci duruş esas duruştur, ikinci duruş ise esaslı duruştur. “Sonunu düşünen kahraman olamaz”, ya da, “korkaklar zafer anıtı dikemezler” sözleriyle ifade edilebilecek ikinci duruş, aynı zamanda, İstiklal Marşı-mızın ilk kelimesi, “korkma!” emrinin de yerine getiril-mesidir. Bu cesur duruşun elbette bedeli olacaktır. O be-del, ölümdür. İşte “beyaz kefen” vurgusu burada devreye girer. Ölüm tehdidine rağmen Hakk’ı savunmak, yani cesareti, yani insani olanı, yani doğru olanı seçmek işte o zaman mümkün hale gelir. Ölüm, ölmeden önce öldü-rülmüştür. Geriye sadece millete ve Allah’a verilecek he-sap kalmıştır. Allah’ın ve milletin hesabından başka hiç bir şeyden korkmayanları korkutmak mümkün değildir.

“Beyaz Kefen” vurgusunun Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bazı başbakanlar tarafından dile ge-tirilmesi, elbette darbecileri, darbe zihniyetine sahip

Aydın ÜNALAK Parti Ankara Milletvekili

Türkiye siyasetinin en tatsız, ama bir o kadar da mühim kavramlarından biridir “beyaz kefen”. 27 Mayıs 1960 sonrasında, kimi başbakanlar bu tatsız ve mühim kavramı hatırlatmak, ya da ona vurgu yapmak zorunda kalmışlardır. Son dönemde ise, Recep Tayyip Erdoğan, hem Başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı dönemin-de beyaz kefeni sıkça dile getirmiştir.

“Beyaz kefen” tatsız bir ifadedir; zira sürekli ölümü hatırlatır ve ölümü hatırlatan her ifade gibi ağızların ta-dını kaçırır. Ne var ki, siyasette “beyaz kefen”e vurgu yap-mak da, adeta kaçınılmaz bir gereklilik ve gerçekliktir. Aynı zamanda bu vurgu önemlidir, zira “beyaz kefen”in hatırlanmadığı ve hatırlatılmadığı bir düzlemde siyaset yapmanın mümkün olmadığını, “beyaz kefen” giyerek yola çıkmadan kararlılık sergilenemeyeceğini, adım atı-lamayacağını gösterir.

“Beyaz kefen”, merhum Adnan Menderes’in Türkiye siyasetine bıraktığı acı miraslardan yalnızca bir tanesi-dir. Merhum Menderes’in idam sehpasındaki o beyazlar içindeki cansız fotoğrafı, bugünün ve yarının siyasetinin şekillenmesinin adeta miladı olmuştur.

Açıkçası, Merhum Adnan Menderes’in o beyaz önlük-lü fotoğrafını çekenler ve onu yayınlayanlar, Türkiye’ye ve Türkiye siyasetine farklı bir miras bırakmak istiyor-lardı. Bırakmak istedikleri o miras “korku”ydu. Darbe yaparken de, Menderes’i düzmece mahkemelerde yar-gılarken de, kalemi kırarken, TBMM’de idam kararının çıkarttırırken de, Menderes’i darağacına götürüp, idam haberini ve o fotoğrafını yayarken de, o andan itibaren gelecek tüm Başbakanlara bir mesaj veriyor, onlara ölüm korkusunu miras olarak bırakmayı amaçlıyorlardı. “Eğer çizgiyi aşarsanız, işte sonunuz böyle olur” demek istiyor-lardı. “Eğer istediğimiz gibi olmazsanız, eğer bizi değil, milleti dinlemeye kalkarsanız, akıbetiniz hazır” demek istiyorlardı. Keşke başarılı olamasalar, keşke o mirası nesilden nesile aktaramasalardı. Ama başarısız olama-dıklarını söylemek zor. Korkuyu, Merhum Menderes’in idam sehpasındaki o cansız bedeni üzerinden üretip ço-ğalttıkları tehdidi, sonra gelen nice başbakan üzerinde uyguladılar ve bazılarında maalesef başarılı da oldular.

Allah’a şükürler olsun ki, miras bırakmak istedikleri korku, her başbakan üzerinde etkili olmadı. Bazı baş-bakanlar, bunlar içinde özellikle Recep Tayyip Erdo-ğan, darbecilerin bıraktığı korkuyu miras edinmek ye-rine, zor olanı seçti ve Menderes’in mirasını tercih etti. Menderes’in siyasi mirası söz konusu olduğunda, kimi-leri bunu bir oy potansiyeli olarak, Menderes’e yönelik milletin derin hafızasındaki sevgi ve teveccüh olarak gö-rürler. Menderes’in mirasını bu şekilde okuyan ve anla-

MENDERES'İN MİRASI

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU76 |

olanları, ya da darbecilerin mirasyedilerini rahatsız eder. Onlar, gizliden gizliye Menderes’in kefenli görüntüsünü iktidarlara sallarken, iktidarın “biz bu yola beyaz kefeni-mizi giyerek çıktık” demesi, Menderes katilleri ve onla-rın mirasçıları için kolay tahammül edilebilir bir duruş değildir. Ancak, bu mücadelenin verilmesi de, Türkiye siyaseti ve demokrasisi için elzemdir. Siyasetin ve de-mokrasinin ilelebet Menderes’in o idam fotoğrafının gö-rüntüsünde, o fotoğrafla salınmak istenen korkunun at-mosferinde ilerlemesi düşünülemez. Dolayısıyla “beyaz kefen” vurgusuyla yapılan samimi mücadele, Türkiye’nin geleceği açısından da son derece önemlidir. Gelecekteki siyasetçilerin “beyaz kefen” vurgusu yapmamaları, ken-dilerini ölümü hatırlama ve hatırlatma ihtiyacında bu-lunmamaları için verilen bu mücadele, aynı zamanda millet adına verilmiş bir mücadeledir ve bu boyutuyla da kutsal bir mücadeledir.

Çok yakın siyasi tarihimiz, “beyaz kefen”e bu kadar vurgu yapılmasının ne kadar isabetli olduğunu da orta-ya koydu. 2013 yılında yaşanan Gezi olaylarını, ağaç ya da çevre kaygısı etrafında oluşmuş bir toplumsal hareket olarak görmek son derece yanıltıcıdır. Gezi olayları, hu-kuka, demokrasiye, milli iradeye yönelik açık bir kalkış-madır. Milletin oylarıyla, milletin tercihiyle iş başına gel-miş bir hükümet, sokak olayları marifetiyle, oldu bittiyle iş başından uzaklaştırılmak istenmiştir. Üstelik de Tür-kiye’deki bu olaylar, netice alınan Mısır ve Ukrayna’daki olayların hemen ardından gelmiştir. Mısır ve Ukrayna’da işe yarayan sokak eylemleri, Türkiye’de başarılı bir şe-kilde etkisiz hale getirilmiştir. Aslında sokak olayları-nın milli iradeyi nasıl boğduğunu görmek için uzaklara gitmeye de gerek yok. 27 Mayıs 1960 öncesinin Türki-ye’sine bakıldığında, tamamen benzer bir kalkışmanın yaşandığı ve darbeye zemin hazırladığı görülecektir. Üniversite gençliği, muhalefet, medya, sermaye el ele ve-

rerek sokakları nümayiş alanına dönüştürmüş, onlarca yalan sürüme girmiş, medya ve muhalefet bu yalanları beslemiş ve darbeye elverişli bir zemini birlikte inşa et-mişlerdi. Gezi olayları, senaryoda hiç bir tadilat yapma-dan, 27 Mayıs öncesini yeniden diriltme çabasıydı. Re-cep Tayyip Erdoğan, Başbakan olarak, bu kalkışmanın kendisine yönelik değil, partisine yönelik değil, milli ira-deye, Türkiye’ye yönelik olduğunu görmüş ve tavrını da buna göre çok net ve kararlı biçimde şekillendirmişti. Bu kalkışmadan muradın milli iradeyi boğmak, katletmek olduğunu biliyordu. Senaryonun yazarlarına, “beyaz ke-fenimle buradayım” diyerek, gayretlerinin nasıl da boş olduğunu göstermişti.

Yine çok yakın tarihimizde 17-25 Aralık darbe giri-şimi de aynı saiklerle yapıldı. Hedef Recep Tayyip Erdo-ğan ve partisi gibi gösteriliyordu. Oysa asıl hedef, milli iradeydi, milletin seçtiği iktidardı, milletin tercihleriydi. Tıpkı Merhum Menderes’e yapıldığı gibi, bir iktidar, bir Başbakan, hukuk operasyonu görüntüsü altında hem itibarsızlaştırılmak, hem de görevinden uzaklaştırılmak istendi. Merhum Menderes’in alınmasından sonra arka-sından atılan iftiralara, yapılan yayınlara benzer bir se-naryo hazırlanmıştı. “beyaz kefen” vurgusu ve Merhum Menderes’in ibretlik mirası bu olayda da devreye girdi. Darbecilere boyun eğmek yerine, dik bir duruş sergilen-di ve Türkiye, kendisine yönelik bu saldırıyı da atlata-bildi.

Türkiye’de seçilmiş iktidarı sandık dışında yollarla düşürme gayretleri hız kesmeden devam ediyor. Çok sayıda yöntem denendi, şu anda başka yöntemler de de-neniyor. Bütün terör örgütleri, arkalarına medya desteği alarak, sermaye desteği alarak, siyasi destek alarak, hat-ta Türkiye düşmanı ülkelerin desteklerini alarak, milli iradeyi ortadan kaldırmak için her yöntemi, her eylemi deniyorlar.

“Beyaz kefen”i Merhum Menderes’in yegane mirası olarak görmek bizleri yanıltacaktır. Merhum Mende-res, büyük, güçlü, itibarlı bir Türkiye mücadelesi verdi. Bunu, arkasındaki halk desteğiyle, halkın teveccühü, muhabbeti ve duasıyla gerçekleştirdi. Demokrasi müca-delesi yolunda gelecek nesillere eşsiz bir miras bıraktı. Menderes’in asıl mirası, büyük, güçlü, itibarlı bir Türki-ye için yola çıkmanın bedelinin ağır olabileceğini gös-termesiydi. Bu büyük mirasa sahip çıkmak, Türkiye’yi bağımsızlık içinde büyütmek demektir. Bu mirası red-detmek, bu mirası görmezden gelmek ise, Türkiye’yi karanlığa mahkum etmek, itibarsızlaştırmak, Türkiye’yi rüzgara göre savrulan bir ülke olarak yokluğa sürük-lemektir. Ağır saldırılar olacaktır, tehditler olacaktır, insanlık dışı, hukuk dışı, vicdandan uzak senaryolar, ihanetler ortaya çıkacaktır. Bunlar karşısında geri adım atan, önce milletine, sonra da Merhum Menderes’in aziz hatırasına haksızlık eder. Bütün bu saldırılar karşısında, sonunu düşünmeden dik duran ise, milletin aziz hatı-rasında silinmez bir yer tutar ve asırlar boyunca hayır dualarıyla yad edilir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 77

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Metin KÜLÜNKAK Parti İstanbul Milletvekili

Anadolu ve Mezopotamya toprakları tarih boyun-ca birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Fırat ve Dicle nehirlerinin beslediği verimli araziler, üç denizin kıyı şeridi ile İç ve Doğu Anadolu’da yeşerip uygulamaya geçen yönetim tecrübeleri Anadolu ve Mezopotamya düzlüğünde kurulan sonraki devletlere aktarılan ka-dim bir yönetim geleneğinin oluşumunu sağlamıştır.

Anadolu’nun kadim geleneğiSümerler, Akadlar, Babilliler, Elamlar, Asurlular,

Hititler, Frigler, Lidyalılar, İyonlar, Urartular, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans, Anadolu Selçukluları, Osmanlı ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti bu toprakların bağrında yeşermiş dal ver-miştir. Bu “silsile”nin ortaya koyduğu birlikte yaşama kültür ve “sentez”i; aynı bahçenin meyveleri ile besle-nen aile yapısının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burada iki önemli kavrama dikkat çekmekte fayda bulunmak-tadır. Bunlardan ilki “silsile”, ikincisi ise “sentez”dir.

Silsile; Arapça’da “Salsala” (zincirleme) sözcüğünün Murabba (dörtlü) mastarıdır ve “zincir” anlamı taşır. Yine bu coğrafyanın önemli dil yapılarından olan Ara-mice ve Süryanice’de yer alan “Şalşalita” (zincir) sözcü-ğü ile eş anlamlıdır. Türk Dil Kurumu “Silsile” sözcü-ğünü, sülale, köklü aile sözcükleri ile birlikte zikreder. Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları derinden ince-lendiğinde görülecektir ki, bu topraklarda adeta bir ha-lef selef zinciri gibi, ardılın öncekinin yönetim tecrübe-si üzerine yenilikler ekleyerek devamlılık sağladığı bir sülaleler tarihi oluşmuştur.

Küçük kent devletlerinden imparatorluklara kadar uzanan devlet tecrübelerinin tüm kategorilerini yaşa-mış olan bu toprakların sakinleri çok dilli, çok dinli, çok renkli ve çok kültürlü varlıklarını bir arada, bir-birlerine saygı çerçevesinde sürdürmeyi başarmışlar-dır. Çeşitlilik arz eden toplumsal yapı, diğerini olumlu olarak etkilediği gibi, bu etkileşim “değerli sentez”in ortaya çıkışını da sağlamıştır. Anadolu yarımadası bu değerin yaşam bulduğu sıcak bir kucak olduğu gibi, ya-rımadanın insanları da bu “sentez”e sahip çıkmayı bir miras olarak çocuklarına devretmişlerdir.

“Sentez” bu toprakların batı kıyılarında kurulan şehir devletlerinin vatandaşlarının yüzyıllar boyunca konuştuğu Eski Yunanca’dan gelen bir kelimedir. Eski Yunanca “birleştirme, bir araya getirme, bağdaştırma, bir araya koyma” anlamlarına gelen “Synthesis” kelime-sinden dilimize geçmiştir.

Bu toprakların insanları diliyle, örf ve adetleriyle, inanç ve yönetim tecrübeleri ile birbirini derinden et-kilemişlerdir. Mezopotamya’dan, Anadolu’nun batı kı-yılarına kadar kurulan küçüklü büyüklü devlet yapıları halkın inançlarına karşı tam bir saygı içerisinde hareket ederek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu saygının ifade-si olarak örneğin Hititler’e bin tanrılı halk denilmiştir. Ötekine saygı ilkesi İslam’ın bu topraklarda kabul gör-mesi ile birlikte daha da yükselmiş, gerek Selçuklu, ge-rekse Osmanlı tecrübesi ile farklılıklar bir hamur gibi birbirinin içinde yoğrulmuş ve bu toprakların ruhu ile mayalanmıştır.

Bu kadim topraklarda Türkmen, Kürt, Zaza, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Arap, Arnavut, Laz, Hemşin, Pomak, Çingene, Rum, Ermeni, Süryani, Sefarad ve Aşkenaz

ANADOLU’NUN ‘DEĞERLİ SENTEZ’İ VE MENDERES-ÖZAL-ERDOĞAN ÇİZGİSİNİN ÖNEMİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU78 |

gibi kimliklerin bir arada yaşama kültürünü sentezle-dikleri etnik vatandaşlık haritası oluşmuştur. Bunun yanında yine dini inanışlar bakımından da Müslüman (Sünni, Şii, Caferi ve Alevi), Hristiyan (Ortadoks ve Katolik) , Yahudi, Yezidi vb. gruplar bu etnik kimlikle-rin her birinin içerisine yayılan bir çeşitlilik göstermiş-lerdir. Bu etnik ve dinsel çeşitlilik aynı zamanda çok dilliliği de beraberinde getirmiştir. Anadolu coğrafya-sında Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Arnavutça, Boş-nakça, Çerkezce, Abazaca, Ermenice, Hemşince, Lazca, Romanca, Rumca, Süryanice, Farsça, İbranice gibi on-larca kadim dil halen yaşam sürdürmektedir.

Değerli Sentez ve Anadolu’nun Kaotik DüzeniGerek ırki, gerek dini, gerekse de dilsel çeşitlilik bu

toprakların handikabı değil, aksine değeridir. Çünkü bu üç saç ayağına sahip çeşitlilik “değerli sentezi” oluş-turan yapı taşlarıdır. Anadolu ve Mezopotamya coğraf-yası –buna Balkanları da dahil edebiliriz- etnik, dinsel ve dilsel çeşitliliğin uyumundan beslenen kaotik bir düzene sahiptir. Bu topraklarda en ufak mezralardan başlamak üzere metropollere kadar yayılan tam bir ka-otik düzen bulunmaktadır. Kaotik düzenler başlangıç şartlarına tam anlamıyla bağlı olan düzenlerdir. Örne-ğin büyükşehirlerin varoş tabir edilen kenar semtlerin-de oluşmuş fiili durumu ele alalım. Bir köyden kalkıp gelmiş bir aile bölgeye yerleşmiştir. Onu takip eden di-ğer eş-dost ve akrabalar da gelerek aynı bölgede yaşam kurmaya başlamışlardır. Bu aileler genişledikçe, orta-ya çıkan sorunların çözümü geçmişten getirilen gele-neklerin de etkisi ile görünmez bir kamusal düzenin ve otoritenin oluşumunu sağlamıştır. Oluşan mahalle

kültüründe başlangıç şartlarına bağlı tam anlamıyla bir otokontrol mekanizması ortaya çıkmıştır. Bu me-kanizma o mahalledeki yaşamın düzenlenmesinde gö-rünmez el rolü taşımaktadır. Dışardan it-kopuk tabir edilen bir elin mahalleye dadanması ile ortaya çıkan bir koruma mekanizması vardır. Aynı şekilde oluşan bir sorunun çözümünde de bu görünmez el devreye girer ve problemin çözümünde rol oynar. Bu görünmez el o mahallenin başlangıç şartlarına bağlı birikimin eseri-dir. Anadolu’da kurulan tüm yapılarda bu görünmez eli fark etmek mümkündür. Bu görünmez el kaotik düze-nin kendi yapısından kaynaklanan otokontrol meka-nizmasıdır aynı zamanda.

Kaotik terimi insanın hesaplamaya muktedir olma-dığı, son derece karmaşık ama kendi iç düzenine sahip süreçleri kast eder. Kaotik sistemler bilinçsizce de olsa, tüm girdilerin değerlendirildiği ve buna göre nihai bir davranışın ortaya çıktığı sistemlerdir. Kaotik düzen-lerde dikkat çeken iki nokta vardır. Birincisi sistemin gelecekteki durumunun başlangıç şartları ile çok sıkı ve hassas bir biçimde olması, ikincisi ise sistem karma-şıklaştıkça, sistemi kaotik duruma sokacak başlangıç değişkenlerinin sayısında ve karmaşıklığında büyük artışlar yaşanmasıdır. Konuyu daha derinlemesine in-celemek gerekirse fizikçilerin ortaya koydukları bilar-do topları örneğinden yola çıkmak uygun olacaktır. “Birkaç milyon bilardo topu içeren büyük bir bilardo masası düşünelim. Masada bulunan bilardo toplarının hareketlerinin oluşturacağı karmaşıklık aslında son de-rece bir düzen içerisindedir. Çünkü o düzenin şartları-nı belirleyen başlangıç noktasıdır. Başlangıçta ilk topa

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 79

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

vuran kişi bir düzen içerisinde o topların zincirleme bir şekilde arzu edilen noktalara ulaşmasını sağlayan vu-ruşu yapmıştır. Topların hareketi her ne kadar karma-şık gibi görünse de kaotik bir düzen içerisindedir. Tıpkı bir bardağın içerisindeki suyu oluşturan milyarlarca su molekülünün birbirini etkileyen hareketleri gibi bi-lardo topları da kaotik bir düzen içerisinde hareket et-mektedirler. Bu kaotik düzenin en önemli belirleyeni başlangıç şartlarıdır.

Ötekine SaygıAnadolu kaotik düzeni “değerli bir sentez”dir. Bu

sentezin temel dinamiği ötekine saygıdır. Bu durum Anadolu’nun en kadim geleneklerinden biridir. Bu sebepledir ki, tarih boyunca Anadolu coğrafyası sa-vaştan, çatışmadan, zulüm ve kötü muameleden ka-çan insanlar için güvenli bir bahçe olmuştur. Anadolu coğrafyası barış ve sulh coğrafyasıdır. Bu toprakların bağrında en büyük devletlerden birini kurmuş Hitit-ler ile Mısırlılar arasında imzalanmış olan Kadeş Ba-rış Anlaşması, 2. Dünya Savaşı sonrasında yenidünya düzenini şekillendirmek ve barış şartlarını oluşturmak üzere kurulan Birleşmiş Milletler binasının duvarına kazınmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fet-hinin ardından yayınladığı ferman ile Bizans halkının sadece yaşam hakkını değil, inanç, ibaret ve kendini ifade etme hakkını da garanti altına almıştır. Yavuz Sultan Selim Han, Kürt Beyi İdris-i Bitlisi ile yaptığı işbirliği ile Diyarbakır merkezli olarak Kürtler’in bu bölgede merkeze tam bir teslimiyet içerisinde özgürce yaşamalarını garanti altına almıştır. Tüm bu özgürlük esaslı yönetim tecrübelerinde temel dinamiğin merke-ze tam sadakat olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Osmanlı tecrübesinde Ermeniler merkezi otoriteye tam bağlı oldukları yüzyıllar boyunca tebay-ı sadıka diye anılmışlar ve Anadolu’nun tüm kent ve kasabala-rında özgürce yaşam şansı bulmuşlardır. Taki İngiltere, Rusya ve benzeri devletlerin dış destekleri ile olarak ortaya çıkan Ermeni çetelerinin yerel halka zarar verip, İstanbul’a başkaldırıp ayrılıkçı bir yönetim sergilemeye başlamalarına kadar da Ermeniler rahat ve huzur için-de yaşam sürdürmüşlerdir. Çetelerinin başkaldırısı ile birlikte Ermeniler de bu durumdan olumsuz şekilde etkilenmişlerdir.

HDP Anadolu tecrübesine ihanet içindeBugün HDP destekçisi grupların öz yönetim tabiri

ile sundukları ve merkezi otoritenin gücünü örselemek üzere uygulamaya koydukları hendek siyaseti; bu top-rakların kadim gelenekleri ile bağdaşmadığı gibi, aynı zamanda o geleneklere en büyük ihanettir de. Sokakla-ra kazılan hendekler ile merkeze başkaldıran, bu yolla insanlarımıza hayatı zehir eden terör örgütü PKK ve destekçisi yapıların icraatları sadece Türkiye Cumhu-riyeti devlet tecrübesine değil, bu toprakların kadim kültürü ile oluşan değerli senteze de ihanettir. Çünkü bu topraklar ayrımcılığı, bölücülüğü, ötekileştirmeyi hiçbir daim kabul etmemiştir, etmeyecektir de. İster bu

ötekileştirme devletler tarafından, ister diğer sivil ve militarist yapılar tarafından gerçekleştirilmiş olsun, bu toprakların insanları bunu kabul etmeyeceklerdir. Tıp-kı 90’lı yılların militarist devlet yapısının kabul görme-diği gibi, bugün de halkın üzerinde terör estiren PKK ve destekçisi HDP gibi yapıların militarist davranışları kabul görmemektedir.

Bu toprakların insanlarının hiçbir problemleri yok-tur ki, oturup üzerinde istişare edemesinler. Bu top-rakların mayasına aykırı davranışta bulunan her yapı halk nazarında mahkûm olacaktır. Anadolu kaotik düzenini terörize etmeye çalışanlar, mutlak surette o kaotik düzenin kendinde mündemiç bulunan koruma mekanizması, halkın oluşturduğu gelenekler ve kadim kültür önünde yenilmeye mahkûm olacaklardır. Teröre de, dış mihrakların bu topraklar üzerindeki ameliyat-larına karşı da sığınmamız gereken en önemli kucak Anadolu’nun kucağı ve o kucağın bağrında gelişen “değerli sentez”dir. Devletler örgütlü yapılar olarak bir medeniyet tasavvuru sonucu oluşurlar. Örgütlü yapı-lar insanlara kadim bir kültür olarak geçmişten gelen değerler sistemini kazandırırlar. Şehir ve Medeniyet konularındaki çalışmalarıyla tanınan değerli bilim in-sanımız Prof. Dr. Saadettin Ökten medeniyet tasavvu-runu harekete geçirmek için bazı şartları gerekli görür. Bunlar “bilmek, içselleştirmek, inanmak ve sevmektir.” Bilinmeyen içselleştirilemez, içselleştirilemeyen ina-nılmaz, inanılmayan sevilmez.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU80 |

Bugün PKK, KCK, DTK HDP ve destekçisi diğer yapılar bu toprakların kadim kültürüne, medeniyet tasavvurunu ve değerli sentezini içselleştirmek yerine ona karşı Marksist-Stalinist çizgiyi esas alan tek parti egemenliğine dayalı ideolojik bir yapı dayatmak iste-mektedirler. Ötekini yok sayan, baskı altına alan, canı-na kast eden bir geleneğin ürünü olan böyle bir yapının ne Anadolu, ne de Mezopotamya topraklarında neşv-ü nema bulması mümkün değildir. Anadolu’nun kaotik düzeni kendisine dışardan uzanan tehditkâr ele karşı her daim içsel şartlarından kaynaklanan koruma kal-kanı ile cevap verdiği gibi, bugün de verecektir. Bu top-rakların özüne ait olmayan hiçbir tecrübe toprakların sakinlerince kabul görmeyecektir.

Bu bağlamda sırtını terör örgütüne dayamış De-mokratik Toplum Kongresi’nin ortaya koyduğu ve HDP’nin sahiplendiği 14 maddelik bildiri küresel güç-lerin bu topraklar üzerinde yapmaya çalıştıkları ame-liyatın açığa vurulmuş halidir. Emperyalizmin taşe-ronluğuna soyunarak bu toprakların kadim kültürüne ve birlikteliğine zarar vermeye kalkışan her hareket ve yapı geçmişte nasıl halktan gerekli cevabı aldı ise bu-gün ve yarın da almaya devam edecektir. Anadolu ve Mezopotamya toplulukları kadim kültürlerinden süzü-lerek biriken değerli senteze sahip çıkacaklardır.

Millete “diktatör” olmak isteyenler ve “hadim” olanlar Tarih şunu ortaya koymuştur ki, Anadolu insanına

baskı, dayatma ve zorlama ile kabul ettirilmeye çalışı-lan hiçbir şey kabul görmemiş, ömrü kısa olmuş ve ters tepmiştir. Anadolu’nun ruhuna uygun olmayan, halka rağmen halk için uygulamaya konulan birçok “sözde devrim”, tüm baskı ve dayatmalara, darağaçlarına rağ-

men halkın direnişi ile karşılaşmıştır. 1950’de “Yeter Söz Milletindir” diyen Adnan Menderes ve arkadaş-larının arkasında sarsılmaz bir dağ gibi duran millet, Anadolu’nun birikimine sahip çıkmıştır. Binlerce yıllık geleneği yok sayan, İmparatorluğu, ortaçağın karanlığı gören zihniyete millet Merhum Menderes’in liderliğin-de “dur” demiştir. Bugün silahla, terörle Anadolu’yu sözde öz yönetim dayatması ile parçalamaya çalışanlar da milletten aynı tepkiyi görmektedirler.

Anadolu’nun kapılarını Türklere ve Kürtlere açan Sultan Alparslan ve onun yolundan yürüyerek üç kıta-ya imparatorluk kuran geleneği başlatan Ertuğrul Gazi ve çocukları, onların geleneğini sürdüren Merhum Adnan Menderes, Turgut Özal ve bugün Devlet Başka-nımız Recep Tayyip Erdoğan güçlerini demokrasiden ve bu demokrasiye ruh veren büyük Anadolu tecrübe-sinden almışlardır. Onlar sırtlarını her daim halka da-yamışlardır. Ne Doğu’nun ne Batı’nın, ne Kuzey’in ne de Güney’in emperyalist güçlerine sırtlarını dayayarak günlerini gün etme yolunu seçmemişlerdir. Halkın ço-cuklarını kendi süfli emellerine alet edenlere karşı Mer-hum Menderes nasıl boynunu darağacına uzatmaktan çekinmedi ise Rahmetli Özal da her türlü saldırılara karşı dik duruşundan vazgeçmemiştir. Bugün de Dev-let Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, aynı şekilde tüm saldırılara, komplolara karşı kararlılıkla mücadelesini sürdürmektedir. Onlar milletin adamı olmayı, dünyevi gayelerin üzerinde tutmuşlardır. Diktatörlere ve dikta-törlük heveslisi kuklalara karşı her daim millete hadim olmayı seçmişlerdir. Merhum Menderes tepeden inme-ci devrimlere karşı 1950-1960 arasında halk devrimini nasıl gerçekleştirdi ise 1980’li yıllara damgasını vuran rahmetli Özal ve 21. yüzyılın ilk çeyreğine damga vu-ran Devlet Başkanımız Erdoğan da aynı yolu takip ede-rek “Anadolu İhtilali’ni gerçekleştirmişlerdir.

Şu kesin olarak bilinmelidir ki, mana ve ehemmi-yetini bu toprakların ruhu ile taçlandırmayan hiçbir girişim amaca matuf olamaz. Kendilerine Milli Şef ni-teliği kazandırıp Kürt halkının kaderini ölüm timleri-nin namlusuna hedef yapanlar, açtıkları hendeklerde boğulacaklardır. Bugün ortaya koydukları tavrın halk-tan destek görmediğini anlamayanlar, Van Belediyesi örneğinde olduğu gibi halkı ve işçileri tehdit etmeyi demokratik erdem sanmaktadırlar. Oysa bu halleri tam anlamıyla halk üzerinde kurmaya çalıştıkları korku imparatorluğunun, baskı ve dayatmanın açığa vuru-mudur. Tıpkı tek partili dönemin can çekiştiği yıllarda CHP zihniyetinin bir oy için halkı tehdit etmesini an-dıran manzaraları bugün Kürt halkına yaşatmak iste-yenler dönüp tarihe bakmalıdırlar. Çünkü sonları on-ların sonlarından farklı olmayacaktır.

Çünkü emperyalistlerin boyunlarına bağladıkları ipin hareketine göre davrandıkları, Anadolu’nun de-ğerli sentezine cephe açmayı sürdürdükleri sürece tari-hin çöplüğünde yok olup gideceklerdir. Tarih ve millet hainleri affetmediği gibi, kendinden olana sahip çıkanı da hiçbir vakit unutmaz.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 81

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Hüseyin KOCABIYIKAK Parti İzmir Milletvekili

10 Nisan 2014 tarihli Sabah Gazetesi’nin manşet ha-beri benim için oldukça ilginçti. İlginç olmasının ne-deni, anılarda kalmış olayların hafıza kayıtlarımdan süzülüp gelmesidir. Sabah’ın manşeti şöyleydi: “Gülen, Menderes’le Siyasete Girecekti”. İddianın sahibi Gülen hareketiyle yollarını ayıran Prof. Dr. Ahmet Keleş’ti.  Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes daha farklı ko-nuştu. Ümran Hanım, Zaman Gazetesi’ne verdiği beya-natta “biz partimizi zaten kurduk ve o parti Fethullah Gülen’in partisi değildi” mealinde bir açıklama yaptı. Aslında hem Ahmet Keleş’in söyledikleri hem de Ümran Menderes’in söyledikleri doğru. Zira o dönemde Aydın Menderes’le beraber olmak isteyen pek çok siyasi şahsi-yet vardı. Bunların arasında Demirel, Özal, Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimleri hatırlıyorum ben. Bu esnada Fethullah Gülen cemaatinin Aydın Menderes’i boş bırakacağını düşünemiyorum bile. Nitekim aşağıda yazacaklarım Menderes’le Fethullah Gülen arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor.

MENDERES, CEMAAT’TEN HER ZAMAN RAHATSIZ OLDU!

Aydın Menderes hem kibar bir insandı hem de cema-at ve tarikatlara sıcak bakardı. Cemaatten gelen bir des-tek talebini reddetmesi mümkün değildir. Ancak, benim bildiğim kadarıyla Gülen, Aydın Menderes’e bir “Cemaat Partisi” sipariş etti ve Menderes bunu kabul etmedi. Nite-kim kurduğu Büyük Değişim Partisi, Fethullah Gülen’in istediği parti değil, Aydın Menderes’in Partisiydi. Çün-kü Aydın Menderes, bir cemaat liderinin siparişiyle parti kuracak, bir cemaat liderine parti teslim edecek biri değildi. Ancak, Fethullah Gülen de Aydın Mende-res gibi birini boş bırakacak biri değildi. Nitekim Aydın Menderes’in kurduğu partinin genel idare kurulunda Fethullah Gülen’in kontenjanı vardı. Ama daha ilginç olan şey şuydu: partinin sosyal ilişkilerini tanzim eden statülerle, Aydın Menderes’in tüm gezi ve etkinliklerini izleyen kişilerin istihdam edildiği görevlerde hep Gülen Cemaatinin adamları yer alıyordu. Mesela Menderes’in özel kalem müdürü, ismi yanılmıyorsam Birol’du, bir Fethullahçıydı. Oraya özel olarak oturtulmuş izleni-mi veriyordu ve görevi belli ki Aydın Menderes’i kont-rol altında tutmaktı. Nerden biliyorum bunu? Şundan: ben partinin kurucularındandım ve o günlerde sürekli Menderes’le birlikteydim. Menderes, özel kalem müdü-ründen hiç hazzetmezdi ama onun orada durmasına da müsaade ederdi. Diğer taraftan, şoförü Alparslan Gök-taş adında bir iş adamıydı. Göktaşlar adında bir şirketin sahibi olan varlıklı bir aileye mensuptu Alparslan. Bir iş

adamını Aydın Menderes’e şoför yapan irade elbette Ce-maat iradesiydi. Aydın Bey’in kuşatıldığını bugün daha iyi anlıyoruz. Ve bir başka şeyi daha anlıyoruz: Aydın Menderes, yeni kurduğu bir partiyi ilk fırsatta kapatıp bir başka partiye kolayca geçivermişti. Belli ki çok sevdi-ği partisinden kolayca kurtulmasının sebebi, etrafındaki cemaat kuşatmasından duyduğu rahatsızlıkmış.

ALPARSLAN GÖKTAŞ’IN KEHANETİ...Alparslan Göktaş Aydın Menderes’in şoförüydü. Te-

miz bir Anadolu çocuğuydu Alparslan. Aynı zamanda cemaate kendini adamış biri. Aydın Bey’in hem şoför-lüğünü yapıyor hem de parti yönetiminde bulunuyor-du. Partide önemli adamdı Alparslan. “Hocaefendi”yle Menderes arasındaki iletişimde önemli bir rol oyna-dığı herkesçe malumdu. Zaten partide şoför gibi değil, Menderes’in yardımcısı gibi davranırdı ve ayrıca öyle görülürdü. Alparslan bizim gibi her gün birlikte olduğu insanlara ne derdi biliyor musunuz? Aynen şunu: “Bakın göreceksiniz 20 sene sonra Hocaefendi Türkiye’ye cum-hurbaşkanı olacak”. Bu inançlı iddiasını makaraya alan bizlere yine büyük bir ciddiyetle döner ve şöyle derdi: “işte buraya yazıyorum, o gün gelince görüşürüz”. Alpars-lan Göktaş bence tarihi bir şahsiyet. O kehaneti dile ge-tirdiği günden bu güne tam 20 sene geçti. 17 Aralık 2013 operasyonu bir hükümet devirme ve devleti bütünüyle ele geçirme girişimiydi. Peki ya başarılsaydı ne olacaktı? Nedendir bilmiyorum, bugünlerde bu soruyu kendime sorduğum vakit nedense aklıma hep Aydın Menderes’in şoförü Alparslan Göktaş ve söyledikleri geliyor.

MENDERES-GÜLEN İLİŞKİSİNİ BİR DE BENDEN DİNLEYİN

194521 Eylül Adnan Menderes ve Fuat Köprülü CHP’den ihraç edildiler.24 Ekim Birleşmiş Milletler Antlaşması yürürlüğe girdi.5 Kasım Celal Bayar'ın Milletvekilliğinden istifası TBMM’de okundu ve kabul edildi.27 Kasım Refik Koraltan CHP’den ihraç edildi.2 Aralık Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı.3 Aralık Celal Bayar CHP’den ayrıldı.4 Aralık İnönü Bayar’ı kabul etti20 Aralık Antalya Milletvekili Cemâl Tunca CHP’den ayrıldı.

29 Mayıs CHP’li 5 Milletvekili bütçeye red oyu verdiler.7 Haziran Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koral-tan ve Adnan Menderes’in imzasıyla CHP Meclis Grubuna Dörtlü Takrir verildi. 11 Haziran Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ka-bul edildi.12 Haziran CHP Meclis Grubunca Dörtlü Takrir reddedildi.17 Haziran Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı.26 Haziran Birleşmiş Milletler Antlaşması imza-landı.18 Temmuz Millî Kalkınma Partisi kuruldu.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU82 |

19467 Ocak Demokrat Parti Celal Bayar, Fuat Köprü-lü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes tarafından kuruldu.8 Ocak Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar açıklamalarda bulundu.22 Ocak Manisa Milletvekili Hikmet Bayur CHP’den çıkarıldı.14 Şubat Kırşehir Milletvekili Fuat Çobanoğlu CHP’den ayrıldı.28 Şubat Sosyal Adalet Partisi kuruldu.9 Mart Eskişehir Milletvekili Emin Sazak CHP’den ayrıldı.11 Mart Liberal Demokrat Parti kuruldu.24 Nisan Çiftçi ve Köylü Partisi kuruldu.26 Nisan Türk Sosyal Demokrat Partisi kuruldu.29 Nisan Belediye Kanununun seçimlerle ilgili maddeleri değiştirildi.

10-11 Mayıs CHP’nin II. Olağanüstü Kurultayı toplandı ve CHP’nin Program ve Tüzüğünde deği-şiklikler Yapıldı.14 Mayıs Türkiye Sosyalist Partisi kuruldu.24 Mayıs Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kuruldu.26 Mayıs Demokrat Parti Belediye Seçimlerini boykot etti.2 Haziran Çiftçi ve Köylü Partisi kapatıldı.5 Haziran Tek Dereceli Milletvekili Seçimi Kanu-nu kabul edildi ve Cemiyetler Kanunu’nda Değişik-lik yapıldı.10 Haziran TBMM’de Erken Seçim Kararı alındı.17 Haziran Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi kuruldu.20 Haziran Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisinin Kurulması21 Haziran Yalnız Vatan İçin Partisi ve Ergene-kon Köylü ve İşçi Partisi kuruldu.

MENDERES'Lİ YILLARIN KRONOLOJİSİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 83|

26 Haziran Arıtma Koruma Partisi kuruldu.19 Temmuz İslâm Koruma Partisi kuruldu.21 Temmuz Yapılan ilk çok partili seçimde CHP 397, 16 ilde seçime girebilen DP 61, bağımsızlar ise 7 milletvekili çıkardılar.

5 Ağustos TBMM Başkanlığına Kâzım Karabekir ve Cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü seçildi.7 Ağustos Recep Peker Hükûmeti kuruldu.19 Eylül DP’liler Seçim Kanununda Değişiklik Önerisini TBMM’ye sundular.

19477-11 Ocak Demokrat Parti Birinci Büyük Kongre-si yapıldı. Hürriyet Misakı kabul edildi.30 Mayıs Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri seçimi yapıldı.18 Haziran TBMM İçtüzüğünde değişiklik yapıl-dı.12 Temmuz İsmet İnönü 12 Temmuz Beyanname-sini yayınladı.

22-24 Temmuz Demokrat Parti kongresi yapıldı.

9 Eylül Recep Peker Hükümeti istifa etti.

10 Eylül I. Hasan Saka Hükümeti kuruldu.

17 Kasım Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Ola-ğan Kurultayı yapıldı.

194810 Mayıs Müstakil Demokratlar Grubu kuruldu.

8 Haziran I. Hasan Saka Hükümeti istifa etti.

10 Haziran II. Hasan Saka Hükümeti kuruldu.

9 Temmuz Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nda de-ğişiklik yapıldı.

9 Temmuz Demokrat Parti Ara Seçimlere katılma-ma kararı aldı.20 Temmuz Demokrat Parti’den ayrılan Mareşal Fevzi Çakmak, Osman Bölükbaşı gibi isimler Millet Partisi’ni kurdu.17 Ekim Demokrat Parti Milletvekili Ara Seçimle-rini boykot etti.

194914 Ocak II. Hasan Saka Hükümeti istifa etti.16 Ocak Şemsettin Günaltay Hükümeti kuruldu.20-25 Haziran Demokrat Parti İkinci Büyük Kong-resi yapıldı. Milli Teminat Andı kabul edildi.5 Temmuz Müstakil Demokratlar Grubu ve Öz De-mokratlar Partisi MP’ye katıldı.

14 Eylül Seçim Kanununu hazırlayacak olan Bilim Kurulu’nun ilk toplantısı yapıldı.16 Ekim Demokrat Parti Ara Seçimleri boykot etti.6 Aralık CHP Meclis Grubu Adli Teminat İlkesini kabul etti.16 Aralık Seçim Kanunu Tasarısı Meclise sunuldu.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU84 |

195016 Şubat Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nun Ka-bulü24 Mart TBMM’de Seçim Kararının Alınması22 Nisan Cumhuriyet Halk Partisi Aday Listelerini açıkladı.23 Nisan Millet Partisi Aday Listelerini açıkladı.24 Nisan Demokrat Parti Aday Listelerini açıkladı.27 Nisan Cumhuriyet Halk Partisi Seçim Beyanna-mesini yayımladı. 28 Nisan Millet Partisi Seçim Beyannamesini ya-yımladı.8 Mayıs Demokrat Parti Seçim Beyannamesini ya-yımladı.14 Mayıs Milletvekili seçimleri yapıldı. Millet, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimler sonucunda; Demokrat Parti 416 milletve-kiliği kazandı. Cumhuriyet Halk Partisi 69, Millet Partisi 1 milletvekili, Bağımsız adaylar 1 milletveki-li ile temsil edildi.20 Mayıs Demokrat Parti Meclis Grubu, Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanlığı adaylığına seçti.22 Mayıs TBMM, 9. Dönem çalışmalarına başladı, Celal Bayar 387 oyla ( İnönü, 66 oy aldı) Cumhur-başkanlığına seçildi. Refik Koraltan da Meclis Baş-kanı olarak göreve başladı. Kabineyi kurmakla İstan-bul Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi.23 Mayıs Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İnönü’yü Çankaya’daki evinde ziyaret etti. CHP Başkanı İnö-nü bir açıklama yaptı:”... Vatanımızda birlik ve dü-zenliğin kurulması, bizim için parti mülahazaları-nın üstündedir.”29 Mayıs Başbakan Menderes "Sadece millete mal olmuş inkılapları saklı tutacağız" dedi.2 Haziran Adnan Menderes, kabinesini açıkladı. 295 Milletvekilinin katıldığı oylamada, 282 oyla gü-venoyu aldı.6 Haziran Org. Nuri Yamut, Genelkurmay Baş-kanlığına atandı.9 Haziran Adnan Menderes DP Genel İdare Ku-rulu tarafından Demokrat Parti Genel Başkanlığına seçildi.14 Haziran DP Milletvekillerinden bir grup, Hal-kevlerinin yeni bir tüzüğe bağlanması için kanun teklifi verdiler.16 Haziran Demokrat Parti hükümeti Ezanın Arapça Okunma yasağını kaldırdı.

25 Haziran Sovyetler tarafından desteklenen Ku-zey Kore orduları, sabahın erken saatlerinde Güney Kore’ye saldırdı.29 Haziran-3 Temmuz CHP VIII. Olağan Kurul-tayı yapıldı. İsmet İnönü Başkan, Kasım Gülek Ge-nel Sekreter seçildi.5 Temmuz Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı.7 Temmuz Dünya Bankası Türkiye'ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı.9 Temmuz Kuzey-Güney Kore Savaşında BM bütün ulusları, komunist Kuzey Kore'ye karşı ABD'nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılma-ya çağırdı.14 Temmuz Af Kanunu kabul edildi.25 Temmuz Cumhurbaşkanı Bayar’ın Başkanlı-ğında toplanan Bakanlar Kurulu, Kore Savaşı’na katılmak üzere 4509 kişilik bir Tugayın, Birleşmiş Milletler emrine verilmesini kararlaştırdı.28 Temmuz İnönü, gazetecilere verdiği demeçte: “Karar, TBMM’den geçirilmemiş ve memleketi sa-vaşa götürecek böyle önemli bir konuda muhalefet partisiyle fikir teatisinde bulunulmamıştır.”1 Ağustos Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) başvurdu.2 Ağustos Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) Türkiye’nin de katılması için çalışmalar yoğunlaş-tırıldı.13 Ağustos Köy ve Mahalle Muhtarlık seçimleri yapıldı.31 Ağustos Halkevlerine yapılan yardım tutarı, Maliye Bakanlığınca incelenmeye başlandı.3 Eylül Belediye seçimlerinde 600’ü aşkın CHP’li belediyeden 560’ı Demokrat Parti’ye geçti.15 Eylül Sağlık Bakanı Prof. Dr. Nihat Reşat Bel-ger istifa etti.16 Eylül Türkiye'nin NATO'ya girme başvurusu reddedildi.21 Eylül Türk Tugayı Kore’ye hareket etti.15 Ekim İl Genel Meclisi Seçimleri yapıldı.17 Ekim Türk Tugayı Kore’ye ulaştı.28 Ekim Bayındırlık Bakanı Gen. Fahri Belen, istifa etti.4 Kasım Türkiye, ‘İnsan Haklarını ve Ana Hürri-yetlerini Koruma’ Antlaşmasını Roma’da imzaladı.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 85|

195112 Ocak Kore’de yaralanan askerlerimiz, Tokyo’dan yurda hareket etti.

21 Ocak Ankara’ya, ilk Kore hasta ve yaralı kafilesi geldi.

24 Şubat Kırşehir'de Atatürk büstü saldırıya uğ-radı.

5 Mart Atatürk heykeline yapılan saldırıyı kınamak için, Kırşehir’de büyük bir protesto mitingi düzen-lendi.8 Mart Başbakan Adnan Menderes istifa etti. Hü-kümeti kurmakla tekrar Menderes görevlendirildi.

9 Mart Menderes, 2. Kabinesini kurdu.

2 Nisan 2. Menderes Kabinesi, 50’ye karşı 345 oyla güvenoyu aldı.

3 Mayıs Demokrat Parti Meclis Grubu'nda din eğitiminin genişletilmesi istendi.

4 Mayıs Menderes Meclis'te yaptığı konuşmada "Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşün-celerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır.1 Temmuz Atatürk’ün heykel ve büstlerine karşı yapılan saldırıları kınamak için, yurdun çeşitli yer-lerinde protesto mitingleri yapıldı.18 Temmuz CHP’nin Seçim Kanununda Değişik-lik Önerisi TBMM’ye sunuldu.

25 Temmuz Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hak-kında Kanun kabul edildi.

1 Ağustos Yabancı sermayeyi teşvik kanunu kabul edildi.

6 Ağustos CHP’nin Halkevleri yoluyla tasarrufuna geçirdiği malların hazineye geri verilmesine dair ka-nunun görüşmeleri esnasında, CHP’liler, CHP’nin mallarıyla ilgili görüşlerini belirttikten sonra salonu terk ettiler. Kanun teklifi, DP’lilerin oylarıyla kabul edildi. 8 Ağustos Halkevlerinin Kapatılmasına İlişkin Ka-nun çıkarıldı.

16 Eylül Milletvekili Ara Seçimleri yapıldı.

19 Eylül Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türki-ye ve Yunanistan'a NATO'ya katılma çağrısı yaptı 20 Eylül Türkiye, Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’na kabul edildi.

15-20 Ekim Demokrat Parti Üçüncü Büyük Kong-resi yapıldı.

17 Ekim Türkiye’nin, NATO’ya katılmasıyla ilgili protokol Londra’da imzalandı.

4 Kasım İlkokullarda din dersi, ders programına alındı.

26 – 30 Kasım CHP IX. Olağan Kurultayı yapıldı.

27 Kasım Kore’de ‘Kunuri Savaşı’ diye adlandırı-lan, çok kanlı çarpışmalar başladı ve günlerce sür-dü. Türk Tugayı, kendisinden sayıca üstün düşman kuvvetlerinin geceli gündüzlü üç günlük ağır ta-arruzuna rağmen, bulunduğu hattan çekilmedi ve Müttefik 8.ordusunun geri çekilebilmesini sağladı.

3 Aralık Arap harfleriyle tedrisat yapmak için giz-li ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı.12 Aralık CHP merkez binası, Hazine malı oldu.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU86 |

19535 Ocak Unilever fabrikası açılışı yapıldı.

21 Ocak Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili olarak ilk anlaşma bir Amerikan şirketiyle yapıldı.31 Ocak Batman rafinerisi (330 bin ton/yıl) inşaat sözleşmesi imzalandı.28 Şubat Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya ara-sında üçlü dostluk antlaşması Ankara’da imzalandı.4 Nisan Dumlupınar Denizaltısı, NATO tatbika-tından dönerken Çanakkale Boğazında Naboland adlı İsveç gemisiyle çarpışarak battı.

6 Nisan Menderes, Kabinesi’nde bazı değişiklikler yaptı. Enerji Kongresi yapıldı.9 Nisan Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açı-ğının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı.14 Nisan Döviz alım-satımı serbest bırakıldı.

24 Nisan NATO Konseyi, Balkan Paktı’nı onayla-dı.6 Mayıs İller Bankası’nın hedefleri açıklandı. Be-lediyesi olan 600 yerleşim merkezi elektrik ve suya kavuşturulacaktı.

195212 Ocak ABD yönetimi, Marshall Planı çerçeve-sinde Türkiye’ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı.21 Ocak Milli Savunma Bakanlığı, Kore’de 34 su-bay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açık-ladı.2 Şubat Dünya Bankası ile Seyhan Barajı kredisi hakkında görüşmeler yapıldı.18 Şubat Türkiye, NATO’ya resmen katıldı.4 Mart Amerikan Genelkurmay Başkanı (daha son-ra Başkan olacak olan) Eisenhower Ankara’ya geldi.19 Mayıs Türkiye Köylü Partisi kuruldu.16 Haziran Türkiye’ye girmeleri yasak olan Os-manlı Hanedanı üyelerinin, bazı şartlarla yurda girebilmelerine dair kanun kabul edildi.19 Haziran Dünya Bankası Yönetim Kurulu Sey-han Barajı kredisini onayladı. Kredinin ön şartı, Çukurova Elektrik A.Ş.’nin halka açık anonim şir-ket olmasıdır.22 Haziran Karabük’te dökme boru fabrikası kurul-ması kararlaştırıldı.18 Temmuz Türkiye, Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi.24 Temmuz Amasya Şeker Fabrikası kuruluş anlaş-ması imzalandı. Bu fabrikanın çoğunluk hisseleri-nin pancar üreticilerinde olması kararlaştırıldı.28 Temmuz Sümerbank’ın Taşköprü-Denizli-Er-zincan-Diyarbakır Fabrikalarının inşaatları ta-mamlandı.

1 Ağustos Seyhan Barajı’nın dış kredi dışındaki iç para sorunu halledildi.

12 Eylül Adapazarı şeker fabrikası temeli atıldı.

27 Eylül İnönü, Bursa’da konuştu: “Müstakil mah-keme, müstakil yargıç mefhumu bugün vatanın en önde gelen konularından biridir.”3 Ekim Elazığ Gölcük Santrali ve Elazığ İplik Fab-rikası temelleri atıldı. İzmir ÇİMENTAŞ çimento fabrikası temeli atıldı.8 Ekim Balıkesir'e giden CHP lideri İnönü'yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girer-se olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.11 Ekim CHP bir bildiri yayınladı: “... Muhalefet kanunlar içinde yapmaya hakkı olduğu görevini ye-rine getirmekten fiilen men edilmiştir.”22 Kasım Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a, Malatya’da suikast yapıldı. Yalman, yara almadan kurtuldu.23 Kasım Eczacıbaşı İstanbul ilaç fabrikası açılışı yapıldı

24 Aralık Öz Türkçe kelimelerle meydana getiril-miş olan 10 Ocak 1945 tarihli Anayasa, Prof. Fuat Köprülü ve 23 arkadaşının teklifi ile kaldırıldı ve 20 Nisan 1924 tarihli Anayasa tekrar yürürlüğe girdi. CHP, aleyhte oy kullandı.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 87

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

12 Mayıs Sarıyar’da derivasyon tüneli tamamlan-dı.

17 Mayıs Derme (Malatya) Hidroelektrik Santrali hizmete açıldı.

18 Mayıs TBMM, Balkan Paktı’nı oybirliği ile onayladı.

28 Mayıs Kore’de şiddetli çarpışmalar meydana geldi.

30 Mayıs Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye'den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak is-tediklerini bildirdi.5 Haziran Etibank’ın yatırım kararı: Çatalağzı % 100 tevsi edildi.

10 Haziran Sovyetler Birliği nota vererek, iki ülke ilişkilerindeki gerginliği hafifletmek teklifinde bu-lundu.20 Haziran Güney Sanayi tesislerinin açılışı ya-pıldı.

22-27 Haziran CHP’nin X. Olağan Kurultayı ya-pıldı.

27-28 Haziran Millet Partisi Dördüncü Büyük Kongresini yaptı.

8 Temmuz Millet Partisi geçici olarak kapatıldı.

11 Temmuz Batı Anadolu Enerji Nakil Hatları (ENH) – ihalesi yapıldı.

13 Temmuz PTT, KİT oldu.

16Temmuz Erzurum Kombinası hazır hale getiril-di.

17 Temmuz Seyhan Barajı yapım sözleşmesinin ihalesi yapıldı.

21 Temmuz Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.

27 Temmuz Kore Savaşı sona erdi.

28 Temmuz TCDD, KİT oldu. Sivas fabrikasında yük vagonları üretimi başladı.

1 Ağustos Sovyetler, Müttefik Ülke Filolarının İstanbul’a yaptıkları ziyaretlerden rahatsızlığını dile getirdi. Yeşilköy uluslar arası hava limanı ve terminal binası açıldı.6 Ağustos Çatalağzı tevsii işi İngilizlerle imzalan-dı.

8 Ağustos DHY (Devlet Hava Yolları) KİT oldu.

15 Ağustos İşletmeler Bakanı Yırcalı kurulacak 12 çimento fabrikasını açıkladı.

23 Ağustos İşletmeler Bakanı Yırcalı kurulacak 9 şeker fabrikasını açıkladı.

24 Ağustos Amerika Başkanı Eisenhower’ın beya-natı: “Kore’deki diğer Birleşmiş Milletler askerleri-nin yanında Türk Tugayı’nın elde ettiği başarılar, Türkiye’nin fevkalade savaş kabiliyetini ve hür dün-yanın yanında daima yer almak azminde olduğunu ispat etmiştir.”26 Ağustos Çukurova Elektrik A.Ş. (ÇEAŞ) ile im-tiyaz sözleşmesi imzalandı.

27 Ağustos Trabzon Visera santralının genişletil-mesi tetkik edildi.

31 Ağustos Samsun limanı inşaatı ihale edildi.

6 Eylül Balıkesir Dokuma Fabrikası – temel atma töreni yapıldı.

10 Eylül Gediz nehri üzerindeki Demirköprü barajı yakında ihale edildi. (İhale bedeli 203 milyon TL)

13 Eylül Amasya ve Konya şeker fabrikalarında te-mel atma töreni yapıldı.

5 Ekim Türkiye Güvenlik Konseyine seçildi.

19 Ekim 167 komünistin yargılanmasına başlandı.

10 Kasım Atatürk’ün naaşı, 15. ölüm Yıldönü-münde Etnografya Müzesi’ndeki kabrinden alına-rak Anıtkabir’deki ebedi istirahatgahına defnedildi.9 Aralık CHP’nin mallarının Hazine’ye devredil-mesine dair kanun teklifi Meclis Genel Kurulu’na geldi.10 Aralık CHP’nin bildirisi: “... CHP, kendisini bir mal ve mülk davası karşısında değil, bir rejim davası karşısında görmektedir. Maruz kaldığımız bu muameleyi seçim mücadelesinin meşru olmayan bir tertibi saydığımızı yüksek sesle bildiririz.”14 Aralık CHP’nin mallarına el konuldu. Tasarı 5’e karşı 341 oyla kanunlaştı.

19 Aralık CHP’nin yeni genel merkezi Ankara’da törenle açıldı.

24 Aralık CHP'nin Ulus Gazetesi'ne el konuldu.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU88 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU88 |

19547 Ocak Genç Demokratlar Teşkilatı kuruldu.17 Ocak Cumhurbaşkanı Bayar, Amerika Başkanı Eisenhower’ın davetlisi olarak Amerika’ya gitti.18 Ocak Yabancı Sermayeyi teşvik kanunu kabul edildi. 20 Ocak Master Plan’a göre Kayseri,Susurluk,Burdur,Erzincan,Erzurum,Malatya,Elazığ olmak üze-re 7 şeker fabrikası daha ihale edildi.22 Ocak 20 Çimento fabrikası ihale edildi.23 Ocak 30 il merkezinin otomatik telefon santralı ihalesi yapıldı.27 Ocak Millet Partisi kendini feshetti.28 Ocak Bayar’ın ABD gezisi sırasında, Başkan Eisenhower’ın konuşması: “... Dünyanın en çetin müdafilerinden biri olan Türk Milletini selamlıyo-ruz... Türkiye’nin tek bir kuşakta meydana gelen gelişmesi, zamanımızın harikalarından biridir.”29 Ocak Bayar, Amerikan Kongresi’nde bir konuş-ma yaptı. Türk ve Dünya Bankası teknik heyetleri Gediz Barajını tetkik için İzmir’e gitti.10 Şubat Cumhuriyetçi Millet Partisi kuruldu.11 Şubat Karabük-Ankara, Bolu-Düzce ENH ları ihaleleri yapıldı.17 Şubat Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik ka-bul edildi.25 – 27 Şubat CHP III. Olağanüstü Kurultayı ya-pıldı.3 Mart Soma Termik santralı sözleşmesi yapıldı.8 Mart Basın Kanunu kabul edildi.12 Mart TBMM’de, seçimlerin yenilenmesi oybirli-ği ile kabul edildi.18 Mart Batı Almanya Başbakanı Adenauer 9 gün sürecek gezisine Ankara’dan başladı.21 Mart New York Times “Dünya Bankası Perso-neli Türkiye tarafından görevden alındı.” başlıklı makaleyi ilk sayfadan haber yaptı.28 Mart Demirköprü (Gediz) ve Kemer Barajları ihalesi yapıldı. (bir Fransız grubuna 11 yıllık kredi ile)31 Mart Karabük çelikhane ve haddehane tevsii ya-tırımları temel atma töreni yapıldı.2 Nisan Mersin limanı inşaatı ihalesi yapıldı. ( 65 milyon lira)3 Nisan Hirfanlı Barajı ön ihalesi yapıldı.

4 Nisan Samsun limanı inşaatı ihalesi yapıldı.7 Nisan Kayseri şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı.11 Nisan CHP ve CMP aday listelerini YSK’ya verdiler.12 Nisan DP aday listesini YSK’ya verdi.13 Nisan Haydarpaşa ve Salıpazarı limanlarında tevsii inşaatı temel atma töreni yapıldı. SEKA 3. Kağıt Fabrikası açılışı yapıldı.15 Nisan Yugoslav Devlet Başkanı Mareşal Tito, Türkiye’ye geldi.19 Nisan Susurluk şeker fabrikası temel atma töre-ni yapıldı.24 Nisan İskenderun gübre fabrikası (süperfosfat) açılışı yapıldı. Şirketin % 51’i kamu kuruluşları, % 49’u ABD sermayesi25 Nisan Mersin limanı temel atma töreni yapıldı.26 Nisan Burdur şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı.2 Mayıs Genel Seçimler yapıldı. Demokrat Parti oy oranını arttırarak 503, CHP 31, CMP 5 ve Bağım-sızlar 2 Milletvekili kazandılar. 10 Mayıs Ankara’daki uçak motorları fabrikası traktör fabrikasına dönüştü.14 Mayıs TBMM toplandı, İstanbul Milletvekili Celal Bayar, 486 oyla yeniden Cumhurbaşkanlı-ğına, Refik Koraltan Meclis Başkanlığına seçildi. Menderes, Kabineyi kurmakla görevlendirildi.17 Mayıs Menderes, 3. Kabinesini açıkladı. Men-deres Kabinesi, 27’ye karşı 491 oyla güvenoyu aldı. 24 Mayıs İngiliz Simon Handling Engineering şir-keti ile 6 milyon Sterling kredi kapsamında 200 bin tonluk 4 betonarme hububat silosu, 1 un değirmeni ve 40 adet pelemir temizleme cihazı için anlaşma imzalandı.1 Haziran Çatalağzı tevsii temel atma töreni ya-pıldı.2 Haziran Menderes Amerika’ya gitti.8 Haziran Menderes Amerik’dan döndü. 9 Haziran Pakistan Başbakanı Türkiye’yi ziyaret etti.11 Haziran TBMM, Türk-Pakistan Anlaşmasını kabul etti.29 Haziran 8 HES ihalesi yapıldı

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 89

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 89

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

20 Temmuz Nevşehir il, Kırşehir'de Nevşehir iline bağlı bir ilçe haline getirilmiştir. 26-30 Temmuz CHP’nin XI. Kurultayı yapıldı.7 Ağustos Millet Gazetesi sahibi Fuat Arna, bir ya-zısında Başbakan Adnan Menderes'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.9 Ağustos Balkan İttifakı imzalandı.18 Ağustos Millet Gazetesi yazarı Nurettin Ardı-çoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis ce-zasına çarptırıldılar.22 Ağustos Çorum çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı.28 Ağustos Emekli General Sadık Aldoğan Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişi-liğine hakaret ettiği için tutuklandı.11 Eylül Erzincan şeker fabrikası temel atma töreni yapıldı.16 Eylül Afyon çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı

17 Eylül Tunçbilek termik santral temel atma töreni yapıldı.23 Eylül Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, 26 ay hap-se mahkum oldu.3 Ekim Darende Hidroelektrik Santrali hizmete açıldı.7 Kasım Köy ve Mahalle Muhtarlık Seçimleri ya-pıldı. 13 Kasım CHP, basın hürriyeti, hakim teminatı, muhtar seçimleri, hayat pahalılığı ve ekonomik zor-luklarla ilgili bir bildiri yayınladı.24 Kasım Kütahya Şeker Fabrikası hizmete açıldı.

1 Aralık Adıyaman ili kuruldu.

3 Aralık İsmet İnönü, Hüseyin Cahit Yalçın’ı Üs-küdar Cezaevi’nde ziyaret etti.15 Aralık Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ku-ruldu.

19558 Ocak İkizdere Baraj ve HES ihalesi yapıldı.

12 Ocak Türkiye Irak arasında anlaşma imzalandı.

19 Ocak Elazığ Şeker Fabrikası temel atma töreni yapıldı.22 Ocak Sümerbank’ın devam eden yatırımları: 190 milyon TL olarak açıklandı.23 Ocak Hububat silo kapasitesi 1 milyon tona ulaş-tı.24 Ocak Özel Sektör Konya’da çimento fabrikası ku-ruldu (Krupp ile)25 Ocak Hirfanlı Barajı ve HES ihalesi yapıldı (İn-giliz Wimpey şirketi kazandı.)3 Şubat Adana çimento fabrikası temel atma töreni yapıldı.14 Şubat Alsancak limanı inşaatı - temel atma töre-ni yapıldı.17 Şubat TOE Kamyon Fabrikası kuruluş anlaşma-sı imzalandı. Ortakları: Federal Motor Truck Co. – MKE – Ziraat Bankası-Tariş – Çukobirlik – Yeni bir anonim şirket kuruldu.

24 Şubat Bağdat’ta Türkiye ile Irak arasında karşı-lıklı işbirliği antlaşması (CENTO) imzalandı. Pakt’a daha sonra İngiltere, Pakistan ve İran’da katıldı. ABD’de gözlemci gönderdi.4 Mart ABD Columbia Steel şirketi ile 230 bin ton kapasiteli çelik silo anlaşması yapıldı. Traktör fabri-kasında üretim başladı. İlk traktör Menderes’e hediye edildi.11 Mart Etibank - Pechiney (Fra) şirketi arasında ferro krom fabrikası anlaşması imzalandı.18 Mart Bayar, Hüseyin Cahit Yalçın’ın cezasını affetti.23 Mart Demirköprü Barajı ve HES temel atma tö-reni yapıldı.30 Mart İngiltere, CENTO’ya katıldı. 1 Nisan Kıbrıs’ta EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı.3 Nisan Antalya Dokuma Sanayi TAŞ kuruldu.24 Nisan Hirfanlı Barajı ve HES temeli atıldı.3 Mayıs Barış İçin Atom Enerjisi Sözleşmesi imza-landı. ABD’nin yabancı bir ülke ile imzaladığı İlk Sözleşme

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU90 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU90 |

5 Mayıs Pakistan, CENTO’ya katılacağını ilan etti.

14 Mayıs Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı’nı imzaladılar. SEKA ve Demir – Çelik İşlet-meleri Genel Müdürlüğü kuruldu. (KİT statüsü)20 Mayıs Ege Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversistesi kuruldu.

22 Mayıs TBMM’de, İnönü’nün “... Başbakanı dur-duracak hiçbir kuvvet kalmamıştır.” demesi üzerine, Menderes ile İnönü arasında sert tartışmalar oldu.3 Haziran Elmalı Bendi II – açılışı yapıldı.

10 Haziran Hilton oteli açıldı.

23 Haziran DSİ – TCK - TCDD, Amerikan Wes-tinghouse şirketinden 32 milyon Dolar değerinde kredili iş makineleri ithal edildi.28 Haziran Kepez Baraj ve HES yapım anlaşması imzalandı. İmtiyazlı şirket kuruldu.

27 – 28 Haziran CMP Birinci Büyük Kongresini yaptı.

11 Temmuz Yunanistan’a, son zamanlarda Kıbrıs’ta meydana gelen Türklere yönelik şiddet olayları nede-niyle ilk nota verildi.15 Temmuz Thornburg raporunu hükümete verdi. Raporda 10 sene sonra Türkiye ekonomik bakımdan en büyük devletler arasında yer alacağı sonucuna ulaşılmıştı.23 Temmuz Kütahya’da Azot Sanayii Kompleksi te-meli atıldı.

24 Temmuz İzmit Sümerbank-Mannesmann Boru fabrikası temel atıldı.

14 Ağustos Pınarhisar çimento fabrikası temeli atıl-dı.

18 Ağustos TBMM’nin manevi şahsiyetine hakaret iddiasıyla 1 yıl hapis cezasıyla 4 ay Bursa’da otur-maya mahkum edilen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek cezaevinden tahliye edildi.23 Ağustos Kıbrıs’ta garantör ülke konumunda bu-lunan İngiltere’ye, meydana gelen olaylar üzerine ilk nota verildi.

29 Ağustos Kıbrıs Konferansı Londra’da toplandı.

4 Eylül Londra’da bulunan Türk vatandaşları, Kıb-rıs için miting yaptılar.

6 Eylül ‘6/7 Eylül’ olayları. ‘Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi’ İstanbul, İzmir ve Ankara’da şiddetli protestolarla kınanmaya başlandı. Olayların önünün alınamaması üzerine, bu üç şehir-de de sıkıyönetim ilan edildi.7 Eylül Gayrimüslimlere karşı başlayan tepkiler, di-ğer şehirlere de sıçradı, olaylar çok güç yatıştırılabil-di. TBMM olağanüstü toplandı.9 Eylül İstanbul’da üç, Ankara ve İzmir’de birer as-keri mahkeme kuruldu.

10 Eylül İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti.

12 Eylül TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı.

16 Eylül İzmir'de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı işleri müdürü ve başyazarı Or-han Rahmi Gökçe tutuklandı.19 Eylül Ankara'da Ulus Gazetesi süresiz İstanbul'da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman ga-zeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.25 Eylül İl Genel Meclisi Seçimleri yapıldı.

15-20 Ekim Demokrat Parti Dördüncü Büyük Kongresi yapıldı.

13 Kasım Belediye Seçimleri yapıldı.

29 Kasım Adnan Menderes istifa etti. Celal Bayar, Hükümeti kurmakla tekrar Menderes’i görevlendir-di.8 Aralık 4. Menderes Kabinesi kuruldu. 58’e karşı 398 oyla güvenoyu aldı.

17 Aralık 6/7 Eylül olaylarından sonra İstanbul, İz-mir ve Ankara’da sürdürülen sıkıyönetim, Ankara ve İzmir’de kaldırıldı. 20 Aralık Demokrat Parti'den ayrılan 19 milletve-kili, Hürriyet Partisi'ni kurdular.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 91

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 91

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

19561 Ocak Bayar Erzurum’da Et Kombinası’nın tesis-lerini açtı.5 Ocak Antalya İplik Fabrikası temel atma töreni yapıldı.7 Ocak Bayar Konya’da Et Kombinasını ve Türkiye’nin en büyük tuğla ve kiremit fabrikasını açtı.8 Ocak Konya Hotozlu’da 60 bin ton kapasiteli buğ-day silosu ve un değirmeni inşaatı başladı.14 Ocak İstanbul’da Divan Oteli açıldı.

23 Şubat Meclis’te, Emin Kalafat’ın, İnönü’nün 6/7 Eylül olaylarından söz etmesinin vatanperverlikle bağdaşmadığını söylemesi üzerine olaylar çıktı.2 Mart Cumhurbaşkanı'na hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mah-kum oldu.6 Mart Türkiye Yapağı ve Tiftik A.Ş. kuruldu.

31 Mart Çatalağzı ikinci ünite üretime başladı. (120 MW)6 Nisan Tunçbilek termik santralinde üretim başla-dı. Çatalağzı – Karabük – Kırıkkale Ankara Enerji Nakil Hattı (ENH) tamamlanarak Akköprü trafo santralı hizmete açıldı.8 Nisan Seyhan Barajı hizmete açıldı. 24 Ekim 1953’de temel atma töreninde I. Ünitenin 15.3.1956, II. ünitenin ise 15.4.1956’da hizmete açılacağı açık-lanmıştı. Adana’da Bossa fabrikası açıldı. Başbakan Adnan Menderes, muhalefeti "Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik"le suçladı.10 Nisan Bayar ve Menderes Birecik Köprüsü’nü açtılar.12 Nisan Bayar Darıca çimento fabrikasının tevsiini hizmete açtı.Tevsi ile kapasite 40 bin tondan 300 bin tona çıkıyor ve Türkiye’nin en büyük çimento fabri-kası.25 Nisan Jeep Fabrikası açılışı yapıldı.(Türkiye’de ilk taşıt aracı üretimi) Bir yıl önce traktör fabrikası da üretime geçmişti1 Mayıs 6/7 Eylül olaylarında zarar görenlere taz-minatları ödenmeye başlandı.4 Mayıs İskenderun’da 20 bin tonluk beton hububat silosu açılışı yapıldı.21-24 Mayıs CHP'nin XII. Genel Kurultayı yapıldı

30 Mayıs Ulaştırma Bakanı Arif Demirer Türkiye’nin ikinci uluslararası hava limanı Esenboğa’yı hizmete açtı.31 Mayıs CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "Adım adım mutlakıyete gidiyoruz " dedi.6 Haziran 6-7 Eylül Olayları nedeniyle ilan edilen sıkıyönetim kaldırıldı ve Basın Kanunu’nda değişik-likler yapıldı.7 Haziran Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Karabük haddehane tevsii ihalesi yapıldı.9 Haziran Pfizer Türkiye’de antibiyotik üretime başlamak üzere temel atma töreni yapıldı.11 Haziran GİMA (Dıda Maddeleri A.Ş.) kuruldu.

14 Haziran Kasım Gülek’e 1 Yıl Hapis Cezası ve-rildi.15 Haziran Akis dergisi toplatıldı.

27 Haziran Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda değişiklikler yapıldı.8 Temmuz Muhalefet Liderleri, İnönü, Karaos-manoğlu ve Bölükbaşı müşterek bir tebliğ yayın-ladı. - ABD Başkan Yardımcısı Nixon (daha sonra Başkan olacaktır), resmi ziyarette bulunmak üzere Türkiye’ye geldi.14 Temmuz Ankara Çimento Fabrikası üretime baş-ladı.22 Temmuz Akis dergisi toplatıldı.

4 Ağustos Ulus gazetesi toplatıldı

13 Ağustos Bakanlar Kurulunca, ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.1 Eylül Köy ve Mahalle Muhtarlık Seçim Süreleri dört yıla çıkarıldı.14 Eylül Akis dergisi toplatıldı.

30 Eylül- 2 Ekim Bayar ve Menderes Erzurum, Er-zincan, Elazığ, Malatya Şeker Fabrikalarını hizmete açtı.25 – 27 Ekim CMP’nin İkinci Genel Kongresi ya-pıldı.26 Ekim Balıkesir Dokuma Fabrikası hizmete açıldı.

15 Kasım Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu.

4 Aralık Hürriyet Partisi TBMM’de Anamuhalefet Partisi haline geldi.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU92 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU92 |

19575 Ocak Eisenhower Doktorini resmen açıklandı.

14 Şubat Başbakan Menderes, Ankara'da Kocate-pe Camii'nin yapımı için cami yaptırma derneğine 100.000 TL bağış yaptı.4 Nisan Eskişehir çimento fabrikasının açılışı yapıl-dı.11 Nisan Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı21 Nisan SEKA 3. ünite üretime başladı.

11 Mayıs Zaman Gazetesi'nden Nusret Safa Coş-kun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular.19 Mayıs Kayseri’de halka yaptığı açıklamada Ad-nan Menderes, DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Sü-leymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını açık-ladı.26 Mayıs Adana çimento fabrikası üretime başladı.

27 Mayıs Sanayi Bakanlığı kuruldu.

31 Mayıs Atatürk Üniversitesi kuruldu.

12 Haziran SEKA tevsii sözleşme imzalandı.

20 Haziran Samsun’da Güney Oto Lastik ve Ka-uçuk A.Ş. kuruldu. Otomotiv yan sanayi.(Bugün FKK adıyla büyük bir kuruluş)30 Haziran Ankara Gülveren semtinde 4200 ucuz mesken yapılması için temel atma töreni yapıldı.1 Temmuz 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden il yapıldı.2 Temmuz Osman Bölükbaşı tutuklandı.

5 Temmuz İstinye tersanesinde 750 kişilik 48 mt yolcu gemisi yapıldı. 27 MW’lık Almus barajı ihalesi yapıldı.6 Temmuz SEKA 4. Kağıt Fabrikası temel atma tö-reni yapıldı.15 Temmuz THY’na İngiliz BOAC yarım milyon Sterlin ile ortak oldu.18 Temmuz Orhan Köprülü’nün DP’den istifa etti.

19 Temmuz Maliye Bakanlığı Müsteşarı iki proje ili ilgili protokollerin imzalandığını açıkladı: 5 milyar kwst elektrik enerjisi üretecek Keban Barajı ve İstan-bul Boğaz Köprüsü23-25 Temmuz Osman Bölükbaşı serbest bırakıldı, yeniden tutuklandı.

24 Temmuz İngiliz havayolu işletmecisi BOAC, THY’nın % 25 hissesini satın aldı. Ayrıca 10 seneli vadeli 1.5 milyon Sterlin kredi verdi ve THY böyle-likle çok büyük ihtiyacı olan 4 motorlu, türbin per-vaneli (yarı jet) 54 kişilik 5 adet yeni uçağa kavuştu.28 Temmuz Çanakkale’de temel atma törenleri ya-pıldı. Özel sektör: Meyve konservesi, Seramik (Kale-bodur) fabrikaları, Sümerbank (özel sektör ile ortak) palamut (valeks) tesisi. Haliç Tersanesi’nde Haydar-paşa-Sirkeci arasında demiryolu vagonu taşıyacak özel feribot üretimi yapıldı.6 Ağustos Zonguldak limanı ve lavvuar (kömür yı-kama) tesisi (12 bin ton/gün) – açılışı yapıldı.(Lav-vuar atıkları ile Çatalağzı’nda elektrik üretilmek üze-re) Daha önce en pahalı taşkömürü ile üretiliyordu.7 Ağustos Filyos tevsi açılışı yapıldı.

8 Ağustos Menderes Kastamonu Taşköprü’de şeker fabrikası temeli attı. Açıklamasında “İktisadi İstiklal Mücadelesinin Meydan Muharebesi kazanılmıştır.” dedi.23 Ağustos Orhan Köprülü Hürriyet Partisine gir-di.4 Eylül Muhalefet Partileri Ortak Bir Bildiri yayım-ladı.7 Eylül DP kurucularından Prof. Fuat Köprülü par-tisinden istifa etti.9 – 11 Eylül CHP’nin XIII. Kurultayı yapıldı.

11 Eylül TBMM’de seçimlerin yenilenmesi kabul edildi ve Seçim Kanununda değişiklikler yapıldı.14 – 16 Eylül Hürriyet Partisinin İlk Büyük Kong-resi yapıldı.15 Eylül İstanbul Ataköy’de Türkiye’nin ilk toplu konut projesinin temeli atıldı.18 Eylül Cumhuriyetçi Millet Partisinin Olağanüs-tü Kongresi5 Ekim CHP’nin Milletvekili Aday Listesi açıklandı.

7 Ekim DP’nin, Hür. P.’nin ve CMP’nin Milletve-kili Aday Listeleri açıklandı.10 Ekim Vatan Partisinin İstanbul ve İzmir İllerinin Aday Listesi açıklandı ve CHP’nin Seçim beyanna-mesi açıklandı.18 Ekim Hür. P.’nin Seçim beyannamesi açıklandı.

21 Ekim CMP’nin Seçim beyannamesi açıklandı. Bayar “30 yıl sonra Türkiye küçük bir Amerika ola-cak” dedi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 93

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 93

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

27 Ekim Genel Seçimler yapıldı. Demokrat Parti 424, Cumhuriyet Halk Partisi 178, Cumhuriyetçi Millet Partisi 4, Hürriyet Partisi 4 milletvekili çıkar-dı.1 Kasım TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. İstanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına ve Refik Koraltan Meclis Baş-kanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Mende-res görevlendirildi.

28 Kasım Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.

4 Aralık 5.Menderes Kabinesi 133’e karşı 403 oyla güvenoyu aldı.

195816 Ocak İstanbul’da 9 Subay Olayı’ olarak adlandı-rılan hadise ortaya çıktı.19 Ocak Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin istifa etti.28 Ocak Kıbrıs’ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı.31 Ocak TBMM, Kıbrıs’ta İngiliz askerlerinin Türk-lere karşı silah kullanması dolayısıyla İngiltere’yi kı-nadı.14 Şubat İstanbul Oto Sanayi Sitesi temel atma tö-reni yapıldı.15 Mart DİMES – Türkiye’nin ilk meyva suyu fab-rikası kuruldu.9 Nisan CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı yol açtı.1 Mayıs Çorum Çimento Fabrikası açılışı yapıldı.

8 Mayıs Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıy-la Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı.9 Mayıs Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı.22 Mayıs Ankara şeker fabrikası – temel atma töreni yapıldı.26 Mayıs Tutuklu bulunan 9 Subayın mahkemesine başlandı.28 Mayıs Basın suçlularının affı tasarısı, DP’lilerin oyu ile reddedildi. Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Dergi de 3 ay kapatıldı.31 Mayıs Haydarpaşa liman ve 34 bin tonluk hubu-bat silosu hizmete girdi.

7 Haziran İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda Büyük Kıbrıs mitingi yapıldı.14 Haziran Türk Hükümeti, İngiltere’nin Kıbrıs planını kabul etmedi.14 Temmuz Irak Kralı Faysal, Prens Abdülillah ve Başbakan Nuri Sait öldürüldü.15 Temmuz ABD, Lübnan’a asker çıkardı.

17 Temmuz İngiltere, Ürdün’e asker çıkardı.

20 Temmuz Irak’taki olaylar dolayısıyla kısmi sefer-berlik hazırlıklarına başlandı.4 Ağustos IMF Türkiye'ye 250 milyon dolar kredi verdi.9 Ağustos İngiliz Başbakanı McMillan gelişen son olaylar üzerine Türkiye’ye geldi.7 Eylül Soma Termik Santralı açılışı yapıldı.

17 Eylül İstanbul’da Keresteciler Çarşısı temel atma töreni yapıldı. Motorlu Dokumacılar Sitesi temel atma töreni yapıldı.21 Eylül Başbakan Menderes, CHP'nin parti olma-dığını, İsmet İnönü'nün siyaseti bırakması gerekti-ğini söyledi.22 Eylül İnönü, "Demokrasiye paydos demeye De-mokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir" şeklinde cevap verdi. Alsancak limanı ve hububat si-losu hizmete girdi.25 Eylül Kemer Barajı ve HES açılışı yapıldı.

1 Ekim İngiltere’nin hazırladığı ve Türkiye’nin ka-bul etmiş olduğu, yeni Kıbrıs planı uygulanmaya başlandı. Kıbrıs bunalımı, Türkiye ile Yunanistan arasında daha da yoğunlaşıyor.6 Ekim Milli Sanayi Sergisi açıldı.

195912-15 Ocak CHP XIV. Olağan Kurultayı yapıldı.

21 Ocak Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Ulus Gazetesii'ndeki bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı.5 Şubat Türk-Yunan görüşmeleri Zürih’te başladı.

17 Şubat Başbakan Menderes’i Londra’ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 ki-şinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. Olayın Türkiye’de duyulması üzerine, bir süredir Iktidar ile Muhalefet arasında süren gergin-lik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası sürdürülemedi. 19 Şubat Kıbrıs konusunda Londra Antlaşması im-zalandı. Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri tarafından imza edildi.21 Şubat Elazığ Çimento Fabrikası açılışı yapıldı.

26 Şubat Yurda dönen Menderes törenlerle karşı-landı. Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti.4 Mart TBMM, Londra Antlaşması’nı, muhalefetin 135 red oyuna karşın 347 oy ile kabul etti.

5 Mart Türkiye ile ABD arasında ikili askeri anlaş-ma imzalandı. ABD'nin diğer Bağdat Paktı ülkele-riyle de imzaladığı bu ikili anlaşmaya göre, bu ül-kelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda buluna-caktı.15 Nisan Başbakan Menderes bindiği Giresun ve re-fakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya'ya gitti.

24 Nisan İnönü’nün 28 Aralık 1958 tarihinde An-kara İl Kongresinde yaptığı konuşmadan dolayı do-kunulmazlığının kaldırılması istenildi.30 Nisan Uşak Olayları yaşandı.

1 Mayıs Uşak'ta İsmet İnönü'nün başına taş atıldı. 12 kişi tutuklandı.4 Mayıs Topkapı Olayları yaşandı

7 Mayıs Yunanistan Başbakanı Karamanlis, resmi ziyarette bulunmak için Türkiye’ye geldi.26 Haziran Afyon beton travers fabrikası temel atma töreni yapıldı.20 Temmuz TBMM’de sert tartışmalardan sonra ara seçimlerin ertelenmesi kabul edildi.31 Temmuz Türkiye (sonradan AB’ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için resmen başvurdu.27 Eylül CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek istifa elli.7 Kasım Milletvekili Osman Bölükbaşı 10 ay hapis cezası aldı. OTOSAN şirketi kuruldu.2005 yılında TÜPRAŞ’dan sonra Türkiye’nin 2 inci büyük sana-yi kuruluşu 2 Ağustos 1960 tarihinde üretime geçti.18 Kasım Yüksek İslam Enstitüsü, İstanbul’da ge-çici olarak İmam Hatip Okulu’nda öğretime başladı.18-20 Kasım CKMP Dördüncü Büyük Kongresi yapıldı.6 Aralık Amerika Başkanı Eisenhower resmi ziya-rette bulunmak üzere Türkiye’ye geldi.8 Aralık ERDEMİR demir ve çelik sanayi ile ilgili protokol imzalandı.16 Aralık Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU94 |

12 Ekim Adnan Menderes Manisa Nutkunu yaptı. (Vatan Cephesi Çağrısı)17 Ekim Zile Olayları yaşandı.19 Ekim Başbakan Menderes, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’ı ziyaret etti.26 Ekim Balıkesir Çimento Fabrikası açılışı yapıldı.3 Kasım CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.

16 Kasım Atatürk Üniversitesi açıldı.

25 Kasım 9 subaydan (9 subay olayı) 8’i beraat etti.

27 Kasım Pınarhisar Çimento Fabrikası açılışı ya-pıldı.30 Kasım İnönü'nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi'ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl ha-pis cezasına çarptırıldı.

19606 Ocak Adnan Menderes - ATAŞ’ta temel atma töreni yapıldı.Kapasite 3 200 000 ton / yıl Tamamı yabancı sermaye(Amerikan+İngiliz).8 Ocak Hirfanlı Barajı ve HES Adnan Menderes Türkiye’nin en büyük baraj ve hidroelektrik santralini hizmete açtı. Göl hacmi 5980 hektometreküp ( 6 mil-yar m3) Kapasitesi 128 MW - ülke toplam gücünün % 12’si. Adnan Menderes-Kesikköprü Barajı 76 MW temel atma töreni yapıldı.7 Şubat İnönü’nün Konya Gezisi gerçekleşti.

23 Mart Bediüzzaman Said-i Nursi Şanlıurfa’da vefat etti.

2 Nisan İnönü’nün Kayseri Gezisi gerçekleşti.

12 Nisan Başbakan Menderes Temmuz Ayında Moskova’yı ziyaret edeceğini açıkladı. DP Grubu ya-yımladığı bildiri ile CHP'yi "silahlı ve tertipli ayaklan-malar hazırlamakla", bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçladı ve üç ayda işini bitirecek bir Tahkikat(Soruşturma) Komisyonu-nun kurulması yönünde kararın alındığını açıklıyor-du.18 Nisan İnönü, "Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam” dedi.

23 Nisan Adnan Menderes - İPRAŞ rafinerisi temel atma töreni yapıldı. Yabancı sermaye % 50 (ABD) Ka-pasite: 1 milyon ton/yıl. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu – 2005 Adnan Menderes İzmit boru fabrika-sının tevsi yatırımı temel atma töreni yapıldı.Kapasite artırımı % 140 (Lisans ve kredi Mannesmann’dan)27 Nisan Tahkikat Encümeni Salahiyet Kanunu, uzun ve çetin tartışmalardan sonra kabul edildi. 12 CHP Milletvekili 3-6 celse çıkarma cezası aldı. CHP Lideri İnönü, 12 celse çıkarma cezasına çarptırıldı. Mersin limanının bir bölümü hizmete açıldı. Limanda Avrupa’nın en büyük kapasiteli betonarme hububat si-losunun (100 bin ton) inşaatı yapıldı.Birkaç ay sonra, 1960 yılında, tamamlandı.28 Nisan İstanbul ve Ankara’da meydana gelen olay-lar üzerine iki şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. İstan-bul Üniversitesi’nde, DP aleyhinde gösteri yapıldı.29 Nisan Ankara ve İstanbul Üniversiteleri bir ay süre ile kapatıldı.

1 Mayıs İstanbul’da bir günlük, gündüz sokağa çıkma yasağı kondu.

2 Mayıs NATO Bakanlar Konseyi, İstanbul’da top-landı. Protesto gösterileri yapıldı.

3 Mayıs Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, yazılı olarak hükümeti uyarmak istedi. (mek-tup darbeden sonra açıklanmıştır.)5 Mayıs Ankara’da Kızılay’da, Cumhurbaşkanı, Mec-lis Başkanı ve Başbakanında bulunduğu bir ortamda, gösteriler ve protestolar (555K Olayı) düzenlendi.6 Mayıs Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel görevinden izinli olarak ayrıldı.11 Mayıs 310 Milyon Dolar yatırım bedeli olan Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Ereğli Demir Çelik Fabrikaları T.A.Ş. şirketi kuruldu.15-18 Mayıs Menderes’in Ege Gezisi gerçekleşti. Menderes'i çok büyük kalabalıklar coşkuyla karşıladı.17 Mayıs Bergama dokuma fabrikası açılışı yapıldı. Manisa dokuma fabrikası açılışı yapıldı.18 Mayıs Demirköprü barajı 3 ve HES açılışı yapıldı.

21 Mayıs Harp Okulu öğrencileri Ankara’da, iktidar partisi aleyhinde sessiz bir yürüyüş yaptılar. 25 Mayıs Meclis, 20 Haziran 1960 tarihine kadar tatil edildi.25-26 Mayıs Menderes’in Eskişehir gezisi gerçekleşti.

26 Mayıs Eskişehir yem fabrikası temel atma töreni yapıldı.27 Mayıs 27 MAYIS Darbesi. Meclis feshedildi.

28 Mayıs Cumhurbaşkanı Celal Bayar tutuklandı. Milli Birlik Komitesi Kabinesi açıklandı. Kabinede 3 asker ve 14 sivil yer aldı. Prof. Sıddık Sami Onar Başkanlığı'nda toplanan Profesörler Kurulu (İlim ve Hukuk Heyeti) '27 Mayıs'ın meşru olduğu hakkında rapor verdi.30 Mayıs DP İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuk-lu bulunduğu Harp Okulu'nda pencereden atlayarak intihar ettiği duyuruldu.1 Haziran İnönü, Ankara'da yaptığı basın toplantı-sında, 'Ordunun harekatından haberdar olmadığını' belirtti.12 Haziran İhtilali gerçekleştiren üst rütbeli subay-ların oluşturduğu 'Milli Birlik Komitesi'nin 1 sayılı kanunu ile Anayasa'nın bazı maddeleri kaldırıldı ve bu suretle TBMM feshedildi. TBMM'nin bütün hak ve yetkileri, Geçici Anayasa gereğince Milli Birlik Komitesi'ne devredildi. Milli Birlik Komitesi üyeleri-nin adları açıklandı.21 Haziran Milli Birlik Komitesi, TBMM binasında çalışmalarına başladı.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 95

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

22 Haziran Emekli Oramiral Fahri Korutürk, Türkiye'nin Moskova Büyükelçiliğine atandı.24 Haziran MBK üyeleri törenle yemin ettiler.30 Haziran Geçici Anayasa'nın 6. Maddesine göre MBK tarafından seçilen 1 Başkan ve 30 üye denmey-dana gelen 'Yüksek Soruşturma Kurulu' toplandı.4 Temmuz Siyasi partilerin, taşra teşkilatları kapatıl-dı.12 Temmuz Celal Bayar, vatana ihanet suçundan Yüce Divan'a sevk edildi.3 Ağustos 235 general ve amiral emekliye sevk edildi. Bu olay 'Eminsular' adıyla anılır.12 Ağustos MBK'nin kabul ettiği kanunla, MBK'nin çıkardığı kanunların geçici olmadığı kabul edildi. Ka-nundan geçici kelimesi çıkartıldı.15 Ağustos Zürih ve Londra Antlaşmaları'na dayanı-larak Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs'ın Cumhur-başkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı.16 Ağustos Antlaşmalar gereğince bir Türk Alayı bü-yük bir törenle Kıbrıs'a çıktı. 82 yıl sonra ilk defa Türk askeri Kıbrıs'a ayak basıyordu.25 Ağustos MBK 10 Bakanı görevinden azletti. 2. MBK Hükümeti kuruldu. 11 Eylül MBK üyesi ve Ankara Valisi Gen. İrfan Baş-tuğ, İstanbul-Ankara yolunda trafik kazasında öldü.26 Eylül Celal Bayar, tutuklu bulunduğu Yassıada'da, bel kemeriyle intihara teşebbüs etti.29 Eylül Demokrat Parti kapatıldı.

7 Ekim Yüksek Adalet Divanı üyeleri Ankara'dan ay-rılarak Heybeliada'ya yerleştiler.

14 Ekim Yassıada duruşmaları başladı. 587 sanık ve 1063 tanık dinlendi. Divan kararlarına göre 15 kişi ölüm cezasına, 31 kişi müebbet hapis cezasına, 418 kişi çeşitli cezalara çarptırıldı. 123 kişi beraat etti. MBK 15 ölüm cezasından 4'ünü onayladı. Bayar'ın cezası yaş haddinden dolayı müebbet hapse çevrildi. 3 ölüm cezası infaz edildi. Diğer 12 ölüm cezası ise müebbet hapse çevrildi.27 Ekim Üniversite öğretim üyelerinin affına ve yer değiştirilmelerine dair kanun kabul edildi. Sonradan 147'ler olarak adlandırılacak olan 147 öğretim üyesi (profesör, doçent, asistan) görevlerinden uzaklaştırıldı.9 Kasım Emekliye ayrılan subayların, istekleri halinde öğretmenliğe atanabilmelerine dair kanun kabul edildi.

14 Kasım 14 MBK üyesinin görevlerinden affına dair kanun kabul edildi.

15 Kasım MBK, 'Dışişleri Bakanlığı Kuruluşu' hak-kındaki kanuna ek olarak kabul ettiği kanunla, Dışişle-ri dış teşkilatında 14 Müşavirlik kurdu ve Komitedeki görevlerinden alınan 14 üye, en az 2 yıl yurda dön-memek üzere bu Müşavirliklere atandı. Bu kişiler on dörtler olarak da adlandırılırlar.19 Aralık İskenderun'da Atatürk Anıtı saldırıya uğ-radı.

30 Aralık CHP, aralarında İnönü'nünde olduğu 49 'Kurucu Meclis' üyesini seçti.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

19613 Ocak Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ku-ruluş kanunu kabul edildi.4 Ocak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kabul edildi. Yeni Kabinenin kurulabilmesi için bü-tün Bakanlar istifa etti.5 Ocak Cemal Gürsel, 6 yeni Bakan alarak 3. Kabi-nesini kurdu.6 Ocak Kurucu Meclis çalışmalarına başladı. 14 Ocak Memleketçi Cumhuriyet Partisi kuruldu.11 Şubat Yeni partiler kuruldu. Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi Çalışma Parti-si, Memleketçi Parti, Mutedil Liberal Parti, Türkiye İşçi Partisi.

13 Şubat Yeni Türkiye Partisi ve Düstur Partisi kuruldu.6 Mart İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulundu.1 Nisan Siyasi faaliyete izin verildi.6 Nisan Temsilciler Meclisi'nde, subay ve astsu-bayların oy kullanmaları kabul edildi.24 Mayıs Ankara ve İstanbul'da yürürlükte bulu-nan sıkıyönetim uzatıldı.25 Mayıs Yeni seçim kanunu kabul edildi.27 Mayıs Yeni Anayasa (1961 Anayasa'sı olarak adlandırılır), Kurucu Meclis'te 2 red oyuna karşılık 260 oyla kabul edildi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU96 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

21 Temmuz Kurucu Meclis seçimlerin 15 Ekim 1961 tarihinde yapılmasına karar verdi.1 Ağustos Yassıada duruşmaları sona erdi.24 Ağustos 15. CHP Kurultayı Ankara'da toplan-dı.3 Eylül Başkan Gürsel'in Başkanlığında toplanan parti başkanları, yapılacak Milletvekili seçimlerinde, 27 Mayıs'ı zedelememek, 'Eminsular' konusunu deşmemek, DP'yi methetmemek konusunda bir ant-laşma imzaladılar.15 Eylül Yassıada Yüksek Adalet Divanı kararları açıklandı. 15 Sanık ölüm cezasına çarptırıldı. Diğer sanıklar çeşitli cezalara çarptırıldılar. Ölüm cezasına çarptırılanlar:Celal Bayar / Adnan Menderes / Fatin Rüştü Zorlu / Hasan Polatkan /Refik Koraltan / Agah Erozan / İbrahim Kirazoğlu / Ahmet Hamdi Sancar / Nusret Kirişçioğlu / Bahadır Dülger / Emin Kalafat / Baha Akşit / Osman Kıvrakoğlu / Zeki Erataman / Rüştü ErdelhunYüksek Adalet Divanı'nca verilen ölüm cezaların-dan, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın ölüm cezaları MBK Tarafından onay-landı. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 65 yaşını bitirdiği için cezası müebbet hapse çevrildi, diğer ölüm cezaları ise Milli Birlik Komitesi tarafından müebbet hapse çevrildi.16 Eylül Eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan hakkında veri-len ölüm cezaları İmralı Adası'nda infaz edildi.

17 Eylül Eski Başbakan Adnan Menderes hakkında verilen ölüm cezası İmralı Adası'nda infaz edildi.

15 Ekim Genel seçimler yapıldı. Adalet Partisi: 158 Milletvekili 70 Senatör / CHP: 173 Milletvekili 36 Senatör / YTP: 65 Milletvekili 28 Senatör / CKMP 54 Milletvekili 16 Senatör çıkardı.25 Ekim Darbeden 17 ay sonra TBMM, Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından açıldı.

26 Ekim Org. Cemal Gürsel, 607 oyun 434'ünü alarak Cumhurbaşkanlığı'na seçildi. Suat Hayri Ür-güplü, Senato Başkanı, Fuat Sirmen TBMM Başka-nı seçildiler.10 Kasım CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Hü-kümeti Kurmakla görevlendirildi. Cumhurbaşkanı Gürsel: "... İçinde bulunduğumuz güç şartları çö-zümleyecek birine görev verdim." dedi.20 Kasım İnönü, CHP-AP Koalisyon Hükümeti'ni kurdu.

2 Aralık 8. İnönü Kabinesi, 4 red, 78 çekimser oya karşın 269 oyla güvenoyu aldı.

23 Aralık Başbakan İnönü yaptığı konuşmasında: "... Af, Hükümet programına alınmıştır. Bardağı taşıracak bir damla daha koymayacağım. Bu durum-da herkesin bana yardım etmesi lazımdır. Bardaklar doldurulmuştur. Taşıramam. Bir damla daha ilave edemem. Huzuru behemehal getireceğiz. Bütün sı-nıfların huzur içinde yaşaması lazımdır." dedi.

"Mukaddem Olan Millettir..."

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU98 |

Doç. Dr. Havva TALAY ÇALIŞ25. Dönem AK Parti Kayseri Milletvekili

Adnan Menderes dediğimizde önce Çakırbeyli Çiftliği’ndeki zenginlik ve rahatını bırakıp Türkiye’nin topyekûn zenginleşmesi ve mutluluğu için siyasete atıl-mış bir fedakâr serdengeçti Aydın Efesi gelir aklıma.

Merhum Menderes’in Serbest Fırka’da başlayan siyasi yolculuğu, Atatürk’ün şahsi tercihiyle Cumhuriyet Halk Fırkası milletvekilliği ile devam etmiştir bir süre. O sessiz yıllarında Ankara Hukuk Fakültesini bitirmekle kalma-mış, gece gündüz kütüphanelerden çıkmamacasına ken-disini her bakımdan yetiştirmiş.

Çok partili hayata geçişimizde bir işaret fişeği olan “Dörtlü Takrir” sonrası kurulan Demokrat Parti’nin ge-nel başkanı ve Başbakan olmuş.

1946’da yapılan seçim güler misin, ağlar mısın nev’inden bir seçimmiş. Oylar herkesin görebileceği şe-kilde açıktan atılıyor fakat sayım gizli yapılıyormuş. Bu-nun sonucu olarak Demokratlar, CHP’nin kendilerine münasip gördükleri sayıda milletvekili ile yetinmek zo-runda kalmışlar.

İkinci Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde yoksulluk, yolsuzluk, ekmek karneleri, harp zenginleri, karaborsacı-lık, işsizlik, açlık denilince CHP akla gelirmiş. Vergi jan-darma dipçiği ile toplanırmış. Ezan Türkçe okunurmuş (Hayyeal'el Felâh / Haydi Kurtuluşa kısmı hariç!) Kur’an öğretmek yasakmış, halk kefen bezi bile bulamıyormuş. Varlık vergisini ödeyemeyen gayrimüslimler Aşkale ça-lışma kampına gönderiliyormuş. Ağnam vergisini öde-yemeyen köylü yol yapımında çalıştırılıyormuş. Bu lis-teyi olabildiğince uzatmak mümkündür. Tüm bunlara rağmen millete hizmet eden konumunda olan memur sınıfının bir eli yağda bir eli baldaymış ve emreder ko-numda imişler.

1950 Mayıs’ının 14’ünde “Yeter Söz Milletindir” slo-ganıyla yola çıkan Demokratlar dillere destan bir “Ak Devrim” gerçekleştirmişler. Bu sefer seçimde oylar gizli atılmış fakat açıktan sayılmış. Böylece CHP 1946’da yap-tığı hileleri yapamamış. Bu aslında Türkiye’de Demokra-sinin zaferidir. CHP artık muhalefete düşmüş. Celal Ba-yar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuş. “Demir Kırat” yola çıkmış. Anadolu bir baştan bir başa şantiyeye dönüşmüş. Yollar, barajlar, fabrikalar, tarımda makineleşme, okullar, hastaneler, üniversiteler… Hangi birisini saymalı… Millet en önemlisi “hürriyet”le tanış-mış. Ezan-ı Muhammedî Demokratların ilk icraatı ola-rak “Allahuekber, Allahuekber” diye din dilinde okun-maya başlanmış tekrar. Kur’an öğretimi serbest olmuş. İmam Hatipler, ilâhiyatlar açılmış. Radyolardan Kur’an ve Mevlid-i Şerif ’ler okutulmuş. Millet bayram etmiş, Menderes’i her gittiği yerde onlarca kurbanlar keserek karşılamışlar.

Ne yazık ki yılların CHP’si muhalefete alışık değilmiş, o yıllarda rahat içinde yaşayan sivil ve askeri bürokrasi de bu duruma intibak edememiş. Siyasi tarihimizin en kibar, beyefendi figürü olan Adnan Menderes “diktatör” ilan edilmiş. CHP etkisindeki bazı üniversite hocaları anarşiyi körüklemişler. Sokak eylemleri artmış. Askeri okul öğrencileri yürüyüş yapmışlar. Bir yandan da fısıltı

GEÇ BULUP TEZ YİTİRDİĞİMİZ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 99

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

gazetesi ile yalan haberler yaymışlar. Menderes öğrenci-leri kıyma makinasından geçirtip asfaltların altına gö-müyormuş gibi yalanların en çirkinini yaymakta sakınca görmemişler.

CHP sandıkta alamadığı iktidarı darbeyle almayı ka-fasına koymuş bir kere. Nitekim öyle de olmuş. Merhum Menderes 27 Mayıs 1960 günü Eskişehir’den Kütahya’ya giderken tutuklanmış. Hukuk tarihimizin yüz karası Yas-sıada Sözde Mahkemelerinde verilen hükümlerle Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmişler. Bayar başta olmak üzere yüzlerce Demokrat Partili ise Kayseri cezaevinde mahkûm edilmişler. Dar-be sonrası tekrar Başbakan olan İnönü’nün keyfi yeri-ne gelmiş ama milletimiz topyekûn “Menderes asılacak adam değildi” hükmünde ittifak etmiş. O gün bugündür Türkiye’de kim “Ben Menderes’in devamıyım” dediyse bu aziz millet O’nu iktidara getirmiş.

Biz AK Partili kadrolar da bu gerçeğin hep bilincinde olageldik. Merhum Menderes’in aziz hatırasını yaşat-mak adına Aydın’da bir müze ile Özgürlük ve Demok-rasi Adaları’ndaki büyük projemiz devam etmektedir. Merhumun Hür ve Büyük Türkiye hedefi bizim de he-defimizdir ve iktidarımız döneminde çok büyük adımlar atılmıştır.

Adnan Menderes seçilmiş ilk Başbakanımızdır, Li-derimiz Recep Tayyip Erdoğan ise seçilmiş ilk Cumhur-başkanımızdır. Darbeler dönemi çok şükür ki artık sona ermiştir. Milletimiz hürriyetin ve refahın tadını almış-tır. Artık geri gidiş söz konusu değildir. 2023’te inşallah güçlü bir dünya devleti Türkiye'ye doğru emin adımlarla gidişimizi kimse engelleyemeyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle Şehit Başvekilimiz Adnan Menderes’i rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Mekânı cennet olsun.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

Ahmet Rıza ACARAydın Ticaret Odası Eski Bşk. Ak Parti Aydın Kurucu İl Bşk.22. Dönem Aydın Milletvekili

Osmanlı Devleti dönemimizde doğmuş, Büyük Sa-vaşı yaşamış, İstiklal Harbine iştirak etmiş, İstiklal gazisi unvanını almış Adnan Menderes, ülkemizde genellikle Başvekillik dönemleri ile gündeme gelir. Hâlbuki doğu-mu ile ilk gençlik yılları da önemli hadiselerle doludur Adnan Menderes’in. Bu yazıda kaynaklara dayanarak, doğumundan gençlik yıllarına, parlamenter oluşuna ve Demokrat Parti kuruluşuna kadar geçen dönemi dikkate alacağız.

Her zaman rahmetle andığımız, Başvekil Adnan Menderes 1899 yılında Aydın’da dünyaya geldiğini kay-naklardan öğreniyoruz. Annesinin ikinci çocuğu olan Adnan’ın doğumundan bir müddet sonra sağlığı bozu-lur. Babaanne Fitnat Hanım oğlunu, gelinini ve torunla-rını İzmir’e götürür. Anne Tevhide Hanım için İzmir’de doktorlar seferber edilirse de kurtarılamaz. Daha sonra babası da hastalanır. Tedavisi İstanbul’da yapılırken bir otel odasında hayatını kaybeder. Sırası ile hala Sacide Hanım, abla Melike’de vefat eder. Bu vefatlar genellikle

veremden meydana geldiğini yine tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Küçük Adnan, anne ve babasını hiç bil-mediği gibi, ablası Melike’yi de hatırlayamaz. Babaanne Fitnat Hanım torunu Adnan’ı çok sevmektedir. Adnan’a anne ve babasını aratmayacak şekilde yetiştirme gayreti içersinde olduğu gibi, ona en iyi eğitimi de aldırmak is-temektedir.

Babaannenin üstüne titrediği torun Adnan hasta olmaktan kurtulamaz. Hastalığı, kendisine karantina uygulanacak derecede ağırdır. Allah’ın inayeti, Fitnat hanımın titizliği, daha havadar bir eve taşınılması, dok-torların da tedavilerinde hassasiyet göstermeleri netice-sinde toparlanır ve hastalığını yener. Geçirdiği bu ağır rahatsızlık sebebi ile okula gidemediği için, evde özel hocalar tutularak, okuma yazma öğrenmesi sağlandı.

Fitnat Hanımın torunu Adnan eğitimine İlk, Orta ve liseyi sırası ile İttihat ve Terakki mektebinin Rüştiye kıs-mından başlar. Orta bölümü bitirmeden, İzmir Kızılçul-lu Amerikan kolejinde devam etmiştir.

Geleceğin Adnan Menderes’i, eğitim aldığı okullar-da kendini göstermiş, Türkçülük ve milliyetçilik ile ilgili duygu ve düşüncelerini bu devrede geliştirmiştir. Ame-rikan Kolejinde okurken, okuldaki misyoner rahiplerin, öğrencileri Hıristiyan yapma çabaları dikkatini çeker ve iki arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki’nin İzmir Teş-kilatının önde gelenlerinden olan Mahmut Celal Bey’e (Celal Bayar) şikâyet ederek,. Okul hakkında soruşturma açılmasını sağlamışlardır. Bu durum gösteriyor ki, Fitnat Hanım, torunu Adnan’ı yetiştirirken İslam dini ve inancı ile ilgili hassasiyet kazandırmıştır.

Adnan Bey, okulunu bitiremeden 1. Dünya savaşı çıkmış ve Osmanlı Devleti de, 2.Abdulhamid’i deviren o günkü ihtilalcilerin basiretsizlikleri, tecrübeden yoksun-lukları, savaşın çıkış gayesini göremeyen, savaşı çıkaran-ların hedeflerinin ne olduğu ve/veya ne olabileceği yö-nünde olgunlaşmış fikirler oluşturamamaları yüzünden kendini savaşın içinde buldu. İşte Adnan Bey’inde içer-sinde olduğu o yaşta ki gençlerin eğitimleri yarım bırak-tırılarak hemen askere alındı. Adnan İstanbul Erenköy’de bulunan Yedek Subay Okuluna sevk edilmek suretiyle askerliği başlamış oldu. Adnan Bey burada sporcu kişili-ğinin de yardımı ile zorluk çekmeden mezun oldu. Me-zuniyetinin ardından, İttihat ve Terakkinin en meşhur-larından olan, 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın emrine verilerek Suriye cephesine gönderildi.

Bu yolculuk esnasında hastalanarak Pozantı İstasyo-nunda indirilerek seyyar hastaneye kaldırıldı. Kendisine konulan teşhis, zehirli sıtmadır. Çocukluğunda verem

TÜRK SİYASİ HAYATININ ÖKSÜZ VE YETİM ÇİFTÇİ BAŞVEKİL’İ

ADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU100 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 101

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

hastalığı ile boğuşan Adnan, şimdi de, zehirli sıtma ile mücadele edecektir. Allah’ın inayeti ve iyi bir tedavi ile bunu yenmeyi başardı. Yedek Subay okulunda okur-ken, hamisi ve en sevdiği insan olan Babaannesi Fitnat Hanım’ı kaybedince daha bir yalnızlaşmıştır.

Hastaneden çıktıktan sonra, yeni görev yeri olarak İzmir 17.Kolordu emrine intikal etmiştir. İki yıllık asker-lik hizmetini, cephe gerisinde tamamlamıştır. 1.Dünya Savaşının bitmesinden bir müddet sonra, hastalık tekrar Adnan Bey’in yakasına yapışmıştır. Üçüncü kez yakasına yapışan hastalık ise verem zannedilirken, karahumma olduğu anlaşılmıştır. O zamanlar İzmir’in en meşhur he-kimlerinden olan, Dr. Mustafa Bey ve ekibi bir nevi sağ-lık seferberliği şeklinde çalışarak iyileştirmiştir.

Adnan bitkin ve yıpranmış, ruhi çöküntü içerisinde bir vücut ile ülkenin ve İzmir’in geleceğinin karardığı bir dönemde memleketi, doğduğu ama yaşayamadığı, çiftli-ğinin bulunduğu şehir olan Aydın’a gelmiştir. İzmir gibi büyük bir şehirde yaşayan, Babaannesi Fitnat Hanım’dan da iyi bir aile terbiyesi alan, kibar, zarif kişilik sahibi olan Adnan Bey’in duruşu, köylülerce, çalışanlarca ve arazisi-ni işgal ederek işleyen çiftçilerce çok yadırganmıştır.

Alışılagelmiş bir Ağalık anlayışı ve uygulaması olma-yan Adnan Bey, o günkü şartlarda elbette yadırganabilir. Hatta tapusu altında olan yerlerinin köylülerce işgal edi-lerek, ekilip biçilmesine, zeytin yetiştirmelerine bile ses çıkarmamıştır.

Her halde herkesin beklentisi, Ağa, sağında solunda bugünkü adıyla korumaları ve kâhyası olan, sert ve haşin bakışlar, despotik tavırlar sergileyerek, korku salan, her-kesi hazır ola geçiren bir duruş olsa gerekti. Fakat Adnan Bey’in, kibar ve zarif kişiliği, Babaannesinden aldığı aile terbiyesi bu ve benzeri sertlikleri yapmasına asla müsaa-de etmeyecek cinsten bir terbiye ve ahlaktı.

Adnan Bey, çiftliği hakkında tam bir bilgi sahibi ola-madan, Yunanlılar Aydın’a girmişlerdir. Menderes Neh-rinin güneyi İtalyan’lar, kuzeyi de Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu işgallere bir de bulaşıcı hastalık olan sıtma da eklenince, halkın perişanlığı daha da artmış-tır. Sağlık malzemelerini bulmak zor olduğu gibi tedavi olmak ise daha zordur. Bu esnada Adnan Bey’de sıtma hastalığına yakalanır. İşgalci İtalyanların halkla ilişkileri sıcak olduğu gibi, halkın ihtiyaçlarını gidermek için de yardımcı oluyorlardı. Böylece çatışmasız bir İtalyan iş-gali yaşanıyordu. Adnan Bey’e hastalığının tedavisi için sağlık hizmeti verdikleri de bir gerçektir. İtalyan Dok-torların sonunu ölüm gördükleri ve Rodos’a nakletmek istemeleri üzerine, olaya el koyan Türk Dr. Binbaşı, Allah ne yazdı ise o olacaktır diyerek, bu sevk kararını kabul etmez. Ağır hasta Adnan Bey’i, Çine’de Nuri Bey’in ha-nına nakleder. Gerekli olan tedbirler alınarak, tedavisi yapılır ve Adnan Bey yavaş yavaş iyileşir. Hastalıklar san-ki Adnan Bey’e yapışmıştır. 1918 – 1922 yılları arasında geçirmiş olduğu hastalık sayısı dört dür. Bunların hepsi de ölümcül sayılacak niteliktedir. Bu kadar ağır hastalık-

lardan kurtulan, Londra’da geçirdiği uçak kazasından sağ çıkan öksüz, yetim ve çiftçi olan, ömrü milletine hizmet etmeye adamış, halkın özgür iradesi ile seçtiği ilk Başve-kil’inin, ihtilalciler eliyle asılarak hayatına son verilmesi de calibi dikkattir.

Yunanlıların yaptığı zulümler, ülkenin geleceğinin karanlıklar içerisinde olması, dağ taş her tarafın eşkıya ile dolması, Çakırbeyli çiftliğini de harekete geçirmiştir. İçinde Adnan Bey’in de olduğu, Topçu Üsteğmen Selami Bey’in önderliğinde, direniş teşkilatı olarak görev yapa-cak olan Ayyıldız Çetesi kurulmuştur. Adnan Bey’in, Ba-baannesinden aldığı, ahlak ve terbiye ile yoğrulmuş vatan sevgisi, Aydın’ın ve Ülkenin zor şartları, onda mücadele azmine dönüşmüştür. Çocukluğunda ve gençlik yılların-da defalarca yakalandığı ölümcül hastalıklarla boğuşan Adnan Beyi, şimdi de vatanın müdafaası ve kurtuluşu için yapılan mücadelenin içinde görüyoruz. Adnan Bey, bu mücadelelerle geçen hayatının 17 Eylül 1961 tarihine kadar süreceğini ve darağacında sona ereceğini, Büyük Türk Milletini de yasa boğacağını tabiidir ki o gün bil-miyordu.

Adnan Bey, yedek subay olarak milli mücadelede fi-ilen bulunduğu gibi, çeşitli görevlerde alır. Nihayet 01 Ağustos 1923 tarihinde milli mücadelenin sona ermesi ile birlikte askerlik görevi sona erer. Çiftliğine döner. Zira Babaanne Fitnat Hanım Adnan Bey’e okumasını ve esas ekmek kapısı olarak toprağı seçmesini, çiftçiliği iyi yap-masını, arazinin büyüklüğünü de dikkate alarak, çiftçiliği çok iyi bir hale getirmesi gerektiğini çok iyi aşılamıştı.

Böylece çiftliğinin başına geçen Adnan Bey, ilgisizlik-ten, tarım yapılmamasından, ayrıca köylülerce de yer yer işgal edilmiş olan çiftliğine çeki düzen vermek, üretim yapma, pazara sunmak ve gelir elde etmek mecburiye-tindedir. Bu arada çiftliğinde toprakla haşır neşir oldu-ğu gibi, zarif ve kibar kişiliği ile de çevresinde yaşayan insanlarla da ilişkilerini, diyaloglarını geliştirerek dost-luklar oluşturur. Gerek çiftliği düzene sokma çabalarını, tarımla uğraşmasını, gerekse de çevresindeki insanlarla kurduğu dostluklarla ilgili olarak, kendi ifadesi ile “Gözü görmeyen bir ninenin, gergefte nakış işlemesi”ne benze-tir.

Adnan Bey, tarım ve çiftçiliğe kendini kaptırmış ve başarıya ulaşmak için büyük uğraşlar verirken, yaşının ilerlediğini fark eder ve evlenmeye karar verir. Aydın’da eşraftan biri haline gelmesi, İzmir’de de babaanne tara-fından Katipzadeler olarak, tanınırlığının yüksek olması, öyle anlaşılıyor ki, araya girenler ve tavsiyeler onu evlilik için İzmir’e yönlendirdi. 2 Eylül 1928 tarihinde, İzmir’in tanınmış ailelerinden Evliyazade’lerin, kültürlü, bilgili, Fransızcası son derece iyi, piyano çalan, batılı anlayışta, çok iyi eğitim almış bir bayan olan Berrin Hanımefendi ile evlenir ve Aydın’a gelin gelerek Çakırbeyli çiftliğine yerleşir.

Adnan Menderes ve SiyasetAdnan Bey, Babaanne Fitnat Hanım’dan aldığı ter-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU102 |

biye ve milli kültür ile Rüştiye ve Amerikan Kolejinde okurken elde ettiği milliyetçi fikir yapısının etkileri ile millet ve memleket meseleleri ile ilgilendiği, yakından takip ettiği anlaşılmaktadır. Bahsi geçen okullarda okur-ken talâkatının çok iyi olduğu da bir gerçektir. Bu yönü ile de tanınması, Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulunca, Aydın Teşkilatının kurulması için, Adnan Bey, SCF’nin Genel Başkanı Fethi Okyar’a tavsiye edilir. Adnan Bey ile görüşen SCP’nin önde gelenleri onu ikna edemezler. Fethi Bey, Adnan Bey ile özel olarak görüşür. Uzun saat-ler süren ve gece yarısına kadar devam eden görüşmede, Fethi Bey SCF’nin farklı yaklaşımlarından, yeni siyasette yeni yüzlere ihtiyaç olduğundan bahseder. Cumhuriyet Halk Fırkasının yönetim anlayış ve uygulamalarından halk memnun değildir. Adnan Bey’de bunun farkındadır. Esasen Adnan Bey’de yeni şeylerin söylenmesi ve uygu-lanması, özgürlüklerin genişletilmesi anlayışındadır. O günkü toplum yapısına göre milletin omurgası oluşturan çiftçi kesimi ve halk çok fakirdir. Vergiler çok yüksek-tir. Ülke’de yatırım yok, özel sektör diye bir kavramın bile olmadığı bir dönemdir. Mücadeleyi seven ve iktidarı denetleyecek, halkın hakkını savunacak, alternatif ürete-cek bir parti görünümü veren yeni oluşumun lideri olan, Fethi Bey, bu uzun görüşmenin ardından Adnan Bey’i ikna eder. Böylece Adnan Bey SCF Aydın Teşkilatını ku-rarak siyasete atılmış olur. Hatta bölgede Nazilli, Denizli ve Muğla’da yapılan teşkilatlanmalara katkıda bulunur. SCF, kısa süre içerisinde halkın da teveccühü ile Ege ve Marmara bölgesinin her yerinde teşkilatlanmasını ger-çekleştirir.

23 Eylül 1930 yılında yapılan Yerel seçimlerde, bil-hassa Anadolu’nun Batı bölgelerinde önemli başarılar kazanan SCF’den CHF fazla rahatsız oldu. Bu seçimde Valiler, Kaymakamlar, nahiye müdürleri, polis, jandarma ve iktidardan yana olan memurların baskı ve hilelerine rağmen yeni nesil ve fakir halk CHF’na olan öfke ve tep-kiden reylerini SCF’na verdi. Bu durum fincancı katır-larını ürkütmüştür. Çevrilen çok çeşitli entrikalardan ve yapılan baskılardan sonra, SCF’nın kendisini feshetmek mecburiyetini doğurdu. Böylece ülkemizde daha özgür-lükçü bir ortam meydana getirecek olan çok partili hayat belirsiz bir başka bahara kaldı. Halk SCF ile ümitlenmiş ve geleceğinin daha iyi olacağını basireti ile fark etmiş, onun için SCF’na destek vermiştir. Türkiye çok kısa sü-ren bu iki partili hayattan tekrar tek partili, bürokrasi-nin ve siyasetin baskıcı anlayış ve uygulamalarına kısa-cası Tek Adam idaresine geri döndü. Bu durum Adnan Bey’de büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

CHF’ da, halkın SCF’na kısa süre içerisinde göster-diği ilgiyi ve sevgiyi dikkate alarak kendini sorgulamaya başlamıştır. Bölgelere heyetler göndererek araştırma ve incelemeler yapıyor, çeşitli kesimden insanlar ile görüşü-yorlardı. Aydın bölgesine de Celal Bayar Başkanlığında, Vasıf Çınar, Ziya ve Halit Onaran’dan oluşan bir heyet gelir. Adnan Bey gelen heyeti tanıyor olmasına rağmen bir müddet temas kurmaz. Daha sonra temas kurmak

zarureti doğar. Celal Bayar ve arkadaşlarının aşırı ısra-rı üzerine, fikirlerini burada savunmak için Adnan Bey arkadaşları ile birlikte CHF saflarına katılır. Adnan Bey CHF katılmadan önce tüm sıkıntı ve şikâyetlerini gerek-çeleri ile birlikte heyete iletmeyi de ihmal etmediği gibi, teşkilatın yeniden kurulması gerektiğini de ifade eder.

Onun tabiri ile “mutemetlik saltanatında üzücü bir takım hareketleri görülenler partiden uzaklaştırılacak-tır” diyerek şart koşması, cesareti kadar farkında olma-dan liderliğe doğru gittiğinin göstergesi olduğunu düşü-nüyorum. Aynı zamanda Adnan Bey’in Fethi Okyar ile uzun görüşmesi, Celal Bayar ve arkadaşları ile tartışmalı toplantı şeklinde geçen görüşmeleri siyasetin içinde ol-madan önce dahi yaşadığı şehrin ve ülkenin sorunlarını takip ediyor, arkadaşları ile memleket meselelerini dola-yısı ile siyaseti konuşuyor, tartışıyor ve bunlara çözümler ürettiği anlaşılıyor.

Adnan Bey, CHF’nın önde gelenleri ile yaptığı görüş-melerden sonra Aydın İl Başkanı olur. Yapılan kongre ile SCF’de siyaset yaptığı arkadaşlarını da kadroya dâhil et-meyi başarır. Adnan Bey’in bütün şartları kabul görmüş, yetkileri de tüm vilayeti kapsayacak şekilde genişletilmiş-tir. Parti içinde yuvalanmış eski şaibeli partililer tasfiye edilerek yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmiştir.

SCF’nın kapanmasının ardından, CHF Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, belediye seçimlerinde SCF’nin başarılı olduğu illeri de kapsayan bir yurt gezisine çıkar. Halkın şikâyetlerini ve istekleri-ni yerinde görmek ister. Bu gezi güzergâhında bulunan Aydın Vilayetini de 3 Şubat 1931 tarihinde ziyaret eder. Gazi Mustafa Kemal Aydın’da halkla sıkı bir temas kur-du. Kendisine CHF’nın, SCF’lilerce ele geçirildiği şeklin-de bilgiler verilmişti. Bu bilgilerden olsa gerek veya SCF muhalefetinin sanki kendisine karşı yapıldığı düşünce-sinden hareketle İl Başkanlığına uğramak istemez. Israr-lar karşısında birkaç dakikalığına uğramayı kabul eder. Kendisine burada kahve ve sigara ikram edilir ama red-deder. Fakat Adnan Bey memleket meseleleri ile siyasete ait görüşlerini aktardıkça ilgisi artar. Adnan Bey Tarım, ticaret, sanayi, kooperatifçilik, krediler dâhil olmak üzere birçok konuya değindikçe sigarasını birbiri ardına yakar ve birkaç kez kahve ısmarlar. Gazi ile Adnan Bey arasın-da sohbet ve tartışma uzun süre devam eder. Gazi Mus-tafa Kemal, birkaç dakikalığına geldiği İl Başkanlığında 4 saat kalır. Adnan Beyin fikirlerini ve görüşlerini çok beğenir. İltifatlarını da esirgemez. Hatta Recep Peker’e “Bugün konuştuğumuz genç elbette burada bizim mute-metlerimizle çalışamaz, şayanı dikkat bir genç” olduğunu ifade eder. Gazi, Bu ziyaret sonunda Adnan Bey’den iki şey ister. Birinci olarak Türk Ocakları Yönetim Kurulu-nun değişmesini, İkinci olarak, burada yapılan sunumu ve içeriğinde çözüm önerilerinin de bulunacak şekilde bir rapor haline getirilerek, ertesi gün Denizli dönüşün-de kendisine takdim edilmesini emreder. Adnan Bey ve arkadaşları tüm gece boyunca çalışarak raporu hazırlar-lar ve ertesi gün istasyonda Gazi Mustafa Kemal’e takdim

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 103

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

eder. Bu görüşme ve rapor Adnan Bey’in hayatının bun-dan sonraki bölümünün şekillenmesinde vesile olduğu da bir gerçek gibi görünmektedir.

Gazi Mustafa Kemal yurt gezisinin ardından Ankara’ya dönünce hemen seçimlerin yenilenmesi kara-rını alır. Bu kararı almasını gerektiren sebepler, gezi vesi-lesi ile edindiği bilgiler, çeşitli talep ve raporlar, tanıştığı ve keşfettiği kişiler gibi faktörlerin olduğunu düşünebi-liriz.

25 Nisan 1931 tarihinde yenilenen TBMM 4.dönem milletvekilliği seçimleri için, adayların Parti merkezi-ne müracaatları şarttır. Adnan Bey’in müracaatı olma-dığı halde, gece yarısı isminin okunduğunu ertesi gün arkadaşlarından öğrenir. Artık Adnan Bey’in kaderi, Türkiye’nin kaderi ile bütünleşmeye başlamıştır.

Sürpriz bir şekilde Ankara’ya Mebus olarak giden Adnan Bey, Aydın’da İl Başkanlığını yürüttüğü gibi, Va-lilik dâhil bütün kurumlarda ve halk nezdinde etkindir. Parlamento çalışmalarında daha ziyade dinlemeyi, ken-dini geliştirmeyi, Recep Peker’inde uyarısı ile tahsilini tamamlamayı önceliğine almıştır. Tahsilini yarım bı-rakmak mecburiyetinde kalışının sebeplerin ifade eden bir dilekçeyi Maarif Bakanlığına verir. Dilekçenin kabul edilmesinin ardından, sınavsız bir şekilde Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. O günkü şartlarda Hukuk Eğitimi 3 yıldır. Adnan Bey bu eğitim başarılı bir şekilde tamamlar. Tanıyanların kendisi ile ilgili kanaatleri, zeki olduğu, son derece konuşkan, kendine özgü ve güzel ko-nuşma tarzı olan, mantığının kuvvetli olduğu yönünde-dir. Disipline gelmediği söylendiği gibi, hukukta yerini doldurduğu da ifade ediliyordu.

Artık Adnan Bey TBMM’nde yüksek okul diploma-lı bir mebustur. Kendisine güveni son derece artmıştır. Parti içinde kendi gücü ile fikirleri ve çalışmalarıyla yük-selmek istemektedir. Adnan Bey, meclis kürsüsünden ilk konuşmasını, 4 Aralık 1933 günü yapar. Bu konuşma Gümrük memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları ile alakalı olan kanun üzerinedir. CHF’na girerken şart koştuğu suiistimallerle mücadele edilmesi söylemi, önü-ne çıkan bu kanunla örtüşmüştür. Adnan Bey, konuşma-sında rüşvetin yalnız Gümrük memurları içersinde değil, diğer memurlar arasında da yaygın olduğunu söyler. Ka-nunun kapsamının genişletmesi gereği üzerinde durur. Kanun bu şekli ile çıkarsa, rüşvetin “gümrük idarecile-rinden başka yerlerde mubahtır” gibi yanlış bir durum ve anlayışın meydana gelebileceğini savunsa da, kanun meclise geldiği şekilde kabul edilir. Adnan Bey’in kür-süden yaptığı bu ilk konuşma Milletvekillerince olumlu karşılanır.

Adnan Bey, bu arada soyadı olarak, kendisine Menderes’i seçtiği gibi, parti içerisinde de yükselmek ça-bası içerisindedir. CHP’nin merkez ve taşra teşkilatların-da çeşitli görevler almaya başlar. Spor Teşkilatı müfettiş-liği, Taşra ve Halkevleri Müfettişliği görevleri üstlenerek, halk ile olan ilişkilerini geliştirdiği gibi, çok çeşitli kesim-

lerle tanışma ve kaynaşma imkânı buldu. Böylece kibar ve zarif kişiliği ile de toplum kendisini tanıma fırsatını yakalamış oluyordu. 1935 ile 1940 yılları arasında 10 ilde parti müfettişliği görevi yaptığını da burada söylemeliyiz.

Türk Spor Kurumu, tarafından Bölge Başkanlıklarına gönderdiği bir genelge ile bu başkanlıklara, İllerde ki Par-ti Başkanlarının getirilmesi icraatından rahatsızlık duyan Adnan Menderes, Asbaşkanı olduğu Türk Spor Kuru-mundan istifa eder. Artık Adnan Menderes, CHP’nin hem partiyi, hem de ülkeyi yönetirken yaptığı hataları görmektedir. Bu hataların çoğalması aynı zamanda Ad-nan Menderes’te muhalefet duygularını geliştirmekte olduğu izlenimini ediniyoruz. Adnan Menderes’in esas hedeflerinden birinin de Ziraat Vekilliği olduğu fakat Gazi Mustafa Kemal’in erken vefatı ile bu istek ve arzu-nun ortadan kalktığı kanaati de yaygındır.

Bu dönemde Adnan Menderes’in önemli çalışmala-rından birisi de, Çiftçiyi Topraklandırma Kanun Tasa-rısıdır. Çeşitli komisyonlardan 4’er kişinin seçimi ile bir karma komisyon oluşturulur. Oluşturulan bu komis-yonun sözcülüğünü Adnan Menderes üstlenir. Karma komisyon çalışmaları üç ay sürdü. Kanunun amacının, köylünün durumunu iyileştirmek, topraksız köylüyü topraklandırmak, sosyal dokuyu kuvvetlendirmek, ta-rım ürünleri üreticisinin gelirini artırmak, toprağın sü-rekli işlenmesini sağlamak için gerekli olan donanım ve maddi yardım yapmak şeklinde özetlenebilir. Komisyon çalışmaları sonucu hazırlanan rapora sözcü olduğu halde Adnan Menderes muhalefet şerhi koydu.

Gerekçesi de, Komisyonun çalışma şeklinde ve kanu-nun hazırlanış tarzında, Meclis iç tüzük ve hükümlerine aykırı uygulama yapılması olduğu gibi, uzun süren ça-lışmanın sonlarında hükümetin komisyona müdahale ettiğidir. Komisyonun hakkıyla çalışmadığı kanaatinde olmasıdır.

Adnan Menderes muhalefet şerhi koyduğu kanunun Meclisteki görüşmelerinde de, aslında kanunu benim-semesine rağmen, Başbakan Saraçoğlu’nun son anda komisyona dikte ettirdiği 17.maddeye ve koyduğu mu-halefet şerhinin gerekçelerini göz önünde bulundurarak, dik bir duruşla ve tutarlı bir şekilde muhalefet etmiştir. Bu muhalefet ile Menderes kamuoyunda ve mecliste dik-katleri üzerine çektiği gibi siyasette ön plana çıkmasını sağlamıştır.

Mecliste aynı zamanda 1945 yılının 7 aylık (01 Ha-ziran – 31 Aralık 1945) bütçe görüşmeleri de yapıl-maktadır. Alışılmışın dışında bütçe görüşmelerinde de hükümete yönelik muhalefet yapılmaktadır. Muhalefet edenler içerisinde Adnan Menderes’de vardır. 5 milletve-kili bütçeye ret oyu vermiştir. Bu durum CHP içersinde ilk defa görülen bir olaydır. Başbakan Saraçoğlu çok si-nirlenir ve bir konuşma yaparak Hükümetine güvenoyu ister. Bu sefer muhalefet edenlere Recep Peker ve Hikmet Bayur’unda katılması ile 7’ye çıkar.

Herhalde ki Toprak Reformu Kanunu ile Bütçe görüş-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU104 |

melerinde Parti’ye ve Hükümete yönelik eleştiriler, aynı zamanda, CHP içinde muhalefet yapabilme cesaretini gösterebilenlerin saflarını sıklaştırmış olduklarını, 4’lü takrire ve Demokrat Parti’nin kuruluşuna doğru giden yola girdiklerini gösteriyor. Artık ok yaydan çıkmıştır.

Hükümete muhalif edenlerin önde gelenleri olan, Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü daha sık bir araya gelirler. Birbirlerini daha ya-kından tanıma fırsatını yakalarlar. Bu bir araya gelmeler neticesinde, CHP Meclis Grubu Başkanlığına, Celal Ba-yar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü imzasıyla 7 Haziran 1945 tarihinde, siyasi hayatımızda DÖRTLÜ TAKRİR diye anılan bir önerge verirler. Birer örnekte Milletvekillerine dağıtılarak görüşlerine sunulur. İçeriğinde, milletimizin demokrasi prensiplerine olan inançları belirtilerek, bunların en iyi şekilde uygulanma-sı ile refah ve mutluluğun gerçekleşeceği belirtilerek;

•Milli Hâkimiyetin dayanağı olan Meclis Murakabe-sinin anayasanın ruhunu uygun yapılabilmesinin sağla-mak,

•Vatandaşlarımızın siyasi hak ve hürriyetlerini Teşki-latı Esasiye Kanununun gerektirdiği şekilde kullanabil-melerinin sağlanmasını,

•Parti çalışmalarının demokratik esaslara uygun bir şekilde tanziminin önemine vurgu yapılmıştır.

Önerge parti grubunda sert tartışmaların yaşanması-na sebep olmuştur. Başbakan Saraçoğlu önergenin geri çekilmesi için baskılarını artırmış olmasına rağmen,

Celal Bayar’ın kararlılığı ile böyle bir adım atılmamıştır. Hatta önergenin bir bölünmeye atılmış bir adım oldu-ğunu söyleyecek kadar ileriye gidenler olmuştur. Öner-ge sahipleri çk fazla gelen tepkiyi de beklemiyorlardı. Ama yılmadılar ve önergelerini geri çekmediler. Netice-de önerge ret edildi. Bugün Demokrasi havarisi kesilen CHP’nin ne denli tek adam ve milli şef politikalarını sa-hiplenenlerden oluştuğunun göstergesi olarak tarihteki yerini almıştır.

Parti grubunun aldığı bu karar, önerge sahiplerinin bekledikleri bir netice olmakla birlikte asıl amaçlarına ulaştıkları kanaatindedirler. Mesele kamuoyunun ilgisini çekmiş, demokratikleşme ve özgürlükler tartışılmış, halk önerge sahiplerini tanımış, CHP’nin menfi tavrını da öğ-renme fırsatını yakalamıştır. Takrir sahiplerince maksat hasıl olmuştur. Demokrat Parti’nin kuruluş tarihi olan 7 Ocak 1946 tarihine kadar da Başta Adnan Menderes ol-mak üzere, diğer önerge sahipleri de, Meclis içi ve meclis dışı çalışmaları ile konuyu sıcak tutarak halkın ilgisinin artarak devamını sağlamışlardır.

Türk tarihinin en önemli isimleri arasında yer alan Menderes’in Demokrat Parti’nin doğuşuna kadar olan hayatına değinmeye çalıştık. Zira rahmetli Adnan Menderes’in genellikle Demokrat Parti ve Başvekil’lik dönemi ile idamına kadar olan safhalar yazılır ve ko-nuşulur. Allah nasip ederse bundan sonraki yazıda da Adnan Menderes’in 1946 ile 1961 arasında milletimiz ile ülkemizle alakalı çok çeşitli görüş, düşünce ve uygula-malarına değinmeye çalışırız. Kalın sağlıcakla.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 105

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Ahmet ERTÜRK22. Dönem Ak Parti Aydın Milletvekili

Yazımıza bir soru ile başlayalım. Adnan Menderes denince aklımıza ne gelir?

Adnan Menderes'le aklımıza milli irade gelir, halkın iktidarı gelir, halkın yönetime katılması gelir.

Adnan Menderes'le aklımıza asfalt gelir, gecelerimizi aydınlatan elektrik gelir, elektriği üreten kurak yaz gün-lerinde tarlaları su ile güldüren barajlar gelir, Kemer ba-rajı gelir. Adnan Menderes'le aklımıza minarelerimizden yükselen ezanlar gelir. Adnan Menderes'le aklımıza ne-zaket gelir. Adnan Menderes’ten daha nezaketli bir lider gelir mi bilemiyorum.

Adnan Menderes öngörüsü olan bir siyasetçi, bir li-derdi. Edirne’den Ardahan’a asfalt yolları yaparken ile-ride duble yol olacak şekilde etrafını istimlak etmiştir. Hafızalarınızı yoklarsanız hatırlarsanız; Karayollarının etrafında karayolları istimlak sınırı yazan betondan sarı levhalar vardı. Duble yollar yapılırken devletimiz istimlakla uğraşmadan hızlı bir şekilde duble yollar ya-pabilmiştir. Evet, devlet adamı öngörüsü olan insandır. Düşünün bir kere Aydın-Denizli otoyolu için istimlak işlemleri hala devam etmekte olduğu düşünülürse, eğer Adnan Menderes karayollarını istimlakını duble yollar yapılacak şekilde istimlak etmeseydi bu gün duble yollar yapılabilir miydi?

Adnan Menderes Aydın’ın Çakırbeyli köyünden çı-kıp Türkiye’nin başvekili olmuş bir insan olarak köylü ile aynı dili konuşurdu.

Adnan Menderes dertli idi. Bu verimle topraklar üze-rinde insanlar nasıl olur da sefalet içerisinde yaşardı.

Memleketin makus tarihinin değişeceğini etrafına devamlı söyleyen Adnan Menderes ülkenin kaderini de-ğiştirmiş, Anadolu coğrafyasını ilmik ilmik işlemiş ülke-nin bahtını açmıştır. Adnan Menderes, dini inançlarına bağlı bir insandı. Özel hoca tutarık evinde çocuklarına dinini gösterdi.

Yılbaşına denk gelen bir kandil gecesi, Rahmetli kü-çük oğlu Aydın Menderes’e “Aydın gel bakalım şu cami-leri gezelim, İstanbulluların kandil olması dolayısı ile camilere ilgisi nedir? Görelim” der. Fatih camii ve Sultan Ahmet Camiine giderler. Kış olmasına rağmen camilerin dolu olmasından çok memnun olmuş sevinmiştir.

Bu gün ülkemiz kalkınmada önemli bir yere gelmiş-se, rahmetli Adnan Menderes’in on yıllık iktidarının payı çok çok büyüktür.

Kanımca bir tek barajın bir tek elektrik santralinin, asfalt yolun olmadığı, 1950 yılı düşünülürse 10 yıllık De-mokrat Parti ve Adnan Menderes’in hizmetleri daha iyi anlaşılır.

Türkiye’nin kalkınmasını ve millet iktidarını hazme-demeyen bazı iç ve dış güçler bir gece baskını ile De-mokrat Parti ve Menderes iktidarını devirmişler, Adnan Menderes’i şehit etmişlerdir.

Demokrasi şehidi, Ezan-ı Muhammedî şehidi;Rahmetli Adnan Menderes’i rahmetle ve minnetle

anıyoruz.Nurlar içinde yat Aziz Başvekilim...

ADNAN MENDERES’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU106 |

Mahmut GÖKSU21 – 22. Dönem Adıyaman Milletvekili

Yeni Dünya Vakfı Genel Başkanı

Bir dava adamıdır Menderes. Hakkında bilinen ve bilinmeyen birçok hususla bu aziz milletin gönlüne taht kurmuştur. Bakınız bu büyük siyasi dehayı ilk keşfeden kimdir?

Mustafa Kemal 3 Şubat 1931 günü Aydın’a gelir. Bütün şehri gezer ve Chp binasına uğrar. Menderes orada Mus-tafa Kemal’le tanışır ve görüşür. Bu tanışmayı Menderes şöyle aktarır:

“Meşguliyetimi sordu, o seneki mahsul durumu hak-kında bilgi aldı. Ziraat meselelerine ait izahlarımı dikkat-le dinledi, sonra da;

- Bütün bu meseleleri halledebileceği kanaatiyle mi Serbest Fırkaya girdiniz?” diye sordu. Bende açık ve sa-mimi olarak “halletme çarelerinin daha iyi olabileceğini ümit ve kanaat ederim” dedim.. Yüzüme uzun uzun baktı ve;

- “Doğrudur, memnun oldum. Bütün bu işleri tek fır-ka ile yürütmek zorundayız. Sen, çocuğum, Aydın’da halk fırkası (chp teşkilatı) nın başına geçeceksin.” dedi.”

5 dakika diyerek başlayan görüşme tam 4 saat sürer. Görüşmenin sonunda Mustafa Kemal çevresindekilere,

“Bugün temas ettiğim genç, şayan-i dikkat bir gençtir.” der.

O yıl yapılan yenileme seçimlerinde ismi bizzat Mus-tafa Kemal tarafından listeye konulur. 1932 yılında genç Menderes, Aydın milletvekili olur. Meclis yolunda çev-resindekilere, “Beni Mustafa Kemal keşfetti.” der. Adnan Menderes parti içerisinde kendisini ilk kez toprak refor-mu görüşmeleri sırasında gösterir. O güne kadar öne çık-mayan Menderes elinde kalın bir dosyayla kürsüye çıkar. Uzun ve çok etkili bir konuşma yapar. Kürsüden indiğin-de yıldızı iyiden iyiye parlar.

DEVLET – MİLLET İLİŞKİSİÜlkemizin geçmişte karşı karşıya kaldığı en önemli

sorunlardan biri de millet ile devlet arasında bir mesa-fe bulunması, yanlış uygulama ve politikalar nedeniyle birey-devlet arasındaki mesafenin giderek açılmasıdır. Uzun yıllar boyunca halkın gerek ekonomik, gerekse demokrasi, temel hak ve hürriyetler alanında en temel talepleri görmezden gelinmiş, hatta bunların dile getiril-mesi bile engellenmiştir. Bununla da kalınmamış, vatan-daş kendi inanç ve değerlerinde baskı ve zulüm görmüş, vergilerle ezilmiş ve horlanmıştır.

Anadolu’nun ücra bir köşesinde yaşanan şu olay ilginç ve önemli bir örnek teşkil eder. Çankırı’nın Şabanözü il-çesinde seçim faaliyetleri sırasında bir Chp milletvekili adayı halkın Demokrat Parti’ye ilgisini fark edince “yahu Demokrat Partide kim oluyor? Daha kurulalı ne kadar zaman oldu? Bu parti ne yaptı ki bu kadar savunmasını yapıyorsunuz?” diyerek tepkisini dile getirir. Bu tepkiye orada bulunan bir köylü vatandaşın cevabı manidardır. “Demokrat Parti henüz bir şey yapmadı ama sizleri aya-ğımıza kadar getirdi. Bu da bize yeter.”

Çarpıcı bir örnek olması açısından bir ismi hatırla-makta fayda var. Nevzat Tandoğan tek parti döneminde altın çağlarını yaşayan devletçi seçkinleri tanımamızı ve seçkinleri resmetmemizi sağlayacak önemli bir simadır. 18 yıl Ankara Valiliği yapmış olan Tandoğan için An-kara; Çankaya ile Ulus arasındaki Atatürk Bulvarından ibarettir. Bu cadde her gün süpürülür, sulanır, süslenir ve aydınlatılır. Tandoğan her zaman Çankaya’yı gözler ve en ufak hareketlenmeyle görevinin başına geçer. Ve bu Vali 18 yılda Ankara’nın hiçbir ilçe ve kasabasına ziyarete gitmeyen vali olarak adını tarihe yazdırdı. Öyle ki onun döneminde köylüler, köylü kıyafetleriyle Ankara’ya gire-mezlerdi.

Chp zamanında devlet ve parti teşkilatı o derece iç içe girmişti ki o dönemde, İçişleri Bakanı Chp genel sekre-terliği, Valiler Chp il, Kaymakamlar Chp ilçe başkanlığı, Müfettişler ise parti müfettişliği görevini yürütüyorlardı.

DEMOKRAT PARTİ; YENİ TÜRKİYE’NİN AYAK SESLERİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 107

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Demokrat Partinin iktidar olmasıyla bu ilişkiler kesildi ve yukarıda anlatılan buyrukçu, tepeden bakan ve Ana-dolu insanını hakir gören tutum ve davranışlar ortadan kalktı.

Tek parti döneminde nahiye müdüründen dayak yi-yen köylü; Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle nahi-ye müdürünün karşısına çıkıp yediği dayağın hesabını sordu. Nahiye müdürü çarıklıdan özür dilemek zorunda kaldı. Kısacası halk kendisine tepeden bakan yönetim anlayışına karşı tepkisini ortaya koydu. Kitleler ilk defa hesap soran kişiler oldu. Gücün ellerinde olduğunu his-setti ve bunu başkalarına da hissettirmek istedi.

MİLLET KENDİ SEÇİMİNİ YAPTIDemokrat Partiyi iktidara taşıyan “Yeter Söz Milletin”

sloganı Türkiye’nin batılılaşma tarihinde ilk defa “ke-narın merkezden hesap sorma isteğini” dile getiren bir yaklaşımdı. Bu slogan o güne kadar meşruiyetini kendi-sinde, mensubu olduğu felsefede arayan anlayışın yerine meşruiyeti halkın yanında – gönlünde arayan bir anlayışı inşa etmenin ilk adımını oluşturdu. “Yeter Söz Mille-tin” yaklaşımı son derece önemli ve radikal bir zihinsel değişimin ürünüydü. Bu nedenledir ki bu slogan mil-letin gönlünde makes buldu ve dalga dalga Anadolu’ya yayıldı. Yıllardır susturulan, önü kesilen ve duyguları bastırılan halk artık devletçi seçkinlerin zulmünden kurtulmanın heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Yıllar önce Mustafa Kemal’in “şayan-ı dikkat bir genç” diyerek keş-fettiği genci millette keşfetmiş ve onu adeta bir kurtarıcı olarak görmüştü. Chp’nin yıllar süren milletin inancıy-la, tarihiyle ve kutsallarıyla savaşmasının önünü kesmiş ve milleti devletle tekrar buluşturmuştu. Ne hazindir ki “devleti milletle ve milleti tarihiyle barıştırmasının bede-lini” O’na çok ağır bir şekilde ödetmişlerdi.

MENDERES’İN GEÇMİŞE SAYGISIMerhum Adnan Menderes 1952 yılında NATO top-

lantısı için Fransa’ya gider. Bir ara Paris büyükelçisini ya-nına çağırarak; “Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar. Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sa-hip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde; “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der.

Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir. Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner. Devlet-i Aliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris ya-kınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar. Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve; “Anne ne olur affet bizi, geç geldik” der. Ayşe Sultan sürgünden otuz yıl sonra gördü-ğü bu vatan evladına; “Sen kimsin”? diye sorar. Menderes de; “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım” der. “Ben Başbakanım” sözünü duyan koca Sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.

Menderes Türkiye’ye döner dönmez doğruca Cum-hurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar. “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım” der. Celal Bayar da; “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar” der. Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar. Mektupta şunlar yazılıdır:

– “Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin Başbakanı olmaktan utanç duyuyo-rum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes.”

Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin veril-mesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer. Kanundan son-ra İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır. Bir sabah erken saatte Teşviki-ye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes’tir. “Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek isterim” der. Başın-da tülbent elinde tespihiyle Menderes’i karşılayan Şefika Sultan; “Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz…” der. Başbakan da; “Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk…” demesinden sonra Şefika Sultan; “Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık” der. Menderes de; “Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ih-tiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim” der. Daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf önüne konur. İşte Menderes’in amansız suçlarından birisi de budur.

Kısacası 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, halkı değerleri ve tarihiyle barıştırmanın bedelini ağır ödese de Türkiye’nin geleceğinde önemli bir dönüm noktası ol-muştur. Anadolu da büyük çoğunluk bu başarıyı sevgi ve gözyaşlarıyla karşılamıştır.

Demokrasi standardının yükseltilmesi bağlamında yakın tarihimizde önemli adımlar atılmıştır. Bu adımla-rın en önemlisi ve ilki, “Demokrat Parti’nin iktidara gel-mesidir.” Bunun da “Yeni Türkiye”nin ayak sesleri oldu-ğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Çok partili siyasal hayata geçildikten sonra Türkiye’nin demokratikleşme, sivilleş-me ve kalkınma alanındaki aldığı mesafeyi düşündüğü-müzde Adnan Menderes ve Turgut Özal’ı bir kez daha rahmetle anmak vicdani bir borçtur.

Dünyada en güvenli ve huzurlu ülkeler, vatandaşla-rına en geniş hak ve özgürlükleri sağlayan devletlerdir. Kendi halkına baskı kuran, demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldıran rejimler ise istikrarsızlığa mahkûmdur. AK Parti iktidarı döneminde söz konusu hususlarda atı-lan adımlar ve yapılan reformlar baş döndürücü bir se-viyeye ulaşmış ve Türkiye ileri demokrasi ve kalkınma-sıyla “Yeni Türkiye” olma yolunda hızla ilerlemektedir. Demokrat partiyle başlayan “Yeni Türkiye” mücadelesi, milletin zaferiyle sonuçlanacaktır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU108 |

Nurettin TOKDEMİR19. Dönem DYP Hatay Milletvekili

“Emr-i bülendsin ey Ezân-ı Muhammedi Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedi”

Yahya Kemal

Siyaset ve devlet adamı Tevfik İleri, “Hayatımızda bizi mutlu edecek tek şey halkın sevgisine nail olmaktır. Al-lah bizi bu sevgiden mahrum etmesin… Bir doktor gibi kulağımızı halkın kalbine vermesini bildikçe bu millet bize oy verecektir. Görevde tutacaktır… Hiçbir şey dü-şünmeden, hiçbir şey beklemeden, sadece bu millete hiz-met edelim. Bu hizmet, milletin kalbinde her zaman lâyık olduğu yeri bulacaktır” demiştir.

Gerçekten ihlâsla, dini siyasete alet etmeden, siyaset yoluyla milletin manevî değerlerine hizmet edenleri bu millet hiçbir zaman unutmamıştır.

Onlar SEÇİLMİŞ OLARAK kendilerini millî iradenin temsilcileri ve hizmet-kârları görerek her şeye demok-rasinin, hukukun ve insan haklarının ve adaletin pence-resinden bakarak, temel hakları devlet dahil, hiçbir şeye fedâ etmemişlerdir.

Bu imkân ve yol sözde değil, özde demokrat insanlar-la, devlet adamları ve kadrolarıyla gerçekleşir. Ülkemizin en büyük mağduriyetlerinden biride kaht-ı ricaldir. Yani siyaset ve devlet adamı yokluğudur. Ne yazık ki ihtilâller var olan kadroları biçerek kaht-ı ricale de sebep olmuş-lardır.

14 Mayıs 1950 yılından 27 Mayıs 1960 yılına kadar maddî ve manevî alanda başarıdan başarıya koşan lider ve kadrosunu farklı kılan iki temel faktör demokrasi ve millî iradeye samimiyetle inanmış olmalarıydı. Milleti-mizin tarih sayfalarını acıtan “27 Mayıs hukuk rezaleti” yaşanıp filizlenen demokrasi darağacına götürülmeseydi, ülkemiz çoktan ileri demokrasi saflarındaki yerini ala-caktı.

Bugün 16 Haziran 2013. 64 yıl önce Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte, Meclis’in ilk oturu-munda ivedilikle ele alınmasını istediği ezanın orijinal (Arapça) okunmasını yasaklayan TCK’nin 526’ncı mad-desinin ikinci fıkrasının, 5665 sayılı Kanunla kaldırılma-sının tarihidir.

“Allahu Ekber” diyerek Hicretin birinci senesinde 15 Haziran 622’de Bilâli Habeş (ra) tarafından okunmaya başlanan Ezan-ı Muhammedî, devletin din ve vicdan hürriyetine aykırı biçimde din mühendisliği yapmasına kadar, aynı şekilde okuna gelmiştir. Tâ ki 3 Şubat 1932’de Fatih Camii’nde;

Tanrı Uludur, Tanrı Uludur.Tanrı Uludur, Tanrı Uludur.Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrıdan başka yoktur tapacak.Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrıdan başka yoktur tapacak.Şübhesiz bilirim bildiririm, Tanrının elçisidir Muhammed.Şübhesiz bilirim bildiririm,Tanrının elçisidir Muhammed.Haydin namaza, haydin namaza.Haydin felâha, haydin felâha.Tanrı uludur, Tanrı uludur.Tanrıdan başka yoktur tapacak.

şeklinde okunana kadar.Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi imzasıyla bütün

valiliklere gönderilen 18 Temmuz 1932 tarihli ve 636 sa-yılı Genelge ile ezanın sadece Türkçe okunmasına karar verilmiştir. Bu tarihten sonra Anadolu semalarında 18 yıl sürecek nefes kesen baskılarla ezanın orijinal biçimin-de okunmasını sağlayan kanun tasarısının gerekçesinde belirtildiği üzere, manevî huzursuzluğa sebep olacak bir dönem başlamış oldu.

6 Mart 1933’te Rıfat Börekçi imzasıyla bütün valilikle-re gönderilen Genelgede, “öz dilimizle her tarafta Türkçe ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât ve selâm okumak ahenksiz düşeceği gibi hükümeti celilenin takip buyurduğu maksadı milliye”ye aykırı olacağından bahisle, 18 Temmuz 1932 tarihli ezanın Türkçe okunma-sına dair genelgeden yaklaşık bir yıl sonra salât ü selâm ve tekbirler de Türkçe okunmaya başlamıştır.

İktidar bütün bu uygulamalarla yetinmeyip, 1939 yı-lında kanunla cezaî müeyyide konması için düzenleme-ye gitmiş, fakat gündeme alınamadığından, 2 Haziran 1941 yılında 4055 sayılı Kanunla Türk Ceza Kanunu’nun 526’ıncı maddesine bir ilave yapılarak “Arapça ezan ve ka-met okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılır” hük-mü ile cezaî yaptırım getirilmiştir.

18 Temmuz 1932 yılından beri milletin manevî dün-yasına çöken kâbusun çok ağırlaştığı günlerde Demokrat Parti hareketi başladı. Demokratlar 14 Mayıs 1950’de ik-tidar oldu. 14 Mayıs 1950 siyasî tarihimizde bir dönüm noktası ve halkın beyaz ihtilâliydi. Burada bir noktayı na-zarlarınıza arz etmek isterim ki, Adnan Menderes, 1931 yılında milletvekili seçilerek 30 yıl TMMM’de milletimizi temsil etme şerefini taşıyan ender şahsiyetlerden biridir.

Hükümet programının TBMM’de okunmasından on sekiz gün sonra, 16 Haziran 1950’de, ezanın Türkiye’de

DP’NİN İLK İCRAATI: EZANIN ASLINA ÇEVRİLMESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 109

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Türkçe okunacağını düzenleyen yasa hükmü kaldırıldı. Söz konusu yasaya ilişkin tasarı, Menderes Hükümeti’nin TBMM’ye sunduğu ilk tasarı olması bakımından dikkat çekicidir. Çünkü DP böylece, önceliğinin ne olduğunu or-taya koymuştur.

Milletimizin kuvvet ve iradesini temsil eden TBMM’nin tutanakları gerçek tarih belgeleridir. Şimdi bu tarihi süreci TBMM Tutanaklarından takip edelim; (Dokuzuncu Birle-şim 16.VI. 1950 Cuma)

14.06.1950 tarihli Kanun tasarısı gerekçesiyle birlikte, Başbakan Adnan Menderes imzasıyla TBMM Başkanlığı-na sunulmuştur. Başbakan Menderes TBMM Başkanlığına gönderdiği yazı da şöyle demiştir;

“Türk Ceza Kanununun 526. maddesinin değiştirilme-si hakkında Adalet Bakanlığında hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 14.6.1950 tarihli toplantısında Yüksek Meclis’e sunulması kararlaştırılan Kanun Tasarısının gerekçesiyle birlikte sunulmuş olduğunu saygılarımla arz ederim.”

Gerekçe özet olarak şöyledir:“….Anayasanın Türk vatandaşı için tabiî hak saydığı

vicdan hürriyetinin dokunulmaz bir hak olarak hürmete lâyık görülmesi gerekir ve bunun tabiî olan din serbesti-si her türlü müdahaleden âzade kalmak gerekirken ana kanunlarla korunmuş bulunan din ve vicdan hürriyetin-den vatandaşı herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahrum etmek ve bu hususu kanunî ceza teyitleri altında bulundurmak doğru olmaz.”

“… Müslüman Türklere sebepsiz yere manevî huzur-suzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir devlet nizamı içinde yer alabilmesinin doğru olmadığı fıkranın tayyi (kaldırılması) Müslüman Türklere huzur ve vicdan rahatlığı verecektir. Hem huzur hem de ana hak ve hürriyetlerden olan vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak sebeplerinden ötürü Türk Ceza Kanunun 526. maddesinde mevcut olup ezan ve kametin Arapça okunmasının memnuiyeti (yasağının) hakkındaki hükmün kaldırılması gerekli bulunmuştur.”

Genel Kurul’da oturumun başlamasıyla söz isteyen Başbakan Adnan Menderes;

“Muhterem arkadaşlar; Arapça ezan hakkında Demok-rat Parti Meclis Grupunda verilen kararın gazeteler ve rad-yo ile yayınlanması neticesinde kanunî mâniin (engelin) kaldırılmış olduğu telâkkisinin (algısının) hâsıl olması ve bazı vatandaşların Arapça ezân okunması muhtemel ol-duğu için bu bapta hükümetçe Meclis’e sevk etmiş oldu-ğumuz lâyihanın (tasarının) bugünkü ruznameye (gün-deme) alınmasını ve müstacelen (ivedilikle) müzakere edilmesini yüksek tavsiyelerinize arz ediyorum.” diyerek muvafık, bravo sesleri, DP sıralarından sürekli alkışlar ara-sında yerine geçmiştir.

Ardından Oturum Başkanı İstanbul Milletvekili Fuad Hulûsi Demirelli:

“Arkadaşlar; Başbakanın bahsettiği, Türk Ceza Ka-nununun 526’ncı maddesinin tadili hakkındaki tasarı-nın raporu Adalet Komisyonunca yazılmış, tabı ve tevzi edilmiştir. Yalnız aradan 48 saat geçmediği için gündeme alınmamıştır. Şu kadar ki, şimdi muhterem Başbakanın buyurdukları esbabı mucibeye dayanılarak Adalet Ko-misyonunun mazbatasında da tasarının hemen gündeme alınması ve ivedilik ve yeğlikle görüşülmesi Kamutaya

teklif ediliyor. Bu itibarla yazılı teklifler karşısındayız. Bu teklifleri birer birer reyinize arz edeceğim.

Evvelâ bunun gündeme hemen alınması teklifini yük-sek reyinize arz ediyorum. Kabul edenler lütfen işaret ver-sinler... Kabul etmeyenler... Kabul edildi. Şu halde tasarı gündeme alınmıştır.”

İvedilik teklifi de vardır. İvedilik teklifi, biliyorsunuz ki, kanunun yalnız bir kere müzakere edilip intaç edilmesini tazammun eder. Bu teklifi de oyunuza sunacağım. İvedilik teklifini kabul edenler lütfen işaret versinler... Kabul etme-yenler ... Kabul edilmiştir.

Bir de öncelik teklifi vardır. Yani gündemdeki mad-delerden önce bu kanun tasarısının müzakere edilmesini kabul edenler lütfen işaret versinler... Kabul etmeyenler ... Kabul edilmiştir.” cümleleriyle tarihi süreci başlatmıştır.

Siyaset önünü, uzlaşma kültürüyle açar. Yapılan gö-rüşmelerde sağlanan uzlaşı ile Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekilleri de tasarının aleyhinde söz alma-mışlar ve böylece Şeair-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedi’yi cepheleşmeden ilân etme imkânı bulun-muş oldu. (İnönü ve birkaç arkadaşı müstesna)

Kanun aynı gün 16.6.1950 ve 1/9 numaralı yazı ile Cumhurbaşkanlığına iletilmiş Cumhurbaşkanı Celal Ba-yar da 16.6.1950 ve 4/533 sayılı yazıyla aynı gün onayla-mıştır.

Onaylanan Kanun 17.6.1950 tarihli ve 7535 sayılı Resmî Gazetede ilân edilerek Mübarek Ramazan ayının ilk gününde yürürlüğe girmiştir.

Kanunun kabulünden sonra, onaylanma sürecinde Celal Bayar ile Adnan Menderes arasında soğukluk yaşan-dığı ve Menderes’in küsüp Mersine gittiği gibi söylenti ve iddialar bu belgeler ışığında şehir efsanesi niteliğindedir. Yukarıda belirtildiği gibi, Kanun kabul edildiği gün onay-lanmıştır.

Netice itibariyle, siyaset duayenlerince her vesile ile ifa-de edildiği üzere siyasette mahcup olunmamalıdır. Millete verilen sözler yerine getirilmelidir. Tıpkı Adnan Menderes ve arkadaşlarının sözlerini yerine getirdikleri gibi... Siyaset netice alma san’atıdır, gerçekten bir maharet, liyakat, bilgi, tecrübe ve dirayet işidir. Aristo, “Liyakatin hakaret gördü-ğü yerde demokrasi yoktur” der. Onun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm’de “Emaneti ehline veriniz, insanlar arasında ada-letle hükmediniz” (Nisa 53) buyrulmuştur.

Siyaset yapacaksanız, size ümit bağlayanları hayal kı-rıklığına uğratmamalısınız. Siyaseti dine hizmet ettirmeli-siniz. Siyasette büyük cinayet; dinin siyasete alet edilmesi, onun emrine sokulmasıdır, ayrıca dinin; Tarafgirliğe, hem siyasî, hem de dünyevî bir mücadele aracı olarak kullanıl-masıdır.

Demokratların en büyük misyonu dini siyasete alet et-meden hak, hukuk, adalet, hürriyet, millî ve manevî de-ğerlere sahiplik, manevî ve maddî olarak ülkenin güçlen-dirilmesidir.

Üstad Bediüzzaman’ın tesbitiyle “Hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete va-sıta olan” Ezan-ı Muhammedî (Asm)’nin ihyasına öncülük ederek ezanımızı hürriyetine kavuşturan İslâm Kahrama-nı Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyoruz.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU110 |

Hasan Polatkan kendisini idam sehpasına çıkarmak için gelindiğinde sakindi. Gitmeden abdest aldı, dua etti, sonrasında sakin adımlarla yola koyuldu. Sehpaya çıkmadan önce kelime-i şehadet getirdi. Yassıada Mah-kemelerinde sayfalarca üzerinde çalıştığı müdafaaları ya-pamamanın, kendisini ifade edememenin vermiş olduğu kırgınlık ve küskünlük ile orada bulunanlara;

“ Karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsu-zum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin.” dedi.

Bu, son sözleri olmuştu.İktidarın ilk yıllarında temel-

leri atılan fabrikalar, barajlar, santraller, havaalanları, üni-versiteler, okullar, hastaneler ve yüzlerce yatırımlar birer birer tamamlanıyordu. Mu-halefet ve basın akla, hayale gelmeyecek yalanlarla darbe için zemin oluştururlarken Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve kabinenin diğer üyeleri, bitmek tükenmek bilmeyen bir azimle, bir ta-raftan ülkenin dört bir yanın-da yeni eserler için temel atar-ken diğer taraftan bir açılıştan diğerine koşuyorlardı.

Türkiye’nin geleceği için gece gündüz çalışan kader arkadaşları gibi, Polatkan da ihtilal olacağına ih-timal vermiyordu. 26 Mayıs’ta Adnan Menderes tarafından büyük bir coşku ve kalabalıkla açılan Şeker Fabrikası için Eskişehir’e gitmeden bir gün önce kıymetli eşi Mutahhare Hanım “Darbe söylentileri var, Ankara kalsanız daha iyi olmaz mı?” dediği zaman, “ Hanım, bu nasıl söz? Türk askeri böyle bir şey yapar mı?” cevabını vermişti. Aynı şekilde kızı Sema ağlayarak “İhtilal olacakmış diyorlar” dediğin-de; Polatkan “Merak etmeyin, bir şey olmaz” demiş ve sevdalısı olduğu memleketine bir eser daha kazandırma-nın heyecanı ile Eskişehir’e gitmiştir.

İhtimal vermediği 27 Mayıs darbesi olduğu zaman Eskişehir’de Menderes ile tutuklanan Polatkan, ertesi gün Ankara Harbiye’ye getirildi, on bir gün sonra da İmralı’ya nakledildi.

Samet Ağaoğlu’nun deyimiyle “Yassıada’nın en hazin yüzü.” olan Hasan Polatkan memlekete hizmetlerinden dolayı darbe zihniyeti tarafından çeşitli işkence ve zu-lümlere maruz bırakıldı. Mutahhare Hanım, kocasını darbeden tam on bir ay sonra bir barakada, iki subayın elbiselerinin altından doğrulttukları silahların gölgesin-de, gerçekleşen buluşmada bitkin bir şekilde görmüştü.

Mutahhare Hanım ikinci ve son defa görüşmeye git-

tiğinde Hasan Polatkan on beş ayda 83 kilodan 38 kilo-ya düşmüştü. Görüşme sırasında Mutahhare Hanımın eşinin elinin üzerinde sigara söndürüldüğünü görmüş ve daha sonra eşinin kader arkadaşlarından işkencelerin boyutunu öğrendiğinde oldukça üzülmüştür.

Polatkan Yassıada’da pek çok eziyetlere maruz kalmış-tı. Fakat belki de şahsına yapılan en büyük eziyet duruş-

malar olmuştur. Yassıada’da kurulan sahnede kendisine pek çok iftiralar atılmış, suçlama-

larda bulunulmuştur. “Neden bu kadar fazla şeker fabrikası yaptınız?” diye

sorular sorulmuş, günlerce hazır-landığı, yüzlerce sayfalık savunma

metinleri gece baskınları ile elin-den alınmış, savunma yaptırıl-mamıştır. Polatkan darbenin ilk gününden beri kurulan sahnenin farkındaydı ve “Bizi asacaklar.” diyordu. Fakat ya-pılan onca işkenceye rağmen son ana kadar savunmasını yapmaya çalışmıştı, sonucu değiştirmeyeceğini bile bile.

26 Temmuz 1961 tarihin-de; idam kararlarından önce-ki son savunmaların yapıldığı

duruşmada Mahkeme Başka-nı Salim Başol’un sesi duyuldu:

“Polatkan, sen gel!” İdam ile yargılananların haya-

ti öneme sahip son savunmalarını yapmalarına izin verilmemesi Yassı-

ada Mahkemeleri resmi tutanaklarında ve tarih perdesinde yerini almıştır.

Salim Başol: Hasan Polatkan kaç sahife efen-dim. Diğer davalarda uzun yazdığınız, lüzumsuz izahlara girdiğiniz görüldü. Kaç sahife?

Hasan Polatkan: Sahife adedini maalesef söyleyeme-yeceğim, müsvedde halindedir.

Salim Başol: Vinileks davasında 30-40 sahife idi.Hasan Polatkan:15 dakikada bitecek vaziyette değil-

dir.Salim Başol: 15 dakikadan fazla dinleyemeyiz. Hem

müşterek müdafaa yapıldı, hem müdafiiniz söyledi.Hasan Polatkan: Emredersiniz müdafaamı yarına bı-

rakırım.Salim Başol: Yarına bırakmak değil. 15 dakika daha

var. Esasen müşterek müdafaa yapıldı. Bizim burada boş laf dinlemeye vaktimiz yok.

Hasan Polatkan: Muhterem başkanım, idamı istenilen bir cezada kendimi müdafaa etmeyeyim mi?

Salim Başol: Müdafaanız yapıldı.Hasan Polatkan: Onların temas etmediği noktalara

HASAN POLATKAN

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 111

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

temas edeceğim.Salim Başol: Diğer davalarda sizin çok uzun yazdığı-

nızı gördüm. Lüzumsuz laflara yer veriyorsunuz. Buna göre müdafaanıza başlayın.

Hasan Polatkan: Devam edeyim. Emredersiniz kese-rim... (Birkaç cümle daha konuştu.)

Salim Başol: Size taalluk eden müşterek müdafaa bir. Bakanlar Kurulu’nu alakadar eden müşterek müdafaa iki. Feridun Köymen’in müdafaası üç, Suat Kaytın’ın müdafa-ası dört. Kendi müdafaanız beş. Sizinki ile altı oluyor. İda-mı istenen sanık nasıl müdafaa yapmasın sözü tamamen yersizdir. Onun için kısa olacaktır. Bu sözlerim hepsine şamildir.

Hasan Polatkan: Bugün burada birçok konuşmaya müsaade buyurdunuz...

Salim Başol: Onların konuşmaları size de şamildir. Hasan Polatkan: Ne zaman bitireceğimi emrediniz,

keserim.Salim Başol: Şimdi buraya kadar tamamen boştur.Hasan Polatkan: Halk Partisi’nin mallarının Hazine’ye

iadesi kanunundan maksadımız...Salim Başol: Bunlar söylendi, gerek müdafaalarda ge-

rek savunmalarda geçti, bu tekrarları geçin efendim.Hasan Polatkan: Müsaade ederseniz yazılı olarak vere-

yim, yapamayacağım.Salim Başol: Buyurun oturun, tekrarlar olmayacak,

evvelki müdafaalara temas edilmeyecek. Darbeden seneler sonra Polatkan’ın savunmalarından

korkmalarının, çekinmelerinin bir itirafı olarak Yassı-ada Mahkemeleri Başsavcısı Ömer Altay Egesel “Hasan Polatkan’a yazık oldu.” demiştir.

Günlerce hazırlandığı, sayfalarca üzerinde çalıştığı sa-vunmalarının yaptırılmamasıydı belki Polatkan’ı 83 kilo-dan 38 kiloya eriten...

Binler rahmet...

“Çok sevgili karıcığım, bugün karar günü. Allah nasıl takdir etmişse öyle ola-cak. Allah’a ve vicdanıma karşı fevkala-de müsterihim. Sakin ve mütevekkilim. Biz buradan nakil edileceğiz. Gittiğimiz yerden yazarım. Yanımıza yolda ağır olmaması için ancak yedek bir gömlek, çamaşır alıyoruz. Diğer eşyalarımı-zı gönderdik. Ben hangi eşyaları bana göndereceğinizi yazarım. Annemin elle-rinden öperim. Seni, Sema’yı, Nilgün’ü hasretle kucaklar, pek çok öperim. Ab-lalarımıza, kardeşlerimize çok selamlar. Nebiha ve Ayşe’ye selamlar. Kardeşine de söyle bir mektup yollamıştı.”

“Sevgili çocuklarım Sema ve Nilgün… Semacığım, imtihanların yaklaşıyor.

Allah kolaylık versin. Fakat sen merak etme. Allah’ın yardımı ile muvaffak olursun. İmtihanlarınız sözlü olduğuna göre, çekingen olma. Cıvıl cıvıl konuş.

Nilgüncüğüm, ben burada her gün ‘Fatoş ile Güngörmüş’ü okuyor, hem gü-lüyor hem de seni hatırlıyorum. İnşaal-lah, seni bir gün dizlerime oturtarak o hikâyeleri sana ben okurum.

İkinizi de hasretle kucaklar, gözleri-nizden, yanaklarınızdan öperim sevgili çocuklarım.”

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU112 |

Erol AYYILDIZAydın Valisi

Efeler diyarı Aydınımızın yetiştirdiği, kurtuluş sa-vaşı gazisi, demokrasi şehidi Başvekil Adnan Mende-res; Cumhuriyet tarihimizde bir döneme damgasını vurmuş, yaptığı hizmetlerle milletimizin gönlünde taht kurmuş güzide devlet adamlarımızdandır.

Vatana ve millete hizmet etmeyi şiar edinen Adnan Menderes, Türk Siyasi tarihine unutulmayacak önemli katkılarda bulundu. Türkiye’nin çok partili siyasi haya-ta geçişi ile birlikte arkadaşlarıyla kurduğu Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 tarihinde demokratik yoldan ve halkın özgür iradesiyle iktidara geldi.

Milletin kabul ettiği bizim içinde makbuldür anla-yışıyla hareket eden Adnan Menderes ve arkadaşları on yıl boyunca ülkeyi yönettiler. Milleti merkeze alan yeni bir devlet anlayışı benimsediler. Milletin değerlerini, halkın tercihlerini daima öncelediler. Bu yüzden millet tarafından gönülden sevildiler.

Türkiye’nin çarıktan medeniyete geçişi olarak da nitelendirilen bu dönemde; Türkiye’nin o zamana ka-dar görülmemiş bir gelişme içine girdiğini görüyoruz. Üretim artmış, milli gelir yükselmiş, altyapı hizmetleri ve sanayi yatırımları ile ülke baştan sona mamur hale getirilmeye çalışılmıştır. Tarımda modernleşme çalış-malarına hız verilmiş, ülkeye yeni kurumlar kazan-dırılmış, dış politikada cesur adımlar atılmış ve hızlı sosyal dönüşümler yaşanmıştır. Demokratikleşme ve

özgürlükler alanı genişlemiş, din ve vicdan hürriyeti konusunda geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde ilerle-meler kaydedilmiştir.

Bu zaman diliminde muhalefetle ve hükümetin ic-raatından memnun olmayan bazı kesimlerle sert tartış-malar yaşansa da siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda önemli hizmetler gerçekleştirilmiştir

Bütün bu gelişmeler, başarılı icraatlar aynı zaman-da toplumsal talepleri de yükseltti. Ülkede bu hiz-metler yapılırken ve demokrasi kurum ve kurallarıyla yerleşmeye başlamışken, durumdan vazife çıkaranlar, 27 Mayıs 1960’ da darbe yaptılar. Tevkif edilen Adnan Menderes ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan Yassıada’da idam edildiler. Ayrıca Demokrat Parti iktidarının 400’den fazla siyasetçi, yönetici ve bü-rokratlarına ağır cezalar verildi. Yapılan zulümleri mil-letimiz büyük bir acı ile karşıladı ve idam edilenlere, demokrasi şehidi unvanını verdi.

Hemşerimiz Menderes ve arkadaşlarını halkımız ve Aydınımız hiçbir zaman unutmadı ve gönlünde yaşat-maya devam etti. Merhum Başvekil Adnan Menderes’in hatırasına sahip çıkmak demokrasiye inanan her va-tandaşımıza düşen bir görev her bir Aydınlımız için ise ödevdir. Bu anlamda tarihi kişiliğine uygun olarak diğer yapılanların yanında “Adnan Menderes Müzesi” kurulması çalışmalarına başlanılmış olup enkısa za-manda Müze tamamlanarak halkımızın hizmetine su-nulacaktır. Saygı, minnet ve dua ile anıyoruz.

Ruhları şad olsun.

DEMOKRASİ ŞEHİDİ BAŞVEKİL ADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 113

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

MENDERES DÖNEMİ'NDE KURULAN ÜNİVERSİTELER

Adnan Menderes 1950 yılında iktidarı devraldığında, Ankara'da bir ve İstanbul'da iki olmak üzere toplam üç üniversite vardı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında elit kesim ile sınırlı kalan yükseköğretime olan talepler Demokrat Parti'nin ekonomik ve gelişme politikaları ile artmıştır. Ayrıca ülkedeki genç neslin sayısının giderek artması da yükseköğretimdeki öğrenci artışını körüklemiştir. Yeni üniversitelerin açılmasıyla da beraber artmaya başlayan öğrenci sayısını ve ihtiyaç duyulan insan gücünü karşı-lamak için dört yeni üniversitenin dışında birçok şehirde yüksekokul ve akademi açılmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan bu yükseko-kulların çoğu iktisadi ve ticari ilimler ile mimarlık ve mü-hendislik alanındaydı. Var olan diğer yüksekokullar ise, Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Deniz Ticaret Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Harp Okulu, Yüksek Mühen-dis Okulu, Tekstil Teknik Yüksekokulu, Yüksek Teknik Okulu’dur. Bu yüksekokulların dışında İslam Enstitüsü, Eğitim Enstitüsü gibi kurumlarda kurulmuştur.

Mevcut üniversiteleri geliştirmeye çalışmakla birlikte, yurdun dört köşesine yeni üniversiteler kurma gayre-tinde olan Menderes, iktidarı süresince 4 üniversite, çok sayıda Enstitü, Yüksek Okul ve Akademi açtı. Üniversite-lerin özerkliğini muhalefet döneminde savunmaya başla-yıp iktidar olunca da devam ettirdi.

Parti Programına “Üniversiteler, ilmi ve idari muhta-riyete sahip olmalıdır” görüşüne yer vererek bu konudaki tutumunu kesinleştirdi. Adnan Menderes, 8 Ocak 1953’te İstanbul Üniversitesi’ndeki konuşmasında “İktidar, üni-versitenin tam müttefikidir. Sizlerden gördüğüm hara-retli kabul bu temenninin doğruluğunu göstermektedir. Acaba yeni iktidar üniversitelerimiz ve gençlerimiz için ne düşünüyor diye en küçük bir tereddüde mahal olma-malıdır.” diyerek, üniversite özerkliğine çok büyük bir önem verdiğini göstermiştir.

Menderes döneminde; Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Ege Üniversitesi (1955), Orta Doğu Teknik Üni-versitesi (1957), Atatürk Üniversitesi (1958) olmak üzere dört üniversite kuruldu.

Doğu Karadeniz Bölgesi’nin sos-yal ve ekonomik gelişmesine katkıda bulunması ve bölgeye her yönden ön-cülük yapması amacıyla, Karadeniz Teknik Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversitenin kuruluş yasası, 20 Mayıs

1955’te çıkarılmıştır. Trabzon Milletvekili Mustafa Reşit Tarakçıoğlu ve 28 arkadaşının verdiği teklif, TBMM'de 20 Mayıs 1955'te kabul edilerek ile Trabzon'da kurulmuş olan Karadeniz Teknik Üniversitesi, İstanbul ve Ankara illeri dışında kurulan ilk üniversitedir.

Menderes, ülkenin hem doğusun-da hem batısında hem de merkezinde yeni üniversiteler açma çalışmaları-na devam etmiştir. Bu kapsamda ku-rulan üniversitelerden birisi de Ege Üniversitesi’dir. Yapılan çalışmalar so-nucunda EÜ İzmir'de, 27 Mayıs 1955

tarihinde çıkarılan bir kanunla kurulmuş ve 5 Aralık 1955 tarihinde açılmıştır. İlk yıl Tıp ve Ziraat Fakülteleri eğitime başlamış ve ilerleyen yıllarda yeni fakülteler ekle-nerek üniversite büyütüldü.

1956’da ise Ankara'da Birleşmiş Milletler desteği ile Bölge Planlama ve Mimarlık Okulu kurularak 23 Ocak 1957 tarihli yasayla, ODTÜ adını alı. Bu Üniversitenin kuruluş amacı; Orta Doğu’nun kaynakları-

nı geliştirmek, ekonomik sorunları çözümlemek, Türk ulusuna ve diğer uluslara yarar sağlayacak bilimsel araş-tırmalar yapmaktır. Ayrıca, Türk öğrencilere bilimsel, teknik ve mesleki alanlarda, genelde İngiliz diliyle iyi bir eğitim vermek ve diğer ülkele-rin öğrencilerine eşit koşullar sağlanması amaçlandı.

27 Mayıs Darbesi'nin ar-dından, ODTÜ Mütevelli Heyeti Başkanı olan Adnan Menderes tutuklanınca, üni-versitenin kapatılacağı dü-şüncesi yayılmıştı. Darbe'den sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin Adnan Menderes'in eseri olduğunu ileri sürerek kapatılmasını is-teyen Milli Birlik Komitesin-deki diğer cuntacılara karşı çıkan Kurmay Albay Sami Küçük, bu Üniversite'nin eği-tim faaliyetlerine devamını sağlamıştır. Ağustos 1960'ta ODTÜ Mütevelli Heyetinin görevine son veren 43 sayı-lı yasa yürürlüğe girmiş ve bundan 10 gün sonra Rektör olarak Prof. Dr. Turhan Feyzi-oğlu atandı.

Öğretim Yılları

Yüksekokul ve Üniversiteler

Öğretim Üye-leri Sayısı

Öğrenci Sayısı

1950-51 34 1950 248151959-60 49 3911 54069

Merhum Menderes şahsi gayretiyle kazandırmıştı ODTÜ'yü eğitimimize.Mütevelli Heyet Başkanıydı aynı zamanda.Şehit edilmesinden sonra ODTÜ, 27 Mayıs'la birlikte kurulan vesayet sisteminin adeta kalesi oldu. Tabii ki vefasızlığın abidesi olduklarını söylemeye gerek yok. Günümüzde resmi web sitelerinde bile Adnan Menderes'in esamesi okunmuyor.Ahdimizdir. Biz O ODTÜ'yü "Yeni Türkiye"nin kalesi yapacağız İnşallah. Az kaldı...

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU114 |

II. Menderes Hükümetinin prog-ramında ise yeni bir bilim merkezi olmakla beraber, öncelikle ve bilhassa Doğu Anadolu’nun bir taraftan mil-li ve içtimai, diğer taraftan maddi ve iktisadi kalkınmasına hizmet edebi-

lecek; memleketin Doğu bölgesine de diğer bölgelerin derecesinde refah ve manevi sıhhat kazandırabilecek; Doğu’nun manevi ve içtimai kalkınmasında rol oyna-yabilecek manevi ve içtimai ilimler fakülteleri ile Doğu Anadolu’nun maddi refahına hizmet edebilecek müspet ilimler, fen ve teknik fakültelerin üniversite bünyesinde yer alacağı; Fakültelerin araştırma yetiştirme faaliyetle-rinde Doğu bölgesinin özelliklerini ve ihtiyaçlarını göz önünde bulunduracağı; Doğu Anadolu’nun kalkınma-sında örnek olup, araştırma sonuçlarını bölgeye yaymak ve tatbik edebilecek olması hedeflenerek Doğu Üniver-

sitesinin Erzurum’da kurulmasına karar verildi. Atatürk Üniversitesi'nin kuruluş çalışmaları 7 Haziran 1957'de resmen tamamlanmıştır. Atatürk Üniversitesi 17 Kasım 1958’de Ziraat ve Fen-Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başlamıştır.

Ayrıca, Hacettepe Tıp Fakültesinin başlangıcı sayı-lan Çocuk Sağlığı Kürsüsü’nü, 2 Şubat 1954 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine bağlı olarak kurul-muştur. Hacettepe Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Enstitüsü ve Hastanesi olarak 1957 yılında Hacettepe'de çalışmaya başlamış ve 1958 yılında da eğitim, öğretim, araştırma çalışmalarına ve kamu hizmetine geçti. Bugün Hacettepe Üniversitesi’nin konuşlandığı alan üzerinde eski Ankara evleri vardı. Adnan Menderes bu arsayı istimlak ederek Hacettepe’nin bünyesine katılmasını sağlamıştır. Bu süreç ise Hacettepe Üniversitesi’nin doğmasına vesile olmuştur.

Merhum Tevfik İleri ODTÜ Temel Atma Töreninde konuşmasını yapıyor

ODTÜ Temel Atma Töreni Celal Bayar ekskavatör kullanırken

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 115

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Atatürk Üniversitesi Temel Atma Töreni

Atatürk Üniversitesi Açılış TöreniEge Üniversitesi Temel Atma Töreni

Celal Bayar ve Adnan Menderes Ege Üniversitesi Açılış töreninde uzun ömür, sulh, sanat ile ilmin sembolü olarak zeytin ağacı dikiyorlar.

Adnan Menderes ODTÜ Temel Atma Töreninde bizzat kullandığı ekskavatörden inerken

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU116 |

Prof. Dr. Cavit BİRCANAdnan Menderes Üniversitesi Rektörü

Üniversitemiz adını, Türk Demokrasi Tarihinde “Demokrasi Şehidi” olarak anılan Merhum Başbakan Adnan Menderes’ten almıştır. Merhum Menderes, demokrasiye, ekonomik ve toplumsal kalkınmanın demokrasi ile gerçekleşeceğine inanan, siyasetin sivil-leşmesi ve vesayetçi yönetimin ortadan kalkması için mücadele veren ve ülkesine yaptığı hizmetler ile anı-lan siyaset adamı ve demokrasi kahramanıdır. Yaşamı boyunca halkına hizmeti borç bilen Adnan Menderes, köyü ve köylüyü ön plana çıkararak tarım devrimi-nin gerçekleşmesinde, sanayileşme ve ulaşımda büyük adımların atılmasında, Türk ekonomisinin dış dünya ile bütünleşmesinde büyük rol oynamıştır. Merhum Başbakan Menderes, on yıllık iktidarı döneminde ülke genelinde büyük yatırımlara yön vermiştir. Ülke kal-kınmasına öncelik vererek; yolu, suyu, okulu olmayan köylere hizmetler götürmüş, okuma yazma seferberlik-leriyle cehaletin ortadan kaldırılmasını sağlamış, Ana-dolu insanının ufkunu açmıştır. Büyük bir gayret ve mücadele ile siyasetin halkla bütünleşmesini sağlamış, onun döneminde halk kitleleri demokrasinin gerçek sahibi olduğunu yaşayarak öğrenmiş, baskı rejiminin ağırlığından kurtulup, özgür iradesiyle ülke yönetimin-de söz sahibi olduğunun farkına varmıştır. Merhum Başbakan Menderes, Anadolu köylüsünü Anadolu’nun efendisi yapmayı başarmıştır. Halkla beraber halk için çalışan Aydın Çakırbeyli’de bulunan çiftliğinin önün-den geçen herkesin karnını doyuran, köylüleri ile bir-likte aynı sofrayı paylaşan Menderes, Türk halkının gücüne ve kendisine olan sevgisine inanmış ve idam sephasına giderken dahi bu inancını yitirmemiştir.

Siyaseti halkla buluşturan Menderes, iktidarı bo-yunca halka dönük siyaset yapmıştır. Çıkmış olduğu yurt gezilerinde sürekli olarak halkın içinde yer almış, onların sıkıntılarını dinlemiş ve bu sıkıntıları çözmek adına büyük gayret sarfetmiş ve her defasında Başkent’e büyük bir inanç ve güvenle geri dönmüştür. Merhum Menderes’in halkın sevdiği, halkın bağrına bastığı bir lider olduğu hiçbir zaman unutulmamıştır. Adnan Menderes halkının kendine olan bu sevgisine ve bağlı-lığına hiç bir zaman duyarsız kalmamıştır. Fakat, Türk halkının sevgisinden ve Türkiye’nin kalkınması ve ge-lişmesinden rahatsız olan bir takım şer odakları tara-fından, bu dönem Türk Tarihine kara bir leke olarak geçecek olan 1960 Darbesiyle son bulmuştur. Halkın özgür iradesini kullanmasına izin vermek istemeyen-ler, Efsane Başbakan Menderes’i iktidardan indirmekle kalmayacak onu idam edeceklerdir. Onu çok sevdiği Milletinden, vatanından ayıranlar Milletin vicdan mu-hakemesinde yargılanmaktan hiçbir zaman kurtulama-yacaklardır. Türk Milleti Adnan Menderes’e yapılanları asla unutmayacak ve unutturmayacaktır. Onun “Efsa-ne” bir lider olduğu dilden dile dolaşacak, nesilden ne-sile aktarılacaktır.

Adını gururla taşıdığımız Üniversitemiz, Merhum Başbakan Adnan Menderes adına büyük projelere imza atmaktadır. Üniversitemiz bünyesinde, Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesini genç nesillere aktarmak ve şimdiye kadar konu ile ilgili yapılamayan/yaptırılmayan bilimsel çalışmalar yapmak ya da bu ça-lışmalara öncülük etmek amacıyla Adnan Menderes Uygulama ve Araştırma Merkezi kurulmuştur. Merke-zimiz düzenlemiş olduğu konferans ve panellerle döne-min aydınlatılmasına büyük katkı sağlamaktadır. 2015

TÜRKİYE’DE DEĞİŞİMİN ADI:ADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 117

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

yılında Merkezimiz, Aydın il ve ilçelerini kapsayan sözlü tarih projesi ile Menderes döneminde yaşayan-ların hatıralarında kalanları kayıt altına almaya başla-mıştır. Amacımız, Aydın ilinin belleğinde yer alan Ad-nan Menderes imajının ortaya çıkarılmasını ve şimdiye kadar konuşulamayanların konuşulmasını sağlamak, hem demokrasi tarihine hem de kent tarihinin oluş-turulmasına katkı vermektir. Merhum Başbakan Ad-nan Menderes’e karşı her an kalben vefa borcu taşıyan Üniversitemiz, ayrıca konu ile ilgili büyük bir projenin bilimsel sorumluluğunu da üstlenmiştir. 2015 yılında Kültür Bakanlığı bünyesinde açılması planlanan ve Aydın’da kurulacak olan “Adnan Menderes Müzesi”nin bilimsel alt yapı çalışmalarına Üniversitemiz destek

vermektedir. “Demokrasi Şehidi” olarak andığımız Merhum Başbakanımız adına kurulacak olan bu müze, Menderes ideallerinin ve Menderes’in demokrasi mü-cadelesinin genç nesillere aktarılmasında büyük katkı sağlayacaktır. “Güçlü Türkiye ve Geleceğe Güvenle Ba-kan Türkiye” için kayıtsız ve şartsız demokrasi diyen Üniversitemiz, Merhum Başbakan Adnan Menderes’in bu uğurda verdiği mücadeleyi anlatmak ve yaşatmak adına yapılacak olan her projeye destek verecektir. Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde ve ekonomik alanda kalkınma hamlelerinin durmadan gerçekleşti-rilmesinde, Türk milleti ile bütünleşen ve gücünü mil-letten alan Adnan Menderes'lere ihtiyaç vardır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU118 |

1992 yılında kurulan ve adını merhum Baş-bakanımız Adnan Menderes’ten alan Üniversite-miz uluslararası standartlarda eğitim imkânları sunan, mezunlarının kalitesiyle yurtiçinde ve yurtdışında tanınan, sektörle işbirliğinde öncü, inovasyon yeteneği güçlü, akademik çalışma-larıyla bilim ve teknolojiye katkı veren, Ar-Ge, girişimci ve inovatif temelli güçlü bir eğitici ku-ruluş olma yolunda ve emin adımlarla ilerliyor. Türkiye siyasetinde demokrasinin mimarı olan merhum Başbakan Adnan Menderes’in adını

gururla taşıyan Üniversitemiz, yeni Türkiye’nin inşasında üzerine düşeni yapmaya hazır.

Güçlü ve emin adımlarla ilerliyoruzİlk günden bu yana ‘Çocuklarımızı Gönül

Rahatlığıyla Gönderebileceğimiz Bir Üniversite’ sloganıyla hedef belirlerken bu başarının gele-ceğini biliyorduk. Üniversitedeki yatırımlarımız dışında bilim ve teknoloji üretme noktasında onlarca projemiz var. ADÜ’nün bulunduğu ko-numdan çıtasını daha da yükselteceğiz. Her alanda bunu yapmaya çalışıyoruz.

Üniversitemize yeni katılan 4 fakülteyle birlik-te fakülte sayımız 18’e yükseldi. Yüksek Öğretim Kurulu tarafından kurulumu onaylanan Sağlık Bilimleri Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi ve İslami İlimler Fakültesi ile birlikte ADÜ Ailesi büyümeye, Aydın’ın ve Üniversitemizin marka değerini yükseltmeye devam ediyor.

2016 yılı itibariyle 40 farklı ülkeden 335 ya-bancı uyruklu öğrencisi olan Üniversitemiz, eğitim öğretimin yanında bir kültür elçisi gibi çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. 2014-2015 verilerine göre tüm üniversitelerin doluluk oranları % 92.83 iken, Üniversitemiz % 99.77’lik oran ile en çok tercih edilen 8. Üniversite oldu. Bu yıl 12 bin 262 yeni öğrenciyi bünyesine katan Üniversitemiz, öğrencisi ve personeliyle 50.000 kişilik büyük bir aile oldu.

Türkiye’de En Çok Tercih Edilen 8.

Üniversiteyiz!...Kuruluş tarihi göz önünde bulunduruldu-

ğunda Türkiye’nin pek çok köklü üniversitesini geride bırakan Üniversitemiz, özellikle son dö-nemde gerçekleştirdiği eğitim ve yatırım ham-leleriyle adından sıkça söz ettirirken, ülke gene-

Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü

Prof. Dr. Cavit BİRCAN:"ADNAN MENDERES’İN ADINI

GURURLA TAŞIYAN ÜNİVERSİTEMİZİN MARKA DEĞERİ ARTIYOR"

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 119

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

linde en çok tercih edilen 8. Üniversite olmanın haklı gururunu yaşıyor.

331.158 kişinin Adnan Menderes Üniversitesi’ni tercihlerine koyması bir tesadüf değil. Biz bu başarının temelinde insanı ve eğiti-mi merkeze alan yaklaşımımızın etkili olduğuna inanıyoruz. Göreve geldiğimiz günden itibaren Üniversitemizin kalkınması için gerek fiziksel gerekse insani yatırımları büyük bir özenle ger-çekleştirdik. Öğrencilerimizin, akademisyenleri-mizin ve çalışanlarımızın Adnan Menderes Üni-versitesine olan aidiyetlerini ve motivasyonlarını artırmak için önemli adımlar attık. Elde ettiği-

miz bu başarının altında çokça emekleri olan her bir ADÜ ferdine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Akademisyenlerimiz, Üniversitemizin

geleceği...Akademik anlamda en iyisine ulaşmak için

mevcut akademisyenlerimizi bilimsel çalışma-ları konusunda destekliyoruz. Akademisyenleri-miz yeter ki bilim üretsinler. Ürettikleriyle yurt dışında konferanslarda, yayınlarda Üniversite-mizi temsil etsinler. Bu anlamda, araştırma gö-revlilerimizin ve yardımcı doçentlerimizin çalış-malarını çok önemsiyoruz.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU120 |

Daha güçlü bir üniversite ile bilime ve teknolojiye hizmet etmeye devam edeceğizAydın’a daha iyi hizmet verebilmek için Üni-

versitemiz Uygulama ve Araştırma Hastanesi ek binasını hizmete açtık ve yeni bir ek binanın daha yapım çalışmalarına başladık. 19 bin 500 metrekarelik ek binamız, aldığımız 10 Milyon TL’lik bütçeyle toplamda 37 Milyon TL’ye mal olacak. 17 bin metrekare kapalı alanda 2018’de proje teslimi yapılacak yeni dersliklerimiz 24 Milyon TL’ye mal olacak. Yeni Kütüphane ve

Bilgi İşlem Binamız 8 bin metrekare üzerine ku-rulacak ve 13 Milyon TL’ye mal olacak. Biz bu tür önemli çalışmaları gerçekleştirdikçe çalışma-larımız devlet büyüklerimiz ve Yüksek Öğretim Kurulunca görülerek takdir ediliyor ve gelişimin önü açılıyor. 4 yeni fakültemizle birlikte daha güçlü bir üniversite ile bilime ve teknolojiye hiz-met etmeye devam edeceğiz.

Sosyal Sorumluluk Projelerine Destek VeriyoruzÜniversitemiz sosyal sorumluluklarının bi-

lincinde. Engellilerimizi, yaşlılarımızı, çocuk-larımızı ve sivil toplum örgütlerini Üniversite-mizde ağırlamaktan gurur duyuyoruz. Toplum yararına hizmet üreten kurum ve kuruluşlara desteklerimiz devam edecek. İyi olanın ve doğru olanın peşinden koşmaya devam edeceğiz.

ADÜ ailesinin bir ferdi nasıl olmalıdır?Adnan Menderes Üniversitesi öğrencisinin,

alanında yeterli bilgiye sahip, etik değerlere bağ-lı, toplumsal sorumluluk bilinci gelişmiş, akılcı, yaratıcı, üretken ve dünyadaki gelişmeleri izle-yebilen; ulusal ve evrensel sorunları saptayabilen ve çözüm üretebilen bir donanıma sahip olması-nı hedefledik. Öğrencilerimiz, ulusal ve evrensel sorunlara çözüm önerileri geliştirebilecek, ülke gelişimine ve evrensel bilime katkı sağlayacak projeler üretecek ve özgün araştırmalar yapa-caklar. Toplumun ihtiyaçlarına yönelik ve çev-reye duyarlı, yüksek standartlarda, kaliteli, gü-venilir ve hızlı hizmet vermek bizlerin en önde gelen amaçları arasında yer almaktadır. Adnan Menderes Üniversitesi ailesinin bir ferdi olmak;

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 121

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

eğitim, araştırma ve hizmet alanlarında yurt içi ve yurt dışında tanınan, çağdaş, katılımcı, çalışa-nı ve öğrencisi olmaktan onur duyulan ve tercih edilen bir üniversitede olmak demektir.

Demokrasi Şehidimiz Merhum Menderes İçin Elimizden Ne Geliyorsa Yapacağız!Adnan Menderes ile ilgili Üniversitemizde,

arşiv, sözlü tarih ve müze çalışmaları yürütül-mektedir. Bu çalışmaların sürekliliğini sağla-mak ve çalışmaları gelecek nesillere bilimsel bir platformda aktarmak için 2012 yılında Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama Merkezi ku-rulmuştur. Bu çalışmalardaki amacımız; Adnan Menderes’in yaşamının, Türk siyasetine katkı-larının, toplumla kurduğu iletişimin ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasın nesnel olarak değer-lendirilmesi suretiyle, gençlerimizin Menderes ve dönemini yakından tanımalarını sağlamaktır.

Kuracağımız Demokrasi Müzesi ile ilgili Tür-kiye Büyük Millet Meclisi arşivinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Cumhuriyet Müzesi arşivinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphanesin-de, Anadolu Ajansında, TRT’de, Genel Kurmay arşivinde Ankara da çalışmalar yapıldı. Çok sa-yıda bilgi, belge ve fotoğraf elde edildi. Müzenin birinci bölümü; Adnan Menderes, ailesi ve siya-sete atılması, ikinci bölümü 1950 seçimleri ve iktidar yılları, üçüncü bölümü 1960 Yassı Ada duruşmaları ve dördüncü bölümü idam ve son-rasını içerecek.

Toplumun en büyük beklentisi, daha demok-ratik bir Türkiye için yeni, sivil bir anayasadır. Milletimiz, kendi iradesini hiçe sayan darbeci ve

vesayetçi anlayışlara karşı bir an dahi taviz ver-meden dimdik durmaya ve demokrasi bayrağını dalgalandırmaya devam edecektir.

Demokrasi tarihimize damgasını vuran mer-hum Adnan Menderes ve arkadaşları ülkemize ve milletimize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacaktır.

Üniversite olarak amacımız Ülkemizde öz-lenen demokrasi bilincinin gençlerimizde oluş-masına olanak sağlamaktır. Onun izinde yürü-düğümüz bu yolda eminim ki gelecek nesiller daha güzel bir Türkiye’de yaşayacaktır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU122 | ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU122 |

OSMANLI, ORTADOĞU VE BİZYİNE şu meşhur Yemen Türküsü. Gidip de gel-

memek giden için de, kalan için de muhakkak ki çok büyük bir acıdır. Ama giden vatan için gitmiş ve git-tiği yerde de şehit olmuşsa durum değişir. Yemen'e, Hicaz'a, Basra'ya, Şam'a vatan savunması için gittik ve şehit olduk. M. Âkif, Çanakkale'deki tüm şehit ve gazilerimiz için “Bedrin arslanları ancak bu kadar şan-lı idi” diyor. M. Âkif, Çanakkale'de şehit düşenlerin sadece İstanbul'u ve Osmanlı topraklarını korumakla kalmadıklarını Harameyn'i de (Mekke ve Medine) ko-ruduklarını görüyor ve bu benzetmeyi bu çok önemli değerlendirmesine istinad ederek yapıyordu. Tarih merhum M. Âkif 'i haklı çıkardı. Ortadoğu bizden kopartıldı. Ortadoğu bir kan ve ateş deryasına dönüştürüldü. Kuveyt, Irak, Saddam devrilsin derken, yabancı ülkelerin askerleri Harameyn'in ya-kınlarına kadar geldiler. Bütün İslam Âlemi için tek teselli İstanbul'un kur-tulmuş olmasıydı. İstanbul hiç şüphe yok ki, Harameyn'den sonra İslam dünyasının en önemli beldesidir. Eğer İstanbul ve Anadolu Müslümanlar’ın elinde olmasaydı bütün İslam dünyası başka bir medeniyetin mensuplarının eline geçmiş olurdu.

Ortadoğu'nun bizden kopartılışıYEMEN o gün için bizim yurdumuzdu. Yemen de,

Hicaz da bugünkü Lübnan, Suriye ve Irak bizim vata-nımızdı. Buralarda hayatlarını kaybedenler de şehitle-rimiz.

İnsan, yurdunun bir parçasını kaybetmekten do-layı sevinmez, sevinemez. İyi ki gitti, oraları zaten bize bir yüktü demez, diyemez. Çukurca, Şemdinli, Artvin, Uzunköprü, Muğla veya KKTC bugün bi-zim için ne ise I. Dünya Savaşı'nda bizden kopartılan Ortadoğu'nun tamamı da o gün için o idi. Durum böyle olmasına rağmen Arabistan çöllerinde kan akıt-mak Osmanlı'nın affolunamaz bir kabahati gibi anla-tıldı. Ortadoğu ile ilgili şu ana kadar yazdıklarımı bir kenara bırakın. 0 Arabistan çölleri denilen sonsuz kum yığınlarının altında bugün Dünya petrollerinin yüzde 50'si bulunuyor. Tarihine ve geçmişteki yurduna ya-bancılaşmak bir neslin başına gelebilecek herhalde en büyük musibetlerden bir tanesidir.

TC ve Osmanlı'dan sonra kurulan diğer devletlerBİZ Ortadoğu'yu oralarda kalamadığımız, yani

buna gücümüz ve dermanımız yetmediği için bıraktık. Kalabilsek hiç şüphe yok ki kalacaktık. Bunun başka bir sebebi yoktur. Zaten başka türlü düşünecek olursak bıraktığımız yerleri birilerine ikram etmiş duruma dü-şeriz. Bu ise imkânsızdır.

İngilizler'in üç niyeti vardı. Birincisi Ortadoğu'yu Osmanlı'dan kopartmak, İkincisi Ortadoğu'yu böl-mek, üçüncüsü ise Osmanlı'yı tarihe gömmekti. İn-gilizler için Türkiye Cumhuriyet'i başta olmak üzere

Osmanlı'nın tasfiyesi sonunda ku-rulan devletlerin hepsinin doğum tarihi 1923 veya sonrası idi. Hiçbi-risinin Osmanlı ile bir ilgisi yoktu, olmayacaktı. Osmanlı ölmüş, tarihe gömülmüş ve geriye bir vâris de bı-rakmamıştı. Böylece Osmanlı'yı ve Ortadoğu'yu unutmak bizim için em-peryalizmin buyruğu olmuştu.

Bunun için tarihimizden koptuğu-muzu ve Ortadoğu'ya yabancılaştığı-mızı söylemek istemiyorum. Ama ne olduysa oldu emperyalizmin bu da-yatmasını içselleştirdik. Osmanlı'yla

ilgilenmek de neredeyse Cumhuriyet'e karşı olmakla Ortadoğu ve İslam dünyası ile ilgilenmek laiklikten çıkmakla özdeşleştirildi. Çok partili siyasi hayata ge-çiş ve özellikle DP ile birlikte Osmanlı'ya ve tarihimize yeniden sahip çıkmaya ve Ortadoğu'yla ilgilenmeye başladık. Milletimiz geçmişini reddetmemişti.

Bugünkü iktidar sanki bu konuda bir şeyler yap-mak istiyor. Ortadoğu ülkelerine gidip,“Ne yapalım biz Batı ve Amerika ile beraberiz. Bizi lütfen anlayış-la karşılayın. Sizin için bu çerçevede yapacaklarımız olursa memnuniyetle yerine getiririz”demekle, Orta-doğu ve İslam dünyasında etkili olunamaz. Ayrıca Batı hiçbir zaman burdaki ülkelerle kendi arasında bizden bir arabuluculuk beklemez. Emperyalizmin dün de bugün de işi gücü Türkiye'yi bu dünyadan uzak tut-maktır. Unutmayalım: Türkiye Batı ile Ortadoğu arasında köprü olmaz. Olursa sadece Ortadoğu'nun Batı’ya ve emperyalizme karşı kalkanı olur. Esasen bu bölgede Türkiye'nin dışında hiçbir ülke böyle bir mis-yonu yüklenemez.

Emperyalizmin dün de bugün de işi gücü Türkiye'yi bu dünyadan uzak tutmaktır

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 123

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

İŞTE TÜRKİYE'Yİ BÜYÜTEN TEMEL DİNAMİK...

HÜRRİYET, DEMOKRASİVE PEŞİNDEN DE

KALKINMA İLE REFAH...

A h m e t Ş e r i f B a y ı n d ı r

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU124 |

Fırat ÇELİKKoçarlı Kaymakamı

Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde önemli bir yer tutan, demokrasi adına halk mücadelesinin ortaya çı-kardığı siyasi bir figür ve halk kahramanı… Demokra-sinin Türkiye yolculuğunda önemli bir durak ve siyasal tarihimiz açısından önemli bir dönüm noktası. Aynı zamanda Türk siyasal hayatının kuşkusuz en tartışmalı isimlerinden biri… Adnan Menderes… Her ne kadar Adnan Menderes’in siyasal çizgisi, yürüttüğü faaliyet-leri ve uyguladığı politikalar farklı görüşlerden farklı tepkiler alsa da günümüzde artık herkesin kabul etti-ği bir gerçek var ki; bu da Adnan Menderes’in idam kararının çok yanlış olduğu yönündedir. Ayrıca Türki-ye’deki gelişen ve ilerleyen demokrasi adına büyük bir hata ve büyük bir kayıp olduğu doğrultusunda herkes-çe görüş birliğine varılmaktadır. Adnan Menderes’in demokrasi mücadelesinde ve inandığı siyasi düşünce-lerinde sonu idamla biten bu dönemin hala siyasal ta-rihimizde bıraktığı derin etkiler varlığını sürdürmek-tedir. Bu nedenle Menderes döneminin Türk siyasal tarihinde ve Türkiye’deki demokrasinin gelişiminde önemli bir yer tutmasının yanı sıra gelecekte de her zaman değerlendirilmesi ve incelenmesi gereken bir siyasal miras niteliğindedir.

Menderes; Osmanlıyı, Kurtuluş Savaşını, Türkiye

Cumhuriyetinin Kuruluşunu, Tek Parti ve Demokrasi dönemini görmekle ve yaşamakla yetinmeyip burada üstüne düşen görevleri ve rolleri başarılı bir şekilde ye-rine getirmek için çıkmış olduğu demokrasi mücade-lesinde kendisini elbette büyük zorluklar bekleyecekti. Demokrasi kültürü çerçevesinde kendisini iktidara götürecek mekanizmaları iyi bilmekle birlikte özünde ve içinden çıktığı toplumun değer yargılarını ve sos-yal dokusunu iyi bilen biriydi. Bu itibarla Menderes’in gücü “halkın içinde yaşamış ve onun içinden gelme-sinden” kaynaklanıyordu. Dönemin Türkiye’si her dört kişiden üçünün köyde yaşadığı bir dönemdi ve kendisi toprakla iç içe geçmiş bir hayatın içinden, köylülerin yanından geliyordu. Bu nedenle Tarım ekonomisine dayanan bu dönemin Türkiye’sinde toprağın, toprak-ta çalışan insanların ekonomik durumlarını ve sosyal hayatlarını çok iyi bilen Menderes, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, taban-da yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş ve bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mü-cadelesini yapmanın imkan dahilinde olduğunu aynı zamanda göstermiş bir dönemin önemli bir aktörüdür. Halkın geleneksel dokusuna duyduğu saygının yanın-da çıkmış olduğu demokrasi ve siyasal mücadelesinde Türkiye’ye, gelişmiş Batı’nın gelişmişlik düzeyini yaka-

ADNAN MENDERES… TÜRK SİYASİ TARİHİNİN YİTİK EFSANESİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 125

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

latmakla birlikte Batı’nın demokrasi standartlarına ül-kemizi ulaştırabilme isteği belki de en temel hedefi idi. Bu bağlamda kendisinde gerekli olan modern bakış açısı, bilgi düzeyi, demokrasi anlayışı, liderlik vizyonu ve kişiliğine sahipti. Bu nedenle Adnan Menderes’i iyi tanıyan Celal Bayar’ın onu tercih etmesinde bu faktör-lerin etkisi büyüktü. Bu itibarla Bayar, ne kadar isabetli bir tercih yaptığını yıllar sonra dile getirecek ve Men-deres için şöyle diyecekti: “Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneli idi. Fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Onun için bir fik-rin güzelliği değil, doğruluğu önemli idi. Kuvvetli bir mantığı vardı. Ona göre Menderes, “Halkın psikolo-jisini, özellikle köylünün psikolojisini anlıyordu ve li-derlik için gerekli niteliklere sahipti.” Menderes, çıktığı demokrasi yolculuğunda halkına dayanmaktan başka destek aramadı. Hitabeti çok güçlü ve karizması bü-yük bir politikacıydı; halkın da kısa sürede kendisini sevip bağrına basacağı belliydi. Milyonlarca insan kısa süre içinde Ona karşı yine Bayar’ın tanımıyla ‘sihirli bir muhabbet’ duyabilirdi. Nitekim öyle de oldu… Ve Celal Bayar yanılmamıştı.

Türkiye’de çok partili hayat dönemi ile birlikte De-mokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelmesi Türkiye’deki siyasal atmosferin ve si-yasal düzenin değişmesinde en önemli dönüm nok-talarından biridir. Demokrat Partinin iktidara gelir gelmez yapmak istediği ilk icraatların başında demok-rasi kültürünün gelişmesine yönelik olarak temel hak ve hürriyetlerin yeniden düzenlenmesi ve korunması, din ve vicdan hürriyeti konusunda önemli adımların atılması ve ayrıca sosyo-ekonomik düzenlemeler ve yenilikler başta gelen temel ilkelerdendi. Bu çerçevede yapılan düzenlemelerden birisi, Ezanın Arapça aslıy-la okunması yasağının kaldırılması olmuştur. 14 Ma-

yıs 1950 bir yönüyle, halkın var olan taleplerine karşı yasakların kaldırılması demekti. Demokrasi adına ve çok partili siyasi hayat adına artık millet söz sahibiy-di. Millet söz sahibi olduğu için de milletin talepleri, demokrasi kültürü ve düzeni içerisinde dikkate alın-malıydı. Menderes devri, bu anlamda, demokrasi, te-mel hak ve hürriyetlerin korunması kadar ekonomik alanda da yeni atılımların ve yeni teşebbüslerin olduğu yıllar olarak da değerlendirilebilir. 1950-1954 yılların-da Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. Bu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişe hız veril-di. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Tarımda ma-kineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Ülkede yeni sa-nayi tesisleri ve 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye’nin gayri safi milli ha-sılası yılda ortalama %9 oranında büyüdü ve büyüme hızı bu dönemde %12’lere kadar çıktı. Tarım ve sana-yide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralle-ri, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında ve köylerde karayolu ya-pımına bu dönemde büyük önem verilmiştir.

1950’den sonra bir çok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılap, en büyük devrim demokrasi devri-midir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu.” Söz-lerini sarf etmiştir. Demokrasi sistemi içerisinde temel mekanizma olan oylamaya büyük saygısı olduğunu kongre çalışmaları sırasında hep göstermiştir. Kendi fikrini sonuna kadar savunmayı çok seven Menderes çoğunluğun kararına uymaktan da hiç çekinmiyordu.

Adnan Menderes’in Aydınlı (Koçarlılı) oluşu ve onun Aydın’a olan ilgisi çok partili yaşama geçiş süre-cinde Aydın ilini siyasilerin gözdesi haline getirmiştir. Bu vesileyle dönem dönem Aydın’da ve Anadolu'nun

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU126 |

başka kesimlerinde halkın taleplerini dinler bazen de karşılıklı görüş alışverişinde bulunurdu. Menderes 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde Hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz” ifadesi Menderes politi-kalarını ve insanlara karşı tutumlarını özetler niteli-ğindeydi. Günümüz demokrasi sistemi ve yapısı içe-risinde de hala geçerliliğini koruyan sivil, demokratik,

toplumsal refleksleri güçlü, hesap verebilen, şeffaf, ka-tılımcı, toplumun üretim ve girişim potansiyelini ha-rekete geçirebilecek sivil bir duruş ve yapısal çözümler gibi dinamiklerin ülkemize yerleşmesi ve gelişmesinde şüphesiz Menderes’in katkıları büyüktür.

Türkiye’de demokrasinin ilk kez kesintiye uğradığı 27 Mayıs darbesi ile Türk siyasal tarihi yeni bir döne-me girmiş oldu. Bu dönemde, Menderes dönemi ile önemli bir gelişme ve ilerleme gösteren Türk demok-rasisi önemli ölçüde olumsuz etkilenmiş olup, ülke-mizdeki demokratik siyaset kültürü adına elde edilen kazanımlar da büyük ivme kaybetti. Bununla birlikte Türkiye’nin siyasal imajı uluslararası arenada itibar kaybına uğradı ve maalesef telafisi uzun yıllar alacak negatif sonuçlar bıraktı.

Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda, Adnan Men-deres vermiş olduğu demokrasi mücadelesinde bede-lini hayatıyla ödese de; her zaman ülkemiz insanının hafızasında ve kalbinde “Türk siyasi tarihimizin yitik efsanesi” olarak anılacaktır. Bununla birlikte Adnan Menderes’in siyasi hataları varsa da tarih onu “demok-rasi şehidi” olarak hatırlayacak. Tabii bir de “Ezan Şe-hidi” olarak…

Koçarlı Cihanoğlu Camii

Koçarlı Cihanoğlu KulesiKoçarlı Cihanoğlu Camii'nin Mihrap Süslemeleri

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 127

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Nuri AKTAKKAAydın İl Kültür ve Turizm Müdürü

Demokrasi; vatandaşların devlet politikalarını şekil-lendirmede eşit haklara sahip olduğu bir yönetim şekli olarak tarif edilir. Bunun yanı sıra, devlet yönetimi dışın-da dernekler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, diğer kurum ve kuruluşların yönetimleri de demokratik bir yö-netim şeklindedir.

Ülkemizde, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile demokratikleşme yolunda en önemli adımlardan biri-ni atılmıştır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla da demokratik bir sistem başlamıştır. 1923 ile 1930 yılları arasında çok partili döneme geçiş çalışmaları yapılmıştır, ancak bu konuda istenilen netice alınamamıştır. 1930’dan sonra da tek partili dönem 1950 yılına kadar devam et-miştir. 7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’in Demokrat Parti’yi kur-malarıyla çok partili sürece girilmiştir. 14 Mayıs 1950 se-çimleri ile ülkemizde demokrasinin gelişmesi bakımın-dan önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.

Bu süreçte ülkemiz demokrasisinin gelişmesinde; Adnan Menderes’in olaylar karşısındaki duruşu, halkın isteklerine cevap vermesi ve halkın hissiyatlarını yansıt-ması çok önemlidir. Menderes’in demokrasi mücadele-sindeki azmini; “Biz, mutlaka iktidara gelmek için değil; demokrasiyi teşekkül ettirmek için kurulmuş bir parti-yiz.” sözü çok güzel anlatmaktadır. Adnan Menderes’in ekseri sözleri, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin ge-liştirilmesi üzerinedir.

Adnan Menderes; meşruiyetin demokrasi üzerine kurulması, demokrasinin de millet iradesiyle, millet egemenliğiyle ve hür seçimlerle oluşturulması yolunda mücadele vermiştir. Bu yolla da vatandaşların hak ve hürriyetlerinin savunuculuğunu yapılmıştır. “Yeter Söz Milletindir!” sözüyle çıktığı yol, halkın teveccühünü ka-zanmıştır. Halktan aldığı desteği, halka hizmet olarak sunmuş; ülkenin demokratik, sosyolojik ve ekonomik alanda gelişmesini sağlamıştır.

Türk demokrasisine büyük katkıları olan Adnan Menderes adına, demokratik gelişmemizi ve Adnan Menderes’i anlatan bir müzenin olmayışı büyük bir ek-siklikti. Bu ihtiyacın karşılanması için; Adnan Menderes Müzesi kurulması hususunda, Valimiz Sayın Erol Ayyıl-dız İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce çalışmaların baş-latılmasını istemiştir. Bunun üzerine; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İlimizde Adnan Menderes Müzesi kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Aydın Adnan Men-deres Müzesi Teşhir ve Tanzim projesi tamamlanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce kabul edilmiş, 2016 yılında da pro-jenin uygulanmasına başlanacaktır.

Projenin teşhir tanzim senaryosunu Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Adnan Menderes Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Siirt Üni-versitesi öğretim üyelerince hazırlanmıştır. Müze teşhir ve tanzimi şu bölümlerden oluşacaktır:

I. BÖLÜM: Adnan Menderes’in Ailesi ve Siyasete Atılması

II. BÖLÜM: 1950 Seçimleri ve İktidar YıllarıIII. BÖLÜM: 1960 Yassıada DuruşmalarıIV. BÖLÜM: İdam ve SonrasıMüze teşhir ve tanziminde kullanılacak bilgi ve bel-

geler; Aydın Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Adnan Menderes Üniversitesi görevlilerince; TBMM, Başbakan-lık, Milli Savunma Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Anadolu Ajansı, TRT, Ankara Üniversitesi (TİTE), Milli Kütüphane Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Cum-huriyet Müzesi arşivlerinde yapılan derleme çalışmaları ile elde edilmiştir.

İlimizde yapılacak olan müzenin Adnan Menderes’in hayatını ve demokrasi mücadelesini en iyi bir şekilde an-latması için gerekli çalışmalar hassasiyetle sürdürülmek-tedir. Adnan Menderes Müzesi ile ilgili yapılan bu çalış-ma, Adnan Menderes ve Türk Demokrasisi için yapılmış çok önemli eser olacaktır.

ADNAN MENDERES’İN DEMOKRASİMİZDE YERİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU128 |

Süleyman GÜNDEAYAydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü

Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürüİnsan hafızası, unutma özürlüdür. Bu sebepledir

ki demokrasi şehidi Merhum Başbakan Ali Adnan Menderes’e ait ve onunla özdeşleşmiş meşhur sözü olan “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.” hükmünce sıla-i rahim yaparak unuttuklarımızı tekrar hatırla-manın faydalı olacağını düşündüğüm tarihimizi ha-tırlayalım ve bilelim ki mazisini bilmeyenin atisinin olamayacağı idrakini her zaman içimizde hissede-lim ve özümseyelim.

Türk Milleti, manevi değerlerine önem veren, söyleyerek ya da söylemeyerek ve yaşayarak ya da yaşamayarak ama esasında milletimin hakkıdır de-yip yaşatarak bunu gösteren her bir şahsiyete misliy-le karşılığını vermiş, kendisinde hiçbir hak kalma-yacak şekilde her durumda mukabelesini yapmış ve teveccühünü göstermiştir. Hakimiyetin bilakayd-ü şart millete ait olduğunu göstermesi açısından, “YETER SÖZ MİLLETİNDİR” sloganıyla başlayan 1950-1960 Demokrat Parti (DP), 1983-1990 Ana-vatan Partisi (ANAP), 2002-… Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemleri milli tarihimizde çok önemli bir yer tutmaktadır.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Ke-mal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalışmalarını eleş-tirerek onu olumlu yönde etkileyeceğini varsayarak kurulmasına izin verilen Terakkiperver Cumhuri-yet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası ekonomi, din ve yönetim başlıklı konularda, tek parti yöneti-minden farklı bir çizgi ortaya koymasından dolayı, hükümete ve Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneltti-

ği eleştiriler nedeniyle ve asimetrik politikalar ne-ticesinde İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun Kanunu’na istinaden kapatılmışlardır.

Nitekim, çok partili siyasal hayata geçişin ilk ba-samağı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, Kazım Karabekir’in Genel Başkan, Hü-seyin Rauf Orbay’ın İkinci Başkan (eski başbakan), Ali Fuat Cebesoy’un Genel Sekreter olmasından do-layı oldukça önemlidir.

Çünkü hepsi Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Mustafa Kemal’in de yakın arkadaşlarıydı. Ancak ekonomi, din ve yönetim başlıklı konularda onun yaptıklarını tasvip etmiyorlardı. Çünkü Terakkiper-ver Cumhuriyet Fırkası, ekonomik açıdan batı tipi liberalizmi benimsiyor ve tüzüğünde “dinsel düşün-ce ve inançlara saygılı” ifadesine yer vererek manevi değerlere saygıyı öne çıkarıyor, yerinden yönetim (adem-i merkeziyet) ilkesine dayanan bir idari yapı-yı savunuyordu. Bu sebepledir ki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın devletçilik politikaları ile sert ve katı bul-duğu laiklik anlayışını kabul etmiyor ve merkezi yö-netimin güçlenmesini eleştiriyordu.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurul-masından birkaç ay sonra gerçekleşen Şeyh Sait İsyanından sonra geniş yetkilerle kurulan İstiklal Mahkemeleri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının irticai faaliyetler yürüttüğü yönünde hükümeti ikaz etmiş nihayetinde Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, kendi yetki alanında bulunan Terakki-perver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılması-na karar vermiştir. Yine aynı isyandan sonra çıka-rılan Takrir-i Sükun Kanunu’na istinaden Hükümet de, 3 Haziran 1925 tarihinde bütün memlekette ir-ticayı tahrik ettiği gerekçesiyle Terakkiperver Cum-huriyet Fırkası’nın kapatılmasına karar vermiştir.

Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalış-malarını eleştirerek onu olumlu yönde etkileyeceği-ni varsayarak ekonomide liberalizm yanlısı görüş-leriyle tanınan yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’i Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kur-durdu ancak dini ve iktisadi açılardan Terekkiper-ver Cumhuriyet Fırkası’na benzer şekilde tek parti yönetiminden farklı bir çizgi ortaya koymasından dolayı kısa zamanda beklenmedik bir hızla gelişen Serbest Cumhuriyet Fırkası, hükümete ve Cumhuri-yet Halk Fırkası’na yönelttiği eleştiriler nedeniyle ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın muhalefete karşı bas-kıya girişmesi üzerine Fethi Bey ve arkadaşları üç ay sonra Kasım 1930’da partiyi kapatmak zorunda kal-maları neticesinde ülkede tek parti rejimi kökleşmiş oldu.

Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laik-

HAFIZA-İ BEŞER NİSYAN İLE MALÛLDÜR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 129

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

lik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri, Cumhuri-yet Halk Fırkası’nın 1931 yılında gerçekleştirdiği üçüncü kurultayında partinin temel ilkeleri olarak kabul edildi. 1935 Kurultayında ise, Parti-Devlet bü-tünleşmesi hukuki temele oturtularak Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adı Cumhuriyet Halk Partisi ola-rak değiştirildi ve bu ilkeler 1937 yılında Anayasa’ya kondu.

Türkiye’de 1930’lardan 1945’lere kadar kesintisiz tek parti idaresi, batılı totaliter yönetimleri andıra-cak boyutlarda olmamıştı ama çeşitli idari tedbirler-le ve asimetrik politikalarla toplumda muhalif güç ve düşüncelerin faaliyetlerine de müsaade edilmemişti. Öyle ki 1934’te çıkarılan İskan Kanunu, 1936’da çı-karılan İş Kanunu gibi sosyal nitelikli bazı kanunlar çıkarıldı ise de bunların amacı rejimin korunmasına yönelikti.

II. Dünya Savaşı’nın ardından tüm dünyada baş-layan demokratikleşme akımı ve oluşan uluslararası koşullar ve İsmet İnönü’nün kişisel tercihleri aynı za-man da sınıfsal etkenler ele alındığında Türkiye’nin yeniden çok partili sisteme geçişi, yazımın başların-da bahis konusu olan çok partili siyasal hayata geçiş-teki sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde ve asimetrik politikalar neticesinde engellenememiştir.

İlk olarak Temmuz 1945’te iş adamı Nuri Demi-rağ başkanlığında Milli Kalkınma Partisi ardından Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) toprak reformu projesine (çiftçiyi topraklandırma kanunu) muha-lefet ederek dörtlü takrir veren Cumhuriyet Halk

Partisi (CHP) içindeki muhalif milletvekillerinden Ali Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü isteklerinin reddedilmesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) ayrılarak 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir parti kuruldu.

Siyasi hayatımızdaki ve Ülkemizin demokratik-leşme kronolojisindeki önemli olaylardan birisi de hiç kuşku içermez ki Ülkemizin çok partili siyasal rejime geçmesidir ki bu da daha sonrasında gerçek-leşecek olan birçok demokratikleşme reformunun öncüsü kabul edilecektir.

Devletle bütünleşmiş ve yek vücut olmuş tek par-tili Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının ardından siyasal sistemde artık çoğunluğun tercih hakkını kullandığı, “YETER SÖZ MİLLETİN” diyebildiği 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Türkiye’deki 27 yıllık Cum-huriyet Halk Partisi iktidarını, “kansız” ve “beyaz devrim” ile Demokrat Parti’ye bırakması 10 yıllık Demokrat Parti döneminin başlaması açısından bir milat olmuştur. Böylelikle de çoğulculuğun benim-sendiğini ortaya koyan devrim niteliğinde bir adım atılmıştır.

Ancak, “kansız” ve “beyaz devrim” olarak gerçek-leşen “YETER SÖZ MİLLETİN” sloganıyla başlayan 10 yıllık Demokrat Parti dönemi, “kanlı ve kırmızı” 27 Mayıs 1960 darbesiyle sona ermiş, milli ve yerli 3 önemli şahsiyetin ömrü demokratik olmayan yol-larla gasp edilerek idamla sonlandırılmıştır.

Ruhları şad olsun.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU130 |

Adem ÜÇGÜLAydın İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımsısı

Hayatı boyunca kendi toplumuna nefes aldırmaya çalış-mış, demokrasinin ülkemizde bir derinlik kazanması için her şeyini evet her şeyini bu uğurda en kutsal varlığı olan canını vermiş bir insanı inanın kelimelerle anlatmak yeterli gelmez.

Düşünün kendi naaşı bile bu topluma nefes aldırmıştır. Evet ülkemize biçilen elbiseleri yırtıp atmış, toplumun başı-

na geçirilmek istenen çorabı bir İsmail olup kendini kurban ederek söküp atan bir büyüklük kolay kolay herkese nasip olmasa gerek.

Adnan ismini ve Menderes ismini bir sorgulayın baka-lım, Adnan Menderes’in 17 Eylül 1961’ de idam edildiğini ama bu tarihten sonra doğan milyonlar çocuklara Adnan ve Menderes isminin verildiğine şahit olursunuz.

Bu toplum o kadar horlanmış, susturulmuş, caddelere ve meydanlara sokulmak bile istenmemiş, eli sıkılmak şöyle dursun her türlü hakaretlere muhatap olmuştur. Gerçi ken-disine nefes aldıran, insan olduğunu fark ettiren Başvekilini koruyamamış, yaşamasına izin verilmesini sağlayamamış ama oynanan oyunun farkında olup kendisine yutturulan demir leblebileri boğazından adeta ciğerlerini yırtarak mi-desine indirmiştir. Tüm bu olanlara karşı yeni doğan ço-cuklarına Adnan ve Menderes isimlerini koyarak kendine biçilen hesapları ters yüz etmiştir. Yine böyle güçlü bir mesaj 17 Eylül 1990’ da Başvekilinin İstanbul’a nefes aldırmak için açtığı Vatan Caddesi’nde Murat Paşa Camii’nde ertelenmiş bir cenaze namazını kılmak için milyonlarla doldurması ile verilmiş oluyordu. Ve Başvekil bir kez daha milletine nefes aldırıyordu.

Fakir de o gün Ankara’daki derslerini bırakarak böyle bir onuru yaşamak için orada bulunmuştu. Ben doğmadan 7 yıl önce idam edilmiş bir şehidin cenaze namazını kılmak, gerçekten heyecan verici ve orada onu seven milyonlarla tek vücut olmak adeta hepimiz Adnan’ız hepimiz Menderes’iz demek ancak yaşanarak hissedilebilecek bir şey.

Tarihimiz yok edilmek istenen kahramanlarımız ve onla-rı yok etmeye çalışan piyonajlarla doludur. Biz Alparslanları, Fatihleri, Yavuzları biliriz ve onlara dua ederiz. Peki onları yok etmeye çalışan zavallı piyonajları konuşuyor muyuz? Elbette ki hayır. Rahmetli Necip Fazıl’ ın Sakarya şiirindeki gibi oluklar çift birinden nur akar birinden kir.

Başvekil böyle bir nur çeşmesinin suyudur, ruhu şad ol-sun, Allah Cennetini nasip etsin.

BAŞVEKİLİN İZİNDEN

astınız! zehirlediniz! yedirmeyiz!

ADNAN MENDERES TURGUT ÖZAL RECEP TAYYİP ERDOĞAN

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU132 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 133

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Hüseyin AKSUAydın Belediyesi Eski Başkanı

Ben, 1994 yılında seçimi yeni kazanmış, 25 günlük Belediye Başkanıyken, Berin Menderes’in ölüm ha-beri geldiğinde, O'nun yaşamını inceledim ve büyük saygı duydum. Kimsenin O'nun yaşamı ile ilgilenme-diğini ve adeta O'nun acısını yok saydığını görerek üzüldüm. Türk kadınının gücünün ve metanetinin simgesi olduğunu görerek, O'nun adını Aydın'da çok önemli bir noktadaki parkta ebedileştirmek için he-men Belediye Meclisine getirdim ve karar aldık. Bu parkın yapılması için kamulaştırma vs. işlemlerin-den sonra parkı 1998 yılında açtık. Açılışa 98 yılının darbe psikolojisi ile yine kimseler gelmedi. Bizler, muhtarımız rahmetli Sabri ve belediye meclis üyele-rimizle mütevazi bir tören yaptık. O'nun anısı önün-de saygı ile eğildik. O parkı; metanetin, dirayetin, sabırın, fedakarlığın sembolü olan “Türk kadınına” ithaf ettik.

O, Başbakan eşi iken, askeri darbeyi gördü. Eşinin idam edilmesini gördü, iki evladının ölümünü gördü. Güçlü, fedakar, sabırlı ve dirayetli bir Türk kadı-nı olarak, çok özel bir sevgi ile bağlı olduğu Adnan Menderes’i sadece Başbakan’ken değil, idam edildiği güne kadar yanlız bırakmadı. 1994 yılında vefat et-tiğinde biri eşi olmak üzere 3 yakın akrabasının ida-mına tanık olan, 3 erkek çocuğunun ikisinin acısını yaşamış bir eş ve anne olarak hep dimdik ayakta kal-mış bir abide olarak hayata veda etti.

Mensup olduğu, İzmirli Evliyazade ailesinin bir ferdi olarak yaşadığı bu korkunç dramatik yaşama katlandı, 1994 yılında vefat edinceye kadar eşi Ad-nan Menderes’in yanında oldu O'nu savundu ve ni-hayet hak ettiği şekilde; eşinin itibarının iade edil-mesini gördü, Anıt Mezarının yapılmasını da gördü, başta Aydın'daki Üniversite ve İzmir'deki havaalanı olmak üzere eşinin adının Türkiye'de pek çok esere gururla verildiğini de gördü. İstanbul, Topkapı’da Adnan Menderes’in yattığı Anıt Mezarın bahçesinde eşinin başucuna huzur içinde gitti!..

Bu makalemde sizlere O'nun anısını yaşatacak birkaç sayfa sunacağım, lütfen hepsini dikkatle oku-yunuz. Yaşamınızda önemli bir öğüt ve ders olacağı-na inanıyoruz. Nur içinde yatsınlar. Nihayet kavuş-tular.

Başbakan Adnan Menderes ile Berrin Hanım idam gününe kadar mektuplaştılar. Mektupları ise sadece elli kelime ile sınırlı idi. Elli kelimeyi geçen her mektup san-sürleniyordu...

17 Eylül 1961’de idam edilen Adnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eylül tarihini taşıyordu. Eşi BerinMenderes’ten gelen bu mektup kendisine yarısı yırtı-larak verilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektupta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısını son kez yırtılmış bir mektup-ta gördü. Ölümüne bir hafta kalmış bir insana mektubunu

tam olarak vermek çok görülmüştü...Bu son mektupları Sayın Ayşe Sevim’in acı yorumları

ile sunuyorum...Berin Menderes 1960 darbesine kadar belki de ha-

yatının ilk bölümünü yaşamıştı. Daha çok mutluluk ve ihtişamla örülü bir ömür sürmüştü. Sağlıklı üç oğlu, milyonların hayranlığını kazanmış başarılı bir eşi vardı. Hayatında kimi kırgınlıkları barındırsa da bu yaşadıkla-rı yaşayacakları yanında sevimli anıcıklar halini alıyordu. 1960 ihtilalinin ardından sürdürdüğü hayat bir kum saati gibi tersine çevrildi. Güzellikler teker teker kendini Berin Hanım’ın hayatından çıkardılar. Sırada Berin Menderes’i uzun uzun hırpalayacak kara günler vardı. Berin Hanım yalnızlığa alışkın değildi. Yapılacak bütün işlerde, alına-cak tüm kararlarda Adnan Menderes’e danışıyordu. Ad-nan Menderes’in yokluğu bir sürü mali işlerle, hukuksal konularla tek başına uğraşmasını gerekli kılmıştı. Hatta bundan duyduğu sıkıntıyı Adnan Bey’e yazdığı bir mek-tubunda ’erkeksizlik ne kadar da zormuş’ diye belirtmişti. 27 Mayıs 1960 darbesinin ilk günlerinin ardından sıkıntılı anlar gelmeye başlamıştı. Berin Hanım çevresinde olan biteni şaşkınlıkla anlamaya çalışıyor eşi için de büyük en-dişe duyuyordu. 1 Haziran 1960 tarihli mektubunda eşine Vekalet Köşkünden çıkarıldıklarını haber verirken ne ya-pacağını bilemez bir hali vardı;

“Köşkü tahliye etmemiz lazım. Bana ne tavsiye edersin?

Berin Menderes ANISINA SON 50 KELİME

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU134 |

Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim.”

Daha önce bu tür mevzularla uğraşmamış olan Berin Hanım’ın şaşkınlığı, üzüntüsü ne yapacağını bilemez hali yazdığı mektuplardaki satırlara sızıyordu. Güzel günlerin-de yanlarında olan insanlar birdenbire kaybolmuşlardı. Desteği umulan, nasihatine ihtiyaç duyulan insanlar bir sihirbazlık gösterisi sonucu yok olmuş gibiydi. 27 Mayıs darbesi Menderes ailesinin çevresindeki dostlara hokus pokus etkisi yapmıştı.

“Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Ay-dın’ımla beraber her an sana,sıhhatine dua ediyoruz. Tele-fonda olmadı. Çıkıp dışarıdan etmek bana zor geliyor, pek güç oluyor”

Berin Hanım eşinin Yassıada’ya götürüldüğünü gazete-lerden öğrenmişti. Bu karmakarışık günlerde haberleşme de zorluk çeken çift gazetelerden malumat alıyolardı. 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Berin Hanım şöyle ses-leniyordu eşine;

'Adnancığım, üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. iki gündür gazeteler Yassıada’ya gö-türüldüğünü yazıyor,fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. Buradayken, her gün senden el ya-zınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayın-landı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gel-medi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim.’

Darbenin ardından ilk günler karışıklık ve şaşkınlık içinde geçiyordu. Yapılacak işler ,yerine getirilmesi gere-ken hukuksal işlemler vardı. Ama tüm bu yoğunluk Berin Menderes’i eşi için endişelenmekten alıkoymuyordu. Ad-nan Menderes’in Yassıada’daki ilk gününden son gününe kadar Berin Hanım’ın kalbi eşi için çarpmıştı.

'Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar se-vindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür ha-bersiz kalınca adeta harabolduk. Gazetelerden Yassıada’da olduğunu öğrenince hemen her gün mektup ve telgraf gön-dermeye başladım. İnşaallah sen de dün benimkini almış-sındır.Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. Ne ise, ihtiyacın olan valiz arkandan gelmiş. Ça-maşır para göndereceğim ama nasıl bilemiyorum. İstediğini bana hemen yaz. Aydın metin, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana dua ediyoruz. Sıhhat ve selametle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz. Burada iki-miz pek yalnız kaldık.’

Berin Hanım eşine sürekli neye ihtiyacı olduğunu soruyor, istediği her şeyi o anda alıp yolluyordu. Tespih, saat, kolonya gibi ufak şeyler bir bir Yassıada’ya ulaşıyor-du. Aynı zamanda banka işleriyle uğraşıyor neticeleri eşi-ne bildiriyordu. Elli kelimeden fazla yazmasına müsaade olunmadığı için sevgi ve teselli sözcüklerine mektuplarda az yer kalıyordu.

'İş Bankası ve Zıraat Bankası ile konuştum. Pamuk mah-sulu idrak edilince öderiz dedim. Benim bütün üzüntüm se-nin üzüntünü bilmek. Orada sen bari bu işleri düşünmesey-din diye kendi kendimi kahrediyorum. Söyliyeceklerimi elli kelimeye sığdıramıyorum. Tahassürler sevgiler…’

Berin Hanım 14 Temmuz tarihli mektubunda eşine

hasretini şöyle dile getiriyordu; 'Aydın ve benim için yegane teselli mektupların. Yalnızlı-

ğımızı bunlarla gidermeğe çalışıyoruz. O 50 kelimeyi günde kaç defa okuyoruz bilemezsin. Postacıdan Aydın almışsa, heyecanla açıp okumuyor, adeta su içer gibi içimize akıtıyo-ruz defalarca. Her an dua ediyor, Cenab-ı Hak’dan sıhhat ve selametle kavuşmamızı diliyoruz.’

İlk aylar da hasretin son bulacağı gün iple çekildi. Her an yanlışlık yapıldığı anlaşılacak ve bu kabus son bulacaktı sanki. Ama günler geçtikçe Menderes ailesi bu yalnızlık ve hasretin içine iyice gömüldü. Önceleri daha çok yapılması gereken işler, Yassıada’ya gönderilmesi gereken eşyalar söz konusuyken daha sonraları mektupların asıl ve tek konusu ’hasret’ olacaktı. Menderes çifti birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini belki de en iyi Yassıada günlerinde anlayacak-tı.

'Adnancığım, her gün sabah ilk işim sana yazmak. Çoğu uykusuz geçen gecelerin şafağında kalkar, sana sıhhat, se-lametine dua eder ve mektup yazarım. Ekseriya da öğleden sonra ikinciyi yazarım. Beni habersiz bırakmamak için her gün yazışın beni minnnettar ediyor. Zaten her an nemli göz-lerimden yaşlar akarken, sıhhatine , selametine bütün varlı-ğımla Cenab-ı Hak’a dualar ediyor, seni bize kavuşturması-nı niyaz ediyorum. Elbette hakikatler anlaşılacak, selametle çıkacaksın. Gün geçtikçe hasret ve iştiyakımızın ne derece olduğunu söylemek luzumsuz. Allah artık çilemizi kafi göre-cek. Seni bize selametle kavuşturacak.’

Berin Hanım eşinin çektiği sıkıntıları tahmin ediyor, onun yalnızlığını, acılarını azaltmak için her gün yazıyor-du. Her yeni gün postaya yeni bir mektup atılıyor her yeni gün postacının yeni bir mektupla zile dokunması bekleni-yordu. Berin Hanım’ın hayatı Yassıada’dan gelen mektup-lar üzerine bina edilmişti artık. Menderes ailesinin küçük oğlu Aydın’la birlikte 27 Mayıs’ın onlara sunduğu zorluk-lara karşı bu mektuplara dayanarak sabrediyordu.

'Cenab-ı Hak seni başımızdan eksik etmesin. Rabb’im sıhhat ve selametle seni bize bağışlasın. Kendimi kolsuz ka-natsız kalmış kuşa benzetiyorum. Bütün hayatım boyunca sana sormadan bir şey yapmadım. Şimdi danışacak kimsem yok.’

Mahkemeler 1960 yılının Ekim ayında başlamış-tı. Berin Hanım şartların aleyhte olması sonucu avukat bulmakta hayli zorlanmıştı. Kimse darbecileri karşısına almak istemiyordu. Avukat işini güç bela halleden Berin Hanım bambaşka bir sorun karşı karşıya kaldı. Mal var-lıklarına el konulduğu için avukatların paralarını ödeme güçlüğü doğmuştu.

'7-8-9 tarihlileri göz yaşları ile okuduk! Üzülmemen için pamuk paralarına el konulduğunu ve Zıraat Bankası’nda bloke edildiğini sana bir türlü bildirememiştim. Ne yapalım, sıhatte olalım da her şey düzelir. Ben Yüksek Soruşturma Kurulu’na müracaat ettim. Sen de edersen belki daha mü-essir olur. Benim için üzülme. Yeter ki sen metin ve soğuk-kanlı ol. Mahkemenin adaletine inanırken, her şeyin üstün-de Allah’ın adaleti olduğuna inanıyoruz. Seksenbeş yaşına yaklaşan annemiz her an Cenab-ı Hakk’a niyaz ederken , mektuplarıyla da beni teselliye uğraşıyor.’

Berin Hanım 22 Ekim tarihli mektubunda da eşine şöyle seslenmişti;

'Paralar bloke vaziyette bir şey satma imkanıda yok. Evde eşyamız yok. Fakat bir iki şeyimize, giyeceğim kür-ke kadar tesbit edildiğine göre, avukatlara vermemiz için herhalde bir şeyler düşüneceklerdir. Ben avukat ücreti için

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 135

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

yazdığım dilekçeye cevap alamadım. Belki seninkine cevap verirler.’

Berin Hanım bir yandan kendisi için yeni bir durum olan maddi sıkıntılarla uğraşıyor diğer yandan ise eşi için sürekli endişeleniyordu;

'Dünkü gazetelerde soruşturmada ifade verirken çe-kilmiş resimlerinden çok zayıfladığın anlaşılıyor. Ne hale geldiğimizi söylemek lüzumsuz. Ben hep seni ayrıldığımız günkü güler yüzünle tahayyül ediyordum. Ne olur kendine iyi bak. Daha fazla zayıflamamaya gayret et. Yemek ye. Çektiğimiz ıstırapların sonu gelmiştir inşaaalah. Adaletin tecellisini beklerken de her şeyin üstünde Allah’ın adaletine inanıyorum… istediğin ropdöşanbırın ( sabahlığı) dün aldım derhal postaladım.’

Menderes çifti aylardır görüşmeyi umut ediyor mek-tuplarında hasretlerini dile getiriyorlardı. Nihayet altı ay sonra görüşmeye izin verildi. Adnan Menderes gibi Be-rin Menderesin de görüşme sonrası mektuplarında ki tek konu yaşadıkları bu yarım saatlik görüşme olmuştu.

'Çok şükür Allah’a seni gözlerimizle gördük, kucaklaştık. Elini tutabildik demek? Allah’ım bizim için ne büyük saa-det. Altı aydır hasret olduğumuz güzel yüzünü gördük, karşı karşıya oturduk. Sakın bu bir rüya olmasın? Uyanacağım bu bir rüya imiş diyeceğim gibi geliyor. Yarım saat ne kadar ça-buk geldi geçti. Ayrılık ne hazin, ne kadar güçtü. Vücudum ayrıldı fakat benliğim orada kaldı. Orada göstermeğe gay-ret ettiğim metanetim burada kalmadı, artık hıçkırıklarla istediğim kadar ağladım. Çok şükür seni tahayyül ettiğim kadar zayıf bulmadım, çok şükür iyisin. Seni şimdi Mutlu’ya benzetiyorum ben. Biraz gayret eder yemek yersen topla-nırsın. Sıgarayı da az içmeye gayret et yalvarırım. Aydın’da yaşından umulmadık metanet gösterdi.’

Mahkemeler devam ediyordu. Berin Hanım duruşma-ları gazete ve radyodan takip ediyordu. Adnan Menderes’e belkide üzülmemesini, halkın onun ardında olduğunu söylemek istiyordu. Ama sıkı sansür sebebiyle içine atı-yordu düşüncelerini. Aklı duruşmadan duruşmaya çıkan eşindeydi hep. Eşinin sıkıntısını sanki azaltabilirmiş gibi kendisi de onun kadar yoğun yaşıyordu bu azabı.

'Her gün bir iskemle üzerinde oturduğunu, iki üç mahke-me olduğunu düşündükçe, Allah’a aklımı muhafaza et diye yalvarıyorum. Ne olur imkan olduğu kadar kendine iyi bak. Kantinden meyva filan aldırabiliyor musun acaba? Ne olur müsaade etseler de hiç olmazsa meyva yollayabilsek. Elma portakal gibi. Odada durur istedikçe yersin. Üç yüz lirayı tel-ledim. Gönderdiğim yeni pijama işe yaradı mı? Daha sıcak tutacak pazen gibi bir pjama ister misin? Başka eksik neyin varsa söyle rica ederim. Pardösü paketimi almadın mı? Me-raktayım. kendi elimle İstanbul’dan postaya vermiştim.’

Berin Hanım bir başka mektubunda eşine şöyle seslen-mişti;

'Dün gece radyodan müdafaanı hıçkırıklar içinde din-ledim. Kalbim duracak zannediyordum. Çok güzel söy-lüyordun. Tabii tamamını değil bazı yerlerini veriyorlar. İşlemediğiniz, en küçük kabahatınız olmayan davaların müdafaalarını yapmak. Buna mecbur olmanız beni nasıl kahrediyor bilemezsin. Allah sana sabır, metanet, kuvvet versin. Hakimlerimize de insaf versin. Elleri vicdanlarında öyle hükmetsinler artık. Çünkü sizin kadar bigünah sanık olmamıştır.’

Berin Hanım’ın yazdığı bu mektuptaki ’bigünah’ ifadesi sansür kurulunca hoş karşılanmamıştı. Adnan Menderes’in eline bu mektup ’bigünah’ kelimesinin üzeri

kırmızı kalemle çizilmiş olarak geldi. Mahkemelerin başı olmasına rağmen Adnan Menderes’in ’bigünah’ olup ol-madığına çoktan karar verilmişti aslında.

'Şefkatine muhtacım diyorsun… Şu birkaç kelimen beni ne kadar mesud etti. Ben de ne kadar muhtacım bilsen… Se-ninle kıyas edilemez tabii, fakat ben de bazen o kadar yalnız hissediyorum ki kendimi… Sana istediğin şefkat ve alakayı ne kadar fazlasıyla gösterdiğimden şüphe yoktur…’ ’Birara-da yaşamaya başladığımız günden beri iki aydan fazla sen-den uzak kalmamıştım. Yarabbi tam on ay bitiyor!.. İçimiz nasıl bir hasret ve iştiyakla dolu. Bayramda olsun ailelerin birbirlerini görmesine müsaade etselerdi… Çocuklarımızı sevindirselerdi… Ne kadar dua edecektik.’

Ankara’dan her gün Yassıada’ya mektuplar postalanı-yordu. Avukatlardan, hastalıklardan, ekonomik sıkıntılar-dan, mevsimlerden, çocuklardan, en çok da hasretlerinden bahsediyorlardı. Ramazan Bayram’ı gelmişti. Yalnızlığın en fazla can yaktığı günlerden olan bayram Menderes ai-lesine hüzün dağıtmıştı.

'Adnancığım, zaten mahzun, kederli geçen günlerimiz bu Ramazan Bayramı’nda büsbütün hüzünle doldu. Etraf günlük güneşlik. Fakat ben bu güzel havayı görmek istemi-yorum. Çünkü, sen çok sevdiğin açık havadan mahrumsun. O halde ben neyleyeyim güzel havayı?’

Menderes çifti yaşadıkları sıkıntılara maziyi hatırlaya-rak karşı koymaya çalışıyorlardı;

'Yirmialtı tarihliden otuza kadar beş mektubunu birden alınca, bayram çocuklarına döndüm. Kaç günlük yakıcı inti-zardan sonra, bu mektupları almak ne büyük memnuniyet oldu. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Gözüm-den boşanan yaşlarla ıslattım onları. Senin söylediğin gibi günlerce susuz kalan, çatlayan toprak suya nasıl kanamaz-sa, ben de onlara kanamıyorum işte. Kaçar defa okuyorum bilemezsin!… benim de hayalimde yalnız ilk günlerimiz canlaıyor. Ne tuhaf değil mi hep gözümün önünde çiftliğe gidişimiz. İlk defa atla Çine Çayını geçişim ve düşmekten korkum. Kağnı arabasıle yine çayı geçerken yağmura tutu-luşumuz. Bizim emekter Hatice Hanım hasta olmasın diye üzerine yorganları yığışımız, ne asude ne güzel günlermiş!… Cenab-ı Hak’dan sıhhat selametle feraha kavuşmamızı ve sukun içinde çocuklarımızla birarada yaşamamızı niyaz edi-yorum.’

Mahkemeler sonuçlanmıştı. Anayasa Mahkemesi Ad-nan Menderes için idam talebinde bulunmuştu. Berin Ha-nım belki de ortamın aylardır süren gerginliğinden böyle bir sonucun çıkacağını tahmin ediyordu. Ama bu haberi duymak ’tahmin’ etkisinin çok üzerinde bir etki yaptı ken-disinde. Çünkü karar açıklanana değin bu ihtimal aklına gelse bile onu düşünmek istememiş kendisinden uzaklaş-tırmıştı. İdam kararı Berin Hanım’ı yıktı ama o bu durum-da bile yapılması gereken en doğru şeyi yaptı ve mektupla-rında eşine kuvvet vermeğe çalıştı.

'Hayatımda çok heyecanlı ızdıraplı günler yaşadım, amma dünkü günü ömrüm oldukça unutamayacağım. Gazetede, akıl havsalanın alamayacağı iddianameyi gör-düğüm andaki hayret ve şaşkınlığımızı tariften acizim!.. Başına hiç beklenmedik bir anda müthiş bir darbe yiyen insan ne olursa, biz de Aydın’cığımla o haldeydik!.. Bizi o anımızda teselli edecek bir kimsemiz de yok. Allah’ın bir lutfu olacak. Yine kendi kendimi toplayabildim. Böyle bir iddianame hiç şüphesiz hukuk hakiminden varid olamaz, dedim kendi kendime. Yüksek Adalet Divanı mutlaka adi-lane bir karar vericek. Ve hiç şüphesiz bu beraat olacak!..

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU136 |

buna inanıyoruz aynı zamanda Allah’ın ilahi adaletine de sığınıyor ve güveniyoruz. İmanının kuvvetli olduğunu, me-tin ve sabırlı olacağını da biliyorum. Fakat bu yalnız halinde tek başına olduğun için de maneviyatının yüksek olması la-zım. O halimde sana derhal yıldırım çektim. Büyük Allah bu çektiğimiz büyük ızdırapların mükafatını verecek, seni bize selametle kavuşturacak inşallah.’

Ve devam ediyor....'Gene bana teşekkür ediyor, minnetlerini söylüyorsun.

Bir daha bunu tekrarlama rica ederim. Sana hayatım müd-detince bağlandım, ölünceye kadar da seveceğim. Fakat ne kadar elimki sana her yazdığımı alamıyorsun, şu birkaç sa-tırla teselli vermeye gayret ediyorum. Biraz olsun muvaffak oluyorsam, elem, ızdıraplı anlarında, mektuplarım oyalaya-biliyorsa, benim için ne büyük bir teselli!.. Kısacık mektuplar diyorsun? Biliyorsun ki uzun yazmamak lazım, yoksa sana sabahtan akşama kadar sahifeler dolusu yazardım. Madem ki biraz olsun oyalanıyorsun…’

Berin Hanım ve Adnan Menderes her gün birbirlerine mektup yazıyorlardı. Ama Yassıada’daki keyfi uygulama belli ki ne Adnan Bey’in her mektubunu postaya atıyor-du ne de Berin Hanım’ın ulaşan her mektubunu Adnan Bey’e iletiyorlardı. Adnan Menderes Yassıada’da bulunur-ken Berin Hanım’ın annesi vefat etmişti, büyük oğulları Yüksel yurt dışındaki görevinden merkeze gönderilmişti. Ortanca çocukları Mutlu ekonomik sebepler yüzünden Avrupa’da ki üniversite tahsilini üçüncü sınıftan yarım bı-rakmıştı. Berin Hanım’ın erkek kardeşi Samim Bey’i devlet erkenden emekliye ayırmıştı. Dostları Menderes ailesiyle ilişkilerini tehlikeye girmemek için kesmişti. Sıkıntılar sü-rüyor, mahkemeler devam ediyordu. Sona doğru her gün biraz daha yaklaşıyordu Menderes ailesi. Ağustos ayına gi-rilmişti. Mahkeme sonucunun açıklanacağı 15 Eylül’e sa-dece bir ay vardı. Adnan Bey’in idam günü olan 17 Eylül’e de. Ağustos ayı mektuplarının tek ve en önemli konusu ise Yassıada’da yapılacak olan ikinci görüşmeydi. Menderes çifti birbirlerini o denli özlemişlerdi ki her an görüşme duygusunun heyecanını yaşıyorlardı. Berin Hanım bel-kide içten içe kendisi de haberdar olarak eşinin son kez yüzünü görecekti. 15 ay boyunca sadece yarım saat birbir-lerini görmüşlerdi. Şimdi ikinci ve son bir fırsatları vardı.

'Cenab-ı Hak dualarımızı kabul etti. Allah’ın inayetiy-le, Pazartesi sabahı seni göreceğiz!.. Bu sabahtan beri ha-limiz görülecek bir şey, delilere döndük!.. Allah razı olsun müsaade ve izin verenlerden. Ne yapacağımızı bilemiyor, hepimizden bir ses çıkıyor, oradan oraya sebebsiz gidip ge-liyoruz… Allah’a hem teşekkür ediyor, hem de daima böyle memnun etmesi, bizi feraha çıkarması sana kavuşturması için de dualar ediyorum. Sen de kimbilir ne kadar memnun olacaksın bu haberi alınca… Dün 12,13 bugun de 9 ve 10 ta-rihli mektuplarını aldım. Bir mektubu çok perişan yazdığımı söylüyorsun. Başka türlü olmama imkan ve ihtimal var mı Adnan’ım? Sana aksini yazsam inanır mısın ki? Evet bazen gayretle kendimi topluyorum. Fakat bazen de imkan bula-mıyorum. Allah ömür versin üç yetişmiş erkek çocuk ve bü-tün evi yükü üzerimde. Maddi durumumuz malum. Sonra bunların hepsi bir yana, Allah hiç kimseyi bu hale koymasın. Üstüne titrediği, hayatından çok sevdiği kıymetli varlığın yardımına koşamamak ne büyük ıstırab Yarabbi!.. yine de Allah sabır veriyor aklımı kaybetmiyorum. Yarın Allah ister-se İstanbul’a hareket edeceğiz. Sıhhat selametle pazartesiye seni kucaklamak nasip olur inşaaallah.’

Menderes çifti birbirlerini dokuz aydır görmüyordu. 21 Ağustos’taki görüşme gerçekleştiğinde hasretleri artık da-

yanılmaz bir hal almıştı. Menderes ailesi o gün tam olarak son kez bir araya geldiler. Adnan Menderes, Berin Hanım ve oğulları Yüksel, Mutlu ve Aydın. Bir saatlik bir mutlulu-ğu doya doya yaşadılar.

'Buraya geldiğimizden beri her an artan heyecan ve sa-bırsızlığımız seni görünceye kadar durmadan arttı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor, hiçbir surette teskin edemi-yordum. Çocuklarda benden farksızdı. Nasıl motora bindik, nasıl adaya çıktık, odaya alındık bilemiyorum. Biraz sonra kapı açılıp da seni görünce çocuklarla beraber koşup sana nasıl sarıldık, nasıl kucaklaştık. Sen de bizi bağrına bastın. Güzel yüzünü ellerini öpmeye doyamıyorduk. Sen de yavru-larımızın birini kucaklıyor, bırakıp diğerine sarılıyor, öpüyor, öpüyordun! Büyük Allah’a çok şükür, müsaade verenlerden de Allah razı olsun. Bu kadar zamanlık hasretten sonra konuşacak bir şey bulamıyor, yalnız sevimli, güzel yüzünü doya doya görelim istiyorduk. Hele Mutlu… O bir saat nasıl çabuk geçti Yarabbi! Yüreklerimiz parçalanarak ayrılışımız, Allah kimseye böyle günler göstermesin. Rabbim sıhhat ve selametle seni bize kavuştursun inşaaallah.’

Ağustos ayının geçen her günü Menderes ailesi için hü-zünlü sona atılan adımdı. Ama menderes çifti artık teselli-yi devam eden zamanda değil geçmişte aramaya başlamış-tı. Onların ortak ve güzel mazisi evliliklerinin sükûnetli zamanları tahammül edebilmeleri için bir ilaç vazifesini görüyordu.

'Görüşmemiz esnasında bana müşterek hayatımızın ilk günlerinden bahsetmen beni ta içimden sarstı. Benim de gözümün önünde hep o güzel günler sinema şeridi gibi geçiyor, canlanıyor… Karşıyaka’da bir gün arabamız ça-mura saplanmıştı. Bir türlü kurtaramadık, yürüyerek eve döndük,güldük,söyledik. Bir kere de çiftlikte anneciğimle beraber yine benzinimiz bitti ve komşu bir çiflikte akşam yemeği yedik. Hep tatlı hatıralar! Boğaz’da sandala biner karşı sahilden denize girerdik. Mutlu denizi ne kadar sever-di. Bir iki gün hastalanmış deniz banyolarına götürememiş-tik. Sana hep 'Küçük oğlunuz yok, buranın neşesi kalmadı’ demişler. 'Babacığım, ne olur artık denize gireyim, atıverin beni’ diye yalvarırdı. Ne olurdu Allah’ım hep o günlerimiz devam etseydi. Büyük Allah yine bize rahat, sakin günler nasip edecek. Dağdağalı hayatında çocuklarımızla olama-dık. Torunlarına inşaallah ata binmesini, denizde yüzmesini, sporu sen gösterirsin. Yeter ki sıhhati koru Adnan’ım. Kavu-şunca bu ızdıraplı günler hep unutulur inşaallah.’

15 Eylül’de mahkeme kararını verecekti. Bu tarih yak-laştıkça heyecan artıyordu. Berin Hanım eşine bu endişeli bekleyişte moral verebilmek için kalem ve kağıda sarılmış-tı.

'Daima sabrın sonu selamet olmuştur. Allah kimseye böyle ızdırap böyle acı günler göstermesin. Fakat metin ve gayretli olmak lazım. İnşaallah sıhhat ve selametle kavuşa-cağız. Zaman zaman Allah sevdiği kullarına böyle ızdırap veriyor işte. Hikmetinden sual olmuyor. Fakat senin gibi müstesna, senin gibi iyi bir kimsenin bu kadar acı çekmesi, eşim olduğun için değil, iyi ve kusursuz olduğunu bildiğim-den beni perişan ediyor. Adnan’ım sen Allah’a inanmış bir insansın. Onun dediğinden başka olmuyor. Biz de ona sığın-dık. İlahi adaletine güveniyoruz. Yüce Divan’ın senin hak-kında hayırlı karar alacağına da içimizde bir his var!.. Sen kabahatsizsin çünkü. Büyük Allah selamete çıkaracak seni, bize kavuşturacak inşaalah. Bu intizar devresinin ne kadar güç olduğunu biliyoruz. Biz de senden farksızız Adnan’ım. Fakat metin olmaya gayret ediyoruz. Sen de sakin olmaya gayret et. Vicdanen müsterihsin çünkü.’

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 137

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Sonunda Eylül ayı geldi. Geri sayım başlamıştı. 2 Ey-lül Menderes çiftinin evlilik yıldönümleriydi. Sonbaharda başladıkları evlilik hayatlarını 33 yıl sonra yine sonbahar-da bitireceklerdi. Berin Hanın 2 Eylül tarihli mektubunda eşinin evlilik yıldönümünü son kez tebrik etti.

'Bugün iki Eylül. Seninle müşterek hayatımıza başladığı-mız mesud gün. Güzel Karşıyaka’mızın latif, ılık bir gününde rahmetli anneciğimiz, kardeşlerimiz ve iki şahidimizle sesiz, sedasız, alayişsiz nikah oluvermiştik!.. gürültülü merasim-lerden hoşlanmadığını söylediğin için ben de hemen senin

istediğin gibi olsun demiştim. İşte o andan itibaren başlayan otuz üç senelik hayat arkadaşlığımızın tatlı, acı hatıraları sinema şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Durmadan gözümden yaşlar akıyor. Rabbim’den gelecek birçok senele-ri birarada geçirmemizi niyaz ediyor, ve bu azaplı ızdıraplı günlerimize nihayet vermesini feraha çıkarmasını seni bize sıhhat selametle kavuşturmasını yalvarıyor, dualar ediyo-rum. Büyük Allah bu dualarımızı kabul eder inşaallah. En derin sevgi, hasret ve iştiyakla seni kucaklar, yüzünden, göz-lerinden öperim canım Adnan’ım.’

SON ELLİ KELİMEAdnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eylül tarihini taşıyordu. Bu mektup kendisine yarısı yırtılarak ve-

rilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektupta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısını son kez yırtılmış bir mektupta gördü. Ölümüne birkaç gün kalmış bir insana mektubunu tam olarak vermek çok görülmüştü. İşte Berin Hanım’ın eşine ulaşan son sözleri;

Elimde kalem düşünüyorum. Bu tarifi imkansız muzdarip günlerimizde sana ne yazayım… Sen orada ya-payalnız kıvranırken sana ne söyleyeyim. Her laf manasız geliyor bana. Havadan sudan bahsedilince kızı-yorum. Bu kadar büyük ızdırap karşısında hala böyle manasız konuşulur mu diyorum. Halbuki seni biraz oyalayabilecek, kendini unutturacak ne söyliyebilirim ki? İşte bazen kendimizden, çocuklardan, derslerden anlatıyorum o kadar. Allah bu güne kadar sabır ve metanet ihsan eyledi. Yalvarırım sana metin ve sabırlı ol. Huzur-ı kalp içinde olman lazım…’

Onlar huzuru kalp içinde ve bence nurlar içinde yatıyorlar. Ama, onlara bu haksızlıkları yapanların hep azap içinde olacaklarını düşünüyorum. Bu ülkede, kim, yenilik ve hizmet getirmişse, ayni saldırılara ve iftiralara uğramıştır. İş yapa-na, yenilikçi olanlara hırsız damgası vurmak bazı hakim çevrelerin silahı olmuştur. Adnan Menderes’ten sonra, Turgut Özal Hakkında da, Recep Tayyip Erdoğan hakkında da ayni şeyler yapıldı ve yapılıyor. Takdir önce yüce Rabbimin ve sonra milletin. Bu zihniyete geçit vermemek bizim misyonumuz oldu hep. Hep öyle olacak, çünkü biz kendimizi onların kulvarında bulduk. Yenilik ve hizmete yaşamımızı adadık. Sonumuz ne olursa olsun, saldırı ve iftiralar ne denli yoğun ve ızdırap verici olursa olsun. Halka Hizmet Hakka hizmet ilkesinden vazgeçmeyeceğiz.

Savcı Ömer Altay Egesel : Hem Şeyhsin, hem tahkikat komisyonu kurulsun diye oy verdin.Selahattin İNAN :Ben o zaman diplomatik görevle yurtdışındaydım.Savcı Ömer Altay Egesel : Burada olsaydın verecektin, ne farkeder?Selahattin İNAN :Sayın Egesel, Şeyhliği bana verdin, kerameti de kendin gösteriyorsun. Bu nasıl iştir?

EVET ŞAKA DEĞİL YASSIADA'DA MAHKEME DEĞİL

BÖYLE BİR ÇADIR TİYATROSU KURULMUŞTU...

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU138 |

Selahattin İNAN (DP 11. Dönem Bitlis Milletvekili)

Ömer Altay Egesel(Sözde Yassıada Mahkemesinin

Sözde Savcısı)

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 139

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Hasan Emre OKTAY

Bir taş çember içinde bir Bizanslı zindanGök gürler ayaklarımızda yer altındanYağmur yağar zifir gibi yeryüzündenBir küflü ter boşanır duvarlardan, tavandan….

Bir küflü ter boncuk boncuk yapışır yüzümüzeBir damla düşer bir soğuk damla ensemizeDamlalar bir kızgın kurşun ensemizden yüreğimizeBir şeytan ateş iner kafamızdan on parmak ellerimize

Duvarlarda yüz izleri bir korkulu cellât eskisiBir kaçırılmış prenses, sürülmüş kral, korsan sevgilisiBir esir pazarcısı tanırız, bir balta, kırbaç sesi,Gölgelerden bir dünya yaşar burada insanlar ötesi… Sıtkı Yırcalı

27 Mayıs sabaha karşı radyolardan Kurmay Albay Alpaslan Türkeş’in sesinden yayınlanmaya başlayan 27 Mayısçıların o meşhur ilk tebliği, yüreklere su serper mahiyette idi. Tebliğde kardeş kavgasına meydan ver-memekten, partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaretinde ve hakemliği altında en kısa zamanda serbest seçimlere gitmekten, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçi-mi kazananlara devir ve teslim etmekten bahsediliyordu. Girişilen teşebbüsün yani 27 Mayıs harekâtının hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı, hiç kimse hakkında tecavüzkâr bir fiile müsaade edilmeyeceği, kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun her vatandaşın kanunlar ve hukuk esaslarına göre muamele göreceği de önemle vurgulanıyordu. Tebliğ aynen şöyle-dir;

“Sevgili Vatandaşlar,Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son

müessif hadiseler dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri memle-ketin idaresini ele almıştır…Bu harekata Silahlı Kuvvet-lerimizin partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçim-ler yaptırılarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun,

seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.. Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkın-da tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesi-ne de asla müsamaha göstermeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatan-daş kanunlar ve hukuk esaslarına göre muamele görecek-tir… Bütün partilerin üstünde, aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirimize karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmele-ri, ıstırapların dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri, kanunun teminatı altındadır. Gayemiz Bir-leşmiş Milletler Anayasa’sına ve İnsan Hakları Prensip-lerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifakları-mıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ ya inanıyoruz ve bağlıyız. Türk Silahlı Kuvvetler Birliği…”

27 MAYIS,YASSIADA CEHENNEMİ

VE İŞKENCELER

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU140 |

Bu ilk tebliğden sonraki günlerde cereyan eden hadi-selere bakıldığı zaman, 27 Mayısçılar tarafından yapılan işlerin, uygulamaların ne yazık ki hiç de ilk tebliğde vaat edilenlere uymadığı hatta tam tersi olduğu kısa zaman-da görülecektir. Neden böyle olmuştur? Her şeyden önce şu bir gerçektir. Müzmin darbeciler tarafından paldır küldür girişilen 27 Mayıs macerası bu ilk tebliğ yayın-lanırken henüz başlangıç safhasındadır ve nasıl sonuç-lanacağı daha belli değildir. Bu bakımdan ihtiyatlı bir dil bilinçli veya bilinç dışı kullanılmış olabilir. Tebliğin en ironik tarafı, genel seçimlere zaten 15 ay gibi kısa bir süre kalmışken ve hatta erken seçimler söz konusuyken bir an evvel genel seçimlere gidileceğinden bahsedilmesidir. Daha sonra, erken seçim Başvekil Adnan Menderes tara-fından 26 Mayıs’ta Eskişehir’de telaffuz edilince harekât kararının öne alındığını öğreneceğiz.

Tebliğdeki, kardeş kavgasına meydan vermemek, hu-kuk ve insan hakları prensiplerine tamamen riayet ifa-deleri de ayrı bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Zira 27 Mayıs öncesi zaten ülkemizde DP İktidarı tarafından sıkıyönetim ilan edilmiş ve asayiş askere teslim edilmiş-ti… Fakat her şeye rağmen yine de yüreklere biraz olsun su serpen bu ilk tebliğdeki vaatler ne olmuştu da süratle tersine dönmeye başlamıştı?

Kısa bir süre sonra harekâtın, ilk tebliğde adı kullanıl-masına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapıl-madığı Türk Halkı tarafından anlaşılacaktır. Ortada bir cunta vardır.

27 Mayısçı cunta ve destekçileri harekâtlarından he-men sonra yıktıkları iktidarın yıkmak istedikleri iktidar olmadığını anladılar ve bunun şaşkınlığını yaşamaya başladılar. Yani darbe öncesi Demokrat Partililer için söylenen ağır suçlamaların, bankalardaki servetlerin, ci-nayetlerin ne belgesi, ne delili, ne de kurbanları ortaya çıkmıyordu… Arkadan profesörlerin talihsiz bir uyarısı geldi. Yeni Anayasa yapmak üzere Ankara’ya çağrılan ve 27 Mayıs darbesinin akıl hocalığını ifa etmekte olan pro-fesörler kurulu, Milli Birlik Komitesi adı altında topla-nan cuntanın, tutuklamış oldukları bazı DP milletvekil-lerini ve bakanlarını salıvermeye başladıklarını görünce komiteyi şiddetle uyardılar;

“Hukuki bakımdan telafisi mümkün olmayacak bir hata işlemiş oluyorsunuz. Siz seçimle gelmiş olan bir ik-tidarı silah zoruyla devirdiniz. Devirdiğiniz bu iktidarın yargılanarak suçlu olduğu ortaya konmalıdır. Zaten bun-ların hepsinin suçluluğu hakkında karine (ipucu) vardır ve aksi ispat edilinceye kadar hepsi suçludur. Tahliyele-rin ancak mahkeme kararıyla yapılması gerekir. Bunu yapmazsanız siz suçlu duruma düşersiniz. Cezanız da Divan-ı Harp’te yargılanarak idam edilmek olur”

Baştan beri 27 Mayıs’ı teşvik etmiş ve yapıldıktan sonra da sevinçle karşılamış, desteklemiş olan Profesör-ler Kurulunun bu talihsiz uyarısı, ilk gün yüreklere su serpmiş olan söz konusu tebliğdeki niyetlere ve vaatlere bir darbe olarak iniyor ve cuntacıların zihinlerine yer-leşiyordu. Arkadan 27 Mayıs Darbesini haklı göstermek

amacıyla olsa gerek, darbeden sonra kurulan düzenin yetkililerinin, kilit mevkide olanlarının ve zamanın ba-sınının Demokrat Partililer için yaptıkları yalan dolu, mantık dışı beyanları, son iyi niyet kalıntılarını, iyi va-atleri kötüye, hırsa, nefrete ve sonucunda şiddete çevir-meye başladı.

Tarih, 30 Mayıs 1960 General Cemal Gürsel: ‘Eski iktidara ait vesikalar yayınlandıkça asil milleti-

miz yaşamış olduğu karanlık günleri öğrenecektir’Tarih, 31 Mayıs 1960 Anadolu Ajansı tebliği:“ Sakıt İktidarın Katliam Planı ele geçmiştir. Eğer ihti-

lal bir gün gecikse idi. Bütün Demokrat Parti muhalifleri imha edileceklerdi..”

MİLLİ Birlik Komitesi Başkanlığı’ndan tebliğ edil-miştir:

“Kahraman ve fedakâr üniversite gençlerimize, 28 Nisan 1960’dan 27 Mayıs 1960 tarihine kadar yaptıkla-rı masum ve imanlı gösteriler sırasında eski hükümetçe coplarla, kılıçlarla hücum edildiği, hiç müdafaa vasıtası olmayan gençlerin teşkil ettikleri kitleler üzerine insaf-sızca ateş açıldığı, kendilerinin ağır şekilde dövülüp, ya-ralandığı ve birçok gencin öldürüldüğü artık muhterem halkımızın malumu olmuştur. Hürriyet şehitlerimizin tespiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi ele aldığı an-dan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir. Bugüne kadar yapılan inceleme ve araştırmalarda birçok ipuçları ele geçirilmiştir. Cinayetleri yapanların kendi suçlarını örtmek ve cesetleri yok etmek için akla hayale gelmeye-cek canavarca tedbirlere başvurdukları anlaşılmaktadır. Şehitlerin gizli yerlere gömüldükleri, ıssız yerlerde ku-yulara atıldıkları, bir kısmının buzdolaplarına konduğu, bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiği hakkında korkunç haberler alın-maktadır. Aramalara dikkat ve hassasiyetle devam edil-mektedir. Korkunç bir vahşetle işlenen bu cinayetler er veya geç mutlaka meydana çıkarılacak ve sayın umumi efkârın ıttılaına (bilgilerine) arz edilecektir. Cinayetlerin kısa zamanda meydana çıkarılması ve canilerin ele geçi-rilmesi için sayın talebe velilerinin ve sayın halkımızın resmi makamlara ve Üniversite Tahkik Heyetlerine yar-dımcı olmalarını rica ederiz.”

2 Haziran 1960, İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar basın toplantısı yapıyor:

“… İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu memleke-ti hürriyete kavuşturmak ve şehit düşenlerin hatırasını yaşatmak için bir Anıt inşasına karar vermiştir… Bu anıtın inşasına yardım etmek isteyecekler için Emniyet Sandığında 2104 numaralı hesap açılmış bulunuyor. Arzu edenler yapacakları yardımları buraya yatırabilir ve karşılığında makbuz alabilirler….Merkez efendi ve diğer mezarlıklara kamyonlarla getirilip gömülen talebelerden bahsedilmektedir…”

2 Haziran 1960 sabah saat 11.30, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yeni Emniyet Müdürü Kurmay Yarbay Abdülvahit Erdoğan basın toplantısı yapıyor:

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 141

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

“.... Muhterem arkadaşlarım, 27 Mayıs sabahından itibaren İstanbul Askeri Emniyet Müdürlüğü vazifesini çok kıymetli ve güzide arkadaşlarımla deruhte etmiş bu-lunuyorum….Bilhassa suiistimaller üzerinde hassasiyet-le durulmakta ve evrak toplanmaktadır. Birçok şahıslar muhafaza altına alınmış, mallarına ve otomobillerine el konulmuştur. Kasamda sayısız otomobil anahtarı bulun-maktadır… Cesetlerin ikişer ikişer gömüldüklerine ve Üsküdar’da 5 kişinin yan yana gömüldüğüne ve toprakla-rının taze olduğuna dair birçok ihbarlar almaktayız. Bü-tün haberlerin sıhhat derecesini ayrı ayrı tahkik etmekte-yiz. Buzhanedeki ceset meselesini de incelemekteyiz ....”

Tarih 4 Haziran 1960, Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanlığın-da, subay ve astsubaylara hitap etmekte. Hitap Anadolu Ajansı bültenlerine alınıyor ve devlet radyolarında ya-yımlanıyor:

“Arkadaşlar…şimdi bizim yıktığımız insanlar, bu in-sanlar ki çok mücrimdir (suçludur) Tarihte bunlar kadar mücrim insan tasavvur edilemez ve yoktur. Neronlar bel-ki bunların seviyesine ulaşabilirler. Bunlar içine düştük-leri badireden kurtulmak için en çıkar yolu ordu arasına fesat sokmakta arayacaklarından hiç şüpheniz olmasın.

Bunlara alet olursak bu yaptığımız mukaddes mü-cadelenin bütün fazileti elden gider, memleket de gider. Yaptığımız mücadele koltuk için değil, hürriyet içindir. Mazlumların gasp edilen haklarını zalimlerin elinden is-tirdat (geri alma) mücadelesidir.

Düşününüz ki, bu adamlar ordumuzun irfan kay-nağı, biricik Harbiye’mizi ve burada yurt aşkı ile yanan 1500 kişilik masum çocukları, vatanperver evlatlarımı-zı, kurşuna dizmeyi, toptan imha etmeyi tasavvur etmiş insanlardır. Bu rivayet değildir arkadaşlar, bunun delil-leri vardır, şöyle oluyor. Harbiyelilerin yürüyüşünden sonra ziyadesiyle telaşlanan sabık hükümet adamları Çankaya’da toplanıyorlar. Aralarında Ankara valisi Dila-

ver Argun da var. Durum müzakere ediliyor, bazı tedbir-ler ileri sürülüyor. Celal Bayar 30 milyon insan arasında 1500 kişinin yok edilmesinde bir mahzur olmadığını söylüyor, bunları ne pahasına olursa olsun imha etmeli diyor. Nasıl imha edelim? Harbiye’de meydana toplaya-lım, bombalarla, makineli tüfeklerle kendi adamlarımız tarafından imha edelim. Veya yürüyüşe çıkaralım, yolda tertibat alalım, adamlarımızla bunları kurşundan geçire-lim. Veya bu da tehlikeli görülüyorsa izin verelim herkes evine gitsin, sonra teker teker evlerinden toplayıp imha edelim.

Tabi bu imha sırasında yalnız onlar değil, o yavrular değil bizim de içimizden şüphelendikleri kimseler de bu imha listesinin içinde vardır.

Toplantıdan çıkan Dilaver Argun, yaverler odasına geliyor. Orada bizim Muhafız Alay Kumandanı güvendi-ğimiz arkadaş Osman Köksal ve bir emir subayı var. Pür hiddet; ‘Biz Harbiye’yi dağıtacağız’, diyor. Muhafız Alay Kumandanı Osman Köksal hayretle bakıyor yüzüne;‘Ne demek istiyorsunuz beyefendi?’ diyor. Bu realite ve ha-kikattir. Osman yalan söylemez. Osman burada mı? Bu hakikattir, Osman gibi temiz ve vatanperver bir insanın hafızasından çıkarmasına imkân yoktur.

- Dilaver Argun, ‘Lüzum yok Harbiye’ye, göstereceğiz onlara’

- Osman, ‘Peki ordu subayını Harbiye ikmal ediyor. O halde ordu ne olacak?’

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU142 |

- Dilaver Argun, ‘İcap ederse orduyu da lağvedeceğiz’Bunu izah etmemin sebebi, bunların günahı o kadar

çoktur ki, bu badireden kurtulmak için namütenahi pa-raları vardır. Bu paralarla kendilerine hizmet edebilecek, planlarını hunharca (kana susamış) tatbik mevkiine koy-mak imkânını bulabilirler….”

Düşünün Celal Bayar tutuklu olarak Harp Okulunda, harp okulu öğrencilerinin elinde …. aynı anda devletin en üst mevkiinde bulunan Cemal Gürsel subaylara kar-şı yukarıdaki son derece kışkırtıcı konuşmayı yapabili-yor ve ithamlarına belge olarak da Milli Birlikçi Osman Köksal’ın dürüstlüğünü gösterebiliyor.

Tarih, 1 Haziran 1960, Forum Dergisi, Doç. Dr. Mu-ammer Aksoy:

“ En Büyük Tehlike Yersiz Acıma Hissi… Millet ola-rak birçok yüksek vasıflarımızın yanında büyük bir za-afımız mevcuttur. Ne sebeple düşerse düşsün düşene acımak! Bu yersiz acıma hissi ne büyük felaketlere uğ-ramamıza sebep olmuştur da, yine de ders çıkaramamı-şızdır. Acımak şüphesiz ki yüksek bir insani vasıftır… 27 Mayıs darbesi çoktan gayrimeşru bir zulüm çetesi ve bir menfaat şebekesi haline gelmiş olan eski iktidarın tasal-lutundan (musallat olma, sarkıntılık) milleti kurtarmak için hak ve hukuk istikametinde yapılan bir hamledir. Yüzyıllardır, bütün demokrasilerde ve İnsan Hakları Be-yannamelerinde tanınan milletlerin zulme mukavemet ve ihtilal hakkının en mükemmel bir surette tatbik edi-lişidir. Bu hükme varabilmemizin kaçınılmaz şartı, daha önceki iktidarın Anayasa’yı ve medeni bütün âlemde hâkim olan ana hakları çiğnemek suretiyle, en büyük suçu işlemiş siyaset zorbaları olduğunu kabul etmektir. Bu hükümde, satılmamış her Türk hukukçusu müttefik-tir (bağlaşıktır). O halde 26 Mayıs günü bile bu zulüm makinesinin içinde vazife alan yani DP Grubundan is-tifa etmemiş olan her milletvekilinin, aleyhinde bir suç-luluk karinesi mevcuttur. Yapılacak insaflı ve tarafsız bir mahkeme neticesinde suçsuzlukları meydana çıkıncaya kadar DP Grubuna dâhil olan her mebusun milletveki-li yeminine ihanet etmiş ve hiç değilse ceza kanununun 146. maddesindeki en ağır suçu işlemiş bir şahıs olarak kilit altında bulundurulması gerekir. Maddeyi aynen tek-rar diyoruz:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir (başkalaştırma) ve teb-dil (değiştirme) veya ilgaya (ortadan kaldırma) Ve bu ka-nun ile teşekkül etmiş olan TBMM’ni iskata (görevden düşürme) veya vazifesini yapmaktan men’e cebren (zor-la) teşebbüs edenler idam cezasına mahkûm olur.”

Bu Suç, ya eski iktidarı teşkil eden ‘Bayar-Menderes Çetesi’ tarafından işlenmiştir yahut tarihte en adil ve en mesut kurtarış hareketini başaran Milli Birlik Komitesi tarafından işlenmiştir. İkisinden birisinin Anayasayı gay-rımeşru surette iptal ettiği muhakkaktır.

Kurtuluş Komitesinin, milleti hukuk dışına çıkmış, Anayasa’yı ortadan kaldırmış ve her türlü hak ve vicdan

ölçülerinin çiğneyerek keyfe dayanan bir kuvvet haline gelmiş olan bir zümrenin elinden kurtardığı münakaşa-sı lüzumsuz sayılacak kadar aşikâr bir gerçek olduğuna göre, erkeği ve kadını, yaylacısı veya ovacısı dâhil bütün DP mebuslarını, rejim tam selamete kavuşuncaya kadar tutuklu olarak alıkoymak hukukun da, aklın da kaçınıl-maz sonucudur. Mahkeme kararı olmaksızın bunlardan bir tanesinin dahi serbest bırakılması hem inkılabın meşruluğunu gölgeler ve hem de sandalyelerini muha-faza edebilmek için gençliğin ve hatta bütün aydınların katliamını tasvip edecek kadar hudutsuz bir hırsa sahip olan bu insanların birçok yeni melanetler işlemeleri yü-zünden kurtuluş devrinin gecikmesine sebep olur….Mali alanda işlenmiş sayısız suçların bir an önce, hatta yıldırım sürati ile tespit edilmesi için harekete geçileceği şüphesizdir. Bu tahkikatın sonunda görülecektir ki, is-pat hakkının baş düşmanı olan Bayar-Menderes çetesi, tarihte misline rastlanmamış hırsızlıkların failidir. Bu hırsızlıklara bulaşan küçük büyük bütün uşakların da ce-zalandırılması hukukun en tabi neticesidir. Bu maksatla bilhassa iktisadi devlet teşekküllerinde, ofislerde, umum müdürlüklerinde ve birçok sözde hususi (özel) hakikatte ise DP menfaat şebekesinin nüfuz suiistimalleri (yolsuz-lukları) temeline dayanan şirketlerde yapılacak araştır-maların emin neticelere ulaştırması, bütün vatandaşların Milli Birlik Komitesine ve Hükümete yardımcı olmasına bağlıdır…”

Tarih, 28 Mayıs 1960 Eskişehir Örfi İdare Kuman-danlığının Tebliği;

“Ankara’da bütün Hükümet Erkânı ve Demokrat Par-ti Başkanları yabancı memlekete kaçarken yakalanmıştır. Beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, mücevherat ve pa-rayı kaçırmakta iken yakalandılar. Sabık Başbakan Ad-nan Menderes ve Sabık Reisicumhur Celal Bayar Askeri Kumandanlık tarafından tevkif edilmiştir. Eskişehir’de

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 143

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

matbaası olan herkes bu havadisi basıp yayınlamalıdır. DİKKAT DİKKAT DİKKAT Vatanseverliğinize hitap ediyoruz. Demokrat parti, il, ilçe ve bucak başkanlarının kaçmalarına mahal vermeden tevkif edilmelerini ve as-keri kuvvetler gelinceye kadar salınmamalarını rica ede-rim.

Eskişehir Örfi İdare Kumandanı Bedii Kireçtepe”

27 Mayıs’tan sonraki günler ve basından bazı haber-ler:

“Samet Ağaoğlu, Yunanistan’a kaçarken yakalandı. Eski vekil yakalandığı zaman çoban kıyafetinde idi…”

“Sabık İktidarın taraftarlarını silahlandırmaya çalıştı-ğı ve ordudan 37 bin tüfek istediği açıklandı…”

“Buzhanelerden toplu halde cesetler çıktı. Cesetle-rin ekserisinin nümayişlerde öldürülen talebeler olduğu açıklandı…”

“İstanbul Emniyeti, Mezarları arayan askeri idare em-niyet müdürü Vahap Erdoğan, ‘Elimizde birçok ihbar var. Bize Eyüp ve Üsküdar’da taze mezarlar bulunduğu, talebelerin bunlara ikişer üçer şekilde gömüldüğü bildi-rildi’ demiştir.”

“Harp Okulunun imha planları açıklandı”3 Haziran 1960, Dünya Gazetesi; “Rektör, İstanbul’da öldürülen öğrenci sayısı az değil,

dedi. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, kamyonlarla taşınan birçok cesedin çeşitli mezarlıklara gömüldüğünü söyle-

di.”8 Haziran 1960, Milliyet Gazetesi; “DP İktidarı, kendi keselerini doldurup kabartacak su-

iistimaller (yolsuzluklar) yapmıştır. Rüşvetler, irtikâplar (yiyicilik) sayesinde kısa zamanda muazzam gayrı meşru servetler elde edilmiştir. Bu yüzden hiçbir açık vermeden başarılması mümkün olan kalkınma hamleleri, birçok yabancı memleketlere borçlanmamız gibi milli itibarı-mızı zedeleyici bir durum doğurmuştur…”

13 Haziran 1960, Milliyet Gazetesi; “Halen yürürlükte olan kanunlar, inkılâbımızın sebe-

bidir. Suçlulara karşı suçlarının sebebi olan kanunların tatbiki elbette düşünülemez. Fevkalade hallerde, fevkala-de tedbirlere, usullere ve bunları tatbik edecek fevkalade mercilere ihtiyaç duyulur..Sorumluların mevcut kanun-lara göre yargılanmayıp hususi mahkemelerle, hususi usullerle mahkeme edilmesi yerinde ve makuldür…”

23 Eylül 1960, Ege Gazetesi; “Milli Birlik Komitesi Üyesi İrfan Solmazer Aydın’da

mühim bir ifşaatta bulunarak dedi ki, Ben onbir gencin öldürüldüğünü gördüm. Aydın (hususi), Milli Birlik Ko-mitesinin 7 numaralı ekibinden Yüzbaşı İrfan Solmazer Nazilli Bez Fabrikasında yaptığı konuşmada, Yassıada’da bulunan sanıklar hakkında, ‘Af Allah’a mahsustur. Biz af-fetmeyeceğiz’ demiştir. Yüzbaşı İrfan Solmazer, ‘27 Mayıs günü sakıtların kışla duvarları dibinde öldürülmelerinin mümkün olduğunu fakat bunların da yapılmadığını bil-direrek İstanbul Üniversitesindeki hadiseler hakkında

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU144 |

şunları söylemiştir. ’11 gencin öldürüldüğünü gözlerimle gördüm ama bunların iki tanesinin cesetlerini bulduk, diğerlerini muhtelif yerlere gömmüşler ve üzerlerinden yol geçirmişler..”

Yazar Bedii Faik, "İhtilalcılar Arasında Bir Gazeteci" adlı kitabında 27 Mayıs sonrasındaki havayı anlatıyor;

“O müthiş itham yarışı bir defa başlamıştı. Artık bizler eski iktidar hakkında söylenenlere öyle inanma-ya teşne idik ki, ihtilalcıların bunu bir defa söylemeleri kâfi geliyordu. Hoş herhangi bir yeni haberin teyidi için bir daha sormaya kalkıştığımız zaman da doğrudur ya-zabilirsinizi öyle bir yapıştırıyorlardı ki, inanmamak mümkün değildi. NİTEKİM CELAL BAYAR’IN BİR BANKADA 103 MİLYON LİRASI ÇIKTIĞI HABERİ ANKARA’DA VERİLDİĞİ ZAMAN BUNU TEYİT ET-MEK İSTEYEN ARKADAŞLARIMIZA “DOĞRUDUR” DİYEN BİZZAT CEMAL GÜRSEL İDİ. Böyle olduğu halde ne olur ne olmaz diyerek haberi, “Ankara’da ısrarla dolaşan söylentilere göre “ diyerek verdik. Bu tarz davra-nışı, yani bendeki yanlış haberi bir telefon muhaberesi ile yalanlamak elinde iken, gazetelerin bunu aynen yazma-larını devletin yetkili bir adamı olarak teşvik etmek çok tuhaftı.”

27 Mayıs’tan yıllar sonra, Rahmetli Bayar, dama-dı Rahmetli Ahmet Gürsoy ile birlikte Rahmetli Hadi Hüsman’ın evine bir ziyaret yapmışlar ve Bayar 103 mil-yon hikâyesini bizzat anlatmış. Aktarıyorum (27 Mayıs Yargılanıyor, Nazlı Ilıcak, 1975);

“Harp Okulunda tutuklu bulunuyorduk. Bir gaze-tede, İş Bankasında 103 milyon liramın mevcut bulun-duğunun yazıldığını gördüm. Bu kadar hakikat dışı bir haber olamazdı. Müteessir oldum. Demek ki bu yoldan da halk efkârını aleyhimize tahrik etmek istiyorlar diye düşündüm. Bu yalan haberi tekzip etmek istedim. Fakat haberi veren gazeteye işi yazsam vermeyeceklerini bili-yorum. Nöbetçi subaydan bir noter istedim. Maksadım bir noter vasıtasıyla tekzip yazabilmekti…. Okul Kuman-danı Kurmay Albay Müçteba Özden odama geldi. İsteği-min sebebini sordu. Anlattım kendisine hatta münasip görülürse Devlet Başkanı Cemal Gürsel’e de bir mektup yazayım bugün her türlü imkânlar ellerinde, İş Bankası burada bir telefonla sorup öğrenmek mümkündür, de-dim. Bir şey söylemedi gitti. Biraz sonra odama 5 - 6 sivil şahıs geldi. Hepsi, siyah, bir biçim, yepyeni elbiseler giy-mişlerdi. Kumandan da beraberlerindeydi. Talebimin se-bebini sordular. Onlara da anlattım. O zaman içlerinden biri, zannediyorum YAD üyesi Rıza Tunç, bana sinirli sinirli, ‘Onu sen söylüyorsun param yok diye’ dedi. Hatta öfkeli bir hali vardı üzerinde. Sonra okul kumandanına hitap etti. Bu haberi nasıl öğrendi? Okul kumandanı ko-mitenin tutuklulara gazete verilmesine müsaade ettiğini buna binaen bana da verildiğini, haberi gazeteden öğren-miş olacağımı söyledi. Çıkıp gittiler odamdan. Müçteba Özden’in bu kişilerin bana yaptıklarına üzülmüş olduğu-nu gördüm. ‘Orgeneral Cemal Gürsel’e yazdığınız mektu-bu bana verin, ben kendisine gönderirim’ dedi. Hakika-

ten gönderdiğini de sonradan öğrendim. Mektubumda, ‘Bir gazetede çıkan haberin doğru olmadığını, bunun bir bankadan yapılacak küçük tahkik sonunda anlaşa-bileceğini, gazetede çıkan haberin düzeltilmesi için emir verilmesini’ kendisinden istemiştim. Maalesef bir haber çıkmadı. Bilakis Gürsel’in haberi kendilerine sormaları üzerine teyit etiğini daha sonra öğrenince hayret ettim”

Ve başkaları ve başkaları… Bu örnekleri sayfalar do-lusu aktarmak mümkün. Ancak bu kadar örnekle bile 27 Mayıs öncesi ve hemen sonrasında ülkede Demok-rat Partililere karşı yaratılan suni ve çılgın atmosferi ortaya koyduğumuzu zannediyorum. İşte bu beyanat-lar ve haberlerden sonra ve hele Demokrat Partililerin bürokratından, milletvekiline, bakanına, başbakanına, cumhurbaşkanına kadar hiç karşı koymadan sessizce teslim oldukları anlaşılınca ilk tebliğde verilen ve gönül-lere su serptiğini belirttiğimiz vaatler, niyetler tamamen unutulmaya başladı. Bundan sonra yukarda örneklerini verdiğimiz, yetkililerin ve basının sorumsuz beyanatları, zaten yıllardan beri muhalefet tarafından yürütülmekte olan DP iktidarına karşı yıkıcı propagandaların etkisiyle de birleşerek Demokrat Partililer üzerine kin, nefret ve şiddet olarak dönüşmeye başlayacaktır.

Ankara Harp Okulu’nda ve İstanbul Davutpaşa Kış-lasında tutuklu olarak toplanan Demokrat Partililerin Yassıada’ya sevk edilmeleri sırasında, 27 Mayısçıların meydana getirdiği insanlık dışı, nefret ve kin kokan, çok da tehlikeli olan olaylar sahnelenmişti. Tüyler ürperten bu feci sahneleri anlatmaktansa bizzat yaşayanların ağ-zından aktaralım. Yassıada’ya sevkiyatlar 5-17 Haziran arasında peyderpey yapılmıştır.

Tekin Erer, Yassıada ve Sonrası, 1965: “… Milletvekillerini Yeşilköy Havaalanına getiren

uçak meydanda durunca önceden haber verilmiş büyük bir subay kitlesi uçağın etrafını sarıyordu. Bu kalabalık iki sıra halinde bir koridor yapıyor ve uçak merdivenle-rinden mebusları Yeşilyurt’taki iskeleye götürecek otobü-se kadar bir sıra teşkil ediyorlardı. Bakanlar ve mebuslar bu koridorun arasından yürüyerek otobüse biniyorlar-dı. Önce bir vazifeli uçaktan inenleri takdim ediyordu. “Şimdi %10 alarak memleketi soyan Fatin Rüştü Zorlu iniyor,.Şimdi İnönü’ye sık sık laf atan mebuslar iniyor,.Bunlar Tahkikat Komisyonu mezaliminin memurları-dır.” Merdivenin son basamağını inen mebusa otobüse gidinceye kadar yumruk, tokat, tekme ve küfür yağıyor-du. Bu subayların çoğunun içkili bulundukları ağızları-nın kokusundan belli oluyordu. En yaşlı, hasta ve bitkin mebuslar dahi az dayak yemek için bu koridoru bütün güçleri ile koşarak geçmeye çalışıyorlardı. Otobüsün içi-ne canını atan büyük bir oh çekerek kaderde bu da var-mış diyerek boynunu büküyordu…”

Rıfkı Salim Burçak, Yassıada ve Öncesi, 1966: “… Sıram geldiğinde uçaktan indim. Uçağın kapısına

uzaklardan şiddetli bir projektör tutulduğu için kama-şan gözlerimi açıp etrafıma bakamıyordum. Şaşkınlık içerisinde bu dik merdiveni inmek kolay değildi. Ama

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 145

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ben uçaktan vukuatsız ve bir zarara uğramadan aşağıya indim. Ayağımı yere basar basmaz av bekleyen merak-lıların teşkil ettiği ecel koridorunu gene hızlı adımlarla geçerek 20-25 metre kadar ötede duran pikaba doğru koştum. Savrulan bir tekme bana fazlaca dokunmadı ve ceketimin eteklerini yalayarak geçti. Etimesgut Ha-valında edindiğim tecrübenin ve uyguladığım planın burada da yararını görmüştüm. Bu koridorda şaşkınlık göstermek, yavaş davranmak veya tereddütlü bir durum takınmak, Allah korusun felaketle eşitti. Ben bu tehlikeli koridoru nispi bir selamet içerisinde geçmeye muvaffak olmuştum. Ama genel olarak Yassıada yolcularının ecel köprüsü işte burasıydı….Pikaptan indikten sonra iskele-de bekleyen bir vapura bindik. Sadırı henüz durmamıştı. İskele de tehlikeli bölge olmakta devam ediyordu. Nite-kim vapura uzatılmış tahtanın üzerinde arkadan yediği tekme ile yüzükoyun yere kapaklananlar da oldu. Vapura bindiğim zaman oraya benden önce gidip oturmuş olan bakanları ve diğer arkadaşları pek perişan bir halde gör-düm. Bacağından aldığı yaraları fazlaca kanayan bir ba-kan (S.A.) deniz subaylarının getirdikleri pamuk ve ten-türdiyot ile yaralarını tedaviye çalışıyordu….Karşımda oturan bir vali sessiz sessiz ağlıyordu…”

Altemur Kılınç’ın, Bir Dönemin Tanıklığı adı ile ya-yımladığı anılarından (DP’nin son yıllarında Basın Yayın Genel Müdürü):

“.... Hükümeti devirmiş ve hepimizi tutuklamışlardı. Dört beş gün Ankara Harp Okulunda kaldıktan sonra bir gece C47 nakliye uçakları ile İstanbul’a Yeşilyurt Ha-vaalanına getirilmiştik. Uçakların pencereleri kasten açık bırakılmıştı. Başımızda duran tomson’lu subayların kor-kusundan hem de soğuktan titreyerek Yeşilyurt’a gelmiş orada subaylardan oluşan iki taraflı dehşet koridorundan sille, tokat, yiyerek geçip bekleyen jeepler’e kendimizi at-mıştık. Sonra da iskelede bekleyen Fenerbahçe vapuru ile Yassıada’ya getirilmiştik. 27 Mayıs Darbesi yakın tari-himizin en büyük ayıbı idi. Yassıada’dan çıktıktan sonra yassı kadayıf bile yememeğe ahit etmiştik…”

Demokrat Partililerin, Yassıada’ya sevkiyatları böy-lesine insanlık dışı şartlarda tamamlandıktan sonra, darbecilerin, Yassıada Mahkemelerini yürütmesi için özellikle Demokrat Partiden nefret eden hukukçulardan oluşturdukları, özel bir darbe mahkemesi olan Yüksek Adalet Divanı ve yine aynı amaçlarla oluşturulan Yüksek Soruşturma Kurulunun Yassıada’daki faaliyetleri başladı. Yüksek Adalet Divanına Demokrat Partililere yöneltilen suçlamalar ile ilgili malzeme temin etme, diğer bir deyiş-le belge bulmakla görevli Yüksek Soruşturma Kurulunun çalışmaya başlamasıyla birlikte, Yassıada’da sinsice ve ince ince yapılan işkence faaliyetleri de görülmeye baş-ladı.

Aşağıda örneklerini vereceğimiz Yassıada’daki, bu feci, ağır işkencelerin iki etkeni olduğunu düşünüyoruz. Birinci etken; Yassıada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay (Emir subayları, orgenerallikten emekli Teoman Koman, Korgenerallikten emekli Akay Şakman) ve kendisinin

özellikle seçtiği ekibinin ve aynı şekilde, YAD Başka-nı Salim Başol’un ve YSK Başkanı Başsavcı Altay Ömer Egesel’in, DP aleyhine yazılan çizilen menfi propagan-daların etkisi altında kalmış peşin yargılı, acımasız, sert kişilikleri. Diğer etken; yukarda saydığımız, Demokrat Partililere, özelliklere Bayar ve Menderes’e yönelik suç-lamaların belgelerinin, hele 28 Nisan olaylarından sonra öldürüldüğü iddia edilen yüzlerce öğrencinin cesedinin bulunamaması, sonuçta bu haberlerin birer yalandan başka bir şey olmadığının hissedilmesi. Bu hissediş ne yazık ki 27 Mayısçılar üzerinde bir yumuşama yapacağı-na tam tersine daha çok sertleşmelerine sebep olmuştur. Zira bu durumda, bilinçaltı olarak da olsa yaptıkları dar-benin anlamının kalmayacağını ve bir gün kendilerinden hesap sorulabileceğini düşünmeleri hırçınlaşmalarına ve sertleşmelerine neden olmuştur…

10 yıl Türkiye Cumhuriyetini idare etmiş bir iktida-rın, bakanları, milletvekilleri,bürokrasinin en üst ma-kamlarına gelmiş bürokratlar veya polis memuru, DP ile ilişkisi olduğu düşünülen insanlar ailelerinden uzaklaş-tırılmış, Marmara’da, İstanbul kıyılarına yakın bir adada, Yassıada’da her şeyden tecrit edilmiş, başlarına ne gele-ceğini bilmeden onar yirmişer kişilik koğuşlarda çile doldurmaya başlamışlardır. Şartlar çok kötüdür. Kendi-lerinin suçlu ve hain olduklarını düşünen, bu hususta yıllarca adeta beyinleri yıkanmış görevli bir sürü genç subayın nefret dolu bakışları arasında, değil ayları, değil günleri saatleri bile başlarına bir şey gelmeden geçirebil-mek gerçekten büyük şans gerektirmektedir. Yassıada’nın bu korkunç şartlarını bizzat yaşamış Samet Ağaoğlu’nun kaleminden aktarıyorum:

Samet Ağaoğlu; (Arkadaşım Menderes): “Başka koğuşlarla temas imkânlarımız yüzde yüz

kesilmişti. Öyle ki, daha ilk haftalardan itibaren, bizim idamlıklar bölümü olduğumuz zannı, öteki koğuşlarda-ki arkadaşlarda kuvvetle uyanmıştı… Bir kere tam iki ay yemekler ve traş olma dışında odalarımızdan çıkamadık. Pencereler hemen her gün kapalı. Koridorların kapısın-da tomsonları çevrili nöbetçiler. Her saatte bir değişen nezaretçi subaylar. Aylarca sonra havalandırmaya çıkar-dıkları zaman da ancak haftada iki veya üç ve en fazla yirmi dakika dolaşabiliyorduk… Ada’ya gelen bir heyete havasızlıktan bunaldığımızı söylediğim zaman, Kuman-dan, “Ankara’ya yazdım herhalde izin verecekler” demiş-ti. Demek ki, bizim bölüme uygulanan rejimi Ankara tayin ediyordu. Bu rejimin bel kemiği ruh üzerine baskı-dır. Mesela günün birinde koridorların Heybeli’ye bakan pencerelerini, dışarıyı görmeyelim diye koyu sarı renge boyadılar. Bir başka gün kapılarımıza çengel taktılar. Ba-zen hazırlanın havalandırılmaya çıkılacak diyorlar fakat uzun süre beklettikten sonra vazgeçiyorlardı…. Bayar ve Menderes’i hiçbir zaman aramıza karıştırmadılar…”

Yassıada’da, 27 Mayısçıların tabiri ile Düşük Cum-hurbaşkanı Celal Bayar ile Düşük Başvekil Adnan Menderes’e uygulanan rejim tüm tutuklulardan farklı idi. İkisi de 2,5x3 metrekarelik küçücük bir odada kalıyorlar-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU146 |

dı. Yanlarında her saat değişen oda nöbetçisi bir subay ve sabaha kadar yanan ışığın altında, oda nöbetçisi, grip çıkan görevliler dahil kimseyle konuşmadan, gazete oku-madan, radyo dinlemeden günler, aylar geçirmek zorun-daydılar. Tuvalete veya banyoya giderken dahi koridorda hiçbir Demokrat Partili tutuklu bulunmayacak şekilde tedbir alınıyor ve tuvalet kapısında bir nöbetçi bekliyor-du. Mahkemeler başladığı zaman Menderes’in ilk konuş-masında akli melekelerini bile toparlamakta zorlandığın-dan şikayet etmesi bu yüzdendi..

Yassıada’da tüm tutukluların aileleri ile irtibatları elli kelime ile sınırlandırılmış küçücük mektuplarla oluyor-du. Ailelerden gelen ve tutuklulardan giden bu mektuplar şiddetli bir sansür altında idi. Mektuplarda sadece giyim kuşam ihtiyaçlarından ve hatır sormadan başka bir şey yazmak hele içinde bulunulan şartlardan şikâyet etmek kesinlikle yasaktı. Böyle bir hata işleyen kendini Yassıa-da’daki Bizanslardan kalma zindanlarda buluyordu.

28 - 29 Nisan öğrenci olayları ve olaylarda öldürü-len ve cesetleri saklanan yüzlerce öğrenci!.. 27 Mayıs harekatının en büyük bahanesi bu asılsız iddia olduğu-na göre, Yüksek Soruşturma Kurulu enerjisinin büyük bir kısmını DP dönemi emniyet mensupları üzerinde yoğunlaştırıyordu. Emniyet mensuplarından istedikleri cevapları alamayan sorgulamacılar deliye dönüyor ve iş-kence yapıyorlardı. 28-29 Nisan Olaylarında sadece iki öğrenci ölmüştü. Bunlardan biri kendi tırmandığı hare-ket halindeki tanktan paletlerin altına düşerek kaza so-nucu ezilmişti. Diğeri de nereden geldiği belli olmayan sekme bir kurşunla hayatını kaybetmişti. Sekme kurşun diyoruz çünkü bulunan kurşun eğri idi. Kursunu kemik eğemez… Evet, gerçek buydu ve emniyet mensupları da bunları anlatıyorlardı… Rahmeti babacığım dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay, 27 Mayısçıların acımasızca uyguladığı bu işkenceler sırasında ne yazık ki yaşamını kaybetti. Babamla aynı zindanın havası-nı koklamış olan Demokrat Partili bakanlarından Sıtkı Yırcalı’nın anılarından aktarıyorum;

Sıtkı Yırcalı ( Balıkesir milletvekili, İktisat ve Ticaret, Gümrük ve Tekel Bakanı) anlatıyor (27 Mayıs Yargılanı-yor, N. Ilıcak 1975);

“… Zindanın içerisi zifiri karanlık. Bilekten daha yu-karıya kadar çamur. Dibe doğru tavan gitgide alçalıyor. Ancak kapının önünde iki büklüm ayakta durmak müm-kün. Kitlediler gittiler. Bir er geldi, sigara verdi. Ata bin-başı biraz sonra bir arzum olup olmadığını sordu. Ondan bir pardösü bir de oturacak bir şey istedim. Binbaşı siz böyle geldiniz, ben size bir şey verdiğim takdirde, yardım ettiğim belli olur ama başka bir şey yapmaya çalışayım, dedi. Koğuşa gitti, arkadaşlardan bir ayakkabı almış. Ha-nımlar da bir kazak vermişler. Kazağı giydim. O gün de aksine çok kötü bardaktan boşanırcasına yağmur yağı-yor ve gök gürüldüyor. O mahzenin içinde gök gürültüsü yerin altından geliyor gibiydi. Yanımızda bir yerde dur-madan biri inliyor. Ere sordum, Faruk bey diye bir arka-daşmış, fevkalade dövülmüş. Ölüm korkusu kalmamıştı

içimde. Fakat hakaret ve eziyet görmek insanı içinden yaralıyor…”

Sezai Demiray Anlatıyor; ( DP Diyarbakır miletvekili, 27 Mayıs Yargılanıyor, N.Ilıcak 1975)

“… 27 Mayıs günü Avrupa’dan gelen Nezih Tütüncüoğlu’nun küçük cep radyosuna dokunmamışlar ve beraberinde Yassıada’ya getirmesine imkân vermişler. Bu arkadaşımızın koğuşumuza gelişinden bir gün sonra da Ada’ya getirilen gazeteler gelmez olmuş ve yalnız

Yemekhane’de dinletilen radyo da artık dinletilmez olmuştu. Sansür sıkılaşmış, gerek gelen gerekse bizim yazdığımız mektupların elli kelimeyi geçmemesi emre-dilmişti. Elli bir kelimeyi bulan mektuplar ya hiç verilmez veya elli kelimeden sonraki yazılar kesilerek verilirdi.

Böylece dünya ile ilgimiz koptuğu için bahis konusu radyo bizim için çok kıymetli bir varlık haline gelmiş bu-lunmakta idi. Her akşam yemekten ve mecburi uyuma saati olan 20.00’den sonra radyoyu bir beze sararak uyur gibi kulağımızın altına kor dinler ve aldığımız havadisi gündüz arkadaşlara duyururduk. Böylece dünya ile irti-batımız bir küçük radyodan ibaret kalmıştı….

1960 yılının Temmuz ayı ortalarında idi. O gün ye-mek bitti ve nöbetçi subayın, “Yemek bitti, koğuşlarını-za” diye bağırmasını bekledik. Fakat bir türlü bu ses çık-mayınca adeta endişelenmeye başladık… Nitekim biraz sonra koşa koşa gelen bir denizci subay yemekhaneye girer girmez elindeki kâğıtta yazılı isimleri okudu; Nezih Tütüncüoğlu, Mıgırdıç Sellefyan, Kemal Demiralay, Se-zai Demiray. İsmimi duyunca ben de diğer arkadaşlarım gibi ayağa kalktım. Sıra halinde 3. koğuşa geldik. Koğuş kapısından içeri girdiğim vakit başta Yassıada kumanda-nı olmak üzere 15-20 kadar subayın bizi yiyecek gibi göz-lerini yüzümüze diktiklerini gördüm. Demek radyomuz bulunmuştu…

Yarbay Tarık Güryay, parlamaya hazır fakat soğuk-kanlı gözükmeye çalışarak, Nezih Tütüncüoğlu’na ait gözü gösterdi. Bu göz kimin diye sorması üzerine Nezih Tütüncüoğlu kendisine ait olduğunu söyledi. Tarık Gür-yay elinden eksik etmediği sopası ile gözü açmasını işaret edince, Nezih Tütüncüoğlu gözü açtı ve radyoyu bir beze sarılı vaziyette çıkardı. Güryay; “Bu nedir?” diye hiddetle sordu. “Radyodur efendim”

“Radyonun yasak olduğunu bildiğin halde niye teslim etmedin? Radyoyu nereden aldığını doğruca söyle”

“Ben 27 Mayıs’ta Avrupa’da idim. Vakayı duyunca he-men vatanıma döndüm. Huduttan doğruca Yassıada’ya getirildim. Bütün eşyalarım tarafınızdan elden geçirildi. Ve radyo bana verildi.”

Nezih Tütüncüoğlu belki biraz daha izahat verecekti ama Tarık Güryay’ın birden parlamasıyla sözleri boğa-zında kaldı zavallının.

“Yalan söylüyorsun” diyerek hiddetle bir tokat attı ve bir sürü küfür sıraladı.

Neye uğradığını şaşıran Nezih Tütüncüoğlu sapsa-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 147

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

rı kesilmiş ve bizler geride kalan üçümüz de dona kal-mıştık…Ertesi sabah Yüzbaşı Necdet bey iki tomsonlu onbaşı ile koğuşumuza geldi….elindeki kağıttan yine dördümüzün ismini okuyunca hemen kalkarak yola dü-züldük…

Zindan 1200 sene evvel eski Roma İmparatorluğu-nun hüküm sürdüğü zamanlarda, o zamanki krallar ta-rafından Yassıada’da yaptırılmış olup, tamamen taştan ve yerin altında bir yere sıralanmış küçücük yer altı hücre-lerinden ibaret rutubetli bir yer. Bizanslılar zamanında kralın, cismini ortadan kaldırmaya niyet ettiği kimseleri buraya kapatırlar ve yalnız koridorun tavanından bir tek pencereden verilen ekmek ve su ile idare mecburiyetinde bırakılan mahkûmlar ölünceye kadar burada tutulurlar-mış. Zaten daima burada kalanların uzun müddet yaşa-malarına imkân da yoktur.

Hücrelerin kapıları 5 cm. kalınlığında yeni keresteler-den ve demir kollar muntazam halde ve yeni yapılmıştı. 1200 sene sonra Türkiye Cumhuriyeti idaresinde ve milli irade ile seçilen meşru iktidarın milletvekilleri için, mu-halefet partisinin lideri ve ona çok yakın olanların tahrik ve teşviki ile yeniden hizmete açılıyordu bu zindanlar….zindanın içinde bulunan hücrelerden bir tanesinin de-mir kolu büyük bir gürültü ve gıcırtı ile, nöbetçi erler tarafından açılmış ve yüzbaşı Necdet beyin müteessir bir yüzle işareti üzerine içeri girmiştim ki büyük bir gürültü ile kapı ve demir sürgüler arkamdan kapatıldı. Olduğum yerde durarak bekledim. Koridordaki seslerden diğer ar-kadaşlarımın da ayrı ayrı hücrelere katıldığını anladım. Ve yine ayak seslerinden Yüzbaşı Necdet beyin ve bizi getiren tomsonlu onbaşıların gittiklerini ve koridorda nöbet tutan iki nöbetçinin kaldığını anladım.

Koridorda bir elektrik ampulü yanmakta olduğu için hücremin kalın kapı aralıklarından dışarısını görmeye çalıştım ama nafile..tamamen karanlık olan zindanımı yoklamaya başladım. Hücrenin kapısından itibaren tam boyumca olan tavan adım attıkça alçalıyordu. İki adım eninde olan hücrenin duvarları adeta yeni sıvanmış, ki-reçleri hamur gibi yumuşak ve rutubetli. Yer ise tama-men taştan ve nemli bulunmaktaydı. Oturacak yer yoktu. Kapıdan itibaren tavan alçaldığından iç kısma yürümek için eğilmek mecburiyetinde kalmıştım. Sonradan anla-dığıma göre diğer hücrelerin yapı tarzı daha değişikti.

Aradan bir saat ya geçmiş veya geçmemişti ki ya-nımdaki hücrelerden birinden canhıraş sedalar gelmeye başladı. “Ölüyorum, hiç sizde din iman yok mu? Allah aşkına bana bir doktor.” diye bağırmalar duyunca kulak kesildim, bu ses bizim arkadaşlardan değildi. Demek daha evvelce zindana atılan iktidar mensubu başka bir kimseydi.

Nöbetçilerin ayak seslerinden koridorda gidip gel-meler olduğunu anladım. Takriben 20 dakika sonra da çok aşinası bulunduğumuz deniz yüzbaşısı..cırlak sesini duydum. İnleyen hücrenin kapısına gelmiş “Ulan dok-tor senin neyine” diyerek Türkçede ne kadar küfür varsa birer birer saymaya başlamıştı. İnleyen ses ise “Vallahi

ölüyorum yüzbaşım, doktor doktor” diye kesik kesik ses-lenmeye devam ediyordu. Daha sonra yine koridorda bir takım sesler, gidip gelmelerden sonra inleyen ses kesildi. Sonradan bu inleyenin, İstanbul’un genç ve enerjik Em-niyet Müdürü rahmetli Faruk Oktay olduğunu ve vaka-dan 2-3 gün sonra Yassıada’da vefat ettiğini öğrendik….

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Kapı-nın demir kolu kaldırıldı ve dışarı çıkarıldım. Diğer üç arkadaşım da aynı şekilde zindanlarından çıkarılmışlar-dı. Gece olmuştu. Gökte yıldızlar parlıyordu. Biraz daha yürüyünce mehtabın denizi yıkayan ışıklarını ve uzaktan çok uzaktan güzel İstanbul’un elektriklerinin göz kırpan pırıltılarını görerek biraz önceki durumumuzu unut-maya çalıştım. O anda zindanın rutubetinin iliklerime kadar tesir ettiğini ve adeta uyuşmaya başladığımı his-settim. Böylece yine kumandanlık binasına götürüldük. Kumandan yoktu. Ekseri geceler gibi yine İstanbul’a eğ-lenmeye gitmişti herhalde. Onun yerine ismini hatırlaya-madığım bir üsteğmen bekliyordu….”

Tam 49 (27 Mayıs 2009) yıl sonra sevgili babam Faruk Oktay’ın Yassıada’da acılar içinde öldürüldüğü zindanda-yım.

Sevgili babam Faruk Oktay’ın Yassıada’da acılar için-de öldürüldüğü zindan.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU148 |

Rahmetli Celal Bayar’ın torunu, DP milletvekili rah-metli Dr. Ahmet İhsan Gürsoy’un kızı Prof. Dr. Akile Gürsoy ; DP Nevşehir milletvekili, Tahkikat Komisyonu üyesi rahmetli Necmettin Önder’in kızı Filiz Önder ve yaşamını bu zindanlarda kaybeden DP dönemi İstanbul Emniyet Müdürü rahmetli Faruk Oktay’ın oğlu ben H. Emre Oktay. 49 yıl sonra zindanların ürpertici dehşetini, Atv ekibi ile birlikte yaşadık (27 Mayıs, 2009).

Sevgili babam rahmetli Faruk Oktay’ın işkence gör-düğü zindanın yüksekliği insanın ayağa kalkmasına fır-sat vermiyor.

Yassıada’da görevli çavuş Mehmet Kabak’ın anıların-dan:

“Adanın arka tarafında önü demir parmaklıklarla ka-palı mağara gibi bir yer vardı. Önünden geçerken inilti-ler duyduk. Gidip baktığımızda alnı güneşten parlayan, saçları usturaya vurulmuş birini gördük. İyice yaklaştığı-mızda bu kişinin Bumin Yamanoğlu olduğunu anladık. Oradan geçmek ve geçerken de tükürmek serbestti. Her gün kafası kazıtılıyordu ve sıcağın altında orada tutulu-yordu”

Yassıada’nın böylesine bir cehenneme dönmesinde, yukarda da belirttiğimiz gibi, ada kumandanı Yarbay Tarık Güryay’ın, Nazi esir kamplarını aratmayacak sert-

likteki yönetiminin büyük etkisinin olduğu anlaşılmış-tır. Yazar Turhan Dilligil 4 Şubat 1962 de Son Havadis Gazetesinde yayınlanan yazısında “Allahsız Gardiyan” adını verdiği ada kumandanı Yarbay Tarık Güryay’ın Yassıada’daki eylemlerini o zamanki ortama göre büyük bir cesaretle teşbih tekniğini kullanarak anlatmıştı. Bazı kısımlarını aktarıyorum:

“Elindeki kalın sopası ile iri gövde kapıda belirince, koğuşta nefes sesi bile duyulmaz oldu. Esirlerin bütün hayatlarının geçtiği koğuşun ortasındaki ranzalar ara-sında kalan dar koridor boyunca yürüdü. Bir baştan öte başa gidip döndü. Tam kapının önündeki yatağın üze-rinde oturan levent yapılı siyah bıyıklı genç bir esire çattı; “Ulan önünden geçiyorum da kılını kıpırdatmıyorsun. Bana nasıl hürmet edilmesi gerektiğini ben mi sana öğ-reteyim?”

Esir zaten canından bezmişti. “Sana hürmet etmek içimden gelmiyor” dedi. Başgardiyan beklemediği ce-vapla beyninden vurulmuş gibi esirin üzerine yürüdü. “Küstah” diyerek suratına bir tokat attı. Attı fakat eli ha-vada dondu kaldı. Genç esir yerinden fırlamış ve Allah-sız Gardiyan’ın elini yakalamıştı. Gardiyan muhafızlarına baktı, ikisi hemen koşup geldiler. “Zindana götürün” em-rini alınca genç esiri sürükleyerek çıkardılar.

Zindan Bizans sürgünleri ve esirler için hazırlanmış-tı. Taştan oyulmuş yan yana ve karşılıklı hücreler halin-deydi. Bir insan ayakta duramazdı, tavan alçaktı. İnsan oturamazdı, çünkü yerde su vardı ve zindan karanlıktı..

Esirler arasında beş-on tane de kadın vardı. Onlar da aynen erkekler gibi eziyet çekiyorlar, her türlü işkence-ye maruz bulunuyorlardı. O kadınlar esir olmadan önce, memleketlerinin en seçkin kimselerindendiler. Bunlar-dan birisi babasından kendisine miras kalan bir nişan taşıyordu. Bu nişan memlekete hizmet etmiş olanlara en yüksek şeref payesinin bir hatırası olarak verilmişti. Nişanı gören muhafızlar, “Kahpeler ne zamandan beri şeref nişanı taşıyorlar? ” diye hakaret ederek kadının göğ-sündeki madalyayı koparıp yere attılar (Eski HKK Tekin Arıburun’un eşi DP milletvekili Perihan Arıburun)

Esirler sorguya çekilirken de aynı kadın burada en tabii haklarının çiğnendiğini ve kendisine gayri insa-ni muamele edildiğini söylemişti. Bu ifadeye sinirlenen Allahsız Gardiyan esir kadını huzuruna çağırtıp hakaret etti, dövdü ve yere yuvarladı. Arkasından da kapısındaki muhafızlara seslendi. “Alın götürün şu kaltağı” Bununla da hırsını alamayan Allahsız koğuşların havalanma saa-tini değiştirerek kocası ile karşılaşmasına mani oldu, ay-rıca koğuşlardan birbirlerine bakmasınlar diye erkekler koğuşunun pencerelerini beyaza boyattı. Esir kadının kocası da buraya düşmeden evvel, memleketinin başlıca üç büyük kumandanından birisi idi….

Allahsız Gardiyan her fırsatta zindanı kullandığı için orada çoğu zaman boş hücre bulunmuyordu. Sonra de-ğişik işkence tatbik etmek de onun en büyük zevki idi. O sebeple iki ayrı oda hazırlattı. Burada her türlü işken-ce vasıtası bulunuyordu. Bazı esirler gece yarısı yatakla-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 149

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

rından kaldırılarak itirafa zorlanmak üzere bu odalara götürülüyor, falakaya yatırılıyor, gözlerine kuvvetli ışık tutuluyor, bütün vücutları, yüzleri, gözleri kan içinde ka-lıncaya kadar dövülerek önceden hazırlanmış uydurma ifadeleri yüksek sesle okumaya ve imzalamaya zorlanı-yorlardı. Aralarından bazılarına ısmarlama hatıra defter-leri de yazdırılarak mahkemede aleyhlerine kullanılmak üzere delil olarak saklanıyordu.

Esirlerin ağzına tabanca dayayarak asılsız ifadelere zorlamak Allahsız Gardiyanın pek hoşuna gidiyordu. İşin garibi bu rejimi tatbik edenler insanca hareket etme-yi düşünmüyorlardı da, yaptıkları zulmün hür insanlar tarafından duyulmasından çekiniyorlar ve dışarıya bir kelime sızmaması için icap ederse muhafızlarından bazı-larını da ya öldürüyor ya da zindana atıyorlardı.

Dövülmeler sırasında tekmelerin tesiriyle idrar yol-larından kan gelenler, kalp nahiyesine vurulan darbeler yüzünden ölenler, günlerce dinmeyen burun kanamaları neticesinde son nefesini verenler, işkenceye dayanama-yarak kendilerini öldürenler, diğer esirlere ibret diye gös-teriliyor, onlar dehşete salınarak itirafa zorlanıyordu.

Bütün bu işkencelerin tatbik edildiği diyarda bir gece yarısı muhafızlar koğuşlardan ileri gelen esirlerden ba-zılarını götürdüler. Onlara en iyi elbiseler giydirilmiş ve nasıl hareket etmeleri gerektiği anlatılmıştı. Esir olmayan halk için bir temsil verecekler, evlerinden alınıp buraya getirilişleri ve buradaki hayatları halka gösterilmiş ola-caktı. Aslında hakikatle temsilin en küçük bir ilgisi bile yoktu. Esirler kendi kendilerine “Acaba halkı neden al-datmak lüzumunu hissediyorlar” diye sordular. Onlar da biliyorlardı ki, bu Bizans dekoru içinde geçen işkence hayatı elbet bir gün hür insanlar tarafından öğrenilecek-ti…”

Yassıada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay, 1971 yı-lında “Bir İktidar Yargılanıyor” adını verdiği bir kitap ya-zıyor. Kitabında sürekli kendisini methetmiş, Yassıada’da uyguladığı yönetimin insancıl ve adil olduğunu söyleye-bilmiş. Yassıada’daki işkencelerin de 6 Eylül 1960 tarihin-de adaya gönderilen altı kişilik bir emniyet mensubu ta-rafından, kendilerine tahsis ettiğini söylediği adanın batı tarafındaki meteoroloji binasında yapılmış olabileceğini ve yapılmışsa kendisinin hiç haberi olmadığını yazıyor. Kitabında, Yassıada’da ölenlerden, intihar edenlerden ve zindanlardan hiç bahis yok. Yassıada’daki Demokrat Partili yüzlerce tutuklu içine de aşağıdaki trajik komik şu cümleleri kullanmış, aynen aktarıyorum;

“Yassıada’da üstün, olgun karakterli, temiz dürüst, seciyeli, derin, geniş bilgili hiç kimse yok muydu diye-ceksiniz… Vardı, vardı, fakat azdı! Yassıada’da üzerim-de iyi intibalar bırakmış insanlar arasında, Şemi Ergin’i, Etem Menderes’i, Agah Erozan’ı, Fahrettin Kerim’i, Osman Kavrakoğlu’nu, Kasım Küfrevi’yi, Fahri Ulaş’ı, Hacapulos’u, Mahmut Koloğlu’nu, Hikmet Bayur’u, Atıf Akın’ı, Faruk Nafız Çamlıbel’i, Kemal Aygün’ü, Medeni Berk’i, Sabati Ataman’ı da sayabilirim…”

Kumandan devam ediyor, Agah Erozan odasına gel-

miş, bahşiş yüzünden azarlamaya çağırdıklarımız arasın-da kendisinin olmayışına mütehassıs olmuş ve kuman-dandan zaman zaman kendisinin de bahşiş verenlerden olması yüzünden özür dilemiş, kumandan kitabında an-latıyor:

“Bu dürüstlük, bu nezaket ve sırtıma son derece ağır ve zor bir görev yüklenmiş benim durumumda bir insa-nın sorumluluklarına gösterilen bu geniş toleranslı ince idrak, Erozan’ın temiz kişiliğine karşı zaten beslediğim saygı, takdiri büsbütün kuvvetlendirmişti. Fakat o, bu kadarıyla da yetinmeyerek o babacan samimiyetiyle ilave etti : “Zaten burada senden gördüğümüz şefkatli ilgiye, hepimiz her zaman minnettarız. Eğer, bu seferki haklı azarlarında olduğu gibi, gerek sana karşı, gerek birbiri-mize karşı, gerek diğer idareci arkadaşlara karşı hatalı davranışlarımızda zaman zaman gösterdiğin sertçe mü-dahaleler olmasaydı, burada hepimiz birbirimize girer-dik. Kısmet olur da bir gün hürriyetime kavuşabilirsem, yapmayı görev bildiğim davranışlardan birisi, başımıza senin gibi tatlı sert bir idareciyi seçmekte gösterdiği isa-bet ve basiretten ötürü Sayın Gürsel’i samimiyetle tebrik etmektir. Tanrı seni aziz etsin kumandan. Senin yerinde bir başkası, burada, hepimizi kırabilecek kim bilir neler yapabilirdi”

İşte kumandan kitabında, Yassıada’da sürekli böylesi-ne iltifatlar altında kaldığını ve mütehassıs olduğunu yaz-makta. Demokrat Partili bürokrat, milletvekili, bakanlar esir değil de sanki haylaz okul çocukları, kendisi de baba-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU150 |

can, tatlı sert bir öğretmen, Yassıada da Heybeliada’dan farksız bir yer. Bulduğu bir radyo, bir gazete için terör estiren, sahiplerini zindanlarda inleten Allahsız Gardiya-nımız kendi kitabında kendisini, sürekli iltifatlara maruz, sevecen, Demokrat Partililerin birbirini yemesini önle-mek için Allahın lütfü olarak Yassıada’ya gönderilen ve mükemmel bir yönetim sergileyen bir görevli gibi anlat-mış. Çok ilginçtir, bu gün 2010 yılında, Tarık Güryay’ın kitabında olumlu ifadelerle söz ettiği Demokrat Partili-lerin yakınları, ya bu ifadeleri kabul etmemekte ya da bu ifadelerden sıkıntı duymaktadırlar.

Tarık Güryay Yassıada’daki mükemmeliyeti kendisin-den menkul yönetimini 29 Mayıs 1970 tarihli Hürriyet Gazetesinde, “Kimleri neden dövdüm.” başlığı altında bir yazı dizisinde anlatmış. O yazı dizisinde kendisinden ilk ve son dayak yiyen tutuklunun Bumin Yamanoğlu oldu-ğunu yazmış. Bumin Yamanoğlu’da Hürriyet Gazetesinin, “Yuvarlak Masa” sütununa bir açıklama göndermiş, gaze-tede Bumin Yamanoğlu’nun açıklamasını uygun bulma-dığı kısımları çıkararak yayınlamış. Aynen aktarıyorum;

“Unutmayın diğer dövdüklerinizi de yazın. Siz yaza-mıyorsanız ben açıklayayım. Öbürleri kimlerdir siz çok iyi birsiniz.

- Beni defalarca dövdüğünüzü, Emniyet Kadrosu namı adı altında adaya gelen ekibe dövdürdüğünüzü, sizin yardımcılarınız Akay ve Teoman’ın yardımları ile ayaklarımı tüfenge bağlayarak tüfeng falakası attığınızı, tırnaklarımı söktüğünüzü, arzu ettiğiniz ifadeleri verme-diğim ve imza etmediğim için beni gece yarısı halata bağ-layarak Yassıada’da baş aşağı denize sallandırdığınızı niye itiraf etmiyorsunuz?

- Dâhil olduğum İstanbul ekibine kararnameler ha-zırlanırken kan kusturduğunuzu, bizim grubunuzu ken-di kumandanlık binanızda ayrı bir işkence rejimine tabi tuttuğunuzu, dipçik ve yumrukla ve elinizdeki sopanız-la dişlerimizi kırdığınızı, İstanbul ekibinin, mahkemeler başlayana kadar, Bizans zamanından kalma zindanları, sayenizde mesken haline getirdiğini, bizi o zindanlardan dışarı çıkartmayıp, orada sular içinde bırakarak çürüttü-ğünüzü neden yazmıyorsunuz?

- Yine mevcut İstanbul ekibinin, Mehmet Bal hariç 15 Eylül 1960’dan sonra ışıklı oda mezaliminin müşterileri olduğunu ve bu ışıklı odada takma burun ve takma göz-lük takmak suretiyle kimliklerini saklamaya çalışan (bu ekibin kimlikleri bizce malumdur. Hepsi tarafımızdan tanınmaktadır) ve Emniyet kadrosu namı altında gelen ekibin sizin riyasetinizde nasıl gaddarca hareket edip, hazırlanan kararnamelere uygun ifadeleri imzalatmak is-tendiğini ve hatta bazı şahıslara imzalatıldığını niye yaz-mıyorsunuz?

- Işıklı oda rejimi tatbik edilirken kalp hastası olan ve bana vurmayın diye yalvarıp, inleyen rahmetli polis mü-dürüm Faruk Oktay’ın nerede, nasıl ve ne şekilde öldüğü-nü niye yazmıyorsunuz?

- İstanbul milletvekili olan röntgen mütehassısı Za-

kar Tarver’in cenazesi morgdan alınırken vücudundaki morluklar ailesi tarafından bilinmektedir. Vücudunda meydana gelen bu morluklar, nerede, nasıl ve ne şekilde olmuştur? Niye açıklamıyorsunuz?

- İki – üç - dört ve beşinci koğuşlarda bulunanların gözleri önünde siz koğuşa girdiğinizde ayağa kalkma-dığını bahane ederek Trabzon mebusu profesör Osman Turan’a bir saat müddetle, resimlerde elinizde iftiharla tutuğunuz bilek kalınlığındaki sopanızla bizzat meydan dayağı atmanız ve onun gözlüğü düşmüş vaziyette, kan revan içinde yerlerde süründüğü, üzüntüyle izlediğimiz başka bir olaydır. Niye itiraftan kaçınıyorsunuz?

- Soruşturma Kurulundaki ifadesini değiştirmedi diye dedesi, babası ve kocası paşa olan şerefli bir hanımefendi Perihan Arıburun’a tekrarından hicap duyduğum hakare-tamiz sözleri sarf etmek suretiyle vurduğunuzu ve yerler-de sürükleyerek ailesinden vedia olan göğsünde iftiharla taşıdığı manevi değeri çok yüksek istiklal madalyasını sö-küp aldığınızı niçin yazmıyorsunuz?

- Polis memuru Tahsin Cinemre’yi namaza durdu diye “kendinize acındıramazsınız” diyerek tekme ve sopalarla durduğu namazdan çekip alan ve ağzından burnundan kan gelene kadar döven ve yerlerde sürükleyen sizsiniz. Bekirağa Bölüğü adını taşıyan 5. koğuş sakinlerinin göz-leri önünde cereyan eden bu içler acısı olayı inkâr edebilir misiniz? Bunu da yazmaya neden korkuyorsunuz?

- Ferit Avni Sözen’e 17 sene mahkûmiyeti verdirecek delillerin toplanması Yassıada’da olmuştur. Kendisine iş-kence yapılarak attırılan imzalar, bu 17 sene mahkûmiyeti meydana getirmiştir. Bütün bu yapılanlar sizin ve organi-zasyonunuzun eseri değil midir? Niçin yazmıyorsunuz?

- Rahmetli Konya mebusu Himmet Ölçmen, duruş-mada rahmetli Adnan Menderes’i kastederek, “Bu şeker gibi adam nasıl diktatör olur” dediği için 2. ve 5. koğuş-ların yemekhanesinde 124 kişinin huzurunda Himmet Ölçmen’e hitaben küfürlerle karışık, “Adnan Menderes için nasıl böyle konuşursun? Şunu bil ki Yassıada’dan sağ çıkmayacak, idam edileceksin” diye bağırdığınızı ve he-pimizin lokmalarını boğazımızda bıraktığınızı asla unut-muş değiliz.

Bu naklettiğim olayı hatırladıkça tüylerimiz ürper-mektedir. Hafızamızda yer eden ve kulaklarımızda çın-layan sesinizi hiçbir zaman unutamıyorum. Fakat siz unutarak, Tarık Güryay, şimdi de kalkmış milyonların sevgilisi olan Adnan Menderes’e karşı fevkalade iyi mu-amele ettiğinizi hatıratınızda yazıyor ve o gün küfür et-tiğiniz o kıymetli adamın ölümünden medet umuyorsu-nuz. Ebediyete intikal etmiş rahmetli Adnan Menderes’in ruhu mahşerde bile sizi takip edecektir…”

Nusret Kirişcioğlu, (DP Sakarya miletvekili ) “Yas-sıada Kumandanına Cevap” adını verdiği kitabında Yassıada’da Tarık Güryay’ın organizasyonu ile yapılan ve özellikle de DP dönemi emniyet mensuplarını hedef alan dayak ve işkence uygulamalarının sebebini kitabının 81. ve 103. sayfalarında şöyle açıklıyor:

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 151

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

“Dayakların esas sebebi, Demirperde gerisi usullerle sahte ifade elde etme çabasıdır. İstanbul Emniyet Müdü-rü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Bumin Yamanoğ-lu ve diğerleri bu yüzden işkenceye maruz bırakılmıştır. İşte Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların kanunda yeri bulunmadığı ve delil elde edilemeyeceği kanaatine sahip olduğu içindir ki ikrar veya hiç olmazsa atfı cürüm elde edebilmek için Egesel ile el ele her kötülüğe başvurmuş-tur. İlk dayaklar 28 - 29 Nisan öğren-ci olaylarında ölen talebelerin mev-cudiyetini söyletmek ve cesetlerin yerlerini öğrenmek için atılmıştır. Birçok emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş, İstanbul Emniyet Müdü-rü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Fakat ceset bulunmadığı anlaşıldık-tan sonra da zulüm sürdürülmüştür. Takip edilen usul şudur : Evvela vaat, ‘Şunları hemen söyle çık git, seni derhal tahliye edeceğiz’.. Tesir etme-di mi tehdit : ‘Söylemezsen fena olur, asarız keseriz, ulan..hele konuşma, senin ipini kendi elimle çekmezsem namussuzum…” (Kirişçioğlu, tarih: 81,103).

Rahmetli Bumin Yamanoğlu, Ta-rık Güryay yönetiminde ki dayak ve işkence uygulamalarının sebeplerini üç gruba ayırarak anılarında anlat-mış:

“- Celal Bayar ve rahmetli Men-deres (Yamanoğlu’nun bu anıları yazdığı 1970 yılında Celal Bayar hayatta idi.) dikta rejimi tahakkuk ettirmek istiyorlardı. Bu bakımdan da İstanbul grubu olarak bizleri seç-mişlerdi. Biz onların kollarıydık. Her ikisinin verdiği emirleri kayıtsız ve şartsız yapardık.

- İstanbul’da sayısını bilemeye-ceğimiz kadar çok öğrenciyi Celal Bayar’dan ve Adnan Menderes’den aldığımız emir üzerine öldürdük ve göm-dük. Bunları söylememizi istediniz.

- Adnan Menderes’in aleyhinde şahsi ve çirkin sözler söylememizi istediniz. Bu yukarıdaki üç teklifi siz ve Ege-sel müşterek hazırlayarak tatbik sahasına koymak istedi-niz. Fakat bu çirkin tekliflerinizi kabul etmedim. İstedi-ğiniz ifadeleri imzalamak suretiyle yaşamak ölümden de beter bir şey olurdu bana…”

RAHMETLİ BABAM FARUK OKTAY’IN VE DİĞER BAZI EMNİYET MENSUPLARI, MİLLETVEKİLİ VE BAKANLARIN, 27 MAYISÇILARIN YASSIADA’DAKİ KOLLARI OLAN, ADA KUMANDANI YARBAY TA-RIK GÜRYAY VE BAŞSAVCI ALTAY ÖMER EGESEL’İN YÖNETİMİNDE İŞKENCE ALTINDA SAHTE İFADE ALMA GİRİŞİMLERİNE DİRENDİKLERİ HATTA BA-

BAM FARUK OKTAY’IN BU UĞURDA CAN VERDİĞİ ANLAŞLIYOR. AMA ETHEM MENDERES, ŞEMİ ER-GİN GİBİ BAZI BAKANLARIN DA BU BASKILARA DİRENEMEDİKLERİ, TESLİM OLDUKLARI YASSIA-DA MAHKEMELERİNDE OKUNAN BİRER İHANET BELGESİ OLAN ANILARINDAN ORTAYA ÇIKIYOR.

Ne yazık ki, Yassıada’da ve Kayseri Cezaevinde De-mokrat Partililere yapılan işkenceler uzun süre esrarını

korudu. Özellikle Yassıada’da tutulan-lar, cuntacıların korkusundan olsa ge-rek işkence iddialarına karşılık “Ağır işkence gördüm” demediler. Daha çok, bana yapılmadı ancak falan kişiye çok kötü muamele edildi, türünde açık-lamalar yaptılar. Bu gün neden böyle yapıldığını anlamak kolay değil. An-lamak için o zamanki şartları çok iyi bilmek lazım. Örneğin, 2 Mart 1962 de cuntacıların baskısıyla Meclis’te bir kanun kabul edildi. Tedbirler Kanunu olarak bilinen bu kanuna göre;

“27 Mayıs 1960 devrimini (kanun-da devrim ifadesi var) söz, yazı, resim, haber, karikatür ve sair surette yer-siz, haksız ve gayrimeşru gösterenler veya üstü kapalı bile olsa marufiyeti belli olacak şekilde böyle göstermeye çalışanlar, 27 Mayıs 1960 Devrimini zedeleyecek şekilde, YAD’ca verilmiş kararları kötüleyenler….mahkum edilenleri övenler, ilk, son veya in-faz safhalarıyla ilgili, resim, hatırat, röportaj yayınlayanlar veya beyanat verenler…fesih edilmiş DP İktidarını övenler veya müdafaa edenler, men-sup oldukları partinin fesih edimi DP’nin devamı olduğunu ileri süren-ler bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasına çarptırılırlar”

Görüldüğü gibi, 27 Mayıs’tan son-ra Demokratik hayata geçilmiş gibi görünse de 27 Ma-yısçı Cuntacıların siyaset arenasındaki baskıları yıllarca devam etti. Cuntacılar 1961 Anayasasına koydurdukları bir kanunla, kendilerini, Cumhurbaşkanlığı kontenjanın-dan Tabii Senatör olarak, hiç seçilme kaygısı olmadan, yaşam boyu Meclise bellerindeki tabancalarıyla birlikte yerleştirdiler.

1980 Darbesinden sonra 27 Mayıs sözde bayramı da, Tabii Senatörlük müessesesi de, 1961 Anayasası da yine askerler tarafından kaldırıldı. Ve böylece 27 Mayısçıla-rın silah zoruyla kurmuş oldukları saltanatları sona erdi. Ancak ne yazık ki aradan 20 yıl gibi bir zaman geçmişti. Demokrat Partililerden de, Milli Birlikçilerden de birçok kişi ölmüş, olaylar bir nevi soğutulmuştu. 1980’den son-ra özellikle 1990 yıllarında nihayet Yassıada’nın perdesi kaldırılmaya, 27 Mayıs’ın içyüzü gözler önüne serilmeye başladı.

HÜCREHiç yattın mı sen,İki metrelik bir hücrede!Gecesi gündüzü Hep bir olan mahbeste!Bir insan görmek,Bir ses işitmek,Konuşmak, gülmek,Göğe bakmak,Uçan bir kuş görmek,Ne saadettir o,Bilir misin sen!Gece gündüz yanan, Yüz mumluk bir ampul altında, Kapansa da gözler, Hiç rüya görememek, Özlediklerine, Rüyada bile gidememek,Ne azaptır o,Bilir misin sen!

Sezai Akdağ 1 Ekim 1961Kayseri Cezaevi 3 Nolu Hücre

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU152 |

Yıl 1899… Aydın… Tevhide Hanım ve İbrahim Ethem Bey’in Ali Adnan adını verdikleri bir oğulları dünyaya geldi.

Ali Adnan hayatını öksüz ve yetim olarak babaannesi Fatma Fitnat

Hanım’la İzmir’de sürdürdü.İttihat Terakki İdadisi ve Amerikan Kolejine gitti.

1.Dünya Savaşında yedek subay olarak

askerlik yaptı.

Aydın’ın Yunan işgalinden kurtarılmasında önemli bir yeri olan Ayyıldız Çetesinin

kurucusu ve İstiklal Madalyası sahibidir.

Serbest Fırka kapatılınca, gelen davet üzerine şartlarını da kabul ettirerek Cumhuriyet

Halk Fırkasında siyasete devam etmiştir.

Yurt gezisi kapsamında Aydın’a da uğrayan Atatürk’le tanışıp, projeleri-

ni takdimi de bu yıllara rastlar.

Siyasi Hayatına Serbest Fırka'da Aydın

İl Başkanı olarak başladı.

Aday olmamasına rağmen 1931’de Atatürk’ün isteği ile listeye alınmış, 32 yaşında Aydın milletvekili olmuştur.

Atatürk’ün vefatı sonrası başlayan Milli Şeflik döneminin

ağır şartlarına karşı bir demokrasi manifestosu

sayılabilecek “Dörtlü Takrir”i veren Menderes ve arkadaşları

CHP ile yollarını ayırdılar.

MENDERES'TEN ERDOĞAN'ADEMOKRASİ ve MİLLİ İRADE MÜCADELESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 153

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Menderes’in de içinde bulunduğu bu grup, 7 Ocak

1946’da “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla kurdukları

Demokrat Parti ile yollarına devam etmişlerdir.

Menderes Açık oy- gizli tasnif usulü ile yapılan dillere destan,

trajikomik 1946 seçiminde Kütahya Milletvekili seçilerek

tekrar meclise girdi.

Türkiye’nin ilk hür seçimi olan 14 Mayıs 1950’de sandıkları patlatan Demokrat Parti,

Beyaz İhtilal yaparak tek başına iktidar olmuştur.

Türkiye’nin ilk seçilmiş Başvekili Adnan Menderes’in ilk icraatı

“tek icraatım da olsa asla vazgeçmeyeceğim” diyerek şahsi

ağırlığını da koyarak gerçekleştirdiği; Ezan-ı Muhammedi’yi hürriyetine

kavuşturmak olmuştur.

İşte Merhum Menderes’in aziz milletimizin gönlünde ebediyen taht kurmasını sağlayan icraatı da budur. “Milletimiz Müslümandır, Müslüman

kalacaktır.” Diyen Aziz Menderes’e binler rahmet, binler minnet…

Menderes döneminde milletimizin aziz fertleri kelimenin tam anlamıyla

insan olduklarını anlamışlar ve Demokrat Parti’ye 1954

Seçimlerinde %57’lik oranda rekor düzeyde oy vermişlerdir.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU154 |

NATO, CENTO, Balkan Paktı, Kore’deki başarımızla, Kıbrıs davamızdaki kazanımlarımız dünyada saygın bir Türkiye tablosu ortaya koyarken; TPAO, MKE, DSİ, THY, DHMİ, TKİ, İPRAŞ, TÜPRAŞ, Türkiye Kömür İşletmeleri, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi, Atatürk, ODTÜ ve Ege Üniversiteleri, çimento ve şeker fabrikaları, limanlar ve daha saymakla bitmeyecek büyük yatırımlar birbiri ardı sıra hizmete giriyordu.

Fakat Adnan Menderes’in milletin sevgilisi olduğunu gören bazılarında huzursuzluk had safhaya varmıştı.

Bu arada Türkiye bir baştan bir başa şantiyeye dönüşmüştür. Yollar, barajlar, fabrikalar, tarımda makineleşme, okullar, hastanelerle

adeta bir altın çağ yaşanmıştır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 155

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Menderes olduğu müddetçe iktidarın kendilerine ha-ram olacağını görüyorlar ve alttan alta demokrasi dışı planlarını devreye sokuyorlardı.

Elitist jakoben zihniyet, sivil ve askeri bürokrasi-yi tahrik ederek, kurgu hadiselerle, yalan ve iftiralarla kaos ortamı oluşturmaya çalışıyordu.

Bir avuç cuntacı 27 Mayıs 1960’da Mille-tin Meşru Hükümetini devirip Milli İrade’yi gasp ettiler. 27 Mayıs’ta önce hukuk kat-ledilmiştir. Ortada bir suç yoktu, ceza da yoktu, cezayı verecek merci de yoktu. Kısa-cası 27 Mayıs tarihimize sürülmüş kara bir lekedir.

Darbeden sonra şaşkın şaşkın bakınan cuntacılara, postal ya-layıcı sözde profesörlerle, hâkim ve savcılar akıl hocalığı yaptılar. Cunta’nın Lideri, İsmet Paşa’ya koşup gitmiş “Paşam emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur.” demiştir. İsmet Paşa’ya sorul-duğunda ise “Ne içindeyim, ne dışındayım.” diyebilmiştir.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU156 |

Hemen Yassıada’da bir alçak adalet divanı kuruldu. Sözde hukukçular “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyerek düzmece mahkemede adeta tiyatro oynadılar. İdamlara, müebbet hapislere imza attılar… 16 Eylül 1960’da Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan

Polatkan, 17 Eylül 1960’da ise Adnan Menderes’i şehit ettiler. 27 Mayıs’ı bayram ilan edip, milletimizin kahir ekseriyetini düşükler, kuyruklar diye aşağılayıp, böldüler.

Türkiye böylece darbeler ve muhtıralar dönemine girmiş oluyordu. 12 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı; Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’na bir muhtıra vererek hükümetin istifasını istedi. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel de istifa etti.

Demokrasiye darbe 12 Eylül 1980 ile devam etti. Genel Kurmay Başkanı yönetime el koyup Devlet Başkanı oldu.

20 Mayıs 1983 de Anavatan Partisini kuran Turgut Özal Milli İradeyi 6 Kasım 1983 seçimlerinde tekrar iktidara taşıdı. Özal döneminde Türkiye dış dünyayla entegre olmaya başladı. Büyüme tekrar hızlandı.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 157

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Merhum Özal Menderes sevgisi ile dopdoluydu. Tarihi bir kararla İmralı adasındaki şehit naaşları, devlet töreniy-le Topkapı Şehitliğinde yaptırılan Anıtmezara, nakledildi. Özal 31 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanı seçildi. Ülke adına yapılan önemli hizmetler sonrasında 17 Nisan 1993’de hala tartışmalara konu olan bir ölümle hayata veda etti. Nur için-de yatsın.

Ülkeye hizmet amacı güden liderlere vurulan darbelerden Necmettin Erbakan da nasibini alacaktır. Refah Partisi 1995 genel seçimlerinde birinci parti oldu. İkinci parti olan Doğru Yol Partisi ile Refahyol hükümeti kuruldu. Ülke adına önemli icraatlar yapılmaya başlanmıştı. 28 Şubat 1997›de Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonunda açıklanan kararlarla demokrasiye «Post Modern» bir darbe daha vuruldu. 18 Haziran’da Necmettin Erbakan Başbakanlıktan istifa etti. Burada Erbakan’ı rahmetle anarken Milli Görüş’ün başlangıcını 14 Mayıs 1950 tarihine kadar götürdüğünün de altını çizelim…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU158 |

Recep Tayyip Erdoğan 1994 yerel seçimlerinde İs-tanbul Belediye Başkanı seçilmişti. Millet için hizmet edenlere uygulanan büyük oyun bu defa da bu genç üze-rine yoğunlaştı. Siirt’te okuduğu bir şiir bahane edi-lerek 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevine “ Bu şarkı burada bitmez” diyerek girdi.

14 Ağustos 2001’de kurulan Ak Parti 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde %35 oyla tek başına iktidar oldu. 2007 seçimlerinde %46 oyla güven tazeledi. 2011’de ise %50 oy oranına tırmandı. Muhtar bile olamaz denilen Recep Tayyip Erdoğan milli iradeyi arkasına alarak 2000’li yılları adeta Türkiye’nin her alanda büyüme ve gelişme yıl-ları haline getirdi. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu başarısı her seçimde millet tarafından ödüllendirilirken, maalesef Menderes’i idama götüren zihniyetin de hedefi haline geldi. Merhum Menderes’in “Yeter Söz Milletindir” sloganı ile demokrasi mücadelesine devam eden Erdoğan %52’lik oyla 2014 yılında Milli İrade’nin gücüyle millet tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak demokrasi tarihimize adını yazdırmıştır. Adnan Menderes Demokrasi Platformu Başkanı Ahmet Şerif Bayındır’ın ifadesiyle “Menderes’te demokratik sistemin çırağı olan millet, Özal’da kalfaydı. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’da ise artık bir Usta’dır.”

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 159

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Yeni Türkiye’ye, Büyük Türkiye’ye ve O’nun ay-dınlık geleceğine inananlar olarak Milletin Adamı Menderes’e rahmet derken Erdoğan’a ise minnet di-yoruz. Merhum Aydın Menderes’in ifadesiyle Re-cep Tayyip Erdoğan’da şehit Başvekilimiz Adnan Menderes’i görüyor, Menderes’e olan özlemimizi Erdoğan’la gideriyoruz.

14 Mayıs 1950 şafağından, 10 Ağustos 2014 şafağına kadar millete hizmet yolunda şehitler verildi ama “Mil-letin Adamları” da millete hizmet yolunda yılmadan yollarına devam ettiler.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU160 |

Aydın'ımızın tanınmış İş Adamlarından muhterem Hüdayi Özalp Ağabeyimizle arkadaşlarımızın yaptık-ları sohbetin notlarını tabii akışını bozmamaya çalışa-rak sizler için düzenledik.

• Büyüğümüze, Menderes’imize bugün ADÜ ve Adnan Menderes Demokrasi Platformu gibi kuruluş-lar sayesinde değer veriliyor. Yeni nesillere duyurul-ması gereken mühim bir konu. Menderes’imiz Aydın için Allah’ın verdiği bir lütuftu. Kıymetini bilemedik. Ağlattı arkasından mübarek… Allah gani gani rahmet eylesin…

■ Adnan Menderes dönemine ait her şeyi, yakmış-lar yıkmışlar. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünden görevliler anlattı. Darbe yöne-timi her şeyi yakmış yıkmış. Yeni binaya taşınırlarken, kolonun kazılmış, sinema şeridi gibi şeylerin; kimse almasın, zarar vermesin diye kolonun içine saklanmış olduğunu görmüşler. Darbe yönetiminden saklamışlar. On yılda Türkiye imar edilmiş ama tarih kitaplarında Adnan Menderes yok. Neden Menderes’i unutturmaya çalışıyorlar? Gençlerimiz bilmiyor. Rahmetli ile anıla-rınız var mı? Aydın’da neler yaşandı?

• Benim Adnan Menderes ile karşı karşıya hiçbir görüşmem olmadı. Fakat Çakırbeyli Çiftliği’nin bütün aletlerini, pulluklarını, çapalarını biz yapardık, tamir ederdik. Molla Veli isminde bir kâhyası vardı. Çok dürüst, çok temiz bir amcaydı, ölünceye kadar onla-ra hizmet etti. O anlatırdı bize Rahmetli Menderes’i. “Her gün ondan erken kalkayım diyorum, O benden

önce kalkıp etrafı böyle ne yapılıyor, ne yapılmıyor diye kontrol ediyor. Ertesi gün daha erken kalkıyorum yine benden önce kalkmış olarak buluyorum.” derdi. Böyle bir insandı rahmetli Menderes…

Biz seçim zamanı rastladık. İlk seçimde, 1946’da oldu bittiye getirdiler. Kazanmıştı Demokrat Parti. Fevkalade bir şekilde o seçim kazanılmıştı. Biz tabi olanın bitenin az çok farkındayız. Ama Halk Partisi o seçimde ne yaptı, ne etti Demokratlar’a kaybettirdiler. Oyları, sandıkları yaktılar, kaybettirdiler. O seçimde hileyle geçtiler iktidara.

İkinci seçimde yine biz varız biliyorum. O zaman artık yeryüzüne çıktı artık Menderes, bundan sonra memlekette güzel şeyler olacak diye. Oy verme sistemi değişmişti artık o seçimlerde. Açık oy, gizli sayım tari-he karışmıştı. Herkes de biz de Ona hayranlıkla, oyları seve seve verdik. Ve kazandırdık. O zamanlar için Al-lah razı olsun. Başa geçti. Ve insanların takdiri oldu. Hükümet binasına giderdik, işimiz olurdu, şapkayı çıkarırdık, memurların karşısında hazır ol vaziyetin-de beklerdik. Onların karşısında asker gibi dururduk Tek Parti zamanında. Vardığımız zaman hiç sayılmaz-dı millet. Hatta hatta komşumuz vardı. Şeker karney-le, gaz karneyle, ekmek karneyle alınıyordu o devirde. Bakkaldayız, biz sıraya girdik. Bu komşumuz “Çeki-lin, çekilin arkadaşlar, ben memurum arkadaşlar, ben memurum arkadaşlar…” diye öne geçti. Yani bu CHP idaresinde insanlarda birinci tabaka amir, ikinci tabaka memur, üçüncü tabaka işçi ayrımı vardı. Gözle görü-

Hüdayi ÖZALP:"MENDERES BAŞBAKAN OLANA KADAR

NE YOKLUKLAR GÖRDÜK"

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 161

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

lür bir şeydi. Biz bunlara tahammül ettik, o sıkıntıları yasadık. Seçim geldi. Birincide hile vardı olmadı ama, ikincide artık hakikat suyun yüzüne çıktı.

■ O seçimlerde Aydın’da oyunlar olduğunu biliyor musunuz?

• Birincide oldu. İkincide yapamadılar artık. Ka-zandık. Demokrat Parti kazandı. Artık milletin onun arkasında olduğu meydana çıktı. Fevkalade bir şekilde seçimi kazandık. Ondan sonra insanlara bir hürriyet geldi, insanlara bir değer verildi. Demokrat Parti’den sonra Hükümet binalarında, bu dairelerde iş görecek olan insanlara buyurun edeceksiniz, sandalye verecek-siniz, itibar edeceksiniz diye uygulama başladı. Amirin de memurun da işine gelmiyordu bu durum. Demok-rat Parti alt tabakaya çok değer verdiği için üst tabaka-nın zoruna gidiyordu.

■ Hüdayi Bey önemli bir konu daha var. Onu duy-dunuz mu, o dönemi hatırlıyor musunuz çok merak ediyorum. En büyük hizmetlerden birisi de Ezan-ı Muhammedi’nin Arapça okutulmaması…

• (Hüdayi Bey heyecanla, Ezan-ı Muhammedi’nin adını duyar duymaz…) Aaaaaa..aaaaaaaaa. Tabi, duy-maz olur muyum.

■ Siz Türkçe okunduğunu duydunuz mu?• Tabi, ben Türkçesini biliyorum. Okurum bile hat-

ta. Tanrı uludur, tanrı uludur.tanrıdan başka yoktur ta-pacak, diye gidiyor.

■ Ezanın Türkçeleşmesi bu döneme mi ait?• CHP Dönemine ait. Ayan beyan ortada bu. Rah-

metli Menderes’in asılma sebeplerinden bir tanesi de bu. Eski Ezan’ın okunduğunu duyunca, bir sevindik bir sevindik. Zaten Caminin dibindeydik.

■ Nasıl oldu hatırlar mısınız?• Onlar herhalde kanunla meclisten çıktı. ■ İlk okunduğunda ne oldu? Aslıyla, Arapça Ezan

okunduğunda halkın tepkisi ne oldu? Siz ne yaptınız hatırlar mısınız?

• Sevinçten havalara uçtuk. Tepki mi olur hiç Eski Ezanın okunmasına. Esası okunuyor tabi, Ezanın ha-kiki kendisi okunuyor. Herkes sevinçli, Babamgiller o kadar memnun oldular ki. İnançlı insanlar tabi bun-lar. Arapça Ezanın anlamı başka, Türkçe okunduğun-da manasının çok değiştiğini söylüyorlar. O yüzden esas Ezanın okunmasına sebep olan Menderes. Allah razı olsun Ondan. Bu memlekette çok şeyler yapıldı. Kanunlar çıkarıldı, insanlara değer verildi. Herkes kor-kuyla değil de rahat rahat bir dairede işini gördürebili-yordu.

Bu arada dediğim gibi ben kendim karşı karşıya gel-medim Menderes’le. Sadece Sigorta binasının temeli atılıyordu. O temeller atılırken orda Menderes’i göre-bildim. Menderes alışverişle işi olan bir insan değildi. Para işlerini, kâhyaları vardı, onlar yürütüyordu. Hatta kâhyası anlatıyor; pamuklar toplanmış, “Bey pamuk-lara ne yapalım?” diye sormuşlar, “Ne yapıyorsunuz?” demiş Rahmetli. İşte tüccar şöyle alıyor, Tariş böyle alı-

yor diye açıklamışlar, “Ne yapalım?” diye de sormuşlar. “Neresi iyi para veriyorsa oraya verin.” demiş Rahmetli. O zaman pamuklar 60 70 kuruştu kilosu. Oraya veri-yorlar. Birden tedricen değil de hemen hemen birden 250 kuruş oldu kilosu. Pamuk 250 kuruş olunca, her-kes bayram etti, çiftçimiz zengin oldu. O da dememiş ki Başbakan’ın haberi olmaz mı pamuğun fiyatının yükseleceğinden? Vermişler, teslim etmişler 60, 70 kuruş fiyattan pamuğu satmışlar. Ertesi gün varmışlar Menderes’in yanına “Bey ne yaptın? Bu pamuğun fiya-tının buraya çıkacağını sen biliyordun. Sen neden bizi beklettirmedin.” demişler. Rahmetli “Herkes nereden geçiyorsa oradan geçeceksiniz.” demiş.

Bu kadar bir dürüst yani. Maşallah Subhanallah. Pamuğun yükseleceği o zaman hükümetin kontro-

lündeydi bu fiyatlar. O zamanlar milli koruma kanunu çıktı. Herkes ne alıyorsa şu kadar karla yazacak üstüne etiketli olacak. Bunlar da çıktı. Bunlara alışmamış mil-let. Kaça satarsa satıyordu. Düzgün bir idare başladı. Kimse kimseye kazık atmayacaktı. Karaborsa falan kal-madı. Eskiden karaborsa o kadar almış yürümüştü ki.

Daha sonra İstanbul’daydım Polatkan ve Zorlu’nun asıldıkları gün. Hemen birisi birisini ihbar ettiği anda içeri alıyorlardı. Galata köprüsünün başında birileriyle münakaşa ettim. Birisi beni kolumdan çekti aldı. Sen ne yapıyorsun ya dedi, birisi şimdi seni ihbar etse doğ-rudan içeri girersin. Biz dayanamıyorduk tabii. Yapılan bu zulümlere dayanamıyorduk.

Beni oradan çekip almasalar, polis götürüyordu. Onların borusu ötüyordu artık. Şu adamı yakala de-diklerinde hiç şüphesiz götürüyorlardı…

Otobüse bindik, gelirken Adnan Menderes’in de idam edildiğini duyduk. Mahvolduk. Ne yapalım. Onun da kaderi böyleymiş. Başımıza öyle bir mübarek insan geldi. O zaman kıymetini bilemedik. Hata oldu deyip çıkıveriyorlar işin içinden şimdi. Hata oldu ama hala yine arkasından eleştiriyorlar, hırsız diyorlar. Ne hırsızı ya. Bu çiftliği köylülere tapu fiyatı desen olacak, çok cüzi bir aldım sattım parasına bütün köylülere tah-sis etti. At arabasını süren birisi vardı. Babama, Hacı amca sana buradan bir yer alalım dedi. Biz yanaşma-dık. Çok ucuz. Çiftliği öldüm pahasına köylülere da-ğıttı. O köylüler onun sayesinde pamuktan çok zengin oldular.

■ Babanız neden almadı?• Biz esnaftık burada. Buradan gidip de çiftçilik ya-

pacak halimiz yok. Buradan arazi al diye ısrar ettiler. O zaman bütün çiftçilik hayvanla yapılıyordu. Adam olacak, ekecek, biçecek. Çok ucuz olduğu için bedava-dan sen de yararlan diye. Köylüler çok da zengin oldu. Maalesef bugün Çakırbeyli denilen köyümüz bunları unuttu, ne bileyim Menderes’imizin arkasında olma-dıklarından onlara çok üzülüyorum.

İyilikleri unutulmaz. Barajlar yapıyordu. Nedir ba-raj? Toprağa veriliyor, bu kadar elektriği ne yapacağız diye, bunun propagandasını yapılıyorlardı.

Hâlbuki yetişmiyor bugün. Kaç tane barajlar, kaç

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU162 |

tane elektrik santralleri yapılıyor. Elektrik yetmiyor. Menderes ne kadar ileri görüşlü bir insanmış. Yollar yapılıyordu. Uçak inip kalkacakmış. Ne gerek var bu kadar büyük yollara, İzmir Aydın yolu yapılırken. O zaman askere gittim. Dozerler girip devamlı yollar açı-yorlar, bunları gördük. Ben gittikten sonra bu yol he-men kısa zamanda yapıldı. Aydın İzmir yolu. Eskiden yol yoktu. Döşemeli yollar vardı. O zamanlar otobüs yolculuğu da pek yoktu. Yeni başlamıştı. O yol yapılın-ca İzmir artık bize yakın oldu. Şimdi daha yakın oldu. Daha öncesinde İzmir’e ulaşım pek zordu. Trenle gidi-yorduk. İzmir’den buraya gelirken rampa var. Bir tane daha lokomotif gelirdi önüne trenin, iki lokomotif ası-lır, Çamlık’a kadar çıkarırdı. Otobüsle gitmeye başladık ama tangır tungur o yollar çekilecek gibi değildi. Yol açıldı, asfalt yapıldı. Asfalt neymiş bildiğimiz yok bi-zim. Çok seviniyorduk bütün bu çalışmalara.

Ne lüzum var bunca çimento fabrikalarına diyor-lardı. Çimento memleketimizin inşa edilmesi için en elzem bir malzeme. Bu barajlar, yollar, çimento fabri-kaları bunların devamlı aleyhinde propaganda yapıldı. İyi bir şey yapılıyor ama bu fazla mı acaba diye biz de tereddüt ediyorduk. Hâlbuki o ileri görüşlü bir insan-dı. Allah razı olsun. Tabi son zamanlarda İstanbul’da o Vatan Caddesi deyince büyük cephe alındı. Bu Vatan Caddesine öyle bir propaganda yapılıyor ki aleyhte, kötü bir şey mi yapılıyor diye insanlar şüpheye düşü-yordu. Hâlbuki o Vatan Caddesi İstanbul’un damarı simdi. Ana damarı. Menderes gece kalkarmış, gezer-miş orada. Caddenin geçeceği yerleri tespit edermiş gece.

Ben burada en ufak bilmediğim bir şeye biliyorum dersem Allah benden sorar. Ben bildiklerimi söylüyo-rum. Biz daha önceki zulümleri biliyoruz. Sonra gelen rahatlığı da bildik. Darbe zamanında yapılan zulümleri de biliyoruz. Allah bugün memleketimizin çilesine ar-tık yeter demiş herhalde ki bugünleri de gördük Allah’a çok şükür.

■ Alpler Ziraat Aletleri Fabrikası’na Menderes Dö-neminin bir katkısı oldu mu?

• Muhakkak oldu. Bu hale geldi. O Marshall Pla-nını herkes kötülüyordu. Amerika hurda, kullanılmış makinalarını dağıtıyormuş. Ne yaparsa yapsın. Bu memlekette çağ açtı bence. İşlerimiz o kadar büyüdü ki Marshall’dan sonra, o kadar traktör geldi ki. Bunların tamirleri için bize fevkalade iş çıktı. O zaman traktör-lerde hidrolik yoktu. Biz tamirle başladık. O pullukları biz tamir ettik. Hükümetin altına yığardık tangur tun-gur, tamir eder gönderirdik. Sonra hidrolik traktör-ler çıktı. Biraz bir şeyler aldık mı biraderim Tevfik ve çıraklarımızla biz yaparız dedik. Artık tangur tungur tamircilikten kurtulmuştur. Sanayi Çarşısı da yapıldı. Derken orada da yerimiz yetmez oldu. Sonra DSİ ya-nında fabrika yaptık burası bize yeter diyorduk. Orası da ufak geldi. Yirmi dönüm bir yerdi orası. Küçük bi-rader mühendis; biz artık yorulduk, Umurlu Organize Sanayi’den bir yer alalım, teşviklerden yararlanırız, işi-miz kolaylaşır, dedi Mümtaz. Aşağı yukarı 120 dönüm-lük bir arazide oturuyoruz simdi. O dönemde Marshall yardımının milletimize, çiftçimize, esnafımıza büyük katkısı oldu. Hayvanla yapılan işler üremiyordu ki. Hayvanların canı çıkıyordu ekim, dikim zamanında. Traktörlerle rahatlayıverdik. O gün gelen traktörler küçük. Şimdi koca koca traktörler geliyor. Arkasında onlu pulluklar yaptık koca koca görmeniz lazım. Bunu hangi traktör çekecek dediler. Dışarı ihracat da yapı-yoruz. İşimizin 3’te 1’i dışarıya ihracat. 50, 60 ülkeye ihracat yapıyoruz.

■ Devlet destek verdi mi Adnan Menderes döne-minde?

• Tayyip Bey zamanında aldık. Aşağı yukarı on sene önce geçtik yeni yerimize. Ufak tefek teşvikler vardı ama organizede daha güzel teşvikler var. Men-deres bu memlekete bu yardımı sağladı, o zaman Ken-nedy vardı. Onunla aralarının çok iyi olduğunu söylü-yorlardı. Tabi bize Amerika neden yardım ediyordu?. E kendisini korumak için tabi. Gene de ondan istifade ettik. Bizi uyarmış oldu, kötü tarafı yok bu işin. Başlan-gıç oldu bize Marshall yardımı. Bizim için, mesleğimiz için, ufacık bir dükkândaydık. 63 metrekare yerimiz vardı. Yüz yirmi dönüm yerimiz var simdi. Yalınayak çalışırdık.

■ Ne zaman başladınız?• Ben sanat okuluna gittim. Babam illa oraya git-

meyeceksin, burada çalışacaksın dedi. Sanat okulu birinci sınıftan, iyi notlarım vardı, ayrıldım. Babamın yanına geldim. Babama iki sene hizmet ettim. On beş yaşımda babama çekici bıraktırdım. Ama bana çocuk diye iş vermiyorlardı. Babama yalvarırdım, gel müşte-rilerle konuşuver diye. Babam hacca gitti geldi. Hacdan geldikten sonra tamamen işi bıraktı.

■ Aydın’ın köylerini hatırlıyor musunuz o dönem-de? Tek Parti dönemini ve Adnan Menderes dönemini karşılaştırabilir misiniz?

• Köylümüz sindirilmiş. Böyle köle gibi çalışıyor-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 163

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

lar. Hayvandan para kazanacak da buraya gelecek bir teneke yağ satacak, mısır satacak, 3-4 ton zahire getire-cek merkebiyle satacak de onla Pazar masrafı görecek. Ama sonra traktörle geliyor, gidiyor. Kamyonlarla ge-liyor, kamyonlarla gidiyor. Maşallah o günden bugüne çok büyük değişiklikler var. Millet bir aylık zahiresini giderdi, değirmenlerde kendi öğütür, gelir bunu ekmek yapar, geçinirdi. Biz pazar ekmeği bilmezdik. Çok lüks-tü pazar ekmeği. İki çeşit pazar ekmeği vardı. Birisi si-yah ekmek, birisi de has ekmek. Has ekmeği zenginler alırdı. Biz de arada alır yerdik helvayla falan.

Alırdım sırtıma iki dolu zahireyi, hadi bakalım öğüt gel. Götürürdüm öğütürdüm 15-20 gün yerdik onu. Fırın ekmeği lüks. Şimdi evde ekmek yapan yok artık. Eski bazlamalar falan simdi daha çok aranıyor. Eski zamanda herkes kendi ekmeğini kendisi yapardı. Bugünlere çok şükür. Hiç hayal edemezdik. Çok çok değişiklikler var.

Bizim zamanımızda olan gelişme dünyanın hiçbir zamanında olmamıştır. Buna adım atan başlatan Men-deres’imizdir. Allah rahmet eylesin.

■ Rahmetli Aydın Menderes ile münasebetinizi an-latır mısınız?

• Büyük Değişim Partisini kurdu. Burada tanıdık-larını, sevdiklerini Merkez Yürütme Kuruluna aldı. İlla Hüdayi sen de geleceksin. Ben siyasetten anlamam. Böyle bir bilgim yok. Ben işimle uğraşıyorum. Ama

Aydın Bey’i çok sevdiğim için kıramadım. Bizi aldı gö-türdü Ankara’ya. Orada Merkez Yürütme Kurulunda toplantı yapardık, konuşurduk, kararlar alırdık.

■ İlk tanışmanız nasıldı?• Aydın Bey gelip gidiyordu Aydın’a. Bizzat O’nun

bazı sohbetlerine konuşmalarına giderdik. Gerçi Ben biraz uzakta dururdum ama bana karşı ayrıca bir sem-patisi vardı. Nerden geliyor o sempati ben de bilmi-yorum tabi. Biz onun işlerini yaptık, paralarını aldık. Oradan mı geliyor bilmiyorum. Aydın Bey’in abileriyle yakın olmadık. Ama Aydın Bey’le çok çok yakın olduk. Toplantılarda beraber oluyorduk. Sonra Refah Partisi-ne geçti, Erbakan’la konuştu birden Refah Partisine geçti. Ben bunu hoş karşıladım. Erbakan da Aydın Bey partimize itibar kazandıracak diye çok üzerinde dur-du. Aydın Bey’de İslami yönden bir olgunluk vardı. Her daim namazını kılıyordu. Refah Partisine geçince epey bir gelişme oldu, oy oranı arttı. Kampa giderken yolda kaza geçirdi. Orada sakat kaldı. Allah razı olsun. O ka-dar sadakatli çıktı ki hanımı. Bir gün gittik, Aydın Bey ve Hanımı çiftlikte lokma yapıyorlar, pilav yapıyorlar. Bizi davet ettiler gittik oraya. Şalvar giymişti Hanımı. Ne rahat, ne rahat diye bize gülüyor, hemen köylülüğe alışıveriyordu. Öyle sosyetik bir insan değildi. Karşı-dan bakınca öyle gözüküyor ama. Ben Hanımını çok mütevazı bir insan olarak gördüm. Ölünceye kadar ba-şından ayrılmadı, baktı, Allah razı olsun.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU164 |

Osman Zeki Candaş; Aydın’ın yakın tarihi için önemli bir isim. Adeta yaşayan tarih. Gerek Adnan Menderes ile birebir tanışması gerek Adnan Menderes Üniversitesinin kurulması aşamasında pek çok önemli hatıraları var.

■ 1992 yılında Adnan Menderes Üniversitesi kuruldu. Kuruluş öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?

• 1992 yılından önce böyle bir üniversite kurulması için dönemin Aydın Milletvekilleri Nahit Menteşe Bey ve İsmet Sezgin Bey’e çok ricada bulundum. Şu anda her iki-sine de katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Üniversi-temiz kuruldu. Göreve ilk başlayan öğretim üyeleri Bursa Uludağ Üniversitesi’nden geldi. Onların ilk büro şeklinde oturma yeri Aydın Lisesi’nde küçük bir odaydı. Bu oda-nın içinde masa, sandalye kısacası oturacak herhangi bir şey yoktu. Aydın’da iki üç zengine ricada bulundum. Vedat Çiftçi Bey ve Alim Aydın Bey’den ricada bulundum. Ayırt-tığım malzemeyi her ikisine fatura yaptırdım. Bu sayede o günkü bazı öğretim üyeleri ile tanıştım. Odadaki tefrişatı tamamladık. Ancak kış aylarındaydık, yakıt lazımdı fakat imkanımız yoktu. Isıtma ile ilgili yardım almak için Aydın Linyit sahibi Erdoğan Beyden iki kamyon kömür rica ettim üniversitemiz için. Kendisi eksik olmasın gönderdi. Böy-lece Üniversitemiz kurulmuş oldu. Daha önce kurulmuş olması gerekirdi Aydın’ımız için ama gecikme ile 1992’de kurulabildi. Yine de hayırlısı olsun ancak, şimdi muazzam bir üniversite haline geldi. Daha da yapılması gerekenler var elbette. İlk rektör Cezmi Öncüer Hocamız idi. Ayrıca gelen öğretim üyelerine bütün kiralık evler tarafımdan bu-lunmuştur.

■Emekleriniz büyük... Ne kadar sürdü bu durum?• Birkaç sene bu emeklerimiz devam etti. Yine olsa

koşa koşa geliriz yardıma.■Adnan Menderes dönemine gelelim. Adnan mende-

res ile özel anılarınızın, yaşanmışlıklarınızın olduğunu bili-yoruz. Sizi biraz o döneme götürelim ve sizden dinleyelim o dönemi.

• Şimdi 1949 yılında Türkiye’nin durumunu biliyorum. O günlerde devlet yolları yapılırken imece ile yapılıyordu. İmecede de çalıştım. Fakat 1950’de Demokrat Parti iktidara geldi. 3, 5 ay içerisinde Türkiye’nin şartları değişti.

■Bu değişim hemen kendisini gösterdi mi?• Hemen gösterdi. 3, 5 ay içerisinde hemen gösterdi.

Batıdan yardımlar olsun, başka şeyler olsun. Büyük bir değişim oldu. Millet refaha kavuştu. O eski Jandarma’nın zulmünden kurtuldu herkes. Jandarma geliyordu, yol yapı-lacak imece. Köylüyü alıp gidiyordu komple. Bu devreleri gördük. O sayede Demokrat Parti’nin çok hizmetleri oldu insanlarımıza.

■Kısa vadede meyvelerini vermeye başladı mı? Peki, Adnan Menderes göreve geldiğinde ne gibi faaliyetler yap-maya başladı o dönem? Sizin o dönem Menderes’le birlikte çalıştığınızı biliyorum. Göreviniz neydi? İlişkinizin boyutu neydi?

• Adnan Menderes iktidara geldi, ilk iş Aydın İzmir yo-lunun genişletilmesi, asfaltlanıp, yapılması, sonra Çine çayı üzerinde köprü yoktu. Kısa zamanda oraya köprü yapıldı. Kendimiz binbir zorlukla geçiyorduk önceden.

Osman Zeki CANDAŞ:"MENDERES'TEN HEP İYİLİK GÖRDÜK"

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 165

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

■Ulaşım önemli bir hamleydi o zaman…• Çok önemli bir hamleydi. Hatta dediler ki köprüyü

kendi çiftliği için yapıyor. Bunu diyenler oldu. Allah gani gani rahmet eylesin bu işleri büyük şevkle yaptı. Ben on-dan sonra çiftlikte çalışmaya başladım yaz dönemlerinde. İlkokulda okuyorum. Rahmetli Menderes yaz dönemin-de çiftliğe geliyordu. Görüyordum orada. Çiftlikte atlara, hayvanlara bakıyorum. Bana üç beş kuruş para veriyorlar, seviniyordum.

■Birebir görüyorsunuz o zaman?• Birebir görüyorum. Aydın’a geldiği zaman, hatta hatta

Çakırbeyli’ye köye geldiği zaman, köylü ziyafet hazırlardı. Rahmetlinin en çok sevdiği saç böreği. Ondan sonra tarha-na çorbası, bir de fincan böreği derler evlerde yapılır, onları severdi. Kendisine pek çok zaman yemek sunmuşumdur.

Hatta en son gelişinde şahsımın da bir işi vardı, yapıl-ması icap eden. Aydın’da bir ev yapmaya karar verdim. İn-şaatı yaptık. Beton dökülecek demir yok. O dönemde zor bulunuyor. Demiri verenler de kendi sülalemden. Ama tahsis yaptıramamıştım o ara.

Yemekte kâhyaya dedim ki: Şu benim demir işini Başbakan’a söyleyiver. İsmet Sezgin’e telefon ediversin. İs-met Sezgin de Belediye Başkanı o dönemde.

Bu konuştuğumuzu duyuyor Rahmetli ama, kahya ken-din söyle diyor. Rahmetli sordu bana bir iki sefer: “Oğlum Osman ne işin var, nedir söyler misin?”. Ben ağırdan aldım. Söyleyemedim. İlk etapta çekindim. Kahya da akrabamdı. İşaret ediyorum söyle diye. Kendin söyle diyordu o da.

Rahmetli Sonra bir daha “Söyle oğlum Osman, nedir derdin?” dedi.

“Sayın Başvekilim dedim. Benim derdim Türkiye Cumhuriyeti Başvekilini rahatsız edecek derecede önemli değil.” dedim.

“Peki” dedi, “Nedir?”Konuyu arz etmek zorunda kaldım artık. Demire ihti-

yacım olduğunu, İsmet Bey’i ararlarsa bahtiyar olacağımı söyledim. Rahmetli hiçbir kelime konuşmadı. Güldü, gül-dü sadece. Akşam yemek bitti, İzmir’e gitti.

Sabah kalktım evdeyim. Birde baktım evin önünde iki tane traktör. Demirler gelmiş. Nasıl demir ama. Çiftlikteki hurda demirleri toplatmış göndermiş. O demirleri balyozla düzelttim. Betonumu döktüm. İnşaatı bitirdim. Şu anda o demirlerin parasını borçluyum Adnan Menderes’e. Aile-sinden Yüksel’e, Aydın’a , Mutlu’ya, Berin Hanıma söyle-diğim halde “Zat-ı alinizin öyle bir borcu yoktur.” dediler. Türkiye’deki Ege Bölgesindeki bütün mitinglere giderdim, takip ederdim devamlı.

Sonra bu işler olduktan sonra idam edildi. Rahmetli idam edildiği gün Cuma günüydü hatırladığım kadarıyla, Aydın Belediye Binasına Menderes’in, Bayar’ın fotoğraf-larını koymuşlar. Ellerinde kadeh. Bayanlarla alem yapı-yorlar diye yaygara yaptılar. O yaygarada ziyaret edenlerin içinden bir adam “Ne haber?” dedi bana. Ben de dedim “mantar dava”. Bu resimler boşuna bir dava anlamında. Bir tane kravatlı bir bey geldi. Ona da “mantar dava” dedim. Üç kere bu kelimeyi kullandım. Ama sonra aklıma vatan-daşın sivil polis olabileceği geldi. Üç metre duvardan atla-

dım. Beş kilometre kaçtım. Yanımda amcam vardı. O polis amcamı almış götürmüş belirli bir yere. Amcam “O kişi talebedir. Şu anda bulamazsınız. Köye gitmiştir.” demiş. Polis demiş ki “Ben Aydın Polisi olsaydım onun yakasını bırakmazdım. Ben Manisa Polisiyim.” demiş, amcamı da salıvermişler.

27 Mayıs’tan önce sık sık Ankara’ya Kavaklıdere’deki eve ziyarete giderdik. Ciple buradan yiyecek götürürdük eve.

■27 Mayıs'tan sonra?• Evet. Eve gittiğimiz zaman kendimi tutamazdım.

Bir tek yazgı yok. Bir tek oturacak yer yok. O halde yaşadı aile. O zulümle yaşadılar. Perişan vaziyette. Sık sık erzak götürdük, gittik geldik. Sık sık da konuştuk. Hatta Yüksel Menderes’in arası benimle iyiydi. Parti teşkilatındaydım o zaman. “Babamı astılar, ip parasını dahi istemeye geldiler.” dedi. Yüksel Menderes’in bizzat ağzından duydum. Hatta benim evim Aydın’da, Güzelhisar Mahallesinde. İhtilalden sonra dışarı çıkmadım iki ay. Arı kovanlarının içinde yat-tım. Aydın’da yatmadım. Polisler arıyordu beni devamlı…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU166 |

■Neden?• Mantar davası yüzünden. Polis geldi eve. Polisi tanı-

yorum, o da beni tanıyor. Polisler beni çok dövdüler bir gün. Ayaklarımın üstüne basamaz oldum. Kadir Aslıhan diye başhekim var sevdiğim bir kişiydi. Hastane bana 30 gün rapor verdi. Polisler geldi davacı olmamam için, yal-vardılar bana. Olmadım. Pişman oldular. Onları da kurtar-dım.

■Suçunuz çiftlikte çalışıyor olmanız mıydı?• Tabii.■Anılardan bahsediyoruz. Aydın için Adnan Menderes

ne ifade ediyor? Aydın’lı ne düşünüyor Adnan Menderes ile ilgili?

• Adnan Menderes Aydın için çok şey ifade ediyor ama Aydın’ımız bunu anlayamadı ne yazık ki. Tam olarak kav-rayamadı. Aydın’ımız için herhangi bir istekte fazla buluna-madılar. Bulunsalardı Aydın’ımız bir bu kadar daha güzel-leşirdi, bir bu kadar daha büyürdü.

İstasyon binası, Sigorta binası, Sigorta İşhanı, Kemer Barajı, yollarımız yapıldı, köylere okullar yapıldı, köylere su geldi. Çok şeyler yapıldı. Ama daha çoğu olabilirdi. O günkü politikacılar bunu değerlendiremediler. İsteselerdi daha güzeli olurdu diye düşünüyorum.

Şimdi 1952, 1953 yıllarında Aydın’da fabrika kurulması icap etti. Tariş vasıtasıyla hükümete baskı yaptık. Aydın’da bir tekstil fabrikası kuralım dedik. Kuralım ama para? Bü-tün bunlar paraya dayanıyor doğal olarak.

Aydın’ın en az 400 köyünü gezdik ekip olarak . beş yüz lira, bin lira, iki bin lira, üç bin lira. Para topladık. Biz dört milyon beş yüz bin liraya yakın para toplayabildik. Fabrika on sekiz milyona mal oldu. O fabrikanın kurulmasında da çok büyük katkıda bulundum. Aydın Tekstil Fabrikasının.

27 Mayıs 1960’da orada işbaşı yaptım, 1984 sonunda da emekli oldum. Orada da çalıştım. Bu, o dönemde önemli bir hamleydi. Adnan Menderes döneminde yapılan fabri-kalardan biri. Çok iyi mamulleri vardı. Dünyaya Aydın’ı tanıttı o zaman. Çok değerliydi.

■Üretimi Adnan Menderes öncesi ve sonrası diye ikiye ayırabilir miyiz Osman bey? O dönem kurulan işletmeler var mı Aydın Tekstil gibi?

• Bozdoğan Kemer Barajı da o zaman yapıldı. Çine ba-rajının projesi onun zamanında hazırlandı.

■Sadece otoyolla sınırlı değil yani hizmetler?• Değil tabi. Barajlar. Türkiye’deki barajların çoğunun

o dönemde projesi hazırdı. Büyük bir kalkınma hamlesi vardı.

Şimdi Berin Hanımefendi Adnan Bey’le nişanlıyken, “Siyasete girmeyecekseniz evlenelim.” diyor. Sebebi Berin Hanımefendi’nin iki kız kardeşinin de beyi idam edilmiş zamanında. Ondan dolayı siyasete girmesini istememiş. Hatta Adnan Menderes evlatlarından hiç birisinin siyasete girmesini de istemedi. Yüksel Menderes rahmetli, “Tica-retle uğraşacağım.” dedi. Konuyu iyi biliyorum. Rahmetli, “Oğlum Ben Başvekilim, Sen ticaretle uğraşırsan çok şeyler olur. Buna gerek yok. Sen ufak bir devlet memuru ol yeter.” dedi.

Demokrat Parti’yi dünyaya ilk tanıtan Kore Harbi oldu biliyorsunuz. Orada Türk Ordusu’nun gösterdiği üstün başarıdan dolayı bütün dünya Türkiye’yi tanıdı. Askeri bir başarı var yani ortada.

Gelelim Kıbrıs meselesine. Kıbrıs meselesi o dönem-de gündeme geldi, Yunanistan’la aramızda. Aydın’da, Türkiye’de belki 500 tane miting yapıldı “Ya taksim, ya ölüm” diye. Kıbrıs’ı o şekilde kazandık. Ve o sayede Türkiye su anda olsa, öyle bir hakkı elde edemez. Önemli bir diplo-matik zaferdir bu.

Ben 81 yaşındayım. Hiçbir Başbakan’ın elinde file, evi-ne masraf gördüğünü hatırlamam. Ama Adnan Menderes elinde file, Ankara Kızılay meydanından evine masraf gö-türürdü. Mütevazı bir kişilikti.

Hatta su anda hayatta olan bir Zat yakasına yapışıp “Hürriyet istiyorum.” dedi. “Oğlum, bundan iyi hürriyet var mı?” dedi Başvekil. Şikâyetçi de olmadı.

■Teşekkür ederiz. Başkaca hatırınıza gelenler var mı?• Atatürk Aydın’a gizli geliyor. Parti binasına ziyaret

için uğruyor. Parti binasında bir tek kişi oturuyor. Adnan Menderes. Atatürk içeriye bir giriyor, Adnan Menderes şa-şırıyor, “Otur evladım.” diyor. Konuşuyorlar bir süre. “Bu genci bu dönem Aydın milletvekili gösterin.” diyor. İlk defa öyle milletvekili oluyor.

Adnan Menderes, Çine köprüsü yapılırken, köprü üze-rinde dikeldi ve ”Beyler, bu köprüden Aydın Hükümet Ko-nağını karşımda göreceğim” dedi. “Dümdüz bir yol yapın.” dedi.

Rahmetli o kadar erken kalkardı ki, sabah elinde simit yolları, inşaatları denetlemeye giderdi. Düşünebiliyor mu-sunuz? Bir Başvekil bir iki koruması bunu yapıyor…

Kayseri’nin bir Belediye Başkanı varmış. O devirde, Os-man Kavuncu galiba adı. Sabah kalkıp erkenden eline si-mit alıp, Menderes’in evinin önüne gider, Menderes’i bek-lermiş, bir şeyler istemek için. Menderes kalkar bakarmış, dışarıda Kayseri Belediye Başkanı. Menderes “Benim böyle üç beş Belediye Başkanım olsa yeter.” derdi.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 167

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Menderes’i devirme sürecinde; CHP’li gençlerin kıyma makinasından geçirilerek öldürüldüğü, asfalt yolların altına gömüldükleri palavraları fısıltı gazetesi ile yayılıyordu. CHP Araştırma Komisyonu tüm bunların yalan ol-duğunu rapor edince İsmet Paşa azarlıyordu:-Olmaz! Yoktur demeyeceksiniz. Vardır imajı vereceksiniz!

Yüksel Menderes’in taziyesinde O. Cemal

Fersoy: “Adnan Bey, Yüksel bey siyaset yolunda

öldüler. Mutlu Bey’e siyaset yasağı koyun” deyince

Berin Menderes “Siyaset Millete hizmet sanatıdır.

Ben anneyim. Çocuklarımı Millete hizmet etsinler

diye yetiştirdim. Kader bu, trafik kazası da olur”

diye cevap vermişti…

Rahmetli Menderes sabahları evden çıkar-ken içinden Kur’an okuyup, dua edermiş. Bu arada kendisini uğurlarken Berin Hanıme-fendi de bir şeyler söylermiş. Menderes cevap veremeyince etraftakiler yanlış anlarlar diye Rahmetli eşine demiş ki: “ Berinciğim sabah-ları ne diyeceksen evden çıkmadan söyle de, kapı önünde söylediğinde dua okuduğumdan cevap veremiyorum. Çevredekiler yanlış yo-rumlamasınlar, olur mu?”

Yer Ankara Ulus, sebze hali. Yassıada sözde mahkemesinin sözde hakimi Sa-lim Başol dükkanların birinden domates almak istiyor. Önce O’na dikkat etmeyen manav doldurmuş kese kağıdına doma-tesleri tam tartıya  götürecekken bir bakı-yor ki müşteri Salim Başol. Unutulacak sima mı bu? Kese kağıdını sandığa boşaltıp “domates yok” deyivermiş. Başol sessizce uzaklaşıp gitmiş. Başol’u Anayasa Mahke-mesine üye yaptılar. Emekli olunca evine çe-kildi ve bir daha hiç ortalıkta görünmedi…

Mutahhare Polatkan, Merhum Hasan Polatkan’ın eşi. 27 Mayıs 1960 sabahında silah sesleri duyar, dışarı baktığında evi as-kerlerin sardığını görür. Dâhiliye Vekili Na-mık Gedik’in evini arar telefonla. Gedik’in oğlu «İhtilal oldu teyze, babamı götürdüler” deyince donakalır. Fakat O’nu asıl şaşkına çeviren karşı evden gelen alkış ve yuh ses-leri olmuştur. Sesler nerden mi geliyordu? İnönü’nün damadı Metin Toker’in evinden…

Ankara’yı mabedsiz şehir olmaktan kurtarmak gerekiyordu. Adnan Mende-res Kocatepe Camii’nin inşası için cins atlarını satarak bedelini ilk bağışçı ola-rak bağışlamıştı. Nur içinde yatsın...

27 Mayıs 1960 Darbesinin arkadan kur-malıları “Ada sahillerinde bekliyorum” na-karatlı şarkıyı Yassıada’yı çağrıştırıyor gerek-çesiyle yasaklamışlardı. Onlara da böyle işler yakışıyordu doğrusu…

Yassıada alçak adalet divanının sözde ha-kimi Başol, merhum Menderes’e; “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyebilmişti… Me-zarında ters dönsün…

CHP’liler Menderes’in yaptırdığı ba-

rajları kıskanıyor, diyecek bir şey de bu-

lamadıklarından; “Bu kadar cereyanı ne

yapacaksınız? Toprağı mı vereceksiniz?”

diyorlardı. İşte CHP’nin ufku budur…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU168 |

Muhammed Taha GERGERLİOĞLUII. Dünya Savaşında Türkiye doğrudan yer almadığı

halde stratejik konumu itibariyle savaşın siyasal, sosyal, ekonomik sonuçlarından etkilenmiş, savaş sırasında yaşa-dığı yalnızlık siyasetini aşmaya çalışmıştır. Savaş sonrasın-da Sovyet Rusya’nın Emperyalist baskılarına maruz kalmış ve denge siyasetin ABD’ne yakınlaşmakla bu bunalımı aşmaya çalışmıştır. Dünyada gelişen siyasal-ekonomik olaylara bağlantılı olarak batı siyasetinde yer almaya baş-lamıştır. Savaşın getirdiği ekonomik yıkıntıları aşmak için ABD’den dış yardım sağlamış ve uluslararası ekonomik or-taklıklarda yer almıştır. İçte devletçilik siyaseti, çok partili yaşama geçişle yerini liberalizme bırakmaya başlamıştır.

1949-1953 yılları arasında Suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur. 25.Şubat 1954'te askeri ih-tilal neticesinde Baas partisi iktidarı ele geçirmiştir.

1956 Nisanından itibaren de Baas, Mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok göste-riler düzenlemiştir. 1956 Süveyş buhranı ve İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a saldırmaları, Baas ile Mısır'ı birbiri-ne daha da yaklaştırdığı gibi, Arap dünyasında hem Batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini arttırmıştır.

Nitekim 1957 yılı başından itibaren Suriye'nin gittikçe sola kaymaya ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artma-ya başladığını görüyoruz. Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin kuvvetli adamlarından ve komünist sempatisi ile tanınan Halit el-Azm yapmaktaydı.

Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı ola-rak bir heyetle Moskova'ya gitti ve orada Sovyetlerle bir takım anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 Suriye buhranı patlak verdi. Zira bu anlaşmalara göre, Sovyetler Suriye'ye 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı Bu yar-

dım, Lazkiye'de yeni bir limanın yapımı, Suriye'de kara-yolları ve demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine Suriye'de 6 tane yeni havaalanı inşası için kullanılacaktı. Ayrıca Suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu.

Anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 Ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen Suriye Genelkur-may Başkanı General Nizameddin, emekliye sevk edildi ve yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisine üye olmuş bulunan Albay Afif el-Bızrî getirildi.

Bu gelişmeler, Suriye'nin komşuları Türkiye, Irak ve Ürdün ile İsrail ve Lübnan'da büyük heyecan uyandırdı. Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi Suriye'de bir "köp-rübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" hâline geldiğiydi. İsrail Başbakanı Ben Gurion, Başkan Eisenhower'e gönderdiği mesajda, "Suriye'nin milletlerara-sı komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu. Gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık Rusya'sı za-manından beri ilk defa olarak Sovyetler bu anlaşma ile bir Orta Doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlar-dı. Zira, bu anlaşma ile bir çok asker ve sivil Sovyet uzmanı Suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu.

Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul'a gelerek Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşmeler-de bulundular. Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson da katıldı. Başkan Eisenhower ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda, Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek zorunda kalması halin-de, Amerika'nın kendilerine derhal silah yardımı yapaca-ğını bildirdi. Amerika Batı Avrupa'daki hava kuvvetlerin-den bir kısmını Adana hava üssüne gönderdiği gibi, 6. Filo da Doğu Akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti. Türkiye ise, bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak,bir yandan da Suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenle-yerek, Suriye'ye bir uyarmada bulunmak istedi. Zira şim-di Türkiye, yıllardan beri kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu. Yani Türkiye, Sovyetlerin hem kuzeyden ve hem de güney-den baskısı altına girmek üzereydi.

Irak Kralı Faysal bu toplantıda, Menderes'e “ Osman-lı Devleti'nin dağılması neticesinde, bugün zelil bir du-rumdayız, diyerek; Irak Devleti'ni fesh ederek, Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmak istiyoruz” teklifinde bulunur.

14 Temmuz 1958 tarihinde Emir Faysal a karşı Irak ta ihtilal gerçekleşir.

Irak ile Türkiye nin sınırları kaldırarak tek bir devlet haline gelmesi halinde, siyasi karışıklıklarla boğuşan böl-gedeki diğer devletlerin de Irak'ı örnek alarak Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak olmalarına sebebiyet verebilir ve “Güç Dengesi” Türkiye ye kayabilirdi. ”Bizim çocuklar” şartların olgunlaşmasını beklediler.

27 MAYIS 1960 İHTİLALİ VE GÜÇ DENGESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 169

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Merhum Menderes her şeyin farkındaydı. Grup top-lantısının yapıldığı salonda kürsüye geldi ve tarihe geçecek şu konuşmayı tane tane yaptı:

"Artık herkes biliyor ki; halk, iktidarı elinde tutan kü-çük bir zümrenin elinde oyuncak haline gelmiştir. Haşmet-lilerin(!) işareti ile aydınların, kalem sahiplerinin, devlet adamları öldürülmüş ya da zindanlarda çürütülmüşlerdir. Bu terör havasının halkta meydana getirdiği eziklik duygu-sundan cesaret alınarak halka başıbozuk (cahil) denmiştir. Şimdi size soruyorum: Bu derece hakir gördükleri ve ba-şıbozuk telakki ettikleri halka idareyi devretmek ve bunu hazmetmek bunlar için kolay mı oldu zannediyorsunuz?

Kıymetli arkadaşlarım! Uzun zaman sonra sivil yöne-tim kurulmuş, insan haysiyet ve şerefine yakışır bir şekilde ekonomik, sosyal ve manevi alanda bu milletin yüzünü güldürecek bir hükümet iş başına gelmiştir. Bu memleket-te daha yakın zamana kadar totaliter bir idarenin hüküm sürmüş olduğunu ve devlet memurlarının büyük çoğun-luğunun böyle bir idarenin gereklerine, isteklerine göre yetiştirilmeye çalışılmış bulunduğunu hatırlayabilirsiniz. Dün olduğu gibi bugün de halktan uzak, silah himayesin-de çalışmayı tercih eden kalem sahiplerinin, sözüm ona ilim adamlarının ve idarecilerin olduğu herkesin malu-mudur. Bahsettiğimiz zümre, düşmanlarımızla söz birliği içinde cennet haline gelmeye müsait olan Türkiye'mizin çehresini değiştirmeye uğraşanları imha ve bertaraf etme-yi kendilerine amaç edinmişlerdi. Çünkü Türkiye'de artık başıbozukluk yoktur. (...) Bu durum, dünün diktatör (zih-niyetindeki) lerini çileden çıkarmaktadır. Kurdun koyun postuna bürünmesi gibi kendilerini demokrasi -ve cum-huriyet- havarisi gösterip karşımıza çıkıyorlar ve halkımızı bu nimetlerden mahrum etmek için her türlü hileyi, entri-kayı mubah görüyorlar. Cenab-ı Hak, Türk milletini bun-ların ihtiras ve şerrinden korusun!"

Başbakan, bir yudum su içti ve kalabalığı dikkatle süz-dükten sonra siyaset yoluyla kendilerini alt edemeyenlerin oyunlarına da işaret etti: "(Rakiplerimiz ve işbirlikçileri) Üniversiteye gidecekler, profesörlere, 'fetvalarınızı hazır-layın' diyecekler. Kumandanlara gidecekler, 'eskiden beri himayenizde çalışmayı büyük bir şevkle arzu eden biz bendelerinizin hulus-u kalb ile arz etmek istediğimiz hu-sus şudur ki; bu memleketi ancak sizler idare edebilirsiniz' diyecekler. 'Müdahale (ihtilal) zamanınız gelmiştir' diye-cekler. 'Milletten korkmayınız, onlar koyun sürüsüdür' diyecekler. Arkanızdan gelecektir diyecekler. Ve Kızılay Sıhhiye'de öylesine bir toz duman koparabileceklerdir ki; memleket o toz duman içinde kaybolabilecektir. Vicdanla-rı sızlamadan bu aziz milletin saadet ve refah yolunda kat ettiği mesafeyi yarıda bıraktırarak milletin önüne İskender seddi gibi bir set çekebileceklerdir. Milletin ulaşmak iste-diği hedefi unutturabilecekler, o cehennem çukurlarının içine bu aziz milleti tekrar sokmak için silah ve süngüleri kullanabileceklerdir.

Çok muhterem arkadaşlarım; Benim iddia ve tahlilleri-min delilleri ortadadır kanaatindeyim. Netice olarak önü-müzde iki yol vardır. Daha önce denenmiş o meş'um ve menhus gelenekleri bırakarak herhangi bir müessesenin

imtiyazlı zümrenin himayesine girmeyerek milleti refaha götürmek. Bu yolda yürümek istiyorsanız sizinle berabe-rim. Diğer bir yol ise zinde kuvvet (askerî cunta) dedikleri şeyin desteğini alıp, milleti cehennemî bir havada yaşat-maktır. Bu yolu tercih ederseniz sizinle beraber değilim.”

Vekiller ayağa kalkarak Başvekil Menderes'i hararetle alkışlamaya başladılar.

Alkışlar kesildikten sonra Menderes, Vekillere: “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” diyerek,

gruptaki konuşmasına son verdi. 1960 Şubatı'nda, yani ihtilal den 3 ay önce Türk Dışişle-

ri, Menderes'in haziran ayında bir dizi proje anlaşması için Sovyetler Birliği'ni resmen ziyaret edeceğini duyurdu. He-men akabinde o yılın eylül ayında Kruşcev'in Türkiye'ye geleceği açıklandı. Haziran'da Menderes Moskova'ya gide-cek, Eylül ayında da Kruşçev Ankara'ya gelecekti ve Tür-kiye ile Sovyetler Birliği arasında bir dizi proje anlaşması imzalanacaktı.

27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti nde Baş-bakan merhum Adnan Menderes ve Hükümetine karşı ih-tilal gerçekleşir.

Kaleme aldığı son mektubunda : “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın ipleri-

nin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüz-de deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahra-man efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesin-de sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabi-lirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle beraberdir.”

Mustafa Nevruz SINACIKurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbına yönelik

bir “düşmanlık hareketi” olan; Aynı zamanda Mare-şal Mustafa Kemal’e rağmen Rıza Nur, Bay İsmet ve (dâhili-harici) şerikleri tarafından İngiliz & Ameri-kan Şürekâsı ile yapılan gizli anlaşmaları hayata ge-çirmek amacına matuf “11 Kasım 1938 karşı devri-mi” sonucu Türkiye:, 12 yıl süreyle bir esaret, koyu istibdat, despotizm ve diktatörlük rejimine, daha doğrusu zulmüne maruz kaldı…

Mezalimin 1939 -44 dönemi: Asaleten Türkleri ve Türk kanaat önderlerini sindirme;

1945 -1950 arası; 2. Dünya Savaşı bahanesiyle, (savaşa girilmediği halde) topyekun milleti açlık, kıt-lık, fakirlik ve işsizlikle kırma, hayatından bezdirme, devletten nefret ettirme, ümitlerini kırma ve yıldır-ma operasyonları ile geçti.Bu nefret ve fetret döne-minde ayrıca:

17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, 1944’den itibaren politize edilerek, Marksist–komünist hücrelere dönüştürüldü. 1945’de BM’e katıldıktan sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri “Milli Ordu” olmaktan sür’atle çıkartılarak; ABD güdümlü cuntalara terk ve teslim edildi. Cumhuriyet tarihi-nin en iğrenç ve utanç verici “Açık Oy - Gizli Sayım” soytarılığı ile Milletvekili Genel Seçimleri yapıldı. 27 Aralık 1947 günlü Fulbright antlaşması ile Milli Eği-tim sistemini şekillendirme görevi ABD’ye terk edil-di. 1949’da Avrupa Konseyi'ne girilerek vahşi, kapita-

list ve emperyalist batı’nın, Osmanlı’dan sonra tekrar Türkiye devleti ve Türk milletini sömürme, yozlaştır-ma, insanlık dışı yaptırımları dayatma yolu açıldı…

Oysa, Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu, 1929 –1932 dönemi yaşanan “Dünya Ekonomik Bu-nalımı”; Basiret ve beka sahibi, yürekleri iman, insan ve vatan sevgisi ile çarpan Milliyetçi yöneticiler saye-sinde Türkiye’de hissedilmemişti bile!..

Buna mukabil 1940 -1945 arası politikacıların bilgisiz, yeteneksiz, basiretsiz olmaları yüzünden; Sa-vaşa girmememize rağmen fakirlik, açlık, yokluk ve zorluklar hayatı çekilmez, yaşanmaz hale getirmiş:, Atatürk, Cumhuriyet ve demokrasi dönemi kaza-nımları hovardaca harcanarak sür’atle tüketilmiştir. İkinci dünya savaşında, tedbiren sınırda bulunan, or-dumuzu güya doyurmak için köylüden toplanan hu-bubat heba edilmiş Camiler depoya çevrilmiş; Dini hassasiyeti olan halkımıza “Türkçe Ezan” dayatılmış, Kur-an’ı Kerim toplatılmış ve Anadolu da İslâm’ın tasfiyesi için her nevi baskı, şiddet ve menfur tedbire tevessül edilmiştir.

Açıkça ve kısaca: 1939 – 1950 sürecinde ülkemiz-de Cumhuriyet, özgür bilim, düşünce ve ifade hür-riyeti; Hak, adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasiden eser yoktur. Ezilen halk, despot hükümet eliyle resmi gasp, zoraki irtikap, yalan-talan; Açlık-yokluk, işsiz-lik, fahiş vergi, fahiş fiyat ve soygun derecesinde hak-sızlık ve yolsuzluklara maruz bırakılmıştır…

11 yıl hüküm süren bu fetret döneminde özgürlük ve demokrasi yoktur.

Beyaz İhtilâl, meşru bir haktı. Meşru ve hukuki yolla yapıldı.

1946 – 1950 arası: Kurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbı kökünden yeşeren, “yeni bir Milli mücade-le ruhuyla (46 ruhu)”, bütün engel, tuzak, tutuklama, hile ve desiselere rağmen azim ve kararlılıkla yükse-len, Türk Milleti’nin kahir ekseriyetince kabul göre-rek benimsenen “Halk Hareketi” 14 Mayıs 1950’de: “Yeter!... Söz Milletindir..” diye haykırmak, zulme baş kaldırmak, direnmek suretiyle ülkeyi tekrar özgür-lük, adalet ve demokrasiye kavuşturmuştur.

Özgürlük, Cumhuriyet ve Demokrasi’nin, birlikte hayat bulduğu tarih: 14 Mayıs 1950’dir.

Her “14 MAYIS” mutlaka “Türk Demokrasi Bay-ramı” olarak kutlanmalıdır.

...Türk Milleti 14 Mayıs 1950’de bir defa bu tuzaktan

kurtuldu. Bir “kurtuluş savaşı” daha yapmak zorun-da kalmamak için “Demokrasi Bayramına” sahip çı-kılmalıdır. Aksi takdirde bu gidişle çok istese de kut-layamayabilir!.. “14 Mayıs Demokrasi Bayramınız” kutlu olsun!..

HÜRRİYET, ADALET VE “DEMOKRASİ BAYRAMI”

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU170 |

Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihi-mizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme te-şebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan bi-rincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte mil-let hafızasından silme girişimidir.

Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cü-rüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği gün-den itibaren yapılmıştır.

İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğra-yan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.

Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘ha-yati önemi haiz’ günleridir.

15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cum-huriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisna-sız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..

Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Mali-ye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milli-yetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..

17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, se-fil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (te-kabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…

Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDI-LAR…

Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.

O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut dikta-nın vasileri sigaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dön-me, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atı-lamadı…

Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çörekle-nip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yo-lunu tıkadılar.

Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hü-kümferma olmaktalar…

Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz ata-lım:

27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele ge-çirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çö-kertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkar-tılamamasının nedeni budur.

O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, si-yasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..

...Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet; Merhamet ve muhabbet yok!..İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti;

Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dün-yanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Öz-gürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yü-zünden…

Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:

05 Eylül 1961 günü görülen “Anayasa ihlâli (!) dava-sı” ile duruşmalar sona erdi.

Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tari-hin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.

13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Baş-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 171|

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ MÜ?..

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU172 |

kanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilme-mesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,

Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.

13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten et-kili olmasına engeldi.

15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açık-ladı.,

16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan.,17 Eylül'de Menderes idam edildi.,15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı

diğer seçim) yapıldı.Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene

sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Mec-lis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.

Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röporta-jı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenme-mek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun katilidir’ unva-nını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuç-ta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.

Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…

ADNAN MENDERES

Yıl bindokuzyüz altmışbir eylül onyedi.Kokuşmuş düzen üç vatan evladı yedi.

Zalim çirkef düzenin Yassıada adresi.Kalleşçe şehit ettiler astılar Menderes’i.

Dün sayfalara bakarken utandım halimden.Bir şeyler yazmak gerekti ne gelirse elimden.

Hüzün dolu kalbimle kalemime sarıldım.Hep bir şeyler yazan dizelere darıldım.

Suçsuz yere astılar üç vatan evladını.Anmamak küstahlık şehitlerin adını.

İnsanlıktan nasip almamış bunların zerresi.Astılar Rüştü Zorlu,Hasan Polatkan,Menderesi.

Yalan dolan üstüne kurdular bir mahkeme.Mahkeme-i Kübra da ne diyeceksiniz hakime?

Tarihte gördünüz mü hiç,asılmış bir başbakan.Şeytanın askerleriydi hep,yürekleri yakan.

Unutmak mümkün mü yıllar geçse de aradan.Mutlaka hesabını soracaktır alemleri yaradan.

Hep aziz vatan için canlarını ettiler feda.Hadi anlat feryatları anlat gayrı Yassıada.

Demokrasi diye ortalığı birbirine katanlar.Koskoca insanlık asıldı unuttun mu bir zamanlar.

Milleti aldatıp da meydana kurdular dar ağacını.Ta yüreğimde hissediyorum senin büyük acını.

Yıllarca bu aziz millete hep attınız kazık.Kolay yetişmiyor bu değerler yazık ki yazık.

Bu vatana hainlik edeni bağrılarına bastılar.Memleketi için çalışanı acımadan astılar.

Rabbim yaşatmasın bir daha böyle acı.Ülkemin bütünlüğüne kurulmasın darağacı.

Aşık Ramazan’ın andım büyük insanı,yad olsun.Allah rahmet etsin mekanı cennet,ruhları şad olsun.

Ramazan AKKAŞTepeköy / NEVŞEHİR

17 EYLÜL 2012

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

IRAK MESELESİ VE DEVLETTÜRKİYE’NİN bir Irak politikası olmadığını sa-

nıyorduk. Yanılmışız. Meğer ki varmış(!). Daha doğ-rusu var olması gereken değişmiş ve kırmızı çizgiler de kalkmış. Yeni Irak politikası; Barzani’yi ve Irak’ta-ki Kürt devletini bağrımıza basmak olmuş. Aslında, Irak’taki gelişmeler karşısında epeyce bir zamandır devam eden sessizlik ve tepkisizlikten kuşkulanmı-yor değildik. Gerçi Genelkurmay Başkanı da Irak’taki son durumun göze alınması gerektiğini söylemişti. 3 Aralık’ta bir gazetede ise, Cumhurbaşkanı’nın Irak’taki son gelişmeler dolayısıyla MGK’dan yeni bir Irak po-litikası tespit edilmesini istediği yazıyordu. Görülüyor ki artık her şey açıkça ortadadır. Türkiye Irak’ın bölün-mesini kabul etmiştir. Kürdistan Bağımsız Devleti’ni de -birincisini kabul edince- zaten zorunlu olarak kabul etmektedir. Biz de bundan kor-kuyorduk ama vatana olan sevgimiz dolayısıyla gönlümüz bir türlü böyle bir ihtimali ülkenin üzerine kondu-ramıyordu. Devlete güvenimizden dolayı bir devlet politikası olan Irak’ın bö-lünmemesi ve ne bağımsız bir Kürdistan, ne de böyle bir gelişmeye yol açabilecek gevşek bir federasyona Irak’ta geçilmemesi yolundaki devlet politikasının değişmeyeceğine olan inancımızı koru-yorduk. Değişmemeliydi de. Değişmesi, yanlıştır. Yol yakınken tekrar bundan dönülmelidir. Bu yazının amacı da kısaca bunu anlatmaktır.

Bağımsız Kürt Bölgesi ve Barzani’yi benimsemenin neye faydası olacaktır?

Devlet cevap vermeliIRAK'IN toprak bütünlüğünün korunmasını is-

tememizin iki temel sebebi vardır: Birincisi; Irak’ta kurulacak bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’deki bölücülüğü tırmandıracağı idi. Türkiye Irak’ın bütün-lüğünü kendi bütünlüğü olarak kabul ettiği için isti-yordu. Acaba ne değişti? Veya kimden ne vaat alındı da Irak’ın bütünlüğünün bozulması Türkiye’ninkinin bozulması ile eşdeğer olmaktan çıktı? Devlete düşen önce bunu açıklamaktır.

İlk başta özerk Kürdistan’ın Irak Federasyonu'na bağlı olacağı ileri sürülse de bunun hiçbir geçerliliği

yoktur. Özerk Kürdistan Irak Federasyonu'na bağlı olsa dahi bu bağ oldukça gevşek bir bağ olacaktır. Bu, kabul edilen Anayasa ile ortaya çıkmıştır. Böyle gev-şek bir bağın kaçınılmaz olarak bağımsız Kürdistan Devleti’ne yol açacağı tartışmasını, bir kenara bıraka-lım. Bu gevşek bağdan dolayı Kuzey Irak’taki Kürtlerin Irak Devleti karşısında sahip olacağı haklar, acaba Tür-kiye’deki Kürtler için imrendirici olmayacak mıdır? Böyle bir federasyon modelinin bağımsız Kürdistan Devleti’ne yol açmasa bile Türkiye’deki bölücülüğü ne ölçüde arttıracağı, ne tür sonuçlar vereceği için ayrıca bir şey söylemeye hiç gerek yoktur. Bunun içindir ki devlet, nasıl olup da özerk Kürdistan’ın Türkiye’deki bölücülüğü azdırmayacağını, kamuoyuna açıklamalı-dır.

Irak bölününce Kuzey'in dışındakiler ne olacak?

Bilgi alma herkesin hakkıSAYIN Gül: Kuzey Irak bizim

hinterlandımızdır, diyor. Maaşallah. Peki, Bağdat ve Basra da bizim hin-terlandımız değil mi? Daha aşağılanrı bir zamanlar Gül’ün öğretim üyeliği yaptığı yerler bizim hinterlandımız

değil mi? Suriye bizim hinterlandımız değil mi? Kıbrıs bizim hinterlandımız değil mi? Türkiye’nin hinterlandı Kuzey Irak’la sınırlı değildir. Kimse uğraşmasın; tesli-miyetçilik gerekçe kabul etmez.

Irak bölünürse, Güney Irak ne olacak? Bağımsız Şii Arap devleti İran’ın kukla devleti olur. Bunu defalarca yazdık. Bu gevşek federasyon içerisinde kalsa bile, yine de İran’ın egemenliğine girmiş olur. Şimdi yine soru-yorum: Türkiye böyle bir gelişmeden memnun olacak mıdır? Yoksa bunun böyle olmayacağına dair kesin bir vaat ya da garanti mi almıştır? Devlet bunları da açık-lamalıdır. Zira Türkiye’nin Irak’ın bütünlüğüne sahip çıkmasının ikinci sebebi; Irak’ın bölünmesi halinde bölgedeki ülkeler arası dengelerin onarılamaz bir şe-kilde bozulacağıdır.

Bu yazıda devlete yönelttiğimiz sorulara, devlet ce-vap vermelidir? Vermezse herkes bunları ondan sor-malıdır.

Irak'ın toprak bütünlüğü mutlak suretle korunmalıdır

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 173|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU174 |

Prof. Dr. Emine GÜRSOY NASKALİMarmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi

Yassıada mahkemesi bir darbe mahkemesidir. Bu mahkemenin iddiaları da kararları da darbeyi haklı göstermek amacıyla düzenlenmiştir. 27 Mayıs darbesi siyasete el koymuş, iktidarı gaspetmiş, serbest seçim ve çoğunluğun oyuyla iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi yani demokratik iradeyi cezalandırmıştır.

Yassıada’da görülen Anayasayı ihlal davası; vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes’le birlikte toplam 401 Demokrat Parti milletvekili darbe mahkemesinde bu da-vadan sanık olmuş ve yargılanmıştır.

Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının se-bebi Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı da idam edebilmek içindir. Çünkü cumhurbaşkanı ancak vatana ihanet suçu kapsamında mesul tutulabilmekte ve yargı önüne çıkarı-labilmektedir. O tarihte 78 yaşında bulunan Celal Bayar’ı asabilmek için, ayrıca, Ceza Kanunundaki yaş haddi kal-dırılmış böylece Bayar’ın asılması için ‘hukuki’ zemin hazırlanmıştır. Yassıada mahkemesinin kararları daha davalar başlamadan tayin edilmiştir.

Yassıada mahkemesinde yapılacak tahkikat ve taki-batın şekil ve mahiyetini sivil kesimden birkaç profesör, bazı askeri yargı mensupları ve Milli Birlik Komitesinin Yassıada mahkemesine başhakim tayin ettiği şahıs ka-rarlaştırmıştır. Darbe mahkemesinin arka planında Mil-li Birlik Komitesi bulunmaktaydı. Vahim suçların iddia edilmesi, ağır suçların bulunması ve ağır cezaların veril-mesi 27 Mayıs darbesinin gerekliliğini ve ‘meşruiyet’ini

kanıtlamak, darbecileri de isyan veya darbe suçundan aklamak için kendi açılarından bir mecburiyetti.

Devrim-inkılap-ihtilal-darbe-ayaklanmaDarbeciler ve yandaşları 27 Mayıs askeri darbesini

bir ‘devrim’ olarak isimlendirmişti. 27 Mayıs bahsi okul kitaplarına alınmış, 1960’tan 1983’e kadar okul kitapla-rında bir ‘devrim’ olarak okutulmuştu. 27 Mayıs darbesi, Hürriyet ve Anayasa Bayramı adıyla 1963’te İnönü hü-kümeti tarafından resmi bayram ilan edilmiş ve kutlan-mıştı.

Yassıada mahkemesinde Celal Bayar 27 Mayıs’tan ‘ayaklanma’ olarak söz etmişti. Daha sonraki yıllarda 27 Mayıs’tan ‘fiili hareket’ olarak bahsetmişti, yani 27 Mayıs’ı bir darbe olarak bile nitelememişti. Yine Celal Bayar, mahkemenin şedit ortamında askerin siyasete karışma-sını eskiden de bugün de doğru bulmadığını söylemişti.

“Sizi buraya tıkan kudret”Yassıada mahkemesi başhakimi Salim Başol’un sar-

fettiği “sizi buraya tıkan kudret” böyle istiyor sözleri Anayasayı ihlal davası sırasında Manisa Milletvekili Sa-met Ağaoğlu’nun bir itirazı üzerine söylenmişti.

İddiaİddiaya göre kanunlar ve olaylarla Cumhuriyet pren-

sipleri ihlal edilmiş, dikta rejimi desteklenmiş, anayasa ihlal edilmiş, teşrii murakabe yapılmamış.

Anayasa1950-1960 arası hükümet olan DP döneminde 1924

Anayasası yürürlükteydi. Anayasanın ilhal edildiği ge-rekçesiyle DP’yi yargılayan darbeciler 1924 Anayasasını

YASSIADA MAHKEMESİANAYASAYI İHLAL DAVASI

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 175

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

toptan feshetmişlerdir. Şayet bir ihlalden söz edilecekse, Anayasayı 1960 darbesi ihlal etmiştir. 1961 Anayasası ile milli iradeye ortak bürokratik kurumlar ihdas edilmiş, İnönü ve Milli Birlik Komitesi üyelerine ömür boyu süre-cek olan “tabii senatörlük” gibi bir makam sunulmuştur. Kendi idarelerini İkinci Cumhuriyet olarak tanımlayan Milli Birlik Komitesi, yeni Anayasayı yeni cumhuriyeti kurmakla görevli Kurucu Meclise yaptırmıştır. Kurucu Meclise Demokrat Partiyi temsilen hiç bir üye alınma-mış, bu meclis CHP kadro ve taraftarlarıyla kurulmuştur.

Demokrat Parti döneminde geçerli olan 1924 Anaya-sası kuvvetler ayrılığı esasına değil, kuvvetler birliği esa-sına dayalıydı. Milli Mücadele ruhuyla Meclis tek varlık olarak milli iradeyi temsil ediyordu. Tüm yetki Meclis’e verilmişti. Onun için Meclis’ten çıkan kanun millet ira-desi hükmünde ve anayasal kabul ediliyordu. Meclis’in tasdik ettiği bir kanunu anayasaya aykırı olmuyordu.

Adnan Menderes, “Hakikat şudur ki, kanun vazıı, 1924 Anayasası ile her şeyden evvel bir rejim değişik-liğini mektup hale getirip tahakkuk ettirmeyi, yani sal-tanat idaresinden milli hakimiyet rejimine geçmeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki, kuvvetler birliği esasına dayanan tek Meclisli bu idarenin memle-ket mukadderatına kayıtsız şartsız hakim olması gayesi her mülahazanın üstünde yer almış ve Anayasanın temel yapısı böylece yoğrulmuş ve muhtevası böyle bir maksat-la kaleme alınmıştır.” diyordu ve “Bilhakika Anayasaya aykırı kanunların çıkarılamıyacağı yine Anayasada bir madde ile tasrih edilmiş bulunuyor.”, “Çünkü biraz önce arz ettiğim gibi ve iddia hilafına olarak Anayasa, kuvvet-lerin tefriki esasına değil, tek Meclis hakimiyeti esasına dayanmakta ve Anayasa muhalefet iddialarının kanunla-rın tefsiri, kararlar ıstarı, hatta Başkumandanlık sıfatının Meclisin manevi şahsiyetinde mündemiç bulunması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk milletinin yegane ve hakiki mümessili olduğu bu Anayasada yer almış bu-lunmaktadır.” diyordu.

İzmir Milletvekili Nuriye Pınar da “Esasen Anayasaya aykırı kanunlar yaparak diktaya gitmek diye bir şey ba-his konusu edilemez. Çünki milletin hakimiyeti Büyük Millet Meclisinde toplanmıştır. Millet Meclisinin yaptığı her kanun Anayasaya uygundur. Bunu en veciz şekilde kurucumuz Atatürk şöyle ifade etmiştir; "Hakikati halde hakimiyet yalnız bir şekilde tecelli eder. O da hakimiyet sahibi olan insanların doğrudan doğruya bir araya gele-rek teşrii, icrai, adli vezaifi bizzat ifa etmeleri ile müm-kündür.” Yine Atatürk'e göre hakimiyet denilen kuvvet kabili tefrik ve kabili tevdi değildir.”

DiktaAnayasayı ihlal davasında mahkemenin iddiaları

arasında diktaya gitmek konusu yer alıyordu. Demokrat Parti milletvekilleri diktaya gidiş iddiasını reddetmişler-der.

Şayet bir mahkumiyet kararı verilecek olursa şahıs-larının değil, milli iradenin ve Türk adaletinin mahkum

edilmiş olacağını, vatan haini değil vatanperver insanlar olduklarını, söylemişlerdir. Serbest seçimin olduğu yerde diktanın olamayacağını, üstelik iktidara geldikten sonra iki defa daha milli irade ile seçilen bir siyasi teşekkül için diktadan söz etmenin mümkün olmadığını söylemişler-dir. Esasen köy muhtarlarından ve ihtiyar meclislerinden başlayarak kademe kademe Büyük Millet Meclisine ka-dar bütün müesseseleri ile demokratik nizam çerçevesi içinde hakim murakabesine tabi şartlar altında cereyan ettirilen bir seçimde diktanın mevzubahis ve mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.

Mecliste oy kullanırken kimsenin baskısı, tesiri, teh-tidi veya minneti altında kalmadıklarını çünkü yokla-mayla milletvekili seçildiklerini, seçmenlerinden başka kimseye medyun olmadıklarını söylemişlerdir. DP için-de hükümete şiddetle muhalefet eden milletvekillerinin bile bir sonraki seçimde veto edilmediğini, ancak her dönemde önemli bir kadro değişikliği yapıldığını ifade etmişlerdir. Demokrasinin sosyal hayatımıza ilk defa DP ile girdiğini belirtmişlerdir.

İzmir Milletvekili Necdet İncekara, “Bir diktatörlü-ğün ya orduya, ya polis kuvvetlerine veya gençlik teşkila-tına dayandığını, DP’nin böyle bir dayanağı olmadığını, olmuş olsaydı bir saat içinde derdest edilip Yassıada’ya konamayacaklarını ifade etmiştir. DP’nin orduya dayan-madığı muhakkaktır. Polis teşkilatına gelince, 7 milyara çıkan devlet bütçesi içinde polis kuvvetlerinin bir dikta rejimini destekleyecek istikamette bir seviyeye getirilme-diği de aşikardır. Bütün Türkiye'nin polis mevcudu, Paris polis kuvvetleri mevcudunun yarısıdır. Gençlik teşkilatı gibi, SS'ler gibi, siyah gömlekliler gibi bir şey tasavvur-larından geçmemiştir. DP’nin gençlik teşkilatı bir özenti halinde Halk Partisi gençlik kollarının tatbiki mahiyetin-de olmuştur. O kadar dahi inkişaf etmiş bir teşkilatı yok-tur. Bu itibarla bir diktatörlükten söz edilemez.” demiştir.

İstanbul Milletvekili Necmi Nuri Yücel, “Mahkemede DP milletvekillerinden bazıları hükümeti şiddetle tenkit ettiklerini söylediler. Evet doğrudur, şiddetli tenkitler yapılmıştır. Bu şiddetli tenkitlerin kolayca yapılabildiği, tenkidlerinden dolayı hiç bir gazetecinin ceza görmediği kabul buyurulursa, böylesine bir tenkit hürriyeti içinde dikta rejimi bahis konusu olmaz. Zira dikta rejiminde tenkid bulunmaz.” demiştir. “Ayrıca, seçime gitmek üze-re idik. On beş gündür huzurunuzda okunan zabıtlarla yapılan konuşmalardan anlaşılmıştır ki böylesine gayri mütecanis bir siyasi grubun diktaya gitmesini müm-kün görmem. Kanun sayısının 8.000'e yaklaşmış oluşu, mensup olduğum grubun objektif hukuka, hukuk anla-yışına bağlı olduğunu gösterir. Zira diktaya gidiş halin-de kanunlardan ziyade emirnameler, kararnameler ve fermanlar hakim olur. Ben Adnan Menderes'te bir dikta temayülü görmedim.” demiştir.

Tahkikat Komisyonu ve Salahiyet Kanununa oy veren DP milletvekilleri olduğu gibi, vermeyenler de olmuştur. Vermeyenlerin bir kısmı bu kanunu Anayasaya aykırı olacağından değil, siyasi tansiyonu gereceği düşüncesiyle

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU176 |

kanuna oy vermemiştir.Milletvekilleri dikta iddiasına bir başka açıdan da iti-

raz etmişler ve “Dikta tek şahıs ile olur, halbuki kararna-mede birinci mesul Celal Bayar deniliyor. Bir taraftan da Adnan Menderes deniyor. Dikta tek bir esasa müstenit-tir.” demişlerdir.

İstanbul Milletvekili İsak Altabey ise, Demokrat Parti’nin Musevi cemaatine yaptığı davet çağırısı üzerine cemaat reisi tarafından aday gösterildiğini ve DP millet-vekili seçildiğini söyledikten sonra, “Dikta rejimine gi-dildiği yolunda bir kanaate sahip olmadığım gibi böyle bir gayeye hizmet etmek, takdir buyurursunuz ki, be-nim durumumda olan bir milletvekili için imkansızdır.” diyor, çünkü “ailesi etrafından 7 kişiyi Auschwitz Nazi imha kamplarında kaybetmiş bir insan için bir diktaya gidişe yardım tasavvur dahi edilemez.” demiştir.

Seçim27 Mayıs darbesine gerekçe olarak, DP’nin erken se-

çime gitmek istemediği ve darbenin bu sebeple yapıldığı söylenmektedir. Bu söylem birkaç yönden sakattır. Bir kere, hiç bir hükümetin erken seçime gitmek gibi bir mecburiyeti yoktur, seçimin bir zamanı vardır ve nor-mal şartlarda seçimler tayin edilmiş zamanlarda yapılır. İkincisi, Menderes, 1961 baharında normal seçim yapıl-ması için bütçeye fasıl konması konusunu Maliye Bakanı Hasan Polatkan’la görüşmüştü. Erken seçim konusu da görüşülmüş, en kısa zamanda seçime gidileceği İzmir ve Eskişehir seyahatlerinde ifade edilmişti, ancak seçim ya-pılamadan darbe gelmişti.

1960 darbesinden bir elli yıl sonra bile güncelliğini ko-ruyan seçim ve darbe konusunda bir köşe yazarımız şun-ları söylemektedir: “Seçimlerin aksatılmadığı bir ülkede askeri darbe yapmak alçaklıktır. Sana güvenip ülkesinin güvenliğini sana emanet eden, silahını alan, üniforma-nı diken, lojmanını yapan, cebine paranı koyan halkına ihanettir. Senin “düşmanla” savaşacağını sanıp sana karşı hiçbir tedbir almayan insanını kalleşçe arkadan hançer-lemektir. İktidara gelebilmek için meydanlara çıkıp hal-kından oy istemeye gücü yetmeyen ödleklerin iktidarı silahla çaldıkları sefil bir zorbalıktır. Darbe yapanların, darbe tezgahlayanların, darbe planları hazırlayanların, “halkına ve ülkesine ihanetten” ağır cezaya çarptırılmala-rı gerekir.” (Ahmet Altan, Taraf, 29 Nisan 2010)

Gösteri Yürüyüşleri KanunuAnayasayı ihlal olarak ortaya sürülen Gösteri Yürü-

yüşleri Kanununun çıkarılmasının sebebi şudur: 1950 genel seçimlerden hemen sonra muhalefet partisi yur-dun her bucağında ve köşesinde mütemadi ve ısrarlı top-lantılar yapmış, her Cumartesi ve Pazar günleri memle-kette 30-40 miting gerçekleştirilmiş, bunların adedi yılda binleri aşmış, parti mensupları kamyonlarla Ankara’ya taşınmıştı. Bu girişimler, Adnan Menderes’in de dediği gibi, seçimle birlikte tecelli eden millet iradesiyle tezat teşkil etmiştir. Huzur ve sükuna ihtiyacı olan vatandaş kitlelerinin onların irade ve ihtiyarları dışında ve bir çok

hallerde zorla ayağa kaldırarak rahatsız etmeğe, iş ve gü-cünden alıkoyup milli randımanın eksilmesine sebebiyet vermiştir. Nevşehir Milletvekili Necmettin Önder’in de-diği gibi açık hava toplantıları yapmak suretiyle daima bir seçim tansiyonu içinde ve vatandaşları avare bırakarak bir yıl içinde iki bin miting yapılmış, üç beş bin kişinin bir araya geldiği bu mitingler sebebile 20 milyon insan dükkanını, tezgahını kapatmak durumunda kalmıştır.

İnönü FaktörüYassıada davalarının bir kısmı doğrudan doğruya İs-

met İnönü’yü ilgilendirmesine rağmen, İnönü’nün şahit olarak Yassıada’ya çağırılması talebini mahkeme reddet-miştir, “şahsına hürmeten” gerekçesiyle İnönü Yassıada’ya getirilememişti.

Mahkeme İnönü’ye endeksli olmuştur, herhangi bir şahıs veya olay İnönü’yü memnun etmiş ise, bu makbul addedilmiştir. İnönü’nün tenkit edilmesine izin verilme-miştir.

İstanbul Milletvekili Muhlis Erdener, İnönü hakkın-da konuşmak istemiş ama konuşturulmamıştır. Başha-kim “İnönü’yü bırakın efendim ... Bunları söylemenize müsaade edilemez.” demiştir. Erdener ise, bir çok ka-nunumuzun maziden gelen tatbikatlarla bu güne kadar masuniyetini koruduğunu söylemiş ve “şimdi en büyük muhalefet partisinin ve hassaten onun lideri İnönü’nün kendi görüş, anlayış ve beyanları hilafına olarak böyle bir kanun çıkmasını Meclisin meşruiyetini ihlal edilmiş ad edecek kadar ağır bir suç telakki etmesi ve bu yolda memleket sathında büyük endişe ve tereddütler yarata-cak beyanlar yapması maalesef samimi telakki edilemez.”, “Sayın İnönü kanunların Anayasaya aykırı olup olmadı-ğını tayin ve tespiti hakkının yegane merciinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu yolunda iç ve dış için yap-mış olduğu müteaddit beyanlar hilafına 7468 numaralı kanunun kabulü dolayısiyle iktidarın gayri meşruluğunu ilan ve iddia edecek kadar ileri gitmesi, yine samimiyetle telifi mümkün olmayan diğer bir fiili olmuştur.” demiştir.

Kastamonu Milletvekili Münif İslamoğlu, Meclis konuşmalarının birinde İnönü’nün memleketi felakete, ihtilale götürdüğünü söylemiş, “her şeyden evvel İnönü meselesi ortaya çıkmaktadır, bu menfur adamı politi-ka dışına atmak lazımdır, bendeniz ancak bu takdirde memleketin huzura kavuşacağını sanıyorum.” demiş. Bu konuşmanın mahkemede okutulması üzerine Münif İs-lamoğlu söz istiyor. Başhakim, “Ne imiş, bir şey mi söy-leyeceksiniz?” diye soruyor. İslamoğlu, “Efendim, sonra-dan inkişaf eden hadiseler o zamanki görüşümün doğru olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. Çünkü muhalefet liderleri memleket sathında bilhassa komşu memle-ketlerdeki hadiseleri istismar ederek Nuri Sait Paşanın akibetinin devleti idare edenlere bir ders olmasını ileri sürüyorlardı.” diyor. Başhakim sinirleniyor ve, “Şimdi de isbat ediyorsunuz, musırsınız diyorum. Değil mi? O zamanki söylediklerinizde, bu noktai nazarda musırsı-nız.” diyor. İslamoğlu, “Musır değilim, tahakkuk ettiğini görüyorum.” diyerek diretiyor. Başhakim yine, “Musır-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 177

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

sınız?” diye İslamoğlu’nu yıldırmaya çalışıyor ama İsla-moğlu, “Musır değilim efendim. Bu hadiseler o günkü görüşüm şeklinde inkişaf ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim yine, “Şu halde musırsınız.” diyor. İslamoğlu, “O günkü görüşümün bugün hadiselere inkılap ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim sindirmekte ısrarla, “Söz-lerim doğru diyorsunuz?” diyor. İslamoğlu, “O zamanki kanaatlarım tahakkuk etti diyorum.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Başol, İslamoğlu’na oturmasını söylüyor.

İstanbul Milletvekili Enver Kaya da, “30 Nisan'da Sayın İnönü'nün 40 mebusla beraber çıktığını gazeteler yazdılar. Bir muhalefet lideri ve mebusları seyahata çı-kabilirler, buna kimse mani olamaz. Fakat hiç bir mesele yok iken ve bir bahar havası devam ederken bu şekilde Büyük Ege Taarruzu namı altında muhalefetin kalkıp yola çıkması partiler arasında siyasi tansiyonun yük-selmesine sebep oldu. ... Çünkü Irak ihtilalinden sonra matbuatta, manzurı aliniz olmuştur, matbuatın büyük tahrikleri ile orayı işaret etmek sureti ile imalı yazılar, re-simler, karikatürler neşredilmiştir.” diyor.

CHP, Irak’taki Baasçı ihtilale işaret ederek, ihtilali ör-nek göstermiş ve ihtilal arzusunu hep canlı tutmuştur.

Hatıra DefterleriDP milletvekilleri Yassıada’da verdikleri ifadelerinde

diktaya gidişi reddetmiş ve diktaya gidiş gibi bir şeyi sez-mediklerini söylemişlerdir. 400 kişiye yakın DP kadrosu içinden birkaç milletvekili farklı ifade vermiş olabilir. Bu birkaç kişi - belki darbe mahkemesine yaranmak, ama birkaçı da işbirlikçi olmayı üstlendikleri için – diktaya gidiş vardı demiş olabilirler. Bu sayının sadece birkaç şahısla sınırlı olması dikkate şayan ve önemlidir. Çünkü DP kadrosu tek sesli olmayıp kendi içinde tartışan, farklı görüşleri grup içinde savunabilen bir grup olsa da temel konularda bir birliktelik içindedir.

DP’lilerden fire verenlerin başında Etem Menderes gelir. Etem Menderes, darbe mahkemesi doğrultusunda-ki görüşlerini hatıra defterine kaydetmiş. Bu hatıra def-terini sipariş üzerine Yassıada’da yazdığı da rivayet edilir. Etem Menderes gibi Şemi Ergin, Refik Koraltan ve Ab-dullah Aker de hatıra defteri sahibidir. Şemi Ergin kızına hadiseler hakkında malumat bırakmak üzere defter tut-muş. Mahkeme sırasında bu hatıra defterlerinden uzun uzun bölümler okutulmuş ve nihai kararda da hatıra def-terlerine yazılanlar delil teşkil etmiştir.

Hatıra defterlerine diğer milletvekilleri tepki göster-miştir. Bu şahısların hatıra defterlerine kaydettikleri bu fikirleri niçin arkadaşlarına anlatmadıkları, niçin bu fi-kirleri gizli tutup susup oturdukları sorgulanmıştır.

Mesela, Etem Menderes’in Bayar’ın sofrasından nak-len Bayar diktaya gidecekti cümlesine karşılık olarak Manisa Milletvekili Samet Ağaoğlu tepki gösteriyor ve “Bir gece buluştuk, hakikaten sofrada idik. Hakikaten zamanın doğurduğu ızdıraplardan bahisler geçti. Sayın Bayar o zaman bu ızdıraplarından bahsederek dünyanın her yerinde bu gibi hadiseler diktatörlüğü tevlit edebilir,

anarşi olabilir, ama bizde böyle bir şey olursa yazık olur şeklinde teessüf ve teessürlerini izhar ederek konuştu. Böyle onun şahsına karşı ağır bir itham olmasaydı ko-nuşmayacaktım. Nasıl bunlar Etem Menderes'in hatıra defterine giriyor ve bu gibi şeyler arkadaşların hatıra defterlerinin sahifelerinden fırlıyor. Bu arkadaş hakkın-da ilk ve son defa konuştuğum için çok müteessirim. Böyle şeyler cidden akıldan uzaktır. Bunlar ancak Etem Menderes'in kaleminden çıkar.” diyor. Başhakim, “Ne için, neden Etem Menderes'in kaleminden ne için böyle şeyler çıkarmış?” diyor. Samet Ağaoğlu da, çünkü anla-mıyor söyleneni, kavrama seviyesi müsait değil diyor.

Ezan16 Haziran 1950 günü Demokrat Parti iktidara gel-

dikten bir ay sonra 1932’den beri yürürlükte olan ezanın Arapça okunması üzerindeki yasak ve ceza (hapis ve para cezası) kaldırılmış, ezana istenilen dilde okuma serbestisi getirilmişti. Ezan üzerinden kaldırılan yasak ve ceza ko-nusu Yassıada’da bir suçlama olarak gündeme gelmiştir. Sanık konumunda bulunan Trabzon Milletvekili Prof. Dr. Osman Turan, parti içi konuşmalarda ezan dilinin serbest bırakılması kanununun daima tenkidini yaptığı için şimdi rahat konuşabildiğini söyledikten sonra, de-mokrasiye, laikliğe, vicdan hürriyetine inanıyorsak el-bette ki milletin ezanına, ibadetine karışmamız mümkün değildir, dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey yoktur, gönül arzu eder ki, ben arzu ederim ki ezan dili Türk-çe olsun ama ezan diline karar vermek benim vazifem değildir, münevver din adamlarının vazifesidir, DP ezan dilini serbest bırakmakla demokratik hareket etmiştir, zorla yapılan bir şey elbette ki bozulacaktır, demokratik nizam bunu istemektedir, demiştir. Bu görüş, Demokrat Partinin esas görüşüdür.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU178 |

ŞahitlerYassıada mahkemeleri süresince yüzlerce şahit dinlen-

mişti; bu şahitler Ali Fuat Cebesoy’dan Athenagoras’tan, Bülent Ecevit’ten, Ali Fuat Başgil’den işporta satıcısı-na, garsonuna kadar bir çeşitlilik gösterir. Başsavcının seçerek getirdiği şahitler arasında hukuk profesörleri de vardı, mesela aleyhte şahitlik yapması için çağırılan Bülent Nuri Esen. Mahkeme sırasında Bülent Nuri’nin Menderes’in başbakanlığı döneminde avukatı olduğu ve Adnan Menderes’e basın yoluyla yapılan hakaret davala-rını takip ettiği ortaya çıkıyor, Menderes’in bu davaları hep geri çektiğini kabul etmek zorunda kalıyor. Bülent Nuri’nin bir meslektaşı da, “Ertuğrul Muhsin, Bülent Nuri için yanlış meslek seçti, büyük bir aktör olabilirdi” dediğini hatırlatıyor.

Antalya Milletvekili Burhanettin Onat, Amerika’dan getirilen ve günlerce ve saatlerce konuşturulan şahit Naili Kubalı’ya tanınan ayrıcalığa isyan ediyor ve, “Muhterem başkanım, kurban olayım, beş dakika beni dinleyin ne olur. Dört saat konuştu, Amerika'dan geldi. Ben de 14 ay-dır buradayım. Bana 10 dakika vermez misiniz?” diyor.

Yassıada SaatiMahkeme safahatinden seçme bölümler, Yassıada Sa-

ati adıyla bir yıl süreyle her akşam radyodan yayınlan-mıştır. Başhakimin mahkeme salonundaki konuşmaları biraz da bu propaganda programını göz önünde bulun-durmaktaydı. Adnan Menderes’in avukatı Burhan Apay-dın, bu programın suç olup olmadığı hususunun tetkiki-ni istemişti.

KararlarYassıada’da görülen 17 davanın kararı da Anayasa da-

vasıyla birleştirilmiş, tüm davaların kararı 15 Eylül 1961 günü açıklanmıştı. Anayasa davasında yargılanmayan Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’a doğrudan İs-tanbul Ankara Olayları davası nedeniyle ölüm cezası ve-rilmişti.

İdamlarİddia makamı 107 “sanık”ı vatana ihanet suçlamasın-

da asli fail göstermiş ve TCK’nun 146. maddenin 1. fıkra-

sına göre idam talep etmişti. İdamı istenenler:Celal Bayar, Adnan Menderes, Medeni Berk, İzzet

Akçal, Celal Yardımcı, Etem Menderes, Fatin Rüştü Zor-lu, Hasan Polatkan, Atıf Benderlioğlu, Tevfik İleri, Hay-rettin Erkmen, Hadi Hüsman, Nedim Ökmen, Şemi Er-gin, Haluk Şaman, Sebati Ataman, Abdullah Aker, Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, İlhan Sipahi-oğlu, Samet Ağaoğlu, Emin Kalafat, Rıfkı Salim Burçak, Kamil Gündeş, Remzi Birand, Celal Ramazanoğlu, Rauf Onursal, Hüseyin Fırat, Mustafa Zeren, Mazlum Kaya-lar, Baha Akşit, Hüseyin Bayrı, Hamdi Bozbağ, Kemal Demiralay, Ali Harputlu, Süleyman Sururi Nasuhoğlu, Şefik Çağlayan, Hüseyin Ortakçıoğlu, Reşat Akşem-settinoğlu, Sefer Eronat, Muzaffer Önal, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Nüzhet Ulusoy, Vacit Asena, Mustafa Kemal Biberoğlu, Turan Bahadır, Bahadır Dül-ger, Sait Bilgiç, Hilmi Dura, Osman Kavuncu, Himmet Ölçmen, Kemal Özer, Necmettin Önder, Selami Din-çer, Ekrem Anıt, Zeki Erataman, Kemal Erataman, Se-zai Akdağ, Hadi Tan, Necati Çelim, Osman Kavrakoğlu, Burhan Belge, Murat Ali Ülgen, Süleyman Çağlar, Enver Kaya, Sabri Erduman, Münif İslamoğlu, Haluk Timurtaş, Muhlis Erdener, Mükerrem Sarol, Selim Yatağan, Halis Öztürk, Selahattin İnan, Melik Fırat, Rüştü Çetin, Nazım Batur, Zeyyat Mandalinci, Cemal Tüzün, Saadettin Ya-lım, Nurettin Aknoz, Sadık Erdem, Burhanettin Onat, Kenan Akmanlar, Ahmet Kocabıyıkoğlu, Nail Geveci, Muharrem Tuncay, Hamdi Ongun, Sadettin Karacabey, İhsan Gülez, Halil Turgut, Doğan Köymen, Nuri Togay, Servet Sezgin, Hakkı Kurmel, Yakup Karabulut, Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, Adnan Selekler, Ömer Cebeci, Fikri Apaydın, Kemal Terzioğlu, Hasan Hayati Ülkün, Muhit-tin Güzelkılınç, Abdullah Akın, Nusret Kuruoğlu, Kemal Eren’dir.

Divan, bu sayıyı 15’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Ko-raltan, Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğ-lu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman hakkında idam kararı vermişti.

Bu sayıyı Milli Birlik Komitesi 4’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamını onaylamış, ancak son merhalede Celal Bayar’ın infaz kararı uygulanmamıştı. Fatin Rüş-tü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 günü, Adnan Menderes ise bir gün sonra 17 Eylül 1961 günü İmralı’da idam edilmişlerdi. Fatin Rüştü Zorlu, cellatın ellerinin titremesi üzerine “ne korkuyorsun, ölüme sen değil ben gidiyorum” demiş ve iskemleye kendisi tekme atmıştı. Andan Menderes çok can çektirerek idam edilmiş, idama nezaret eden subaylar bir kere ile yetinmeyip Menderes’i ikinci defa ipe çekmişlerdi.

Diğer Hükümler281 sanık ise vatana ihanet suçlamasında fer’i fail gö-

rülmüş ve 146. maddenin 3. fıkrasına göre cezalandırıl-malarını istenmişti.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 179

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Sıtkı Yırcalı, Osman Bibioğlu, Sait Ağar, Gani Gürsoy, Şefik San, Sırrı Turanlı, Ali Yaşar, Arif Demirer, Orhan Kökten, Mustafa Öztürk, Osman Talu, Necati Topçuoğlu, Orhan Uygun, Şeref Saraçoğlu, Faruk Çöl, Hamit Koray, Nazifi Şerif Nebel, İsmet Olgaç, Hüseyin Özbay, Mehmet Ak, Atilla Konuk, İbrahim Subaşı, Ahmet Tokuş, Yaşar Yazıcı, Mecit Bumin, Hilmi Çeltikçioğlu, Eyüp Doğan, Yaşar Gümüşel, Fethi Batur, Hüsamettin Coşkun, Nihat İyriboz, Piraye Levent, Ekrem Torunlu, Cevat Ülkü, Esat Budakoğlu, Muzaffer Emiroğlu, Mekki Sait Esen, Ali İle-ri, Halil İmre, Arif Kalıpsızoğlu, Faik Ocak, Fuat Onat, Sırrı Yırcalı, Ertuğrul Çolak, Mehmet Erdem, Şevki Ha-sırcı, Sait Göker, Ekrem Yıldız, Nusrettin Barut, Rifat Bingöl, Servet Bilir, Zuhuri Danışman, Mithat Dayıoğlu, Mahmut Güçbilmez, Kadir Kocaeli, Nezih Tütüncüoğlu, Behçet Kayaalp, Müfit Erkuyumcu, Selahattin Karacagil, Recep Kırım, Hulusi Köymen, Nurullah İhsan Tolon, Hi-lal Ülman, Kenan Yılmaz, Nureddin Fuat Alpkartal, Ha-lim Alyot, Ahmet Hamdi Sezen, Nahit Ural, Sedat Baran, Hamdi Bulgurlu, Ali Dedekargınoğlu, Kemal Erdem, Yakup Gürsel, Fevzi Hacırecepoğlu, Cevat Köstekçi, Ali Çobanoğlu, İsmail Hadımlıoğlu, Ali Rıza Karaca, Meh-met Karasan, Refet Tavaslıoğlu, Fikri Arığ, Tahsin Cahit Çubukçu, Sezai Demiray, Nuri Onur, Kamil Tayşi, Hamit Zülfü Tığrel, Hüseyin Ülkü, Mehmet Hüsrev Ünal, Ra-sih Gürkan, Nurettin Manyas, Rukneddin Nasuhioğlu, Sabahattin Parsoy, Hüseyin Şahin, Osman Alihocagil, Mehmet Eyüboğlu, Sait Kantarel, Hasan Numanoğlu, Münip Özer, Fethullah Taşkesenlioğlu, Rıza Topçuoğlu, Halil Akkurt, Muhtar Başkurt, Mustafa Çürük, Hamit Dedelek, Abidin Potuoğlu, Hicri Sezen, Ekrem Cena-ni, İhsan Dai, Samih İnal, Süleyman Kuranel, Ali Ocak, Cevdet San, Ali Şahin, Selahattin Ünlü, Sadık Altıncan, Ali Naci Duyduk, Mustafa Hemiş, Tahsin İnanç, Mazhar Şener, Übeydullah Seven, Mehmet Dölek, Sami Göknar, İbrahim Gürgen, Hidayet Sinanoğlu, Niyazi Soydan, Ali Latifoğlu, Tevfik Tığlı, İsak Altabey, Nazmi Ataç, Ars-lan Nihat Bekdik, Faruk Nafiz Çamlıbel, Sedat Çetintaş, Selim Erengil, Hüsamettin Giray, Ayşe Günel, Mehmet Gürpınar, Mehmet Faruk Gürtunca, Aleksandros Haco-pulos, Mucip Kemalyeri, Nizamettin Kırşan, Nihat Ha-luk Pepeyi, Mithat Perin, İbrahim Sevel, Mıgırdıç Şellef-yan, Necla Tekinel, Nazlı Tlabar, Fahrettin Ulaş, Tahsin Yazıcı, Hristaki Yoannidis, Necmi Nuri Yücel, Mahmut Yüksel, Sebati Acun, Danyel Akbel, Selahattin Akçiçek, Enver Dündar Başar, Behzat Bilgin, Muammer Çavuşoğ-lu, Necdet Davran, Selim Ragıp Emeç, Perihan Arıburnu, Sadık Giz, Necdet İncekara, Osman Kapani, Ekmel Ka-vur, Nuriye Pınar, Fevzi Uçaner, Behçet Uz, Ahmet Ünal, Muzaffer Akdoğanlı, Basri Aktaş, Şükrü Esen, Ali Göz-lük, Ömer Başeğmez, Ebubekir Develioğlu, Servet Ha-cıpaşaoğlu, Ali Rıza Kılıçkale, Fahri Köşkeroğlu, Durdu Turan, Şefik Bakay, Mehmet Ali Ceylan, Avni Sakman, Dündar Tekand, Hüsnü Yaman, Dursun Erol, Nüzhet Onat, Abdurrahman Fahri Ağaoğlu, İshak Avni Akdağ, Hamdi Ragıp Atademir, Mustafa Bağrıaçık, Sıtkı Salim Burçak, Reyhan Gökmenoğlu, Ali Saim Kaymak, Hulki

Amil Keymen, Ahmet Koyuncu, Tarık Kozbek, Mustafa Runyun, Sebahattin Sayın, Sami Soylu, Ömer Şeker, Nafiz Tahralı, Mehmet Diler, İbrahim Germiyanoğlu, Ahmet İhsan Gürsoy, İrfan Haznedar, Emin Topalar, Atıf Akın, Selim Akiş, Nebil Sadi Altuğ, Hikmet Bayur, Nafiz Kö-rez, Sudi Mıhçıoğlu, Orhan Ocakoğlu, Cevdet Özgirgin, Cemil Şener, İhsan Yalkın, Turhan Akarca, Nuri Özsan, Sadi Pekin, Turgut Topaloğlu, Şemsi Ağaoğlu, Giyaset-tin Emre, Zihni Üner, Münir Hayri Ürgüplü, Ali Gürün, Atıf Topaloğlu, Hüseyin Agun, Mehmet Fahri Mete, Ah-met Morgil, Nüzhet Akın, Tacettin Barış, Hamdi Başak, Hamza Osman Erkan, Baha Hun, Rıfat Kadızade, Salim Çonoğlu, Necmettin Doğuyıldızı, Abdullah Eker, Ömer Güriş, Abdullah Keleşoğlu, Asaf Saraçoğlu, Fikri Şen, Hamdi Tekay, Ferit Tüzel, Şükrü Uluçay, Suat Bedük, Baki Erden, Veysi Oran, Mehmet Daim Süalp, Fikri Şen-dur, Ömer Özen, Hamdi Özkan, Mahmut Pınar, Muhar-rem Tansel, Ali Çakır, Hasan Gürkan, İsmail Özdoyuran, Ahmet Paker, Keramettin Gençler, Haluk Çulha, Fikri Karanis, Selahattin Karayavuz, Osman Nuri Lermioğlu, Hasan Polat, Salih Zeki Ramoğlu, Pertev Sanaç, İsmail Şener, Osman Turan, Ömer Yüksel, Talat Alpay, Mahmut Ataman, Ömer Lütfi Erzurumluoğlu, Numan Kurban, Fuat Nizamoğlu, Nazım Tanıl, Cemal Zühtü Aysan, Suat Başol, Ali Kaya, Tahir Öktem, Necati Tanyolaç, Hulusi Timur, Hüseyin Ulus

Beraat EdenlerNaci Berkman, Şevki Erker, Kemal Özçoban, Sabri

Dilek, Kasım Küfrevi, Abdülkadir Eryurt, Rüştü Güneri, Mahmut Goloğlu olmak üzere 8 sanık Anayasa davada beraat etmişlerdir. Naci Berkman, Şevki Erker dava sü-rerken tahliye edilmişler.

Vefat EdenlerYusuf Salman, Lütfi Kırdar (İstanbul Ankara Olayla-

rı davası sırasında mahkeme salonunda), Gazi Yiğitbaşı, Org. E. Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üre-sin paşa ve Kenan Yılmaz Anayasa davasında yargılanır-ken Yassıada’da vefat etmişlerdir. (Namık Gedik Ankara Harbiye’de, Zakar Tarver, Cemil Keleşoğlu (bileklerini keserek), (İstanbul Emniyet Müdürü) Faruk Oktay, Lütfü Şaylan Yassıada’da mahkemeler başlamadan hayatlarını kaybetmişlerdir.)

Oturumların hemen hemen her celsesinde milletve-killerinden bir veya birkaçı hastalanmış ve dışarı çıkarıl-mıştır.

AvukatlarYassıada avukatlarının bir kısmı sanık yakınlarıdır;

eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin, amcalarının avu-katlığını yapmışlardır. Yassıada mahkemelerine avukat bulma zorluğu olmuştu. Yassıada mahkemeleri başla-yacağı sırada İstanbul Barosu kendi barosuna kayıtlı avukatlara Yassıada avukatlığını yasaklamıştı. Aileler avukatların istedikleri ücretleri karşılayamayacağı için avukat tutmamışlardı. Yassıada avukatı olarak adı geçen bazı avukatlar avukatlık yapmaktan çekinmiş, müvekkil

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU180 |

listesine adları yazılmış olmasına rağmen müvekkilliği kabul etmemişlerdi. Bazı avukatları da ‘sanık’lar kabul et-memişti ve avukatlar çekilmek durumunda kalmışlardı. Avukat Seyfi Öztürk ise, Savcı yardımcılarından Fahret-tin Öztürk’ün kardeşi olması sebebiyle, Başsavcının talebi üzerine Avukatlık Kanununun 6. maddesine binaen mü-dafilikten ayrılması istenmişti. Bazı avukatlar CHP veya Milli Birlik Komitesi yandaşı kimselerdi, davayı ve müda-faaları yönlendirmekle görevliydiler.

Bazı avukatlar çok sayıda müvekkilin avukatı olmuş-lardı. Bazı avukatlar davalara muntazam gelirken bazıla-rının devamı sınırlı olmuştu.

Yurda Geri Dönenler27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dışında bulunan ve

yurda geri dönenler: Ahmet Hamdi Sezen, Ahmet İhsan Gürsoy, Ali Çobanoğlu, Emin Topaler, Hasan Gürkan, İs-mail Özdoyuran, İrfan Haznedar, Mehmet Diler, Mehmet Fahri Mete, Nezih Tütüncüoğlu, Nurullah Tolon, Şevki Hasırcı, Tahir Öktem, Turhan Akarca, Yaşar Gümüşel.

Buna mukabil, 27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dı-şında bulunan ve geri dönmeyenler: Rıza Çerçel, Muzaf-fer Kurbanoğlu, Necdet Azak ve Vamık Tayşi.

MüdafaalarCelal Bayar, Yassıada mahkemelerinde dik ve cesur bir

duruşla arkadaşlarına sahip çıkmış, “vatanperver insan-lardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzeri-ne almıştır. Başsavcı buna müdahale etmek durumunda kalmış ve hukuken böyle bir şeyin olamayacağını söyle-miştir.

Başol, müdafaaların kısa olmasını istiyor, uzun müda-faalara kızıyor, Sakarya Milletvekili Nusret Kirişçioğlu’na, “İnat olsun diye 223 sahifelik müdafaa veriyorsun!” di-yor. İstanbul Milletvekili ve Gümrük ve İnhisarlar Baka-nı Hadi Hüsman’a “Bunların hepsini okuyacak mısınız?” diye soruyor. Bunun üzerine Hadi Hüsman “O halde müdafaa yapmıyorum efendim.” diyor. Başol da, “Yap-

mazsan yapma. Gelmiş buraya tomarlarca müdafaa yapı-yor.” diyor. Eskişehir milletvekili ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a ise, “Bizim burada boş laf dinlemeye vaktimiz yok.” diyor. Polatkan da “Muhterem Başkanım; idamım istenilen bir cezada kendimi müdafaa etmiyeyim mi?” diyor.

Başsavcının okuduğu son iddianamede sevk karar-namesinde olmayan konulara yer veriliyor. Hatta, bazı sanıklar 146/3’e göre fer’i fail iken Başsavcı tarafından kararname aleyhe değiştirilerek sanık 146/1 ile karara bağlanıyor.

Bu durum karşısında Çanakkale Milletvekili ve Dışiş-leri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu dosyaları tetkik etmek ve avukatlarıyla konuşmak istiyor, yoksa müdafaayı yapa-mamış oluruz diyor. Başol, “Buyurun oturun, yapamaz-san ne yapalım, yapan yapar. 14 Ekim'den beri yaptığınız kafi.” diyor.

Ağrı Milletvekili ve Adliye Bakanı Celal Yardımcı’nın çok kısa bir süre avukatlığını yapan Orhan Arsal, silah-lı ortama tepki gösteriyor ve, “Etrafta silah doludur. Biz mahkemelerde cidden silah görmeye alışmış insanlar de-ğiliz. Silah gölgesi altında müdafaa yapmaya alışık değiliz. Bu bakımdan emniyet tedbirlerinin başka türlü yapılma-sını istirham ediyorum.” diyor.

Sanıkların avukatlarıyla görüşmeleri 4 subay nezare-tinde cereyan ediyor. Yazışmaların ise 50 kelimelik me-tinler halinde yapılması gerekiyor. Avukat Burhan Apay-dın bu tahdidin kaldırılmasını istiyor.

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ürünü olan Yassıa-da mahkemesi bir zorbalık ve hukuksuzluk dayatmasıdır. Yassıada mahkemesinin gerek iddiaları gerekse kararları kamu vicdanını derinden yaralamıştır.

Yassıada mahkemesi gibi bir mahkemenin bir siyasi iktidar kadrosuna yaşatılmış olması ve böyle bir mahke-meyi Cumhuriyet tarihimizin yaşamış olması insana ız-dırap veriyor.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 181

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

14 Mayıs 1950’de büyük bir zaferle seçimi kazanan Demokrat Parti; 3 Eylül 1950 mahalli seçiminde 600 Belediyenin 560’ını kazanmıştı. Bunun üzerine Mer-hum Adnan Menderes: “Türk Milleti Cumhuriyet Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti. 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti” diyerek tarihi bir konuşma yapmıştı…

Yer Isparta Senirkent. 1947 de CHP’nin şeflik iktidarında DP’li koo-peratif başkanı görevden alınır. Bunun üzerine halk protestolarda bulunur. Tu-tuklanan Senirkentlilere öyle işkenceler yapılır ki dayak bunların içinde en hafi-fidir. “Dışkı” yedirilir, şapkalarının içine “bevlettirilir” sonra başlarına geçirilir, eşek gibi sırtlarına binilip dolaştırılırlar. Bu zulümler iki ay boyunca böyle devam etti. Peki, gerçek sebep neydi tüm bun-lar için? 1946’da DP’nin ilk taşra teşkilatı Senirkent’te kurulmuştur. Zamanın Is-parta Valisi de tabii CHP’li. Karakol ku-mandanına, “Şunlara iyi bir ders verin” demiş. İşin Özü bu…

1950’den sonra ülkemiz adeta bir şanti-

yeye dönüşmüştü. Her tarafa yollar yapılıyor,

asfaltlar dökülüyordu. CHP’liler ne desin?

Menderes’e “Bu kadar geniş yolları ne ya-

pacağız? Uçak mı inecek buralara?” diyerek

sözde muhalefet etmeye çalışıyorlardı. Hal-

kımız yol yapan araçlara “Menderes’in Deve-

leri “ adını vermişti...

1950 seçimlerinde bir sandıktan öyle bir oy pusulası çıkar ki; ad, soyad, adres bilgileri ve imza vardır. Çağırıp adama sorarlar. “1946’da verdiğimiz oylar çalındı, bu da çalınmasın diye işi sağlama bağladım” der adam…

1949’da yapılan DP Aydın İl Kongresinde delegelerden biri “Sefaletin bulunduğu yerde Hürriyet olmaz” dedi. Adnan Menderes ise “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyet’in olduğu yerde sefalet olmaz.”

Menderes Şehadet şerbetini içmeden

önce şöyle söylemişti: «Allah Devlete, Millete

zeval vermesin. «Kabrin pürnur,  makamın

Cennet olsun Milletimizin Ebedi Sevgilisi…27 Mayıs 1960 dönemi tam bir cinnet

haliydi… Bir grup vatandaş Kadıköy sa-hilinden Yassıada’ya tünel kazıp Demok-ratları kaçıracaklar diye tutuklanmışlardı.

Merhum Menderes’in Yassıada düz-mece Mahkemesi’nde 2000 metre rakım-lı Erzurum’a şeker fabrikası kurduğu için sorgulandığını biliyor muydunuz? Maalesef…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU182 |

Prof. Dr. İlhami NASUHİOĞLUDiyarbakır Dicle Üniversitesi Emekli Rektörü

27 Mayıs 1960 Darbesinden bugüne kadar, geçen 56 yıl sonunda toplumun geçirmiş olduğu travma hiç kaybolmamıştır. Rahmetli Şehit Men-deres, Şehit Zorlu, Şehit Polatkan'ın infazları hep gözümüzün önündedir. Bu süre içinde, 27 Mayıs ve sonrasında yapılan hukuksuzluklar, topluma çok önemli zararlar vermiştir. Örneğin, Kıbrıs ko-nusu ve Avrupa Birliğine üyelik konuları bugüne kadar sonuca bağlanamamıştır. 1945 Yılında çok partili hayata geçerken gerekli Anayasa değişik-likleri yapılmamıştır, tek parti anayasası ile çok partili bir rejime geçilmiştir. Örneğin Anayasa Mahkemesi kurulmamıştır, eğer Anayasa Mahke-mesi kurulmuş olsaydı rejimin sıkıntıları kolaylık-la bertaraf edilirdi.

Burada bir hatıramı nakletmek istiyorum: 1945 yılında Samsun Valisi olan Babam Rüknettin Na-suhioğlu, (Birinci Menderes kabinesinde İçişleri Bakanı, İkinci Menderes kabinesinde Adalet Baka-nı) bu konuda bazı endişelerini bana anlatmıştı. O kuşağın daha önceki yıllarda geçirmiş olduğu tec-rübeler, örneğin İttihat ve Terakki Partisi, Hürriyet ve İtilaf Partisi, ve Ahrar Partisi dönemlerindeki kargaşalıklar, daha sonra Cumhuriyet dönemin-de, Terakkiperver Fırkası, ve Serbest Fırka dene-yimlerinde de siyasi kargaşalar devam etmiştir. Bu Partilerin mensupları, birbirleriyle dostluklarını kesmişler, ayrı ayrı kişiliklere girmişlerdir. Aynı

durum 1945 ten sonra, Demokrat Parti ve CHP mensupları arasında da ortaya çıkmış, dostluklar bozulmuş; köylerde, kasabalarda Partililer kahve-lerini bile ayırmışlardır. Basın ikiye bölünmüş ik-tidara karşı ve İktidarı destekleyen. Tarafsızlığını kaybeden bir tutum içine girmiştir. Bunların sonu-cu olarak, toplum gerilmiş vatandaşlar arasındaki birlik azalmış ve kaybolmuştur. Demokrasi, bir uz-laşma rejimidir, bir futbol maçı değildir. Çoğun-luğun azınlığa tahakkümü toplumu gerer. Ancak mecliste alınan kararlar, Uzlaşma ile olursatoplum rahatlar. Çünkü Meclis kararlarının özünde, hu-kuk ve evrensel insan hakları vardır.

İşte bunun için bu iki prensibe uygun, ve uzlaş-ma ile çıkarılan yasalar, her türlü gerginliği orta-dan kaldırır. Bunların temini için Meclisteki çeşitli Partilerin, birbirleriyle uzlaşmaları şarttır.

Meclis bir kavga yeri değildir. Bir çok ülke-lerde, örneğin Amerika, Kanada, Meksika'da ve Güney Amerika ülkelerinde Avrupa Birliği ülke-lerinde, Rusya'da, Türki cumhuriyetlerde, Çin ve Japonya'da, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde Se-nato vardır. Türkiye'de ise Senato kaldırılmıştır. Kanaatimce Senatosuz bir ülkede demokrasinin uygulanması zorlaşır. Eğer Senato ile Meclis senk-ronize olarak, çalışırsa yasalar tatmin edici bir şe-kilde ortaya çıkar. Yani bir yasa Mecliste, Senatoda görüşüldükten sonra Cumhurbaşkanının ve ge-rektiğinde Anayasa Mahkemesinin kontrolünden sonra, kesinleşirse o yasa toplumu tatmin eder. İti-raz edilecek hususlar ortadan kalkmış olur. Hukuk ve insan hakları, açısından eksiklikleri kalmaz. Bu yöntem Meclis çalışmalarının, demokratik ve hu-kuk zemininde oluşmasını sağlamış olur, uzlaşma tatmin edici olur. Vatandaşın Meclise ve Hukuka güveni artar. Bunlar yapılmadığı takdirde Parti-lerin uzlaşması yerine, birbirleriyle mücadelesi başlar. Bu da vatandaşları kamplara ayırır. Tıpkı daha önceki dönemlerde olduğu gibi. Demokrasi işlemez. Toplumun refahı için demokratik uzlaş-ma şarttır.

Özetle, 1945'te çok partili rejime girerken, Ana-yasa değişikliği yapılsaydı, Anayasa mahkemesi ve Senato kurulsaydı 27 Mayıs Darbesi olmazdı. Çün-kü bunlar hukukun üstünlüğünü sağlar, yasaların uzlaşma ile çıkmasını sağlar. Her ikisi de birer uz-laşmanın güvencesidir. Yeni Anayasa, yapılırken özellikle Senato kurulmasının ihmal edilmemesini temenni ederim.

UZLAŞMA İÇİN

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 183

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Menderes Hükümetlerinin İçişleri ve Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu'na ait fotoğraflar Oğlu Prof.Dr.İlhami Nasuhioğlu'nun arşivinden alınmıştır.

MERHUM MENDERES KELİMENİN TAM ANLAMIYLA ŞEHİDTİR

Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİTGAYE Vakfı Kurucusu

(Arkadaşımız Kamil Tunoğlu'nun Muhterem Mus-tafa Cevat Akşit Hocamızla gerçekleştirdiği sohbetten notlar.)

Benim rahmetli Menderes’e ilgim Sülalem'den ge-liyor. Sülalemiz’in 1000 yıllık medresesi var. Denizli-Yatağan'da, yaklaşık 1000 yıl önce kurulmuş. Sülalemiz kurmuş bu medreseyi. Müftüler Sülalesi. Tanınan, bili-nen ve saygı duyulan geniş bir aileyiz.

Babam İstanbul'da Tokatlı Şakir Efendi ve Ömer Na-suhi Bilmen Hoca ile aynı yerde 15 yıl birlikte kalmışlar.

Yıllar sonra Ben de İstanbul'a geldim. İstanbul İmam Hatip Okulu'na naklen kaydım yapıldı. 1956 yılı sonun-da Zeyrek'de Ümmügülsüm Camii 'inde sınavla göreve başladım. Zembilli Ali Efendi Türbesi karşısında ufak bir mescit var işte orası. 1938 doğumluyum 16 yaşında Müezzinlik görevine başladım. İlk memuriyetim yani.

Babam da buraya çok yakın bir medresede eğitim almış.Amcam Dr. Baha Akşit o tarihlerde DP Grup Baş-

kanvekili. Denizli milletvekilidir.Hüsnü Akşit var bir diğer amcam, Denizli'den ilk

milletvekili DP'den. Partinin kurucularından. Savcı idi. 1952'de vefat etti. Baha amcam ara seçimde Hüsnü Ak-şit amcamın yerine seçildi. Yassıada mazlumlarındandır. İdamlıklardandır. İhtilale kadar aralıksız Denizli millet-vekili idi.

Nurettin Topçu felsefe hocamdı. Doçentti. Dindar olduğu için O’nu üniversitede barındırmadılar. 1959-64 yılları arasında hem Yüksek İslam Enstitüsü'nü, hem de İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdim.

İmam hatip okullarının lise kısmı yok o zamanlar. Millet yıllardır dine uygulanan baskılardan bunalmış. Demokrat Parti'nin din eğitimine getirdiği serbestiyetle halk imam hatip okullarına hücum etmiş. Çocuklarını okullara gönderiyor. Bu okullar çok popüler. Her yerde de yok. Ama bu okulların daha lise kısmı da açılmamış. Müslümanlar istiyor ki lise kısmı da açılsın. Yüksek kıs-mı açılsın.

Bu arada ülke genelinde imam hatip okulları açma yaptırma ve yaşatma dernekleri kurulmaya başlanmış. Aslında birçok ilde de kurulmuş ve faaliyette.

Bu dernek mensupları o zamana göre varlıklı müs-lümanlar. İşte onlar bir araya gelmişler, toplantılar yap-mışlar, İstanbul'da yaptıkları toplantılar sonucu ko-nuyu Başvekil Adnan Menderes başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı ve Milli Eğitim Bakanına aktarıp, onlardan imam hatip liseleri-nin yüksek kısmının yani lise kısmının açılmasını iste-yecekler. İstanbul'da bir heyet oluşturulmuş. Heyette o günün önemli isimleri var. Heyete bizi de dahil etmişler. Ben de çok gencim. 16-17 yaşlarındayım. Beni de dahil etmelerinin sebebi, Dr. Baha Akşit'in yeğeni olmam tabii ki. Demişler bu genç bize yardımcı olur Ankara'da… Ve heyete dahil oldum.

Benim memleketim olan Denizli Yatağan'da halk dini baskılara müthiş bir şekilde direndi, taviz vermedi. Ca-minin minaresi yoktu. Dışarıdan zaman zaman Türkçe Ezan okunsa da camii içinde istisnasız Arapça olarak Ezan okunurdu.

16 Haziran 1950’deki ilk Arapça Ezanın okunma du-rumunda halk bayram etti. Şükür secdelerine kapandı. Herkes sevinçten ağlıyordu. Tam bir bayram havası var-dı. Herkes gözyaşları içinde Menderes'e dua ediyordu. Erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlılar hepsi secdelere kapa-narak Menderes'e dua ediyordu. Müthiş bir manzaraydı. Ben o zaman daha 12 yaşındaydım.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU184 |

Ankara'ya gittik, Heyette Demokrat Partili olma-yan inançlı kişiler de vardı. Mesela Adana’lı Mehmet Bey, Konya İmam Hatip Müdürü Bekir Bey. Bunlar Menderes'i sevmiyor ama heyete almışlar. Ben onlara kı-zıyorum ama yapacak bir şey yok. Ankara'da amcamla buluştum. Konuyu anlattım. Amcam bana "Cevat, Baş-vekil kimseyle görüşmüyor, çok gergin, ziyaretçi kabul etmiyor. Ama sizi çok sever. Size hayır diyeceğini sanmı-yorum" dedi.

1958 yılının Ocak ayı idi. Amcam Menderes'e gidiyor, konuşuyor. Menderes amcama "Baha bey, biliyorsun ki kimseyi kabul etmiyorum. Ama bu insanlara hayır diye-mem. Onları ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Akşam saat 10:00'dan sonra Başbakanlığa değişik kapılardan birer ikişer gelsinler, ama toplu gelmesinler. Ben polislere tem-bih edeceğim" demiş.

Biz böylece randevu işini netleştirdik. Heyet ken-di içinden bir sözcü seçti. Sözcü de Konya İmam Hatip okulunun müdürü Bekir Bey'di.

Ama biz bu arayı iyi değerlendirelim istedik. Doğru-ca Cumhurbaşkanı ile görüşmek için Çankaya Köşkü'ne gittik. Çankaya’ya çıktık. Biz içerden haber beklerken akşam oldu. Bahçede bekleşiyoruz. Ben bu arada coşku-lu bir şekilde akşam ezanı okudum. Bahçede cemaatle namaz kıldık. Heyetten biri imam oldu ben de müezzin. Görevliler bir şey demedi.

Sonra bizi salona aldılar. Akşam yemeğini yedirdiler. Ancak Cumhurbaşkanı ile görüşemedik.

Oradan çıktık Meclis Başkanı Refik Koraltan'ın ziya-

rete geldik. Onu da evinde ziyaret ettik. Bizi kabul etti mesele anlatıldı. Koraltan o tok sesiyle "Tabii tabii bu me-seleyi halledeceğiz. Açacağız açacağız bu okulların yük-sek kısmını" dedi.

Ancak Koraltan'ı o zamanki halimle pek sevmedim. Samimi gelmedi bana. Ondan pek Ümitli olmadım.

Oradan ayrıldık. Saat gece 10'a doğru Başbakanlığa geldik. Değişik kapılardan içeri girdik. Bizi bir salona al-dılar. Dikdörtgen ovalimsi bir masaya oturduk. Ben tam Başbakan'ın oturacak olduğun karşısına oturdum.

Menderes'i beklemeye başladık. Ve rahmetli Mende-res içeri girdi. Koruma polisine "Sen anahtarı ver evla-dım sen çık" dedi.

Anahtarı aldı kapıyı arkadan kilitledi. Hiç mi unuta-mıyorum bu anı. Hepimize hoşgeldiniz dedi. Çok kibar konuşuyordu. Çok şık bir giyimi vardı. Yakışıklı biriydi. Güleç yüzlüydü. Mütebessimdi.

Bekir Bey sözcü olarak ayağa kalktı. Birkaç kelam etti. Menderes: "Konuyu biliyorum. Lütfen oturun, lütfen oturun. Yorulmayın" dedi.

Bir başladı konuşmaya, üniversitelerdeki solcu ve ma-sonik faaliyetlerden bahsetti. Üniversiteler karıştırılıyor, huzurumuz bozulmak isteniyor. Aleyhimize nümayişler tertipleniyor. Sokaklar hareketleniyor. Bunların iddiala-rının hiçbiri doğru değil. Amaç farklı. Bunların arkasın-da masonik mihraklar var dedi.

Sonra "Biz millet olarak İslam'la bütünleşmişiz. Bizim hamurumuz İslam'la yoğrulmus. Biz imansız İslamsız

Baha Akşit- Denizli Valisi- Başbakan Adnan Menderes

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 185|

yaşayamayız. Bugün bu millet hala ayakta ise, biz hala güçlü bir şekilde varlığımızı devam ettiriyorsak, ak sakallı bir dedenin kucağında onun dualarıyla veya bir nenenin dualarıyla yetişmiş olmamıza borçluyuz. Bizi ayakta tutan imandır, onsuz yaşayamayız onsuz duramayız.

Sonra gittikçe duygulandı. Sesi titremeye başladı. Gözlerinden yaşlar boşalmaya, ağlamaya başladı.

"Ben ne zaman dine ve din eğitimine önem vermeye başlasam, bu konuda bir şeyler yapmaya çalışsam arka-daşlarım "Laikliğe aykırıdır" diye beni desteklemiyorlar. Karşı çıkıyorlar. Engel oluyorlar. Ben yalnızım, ben yal-nızım" diye ağlarken hıçkırıklara boğuldu. Defalarca ben yalnızım ben yalnızım dedi.

Devamla "Benim müsteşarım maşrık-ı azam. (Ahmet Salih Korur) Etrafımı çepeçevre kuşatır olmuş, nefes ala-mıyorum. Özel kalemim bile onlardan" dedi. Tam iki bu-çuk saat sürdü görüşme. Kendisi hüngür hüngür ağlarken hepimizi de ağlattı. Allah rahmet eylesin.

"Bizim ayakta kalmamızın tek şartı imandır, İslam'dır, dindir. Dinimize tam manasıyla hizmet edemiyorum, hizmet ettirmiyorlar, çok üzgünüm, kahroluyorum."

En sonunda da "Hayatım pahasına da olsa İmam Hatip'in Lise kısmı ve Yüksek İslam Enstitüleri'ni açaca-ğım" dedi.

Heyettekilerin hepsi elini öpmek istedi. Hiç kimseye öptürmedi. Güçlü bir insandı.

Ama ben elini öpmeyi kafaya koydum. En sona kal-dım. Tokalaşma anında sol elimle dirseğinden tuttum kolunu çekmesin diye. Kolunu çektirmedim elini öptüm. Sonra bana dönerek elini omuzuma koydu ve "aferin, afe-rin" diyerek sırtımı sıvazladı.

Rabbim ahirette sorgu sual ederken “Menderes için ne diyorsun? Şahitliğin nedir?” diye bana sorsa ben Rabbi-me şöyle diyeceğim: "Rabbim ben Adnan Menderes'i iyi

bilirim. O Müslümandı. İmanlı bir insandı. O Mümindi. O samimi bir Müslümandı. Ben O'nun İmanına da, Müs-lümanlığına da, dine hizmet etme konusundaki samimi-yetine de şahidim Allah'ım. "

O zaman Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı idi. Bayar'ın adamıydı, yanaşmadı buna.

Menderes Celal Yardımcı'yı Devlet Bakanlığı'na kaydırdı. Tevfik İleri Nafia Vekili iken, Milli Eğitim Bakanlığı'na getirdi. Ve bu şekilde bu sorunu aşarak Yük-sek İslam Enstitüsüsü ve İmam Hatiplerin lise kısmını açtı.

Bir yıl geçtikten sonra 1959 yılında Çarşamba'da İs-tanbul İmam Hatip'in okul binasında ilk defa Yüksek İs-lam Enstitüsü açıldı.

Açılış merasimi olacak. İlk imtihanda 69 kişi aldılar. Ben de kazandım sınavı ve törendeyim. İlk sıralardayım. Yusuf Türel İlim Yayma Cemiyeti Başkanı. Türel kürsü-de konuşuyor: “Neden 69 kişi? Niye 690 kişi değil? Para derseniz verelim. Bina derseniz yapalım” diye coşkulu bir konuşma yaptı. Bu arada eleştiriler de yaptı tabii. Sonra kürsüye Bakan Tevfik İleri çıktı. Konuşmasında “Ne olur üstümüze gelmeyin arkadaşlar. Bizim bu okulu hangi şartlarda açtığımızı Siz bilemezsiniz, neleri karşımıza al-dık. Ne mücadeleler verdik. Hiçbirini bilmiyorsunuz. Ne olur gelmeyin üstümüze. Biz istemez miyiz daha fazlasını yapalım. Biz istemez miyiz dinimize daha fazla hizmet edelim. Ne olur, ne olur sabırlı olun, üstümüze gelmeyin."

Bakan Tevfik İleri kürsüde ağlıyordu. Adnan Menderes'in selamlarını ve muhabbetlerini iletti. Bir alkış tufanı koptu.

O zamanlar çok çetindi. O zamanlar farklı bir zaman-dı.

Ben 1971 yılında Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü Müdürü oldum. Namazımı odamda kılarken bile kapıyı

Ahm

ed Ziyâüddin GÜMÜŞHANEVİ ( K

.S.)

Mehmed Zahid KOTKU (K.S.) Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİT

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU186 |

kilitleyip kılıyordum. Beni namaz kılarken görmesinler diye. Çünkü namaz kılanlar hemen fişleniyordu. Müfet-tişler geldiğinde soruşturmayı savıyordum. Yönetici ke-siminden kimse açıktan namaz kılamıyor. Size garip geli-yor değil mi? Evet bugünlere kolay gelinmedi.

Rahmetli Menderes Şehid’tir. O büyük bir zulme uğ-radı. Çok eziyet ve işkence gördü. İnşallah günahlarına kefarettir. Menderes bir kahramandır. Menderes kelime-nin tam anlamıyla Şehid’tir. Allah O'ndan razı olsun.

Ben Yassıada’ya da gittim. Akraba kontenjanından değil. Duruşmalara ziyaretçi olarak götürülenler ken-di adamları. Bir gün önceden Dolmabahçe Camisi'nde kaldım. Sabah erkenden sıraya girdim. İsmimin yedek yazdırdım. Gelmeyen birisinin yerine ilk yedek olarak çağırdılar.

Hemen gemiye girip, geminin bodrum katına koştum. Akşit soyadından dolayı uyandı bir görevli. Beni gemiden dışarı çıkarmak için aradılar ama bulamadılar. Bu şekilde gittim Yassıada’ya. Duruşma salonunda önden üçüncü sı-raya geçtim. Menderes, amcam ve diğerlerini görebilmek için. Sonra hepsini aldılar salona herkesi yerlerine oturt-tular. Menderes'i gördüğüm anda tüylerim diken diken oldu. O pehlivan yapılı insan gitmiş, yerine bir deri bir kemik kalmış, avurtları çökmüş, omuzları düşmüş, ta-nınmaz hale gelmiş birini gördüm. İçim cız etti. Yüreğim daraldı. Çok üzüldüm. Rahmetli Menderes'e çok büyük işkenceler yapmışlar.

Sonra amcamdan dinledim. Sonraki yıllarda anlatırdı amcam. Orda taa Bizanslılardan kalma kuyular varmış. Amcamı da bir sefer o kuyuya sokmuşlar. Menderes'i ise neredeyse her gün bu kuyulara sokup, çıkarıyorlarmış. Amcam “Beni bir sefer bu kuyuya soktular, eğer bir kez daha soksalardı cesedimi çıkardı o kuyudan” demiştir.

Mahkeme Başkanı Menderes'i azarlıyordu. O'na suç-lar isnat ediyordu. Menderes o halde iken bile nezaket ve kibarlığını bozmuyordu. Cevap vermek için söz aldığında “Efendim” diye konuşmaya başlıyor. Fakat mahkeme baş-kanı doğru dürüst konuşturtmuyordu bile. Yassıada'da önce hukuk katledilmişti zaten.

Amcam anlatmıştı; “Menderes'in idam edileceği gün hava çok açıkmış. Pırıl pırıl bir hava varmış. Ama idama götürürken bir anda hava bulutlanmış. Adanın üzerini bulut kaplamış ve yağmur yağmış.” Çünkü mazlumdu. Çünkü o bir Şehid’ti.

Menderes'in idamına neden olacak hiçbir hukuk hadisesi yok. Rahmetli Menderes her yurtdışına gi-diş gelişlerinde Eyüp Sultan hazretlerinin türbesi ziya-ret eder, Kanuni'nin türbesini ziyaret edermiş. Ayrıca Süleymaniye'de Gümüşhanevi hazretleri türbesini de zi-yaret edermiş.

Türbeler tabii biraz bakımsız. Yabancı turistler geliyor, Kanuni'nin türbesinin resmini çekerken başta Gümüşha-nevi hazretleri olmak üzere kabirlerin üstüne çıkıyorlar, çiğniyorlarmış. Menderes bundan rahatsız olmuş. Orada bulunan bazı kabirleri fetva alarak başka yere nakletmiş-tir.

Ben Esat Hoca'dan duydum. Mustafa Feyzi Efendi, Ömer Ziyaettin Efendi’lerin kabirleri vardı.

Menderes, Türkiye'yi kendi öz benliğine kavuşturacak adımlar attığı ve bu yolu açtığı için idam edilmiştir.

Bu işin arkasında Amerika vardır. İngiltere vardır. Mason Locaları vardır.

Türkiye'nin tekrar Müslüman kimliğine kavuşmasın-dan korkan, gelişmesinden ve büyümesinden rahatsız olanlar vardır. Müslüman Türk düşmanları vardır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 187|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU188 |

Prof. Dr. Erol GÖKABaşbakanımız Davutoğlu, geçen hafta Ege mitingle-

rinde çok önemli bir tespiti dile getirdi. Yassıada cinayet-leri sonrasında, Demokrat Parti’ye destek verenlerin kin ve nefret siyaseti izlememelerinin önemini vurguladı. Demokrat Parti ve milletin gönlünde taht kurmuş lide-ri, böylesine güçlü bir desteğe sahip olmalarına rağmen, darbecilerin baskı ve cinayetlerine belirgin bir tepki ve-rilmemesinin nedeni, siyasi tarihimizin üzerinde en çok durulması gereken sorularından bir tanesi. Bu soruya doyurucu bir cevabımız yoksa demokrasi mücadelemi-zin kendine özgü niteliği hakkında kafamız net değildir.

Birçok yorumcu, özellikle tüm siyasi projelerini “kit-lelerin yüceltilmesi” esasına dayandıran Sol’da yer alan-lar, bu soruya halkı küçümseyerek, onu “cehalete batmış, kolay kandırılan, korkak ve çıkarcı” (!) diye niteleyerek cevap veriyorlar. Onlara göre, Demokrat Parti’ye veri-len desteğin aslında içi boştur; kitleler, kendilerini kim kandırırsa, küçük çıkarları için onun peşi sıra giderler, karşılarında silahlı bir güç gördüklerinde de hemen kor-kar, geri çekilirler. Bu millet düşmanı görüşlerini, sahici bir tezmiş gibi sallayarak küçücük-bunaltılı zihinlerine yelpaze yapanlar, Rahmetli Menderes’in ölümünden ön-ceki son sözleri üzerine biraz olsun düşünselerdi, haki-kati fark ederlerdi: “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim.”

Milletimizin tarihsel ve toplumsal psikolojisi üzeri-ne kafa yoran birisi olarak, 27 Mayıs darbecilerinin za-limliklerine ve cinayetlerine şiddetle tepki vermemesini Başbakanımızla aynı zaviyeden değerlendiriyorum. Bu değerlendirmem, yalnızca kolektif psikolojimiz üzerine gözlemlerime dayanmıyor. “Büyük Değişim Partisi”ni

kurarak siyasi mücadeleye adım attığı yıllarda Rahmetli Aydın Menderes ile olan yakınlığımız, ev ve aile ortam-larında birlikte teneffüs ettiğimiz hava da tespitlerime kaynaklık ediyor.

Ne Menderes ailesinin, ne Demokrat Partililerin, ne de onları destekleyen geniş toplum kesimlerinin, darbe-cilere ve cinayetlerine belirgin bir tepki vermemeleri, on-ların korkak ruh hallerine hamledilebilir. Bir dostumun ifadesiyle, “zaliminden ve düşmanından nefret etmeyen bir ahlak ve psikoloji” de değildir neden. İlginç olmasına ilginçtir ama ilginçliğinin nedeni, sinirlerinin alınmış ol-ması, tepkisizliği siyasi bir tavır haline getirmesi değildir. Demokrat Parti’yi destekleyenlerin, Menderes’i ve diğer demokrasi şehitlerini çok sevdikleri, ciğerpareleri olarak kabul ettikleri, onları yakından tanıyan herkesin malu-mudur. Onları tepkisiz, tepkisizliklerini ilginç kılan, olsa olsa omuzlarında hissettikleri sorumluluğun ağır yükü-dür. Onlar, toplumu bir arada ve devleti ayakta tutma bilinci en yüksek olan insanlardı. Toplumsal değerlerin sıklet merkezini, milletin omurgasını oluşturmanın en-dişeli sorumluluğunu taşıyorlardı. Kaş yapayım derken göz çıkarma, devlet kılığına girmiş zulme karşı çıkayım derken devletine zeval verme ihtimalinin ölümcül şüp-hesiyle kıvranıyorlardı. Milletin birbirine düşmesi ve ortaya çıkacak kardeş kavgasının asıl büyük düşmanları sevindireceği hakikatinin dehşetini yaşıyorlardı. Netice olarak kaskatı kesilme, acısını kalbine gömme, kan kusup kızılcık şerbeti içtim deme hissiyatları baskındı.

Kaldı ki, bir vesayet sistemi söz konusuydu. Milletin devlet ile arasındaki açı, hayli açıktı. Devleti yönetenle-rin milletle iltisakları yok denecek kadar azdı. Milletle ilgisiz bir resmi ideoloji yürürlükteydi. Millet henüz çok zayıftı. Bir parça demokrasi ve seçimler sayesinde, ancak

MENDERES’İN İDAMINA SESSİZ KALANLAR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 189

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Demokrat Parti ile kendisini gösterebilmiş, “ben burada-yım” diyebilmişti. Toplumsal merkez, siyasi değer ürete-cek bir güçten yoksun olduğu gibi, ortak berrak bir ba-kışa sahip olmaktan uzaktı. Bu nedenle, devletle birlikte bizatihi toplumun da topyekûn imhası, infilakı anlamına gelecek isyan yolu seçilmedi, sabır çizgisinde karar kılın-dı. Hem şartlar öyle gerektiriyordu, hem de onlara yakı-şan sabır ve sükûnetti.

Peki, şimdi bir darbe girişimi olsa, yine aynısı mı olur, toplum sükûta mı gömülür? Elbette toplumsal merkezi, toplumun omurgasını oluşturan insanlar, genelin çıka-rını gözetirler, kin ve nefretle hareket etmezler ama şer odaklarına karşı tavırları da epeyce farklı olur. Köprüle-rin altından çok sular aktı.

Menderes ve arkadaşlarının katledilmelerinden bu yana geçen 60 yıl boyunca, toplumsal merkez, bir yan-dan varlığını pekiştirirken bir yandan da siyasi müteka-

bilini üretmeyi başardı. Artık toplumsal merkezi temsil eden bir siyasi merkez var. Merkezi değerleri taşıyan toplumsal omurga, 12 yıldır giderek artan biçimde bir si-yasi hareket etrafında kenetleniyor. Değişimin gücü, top-lumsal dinamizm, merkezden çeperlere doğru yayılıyor. Toplumsal ve siyasi merkez, el ele vererek eski sistemi değiştiriyor, milletle devlet barışıyor. Müslüman bir top-lumda demokrasi tecrübesi, adım adım derinleşerek inşa oluyor. Cumhuriyetin bağımsızlıkçı ruhu, Menderes’in millet tabanına dayalı demokrasi anlayışı, Milli Görüş’ün ümmetçi meydan okuması, Özal’ın hem gelenekten hem dünyadan kopmayan yürüyüşü, değişik kollardan gele-rek ana ırmağın debisini arttırıyor.

Şimdi yapılacak bir darbe girişimi, bu ırmağın coşku-lu akışını, bırakın ket vurmayı, bir an bile durduramaz. Küçük bir çöp yığını misali denize sürüklenir.

Yörük Ali EfeAyyıldız Çetesi Mücahidi

Sultanhisar / Kavaklı

Adnan MenderesAyyıldız Çetesi ReisiKoçarlı / Çakırbeyli

Konyalı Ahmed HocaefendiAyyıldız Çetesi Sarıklı Mücahidi

Koçarlı

Milli Mücadelemizde, Aydın Koçarlı cephesinde kurduğu "AYYILDIZ ÇETESİ" ile işgalci Yunan'la savaşan İstiklal Madalyalı Başvekilim hakkını helal et bizlere... Bilemedik kıymetini, alamadık ipten seni ve bu bize gittikçe artan bir dert oldu...

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU190 |

Prof Dr. Atilla YAYLAİstanbul Ticaret Üniversitesi

27 Mayıs darbesi 55 yaşını tamamladı. Demokrasi dö-neminin ilk darbesiydi. Alçakça bir tavırla ve hukuk ho-calarının teşviki ve öncülüğüyle düzmece mahkemelerde yargılanan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın asılmasına yol açtı. Sonraki darbelere meş-ruiyet taşıdı, tüm müstakbel darbecilere cesaret aşıladı. Bugüne kadar süren bürokratik vesayet sisteminin ku-rulmasını sağladı. Bu yüzden 27 Mayıs'ı asla unutmamalı ve unutturmamalıyız. Onu ve faillerini devamlı kınama-lıyız, yargılamalıyız, vicdanen mahkûm etmeliyiz. Aksi takdirde, darbelerin ardında yatan mantığı anlayamayız, vesayet sistemiyle etkili şekilde mücadele edemeyiz.

Mayıs darbesinin sistemik sonuçları şunlar oldu:İdeolojik devletin tesisi.Darbeciler 1961 Anayasası ile ideolojik devletin ku-

rulmasını tamamladı. İdeolojik devletin tek parti dikta-törlüğüne uzanan bir geçmişi elbette vardı. Ancak, 1960 sonrasında devletin ideolojik pozisyonu ve misyonu iyi-ce takviye edildi. Kemalizm adı verilen ideoloji(msi) ül-kenin resmî ideolojisi mertebesine yükseltildi ve demok-rasinin önüne geçirildi.

Demokratik siyasetin alanının daraltılması.Egemenlik Meclis üzerinden halka ait olmaktan çı-

kartıldı ve bürokratik kurumlar siyasal egemenliğe ortak kılındı. Devlet alanı demokratik usullerle işbaşına gele-cek hükümetler aleyhine olacak şekilde daraltıldı. Eği-tim, savunma gibi konular demokratik tesir ve murakabe alanının dışına alındı.

Askerî bürokrasiye imtiyazlı bir statü tanınması.Demokratik ülkelerdeki uygulamadan ayrılarak Ge-

nel Kurmay Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olmaktan çıkartıldı ve GKB Başbakana karşı “sorumlu” kılındı. Bu sorumluluğun ne anlama geldiği belli değildi ama kesin olan GKB'nın kendi başına kaldığıydı. GKB son yıllara kadar gerçek başbakan olarak sistemde yer aldı. Birçok alanda son söz ordudaydı. AK Parti hükümetinin re-formlarına kadar GKB'nın yargılanmasıyla ilgili bir dü-zenleme dahi mevzuatta yer bulamadı.

Yargı, üniversiteler ve medyanın bürokratik vesayet sisteminin sacayakları olarak düzenlenmesi.

Yargı ve üniversiteler askeri bürokrasiye eklemlendi. Yargı askerle birlikte demokratik hükümetleri sınırlamak ve gerekirse cezalandırmak, üniversiteler ise resmî ideo-lojiyi meşrulaştırmak, yeniden üretmek ve elit tabaklara aşılamak üzere siperlere yerleştirildi. Aynı şekilde, med-ya da devletin uzantısı olacak şekilde dizayn edildi. Artık medyanın görevi gerektiğinde demokratik hükümetlere devlet adına savaş açmak ve devletin yanlışlarını sakla-mak veya hükümetlerin üzerine yıkmaktı. Devlet resmî

ilanları ve kağıt sübvansiyonlarını medyayı kontrol altına almanın araçları olarak kullandı. Ayrıca mesleğe giriş de bir çeşit zümre faaliyeti hâline getirildi. Bu yüzden med-ya on yıllar boyunca kelimenin gerçek anlamında çeşitli-lik ve çoğulluktan uzak kaldı.

Bu sistem bugüne kadar yaşadı, yaşatıldı. Demokratik hükümetler ve merkez sağ partiler buna direndi. Adâlet Partisi, Anavatan Partisi ve AK Parti ana direniş odakları oldu. 1960 darbesinin ertesi günü başlayan sivil toplum-devlet ve seçimlerden sonra doğan hükümet-devlet kav-gası birikimli şekilde günümüze kadar ulaştı. Sistemde gedikler açıldı ama vesayet sisteminin tam olarak tasfiye edildiğini söylemek hâlâ zor. Askerî bürokrasinin nis-peten geriletildiği ve gevşetildiği olduysa da vesayet asla tam olarak yıkılamadı. Son yıllarda askerlerden doğan kısmî boşluğu başka bir üniformalı grup (polis) doldur-maya çalıştı.

Bürokratik vesayet sistemi sacayaklarından biri ola-rak üniversiteleri görmüş ve düzenlemişti. Bu öylesine etkili oldu ki, üniversiteler demokrasinin değil vesayetin kaleleri olarak işledi. Tüm üniversiteler bu çizgide kaldı. Demokratik hükümetler tarafından Aydın'da kurulan ve Adnan Menderes Üniversitesi adı verilen yüksek öğretim kurumu da üniversitelere tanınan alanın ve verilen mis-yonun dışına çıkmadı, çıkamadı. Belki de çıkmayı asla düşünmedi, istemedi. Adını taşıdığı Adnan Menderes'in hatırasına ilgi ve saygı göstermedi.

Şükürler olsun ki şimdi bu değişiyor. 27 Mayıs darbe-sinin 55. yılı münasebetiyle Adnan Menderes Üniversite-si 28 Mayıs'ta gazetelere tam sayfa bir ilan verdi. İlanda şunlar söylendi:

“Demokrasi tarihimizde yaşanan travmaların baş-langıcı olan 27 Mayıs 1960 askerî darbesi 'millî iradenin' baskı altına alındığı kara bir gün olarak hatırlanmakta-dır. Demokrasiye ket vurularak halk iradesinin yok sayıl-dığı ve milletin gönlünde derin acılar bırakan darbenin 55. yıl dönümü vesilesiyle her türlü darbeci ve vesayetçi anlayışı kınıyoruz.

Türkiye siyasetinde demokrasinin mimarı olan mer-hum Başbakan Adnan Menderes'in adını gururla taşıyan Üniversitemiz, demokrasi ve kardeşliğin tesisi için her türlü bilimsel ve akademik çalışma yapmaya hazırdır. Demokrasi tarihimize damgasını vuran Menderes ve arkadaşları ülkemize yaptığı hizmetler dolayısıyla asla unutulmayacaktır. 27 Mayıs 1960 darbesinin 55. yıldö-nümünde, demokrasi şehirlerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz.”

Bu ilanı vermiş olmasından, böylece Adnan Menderes'in aziz hatırasına ve demokrasiye sahip çık-masından ötürü Rektör Prof. Dr. Cavit Bircan'ı, ayrıca Bircan'ın şahsında Üniversiteyi ve mensuplarını tebrik etmeyi zevkli bir görev sayıyorum. Sağ olun, var olun!

27 MAYIS DARBESİ VE ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 191

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Bana göre İstanbul'a yeni ve bü-yük bir camii yapmanın zamanı gel-miştir. Ve bunun dün Taksim'de bu-gün Göztepe'de bir parkta yapılmak istenen camilerle hiçbir ilgisi yoktur. Bu Cami her yerden görülebilmeli ve İstanbul'un siluetine damgasını vur-malıdır. Yepyeni bir mimari tarzıyla inşa edilmelidir. Ses düzeninden, ısı-sının ayarlanmasına, namaz öncesi ihtiyaçlara vereceği hizmetten kü-tüphanesine kadar her yönüyle en son teknolojik imkânlardan istifade etmelidir.

İstanbul'a yapılacak böyle bir anıt eser; bizi birbirimize, dünümüzü bu-güne, bugünümüzü de yarına bağ-layacak olan en anlamlı ve en güzel girişimlerden birisi olacaktır.

AYDIN MENDERESTercüman / 16 Kasım 2005

CUMHURBAŞKANIMIZ SAYIN RECEP TAYYIP ERDOĞAN BEYEFENDİ'YE, İSTANBUL'UMUZA ÇAMLICA CAMİİ GİBİ MUHTEŞEM BİR ESER KAZANDIRDIKLARI İÇİN NE KADAR TEŞEKKÜR ETSEK YİNEDE AZDIR. DUALARIMIZ SENİNLE EY MİLLETİN ADAMI!ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU192 |

Prof. Dr. Güven SAKTOBB Üniversitesi Rektör Yardımcısı

TEPAV Kurucu DirektörüAşağıdaki grafikler Dünya Bankası’nın “Türkiye’nin

Dönüşümleri: Entegrasyon, Kapsama, Kurumlar” rapo-rundan alınma. Geçen gün raporu yeniden okurken bu grafiğe dönüp dönüp yeniden baktığımı fark ettim. Gra-fiğin neden ilgimi çektiğini bugün size de anlatayım.

Ama önce grafik neyi anlatıyor oradan başlayayım. Bu grafik iki tür malumat içeriyor. Birincisi, Türkiye’nin 1950’lerden başlayarak 10 yıllık dönemler itibariyle orta-lama yıllık reel büyüme hızını gösteriyor. Ama ayrıca bizi bize benzeyen ülkelerle de karşılaştırıyor. Her dönem için hem Türkiye’nin ortalama yıllık büyüme hızı hem de bir grup kontrol ülkesinin ortalama yıllık büyüme hızı veriliyor. Bu kontrol grubunda kimler var? Bölgemizden Mısır, Ürdün, Suriye, Fas ve Tunus var. BRICS ülkeleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika var. Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinde olan Arnavutlukve Sırbistan var. En son Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaris-tan, Hırvatistan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve Slovakya var. Ayrıca Kore, Malezya, Fili-pinler, Meksika ve Endonezya da var. Bu kontrol grubu ile birlikte bakınca, biz bir şeyler yaparken onlara fark mı atıyoruz yoksa onlar mı bize fark atıyor, ayrıca görebil-mek mümkün oluyor. Elbette büyüme sürecini etkileyen

bir sürü gösterge var. Ama böyle kuşbakışı bakınca bakın nasıl görünüyor?

Birincisi, 1950’lerden günümüze, Menderes dönemi diğer dönemlerin hepsine yıllık ortalama reel büyüme açısından fark atıyor. Türkiye, 1950’lerde yüzde 8’i aşkın bir ortalama büyüme hızını yakalamış. Bir nevi Çin gibi işe başlamış görünüyor. Sonra hiç böyle bir büyüme ora-nını yakalamak mümkün olmamış. 2000’li yıllarda, Er-doğan döneminde mesela, bu performansa yaklaşama-mış gibi duruyor Türkiye.

İkincisi, yıllar itibariyle bir sıralama yapmak gerekir-se ortalama büyüme hızı açısından ne çıkıyor? En hızlı büyüme 1950’lerde olmuş. Sonra ikinci hızlı büyüme dö-nemi 1960-1980 arası, iki darbe arası dönem. O dönem Türkiye’nin ithal ikameci kalkınma yılları. Sonra geliyor Özallı reform yılları ve de şimdiki dönem.

Üçüncüsü, bize benzeyen ülkelerden daha iyi perfor-mans gösterdiğimiz iki dönem olmuş. İlki yine 1950’ler. Bize benzeyenler yüzde 5’i yakalarken biz yüzde 8’deyiz. Diğeri ise 1990’lar. Biz burada genellikle 1990’lara kayıp yıllar olarak bakarız. Hakikaten yıllık ortalama büyüme oranımızın yüzde 4’lere düştüğü bir 10 yıldan bahsediyo-ruz ama bakın bize benzeyen ülkelerin 2 katı performans gösteriyoruz. Nedir? Şartlar o kadar da iyi değilken, dün-yada arka arkaya krizler olurken Türkiye aslında hiç de fena bir performans göstermemiş gibi duruyor. Meksika krizi herkesi vurmuştu o zaman. Bizi sanki daha bir te-ğet geçmiş. Şartlar kötüyken Türkiye, kendisine sunulan imkânları kötü kullanmamış gibi duruyor bu seviyeden bakınca.

Dördüncüsü, kontrol grubundaki bize benzeyen ül-kelerden daha kötü performans gösterdiğimiz iki dönem var. İlki 1960’lar, ikincisi ise 1970’ler. Buna nasıl bakma-lı? Bu dönemde ağırlıkla Süleyman Demirel başbakan. Acaba “Süleyman Demirel dönemlerinde Türkiye, dün-yadaki benzerlerinden daha kötü bir performans göster-di” demek ne kadar doğru olur? 1960’larda ve 1970’lerde iki tane askeri müdahale var sonuçta. 1970’ler Türkiye’de siyasi çatışmaların zirve yaptığı bir büyük siyasi istikrar-sızlık dönemi. Hani arada, “sonra Türkiye 1980 önce-sine döner” denilen dönem, o dönem. İşte o dönemde, Türkiye’nin ortalama performansı, Türkiye’ye benzer ülkelerden daha kötü. Siyasi istikrarsızlık, performansı olumsuz etkiliyor galiba.

Beşincisi, kontrol grubundaki ülkelerle benzer bir performans gösterdiğimiz iki dönem olmuş 1950’lerden beri. İlki 1980’ler, ikincisi ise 2000’li yıllar. Özal döne-mindeki performansımız ile Erdoğan dönemindeki per-formansımız bu açıdan bakıldığında birbirine benziyor. Her iki dönemde de biz ve bize benzeyenler, dünyanın getirdiği imkânları benzer bir biçimde kullanmışız.

Elbette 1950’den beri Türkiye çok mesafe kaydetti. Kişi başına milli gelirimiz bir kaç yüz dolardan 10 bin

MENDERES DÖNEMİ HERKESE NASIL FARK ATIYOR?

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 193

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

dolara yükseldi. Ama hem en yüksek büyüme oranına ulaştığımız dönem hem de dünyaya fark atığımız dönem, hep 1950’li yıllara rastlıyor. Hangi yıllar? Türkiye’nin NATO’ya girdiği, Batı ittifakının ayrılmaz bir parçası haline geldiği yıllar. Bu kadar mı? Değil elbette. Ayrıca dünyada ikinci savaş sonrası yeniden yapılanmanın baş-ladığı, Marshall planı yılları. Türkiye’de ise kırdan kente göçün, özel sektöre dayalı sanayileşmenin başladığı yıl-lar. Bakınca hepsi bana ayrı ayrı ilginç geldi doğrusu.

1950’lerdeki hızlı büyümeyi neye borçluyuz? Verim-lilik artışlarına. Dünya Bankası raporuna göre, 1950’den beri Türkiye’de toplam faktör verimliliğinin en yüksek ol-duğu yıllar, yine o yıllar. Savaş sonrası toparlanma ve ta-rım reformunun getirdiği etkinlik artışı diye tanımlıyor rapor o dönemi. 2000’li yılların başında, Avrupa Birliği reformları ile birlikte de verimlilik artışları görmüştük Türkiye ekonomisinde. Ama şimdi ekonomimizde ve-rimlilik artışlarının ortadan kalktığı yeni bir dönemin içindeyiz. 1995-2011 arasında verimlilik artışları kontrol grubunun üzerindeydi. Artık değil. Sorun olan da bu za-ten.

Peki, hiç mi umut yok? Var. 10’uncu Kalkınma Pla-nı bu amaçla bir dizi hedef ortaya koymuştu. Dönüşüm programları bu çerçevede hazırlanmaya başlamıştı. Ama orada kaldı. Yol var ama hareket yok halen. Bir nevi, ses var görüntü yok. Bundan sonra büyümek için bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ben Dünya Bankası’nın ra-porunda sayılan olasılıkları sıralayayım. Siz düşünün.

Birincisi, kadınlarımızın daha fazla çalışmaya baş-lamasını sağlayabiliriz mesela. İkincisi, eğitim reformu yaparak orta ikiden terk bir ülke olmaktan çıkıp yeni çalışmaya başlayacakların verimliliklerini artırabiliriz. Üçüncüsü, bir teknolojik yenilenme süreci ile her sektör-de verimlilik artışlarını tetikleyecek yeni bir yol tasarla-yabiliriz. En önemli etki nereden gelir? Teknolojik yeni-lenmeden. Ben teknoloji transferine dayalı bir inovasyon sürecini bu nedenle önemsiyorum.

Bizim her durumda düne benzemeyen bir şeyler yap-maya başlamamız gerekiyor. 1500 dolar kişi başına ge-lirden 10 bin dolara nasıl geldiysek aynı şeyleri, aynı bi-çimde yaparak 10 bin dolardan 25 bin dolara çıkamayız.

Şekil 1: Türkiye ve benzer ülkelerin ortalama yıllık reel büyüme hızları, %, 1950-2010Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions

Şekil 2: Değişik dönemlerde Türkiye’nin büyüme performansının alt bileşenleri (%)Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions

*Bu köşe yazısı ik-tibas olup 11.01.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlan-mıştır.

Prof. Dr. Mustafa ERDOĞANİstanbul Ticaret Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi1. GİRİŞ

Yeni Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kemalist kadrolarca tasfiyesi sonucunda kurulmuştur. Millî müca-delenin M. Kemal önderliğindeki sivil ve asker kadrolar-ca, Türk ulusunun yurt sathındaki girişim ve katılımına dayanarak başarıyla sonuçlandırılması, beraberinde yeni sosyal ve siyasal sorunlar getirmişti. Bu sorunlar büyük ölçüde, aslında bir “vatan müdafaası” mahiyetinde olan Millî Mücadele’nin bu karakterinden doğuyordu. Çün-kü, bu hareket, ona katılanların ve en azından Mustafa Kemal dışındaki önderlerinin gözünde, yurdu düşman istilâsından kurtarma girişiminden başka bir şey değildi. Millî Mücadele’nin Türkiye’nin siyasî rejimini değiştirme amacı yoktu. Sadece halk değil, sivil ve asker bürokrat-larla aydın kadroların da çok büyük bir kısmı, giriştikleri mücadelenin sonucunda Saltanat ve Hilâfetin kaderinin de değişebileceğini akla getirmiyordu.

Ne var ki, yeni Türkiye’nin doğmasını sağlayan amaç değişikliğinin işaretleri M. Kemal’in İstiklâl Savaşı bo-yunca ortaya koyduğu genel tutumda bulunabilir. Millî Mücadelenin önderi, özellikle 1920-22 yılları arasındaki söz ve hareketleriyle, mücadele başarıyla sonuçlanınca siyasî rejim sorunun da gündeme getirileceğini hissetti-riyordu. Esasen, onun kafasındaki proje daha kapsamlıy-dı; yalnızca siyasal meşruluğu veraset temelli olmaktan çıkarıp “ulusal egemenlik”e dayandırmayı arzu ediyor değildi, aynı zamanda kapsamlı bir modernleşme hare-ketini de başlatmak istiyordu. Bir bakıma, yurdun düş-man saldırısından kurtarılması başarısını bir “devrim”le, Fransız tarzı bir devrimle tamamlamak istiyordu. Başka bir ifadeyle, Kemalist Devrim Millî Mücadelenin kaçınıl-maz bir sonucu değildi; istenseydi “eski rejim”in resto-rasyonu yoluna gidilebilirdi. Mamafih böyle yapılmamış olmasının siyasal geleneğimizde bir kopukluk yarattığı da bir gerçektir.

Söz konusu kopukluk ne yazık ki önemli problemler yaratmıştır. Bunların başında, Cumhuriyetin bir “meşru-luk krizi”ni göğüslemek zorunda kalmış olması gelmek-tedir. Bu kriz Kemalist paradoksal bir tutum izlemeye sevkeden belki en temel nedendir. Bu paradoks, “ulusal egemenlik”i siyasî şiar edinen kadroların, s,yasal katılımı reddeden bir siyaset uygulamış olmalarıdır. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” deniyordu ama ulusun adına egemenliği, onun “gerçek” çıkarlarını bildiği varsayılan (Cumhuriyet) Halk Fırkası önderleri kullanıyordu. Bu model içinde halkın hemen hemen hiç yeri yoktu; o, olsa olsa siyasal söylemin (discourse) belâgat malzemesiydi. Esasen devrimci bir rejimin aynı zamanda “demokra-tik” olmasına imkân yoktu(r). Kaldı ki, mesele yöntemin devrimciliğinden ibaret de değildi; devrimin amacı veya özüyle toplumun geleneksel değerleri arasında esaslı bir bağdaşmazlık vardı. Kemalist kadroların ise, amaçladık-

ları “modern” değerlerin toplum tarafından evrimci bir biçimde benimsenmesini bekleyecek vakitleri yoktu!

Cumhuriyet Türkiyesi ile eski rejim arasındaki ko-pukluğun biraz daha farklı bir boyutu, yeni baştan bir siyasî gelenek oluşturma sorununda kendini göstermek-tedir. Geçmişten kalan siyasal (bürokratik değil) mi-rası tümüyle reddeden Kemalist rejim, bunu yapmakla Meşrutiyet döneminde oluşmaya başlamış olan anayasal rejim ve çoğulculuk deneyimiyle de bağları koparmış oldu. Başka bir deyişle, Kemalist Türkiye Osmanlı’nın anayasal/parlamenter monarşi girişimini yarıda kesmiş, bu kopma ancak 1946’dan sonra –fakat bu sefer cum-huriyetçi bir model içinde- telâfi edilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan düşünüldüğünde, Türkiye bir millî mücadele vermek zorunda kalmasaydı, belki bugün demokrasi yo-lunda daha “ileri” bir noktada olabilirdik.2. ÖZGÜRLÜKÇÜ-ÇOĞULCU BİR SİSTEME DOĞRU İLK

ADIMModern Türkiye 1923-1946 yılları arasındaki dö-

nemi otoriter tek parti yönetimi altında geçirdi. Hatta 30’lu yıllarda siyasal rejimi –Recep Peker’in başını çek-tiği- faşizan bir doğrultuya çevirme girişimi yaşadı, fa-kat Atatürk’ün bunu engellediği anlaşılıyor. Çoğulculuğu reddeden CHP diktatörlüğü Atatürk’ün ölümünden son-ra ve İkinci Dünya Savaşı’nın iç politik durum üzerinde-ki baskısının da etkisiyle, vatandaşların temel hak ve öz-gürlüklerini tanımama yönündeki baskıcı uygulamasını daha da katılaştırdı.

Ne var ki, savaş sona ermek üzereyken CHP yönetimi kendini yepyeni bir takım sorunlarla karşı karşıya buldu; bunlar bir bakıma, 1923’ten beri uygulanmakta olan si-yasal modelin tıkanma noktasına geldiğini gösteriyordu. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini tanımayan, on-ları hukuk güvencesinden uzak bir biçimde adetâ “po-lis devleti” anlayışıyla yöneten ve üstelik onlara asgarî ölçüde bir refahı da sağlamayan bir rejimin “meşruluk krizi”nin keskinleşmesi mukadderdi. Halkı daha fazla özgürlüksüz bırakmak ve siyasetin dışında tutmak, re-jimi işlemez hale sokabilirdi. Başta İ. İnönü olmak üze-re, devrin ileri gelenlerinin bunu idrak etmiş oldukları tahmin edilebilir. Üstelik İkinci Dünya Savaşı sonunda faşist totaliteryenizmin yıkılmasıyla birlikte bütün dün-yada “demokrasi rüzgarları” esmeye başlamış; hatta sa-vaş sonu konjonktürü içinde Batı dünyasına yanaşmak zorumda kalan Türk politikasına bu yönde dış baskılar gelmeye başlamıştı. Kaldı ki Türkiye’nin 1945’lerdeki iktisadî durumunun parlak olmayışı, yöneticileri –baş-ta ABD olmak üzere- Batılı demokrasilerin “anlayış”ına muhtaç hâle getirmişti. Buna bir de kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsünde söz hakkı ve ülkemizin doğusundan toprak talebinde bulunmasın ek-lersek, manzara tamamlanmış olur. Böyle bir uluslararası ortam içinde özellikle “hür dünya” ülkelerinden anlayış bekleyen Türkiye’nin önce kendi “evinin içi”ni düzelt-meye başlaması, bu doğrultuda bazı adımlar atması ka-çınılmaz hale gelmişti. Türkiye’de demokrasiye geçişi za-

TÜRK DEMOKRASİSİNİN DOĞUM TARİHİ: 14 MAYIS

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU194 |

manın Cumhurbaşkanı (ve Millî Şef ’i) İsmet İnönü’nün “iyi niyet”ine bağlayan görüş bu nedenle yanlıştır; olsa olsa, onun durumu doğru değerlendirip “tarih-dışı” bir konuma düşmekten kaçındığı söylenebilir. Esasen İsmet Paşa’nın ne formasyonu ne de önceki kariyeri onun sa-mimi bir demokrat olmasına elverişliydi. Kemalist mo-dernleşme projesinin nihayetinde demokrasiyi hedefle-miş olduğu tezinin doğruluğu ise çok şüphe götürür.

Türkiye’de çok-partili siyasete geçme kararı işte böyle bir ortamda verildi. Bu yöndeki gelişmenin köşe taşla-rını kısaca hatırlamakta yarar var. İlk defa 1945 yılının 19 Mayıs’ında Cumhurbaşkanı İnönü’nün bayram mesa-jında, sistemin demokratikleştirilmek istendiğine ilişkin dolaylı bir ifade göze çarpmaktadır. Bunu CHP milletve-kili Celâl Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes’in 7 Haziran tarihli “Dörtlü Takrir”i izlemiştir. CHP Parti Grubuna verilen bu önergede, ulusal egemen-lik ilkesinin tam olarak uygulanması ve parti çalışmaları-nın demokratik esaslara uydurulması istenmekteydi. Bu girişimi, sonraki aylarda tahmin edilebilir bazı olaylar izliyor; 21 Eylül’de Menderes ve Köprülü CHP’den ihraç ediliyor. Bundan sonra da (28 Eylül) Bayar milletvekil-liğinden istifa ediyor. Bundan bir sonraki adım olarak Bayar CHP’den de istifa ediyor (3 Aralık). Bu arada İnönü’nün 1 Kasım’daki Meclis açış nutkunda bir mu-halefet partisine olan ihtiyaç vurgulanıyor. Nihayet 1946 başında beklenen tarihî olay gerçekleşerek, Demokrat Parti resmen kuruluyor (7 Ocak). Demokrat Parti’nin demokrasi ve özgürlük mücadelesi ilk önemli sonucunu 10-11 Mayıs 1946’da veriyor: CHP’nin Olağanüstü Ku-rultayında “Millî Şef” ifadesi kaldırılıyor ve “Değişmez Başkan” yerine Genel Başkanın seçimle gelmesi esa-sı kabul ediliyor. Mücadelenin ikinci önemli sonucu 5 Haziran’da tek dereceli seçim kanunun kabul edilmesidir. Ne var ki 21 Temmuz’da yapılan genel seçimler CHP’nin tek parti döneminin alışkanlıklarını sürdüğünü gösteri-yor; baskı altında ve hile karıştırarak yapılan seçimler so-nucunda CHP’nin 395 milletvekilliğine karşı DP ancak 66 milletvekili kazanabiliyor. Ertesi yıl –Recep Peker’in 1 Nisan’da İstiklâl Mahkemelerinin henüz kaldırılmamış olduğunu hatırlatan tehdidi bir yana bırakılırsa- demok-ratik gelişme açısından daha ümit vericidir. Demokrat Parti’nin (7-11 Ocak 1947 tarihinde yapılan) Büyük Kongresinde Hürriyet Misakı karar altına alınıyor. Buna göre, demokratikleşmenin tam ve gerçek anlamda sağ-lanabilmesi için: a) anti-demokratik kanunların kaldı-rılması, b) seçimlerin yargı denetimi altında yapılması ve c) cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması gerekmektedir.

Bu karar 7 ay sonra kısmen etkisini göstererek, Cum-hurbaşkanı İnönü’nün basına ve radyoya verdiği bir demeçle (12 Temmuz Beyannamesi) partiler arasında tarafsız kalacağı ve DP’nin güvence altında muhalefet yapabileceği sözünü vermesine yol açıyor.Sonraki yılın önemli olayı, CHP yönetiminin liberalleşme jesti yap-masıdır denebilir. Nitekim CHP Meclis Grubunda 10 Şubat’ta ilkokullara din dersi konması ve İlahiyat Fakül-tesi açılması kararı veriliyor. Bu arada Demokrat Parti’nin seçim kanunu ile ilgili ısrarlı çabaları devam ediyor (ör-neğin, 25 Haziran’da İkinci Büyük Kongre’de karar altına

alınan Milli Teminat And’ı) ve bu konuda yeni bir mesafe daha alınıyor: 16 Şubat 1950’de tek dereceli, genel, eşit ve gizli oy, açık tasnif ve adlî teminat esasları getiren Seçim Kanunu kabul ediliyor.

Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri Demokrat Parti 408 mil-letvekilliği (CHP 69 milletvekilliği) elde ederek kazanı-yor. 22 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilen Celâl Bayar’dan hükümeti kurma görevini alan Adnan Menderes aynı gün kabinesini ilân ediyor. Böylece modern Türkiye’nin siyasî tarihinde yeni bir dönem başlamış ve demokrasi bir bakıma doğmuş oluyor. Cumhuriyet Türkiye'si böy-lece ilk demokratik, barışçı iktidar değişikliğini kurulu-şundan ancak 27 yıl sonra gerçekleştirmiş olmaktadır.

3. 14 MAYIS 1950’NİN ANLAMI14 Mayıs 1950’de cumhuriyet tarihinde ilk defa yapı-

lan serbest-demokratik bir seçimle Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi olayının anlamı üstünde yeterince du-rulduğu söylenemez. Halbuki, Türk demokrasi tarihi ba-kımından bir dönüm noktası olan bu olay yalnızca bir tür “kansız devrim” değil aynı zamanda Türkiye’deki resmî-şekli Cumhuriyetin gerçek bir “cumhuriyet”e dönüşme-sinin de başlangıcıdır. Gerçek bir cumhuriyet “vatandaş” kavramına dayanır, ama bu vatandaşlık hukukîliği aşan bir içerik ve anlam taşır. Bir cumhuriyette vatandaş o cumhuriyetin kurucu unsuru olan özerk ve özgür bir kişidir; cumhuriyet bu anlamda vatandaşların bir arada yaşamak istek ve iradesinin sonucudur. Bundan dolayı, cumhuriyetin vatandaşı bu ortak yaşama düzeninin te-mel değer ve standartlarının oluşturulması sürecine de-vamlı “müdahil” olmalıdır. Vatandaş, cumhuriyetin ka-derine etkili olduğunu hissedebilmeli ve rızasını sürekli olarak yenileyebilmelidir. Demokratik bir cumhuriyette bu, büyük ölçüde siyasal partiler aracılığıyla sağlanır. Bundan dolayı, gerçek bir cumhuriyet hem toplumsal-kültürel hem de siyasal anlamda çoğulculuğu gerektirir. Türkiye’de bu oluşum ilk gerçek semeresini 14 Mayıs 1950’de vermiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinde vatandaşın politikaya –yani kendi kaderine- ağırlığını koyması ilk defa bu tarihte gerçekleşmiş, tek parti yönetimi döne-minde sadece adından söz edilen “ulusal egemenlik” de böylece gerçek anlamını bulmuştur.

Demokrat Parti ile başlayan süreci, bürokrasiden de-mokrasiye, başka bir deyişle “memurların iktidarı”ndan “halkın iktidarı”na geçiş olarak da tanımlayabiliriz. 14 Mayıs bürokratik diktatörlüğün sonu olmuş, ama ne yazık ki Türkiye’de halâ bürokratik tutuculuğun etkisi tam olarak kırılamamıştır. Bürokratik iktida-rın “transandantal” (=müteal, aşkın) devletinin yerini “enstrümental”(=araçsal) devlet almaya başlamış, böyle-ce “kutsal” (kendi kendinin amacı olan) devlet kavramı etrafında örülmüş bulunan bürokratik ideoloji zayıf-lamaya başlamıştır. Bu ise devlet-ağırlıklı bir yönetim modelinden toplum-ağırlıklı bir siyasete geçiş demektir. Başka bir ifadeyle, demokrat partiyle birlikte toplum ağırlıklı “siyasal sistem” soyut “devlet” aleyhine genişle-meye başlamış ve böylece “vesayetçi demokrasi” anlayışı temelsiz hale gelmiştir.

Türk demokrasisinin doğum tarihi olan 14 Mayıs

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 195|

1950’den itibaren siyasetin sosyolojik tabanı değişmeye başlarken, değişimin bazı kültürel uzantıları da ortaya çıkmıştır. Böylece, ta Osmanlı döneminden beri bir “seç-kin “ kültürü olarak halka yabancılaşmış olan “merkez”in değerler kadrosu ile “çevre”nin kültürü birbirine yakın-laşmaya başlamıştır. Bu yakınlaşmanın Türk siyasal kül-türünün iki yönlü olarak demokratikleşmesine katkıda bulunduğu söylenebilir. İlk olarak, siyasal kadroların geleneksel seçkinci kültürü halkın değerlerinden etkilen-meye başlamak suretiyle bir bakıma halkla bütünleşme-nin yolu açılmış, bu ise siyasal kültürümüzdeki “devlet merkez”liğin yerini sivil toplum-merkezliğe bırakması eğilimini ortaya çıkarmıştır. İkinci yön, halk arasında va-tandaşlık ve demokrasi bilincinin gelişmesinde kendini göstermektedir. Siyasete katılmanın kendisi açısından oldukça “fonksiyonel” olduğunu ve bu katılmada kendi değer ve beklentilerinin, kendi “dili”nin etkili olduğunu gören halk sisteme “yabancılaşma”dan kurtulmaya baş-lamıştır. Bu suretle oluşan yakınlaşma duygusu ve siyasal sistemi benimseme tutumu halkın geleneksel baskıcı ve paternalistik devlet kavrayışını terk etme eğiliminin de başlangıcı olmuştur. Bu değişimin özünde saklı temel anlamı popüler kültürün demokratikleşmesi olarak ad-landırabiliriz.

Bütün bunlardan başka Türkiye, Demokrat Parti’nin iktidar yıllarında iktisadî ve toplumsal yapısında bazı önemli değişimleri de yaşamaya başlamıştır. Bu dönem-deki piyasa ekonomisi ve iktisadî kalkınma atılımının sonucunda Türkiye’nin sosyolojik yapısı değişerek, de-mokratik bir siyasete daha elverişli bir zemin oluşma-ya başlamıştır. Söz konusu değişim kendisini özellikle iktisadî farklılaşmanın artması ve sivil toplumun geliş-mesi biçiminde göstermiştir. Şüphesiz iktisadî farklılaş-manın ortaya çıkardığı başka bazı sonuçlar olmakla bera-ber, iktisadî kalkınmanın devletten özerk bazı toplumsal grupların doğmasına ve toplumsal çeşitliliğin (çoğulcu-luğun) artmasına da yol açtığı görmezlikten gelinemez. İktisadî bakımdan kendine-yeter ve devlet karşısında bağımsız davranabilen topluluk veya tabakalar devletin –hem efsane olarak, hem de gerçek olarak- zayıflaması-na yardımcı olmuştur. Demokrasinin yerleşebilmesi ise büyük ölçüde, varlığını devlete borçlu olmayan grupların yaygınlaşmasına ve bu şekilde gelişen sivil toplumun gö-nüllü faaliyetlerinin artmasına bağlıdır.

4. GERİ ADIM: 27 MAYIS 1960Demokrat Parti, serbest seçimle iktidara gelmesinden

10 yıl sonra ne yazık ki “kuvvet” yoluyla iktidardan uzak-laştırıldı; bununla da yetinilmedi, Cumhuriyet öncesi si-yaset geleneğimizden kalma “siyaseten katl” müessesesi başka bir biçimde canlandırılarak DP hükümetlerinin önde gelen bazı liderleri katledildi. Bu öldürme olayı-nın geniş halk kesimlerinde yarattığı kırgınlık, gerginlik, hatta düşmanlıklar, bunlar siyasal sisteme ilişkin olarak yarattığı problemler bir yana bırakılsa bir yana bırakılsa bile; 27 Mayıs hareketinin Türk siyasetinin daha sonraki işleyişini olumsuz yönde etkilediği kesindir. Yeni anaya-sanın yapılmasında Demokrat Parti’nin temsil ettiği top-lumsal-siyasal kesimlere söz hakkı verilmemiş olması ise bu problemleri bir kat daha arttırmıştır.

Birçokları Demokrat Parti’nin zorla iktidardan uzak-

laştırılmasını haklı göstermek için çeşitli “gerekçeler” ile-ri sürmüş, genel olarak aydınlar ve özel olarak üniversite çevreleri bu darbeyi meşrulaştırmak için adeta birbirle-riyle yarışmışlardır. Nitekim darbenin hemen ertesi günü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki “CHP hukuk ulema-sı” Millî Birlik Komitesi’ne darbeyi meşrulaştırmaya dö-nük bir “fetva” arz etmiştir. Sıddık Sami Onar daha sonra (30 Mayıs 1960) yaptığı bir basın toplantısında bu “ilmî” desteği yeniden teyit etme coşkusunu göstererek, Silah-lı Kuvvetler cuntasının yönetime el koymasının askerî bir darbe değil “meşru” bir iktidarın kurulması girişimi olduğunu belirtmiştir. İlginç olan nokta, tek-parti döne-minde baskıcı ve otoriter siyaset karşısında sessiz kalan-ların, demokratik yolla iktidara gelmiş olan Demokratik Parti’ye karşı keskin bir tahammülsüzlük göstermiş ol-malarıdır.

İleri sürülen “gerekçeler”in özünde yatan fikir, De-mokrat Parti’nin otoriterizme saparak meşruluğunu yi-tirdiği idi. Hatta bazıları, liberal siyaset teorisindeki va-tandaşların “direnme hakkı”nı, sivil toplumdan “devlet”e yönelik olarak düşünmek gerekir. Belki şunu diyebilirler-di: Hükümete karşı silahlı kuvvetlerden gelen bir darbe söz konusu olduğuna göre, aslında mesele siyasal seç-kinlerin devlet içindeki bir mücadelesidir. Kaldı ki, olaya böyle bakmak da temelden yanlıştır. Çünkü 27 Mayıs, devlet ve sivil toplum ilişkisinin değiştirilmesine, sivil toplum ilişkisinin değiştirilmesine, sivil toplumun tem-sil imkânı bulduğu “siyasal sistem”in bürokratik devleti sınırlamaya yönelmesine karşı bir tepkidir. Bu hareket, devletçi sivil-asker seçkinlerin iktidarı halktan geri al-mak için giriştikleri bir tür “siyasî irtica” girişimidir. Bü-yük sapmalara ve acılara yol açmakla beraber, şükür ki bu girişimin başarısı kalıcı olmamış; 1965’ten sonra sivil toplumun siyasetteki etkisi yeniden kurumsallaşmaya başlamıştır.

Şerif Mardin’in işaret ettiği gibi, 27 Mayıs darbesi, 1950’den sonra siyasete hâkim olan ve tek parti döne-minden kalma bürokratik iktidar yapısının değişmesini isteyen merkez dışı (sivil) unsurlara karşı, bu yapının de-ğişmezliği, (dolayısıyla kendi çıkarlarını) güvence altına almak isteyen merkezin (bürokratik devletin) bir hareke-ti olarak görülebilir. Kısaca 27 Mayıs 14 Mayıs’ın rövan-şıdır, ama bu adil bir rövanş değildir. Çünkü 14 Mayıs “rıza”ya dayanırken 27 Mayıs “kuvvet”e dayanıyordu. De-mokratik süreci kuvvete başvurarak kesintiye uğratanla-rın Atatürkçülüğü koruma iddiası ise bir aldatmacadır.

Askerî bir cuntanın iktidara el koymasının ne anlama geldiğine ilişkin bu tespitler, Demokrat Parti yönetimi-nin tam anlamıyla özgürlükçü- demokratik bir nitelik gösterdiği anlamına gelmez. Demokrat Parti’ye yönelti-len eleştirilerin haklı olduğu bir yön vardır. Gerçekten de bu parti başlangıçtaki liberal tutumunu zamanla terk ederek daha sıkı ve daha az hoşgörülü bir yöne doğru kaymıştır. Bazı siyasal ve yasal girişimlerin (Seçim Kanu-nu’ndaki bazı değişiklikler, CHP’ye karşı başlatılan yasal girişimler, yargı denetimini kısıtlama teşebbüsleri gibi) Demokrat Parti’nin 14 Mayısla başlayan yeni dönemin ruhundan gitgide uzaklaştığının işaretleri olduğu doğru-dur. Bu değişikliklerin siyasal kültürle, siyasetin sosyolo-jik tabanıyla, iktisadî problemlerle, genel olarak toplum-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU196 |

sal yapıyla ve nihayet parti politikalarının özelliğiyle ilgili nedenleri vardır.

Bu nedenlerin başında, demokrasinin kavranışıyla ilgili yanılgı gelmektedir. Bu yanlış anlayışa göre, demok-rasi çoğunluğun istediği şeydir; çünkü “millî irade”yi çoğunluk temsil etmektedir. “Çoğunlukçu demokrasi” olarak adlandırılan bu yaklaşım, çoğunluk ilkesinin ik-tidara gelmenin bir yöntemi olmaktan ileri giden bir an-lam vermekte, onu demokrasinin içeriğini belirleyen bir temel olarak görmektedir. Bu ise çoğunluğu temsil eden siyasal partinin “millî irade”nin temsilinde bir tekel id-diasında bulunmasına yol açmakta, böylece muhalefetin hoşgörülmediği monist bir siyaset meşrulaştırılmakta-dır. Bu anlayışın Demokratik Parti iktidarı döneminde bir hayli etkili olduğu gerçektir; bu partinin muhalefete karşı izlediği politikanın yeterince hoşgörülü olmama-sının temel nedeni bu olsa gerektir. Bununla birlikte, DP’nin muhalefete karşı gitgide daha anlayışsız hâle gel-mesinde, özellikle CHP’nin sert ve hırçın (olduğu göz-lemcilerce belirtilen) muhalefet tarzının da etkili olduğu açıktır. Zamanın Başbakanı Menderes’in de yönelmeye başladıkları baskı tedbirlerini muhalefetin sertliğine bağ-lamış olduğunu hatırlamalıyız. Söz konusu katı muhale-fette aydınlar da –büyük bir çoğunluk itibariyle- CHP ile ittifak içinde idiler ve bu ittifak Ankara ve İstanbul’da bir kısım üniversite gençliğini DP iktidarına karşı seferber etmekte sakınca görmemiştir.

Başka bir etken de Demokrat Parti’nin liderlik kad-rosunun hemen hemen tamamının tek-parti döneminin siyasî ortamı içinde yetişmiş ve ilk siyasî tecrübesini esas itibariyle otoriter CHP içinde edinmiş olmasıdır. Baş-ka bir ifadeyle, Demokrat Parti’nin siyasal seçkinleri ile Cumhuriyet Halk Parti’sinin seçkinleri arasında, siyasî formasyonları ve dünya görüşleri açısından önemli fark-lar yoktu. Belki bu nedenlerden dolayı, DP’nin merkezî önderlik kadrosuna karşı yerel örgütler düzeyinde sürek-li olarak bir parti-içi muhalefet var olmuştur. Bu muha-lefeti, genel olarak siyasal sistem düzeyinde işleyen “mer-kez-çevre” çatışmasının bu parti içine yansıması olarak da görebiliriz.

Demokrat Parti’nin performansı zamanla zayıflamaya başlamış ve 1957’den sonra iktisadî bir bunalımın eşiğine gelinmişti. Bu durum partinin genel olarak imajını zede-lemesine yol açmış ve bunun yarattığı tedirginlik parti-nin ulusal politikasını olumsuz olarak etkilemiştir. İktisat politikası bakımından ortaya çıkan bu zaafın başka bir etkisi de partinin halk desteğini sağlamada “kayırma” ve “avantaj sağlama” araçlarını eskisi gibi kullanamaz hale gelmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Sunar’ın işaret ettiği gibi, iktisadî durumun bozulmaya başlaması, bu tür bir kayırmacılığın önemli bir unsurunu teşkil ettiği “po-pulist” politikanın tıkanmasına yol açmıştır. Demokrat Parti’nin bu noktada yaşadığı sıkıntının onun genel poli-tikasını olumsuz olarak etkilediği anlaşılıyor.

Son bir nokta olarak da “objektif ” bir olguyu işaret etmek gerekiyor. Demokrat Parti’nin izlediği iktisadî politika her ne kadar “sivil toplum”un oluşmasına kat-kıda bulunmuşsa da, bütün toplumsal-siyasal sistemin “devlet”e bağımlılığı büyük ölçüde devam etmiş, özerk yapı ve kurumlar yeterince oluşturulmamıştır. Toplum-

da hâlâ güçlü bir plüralizm yoktur. Bundan dolayı, dev-leti dengeleyecek, onun topluma egemen olması çabasını zayıflatacak bir toplumsal bünyeden söz etmeye imkân yoktur. Bu durum, “devlet” içindeki çatışmanın topluma yayılmasına neden olmuş, devletteki gerginlik topluma yansımıştır. Halbuki demokrasinin kurumlaşması, bü-yük ölçüde, devlet faaliyetinin seyrinden köklü biçimde etkilenmeyen bir sivil toplumun varlığına bağlıdır.

5. SONUÇTürkiye’nin 14 Mayıs 1950 tarihinde yaşadığı barışçı-

demokratik iktidar değişikliği, halkın iradesini ilk defa siyaset düzeyine intikal ettirmesi bakımından tarihî bir olaydır. Bundan dolayı 14 Mayıs’ı Türk Demokrasisi’nin “milâdı” olarak yorumlamak yanlış olmaz. Türkiye’de demokrasinin doğum tarihinden bu yana zaman zaman gel-gitler, tereddütler, siyasî “irtica” girişimleri olmuş olmakla beraber; 1950 öncesine dönüş yolunun kesin olarak kapanmış olması, demokratik süreci zaman za-man kesintiye uğratan asker kadroların bile militarist yönetimlerini kalıcı bir model olarak topluma dayata-mamaları –hatta kendilerini apolojetik tutum takınmaya mecbur hissetmeleri- gösteriyor ki, ayrık demokrasiden geriye dönülemez. Demokraside karar kılmış olmak ise dayanaksız bir ilkeye “romantik” bir bağlılıkla değil, so-mut sonuçlarıyla da temellendirilebilecek bir başarıdır. Ancak demokrasi sayesindedir ki; Türk insanı “vatan-daş” konumuna yükselebilmiş, temel hak ve özgürlükle-rine kavuşabilmiş, yönetimi kendi iradesi doğrultusunda yönlendirilebilir hale gelmiştir. Türkiye iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmasını da büyük ölçüde demokratik dönemde gerçekleştirmiştir. Türk vatandaşı, hayat stan-dartlarının yükselmeye başladığını ancak bu dönemde hissetmiş; yoksulluğun bir “kader” olmadığını, kendi ira-desiyle bunu değiştirebileceğini görmüştür.

Konuya bu perspektiften bakıldığında, 27 Mayıs 1960 darbesinin değersizliğini görmek kolaylaşıyor. Çünkü bu hareket, demokrasi doğrultusundaki gidişi durdurmaya yönelmişti; iktidarın sivil-asker bürokratlardan halka geçmesinden rahatsızlık duyanların eseriydi. 27 Mayıs darbesi demokrasi tecrübemizin gelenekleşmesini en-gellemeyi, bir geleneğin kurulmadan yıkılmasını hedef almakla kalmamış, aynı zamanda kötü bir “geleneğin”de başlatıcısı olmuştur. Denebilir ki, 27 Mayıs kötü örneği olmasaydı, ne 1971 müdahalesi ne de 1980 askerî darbesi olurdu.

KAYNAKLAR:Ahmad, Feroz, “Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi Siyasal Gelişmeleri”, Cumhuriyet

Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (İstanbul: İletişim Yay., 1986), c. 7, s. 1991-1998.Ahmad, Feroz- Ahmad, B. Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro-

nolojisi: 1945-1941 (İstanbul: Bilgi Yay., 1976).Burçak, Rıfkı Salim, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş: 1945-1950, (Ankara; 1970).Erdoğan, Mustafa, “1980’lerde Türk Siyasetinin Transformasyon’u”, Türkiye Günlüğü,

n. 9 (Aralık 1989), s. 31-34.Erdoğan, Mustafa, “Türkiye’de bürokratik Yönetim Geleneği ve Demokrasi”, Yeni Fo-

rum, n. 271 (Aralık 1991), s. 37-40. Heper, Metin, Bürokratik Yönetim Geleneği ve Demokrasi, (Ankara, 1974).Heper, Metin, Türk Kamu Bürokrasisinde Gelenekçilik ve Modernleşme (İstanbul,

1977).Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi (İstanbul, 1967).Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi (İstanbul: İletişim Yay., 1991).Parla, Taha, Türkiye’de Anayasalar (İstanbul: İletişim Yay., 1991).Sunar, İlkay, “Demokrat Parti ve Popülizm”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedi-

si, c. 8. (İstanbul: İletişim Yay., 1986), s. 2076-2086.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 197|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU198 |

Prof.Dr. Süleyman İNANPamukkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

Menderes’in idam edilme sebebini işte yazıyorum. O, çok seviliyordu, çok tutuluyordu. Evet, tam da bundan asıldı Menderes.

1961’de Eylül’ün 17’sinde bir başbakan asıldı. Bir gün önce, intihara kalkışarak kendisi ölmek istemiş-ti. Dilinin altında günlerdir biriktirdiği haplarının hepsini, o gün bir anda yuttu. İntiharın, inancı ge-reği “büyük günah” olduğunu biliyor olmalıydı ama çektiği ıstırap o denli büyüktü ki artık dayanamadı. Kendisi hakkında kararını daha baştan verdiğine inandığı mahkemeye hesap vermek yerine, Yara-dan’ına hesap vermeyi tercih ettiği belliydi. Midesi temizlenip ancak bir gün sonra kendine getirildi-ğinde her şey onun için yeniden başlamıştı. Biraz sonrasında, üzerine kefen giydirilip elleri arkadan bağlanınca, koluna giren iki zabitin onu nereye gö-türdüğünü anladı. Artık metanet zamanıydı. Dahası mahkeme süresince belli edemediği için dostlarınca bile eleştirildiği o sağlam duruşu şimdi göstermeliy-di.

Birazdan her şey, zaten sona erecekti: Onu alı-koyanların hakaretleri, alaycı bakışları, bağrışmaları, yuhalamaları... Ama içinde kor gibi bir acı vardı. Hiç

mi sevilmemişti? Daha bir sene önce çeşitli miting-lerde halkın tezahüratı, alkışları, sevgi gösterileri ya-lan mıydı? Sahi o halk şimdi nerede idi? Hiç değilse, bu memleket için bir şeyler yapmıştı. Görmediler mi?.. Görmemişler miydi? Bunu, son zamanlarında muhalefetin “hücumları” karşısında radyo konuş-malarında ve mitinglerde çok söylemeye başlamıştı. Eski yazıyla birkaç satır yazdı ve bıraktı. Şöyle baş-lıyordu veda mektubu: “Kimseye dargın değilim”. Hayret, bunca kedere rağmen bu nasıl engin gönül-lülüktü? Mektubun orta yerinde de o çıplak gerçeği “idam edilmek için ortada hiçbir sebep yok” diyerek kendince haykırıyordu. Ama bu, onun mahcup ka-rakterinin izin verdiği ölçüde sessiz bir çığlıktı. “Yine de merhametim sizinledir” diye bitiyordu mektup. Sonra... Boynuna yağlı ilmek geçirildi. Bu esnada geriye doğru taranmış saçları hafif dağıldı. Gözlerini kapadı. Dudaklarında, dualar mırıldandı. Ve...

İşte o fotoğraf hiç unutulmadı, unutulmayacak-tı da... Siyasetin “ateşten gömlek” olduğunun somut göstergesi olarak sonraları hep anıldı. Onun takipçi-si olduğunu söyleyen liderlere, siyasetin onları bu-naltıp bazen ölümle yüzleştirdiği an, o sözü söyletti durdu: “Bizim iki gömleğimiz vardır; biri bayramlık, diğeri idamlık.” Menderes’in idamından beri, siyase-tin, gerekirse “kellenin” gidebileceği bir hizmet alanı olarak düşünülmesi bundandır.

MENDERES’İN İDAM EDİLME SEBEBİ (!)

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 199

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Sonradan dağıtılan fotoğraf karelerinde, Menderes’in göğsüne iliştirilen yaftadaki “anayasayı ihlal ettiği” yazısı okunabiliyordu. Diğer suçlamalar ise adını kötülemek içindi; bu bakımdan yüzeysel sayılırdı. Onu deviren cunta yönetimine göre Men-deres, “sorumsuz demagoji” suçlusuydu. İdam edi-lenlerden Fatin Rüştü Zorlu “küstahlıktan” ve “ki-birden”; Hasan Polatkan ise “vurdumduymazlıktan” suçluydu. Evet, asıl suçları bunlardı aslında. Ama o yaman soru yine değişmiyor; peki Menderes gerçek-ten neden asıldı? Niye? Bu soruya, mesela onun tek parti diktasına doğru gittiği, meşruluktan yoksun tahkikat komisyonlarını kurdurduğu gibi açıklama-larla cevap vermeye çalışanların unuttukları bir şey var: Bu sayılanlar, evet, siyasi hata ve vebal olabilirdi ama son kertede bir canın kastini açıklamıyor, açık-layamaz.

Menderes’in idam edilme sebebini işte yazı-yorum. O, çok seviliyordu, çok tutuluyordu. Evet, tam da bundan asıldı Menderes. Peki, o nasıl oldu da sevgi halelerini üzerinde topladı ve bu sevgi, ida-mına sebep oldu? Menderes’in sıcak tebessümü ile muhatabını çeken samimi hâli Allah vergisiydi. Po-litikadaki yeteneği ise 1931’de girdiği parlamentoda çalışma gayretiyle her geçen zaman büyüdü. Mende-res, ilk kez 1946’daki bütçe konuşmasıyla parlamış-tı. Kısa sürede partisinin “kışkırtıcı hatibi” olmuştu. Dili sivriydi; sevenlerini saran, hasımlarını yıldıran bir dil. Bayar onu “uysal” olacağı için değil, esasta halk tutuyor diye başbakanı yapmıştı.

1950’den sonra o, bir fenomene dönüştü. Her gün büyüdü, gücüne güç kattı. Sevgi çemberi geniş-ledi. O kadar ki, muhalifleri onun ancak bir darbeyle -seçimle değil- yıkılacağını düşündü. 27 Mayıs’ta hü-kümeti ile birlikte devrilince cunta onu Yassıada’da “yargılamaya” başladı. Yargılamanın daha başında “bebek” davasıyla gözden düşürülmek, küçültül-mek istendi. Silahların gölgesindeki bu ortamda Menderes’in sevenleri radyo başındaydı; ellerinden başka bir şey de gelemezdi. Nihayet karar idam çık-tığında, bu kararı onayacak komite Menderes’in popülaritesinden çekindi. İdamın gerçekleşmesi, sa-dece cuntanın başbakanı bile astıklarını göstermek isteyen bir güç gösterisi değildi; Menderes’in halk tarafından tutulması ve bir gün tekrar iktidara ge-lip kendilerinden hesap sormasından korkmalarıy-dı. Menderes, sezdiği bu durumu son mektubunda yazar: “Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.” Gerçekten bugün Menderes’in izlerini görmek mümkündür. Günümüzde onun adını alan havalimanı, üniversite, caddeler yok mu? Merkez

sağın idol olarak kabul ettiği başlıca figürlerden biri değil midir?

Hulasa Menderes’i, kendine “Yüce Adalet Di-vanı” diyen mahkemenin pozitif hukuku asmadı. Ya da takdir, asmama yönünde olabilirdi. Onu, za-manın olağanüstü ortamının körüklediği rövanşist duygu astı. Onu, kontrol edilemeyen öfke kusması idam etti. Akademisyenliğimin nesnelliğine yönelik gelebilecek eleştiriler pahasına bunu söylemem gere-kir. Ben, bu idamı, söylediğim sebep dışında hiçbir zaman anlayamadım. Bu yazıda da, kendimi, zaten hâlâ anlayamadığım (ve anlayabileceğimi zannetme-diğim) asılma nedenlerini(!) izah etmeye mi zorla-malıydım? Yo, hiç değilse, bugün değil; bugün değil!

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU200 |

Prof. Dr. Bilal SAMBUR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi

Son doksan yıldır, Türkiye’de din-devlet-toplum iliş-kileri, hep tartışmalı ve gerilimli bir alan durumunda-dır. Genelde Türkiye’nin bir ulus devlet modeli şeklin-de örgütlendiği söylenmektedir. Ancak ulusun devleti kurmasından çok, devletin ulusu kurgulamak istediği görülmektedir. Devletin yeni bir ulus kurgulamak iste-mesi, din-devlet-toplum ilişkilerinin otoriter ve totali-ter bir niteliğe sahip olmasına neden olmuştur.

Devletin kendisine ait bir ulus yani devlet ulusu inşa etmesinin üç temel ayağı bulunmaktadır. Merkezde devletçiliğin olduğu bu yapı, nasyonalizm ve laisizm üzerine oturmaktadır. Resmi nasyonalizm ve laisizm, çoğulcu ve özgür bir toplumsal yapı istememiştir. Nas-yonalizm ve laisizm, toplumdaki farklı inançlar ve kül-türleri resmi kimlik doğrultusunda homojenleştirmeye çalışmıştır. Resmi nasyonalizm ve laisizm, coğrafyamı-zın farklı kimliklerini ve inançlarını bastırmış, inkar etmiş ve asimile etmeyi istemiştir. Ulusal birlik ve be-raberliği sağlamanın tek yolunun her açıdan tek biçimli toplum yaratmak olduğu düşünülmüştür. Toplumda var olan bütün farklılıklar ortadan kaldırılarak tek kimlik ve inanç dayatmasıyla devlet-toplum bütünlüğü sağ-lanmaya ve yeni bir devletçi ulusal kültür icat edilmeye çalışılmıştır.

Toplumu devletin uzantısı yapmak isteyen ve devlet

merkezli bir ulusal kültür icat etme projesi, toplumda-ki farklı kültür ve inançlar arasında çeşitliliğe, iletişime, etkileşime ve değişime imkan vermeyerek bir arada yaşamanın barışçıl altyapısını tahrip etmiştir. Devlet toplumu ihdas etme politikası, ulusal birliğe karşıt ol-duğu gerekçesiyle en çok çoğulculuk olgusunu orta-dan kaldırmaya çalışmıştır. Bütün toplum için yeni bir ulusal kültür icat etmek isteyen resmi paradigma, resmi kimlikten farklı olan bütün kimlik, kültür ve inançlara korku ve şüpheyle bakmıştır. Farklı kimlik ve kültürleri, insani zenginliğimiz olarak değil, milli birlik ve bütün-lüğe tehdit, bölünme ve parçalanma nedeni olarak de-ğerlendirmiştir.

Homojen toplumu hedefleyen ulusal birlik ve milli kültür söylemleri, etnik, dini, dilsel ve bölgesel kimlik-leri önemsiz ve değersiz görmektedir. Devletin dayattığı homojen ulusal kimlik, çoğulculuğu dışladığı gibi, coğ-rafyamızın kültürel, dinsel, dilsel ve tarihsel mirasını da dışlamıştır. İcat edilen yeni kimlik içerisinde Aleviler, Şafiiler, Kürtler, Ezidiler, Süryaniler, Keldaniler gibi bu topraklarda var olan birçok kültür ve kimlik yok sayıl-mıştır. Toplumsal yapının çeşitliliğine ve doğallığına yapılan bu dışarıdan müdahale, devletin dayattığı res-mi inanç ve kimlikle, bunun dışındaki sivil kimliklerin çatışma ve gerilim halinde olmasına neden olmuştur. Özellikle Kürtler ve Aleviler, kendi inanç ve kimlikle-rinden ısrarla vazgeçmeyerek devletin kendilerine da-yattığı kimliği reddetmişlerdir.

Pozitivist felsefeye dayanan bilimci, akılcı ve çağdaş niteliklere sahip yeni bir toplum kurmak isteyen res-mi paradigma, militan laikliği benimsemiştir. Bu laiklik anlayışı, eski rejim olarak görülen padişahlık, hilafet, medreseler, Arapça alfabe, geleneksel kılık-kıyafet gibi her şeyle mücadele etmek isteyen ideolojik bir anlayış olup giderek devletin resmi teolojisi ve ideolojisi statü-süne yükseltilmiştir. Devlet iktidarının elitleri, kurmak istedikleri laikleştirilmiş toplum projesinin önünde si-vil toplumsal dini hayatı engel olarak görüyorlardı ve sivil dini hayatı devletin güdümüne sokmak için kendi ideolojik laiklik anlayışlarını resmi ideolojinin olmazsa olmazı haline getirmişlerdir. Osmanlı dönemi anlamın-da eski rejimi tasfiye etme ve ona karşıtlık temelinde devleti inşa eden devlet elitleri, toplum üzerinde kendi-lerine mutlak bir iktidar kurmak için laikliği kendi ik-tidarlarını meşrulaştıran bir felsefe olarak benimsemiş-lerdir. Devletin resmi bir ideolojiye ve militan laisizme sahip olması, onu toplumda var olan din, inanç, değer ve ideolojiler karşısında tarafsız olmak yerine taraf ko-numuna getirmiştir. Devletin tarafsızlığını kaybetmesi,

DEMOKRATİK DÜZENDE LAİSİZMDENDİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 201

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

onu kimlik ve inançlarla ilgili çatışmaların kaynağı ve merkezi olmasına neden olmuştur.

Devletin toplumu bir hegemonya alanı olarak gör-mesi ve laiklik adı altında toplumla ve sivil din alanıyla çatışmaya girişmesi ülkemizdeki laikliğin çarpıklaşma-sına ve yozlaşmasına neden olmuştur. Laiklik, ülkemiz-de laisizme dönüşmüştür. Ülkemizde var olan laisizm-dir, laiklik değildir. Laisizmin varlığına karşılık laikliğin yokluğu temel sorundur, çünkü laisizm, laikliğin içini boşaltan ve yozlaştıran bir ideolojidir. Laisizm, laikliğin içinden din ve vicdan özgürlüğünü ve çoğulculuğu al-maktadır. Laiklik ve laisizm, birbirlerinden farklıdır ve birbiriyle karıştırılmamalıdır. Laiklik, din ve vicdan öz-gürlüğüyle ve çoğulculukla anılması gerekirken, laisizm ise otoriter ve totaliter bir ideolojik duruşu ifade etmek-tedir. Laikliğin yozlaştırılmış biçimi olarak laisizmden baskıcı laiklik, militan laiklik, laikleştirmecilik, laikrasi, laiklik taklidi, laikçilik, jakoben laiklik gibi ifadelerle söz edilmektedir. Görüldüğü üzere laisizmin bu nitele-melerinde hukuk, özgürlük ve çoğulculuk hiçbir şekil-de yer almamaktadır. Başka bir ifade ile laiklik, bireyin vicdan ve inancına dışarıdan yapılacak hiçbir müdaha-le ve dayatmayı kabul etmezken, laisizm bireyin inanç ve vicdan alanına müdahale edilebilen bir alan olarak bakmaktadır. Her totaliter ve otoriter ideoloji gibi lai-sizm de çok tehlikelidir, çünkü laisizmde diğer totaliter ve kolektivist ideolojiler gibi devlet gücünü kullanarak baskıyla kendilerini bütün topluma dayatmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğünü, çoğulculuğu ve devletin bütün inanç ve ideolojiler karşısında tarafsızlığı prensibini dışlayan, toplumu maksimum dinden arındırmayı ya da dinin sosyal etkisini minimuma indirgemek isteyen, sosyo-kültürel hayatta dini tamamen etkisizleştirerek dini tamamen bireyin iç dünyasına hapseden, dinin toplumsal ve kamusal olarak kendisini görünür kılma-sından hoşlanmayan, çağdaşlık, bilimsellik, rasyonalizm gibi izmler adına toplumu devlet gücüyle şekillendirme amacında olduğu için kendisi bir ideolojiye dönüşen ve dinimsi bir konuma yükseltilen laisizm, Türkiye’de hiç iyileşmeyen hep kendini tekrar ettiren bir çocukluk has-talığı gibidir.

Toplumu her açıdan tek biçimliliğe indirgemeyi he-defleyen homojenleştirme projesini gerçekleştirmeyi amaçlayan idari, siyasi ve hukuksal yapı, politikalar ve yaklaşımlar, bir arada çoğulculuk ve özgürlük içinde yaşamayı tahrip etmektedir. Toplumu tek tipleştirme politikası, zorbalık, baskı ve yasakçılık üretmiştir. Sah-te nasyonalizmin ve laisizmin arkasında hegemonik ve baskıcı bir çerçeve vardır. Ve bu çerçeve kendi kendini iflas ettirmektedir.. Devletçi nasyonalizmin ve laisizmin, Me Anadolu coğrafyasında yaşayan farklı kimlik, inanç ve kültürler için tam bir felaket olduğunu söyleyebiliriz. Anadolu, bugün bir inançlar ve kültürler mezarlığıdır. Anadolu kültürleri solan yada ölen renk olarak göste-

rilmektedir. Laisizm, din özgürlüğünü ve çoğulculuğun güvencesi değildir.Anadolu coğrafyası, heterojen yapı-sıyla ve bu yapıyı devam ettirmekle bilinmekteydi. Bu-gün ise şu soru sorumaktadır: Anadolu’da çoğulculuk, artık mümkün mü? Tarih boyunca Anadolu’da yaşayan inanç ve kültürler, kendi içlerinde farklılaşan monolitik ve homojen olmayan bir yapılardı. İnançlar, metafizik-sel düzeyde olduğu gibi, sosyo-kültürel düzeyde de ço-ğulculuğu gerektirmektedir. Ancak laisizm, dinin bütün aşamalarındaki çoğulculuğu ortadan kaldırmaktadır. Anadolu coğrafyasında tek etnik yapı ya da tek inançtan söz etmek mümkün değildir. Çoğulculuk ve çeşitlilik, bu coğrafyanın asli karakteri olup dilsel, dinsel ve kül-türel çoğulculuk, her zaman zenginlik olarak görülmüş ve ona olumlu değer ve anlamlar atfedilmiştir. Çoğul-culuk insan toplumlarının bir realitesi iken kültürel, et-nik, dilsel ve dinsel açılardan homojen bir toplumun bir mitten ve yanılsamadan başka bir şey değildir. Devletin homojen bir ulus yaratma paradigmasının merkezinde insan, onun onuru ve özgürlüğü yoktur. Resmi paradig-manın asıl unsur olarak toplumu etrafında asimile et-mek istediği etnik kimlik ve din, asıl öğe, bundan farklı olan din, dil, kültür ve inançlar da öteki olarak kabul edilmiştir. Devletin tekçi anlayışın vasıtası şeklinde kur-gulanması ve yapılandırılması, devletin demokratikleş-mesinin ve toplumun sahici anlamda özgürleşmesinin ve çoğulculaşmasının önünde engel oluşturmaktadır.

Devlet, güvenlik, adalet ve sınırların korunması gibi işlerimizi yerine getirmek için kurulan yapay bir örgüt-lenmedir. Devletin bu işlerin dışında bize hangi ideo-lojiyi benimseyeceğimizi, hangi dine inanacağımızı, kısacası bizim için doğru ve uygun olan yaşam tarzının hangisi olacağını söylemek şeklinde bir hak ve görevi yoktur. Devletin resmi olarak herhangi bir ideolojiyi ya da dini benimsemesi, insan temel hak ve özgürlükleri-ne yönelik ihlallerin kaynağını oluşturmaktadır. Dev-letin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benim-semesi halinde, devlet hukukla sınırlanmış olmaktan çıkar, hukuk, ideoloji ya da teolojiyle sınırlanmış olur. İdeolojik ya da teokratik devletin amacı, birey hak ve özgürlüklerini devlete ve gruplara karşı korumak değil, devleti ve ideolojisini bireye ve topluma karşı korumak-tır. Resmi bir ideolojinin ya da dinin olduğu bir yerde, özgürlük ihlal edildiği gibi eşitlik de ortadan kaldırıl-maktadır. Çünkü devlet, benimsediği ideoloji veya te-olojinin dışında kalan dünya görüşleri, inançlar ve de-ğerler arasında ayrımcılık yapacak, farklı yaşam tarzı ve inançların varlığını tanımayacak, onlardan kendilerini resmi ideoloji içerisinde asimile etmelerini isteyecektir. Birey ve toplumsal gruplar, devletin din veya ideoloji-sine sadık ve bağlı oldukları sürece makbul ve meşru görülmektedirler. Resmi ideolojisi veya teolojisi olan bir devletin farklı din, mezhep, inanç ve ideolojiler karşı-sında tarafsız olması düşünülemez. İnsan haklarının, din ve vicdan özgürlüğünün toplumsal çoğulculuğun

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU202 |

her biçiminin güvenceye alınması için, devletin mutlaka her türlü din ve ideolojiden arındırılması gerekmekte-dir. Devletin ideolojisi ya da teolojisi olmaz. İnsanların ideoloji ve teolojileri olur. Devlet sadece insan hakları ve birey hak ve özgürlükleri karşısında kendini hukukla sınırlamak zorundadır.

Laiklik, bütün din ve inançlar karşısında devleti sınırlarken, laisizm ise devlete toplumu laikleştirme görev ve hakkı vermektedir. Devletin laik olması ile toplumun laikleştirilmesi birbiriyle karıştırılmama-lıdır. Devlet eliyle toplumu laikleştirmeye çalışmak, toplumsal çoğulculuğa, temel hak ve özgürlüklere yapı-lan özgürlük karşıtı bir müdahaledir. Devletin bütün din, inanç ve ideolojilerden arındırılması gerekirken, toplumun ise bütün inanç ve değerlerle donatılması gerekmektedir. Toplumu din ve değer açısından çeşit-lilikten arındırmak, onu ideolojik veya teolojik açıdan homojenleştirmeye çalışmak, laisizmdir ve din ve vic-dan özgürlüğünün ortadan kaldırılması demektir. Dini alan monolitik ve homojen bir alan değildir. Her insan özgün ve özel olduğundan dolayı, onun din, değer ve inanç konusunda farklı tercihlerde bulunması kaçınıl-mazdır. Bütün bireyler için geçerli tek ve doğru bir inanç ve teolojinin olduğunu söylemek bireyin özgünlüğüyle bağdaşmamaktadır. Özgün ve biricik bir varlık olarak bireyin, kendisine özgü dini ve değer tercihlerinde bu-lunması din ve inanç alanını çoğullaştırmaktadır.Dini alanın değeri, doğru olduğunu iddia eden bir inancın oraya egemen olmasında değil, farklı inanç ve değerle-rin çoğulcu bir şekilde orada yaşayabilmesidir. Başka bir ifade ile, çoğulculuk, dini alana değer vermektedir.

Sivil toplum, devletten bağımsız olan sosyal yaşam-dır. Sivil toplumsal alanda birey ve gruplar, başkaları-na zarar vermedikleri sürece istedikleri inancı, değeri, felsefeyi ve ideolojiyi benimseyebilir, yaşayabilir, örgüt-leyebilir, öğretebilir ve yayabilirler. Sivil toplumsal ya-şamın ana kurumlarından biri dindir. Dinin olmadığı sivil bir toplumsal alan düşünülemez. Laisizm ise dini sivil toplumsal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak tanımak ve onun özgürlüğünü tanımak yerine, onu sivil toplumsal alandan ayrılmaya ve arındırmaya, si-vil toplumsal alanı dinden arınmış bir şekilde yeniden kurgulamaya çalışmaktadır. Başka bir ifade ile, laiklik, toplumsal çoğulculuk durumunu olduğu gibi kabul ederken ve onun özgürlüğünü savunurken, laisizm ise toplumsal alanın belirli bir dinsel ya da ideolojik çerçe-vede yeniden inşası anlamına gelmektedir. Laiklik, din ve devletin ayrılığı iken laisizm ise toplum ve dinin ay-rılığını hedeflemektedir. Devleti dinden ve ideolojiden arındırmak yerine laisizm, toplumsal hayatın pozitivist temelde laikleştirilmesini hedefleyen yeni bir kültür ve toplum yaratma projesidir.

Laiklik, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korur-ken, laisizm ise buna baskı ve müdahaleyi meşrulaştır-

maktadır. Devletin resmi bir ideolojisinin olduğu ve bu resmi ideolojiye göre dinin şekillendiği bir ülkede din özgürlüğünden söz edilmeyeceği gibi, vicdan özgürlü-ğünden de söz edilemez. Laisizm, din özgürlüğünü or-tadan kaldırdığı gibi, resmi ideoloji de vicdan özgürlü-ğünü ortadan kaldırmaktadır.

Laiklik ve laisizmin birbiriyle karıştırılmaması ve bir-birinin yerine ikame edilmemesi gerekmektedir, çünkü birinin olduğu yerde diğeri yok olmaktadır. Laiklik, her şeyden önce toplumda yaşayan bütün inanç grupları-nın –Müslüman, Hristiyan, Yahudi, ateist, Alevi, Sün-ni, Süryani, Keldani, Ezidi vs.- bir arada yaşaması için özgürlükçü ve çoğulcu bir çerçeve sunarken, laisizm dini alandaki bu çoğulculuğu ortadan kaldırarak tek bir inanç ya da inanç biçimini hepsinin üstüne egemen kılmaya çalışmaktadır. Laikliğin amacı farklılıkları barış içerisinde yaşatmak iken, laisizm ise din ve inanç ala-nına müdahale ederek çatışma ve kaos yaratmaktadır. Laiklik, tek başına bir erdem değildir. Laikliğin erde-mi, farklılıkları koruyarak barışçıl bir şekilde bir arada yaşama imkanını sunan bir çerçeve olmasıdır. Laiklik, herkesin istediği inanç, ideoloji ve değeri seçmesine, de-ğiştirmesine ve yaşamasına imkan verirken, laisizm ise din karşıtı bir pozisyon takınarak sosyo-kültürel hayat-tan dini dışlamaya ve arındırmaya çalışmaktadır. Laik-lik, bütün insanları onurlu ve özgürlük sahibi bireyler olarak görür ve herkesin kendisi için seçtiği değer ve ya-şam tarzını meşru değerlendirmektedir. Seküler yaşam tarzının dini olana üstünlüğü olmadığı gibi, özgürlük ve çoğulculuk açısından dini olanın da seküler olana üstünlüğü yoktur. Herkesin yaşam tarzı kendisi için de-ğerlidir, önemlidir ve anlamlıdır. Bir dindar için kendi-sine özgü dini, kılık-kıyafeti nasıl değerliyse, bir punkçu içinde saçının stili ve rengi o kadar değerlidir. Laisizm, bireyleri onur ve özgürlük sahibi insanlar olarak gör-mediğinden dolayı, bireylerin yapmış olduğu inanç ve değer tercihlerine saygı göstermez, onlara sadece kendi doğru gördüğü yaşam tarzını dayatır ve herkesten onu benimsemelerini ister.

Devlet, bütün dinler, inançlar ve ideolojiler karşısın-da maksimum düzeyde tarafsız olmalıdır. Laiklik, dev-leti bütün dinler ve inançlar karşısında tarafsız kılma anlamında çok anlamlıdır ve değerlidir. Ancak laiklik yerine ikame edilen laisizm, ülkemizde farklı bir uy-gulamaya ve kurumlara sahiptir. Dinin devleti kontrol etmesi teokrasi olduğu gibi, dini yöneten devlette laik ve tarafsız değildir. Dini devletin güdümüne sokan lai-sizm, ülkemizde rejime göre dini belirlemektedir. İran’da ise dine göre rejim belirlenmektedir. Rejime göre dinin belirlenmesi ya da dine göre rejim belirlenmesi arasında nitelik açısından bir fark yoktur. İkisi de din özgürlü-ğü ve çoğulculukla bağdaşmamaktadır. Laisizm, rejime göre din isterken ve onu devletin güdümüne koyarken, din ve vicdan özgürlüğü ise bireyin ihtiyaç ve talepleri-

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 203

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ne göre dinin belirlenmesi gerektiğini vurgulamakta ve bireyi devlete öncelemektedir.

Rejime ya da devlete göre dinin belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğünün özüne aykırıdır. Din ve vicdan öz-gürlüğünün korumak istediği dinin, inancın ya da ide-olojinin kendisi değildir. Din özgürlüğü, dini değil, bi-reyin din ve vicdan özgürlüğünü korumak istemektedir. Laisizm ise bireyi değil, belli bir ideolojiyi ya da inancı korumak amacındadır. Din özgürlüğü, kişinin kendi-sine özgü ihtiyaç ve ideallerine uygun olarak istediği inancı seçmesi, yaşaması ve bunu yaparken keyfi bir şe-kilde devlet yada üçüncü bir taraf tarafından kendisine müdahale edilmemesi ve baskı yapılmaması demektir. Din özgürlüğü, bireyi din ve değer alanında özerk ola-rak görmektedir. Yani din ve değer konusunda yapıla-cak seçimler ve uygulamalar tamamen bireyin seçimle-rinin ürünü olmalıdır. Din özgürlüğü, kısıtlanmamışlık, engellenmemişlik ve müdahalesizlik demektir. Laisizm, bu anlamda din özgürlüğünü ortadan kaldırmakta, din ve değer tercihini bireye bırakmamakta, ona dışarıdan müdahale etmektedir.

Din özgürlüğü, bireyin bir dini benimsemesini içer-diği gibi dini reddetmeyi de kapsamaktadır. Başka bir ifade ile bireyin özgür tercihiyle kendini dinden öz-gürleştirmesi, din ve vicdan özgürlüğünün bir gereğidir. Ancak bireyin özgür tercihiyle kendini dinden özgür-leştirmesiyle, devletin toplumu pozitivizm ve çağdaşlık adına bütün toplumu dinden özgürleştirmeye kalkması aynı şey değildir. Dinden özgürleşme, din özgürlüğü-nün bir gereği iken, laisizm dinden özgürleştirmeyi hedefleyen totaliter kapsayıcı bir proje olarak din öz-gürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.

Devlet, dini bireye ve topluma bırakılmayacak kadar önemli ve hayati görmektedir. Bundan dolayı ülkemizde din, sivil toplum ve bireyler tarafından değil, devletin din kurumları tarafından yönetilmekte, yorumlanmak-ta ve kontrol edilmektedir. Din yöneticisi olarak devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat Fakülteleri, camiler, Kuran kursları, İmam-Hatip liseleri, Vakıflar Genel Mü-dürlüğü gibi kendi dini kurumlarını ve din görevlilerini yaratmıştır. Bürokratik din kurumlarının ihdas edilme-si, İslam’ın nihayetinde bir devlet işi olarak anlaşıldığı-nı ortaya koymaktadır. Dini hayatın her alanını kontrol eden ve yöneten din kurumları sayesinde din, devletin emrine ve hizmetine sokulmuş bulunmaktadır.

Bürokratik din kurumları, dini devletin hizmetine sokmanın yanında, toplumda var olan farklı inanç ve mezheplere karşı da dışlayıcı ve ötekileştirici bir tutum takınmaktadırlar. Gayri Müslimler, Aleviler gibi inanç grupları yok sayıldığı gibi, Hanefi-Maturidi ilmihali te-melinde tek bir mezhebin doktrinini uygulayan ve ya-yan Diyanet İşleri Başkanlığı, Şafii mezhebi gibi farklı fıkıh ekollerini de dışlamaktadır. Dini açıdan toplumu homojenleştirmeyi hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlı-

ğı, tek tip bir toplum yaratmanın önemli bir aygıtı ko-numundadır.

Resmi ideoloji, klişe bir şekilde kul ile Tanrı’nın ara-sına kimsenin giremeyeceğini, dinin tamamen bireye bırakılması gerektiğini söylemektedir. Ancak din hiçbir zaman bireye bırakılmamıştır. Otoriter laisizm, kul ve Tanrı’nın arasına devleti sokmuş, dini hayatı bürokra-tik bir faaliyete indirgemiştir.Din ve vicdan özgürlüğü, dışarıdan bireyin inancına hiçbir şekilde müdahale edil-memesini, devletin tamamen dini alandan uzak tutul-masını, dini hayatın tamamen bireyin özgür tercihleri çerçevesinde şekillenmesini, gelişmesini ve çeşitlenme-sini gerektirmektedir.

Toplumu devlet eliyle değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleyen laisizme her şeyin ölçüsü muamelesi yapıl-maktadır. Laikliğe uygun ya da aykırı fiiller şeklinde in-sanların ve toplumsal grupların düşünce ve davranışları ölçülmektedir. Laiklik, cumhuriyetin tek niteliği olarak ele alınmakta, laik cumhuriyet vurgusu hep ön planda tutulurken cumhuriyetin sivil ve demokratik nitelikte olması gerektiğine hiç vurgu yapılmamaktadır. Liberal demokratik anlayış için asıl vurgu laikliğe değil, din öz-gürlüğüne ve çoğulculuğa yapılmalıdır

Resmi ideoloji, tek etnisite merkezinde bütün top-lumu dilsel ve kültürel açıdan homojenleştirmeye çalış-tığı gibi, din ve inanç açısından da homojenleştirmeye çalışmıştır. Küçük Asya ya da Bin Tanrı İli olarak anı-lan Anadolu coğrafyası, sayısız uygarlığa beşiklik etmiş, kültürler arası geçişliliğin merkezi olmuş, kültürel ve dini çeşitliliği iliklerine kadar işleyen bir coğrafyadır. Laisizm ve nasyonalizm, bu coğrafyanın çeşitliliğini ve mirasını tanımamakta, onları yok saymakta ya da asi-mile etmeye kalkmaktadır. İnsan hakları, din ve vic-dan özgürlüğü çerçevesinde Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki bütün din, inanç ve kültürlerin varlık-larının tanınması, dışlanmaması, ayrımcılığa uğrama-maları ve asimile edilmemeleri gerekmektedir. Sadece çoğunluk inancına değil, bütün inançlara din ve vicdan özgürlüğünün gerektirdiği bütün hak ve özgürlükler ta-nınmalıdır.

Sonuç olarak Türkiye’de ciddi bir din ve vicdan öz-gürlüğü sorunu olmasının temelinde devletin dini güdümüne alan, din ve vicdan özgürlüğünü dışlayan resmi ideolojisi ve laisizmi bulunmaktadır. Bugün din-devlet ilişkileri bağlamında sorulacak en önemli soru şudur: Türkiye’de din ve çoğulculuk devlete karşı nasıl korunacaktır? Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün sahici anlamda gerçekleşmesi için devletin dinden eli-ni çekmesini ilkeli ve tutarlı bir din özgürlüğü anlayışı içerisinde talep etmek lazımdır. Bu talep bağlamında laisizmi terk edip din ve vicdan özgürlüğü ve çoğulculu-ğuna dayanan özgürlükçü bir laiklik açılımına ülkemiz, çok acil ihtiyaç duymaktadır.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU204 |

Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ

Ufuk Üniversitesi Öğretim ÜyesiABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası adeta anayasal bir

kural olarak Başkan James Monreo’nun çerçevesini çize-rek 1823’den beri sürdürdüğü Monreo Doktrini’ni terk etmiş ve Yalta Konferansında, SSCB ile birlikte Dünyanın stratejik bölgelerini paylaşmıştır. Bu paylaşımda Türkiye ise kısmen zorunlu ve kısmen de gönüllü olarak ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikasında kilit bir rol üstlenerek, 1947 Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile ABD’nin önderliğini üstlendiği sistem içinde yer alma isteğini po-litik bir uygulamaya dönüştürmüştür.

Türkiye, savaş öncesi İngiltere ile 19 Ekim 1939’da itti-fak tesis etmiş olsa da Türkiye’nin en büyük dayanağı olan İngiltere’nin bu savaştan güçsüz çıkması, 1947 Şubatında Türkiye ve Yunanistan konusunda ABD’ye verdiği ve ar-tık bu iki devleti destekleyemeyeceğine ilişkin memoran-dumları üzerine ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı ve “Truman Doktrini” adını alan ko-nuşması ile Türkiye ve Yunanistan’a yardım kararını açık-layarak, SSCB’nin bu iki ülke üzerindeki yayılma emel-lerine bir set çekmeyi istemiştir.1 Ancak ABD’nin savaş sonrası SSCB’ye yönelik bu çevreleme politikaları sadece Türkiye ve Yunanistan gibi belirli demokrasi taraftarı olan ülkelerin desteklenmesi ile sınırlı kalmamış Ortadoğu’da bazı ülkelerde ise demokrasi dışı askeri darbelerin des-teklenmesi dâhil karışık politikalar izlenmesini doğur-muştur. Bu çalışmada “Tek Parti” dönemini sona erdi-rerek Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye’de iktidara gelen Demokrat Parti döneminin başlaması ile birlikte Ortadoğu’da özellikle Türkiye’nin komşusu olan ülkeler-de başlayan askeri darbelerin ne şekilde komşu ülkelerle benzeri bir akıbete yani Türkiye’yi de 27 Mayıs 1960 as-keri darbesine sürüklediğini anlamak amaçlanmaktadır.

2NCİ DÜNYA SAVAŞ SONRASI TÜRK ORDUSUNDAKİ DEĞİŞİM HAREKETLERİTürkiye savaşa dâhil olmadığı halde zayıf ekonomisi

ve insan gücü dışında yetersiz sayılabilecek kıt kaynakları sebebiyle önemli şekilde etkilenmişti. Ordunun açık bir reforma ihtiyacı olduğu görülüyordu. Özellikle gençleş-tirme amaçlı bu reform dalgasında ilk olarak daha savaş sona ermeden 1921’den beri Genelkurmay Başkanlığını yürüten Fevzi Çakmak 12 Ocak 1944’de 68 yaşında iken Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası’na göre “Tahdit-i Sin” yani yaş haddinden dolayı emekliye sevk edilmesi ile yerine 58 yaşındaki Org. Kazım Orbay getirilmişti. Ancak oğlunun

1 Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Ankara, Türk Tarih Ku-rumu Basımevi, 1991, s.152.

adının karıştığı “Ankara Cinayeti” olayı sonrası Orbay, 23 Temmuz 1946 tarihinde görevinden istifa edince yerine, 57 yaşındaki Org. Salih Omurtak Genelkurmay Başkan-lığı görevini 1946’da devir aldı. Ancak Omurtak da sağlı-nın bozulması üzerine 8 Haziran 1949’da Genel Kurmay Başkanlığından ayrıldı. Org. Salih Omurtak’ın yerine bu defa 67 yaşındaki Org. Abdurrahman Nafiz Gürman, Ge-nel Kurmay Başkanlığına atandı. Dolayısıyla CHP beş yıl içerisinde Mareşal Çakmak’ı 1944’te 68 yaşında görünür-de yaş haddi nedeni ile emekliye sevk ederken, 1949’da 67 yaşındaki Org. Gürman’ı Genelkurmay Başkanlığı’na getirmesi sonucu bu reform hareketinin başarısız adde-dilmesine yol açmıştı.

Türkiye savaş sonrası sadece Orduda gençleştirme de-ğil aynı zamanda Batı ittifakının bir sonucu olarak askerî teşkilat ve yapılanmasında da değişikliğe gidip savaşın galibi ABD modelini örnek alarak önceki Alman mode-line son vermişti. Savaşın sonlarına doğru Genelkurmay Başkanlığı’nın 1944’de Başbakanlığa bağlanması Yüksek Kumanda Heyeti’nin siyasal etkisinin azaltılmasından sonra, bu defa 1948 yılında CHP Seyhan milletvekili Si-nan Tekelioğlu, Hasan Saka Hükümeti’nin programının görüşülmesi sırasında, mecliste yaptığı bir konuşmada, MSB’den de söz ederek Bakanlığın adının değiştirilmesi gerektiğine işaret etmişti. O zamana dek Başbakanlığa bağlı olan Genelkurmay Başkanlığı, ABD modeline uy-gun olarak CHP iktidarı döneminde 30 Mayıs 1949’da çı-karılan 5398 sayılı “Milli Savunma Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevlerine Dair” kanunla doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) bağlanmış,1961 Anayasası yürürlü-ğe girinceye kadar bu bakanlığa bağlı olarak çalışmıştır. Daha sonra 1949 yılına kadar TSK’nin emir komuta zin-ciri Genelkurmay Başkanlığı ile Ordu komutanlıkları ara-sında kurulmuş ve aynı zamanda kuvvet komutanlıkları da oluşturulmuştur.

14 Mayıs 1950’da Türkiye’de nihayet hayata geçirilen tüm dünyada ise demokratik seçimler için vazgeçilmez sayılan yargı güvencesi ve “gizli oy - açık tasnif ” siste-minin uygulanması ile % 55.2 oranında oy alarak, 416 milletvekili kazanıp iktidara gelen Demokrat Parti, ilk faaliyetlerden biri olarak 6 Haziran 1950 tarihinde darbe hazırlığı yaptığı iddiasıyla başta Genel Kurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere 15 general ve 150 Albayı gö-revden almıştır. Demokrat Parti iktidarının gelmesi ile Orduda bazı gizli oluşumlar başlamıştır. Ordu içinde ilk gizli örgütün Kur.Yb. Faruk Ateşdağlı’nın 1951 yılında-ki girişimi ile oluşturulduğu ve Demokrat Parti iktidarı döneminde yedi ayrı gizli örgüt ve bunların aralarında oluşturdukları iki de birleşik örgütün faaliyetlerini tespit

TÜRKİYE’DE DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE ORTADOĞU’DA YAŞANAN

ASKERİ DARBELERİN YAYILMA ETKİSİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 205|

edildiği ileri sürülmüştür.2 Ordudaki örgütlenme süreci dikkate alındığında tüm bu örgütlerin ordunun hiyerar-şik yapısı dışında gelişmiş olduğu görülmektedir. Ordu içinde oluşturulan gizli örgütlerin başında ‘Tuzla Uçak-savar Okulu Gizli Örgütü’ gelmektedir. ‘Harp Akademisi Örgütü’, orduda reform amacıyla kurulmuştur. Üyeleri muhtemel bir müdahaleye karşı hazırlıklı olmanın ge-rektiğine inanıyordu. 1956 yılında yapılan bir toplantıda örgüte “Atatürkçüler Cemiyeti” adı verilmiştir. 1956 yılın-da sözünü edilen gizli örgütler arasında çeşitli sızma ve birleşmeler de gerçekleşmiştir. 3

Ordu içerisinde bu şekilde çeşitli gruplaşmalar olur-ken bu gruplaşmaları tetikleyen diğer bir unsur da ABD tarafından yardım adı altında uyguladığı baskı ve kontrolün genç subaylarda oluşturduğu tepkilerdi. Üye olunduktan sonra NATO-Türkiye ilişkileri, alınan as-keri yardımlar ve ikili anlaşmalarla ABD-Türkiye ilişki-si gerek uygulama şekli, gerekse verilen tavizler, önemli sayılabilecek bir subay kitlesinde Türkiye’nin Atatürk’ten beri takip ettiği “tam bağımsızlık”a dayalı dış politikadan uzaklaşması olarak algılanmaya başlamıştı. Diğer yan-dan Amerikan etkisiyle Orduda meydana gelen eğitim ve teknolojik modernleşmenin diğer bir önemli boyutu da küçük rütbeli subayların, özellikle kurmay subayların, büyük önem kazanmış olmasıydı. Çünkü Orduda mo-dern savaş bilimini Amerikalı danışmanlardan öğrenecek zihinsel esnekliğe sahip olanlar ancak bu genç subaylardı. Özellikle yaşlı generallerin yetersizlikleri ve üstelik bunu örtmeye yönelik şüphecilikleri, artık beklentileri yüksek olan kurmay subayları, bir bütün olarak Ordu sistemini sorgulamaya itiyordu. 4

Söz konusu ABD güvenlik yardım programlarından birisi olan ve günümüzde de Türkiye dahil yaklaşık 160 ülke tarafından yoğun şekilde kullanılan “Yabancı Askeri Satışlar Tedarik Sistemi-Foreign Military Sales-FMS”nin temeli, Truman Doktrini ile atılmıştı. FMS, ABD Savun-ma Bakanlığının sorumluluğunda yürütülen, NATO üye-si ülkeler dâhil, dost ve müttefik yaklaşık 160 ülkeye askeri malzeme ve hizmet transferine olanak sağlayan bir aske-ri satış programının adı idi.5 NATO’ya üye olunduktan sonra gelen askeri yardım ile Ordu büyük bir rahatlama içine girmiş olsa da Ankara’daki ‘Amerikan Askeri Yardım Kurulu’na bağlı Amerikalı subayların ekipler halinde tü-men karargâhlarına kadar yerleşerek ast-üst hiyerarşisine uymayacak davranışlarla Orduyu kontrol etmeleri, subay heyetinin tepkisini çekiyordu.6 Özellikle Orduda 1957 sonrası artan gruplaşmalar ile ilgili iktidarca çeşitli haber ve duyumlar alınmış olmasına ve bilhassa 1958’de Yarbay Faruk Güventürk’ün önderlik ettiği ve hükümeti yıkma-yı planlayan bir cuntaya katılan Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun, tasarlanan darbe planlarını hükümete ihbar 2 Ümit Özdağ, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri - 27 Mayıs İhtilali,

Boyut Yayın Grubu, 2004.3 Doğan Akyaz, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi, İletişim Yayınlar, İstanbul,

2006.4 Doğan Akyaz, a.g.e.5 Martin W.Kenneth, “Yabancı Askeri Satışlar-Foreign Military Sales/FMS” The Ma-

nagement of Security Assistance, Wright Patterson Air Force Base, Ohio, 2005.6 Doğan Akyaz, a.g.e.

etmiş ve dokuz subay yargılanmış olmasına rağmen 27 Mayıs 1960’da gerçekleştirilen askeri darbeyi hükümetin önlemesi mümkün olamamıştı.

ORTADOĞU’DA 1950’Lİ VE 60’LI YILLARDA ASKERİ DARBELERLE DEVRİLEN TÜRKİYE’NİN KOMŞUSU YÖNETİMLER2nci Dünya Savaşı çoğunlukla Avrupa, Uzak doğu

ve Kuzey Afrika bölgesinde yaşanmış olmasına ve de-mokrasi taraftarlarının galibiyetine rağmen sonrasında Ortadoğu’da yönetimler askeri darbelerle el değiştirmiş-tir. Bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koymasına askeri darbe denilmek-tedir. 27 Mayıs 1960 tarihli Türkiye’de gerçekleşecek aske-ri darbeye gidilen yolda İran, Irak, Suriye gibi Türkiye’nin komşusu olan ülkelerde yaşanan askeri hareketliliklerin ne kadar payının olabileceğini anlamak için Türkiye’de Demokrat Partinin 1950 ile 1960 yılları arasındaki iktida-rında komşu bazı ülkelerde yaşanan demokrasi dışı olay-ları hatırlamak yerinde olacaktır.

İRAN1921 darbesiyle İngilizler için çalışmaya başlayan ve

1923 yılında başbakan ve sonunda 1925 yılında “Şah” ola-rak anılan Rıza Şah Pehlevi’nin ülkesi İran’da, Kacar ha-nedanlığı kaldırılarak Pehlevî hanedanlığı kurulmuş, an-cak 2nci Dünya Savaşı esnasında Almanya’ya yanaşması üzerine 1941’de İngiltere ve SSCB tarafından işgal edil-miş ve 1943’te yapılan Tahran Konferansı’nın ardından, ülkenin SSCB, ABD ve İngiltere tarafından yeniden inşa edilmesine karar verilmişti. Ancak Truman Doktrinin yayınlandığı yıl olan 1947’de S.S.C.B.’ye verilen imtiyazlar milliyetçilerin ve İngiltere’nin baskısıyla geçersiz kılındı. Daha sonra ülkede güçlenen milliyetçi muhalefeti tem-sil eden “Ulusal Cephe”, 1951’de halkın büyük çoğunlu-ğunun da talebi olan petrolün millîleştirilmesi kararının Meclis’te kabul edilmesini sağladı. Bu karara karşı çıkan ülkenin 58nci Başbakanı olan General Ali Razmara’nın (1901-1951) öldürülmesinin ardından çıkan ayaklan-madan sonra Şah istemeyerek de olsa, Ulusal Cephe’nin lideri Muhammed Musaddık’ı Başbakanlığa getirmek zorunda kalmıştı. Musaddık’ı Başbakanlığa taşıyan olay, 1949’da daha önce imtiyaz olarak verilmiş İngilizlere ait Anglo-Iranian Oil Company Ltd.’nin İran’daki tesislerinin millileştirilmesi çağrısında bulunması ve hazırladığı İran petrollerinin millileştirilmesini öngören yasa tasarısının Ayetullah Kaşani önderliğindeki mollaların desteği ile 1951’de meclisten geçmesi idi.

Musaddık’la ciddi bir iktidar mücadelesi içine giren Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Ağustos 1953’te Başbakan Musaddık’ı görevden alma girişiminde bulunsa da Mu-saddık (1882-1967) taraftarlarının başlattığı sokak gös-terileri karşısında İran’dan kaçmak zorunda kaldı. An-cak Batılı güçlerle irtibatı olan Musaddık’ın muhalifleri, olaydan birkaç gün sonra ABD’nin de desteğinin alındığı iddia edilen bir darbe düzenleyerek Musaddık’ı yönetim-den uzaklaştırdılar ve Şahın ülkeye tekrar geri dönme-

sini sağladılar.7 Resmi adı, “TP-AJAX” olan 19 Ağustos 1953 tarihli bu askeri darbenin ABD ile olan ilgisi 2013 yılında Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) ta-rafından da resmen kabul edildi. 1953 yılında Başbakan Musaddık’a karşı darbe yapan emekli General Fazlullah Zahidi (1897-1963), 1955 yılına kadar İran Başbakanlığı-nı üstlendi ve İran’daki petrol anlaşmazlığı için, ABD’nin aracılığını istedi. Sonuçta Anglo- İranian Petrol Şirketi ile Amerikan Petrol Şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ve İran devleti arasında 1954 yılındaki imzalanan anlaş-ma ile İran kontrol altına alındı.

IRAKİngiliz subay Mark Sykes ile Fransız subay François

Georges-Picot’un Kahire’de bir araya gelerek masa başın-da Orta Doğu’yu Birleşik Krallık ve Fransa arasında pay-laştırması sonucu suni şekilde üretilen devletlerden biri olan Irak, 1930 yılında bağımsız bir devlet olma yolunda Birleşik Krallık ile 25 yıllık bir anlaşma imzalarken, 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne bağımsız bir devlet olarak katıldı. Ülkede yaşanan 1936, 1941 yılı darbelerinin ar-dından 14 Temmuz 1958’de Irak’ta başka bir askerî darbe gerçekleşti. Faysal bin Hüseyin’in 1921’de kurduğu, Bri-tanya himayesindeki Hâşimi monarşisini sona erdiren darbe sırasında, 1939’dan itibaren Kral olan II. Faysal, Kralın amcası Prens Abdülillah, Nuri Said Paşa ve krali-yet ailesinin birçoğu öldürüldü.8

Irak’taki darbeyi yapan General Abdülkerim Kasım’ın öncülük ettiği, Mısır’da monarşiyi yıkan 1952 darbesini gerçekleştiren Cemal Abdül Nasır’ın liderliğindeki Hür Subaylar Hareketi’nden de esinlenen darbeciler, Irak Or-dusu içerisinde geniş bir destek gördü. Irak’ta 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım (1914-1963) ve Al-bay Abdüsselam Arif (1921-1966) tarafından düzenlenen bu darbeyle Kral ve Başbakan Nur Said ortadan kaldırılıp “Cumhuriyet” ilan edildi. Irak Baas lideri Fuad er -Rika-bi de yeni kurulan hükümette yer alınca bu olay da Arap milliyetçiliği ve Arap sosyalizminin bir karışımı görü-len Baas anlayışının Irak’ta Ordu içine sızmasına olanak verdi. Rikabi, Nasırcı olarak bilinen bir Baas lideriydi. 1958’de Suriye ve Mısır’ın birleşmesi, Irak Baasçılarını iki-ye bölmüş, bir kısmı Nasırcılaşmayı savunmuştu. Netice-de Rikabi’nin ihraç edilmesi ile Baasçılar, Irak’ta yeraltına inse de 1962 yılına kadar faaliyet gösterdi, ayrıca 1963’te karşı darbe yaparak bu defa Abdülkerim Kasım’ı devirip Abdüsselam Arif ’i Cumhurbaşkanlığına getireceklerdir.

SURİYEIrak’ta 1958 yılında gerçekleştirilen darbeden etkile-

nen komşu ülke Suriye’de de benzeri bir askeri darbe ya-şandı. 1946 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra Suriye’de 1949 yılında CIA destekli bir darbe ile demokra-tik hükûmet devrilmiş ve bunu iki ayrı darbe daha takip etmişti. Suriye’de askeri darbeler zincirinin ilki 30 Mart 1949’da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğin-de gerçekleşmişti. CIA tarafından da desteklenen darbe

7 Gene R.Garthwaite, İran Tarihi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005.8 Sait Yılmaz, Irak Dosyası, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2011.

sonrasında Zaim, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmişti. Zaim’in, bu defa 14 Ağustos 1949’da General Sami Hınnavi’nin önderliğinde bir karşı darbe ile yönetimden uzaklaştırılması ve idam edilmesin-de ise İngilizler tarafından desteklendiği görülmüştü.9 19 Aralık 1949’da Albay Edip Çiçekli, ülkesi Suriye ile Irak’ın birleşmesi fikrinin işlerlik kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği Ge-neral Sami Hinnavi’ye karşı başka bir darbe düzenlemiş-ti.10 Albay Faysal El Atasi’nin yardımı ile gerçekleşen bu darbe ile 1953’de Cumhurbaşkanı seçilen Edip Çiçekli’yi 25 Şubat 1954’te iktidardan uzaklaştıracak siyasi zeminin oluşmasında Suriye’de Baas Partisi önemli rol oynamıştı.11 İyice karışan ülkede daha sonra 1954 yılında bir halk isya-nı ile askeri iktidar devrilerek güç tekrar sivillere geçmiş-ti. Ancak Mart 1963’teki bir darbeyle Suriye’deki ayrılıkçı hükümet devrildi ve Baas Partisi yeniden iktidara geldi. Salah Cedid ve Hafız Esad’ın başını çektiği hizip, kendi-lerini gerçek Baasçı olarak tanımlamış, geleneksel liderli-ği ‘sağcı’ olmakla suçlamışlardı. 23 Şubat 1966 tarihinde Salah Cedid’in öncülüğünde gerçekleştirilen kanlı darbe ile hizipsel mücadeleyi Nusayrilerin başını çektiği Askeri Komite kazandı. 1966 darbesi, Nusayrilerin Baas Partisi ve Suriye siyaseti üzerinde tamamen hâkimiyet kurması ile sonuçlandı. Darbe sonrası Hafız Esad yeni kabinede Savunma Bakanlığı görevini üstlendi.12 Savunma Baka-nı olan General Hafız Esad (1930-2000), Suriye’de Kasım 1970’de gücü tamamen ele geçirerek Suriye Başbakanı olacak ve Mart 1971’de ise kendisini Suriye’nin Başkanı ilan edecektir.

Hafız Esad’ın içinde yer aldığı 1943’de Şam’da kurulan Baas Partisi, alevi kesimin daha çok desteğini alıp, bölge-de oluşturulmaya çalışılan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuştu. Ancak 1963’te düzenlenen darbe sonrası yaşadığı iç çekişmelerden kendini kurtaramamış-tı. Neo-Baasçılar olarak tanımlanan iki alevi subay; Salah Cedid ve Hafız El-Esad iktidar mücadelesini kazanmıştı. Hafız El -Esad daha sonra dava arkadaşı Salah Cedid’i tasfiye ederek ülkenin kontrolünde tek başına söz sahibi olacaktır.13

LÜBNANIrak ve Suriye’de yaşanan yönetim boşluğu ve askeri

hareketlilik farklı biçimde Lübnan’da da geçerli olmuştur. 1941’de Fransa mandası altında bağımsız olan ve 1943’te mandanın kaldırılması ile seçimler sonucu Hükümet ve idari sisteminde dinlerin eşit temsili esas alınarak hazır-lanan ‘Milli Pakt’ Lübnan’da kabul edildi. 1945’te Birleş-miş Milletlere katılan Lübnan, 1948 Arap-İsrail savaşına katıldı. 1946 yılında Lübnan’da Başkomutanlığa getirilen 9 Sabahattin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi,

İstanbul, Bir Yayınları, 2004, s.184.10 Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Kastaş Yay., 2004,s.97.11 Nevin Yazıcı, Suriye Siyasi Tarihi, http://www. 21yyte.org/ tr/arastirma/ suri-

ye/2012/ 05/29/6619 / suriye siyasi tarihi (Erişim Tarihi: 15.01.2016)12 Nuri Salık, “Suriye’de Hafız Esad Rejiminin Ortaya Çıkışı Üzerine Bir Değerlendir-

me”, http://www. orsam. org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2015126_2nurisalik.pdf. (Erişim Tarihi: 20.01.2016)

13 Nikolaos Van Dam, Suriye’de İktidar Mücadelesi, Çev. Aslı Falay Çalkıvık ve Se-mih İdiz, İletişim Yayınları, İstanbul. 2000.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU206 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 207|

General Fuad Şehab (1902-1973), ilk kez 1952’de, Bişa-ra Huri’nin Cumhurbaşkanlığına karşı başlayan yoğun muhalefet hareketleri sırasında beklentilerin aksine Ko-mutan olarak görevinin, iktidarın düşmesini engellemek değil, ülkeyi dışarıdan gelen saldırılara karşı korumak ol-duğuna söyleyerek Cumhurbaşkanı Huri’ye askeri destek vermeyi reddetti.14 Huri istifa etmek zorunda kalınca ye-rine Kamil Şamun geçti. Bu defa 1958’de Şamun’un yöne-timine karşı ülkede açık bir ayaklanma başlayınca,Şehab ayaklanmanın yayılmasını önlemekle yetinerek Cumhur-başkanını desteklemeyi tekrar reddetti. Cumhurbaşkanı görevinden ayrılınca kendisi 1958’de Lübnan’da Cumhur-başkanı seçildi ve 1964’e kadar görevde kaldı. 15

MISIR Önceden tabi olduğu Birleşik Krallıktan tek taraflı

olarak 1922’de bağımsızlığını kazanıp sonra kendi Kral-lığıyla yönetilen ancak 1953’de Cumhuriyet ilan edilen Mısır’da, Cemal Abdül Nasır (1918-1970) önderliğinde-ki bir grup genç subay 1952’de gerçekleştirdikleri “Hür Subaylar” darbesiyle Krallığı yıkıp, Mısır’da yeni bir dö-nemin başlamasını sağladılar. Kral Fuad ve Faruk yöneti-minde monarşik yapıdaki Mısır’da Abdülhakim Amir ve Enver Sedat ile birlikte “Hür Subaylar” örgütü kuran Al-bay Cemal Abdül Nasır, 23 Haziran 1952’de bir darbeyle yönetime el koydu. Darbe sonrası Orgeneral Muhammed Necib’in devlet başkanlığına getirilmesine karşın, Mısır’da gerçek iktidar Nasır’ın denetimindeki ‘Devrimci Komuta Konseyi’nin eline geçti. Ayrıca Ocak 1953’te ülkedeki tüm siyasi partiler kapatıldı. 16

1954 ilkbaharında Necib’in görevden alınmasına yol açan iç çekişmelerden sonra perde arkasındaki konu-mundan çıkarak Başbakanlık görevini üstlenen Cemal Abdül Nasır, en güçlü muhalefet odağı olan İhvan yani Müslüman Kardeşler’i sindirerek konumunu pekiştirdi. Ocak 1956’da tek partili siyasi sisteme dayalı yeni anaya-sayı yürürlüğe koydu. Haziranda da yapılan seçimde de tek aday olarak, oyların % 99,95’ini alarak Mısır Cumhur-başkanı seçildi. 17

1958 yılında Fransızların Suriye’den çekilmesiyle ku-rulmuş olan Suriye Cumhuriyeti ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyetini kuran Mısır karşısında, bir askerî darbenin ardından Suriye’nin yeniden bağımsızlığını ilan etmesiyle, iki ülke arasında kurulan siyasi birleşme 28 Eylül 1961’de sona erdi. Arap Sosyalist Birliği’ni kurucu-ları arasında yer alan Nasır, 1970’de ölene kadar ülkesini Ortadoğu’da SSCB’ye yakınlaşıp İsrail ile her defasında kaybettiği savaşlara girişerek genişletmeye çalıştı.

Yukarıda Türkiye’nin komşuları kabul edilen ülkelerin özetlenen siyasi çalkantılarla oluşmuş darbeciliğinin aynı dönemde Türkiye’de benzeri demokrasi muhaliflerini et-kilediği ve onları da bu şekilde yol ve yöntemler aramaya götürdüğü tahmin edilebilir. Ancak darbeciliğin bu ülke-14 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008.15 Zahide Tuba Kor, Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayın-

lar Birimi, 2009.16 Ozan Örmeci, “Mısır: Siyasal Tarihi ve Bugünü”, Caspian Weekly”, http://ozanor-

meci. com.tr/ category/ bilimsel-makaleler (Erişim Tarihi: 23.01.2016)17 Peter Mansfield, Mısır İhtilali ve Nasır, Kitapçılık A.Ş., İstanbul, 1967.

lerde alışkanlık yapması ve sonrasında ülkeyi geri dönüşü olmayan yollara da sokmasının mümkün olacağı göz ardı edilmemelidir.

SONUÇ1923 ile başlayan Tek Partili siyasi dönem sonrasında

çok partili hayatta Demokrat Parti’nin Türkiye’de iktidar-da bulunduğu dönem olan 1950 ile 1960 yıllar arasında Ortadoğu’da özellikle komşu ülkelerde yaşanan demok-rasi dışı gelişmeler ve askeri darbelerin Türkiye’de takip edildiği ve sonuçlarının izlendiği tahmin edilebilir. Tru-man doktrini ile SSCB karşısında Batı ile bağlarını artıran Türkiye, 1950’li yılların sonunda demokrasi yanlısı seçi-minin avantajını sürdürmek ve o dönemde artan demok-rasi karşıtlığına da cevap vermesi beklenirken bu hamleyi yapamadığı gibi Ortadoğu’daki yapay devletlerin sıkça karşılaştığı askeri yönetimlerin bir benzerini yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu çalışmada görüleceği üzere Türkiye’ye komşu olan ülkelerden İran, Irak, Suriye, Lüb-nan, Mısır gibi devletlerde askeri darbeciliğin önü açılır-ken bu durum Türkiye’ye de sirayet etmiştir. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ile başlayan demokrasiye müdahale dönem-leri birbirini izleyerek takip etmiştir. İlginçtir Savaş son-rası Truman doktrini ile SSCB karşısında ABD tarafın-dan koruma sağlanan Türkiye ile birlikte diğer ülke olan Yunanistan’da da seçime gitmek üzere oluşturulan geçici hükümet Nisan 1967’de bir askeri darbeyle devrilmiş ve darbeci subaylar olan General Stilyanos Pattakos (1912), Albay Yorgo Papadopulos (1919-1999), Albay Makarezos (1919-2009)’un askeri darbesine 1973 yılı Kasım ayında General Dimitrios Yuannides tarafından bu defa karşı bir darbe daha yapılarak önceki cunta dağıtılıp yeni cunta kurulmuştur. 1974 yılına kadar süren darbe yönetiminde kalan Yunanistan, bu sürede tarihinin en kötü dönemle-rinden birini yaşamıştır. Kısaca darbe yapılan ülkelerde darbecilik bir alışkanlık olarak sürdürülmüş ancak bu arada demokrasi ise bahsedilen ülkelerde her darbe dö-neminde gerileyerek refah ve huzuru değil aksine kaos ve endişeyi getirmiştir.

KAYNAKÇAAKYAZ, Doğan, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi, İletişim Yayınlar, İstanbul,

2006.ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Ankara, Türk Tarih

Kurumu Basımevi, 1991.CLEVELAND, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008.GARTHWAİTE, Gene R. İran Tarihi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005. KENNETH, Martin W, “Yabancı Askeri Satışlar-Foreign Military Sales/FMS” The

Management of Security Assistance, Wright Patterson Air Force Base, Ohio, 2005.KOR, Zahide Tuba Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayınlar

Birimi, 2009.MANSFIELD, Peter Mısır İhtilali ve Nasır, Kitapçılık A.Ş., İstanbul, 1967.ÖRMECİ, Ozan “Mısır: Siyasal Tarihi ve Bugünü”, Caspian Weekly”, http://ozanorme-

ci. com.tr/ category/ bilimsel-makaleler (Erişim Tarihi: 23.01.2016)ÖZDAĞ, Ümit, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri - 27 Mayıs İhtilali, Boyut

Yayın Grubu, 2004.PEHLİVANOĞLU, Öner, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Kastaş Yay., 2004.SALIK, Nuri “Suriye’de Hafız Esad Rejiminin Ortaya Çıkışı Üzerine Bir Değerlendir-

me”, http://www. orsam. org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2015126_2nurisalik.pdf. (Erişim Tarihi: 20.01.2016)

ŞEN, Sabahattin Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, İs-tanbul, Bir Yayınları, 2004.

VAN DAM, Nikolaos, Suriye’de İktidar Mücadelesi, Çev. Aslı Falay Çalkıvık ve Se-mih İdiz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

YAZICI, Nevin, Suriye Siyasi Tarihi, http://www. 21yyte.org/ tr/arastirma/ suriye/2012/ 05/29/6619 / suriye siyasi tarihi (Erişim Tarihi: 15.01.2016)

YILMAZ, Sait Irak Dosyası, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2011.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU208 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

DÜNYAYA YÖN VEREN BİR MİLLET OLMAK İÇİNDEMOKRASİ VE KALKINMA

Doç. Dr. Mustafa OĞURLUAdnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi

Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Çok kıymetli gönül dostları; geçmişimize ön

yargılardan arındırılmış olarak bakarsak ne kadar zengin bir tarihe sahip olduğumuzu açık bir şekilde göreceğiz. Bu zenginlikler arsında bizleri derin bir hüzne sevkeden bazı hatalar da mevcuttur. Tabi ki yapılan hataları düzeltemeyeceğimiz de bir gerçektir. Zaten bizden de beklenen geçmişte yaşananlardan ders alabilmektir. Ülkemiz ve insanlık için geleceği daha az hata yaparak inşa etme becerisini göster-mektir.

Merhum Başbakanımız Adnan Menderes, Os-manlı döneminde yetişmiş Cumhuriyetin ilk yılları-nı yaşamış ve yaptıklarıyla bu milletin gönlünde yer almış bir devlet adamıdır... Arkadaşlarıyla beraber demokrasi fikrine o günlerde sahip çıkmış ve ülke-nin demokrasiye geçmesinde büyük sorumluluklar almıştır... O günkü şartlara rağmen milletten yana tavır almış ve halkın gücüyle; “Yeter, Söz milletin-dir!” diyerek iktidara gelmiştir. Dünyada halen bir-çok ülkenin demokratik olgunluğa kavuşamaması ve demokrasi çalışmalarını muhalif güçlerin engel-lemesi açık bir şekilde görülmektedir. Demokrasiye

geçiş süreçleri milletlerin bir çoğunda sıkıntı çekile-rek çok ciddî mücadelelerle gerçekleştirilmiştir. Bu coğrafyada halkın iktidara gelmesine vesile olan ilk devlet adamı olma şerefi Rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes’e nasip olmuştur.

Evet, insanoğlu asırlardır hep; “ Yönetme ve Yö-netilme Mücadelesi”ni vermiştir. Sayın Başbaka-nımız Adnan Menderes halkın lehine demokratik atılımları ve kalkınma hamlelerini gerçekleştirme-ye çalışmıştır. Bu halkın yararına olan çalışmaları anlamayanlar tarafından sürekli eleştirilmiştir. Bu ulusun esaret altına girmemesi için Çanakkale ve birçok cephede gözünü kırpmadan canını feda eden nice yiğitler gibi milletin egemenlerin baskısından kurtulması için Allah’ın verdiği ömür boyunca çaba göstermiştir. Bu mücadelesinin sonunda egemenle-rin baskı ve iftiraları neticesinde şehit edilmiştir.

Adnan Menderes’in memleketi olan Aydın şeh-rimiz onu hep özlemle anmaktadır. Şehit olmadan önce ‘’Çine çayının oraya gideceğim. Söğüt ağaçla-rının altında yatacağım. Çine çayının orada deliksiz ve derin bir uykuya yatacağım’’ dediği söğüt ağaçları hâlâ o kavuşmayı bekler gibi hüzünlenmektedirler. Akıp giden Çine çayı nice anıları sürüklemesine rağmen Adnan Menderes’in bu topraklara diktiği demokrasi ağacını her daim sulamaya devam et-mektedir. Onun yaşadığı topraklarda yaşıyor olmak ve buradan Türkiye’ye ve dünyaya seslenmek inanın çok değişik bir duygu... Bu yörenin belirgin özellik-lerini taşıyan Sayın Başbakanımız Adnan Menderes bu dünyadan ayrılıncaya kadar çok beyefendi, kibar bir kişi olarak bu ülkeyi yönetmiştir. Bu millet asır-lardır her zaman liderleri güçlü ve çalışkan kişiler olduğunda ciddi atılımlar yapmış; ama zayıf idare-ciler döneminde güç kaybetmiştir. Milletimiz de bu güçlü liderleri her daim bağrına basmıştır. Adnan Menderes de bu güçlü liderlerdendir.

Sayın Merhum Başbakan’ın döneminden alınan derslerle Sayın Eski Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ve Halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan dönemlerinin inşa edildiği ve yaklaşık aynı toplumsal kesimlerle ülkenin kal-kınması için çalışıldığı açıktır. Osmanlı’da yetişmiş nice devlet adamı Cumhuriyet döneminde de ülkeyi daha müreffeh bir ülke yapmak için çabalamışlar-dır. Özellikle Sayın Adnan Menderes ve arkadaşları yokluk ve sefalet girdabından çıkmaya çalışan mille-timizin birçok imkâna kavuşması için çabalamışlar-dır. Devletin vatandaşın işlerini kolaylaştırması için çalışmışlardır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 209

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Sayın Merhum Başbakanımız Adnan Menderes’in başlattığı kalkınma hamleleri 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın yaklaşımlarıyla geliştirilmiştir. Va-tandaşlarımız dünya milletleriyle ticaret yapma ko-nusunda büyük bir aşama katetmiştir. Sayın Cum-hurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte yönetimde uzun yıllardır istikrar sağlanmış ve ülke-nin sorunları bir bir ele alınarak çözülmeye çalışıl-maktadır. Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’yla da bu istikrar sürdürülerek kalkınma hamleleri de-vam ettirilmektedir. Demokrasiyle elde edilen is-tikrar ülkede kalkınmayı kolaylaştırmış ve olmaz denilenler yapılmaya başlanmıştır. Siyaset halk için yapıldığı zaman kalkınmanın daha hızlı olduğu gö-rülmüştür.

Bugün de net bir şekilde gördüğümüz gibi kal-kınmanın ve refahın en önemli unsurunun istik-rarlı bir yönetim olduğu açıktır. Demokrasi de bu sistemin denetim mekanizmasını oluşturmaktadır. Menderes döneminde olduğu gibi özellikle son yıl-larda da artarak siyasetin uzlaşamadığı durumlarda halka başvurmakla tüm kilitlerin milletimizin lehi-ne çözülebildiği gözlenmiştir. Demokraside hedefler uzun sürede yakalanabilmektedir; çünkü toplumun demokratikleşme süreci hâlâ devam etmektedir ve devam edecektir de...

Gelecekte de toplumumuzun karakterine uygun

hem güçlü liderlik ve hem de her düşüncenin tem-sil edildiği başkanlık gibi sistemlerle demokrasimiz gelişecek ve beraberinde kalkınması hızlanmış bir toplum olacağız. Halkımız ileri teknolojiye sahip ol-masıyla daha kaliteli mallar üretebilir ve bu malları dünyanın her yerine satılabilir hale gelecektir. Böyle-ce ülkemizin refah ve kalkınması hızlanarak devam edecektir.

Demokrasi öyle bir şeydir ki egemenlerin iste-mediği kişilerin halkın gücüyle yönetime geçmesine fırsat sağlayabilmektedir. Milletimiz elinden bu yet-ki çeşitli yöntemlerle alınmadığı sürece her zaman en doğru kararları vermiştir. Allah bu milleti darbe veya çeşitli yöntemlerle vesayet altına almaya çalı-şanlara bir daha fırsat vermesin. Bu tür demokrasi düşmanlarının her daim üstesinden gelebilmek için çok çalışmak ve uyanık olmak zorundayız.

Şehit Başbakanımız Adnan Menderes’in ideâllerine her zaman sahip çıkacağız. Gelecek nesli-mizin ahlakî değerlere bağlı, helâl, haram kavramına uygun yaşayan, her alanda hak edenin desteklendiği, istişarelerle karar alma yeteneği gelişmiş, demokra-siye inanan ve demokrasiyi koruyan bir nesil olması için çalışmaya devam edeceğiz. Millet olarak sahip olduğumuz insanlık değerleriyle, her alanda dünya-nın yön verdiği değil, dünyaya yön veren bir millet olmaya çalışacağız.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU210 |

Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLUDicle Üniversitesi Öğretim Üyesi

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler UzmanıABD ile yaşıt ve özdeş olan Başkanlık sistemi, ülke-

mizde üç beş yılda bir gündeme gelmesine rağmen özel-likle tek partinin güçlü iktidarları olan Özal ve Erdoğan dönemlerinde bizzat bu liderler tarafından daha sık dil-lendirilmiştir. Öncelikle şu noktanın vurgulanmasında yarar var: Başkanlık sistemi, Yarı Başkanlık sistemi ve Parlamenter sistem, bugün dünyada uygulanan demok-ratik sistemlerin içinde, kanaatimce, halkın doğrudan seçimine en yakın olan sistemdir. Bu nedenle de diğer ikisine oranla daha demokratik bir sistem olarak görül-mektedir.

Bu sistemde yasama ve yürütme birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Başkan tarafından atanan ama se-nato tarafından onaylanan Yüksek mahkeme yargıçları ise gerektiğinde, başkanları dahi sorgulayacak ve onları görevden alacak kadar güçlüdür. Doğrudan halk tarafın-dan genel oy, dört yıl veya kazansa dahi ancak iki dönem seçilebilen Başkan ise bakanlarını, yani sekreterlerini, is-tediği gibi seçebilmekte ve meclisin güvenoyuna ihtiyaç duymamaktadır.

Yasama da, yani Meclis de halk tarafından seçildiğin-den onun da Başkan’a bağımlılığı yoktur. Başta para ko-nuları olmak üzere Başkan’ı sıkıştırabilmekte ve Başkan’ın meclis’i de feshedebilme yetkisi yoktur. Ancak Başkan’ın Kongre karşısından tek üstünlüğü, gönderilen yasaları veto etme hakkına sahip olmasıdır.

Başkanlık sisteminde, yarı başkanlık ve parlamenter sistemlerinde görüldüğü gibi iki başlı bir yürütme yerine tek başlılık söz konusudur. Yani bir köyde iki muhtar yok-tur. Bu açıdan başkanlık sistemi siyasi istikrarı sağlamakta parlamenter sisteme göre çok daha avantajlıdır. Örneğin, eğer ülkemizde Başkanlık sistemi olsaydı özellikle 1970-80 arasındaki siyasi krizleri önleyebilir ve yakın zamanda da Sezer/Erdoğan çatışmasını ortadan kaldırabilirdi.

Meclis’in güvenoyuna ihtiyaç duymayan başkan ne muhalefet ne de kendi partisinden korkmaktadır. Bu nedenle her bütçe döneminde veya hükümet kurma dö-nemlerinde başkanın kimseye ihtiyacı yoktur. Burada ülkemizin en güçlü tek partili (DP) iktidarlarından olan III. Menderes Hükümeti’nin (1955) bizzat kendi meclis

grubu tarafından yıkılması ve ancak “Sarolist“ formülle Başbakan Adnan Menderes’in ipten alınmasını araştır-macıların dikkatine sunmak isterim. Bakan Mükerrem Sarol’un formülüne göre, “Menderes kürsüye çıkacak ve gruptan sadece kendisi için güvenoyu isteyecekti.” Bu-nun üzerine kürsüye çıkan Menderes, kürsüde ateşli bir konuşma yapmış ve Grup da Menderes’e tam kadro gü-venoyu vermişti. Bunun ardından tekrar kürsüye çıkan Menderes şöyle der: “Arkadaşlar, sayın milletvekilleri, siz Grup olarak her şeye kadirsiniz…(siz) isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz!...”

Bu nedenle Başkanlık sisteminde, ülkemizin yüz ka-ralarından olan vekil transferleri de bu sistemde önemsiz kalmaktadır. Örneğin 1977 “Güneş Motel” olayı ve tari-hin bir örnek bir tekrarı olan 2000’lerde DSP’nin sahilde rüzgardan ve-ya dalgadan yıkıldığı bir balıkçı kulübe-si gibi vekil pazarları bu sistemde yaşanamaz. 1977’nin başbakan adayı Bülent Ecevit hükümet kurmak için ih-tiyaç duyduğu 11 vekili Adalet Partisi’nden koparmıştı. Ecevit’in “Kumar borcu olmayan” ama Bakanlık vaat etti-ği hükümet kurmak için ihtiyaç duyduğu bu 11 vekil sa-yesinde II. MC hükümeti güvenoyu ile yıkılmış ve Ecevit yerine en uzun süreli hükümetini kuracaktı.

Özetle, doğrudan halk tarafından seçilmiş, görev sü-resi net olan bir Başkan’ın tek başına kurduğu hükümet ve birbirinden net olarak ayrılmış kuvvetler ayrılığı Başkan-lık sisteminin en büyük avantajları ve temel özelliklerini oluşturmaktadır. Bu sistemin olumsuz yanlarını ise şöy-lece sıralayabiliriz: Meşru ve yasal olan yasama ve yürüt-menin keskin ayrılığı, zayıf ve eğitim seviyesi düşük olan ülkelerde sistemin kilitlenmesine sebep olması. Ya hep hiç mantığına göre bir oy farkıyla da olsa kazanan Baş-kan gerçekten, seçilmiş bir kraldır. ABD başkanlarından Abraham Lincoln’a bir oylamada atfedilen şöyle bir örnek vardır: “yedi hayır, bir evet, evetler kazandı”.

Tabii Başkanlık sisteminin başarısı her şeyden önce seçmen ve halk kalitesine bağlıdır. Eğitimli, basiretli ve uyanık bir halk en iyi hükümeti zaten çıkarmasını ve kontrol etmesini bilir. Böylece çok güçlü yetkilerle do-natılmış bir başkan hata yaparsa önce Yüksek Mahkeme yakasına yapışır, ardından zaten kısa olan görev süresinde (4 yıl) halk onu alaşağı etmesini bilir. Böylece bu sistemde altı defa gidip yedi defa gelmek yoktur çünkü gerçek kral-lık bunun gibi yani ömür boyu parti liderliğidir.

1940’ların ünlü İngiliz Başbakanı W. Churchil de-mokrasiyi şöyle tanımlıyordu: Geri kalanların tamamı hariç en kötü yönetim biçimidir. Bu açıdan ilk tarihten bu yana, toplumu; Kim? Nasıl? Ne kadar yönetecek?...soru-larına cevap olarak insan eliyle geliştirilmiş ve gelişmeye devam eden berbatların en az berbat olanı olarak tanım-lanan demokraside, en iyi demokratik sistem başkanlık sistemi olarak görülmektedir.

Tüm bu nedenlerle kanaatime göre Türkiye, başta Ortadoğu’da yaşanan son siyasal değişiklikler, Kürt so-runu ve merkezi-ulus-devlet ruhunun iflası nedeniyle bir an önce Başkanlık sistemine geçmelidir. 1 Kasım’dan bu yana şu an tam yeri ve zamanıdır.

BAŞKANLIK SİSTEMİ, “SEÇİLMİŞ SULTANLIK” MI?

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 211

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

MENDERES’İN İKİ VARİSİ VE BİR DEVRİMİN HİÇ BİTMEYECEK HİKAYESİ

Yrd. Doç. Dr. Hicabi ARSLANAdnan Menderes Üniversitesi

İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı55 yıl sonra bile hala saf, hala berrak ve dip diri

bir Ak Devrim’in kahramanı ve mimarı Rahmetli Adnan Menderes kutsal davayı kendinden sonra bu yolda emin adımlarla ilerleyecek 2 asıl ve asil lidere emanet etmiştir.

17 Eylül 1961 Pazar günü kendisini İmralı’ya geti-ren hücumbottan indirildikten sonra elleri kelepçeli ama gönlü özgür bir şekilde idam sehpasına doğru emin adımlarla ilerlerken, günlük güneşlik hava bir anda kararmış ve adeta hazan mevsimine dönmüştü. O artık bedenen evet ama ruhen orada değil çoktan uçup gitmişti. Tüm geçmişi ve de ona inanmış mil-yonların geleceği bir film şeridi gibi gözünün önün-den geçti.

Dilinden değil ama gönlünden belki de şu türkü eşliğinde arzuhali döküldü:

Çine de çayı güzelim aman taşkın olurGüzel seven a yarim aman şaşkın olurYar sevişi a yarim aman başka’molurAy söyleyin a yarim aman vah öleyim Eski de yare güzelim aman eş ben olayım

Bedeni belki bir gün çok özlediği Çine’ye, Çine Çayı kıyısına ulaşamayacaktı ama içine akıttığı göz yaşları elbet oraya ulaşacak ve o saf temiz sulara, top-raklara karışarak, kutlu davanın filizleri bu damla-larla yeşertecekti.

Bu topraklarda onunla aynı adı taşıyan Adnan Menderes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kapısın-dan görevli olarak girdiğim ilk gün aklıma o cevapsız soru takılmıştı “ Menderes niye idam edildi? ” aslın-da bu soru hiç kafamdan gitmedi.

Bir gün fakültede Türkiye yakın siyasi tarihi ile ilgili olarak ders anlatırken konu Demokrat Parti ve Menderes Dönemine geldiğinde öğrencilerimden biri adeta aklımı okuyormuşçasına “ Hocam Mende-res neden idam edilmişti” diye o soruyu sorunca bir anda boğazımda kelimeler düğümlendi bir şey diye-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU212 |

medim. Ama benim cevabını veremediğim sorunun cevabı idamdan önce kendi ifadelerinde saklıymış.

“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın ip-lerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini bi-liyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürri-yet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendileri-nize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleye-yim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurta-rabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şim-di milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle be-raberdir.”

İşte böyle kadirşinas bir devlet adamının 1950’li yıllarda başlattığı ve bugün halen ayakta duran dava-nın 2 asil lideri 8.Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ve 12. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da tıpkı Menderes gibi halkı ile beraber olmayı arzula-yan, onlara hem devlet ve hem de gönül kapılarını açan lider olarak tanındılar.

14 Mayıs 1950 seçimleri ile beraber ilk defa halkın içinden çıkan biri kavgasız, yalansız ve samimiyetle halkını kucaklamış, aslında karanlığın ve tek adamlı-ğın sakıncalarını gün ışığına çıkararak siyasete güneş

gibi doğmuştu Menderes. 1950 seçimleri tarihin sayfalarına altın harflerle

yazılacak bir “Ak Devrim” in de müjdecisi gibiydi. Çünkü bundan sonra da bazı art niyetli çevreler bu demokratik ilerlemeyi sekteye uğratacak çabalar içi-ne girseler de öyle muazzam bir tohum ekilmişti ki güzel ülkemize onu harici veya dahili hiç bir kuvvet başak vermekten alıkoyamayacaktı.

27 Mayıs 1960 darbesi karanlık geçecek bir döne-min daha kapısını aralarken, darbeye uydurulan ba-hane bile daha ilk günden hukuken butlan olmuştu. Çünkü, ilk çiğnenen kural maalesef evrensel hukuk kuralı olmuş ve “suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur” ifadesinin üstü çizilmiştir. Yani daha ilk adımda kendini ele veren bir cunta anlayışı maalesef cuntanın maşası konumundaki Yassıada davalarının mahkeme başkanı tarafından adeta itiraf edercesine: “ Yassıada davaları bu plan esası üzerine yürütüldü ve kararlaştırıldı. Ben sizin cezalarınızın derecesini tayin edemem derken” aslında malum-u beyan edi-yor ve kedilerini ele veriyordu.

12 Eylül 1980 darbesi de tıpkı 1960’da olduğu gibi yine hak-hukuk-demokrasi gibi kavramları rafa kaldıracak, ülkeyi biraz daha geriye götürmek için çaba üstüne çaba harcayacak ama bahanesi de “bir-lik-beraberlik” yalanı olacaktı.

1983 yılında kurulan Anavatan Partisi ile beraber yeniden 1960 ruhu canlanacak ve Ak Devrim’de 2. Perde başlayacaktır. Turgut Özal, 1980 darbesinin getirmiş olduğu kasvetli ve karanlık günlerini dağı-tan bir güneş gibi yeniden Anavatan ile doğduğunda halk 2. Menderes dönemine çoktan aşina olmuştu bile.

Tarih elbette tekerrür eder, sonuçları bazen do-laylı ve sancılı olabilir, bazen de direk ama acımasız.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 213

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Bu yüce millet, her durumda yeniden küllerinden doğmasını bilmiştir. Eza ve cefayı çektirenleri hiç bir zaman unutmadıkları gibi unutmamışlardır ve de unutturmayacaklar.

Ak Devrim emin adımlarla ilerlerken dönem dö-nem bazı çevrelerce önü kesilmek istenmiştir. İlkeli ve dürüst bir politika amaçlayan dava mimarları ve mühendisleri; Ülkemizin öncelikli hedeflerini göze-terek bu karşı çıkışa direnç göstermişler ve gereğinde canları ile dahi bu bedeli ödemek zorunda bırakıl-mışlardır.

Şairin dediği gibi:“Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.”

Bu davaya gönül vermiş herkesin tek bir hedefi vardı VATAN VE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜK. “İn-sanı yaşat ki devlet yaşasın” ifadesinde yerini bulan bir siyasi felsefe; temel hak ve özgürlükler, ekonomi, eğitim, sosyal yaşam ve ibadet özgürlüğü gibi bir devletin ve onu oluşturan milletin en temel ihtiyaçla-rını karşılamasının yolunu açacak her adımı cesurca

atmasını bilmiştir. Önce Demokrat Parti ardından Anavatan Partisi

ve son olarak da 2001 yılı itibariyle Türk siyasi yaşa-mına dahil olan Ak Parti ve onların liderleri birbiri-ne çok benzeyen yanları ile de tarihçilerin dikkatin-den kaçmamıştır. Çünkü tarih bu oluşumları ve de kurucu liderlerinin düşüncelerindeki benzeyişi ön plana çıkaracaktır.

3 ASİL’in 1 ASIL’ın (ADNAN MENDERES, TUGUT ÖZAL VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN-TÜRKİYE) 55 yılda destanlaşan davası bugün en olgun ve en itibarlı bir safhaya ulaşmışken ağzımız-dan şu dua eksik olmasın.

“ Biz, kısık sesleriz...minareleri, Sen, Ezan-sız bırakma Allahım! Ya çağır şurada bal ya-panlarını, ya kovansız bırakma Allahım! Mahyasızdır minareler...göğü de, kehkeşansız bırakma Allahım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma Allahım! Bize güç ver...cihad meydanını, Pehlivansız bırak-ma Allahım!

Amin......

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU214 |

Dr. Murat YILMAZSDE İç Politika ve Demokratikleşme

Programı Koordinatörü Her milletin, her ülkenin kaderinde tarihî günler

vardır. 14 Mayıs 1950 tarihi de, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye’de yaşayan insanlar açısından böyle bir tarihtir. Türkiye’de ilk defa 14 Mayıs 1950’de, iktidar seçimle el değiştirmiştir. Bu bakımdan 14 Mayıs 1950 Türkiye’de demokrasinin doğum tarihidir. Bir başka deyişle de-mokrasi bayramıdır. Hal böyleyken 14 Mayıs’ın unu-tulması şaşırtıcıdır. 1 Kasım 2015 seçimlerinin, her türlü tahrik ve sabote girişimine rağmen, başarılı bir şekilde gerçekleşmesinin ardında Türkiye demokrasi tarihi ve bilhassa 14 Mayıs tecrübesi yatmaktadır.

Bu hafta 14 Mayıs’ı, bu “beyaz ihtilali” yapan kahra-manlardan Adnan Menderes’in hayatını bana göre en güzel şekilde anlatan Mükerrem Sarol’un Bilinmeyen Menderes isimli kitabından anlatalım:

Vatandaş Hasretle 14 Mayıs’ı Bekledi“14 Mayıs 1950 Pazar günü sabaha kadar Türkiye

uyumadı. Tarlasına suyunu çeviren köylü, ecelle ran-devusu olan hasta, kalkıp seçim sandığı başına gitti. Ve oyunu kullandı. Çünkü 1946’da yapılan oy hırsızlığı ortaya dökülmüştü ve millet, oyunu çalmaya hevesle-neceklerin başına seçim sandıklarını geçirmeye kararlı idi. Çok şükür, kimsenin başında seçim sandığı parça-lanmadığı gibi, otuz yıldan beri devleti elinde tutan ve iki muhalefet partisinin başını yiyen CHP tepetaklak

oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı.Koraltan: “Tam Bir Beyaz İhtilal!”

“Bu rahmetli Refik Koraltan’ın o günlerde söylediği gibi ‘Tam bir beyaz ihtilaldir’di. İhtilalciler beyaz elbi-selerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbi-rini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı. Bu şenliklerden tedirgin olan yüz-binlerce insan vardı. Çünkü seçime bile karıştırılma-mıştı ama bazı devlet memurları yine de açıktan açığa Halk Partisi’nden yana olmuşlar ve kazanması için gay-ret harcamışlardı. Şimdi bu gayretkeş memurlar, kay-makamlar, valiler ürküntü, endişe ve telaş içindeydiler.

DP’nin Tamimi: Taraflarımız Sakin Olsun…“Seçimden sonra Demokrat Parti’nin teşkilatına, ya-

yınladığı ilk tamimi, seçimlerin kazanıldığını bildiren tamimdi. İkinci tamim ise iktidar şenliklerinin durdu-rulması ve bölgelerinde seçim suçu işlemiş memurlar bulunsa bile, kendilerine ‘nisbet’ yapılmamasını, yeni hükümetin kurulmasını beklemesini partililerden isti-yordu. Bu çok dikkate değer bir tamimdir ve Demokrat Parti’nin devlet görüşünü açıklaması bakımından çok önemlidir. 30 yıllık iktidardan sonra bu seçim Halk Partisi’ni çökertmişti. O yıllarda partiye genel sekre-ter olan Kasım Gülek’in sonradan açıkladığına göre, hemen bütün mensupları partinin yıkıldığını kabul ediyorlar bazıları yeni bir parti kurmayı, bazıları, par-tinin adını değiştirmeyi teklif ediyorlardı. Bu kargaşa-lık içinde bir çok Halk Partili, Demokrat Parti’nin açık kapılarından sızmanın çarelerini aramaya başladılar. O günlerde Halk Partisi’ni en ağır dille kötüleyenler, yine bu eski Halk Partililer idi.”

Halk Partisinin içinden bir grup ise, 14 Mayıs seçim sonuçları üzerine, tarihçi Toynbee’nin demokrasinin bir protestan-hıristiyan rejimi olduğu, Müslümanla-rın demokrasiyi başaramayacakları iddiasını aktara-rak İnönü’den eski rejime dönmesini istemişler; ancak İnönü, bu görüşü taassup olarak nitelendirerek Türk milletinin demokrasiyi mutlaka başaracağında ısrar etmiştir.14 Mayıs 1950’den Önce Efendimiz Köylünün Durumu

Mahmut Makal’ın Ocak 1950’de yayımlanan ro-manı Bizim Köy, milletin efendisi olduğu ilan edilen köylünün nasıl bir açlık ve sefalet içinde yaşadığını anlatmaktadır: “Öğrencilerin evlerinde ne yediklerini araştıralım. İkinci sınıfın sonucunu vereceğim. Bu sınıf 31 kişidir. Yoklama ekim, ocak, nisanda olmak üzere üç kere yapılmıştır. Bu suretle güz kış ve ilk baharda alınan besinler anlaşılır.

14 MAYIS’I UNUTMAMALIYIZ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 215

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

9 Ekim Cumartesi. Birinci dersten sonra çocuklara sırayla sordum. Bu sabah 21 kişi hiçbir şey yemeden aç gelmiş. 10 kişi yavan ekmek dürüp yemiş. 11 Ekim öğ-leden sonra: 31 kişi hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş.

Yirmiiki kişilik birinci sınıfla otuzbir kişilik ikinci sınıfın toptan yoklaması, yani ikinci yoklama, 20 Ocak Perşembe günü öğleden sonra: 4 kişi yavan çorba, 6 kişi bulgur pilavı, 16 kişi ekmek gevretip yemiş öğle-yin. 4 kişi pilav ısıtıp yemişi, 5 kişi dürümü, 2’si evde anasını bulamamış aç gelmiş. 7 tanesi “ne yiyeceğim?” diye ağladıktan sonra yavan ekmek yiyip gelmişler. 11 kişi soğan tuzlayıp dürünmüşler…

1 Nisan sabahı ikinci sınıftan 12 kişi aç, 11 kişi ya-van ekmek, 7 kişi cacıklı ( yabani ot) pilav. Öğleden sonra, otuz mevcudun hepsi cacıklı dürüm.”

1946 Seçimlerindeki Baskılar14 Mayıs 1950 seçim başarısını anlayabilmek için

1946 seçim yolsuzluklarını hatırlamak lazım. 1946 se-çimleri, açık oy, gizli tasnif ve sayılan oyların yakılarak imha edilmesiyle itirazların önüne geçmek suretiyle Türkiye seçim tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. 1946 seçim kampanyalarında yaşanan haksızlık ve uygulamalar da, bu bakımdan ayrıca tarihe geçecek önemdedir. Mustafa Çufalı’nın kitabında bu konuda, sadece Temmuz ayının ilk on gününde Vatan gaze-tesine akseden haberler şöyle sıralanıyor: “Bolvadin

kaymakamının muhtarlardan CHP aleyhine konuşan vatan hainleri hakkında derhal yasal işlem yapılması-nı istediği haberlere yansımıştı. Başka bir habere göre, Manisa’da jandarma komutanı muhtarlara DP’den isti-fa etmeleri için yazılı emir göndermişti. Diğer bir ha-bere göre Çubuk kaymakamı köyleri dolaşarak halkı dövüp ölümle tehdit ediyordu. Bursa’nın köylerinden de şikayetler geliyordu. Köylere DP mensupları gide-miyor, jandarmalar köylerde DP tabelalarını kaldırı-yor, ocak teşkilatlarını kapatıyordu. Bunların dışında Tekirdağ, Adana ve İzmir’den de baskı haberleri geli-yordu. Bunların içinde gündemi en fazla meşgul eden İzmir’den gelen haberlerdi. İddialara göre İzmir’in meşhur sabıkalıları CHP için çalışmak üzere görev al-mışlardı. Bir süre önce İzmir valisine ‘Siz vali misiniz yoksa Halk Partisi mensubu mu?’ diye soran bir köylü, bu eli bıçaklı sabıkalılar tarafından jandarmanın göz-leri önünde bıçaklanmış ve öldüresiye dövülmüştü. Bir jandarma onbaşısı da Tire’nin köylerinde DP’lilere meydan dayağı atmıştı. Bir gün sonra İzmir’de bir kişi daha bıçaklanmıştı. Tüm bunlara ek olarak DP men-supları, haklarında suç isnad edilerek mahkemeye sevk ediliyor ve hapse atılıyor; Vali, Halk Partisi dışındaki-lerin propagandasına engel oluyordu. DP yetkililerinin tüm bu baskılara karşı tedbir alınmasını istemelerine rağmen şikayetler sona ermiyordu.”

İktibas - Yeni Yüzyıl, 15.11.2015

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU216 | ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU216 |

NE YAPMALI (1)BUGÜN Ermeni soykırımı tasarısının ABD

Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nda ka-bul edilmesiyle birlikte Türkiye ile Amerika ilişkile-ri açısından ortaya çıkan yeni durum ve tırmanan terör eylemleri karşısında hükümetin TBMM’den sınır ötesi askeri bir operasyon için yetki alma du-rumunda kalması benim açımdan beklenen ve 22 Temmuz seçimlerinden kısa bir süre sonra ortaya çıkacağını tahmin ettiğim gelişmelerdi. En azın-dan son beş yıldır çok büyük bir ekseriyetin tama-men ters bir kanaatte olmasına rağmen Türkiye’nin Amerika ve AB ile olan ilişkilerinin son derecede kırılgan olduklarını, bunların mevcut şekliyle asla sürdürülemeyeceği, kaçınılmaz olarak her an bir kopma noktasına gelebileceklerini ve Türkiye için önümüzdeki yıllarda gerek AB, gerekse Amerika’yla çok ciddi bir güç denemesinin, bir hesaplaşmanın, daha kestirme bir ifadeyle bir bilek güreşinin kaçı-nılmaz olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bugün için bu noktaya gelinmiştir.

Oyuna beyazla başlamakBEŞERİ münasebetlerin karşılıklı mücadele kap-

samında toplanabilecek her çeşidinde inisiyatif sa-hibi olabilmek başarının temel bir şartı olarak kabul edilmiştir. Özellikle siyasette ve askerlikte bunun böyle olduğu çok açıktır. Satrançta beyazla başla-mak avantajdır. Tarafların ustalıkları eğer denkse beyazla oynayan galibiyete daha yakındır. Zira be-yaz taşları alan kişi oyuna ilk başlayan taraf olur. Be-yazın karşısında siyahın yapacağı önce onun ham-lelerini durdurmak onun zayıf bir noktasını bulup bir hamlesini başarısız kılıp, inisiyatifi ele geçirmeye uğraşmaktır. Bundan dolayıdır ki gönlüm Amerika ile Türkiye arasında yaşanılması kaçınılmaz olan gerilimi Ermeni soykırımı tasarısını kabul ederek Amerika'nın değil Türkiye’nin inisiyatifi eline alarak ve Amerika’yı kolay bir şekilde sıkıştırabileceği bir hamleyle Türkiye’nin başlatmasıydı. Buna hayıflan-mıyor ve bunda bir beis görmüyorum. Ancak Türk dış politikasının geleneksel zaafını ortaya çıkart-mak mecburiyetindeyiz. Karşılaştığımız her duru-mun aleyhimize tecelli etmekte oluşunun tek sebebi

Türkiye’nin inisiyatif alma korkusudur. Bu tespiti yapmadan hiçbir doğru adım atamayız. Bu hayati tespiti sürekli olarak aklımızda tutmak şartıyla şunu söyleyebiliriz. Amerika Ermeni soykırımı tasarısını kabul ederek Türkiye’yi sıkıştırmak istemiş ama as-lında Türkiye’yi psikolojik olarak çok rahatlatmıştır. Bu tasarı çıkmasaydı Türkiye “Ermeni kozunu oy-nayabilir” diye Amerika’ya karşı hep alttan almak ihtiyacını duyacaktı. Amerika bunu kaldırdı. Bu da Amerika’yla zıtlaşmayı bir dış politika seçeneği ol-maktan çıkarttı, Amerika’nın dayatmaya çalıştığı ve Türkiye’nin de gereklerini yerine getirmekten kaçı-namayacağı bir zorunluluk haline getirdi. Bu durum Başbakan’ı bile rahatlattı. Dilinin bağı çözüldü; “İp inceldiği yerden kopsun!” diyebildi.

Türkiye ve AmerikaNE yapacağımıza karar verirken şu husus-

ları mutlaka göz önünde bulundurmalıyız: Bir, Amerika’yla kaçınılmaz hale gelen zıtlaşma ve geri-lim uzun vadede sonuçlanacak bir süreçtir. Çeşitli aşamalardan geçecek, iki taraf da pek çok karşılık-lı hamle yapacaktır. Buna hazırlıklı olmalıyız. İki, Türkiye’nin karşı hamlesi mümkün olduğu kadar Amerika tarafından beklenilmeyen veya en az bek-lenen hamle olmalıdır. Bunun içindir ki Türkiye’nin geliştireceği hamlelerin doğrudan doğruya bugün-kü Türkiye-Amerika ilişkileri üzerinden olması pek fayda doğurmayacaktır. Sözgelimi, İncirlik’i kapat-mak gibi hamleler zaten beklenilen türden hamle-lerdendir. Üç, Türkiye’nin seçeceği yol Amerika’nın çok geniş bir coğrafyada çıkarlarını tehdit etmek ve yapmak istediklerini engellemek olmalıdır. Burada duralım ve bu geniş coğrafyadaki Türkiye-Amerika ilişkilerini, özellikle de Amerika açısından bir de-ğerlendirelim.

Bu geniş coğrafya, Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’dur Burada Amerika’nın yapmak isteyip de Türkiyesiz yapa-mayacağı birçok şey vardır. Yine bu coğrafyada Amerika’nın yapmak isteyip de Türkiye’nin engelle-yebileceği de pek çok şey bulunmaktadır. Bunlardan ne çıkar? Devamı gelecek yazımızda..

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 217

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Dr. Fatih ERBAKANErbakan Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı

Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1953 yılın-da Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra Türkiye’de Milli Kalkınma Hamlesi için seri kon-feranslar vermeye başladı. Türkiye’de değil otomo-bil, çivi yapmanın bile zor olduğunu ısrarla vur-gulayan belirli kesime rağmen, kararlı şekilde kısa zamanda otomobil yapmanın mümkün olacağını ve bunan inanmak gerektiğini ifade etmeye çalı-şıyordu.

Derken, İstanbul’da geniş bir alan üzerinde 300 işadamının ortak girişimleriyle ‘Gümüş Motor Fabrikası’ kurulma çalışması başlatıldı. Bütün zor-luklara rağmen gayretli bir çalışma sonucu fabri-ka, 1956 yılında faaliyete başladı.

Üretilen ilk örnek motorlar yavaş yavaş görücü-ye çıkmaya başlarken, ‘Türkiye’de bir çivi dahi üre-tilemez’ olgusunu kamuoyunun zihnine kazımaya çalışan ithalatçı firmalar, bu sefer resmi kurumla-rı devreye sokarak Türkiye’mizin ilk yerli ve milli motoru olan Gümüş Motor imalatının engellen-mesi çabası içerisine girmeye başladılar.

Necmettin Erbakan’ın önüne konulmaya çalışı-

lan tüm engelleyici bariyerler birer birer yıkılarak son noktaya gelindi. Resmi kurumlardaki engelle-me çabaları tam dört yıl sürdü.

Erbakan’ın Almanya’da doktora ve doçentlik tezlerini hazırlarken zihnine yerleşen ve Türkiye’ye döndükten sonra yeşeren tohumun eseri olan Gü-müş Motor, birlikte ter döktüğü mesai arkadaşları-nın, Türk çalışanının ve en önemlisi, yerli ve milli sermaye ve sanayinin bir ürünü idi.

Artık Türkiye’de, Batı’nın teknolojik düzeyinde 15 beygirden küçük dizel motorların seri üretimi de başlamış oluyordu. O ana kadar dışarıdan geti-rilmesi büyük sorun oluşturan yedek makine par-çaları da burada üretilmeye başladı.

İthalatçı firmalar tüm engellemelerin işe yara-madığını ve fabrikanın 1960’ta seri üretime baş-ladığını görünce, fiyat indirimine giderek Gümüş Motor’un kapısına nasıl kilit vurabiliriz hesap-larını yapmaya başladılar. Bütün bu gelişmeleri çok yakından takip eden Erbakan’ın İstanbul’da hissedarlarla yaptığı toplantıda konu uzunca mü-zakere edildi ve sonuç olarak Başbakan Adnan Menderes’ten konuyla ilgili randevu talep edilmesi üzerinde anlaşıldı.

MİLLİ KALKINMA HAMLESİ VE ERBAKAN - MENDERES BULUŞMASI

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU218 |

Başbakan Menderes, ‘Çakırbey Çiftliği’nde ye-tiştiğinden, Erbakan’ın Türkiye’de yerli ve milli olarak kurduğu ilk motor fabrikasının anlamını en iyi anlayabilecek şahsiyet olduğu düşünülüyordu. Nitekim de öyle oldu, Başbakan Menderes, he-yeti Ankara’da kabul etmek yerine, bizzat kendisi İstanbul’a gelip motor fabrikasını yerinde görme ve inceleme arzusunda olduğunu beyan etmişler-di. ‘Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır’ sözü ve her gün bir öncekin-den daha ileri olma iman ve azmiyle hazırlıklar ya-pılmaya başlandı.

Demokrat parti üst düzey yöneticilerinin de aralarında yer aldığı ge-niş bir heyetle Gümüş Motor’a teşrif eden Men-deres, fabrikayı gezer-ken, Erbakan’a dönüp, “Ben de Çakırbey’de çift-çilik yapmış birisi olarak bu motorları kullandım, bu motorların Türkiye’de imal edilmesinden duy-duğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum” diyerek Erbakan’ı alnın-dan öperek samimiyetini ve sevincini ortaya koy-muştur.

Menderes, Gümüş Motor’daki inceleme-den sonra, düzenlenen toplantıda Necmettin Erbakan’ın Gümüş Motor konusunda kendilerine bilgi sunmasını istedi.

Erbakan, Gümüş Motor’un Türkiye’nin Milli kalkınma hedefi için önemini genişçe açıkladık-tan sonra, konuyu yurt dışından motor ithalatı yapmakta olan mutlu azınlığa getirdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: ”Sayın Başbakanım, bu fabrikanın gelişmesini istemeyen bir grup gayri millî azınlık var. İthalat onların ellerinde. Bu motorları yurtdı-şından ithal ederek ihtiyaç sahiplerine fahiş fiyat-lara satmakta ve bir yığın döviz kaybına da neden olmaktadırlar. Bunun için bu iş çevreleri ve ithalat-çılar bizleri engellemek için her yolu denemeye ça-lışıyorlar” dedikten sonra sözü Almanya’ya getirip sözlerine şöyle devam etti: “Bendeniz Almanya’da Leopar Tank Motorları Fabrikasında başmühendis olarak çalışırken, bu fabrikanın bir eşini Türkiye’de kurmayı tasarladım. Bu zor bir şey değil. Çünkü o

motorları da yapanlar Türk mühendisleri idi ”sö-züyle konuşmasını noktaladı.

Başbakan Menderes, Erbakan’ın bu sözleri kar-şısında heyecanlanmış ve bu fabrikanın 1950’ler-de kurulmuş olması halinde Türkiye’nin kalkınma yolunda farklı noktaya gelebileceğini gayet vecih bir şekilde ortaya koymuştu.

Brifing sonrası, Başbakan Menderes ve Necmet-tin Erbakan baş başa bir müddet daha görüştüler. Bu görüşme sırasında Menderes; “Sayın Erbakan, daha önceden vaki müracaatınız ve danışmanla-

rıma incelettiğim pro-jeleriniz gerçekten iyi bir niyetin mahsulü, ciddi bir gayretin se-mereleridir. Gerçek bir vatansever ancak böyle çalışabilir. Bakanlarıma talimat verdim, size her türlü yardım ve kolaylı-ğı göstereceklerdir. Bu hususta bir tereddüt-tünüz olmasın. Ayrıca, siz değil, onlar sizin hizmetiniz için gerek-tiğinde gelip yardım-cı olacaklardır. Ben de gayri millî iş çevrelerine karşıyım, Odalar Birliği ile de sizden önce aynı hususta bir görüşme yaptım. Takdir buyu-rursanız memleketimi-zin ekonomisi çok ciddi

bir vaziyet arz etmektedir. Döviz kıtlığının bu se-nesinde sizlere 1.300.000 dolarlık döviz tahsis et-tim. Allah bu memlekete ve millete hayırlı etsin” diyerek sözlerine son verdi.

Merhum Menderes böylelikle aynen Merhum Erbakan gibi vatanını milletini samimi olarak se-ven, milli şuura sahip, memleketine hizmet ehli bir devlet adamı olduğunu bir kez daha göstermişti.

Erbakan-Menderes görüşmesi sırasında, Er-bakan, motor üretiminin sadece bir başlangıç ol-duğunu ve asıl amaçlarının Türkiye’de ilk yerli ve milli otomobili üretmek olduğunu ifade etmiş ve konuyla ilgili Menderes’ten büyük destek görmüş-tü. Fakat maalesef daha sonraki gelişmeler ve 27 Mayıs 1960 darbesi bu projenin gerçekleşmesini mümkün kılmamıştır.

Cenab-ı Allah her iki büyüğümüze de gani gani rahmet etsin, mekanları cennet olsun inşallah.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

"Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humulâh(humullâhu) ve huves semîul alîm(alîmu).

Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

Diyanet İşleri Başkanlığı Meali

"Hz. Osman Efendimiz Şehid edildiklerinde mübarek kanlarının, önünde açık olan Mushaf-ı Şerif'de bu Ayet-i Kerime'ye damladığı söylenir."

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 219|

(Hayrat Vakfı / Ahmet Hüsrev Altınbaşak Hattı) BAKARA SURESI 137. AYET

MENDERES'İN DAİMA YANINDA TAŞIDIĞI AYET-İ KERİME

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU220 |

Selim TEMURÇİAK Parti İstanbul İl Başkanı

Şunu baştan ifade edelim ki; bugün Türkiye’nin de-mokrasi adına yakaladığı gelişim çizgisi, parlamenter sistemin bir lütfu ya da sonucu değil, bilakis bu sisteme rağmen ulaşılmış bir çizgidir.

Yeterli değildir ama eskiyle kıyaslandığında da çok büyük adımlar atıldığı bir gerçektir.

Türkiye’de parlamenter sistem, çok uzun bir dönem boyunca “ideolojik devlet” anlayışının çerçeve ve tahak-kümü içinde kendini var etmeye çalışmıştır.

Sistem, birtakım istisnai dönemler dışında güçlü hü-kümetlerin kurulmasını engelleyen ve bu yönüyle de ideolojik devlet algısının, “kayıt dışı egemenlik kullanma manevraları”na zemin hazırlayan bir zafiyet içinde süre-gelmiştir.

Sistem içinde hem kuvvetler ayrılığı ilkesi hiçbir za-man tam anlamıyla işlememiş, hem de kuvvetlerin birbi-riyle uyumundan ziyade uyumsuzluğunu öngören çarpık bir yapılanma, sürekli birçok siyasal krizin yaşanmasına yol açmıştır.

Bu sistemde yürütme çoğu zaman yasamayı işlevsiz-leştirmiş, yargı ise her ikisini de “devletin ali menfaatleri” doğrultusunda güdük bırakacak birçok müdahalede bu-

lunmuştur.Hatırlayın; bu anayasanın ürettiği vesayet kurumla-

rı, her 2 seçmenden birinin oyunu alan güçlü bir parti iş başındayken bile, Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale ederek ne çok krizlere neden oldu.

E-muhtıra, 367 garabeti gibi krizlerle sistem felç olma noktasına getirildi.

Ülke sorunlarına sağduyuyla bakan herkes çok iyi biliyor ki, bu anayasada kuvvetler ayrılığı ilkesi, sadece erkleri birbiriyle çatıştıracak şekilde konumlandırılmıştır.

Geçmişte hükümet ile HSYK, hükümet ile Yargıtay ve Danıştay, hatta yargı kurumları kendi aralarında bile bir-çok gerginlik, tartışma ve sorun yaşadı.

Kısacası bizim parlamenter sistemimizde, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler karmaşası ve kuvvetler çatışması ön plana çıkmıştır.

Tüm bunların üzerine yakın tarihimizde sistemin bir-çok askeri darbeye maruz kaldığı da ayrı bir gerçektir.

Sistemin aksaklıkları yıllarca ülkenin hem demokra-tik hem de ekonomik alanda geri kalmasına yol açmış, ül-keyi kendi iç sorunlarıyla boğuşmaktan başını alamayan bir talihsizliğe sürüklemiştir.

Devleti hükümetten bağımsız, hükümetten ayrı ve hükümetin üstünde, varlığını millete borçlu olmayan ve

BAŞKANLIK SİSTEMİ, KUVVETLER AYRILIĞI ve DEMOKRASİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 221

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

adeta kendi kendini var etmiş bir üst kurum olarak algı-layan bir yaklaşım, “demokrasiyi” de sürekli “mahzurlu” saymış, hatta çoğu zaman “kutsal devlet” telakkisi karşı-sındaki en ciddi bir tehdit olarak görmüştür.

Darbe sonraları yapılan anayasalar, egemenliği gerçek anlamıyla millete ait görmemiş, egemenliği milletle bazı devlet kurumları arasında paylaştıran ve aslan payını da kurumlara veren bir anlayışla hazırlanmış, parlamenter sistem bu anlayışla daha çok sorun üreten bir kimliğe bü-rünmüştür.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen zaman zaman güçlü iktidarlar dönemi yaşandığında, -Menderes, Özal ve Er-doğan dönemi gibi- Türkiye bütün gelişimini ve büyüme-sini bu dönemlerde gerçekleştirmiştir.

Koalisyon ve güçsüz hükümetler dönemi ise her açı-dan dibe vurduğumuz, krizler ve enflasyonla büyük sar-sıntılar yaşadığımız süreçler olmuştur.

Türkiye’nin küresel bir güç olmasını istiyorsak, kuv-vetler ayrılığının çatışmayı değil, erkler arasında uyumu önceleyen bir yapıya kavuşturulmasını istiyorsak, en önemlisi de siyasi hayatımızda demokrasinin artık bir söz ya da teoriden çıkıp bir yaşam tarzı ve kültüre dönüş-mesini istiyorsak, bunun için en ideal sistemin Başkanlık sistemi olduğunu görmemiz lazım.

Başkanlık sistemini tartışırken çok önemli bir gerçe-ğin altını çizmek zorundayız:

Gerek yeni anayasa, gerekse Başkanlık Sistemi tartış-malarında başta CHP olmak üzere muhalefet şöyle takın-tılı bir tavır içindedir:

“Her meseleyi Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üze-rinden tartışma takıntısı.”

Durum böyle olunca, ülkenin temel sorunlarını tartı-şıyormuş gibi yapıyor ama tartışmış olmuyorlar. Ortaya bir fikir sürüyormuş gibi yapıyorlar ama ortada “karşıyız” dışında bir fikir yok.

Sanki onlar için tek amaç ve tek arayış, Türkiye’ye ait hiç bir meselede bu ülkenin Cumhurbaşkanıyla aynı dü-şüncede olmamaktan ibaret. Bunu sağladıkları takdirde muhalefet görevlerini yaptıklarını sanıyorlar.

Ancak bu takıntılarını dürüstçe itiraf etmiyorlar da...Örneğin, “Biz Başkanlık sistemine sadece Erdoğan da

bu sistemi istediği için karşıyız” ya da “Yeni anayasa ko-nusunda sırf Erdoğan’a karşı olduğumuz için sürekli oya-lama taktiği içindeyiz” diyemiyorlar.

Bunun yerine sanki bir düşünce sonucu böyle davra-nıyormuş gibi konuşmaya çalışıyorlar ve haliyle de çelişki ve paradokslar gırla gidiyor.

Örneğin, CHP ve MHP bir yandan 12 Eylül darbe anayasasının artık değiştirilmesini savunur gibi yapıyor-lar, diğer yanda da darbe anayasasının yürürlükte kalması için mücadele veriyorlar.

Milletimiz birçok gerçeği hızla kavrayıp yeni tutum belirlerken, muhalefet hiç değişmemeyi marifet sanıyor.

Oysa Türkiye, çağın gerçeklerine uygun dinamik ve güçlü bir liderliğin özellikle kriz durumlarında nasıl bir rol oynadığını şu son aylarda bir kez daha yakından ya-şadı.

7 Haziran sonuçlarıyla siyasetin kilitlendiği, terörün ülkeyi her açıdan kıskaca almaya çalıştığı, bölgemizde ül-

kemizi de etkileme kapasitesine sahip birçok planın dev-reye sokulmak istendiği bir süreçte, Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Türkiye’yi sorunsuz bir şekilde yeniden sandığa götürerek, 1 Kasım’da ortaya çıkan istikrar tablosunun en önemli mimarı oldu.

Genel Başkanımız ve Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun büyük bir halk desteğiyle partimizi yeni-den ve daha güçlü bir şekilde iktidara taşıması, doğal ola-rak milletimizin yeni anayasa umutlarını da iyice yeşertti.

Çünkü mevcut anayasa, önüne 2071 vizyonunu koy-muş Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, bu vizyona köstek olma hüviyeti taşıyor.

Bu genel girişten sonra Başkanlık sistemiyle ilgili bazı soru ve tartışmalara geçebiliriz.

Sisteme karşı olduğunu söyleyenler diyor ki; “Başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığını ortadan kaldı-

rır, tek adamlık ve dikta üretir.”Baştan sona yanlış bir iddia.Tek adamlığın alasını parlamenter sistemler üretir;

Genel Başkanlar isterse yasama üyelerini tek başına belir-ler, hepsinin hayatiyeti parti başkanına aittir, liderin iste-diği yasalar çıkar, istemedikleri çıkmaz.

Parlamenter sistemde yasama çok büyük ölçüde yü-rütmenin etkisinde. Mecliste seçilmiş milletvekilleri, her konuda genel başkanların tasarrufu içinde hareket ediyor. Haliyle de yasamada milletvekillerinin işlevi “evet ya da hayır” demekten öte geçmiyor. Hele bir de “grup kararı” denen bir şey var ki, milletvekili iradesini hepten işlevsiz kılan bir uygulama.

Ve yine görüyorsunuz; mevcut sistemde parti liderleri seçim kaybetseler de kendi konumlarını kolay kolay kay-betmiyorlar. Hatta seçim kaybettikçe koltukları daha da sağlamlaşıyor sanki!

Başkanlık sistemi, demokrasinin en temel gereklerin-den olan kuvvetler ayrılığının en sağlıklı işlediği sistem-dir. Yasama, Başkandan bağımsızdır, parlamento başkana bağlı olmaksızın yasama yapar. Bakanlar dışarıdan atan-dığından, yasamanın tek işi yasa yapmaktır. Milletvekil-lerinin iradesini zaafa düşüren “Grup kararı” meselesi bu sistemde tarihe karışır.

Başkanlık sisteminin olduğu ülkelerde parlamentolar

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU222 |

yürütmeye karşı daha güçlü bir konumda. Kuvvetler ayrı-lığı hem gerçek manada var, hem de erklerin çatışmasını değil uyumu öngördüğünden ülkenin büyük krizlere sü-rüklenmesi engelleniyor.

“Başkanlık sistemi diktatör üretir” diyorlar.Soralım: Başkanlık sistemiyle gelen hangi diktatörü tanıyorsu-

nuz? Ben hiç tanımıyorum ve bilmiyorum. Ama soruyorum: Nazizm, Faşizm, Bolşevizm, yani

Hitler, Mussolini ve Lenin hangi politik sistemler vasıta-sıyla diktatörlük inşa etti?

Cevap: Hepsi de parlamenter sistemler sayesinde. “Başkanlık sistemi diktaya yol açar” diyenlere yine so-

ruyorum:Acaba bunu diyenler, AK Parti iş başına gelinceye ka-

dar, parlamenter sistemin milletimize nasıl bir demokrasi sunduğunu, bu milletin gözünün içine baka baka söyle-yebilirler mi?

Ben söyleyeyim: Öve öve bitiremedikleri parlamenter sistem, Milli şefin, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubatın, sayısız darbe teşebbüsünün, sayısız askeri muhtı-ran, asit kuyularının, faili meçhullerin, işkencelerin, ikna odalarının da tarihidir aynı zamanda.

Kimi kandırıyorsunuz?Yine Başkanlık sistemine karşı çıkanların bir başka id-

diası Başkanlık sisteminin eyalet sistemi demek olduğu ve bunun da ülkeyi bölünmeye götüreceği...

Bu da tam bir yalan. Federatif yapılanma Başkanlık sisteminin ne bir şartı, ne de tamamlayıcı unsurudur.

Bugün Almanya, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda... hepsi federal yapıya sahip ülkeler ve hepsinde de Başkan-lık değil, parlamenter sistem bulunmaktadır.

ABD’de başkanlık sistemine geçildiğinde, eyaletler za-ten vardı. Başkanlık sistemi var diye eyaletler oluşturul-madı.

Başkanlık sistemi üniter devlette de olabilir, federal devlette de. Biz üniter devlette Başkanlık sistemini savu-nuyoruz.

Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalarda bir başka ana

eksen de demokrasi.“Başkanlık sisteminde katılımcı-sivil demokrasi zayıf-

lar” diyorlar. Tam tersine güçlenir. İki turlu dar bölge seçim siste-

minde her milletvekili, sadece aday olduğu şehrin ilgili bölümünde kampanya yapabileceğinden halk kime oy vereceğini bütün detaylarıyla bilir. Bu seçmen-seçilen arasındaki geçişkenliği ve şeffaflığı artırır.

Yine “Başkanlık sistemi kutuplaşma getirir, demokra-tik kültürü zedeler” diyorlar. Tam tersini savunuyoruz. 2 turlu sistemde partiler, başka partilerin seçmenlerinin de oyuna muhtaç olduğundan sivri konuşmalar törpülenir, daha kuşatıcı ve kapsayıcı söylemler geliştirilir, demokra-tik olgunluk, toplumculuk ve uzlaşma kültürü artar.

Sonuç olarak;Bu ülke koalisyonlar ve zayıf hükümetlerden çok çek-

ti. En büyük atılımlarını ise güçlü hükümetler döneminde gerçekleştirdi.

Birçok ülkede olduğu gibi bizde de Başkanlık tartış-maları genelde hükümetlerin zayıfladığı koalisyon dö-nemlerinde olmuştur. Biz ise AK Parti’nin gücünün en zirvede olduğu bir dönemde bunu savunuyoruz.

Çünkü aslolan Türkiye’dir.Aslında gerçekten konuşacak, tartışacak çok konu ve

ülkemizin hayrına hızla atılacak çok adım var ama ah şu takıntılar yok mu!

Muhalefet meseleleri “Erdoğan üzerinden” değil de, “Türkiye’nin iyiliği ve çağın ihtiyaçları üzerinden” tartış-mayı bir öğrenebilse!

Belki uzun tartışmalara bile gerek kalmadan...Hem yeni bir anayasaya, hem de kriz değil demokrasi,

refah ve güç üreten çağdaş bir sisteme kavuşacağız.Dengelerin her gün adeta yeniden kurulduğu ve bir

dakikanın bile çok önemli hale geldiği bir dünyada ülkeyi tıkayan, karar süreçlerini geciktiren ve sürekli sorun üre-ten bir sistemden...

Kuvvetler ayrılığını bihakkın sağlayacak, sivil demok-rasiyi iyice kökleştirecek, daha seri kararlar alınabilen ve uygulanan bir sisteme geçmek artık bir zorunluluktur.

Bu yüzden Başkanlık sistemi diyoruz!

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 223

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Av. Ömer ÖZMENAK Parti Aydın İl Başkanı

Dünya hayatı er veya geç son nefesin verilmesi ile sona erecektir. Önemli olan ne uğrunda yaşadığımız ve son nefesi hangi hal üzere iken verdiğimizdir.

Avrupa Hun İmparatoru Atilla’nın söylediği gibi; ”Bu hayat savaş meydanlarında son bulabildiği gibi, sıcak ya-tağında uyurken de son bulabilir.”

Dinimiz de bir bakıma şehadet mertebesini, verilen mücadelenin bir ödülü olarak ortaya koymuştur.

Elbette insanoğlu için hayatını ortaya koyabileceği bir durumun içerisine girmek hayli güçtür. Özellikle bugü-nün dünyasının değerlerin içini boşaltmaya çalışan anla-yışı ile bir takım değerler için mücadele etmek her baba yiğidin, her ben adamım diyenin harcı değildir. Yani her nefis, gelmesi muhakkak olan ve lezzetleri kesen ölümden uzak durmak ister. Ama biz ölümün aslında ölümsüzlü-ğün ve ahiret hayatının bir başlangıcı olduğunu bilmek-teyiz. İşte bundan dolayıdır ki kendi nefsi için değil de bir takım değerler uğruna ölenler dinimizce de şehitlikle müjdelenmişlerdir.

Aslında hak dava yolunda ölenler yalnız uhrevi olarak değil dünyevi olarak da ölümsüzdürler. Zira onlar yalnız kendilerine değil, topluma mal olmuş kişilerdir artık. Ha-tırdan çıkmamaları için hayatta olmalarına ihtiyaç yoktur.

Merhum Başvekil Adnan Menderes’ de 1899 yılında bir toprak ağasının evladı olarak dünyaya geldiğinde mü-cadele dolu hayatının böyle bir sonla sona ereceğini ya-kın çevresinden kimse bilemezdi. İlkokuldan sonra İzmir Amerikan Kolejinden mezun oldu. 1. Dünya Savaş’ında Asteğmenlik eğitimi almış olmasına rağmen sıtma hasta-lığına yakalanmış olmasından dolayı cepheye gidemedi. Kurtuluş Savaş’ına katıldı ve istiklal madalyası aldı. Siyasi hayatına Serbest Cumhuriyet Fırkasında başlayan Adnan Menderes, Aydın İl başkanı olarak vazife yapmıştır. Dola-yısıyla ilk zamanlardan beri tek partili siyasetin ve cum-huriyetin ilk yıllarında yaşanan radikal bazı değişimlerin karşısında duran bir profile sahipti.

Adnan Menderes bu millete ancak çiftçilik yaparsınız ve vergi verirsiniz denilen bir dönemde bu milletin ev-latlarını, bu toprakların evlatlarını devletle buluşturan, barıştıran bir öncü idi. Bu devleti yönetmeyi kendilerine ait bir tekel olarak gören zihniyete karşı millet ile beraber “Yeter Artık” diyen bir vatanseverdi. Görevde olduğu sü-rece birçok milletin adamı gibi çeşitli iftira ve karalama kampanyaları ile yıpratılmaya çalışıldı ama nafile, mil-letin gönlündeki yeri şehadetinin üstünden yıllar geç-mesine rağmen hala apayrı. Milletin adamlarına ve seç-tiklerine zulüm edenleri kimse hatırlamazken, milletin adamları gelecek nesillere efsane halinde dilden dile an-latılıyor, hayırla yad ediliyor ve arkalarından dua ediliyor. Bu milletin dualarında yer alabilmek bile tarifi mümkün olmayan bir mertebe ve şereftir.

Bugün onun açtığı bu yoldan bugünlere gelen mille-tin evlatları memleket sevdası ile ülkeyi ve milleti daha

ileri bir noktaya taşımak için gayret etmektedirler. Mille-tin karşısındaki vesayet odakları bir bir yıkılırken millet asli makamına dönmektedir. Bu millet bugün artık çok şükür kendi evlatları ile idare edilmektedir.2023’e, 2053’e, 2071’e aşk ile koşan, millet için hedefleri olan bu yapının oluşmasında merhum Başvekilin de emekleri ve katkıları vardır.

İşte böyle bir noktadan bakıldığında Adnan Menderes gerçek manada bu milletin önünü açan liderlerden biri-sidir ve öyle inanıyoruz ki şehit olarak hayata gözlerini yummuştur. Çine çayının kenarında sıcacık evinde ailesi ve sevdikleri yanındayken son nefesini verebilecekken, soğuk bir darağacının acıma duygusu nedir bilmez direk-leri arasında vermeyi tercih etmiştir. Milleti ve vatanı için verdiği mücadele onun için bir nişan olmuştur.

O, Aydın’ın sınırlarını aşmış Türkiye tarihi açısından önemli bir şahsiyet halini almıştır. Bizler ise bunca tecrü-beye rağmen ne yazık ki verilen mücadeleyi idrak etmek-ten hala oldukça uzağız.

Son arzusu “Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vata-nı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.” Olan merhumu anlamak için gayret etmeliyiz. Çine çayının kenarındaki söğüt ağaçlarına duyduğu özlem ile kendisini hatırlıyoruz ve üzülüyoruz.

Kuşkusuz “Bütün seçimlerde mağlup olurlar, yine de memleket bizimledir, derler. Hükümet işlerinde şimdiye kadar hiçbir başarı göstermemişlerdir. Gölge etmesinler, biz başka ihsan istemiyoruz” sözü, o günden bugüne bir şeyin değişmediğini de gösteriyor.

Geçmişini anlayabilen ve geleceğe daha sağlam adım-lar ile yürüyebilen bir toplum olabilmek ümidiyle, kefeni ile çıktığı yolda şehadet şerbetini içen, bu toprakların ye-tiştirmiş olduğu yiğit, mütevazi ve delikanlı baş vekilini saygı ve sevgi ile anıyoruz.

HİÇ KÜSKÜN DEĞİLİMHİÇBİR DARGINLIK DUYMUYORUM…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU224 |

EZAN

Abdullah Zülkadir KARSTiyatro Sanatçısı

Mekke’de farz kıldı Allah, Müslümanlara namazı,Müslümanların vaktinde kılması idi niyazı.

Muhammed Mustafa, Medine’ye edince hicret,İbadete davette oluşmuş, çeşit çeşit niyet.

Peygamber, ne boru ne çan ne ateş istiyor,Ashabın çevresinde gördüklerini ise reddediyor.

Müslümanlar, bekleyişte, sabırla durmakta,Abdullah Bin Zeyd'le,Hz. Ömer, aynı rüyayı görmekte.

İlahî bir iltifatla bir gece rüyasında Ezan öğretilince,Abdullah bin Zeyd, Rasul’ün yanında bir an önce.

Muhammed’e öğrendiği lafızları bir bir söyledi,Rasulü Ekrem, sevinçliydi, sakin sakin dinledi.

Muhammed buyurdu; O, Bilal’e öğretti,Bilal ise yüksekçe bir yere çıkıp Ezanı irad etti.

Bilal, tegannisiz ve komut bildirircesine okudu,Böylece Ezan, İslam’ın susmaz şiarı oldu.

O, Şanına layık olanı vasıtalı böylece duyurdu,Müslümanlar, aradıkları sonsuz çağrıyı buldu.

Ezan, sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte,Kur’an-ı Kerim’de(*) ayetlerle de bildirilmekte.

Ezanlar, yeryüzünde Allahu Teala’ya feryattır,Yüceliğini, sürekli kılmada sonsuz gayrettir.

Ezanlar, son dine şahitlik yapmaktır,Efendi’mizin Peygamberliğine inanmaktır.

Ezanlar, “Saadet Devri”ndeki gibi okunmuyor,Teganni ve nağmesiz komut şeklinde olmuyor.

Türkçülük akımının başlatıldığı zamanda,Ziya Gökalp, Türkçeleşsin dedi, Ezan da.

Dokuzyüzonsekizde Gökalp,âdeta eski fikriyle cebelleşti,Türkçeleştirme niyeti, Kur’an’la da özdeşleşti.

Bu fikirler, Cumhuriyet döneminde öne geçti,Dokuzyüzyirmisekizde harf devriminin devamı da gelecekti.

Türkçe Ezan için çalışmalar hızla sürüyor,Dokuzyüzotuzikide, Rıza Sağmal'ın tercümesi kabul görüyor.

Ezan Türkçe okunsun diye kanunlar da çıkarılmış,“Allahu ekber” diye okuyanlar, cezalar almış,

Asıl Ezanı okuyanlara meczup dediler,“Allahu ekber”de direnler tımarhaneye girdiler

...

Dokuzyüzelli seçiminden sonra Ezanı Arapça duyanlar,Sevinç feryatlarıyla inanamadılar, toprağı öptü insanlar. Türkiye’nin her yerinde sevinç fırtınası esiyor,İnsanlar, cami etraflarında kurbanlar kesiyor.

Sultan Ahmet’te, altı minarede, on altı şerefede,On altı müezzin yerini aldı o gün minarelerde.

Sultan Ahmet imamı, Sadettin Kaynak yerde, O gün müezzinleri yönetti, ayrı şerefelerde.

Diğer camilerden gelen seslerle yer gök inliyor,Meydana toplanan cemaat, Ezanları dinliyor. Birçokları, etrafına şaşkın şaşkın bakıyor,Kimi secdede, kimi ayakta, gözyaşı akıyor.

Her taraftan Meclis’e mektuplar, telgraflar yağıyor,Yurttaşlar, Menderes sevgisinden ağlıyor.

Türkiye, madden ve manen çok gerilerde kalmıştı,Menderes, her sahada hemen imara girişti.

İbadet dilini tekrar eski hâline çevirdi,Memleket bir anda şantiye oluverdi. Köylü çarığı çıkardı, lastik ayakkabı giydi,Öküz çifti yanında traktör, rüya gibiydi.

Her taraf gül gülistan ne kadar şükretsek az,Koru Rabb’im Menderes’i ederim sana niyaz.

Yol parası, öşür kalkmış, vatandaşlar rahatlamış,Buğdayı, çavdarı, mahsulleri ambarlar almamış.

...

İmam-hatip okulunun yedi yerde açılması,Eyüp Sultan Türbesi’nde onarım yapılması,

Vatan Cephesi teşkilatlarının kurulması,Ezanın aslına uygun, Arapça okunması.

Yönü belirsizlerin, cuntaların hedefi oldu.Müfteriler, bunlarla darbeye bahane buldu.

...

Allem kallem, köpek-bebek diyerek darbeye gittiler,Merhum Adnan Menderes’imizi Ezan şehidi ettiler. Binler rahmet olsun o ebedi Başvekile,Her Ezanda ruhuna Fatiha ederiz hediye. Münafıklar güruhuna fırsat vermesin Allah,Sahip çıkarsak Ezanlar susmayacak İnşallah.

(*) Maide, 5/58; Cuma, 62/9

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 225

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Mehmet AKYOLBAŞKON Genel Başkanı

Başkent Ankara Medya Yönetim Kurulu Başkanı

Rahmetli Menderes’in Başbakanlık yıllarını hatır-lasam da iyi bir mütalaa yapacak kadar bilgi ve kültüre sahip olduğumu söyleyemem. Ancak 27 Mayıs ihtila-linin yapıldığı gün Ankara’nın en son köylerinden biri olan Yukarı Kese’nin yaylasındaydım.

Yaz döneminden yararlanarak şehirden ve köyle-rinden gelen çocuklarla konuyu mütalaa ve müzake-re ettiğimizi iyi hatırlıyorum. Bir hatırladığım şey de o zaman beraber olduğumuz çocukların tamamının Menderes hayranı ve Demokrat Parti temayüllü ol-duklarıydı.

Tabii bu duygusallık babalarından, ağabey veya aile efratlarından intikal etmişti kendilerine. Bu durum gösteriyordu ki “ Menderes efsanesi “ köylere kadar değil, yaylalara kadar uzanmıştı.

Köylü insan gibi insan olduğunu, kendisine değer verildiğini, yetiştirdiği malın, ekip biçtiği üretim yap-tığı ürünün değer kazandığının farkına varmıştı.

İyi hatırlıyorum; yaylalar, dağlar- taşlar, ova-lar, bayırlar sanki Demokrat Parti’nin, dolayısıyla Menderes’in sevgisi ile bezenmişti. Dağdaki çoban, düven süren çiftçi , tarlasında çift süren adam, bağın-da-bahçesinde, köy odasında hasbihal eden vatandaş-ların hepsi Demirkıratçı olmuşlardı.

O günleri iyi hatırlıyorum… Köyler ve köylülerin hayatı bir başka güzeldi. Yaylalar, o günün yaylaları… Bir ailenin 500 davarının olduğu, kuzuların-oğlak-ların meleştiği, köpeklerin bile bir havasının olduğu yaylalar.

O günlerin ihtişamı Adnan Menderes sayesinde olmuştu. Gerçi Gazi Mustafa Kemal Atatürk “ Köylü

Milletin Efendisi “ demişti ama rahmetli Menderes ve arkadaşları köylüyü "Milletin Beyefendisi" yapmışlar-dı.

İşte böylesine ihtişamlı günleri yaşayan köylü ben-liğine kavuşmanın yegâne unsurunun Menderes’in olduğu kanaatına varmıştı.

O ihtişamlı günler tarihte iz bırakarak gelip geçme-ye yön tutmaya başlamıştı. Şer güçler hükümete karşı baş kaldırmış, üniversiteliler, siyasi partilerin gençlik teşkilatları, Demokrat Parti iktidarının halk tarafın-dan büyük saygı ve sevgi görmesinden rahatsız olan çevrelerin nümayişlerinin ardı arkası kesilmez olmuş-tu. Bütün bu gelişmeler devam ederken ordu mensup-ları da iktidara karşı tavır almıştı. Gün geçmiyor bir olay haberi gelmesin, gün olmuyordu ki nümayişler olmasın, gün geçmiyordu ki haberler karalara bürün-mesin.

İşte böylesine olayların birbirini takip ettiği bir günde kara haber yayılmış ve "şerefsiz 27 Mayıs dar-besi" gerçekleştirilmişti.

Menderes ve arkadaşları Yassıada’ya götürülmüş, sahte mahkemeler kurulmuş, rahmetlinin ve arkadaş-larının bir kusurunu bulamayan cani yargıçlar ve on-lara talimat veren hainler köpek davası ile kilot davası ile, bebek davası ile gündemi doldurmaya bu vesile ile Menderes ve arkadaşlarını halkın gözünden düşür-meyi planlamışlardı. Kara haberin geleceği ve büyük devlet adamlarının, milletin sevgililerinin idam edile-

MENDERES'Lİ YILLAR

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU226 |

cekleri haberleri yayılmaya başlamıştı.Durumu farkeden ihtilalin baş mimarlarından

sürgündeki Alparslan Türkeş bile idama karşı çıkmış bazı uyarılarda bulunmuştu; şöyle ki: "Yüksek Ada-let Divanı birkaç güne kadar eski iktidar mensupları hakkında hüküm verecektir. Adaletin hükmüne mü-dahale etmemek ve daima hürmetkâr bulunmak şart-tır. Ancak hükümlerin infazı, yurtta mevcut durumun göz önüne getirilince ayrıca incelenmeye değer görül-müştür.

İdam cezalarının infazı, 13 Kasım’dan beri atılan çok hatalı adımlar dolayısıyla memlekette meydana gelmiş olan huzursuzluğu daha çok arttıracaktır.

Ölüm cezalarının infazı, yurtdışında ve milletimiz ve devletimiz aleyhinde tepkilere yol açacaktır."

Neticede idam kararı çıkmıştı. 27 Mayıs darbesi

denen o şerefsizliğin mimarları karşısında sessiz ka-lan halk kitleleri, demirkıratlar, Menderes hayranları bu sefer yollara düşecek, meydanlarda toplanacaklar ve hatta taa Yassıada’ya kadar yürüyecekler, yani bir halk ayaklanmasını gerçekleştireceklerdi..

Daha doğrusu böyle bir beklenti içindeydik millet olarak hepimiz. Ancak ne ses çıktı ne seda, ne şehirde-kiler ayaklandı, ne köydekiler yollara düştü. O Men-deres sevgisi gözyaşları ile sulandı o kadar. Millete hizmet yolunda, hak ve hakkaniyet içinde mücadele veren Menderes ve arkadaşları alenen idam sehpala-rında katledilmiş, milletin sevgilileri şehitlik mertebe-sine erişmişlerdi.ŞİMDİ KÖYLER ISSIZ YAYLALAR KUYUSUZ VE SUSUZ

Menderes’li yıllarda şen şakrak olan o köyler-yay-lalar neler kaybetti şimdilerde neler. Ne sürüler kal-dı, ne erkeçler, ne kuzular meleşiyor ne oğlaklar. Ve hatta o yaylalarda uluyan ne kurtlar kalmış ne sürüyü koruyan köpekler, ne çıngırak sesleri var ne de evler barklar. Hepsi viraneye dönmüş. Pınarlar-çeşmeler kurumuş, kuyuların suyu taşmış ama yolunu şaşırmış. Evlerin harâbe halleri bile kalmamış. Kızların ve deli-kanlıların ayrı ayrı çayırlarda arakesmece, met ve sâir oyunlar oynadıkları mekanlar ıssız bir hal almış.

Köyler ise bir başka manzara ile karşı karşıya. Men-deres döneminin köy meydanları, köy odaları sakin ve kimsesiz. Tarlasında çiftini süremeyen, dağların-da sürüsünü güdemeyen, bağında bahçesinde sebze ve meyvesini yetiştirmenin heyecanını yaşayamayan köylüler şehirlere göç etmiş.

Çıkan bir yasa ile zaten köyler de mahalle olmuş, köy odaları, meralar, köy tüzel kişiliğine ait ne var-sa her şey devlet tarafından alınmış. Orman arazile-ri adı altında arazileri elinden alınan köylü vatandaş Menderes’in Beyefendileştirdiği köylülük ruhlarını kaybetmişler ve o Menderes’li günler çoktan unutul-maya başlanmış.

İşte böyle bir ahvalde tahlil etmek geldi içimden o eski yılları. Menderes sevgisinin coşup çocukların gönüllerinin bile süslenmesini sağlayan o demirkıratlı yılları. Ekmeğin lezzetli, meyve ve sebzelerin hormon-suz, süt ve yoğurdun kat kat kaymak tuttuğu o yılları. Herkesin birbirini sevip saydığı, akrabalar arasında ilişkilerin komşuluğa sirayet ettiği, hastane ve hapis-hanelerin azlığı, insanların kapılarına kilit vurmadığı, hırsızlık vakalarının olmadığı, sevgi selinin akıp git-tiği, delikanlıların-kızların birbirlerini uzaktan uzağa sevdiği, gönüllerin huzur ve sükun içinde olduğu o mutlu günleri hatırlamamak mümkün mü ?..

Aah o eski günler ah, ah Menderes'li günler, demir-kıratlı günler ah neredesin ?.

BiyografilerAtalay, Mustafa. (1959). Adnan Menderes ve Hayatı.

Sevinç Matbaası, Ankara.Atalay, Mustafa. (1958). Celal Bayar ve Hayatı. Sevinç

Matbaası, Ankara.Ataoğlu, Ergün. (2008). Adnan Menderes. Nokta Ki-

tap, İstanbul.Aydemir, Şevket Süreyya. (1985). İkinci Adam (1908-

1950). c.I-III, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul.Demokrat Parti Yayınları

Adnan Menderes’in Bütçe Umumî Heyeti Hakkındaki Demeci. (1946). DP Başkanlığı Yayınları, Sakarya Bası-mevi, Ankara.

Alsancak İlçesi Çalışma Raporu 1955-1957. Moripek Basımevi, İzmir.

Atatürk’ten Bir Hatıra ve Muhalefetin Akim Kalan Birleşme Teşebbüsü, Bozguna Uğrayan Tek Cephe. (1954). Demokrat Parti Neşriyatı. Güneş Matbaası, Ankara.

Gazeteler ve DergilerAkşam (1945-1961).Anadolu (1945-1960).Ayın Tarihi (1945-1950).Akbaba Dergisi (1945-1947).

HatıratlarAğaoğlu, Samet. (1993). Siyasi Günlük, (Demokrat

Parti’nin Kuruluşu). Koçak, C. (Y. Haz.), 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul.

Ağaoğlu, Samet. (2011). Arkadaşım Menderes (İpin Gölgesindeki Günler). 1. Basım, Yapı Kredi Yayınları, İs-tanbul.

Ağaoğlu, Samet. (2011). Marmara’da Bir Ada. 1. Ba-sım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

Apuhan, Recep Şükrü. (1996). Öteki Menderes Eski DP Milletvekili Gıyaseddin Emre’den Hatıralar ve 27 Mayıs Olayı. Timaş Yayınları, İstanbul.

KitaplarAbalıoğlu, Nadir Nadi. (1961). Atatürk ve İlkeleri Işı-

ğında Uyarmalar, Bir İflasın Kronolojisi, (1950-1960). İstanbul.

Acar, Mustafa. (1958). İnönü’ye Açık Mektup. Doğan Basımevi, İstanbul.

Acar, Yalçın. (1999). Tarihsel Açıdan Türkiye Ekono-misi Ve İzlenen İktisadi Politikalar (1923-1963). Vipaş Yayınları, Bursa.

Acarel, Salih. (2008). Akide Şekeri Harekatı: 27 Mayıs ve Sonrası Notları. İgus Yayınları, İstanbul.

Afetinan, Afet. (1982). İzmir İktisat Kongresi (17 Şu-bat-4 Mart 1923). TTK Basımevi, Ankara.

Agun, Hüseyin. (1997). Demokrat Parti İktidarının Kıbrıs Politikası (1950-1960). Demokratlar Kulübü Yayı-nı, Ankara.

Ağaoğlu, Samet. (1964). Hücredeki Adam. Ağaoğlu Yayınları, Ankara.

Ağaoğlu, Ahmet. (1994). Serbest Fırka Hatıraları. İle-tişim Yayınları, İstanbul.

Ağaoğlu, Samet. (2004). Aşina Yüzler. Alkım Yayınevi, İstanbul

Ağaoğlu, Samet. (1972). Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri, Bir Soru. Baha Matbaası, İstanbul.

Ahmad, Feroz ve Bedia Turgay. (1976). Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971). Bilgi Yayınları, İstanbul.

Ahmad, Feroz. (1977). The Turkish Experiment in De-mocracy 1950-1975. Colorado.

Ahmad, Feroz. (2007). Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980). Fethi, A. (Çev.), Hil Yayınları, İstanbul.

Ahmad, Feroz. (2009). Modern Türkiye’nin Oluşumu. Alogan, Y. (Çev.), Kaynak Yayınları, İstanbul, 8. Basım.

Ahmetbeyoğlu, Ali. ve Afyoncu, Erhan. (2001). Dün-den Bugüne Kıbrıs Meselesi. Tarih ve Tabiat Vakfı Yayın-ları, İstanbul.

Akalın, Cüneyt. (2000). Askerin ve Dış Güçler, Ame-rikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı. Cumhuriyet Kitapları, İstanbul.

Akalın, Cüneyt. (2003). Soğuk Savaş ABD ve Türkiye (Olaylar, Belgeler 1945-1952). İstanbul.

Akalın, Muzaffer. (1961). Bir Olayın Hikayesi. Sucu-oğlu Matbaası, İstanbul.

Akandere, Osman. (1998). Millî Şef Dönemi. İz Yayın-ları, İstanbul.

Akbaba, Toper. (1998). Demokrat Parti ve 27 Mayıs Dönemi Türk Eğitimi. Ankara.

Akça, İsmet ve Paker, Evren Balta. (2010). Ordu, Dev-let ve Sınıflar: 27 Mayıs 1960 Darbesi Örneği Üzerinden Alternatif Bir Okuma Denemesi, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

Akçura, Belma. (2008). Devletin Kürt Filmi 1925-2007 Kürt Raporları. Ayraç Kitapevi, İstanbul.

Akgün, Seçil Karal. (2009). 27 Mayıs, Bir İhtilal, Bir

ADNAN MENDERES VE DEMOKRAT PARTİ BİBLİYOGRAFYASI -A-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 227|

Devrim, Bir Anayasa. ODTÜ Yayıncılık, Ankara.Akın, Fehmi. (2012). Türkiye’de Azınlık Politikaları &

6-7 Eylül Olayları. Kum Saati Yayınları, İstanbul.Akkerman, Cevat Naki. (1950). Demokrasi ve Türki-

ye’deki Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar. Ulus Bası-mevi, Ankara.

Akman, Nuriye. (2001). 50 Kelime. Benseno Yayınları, İstanbul.

Aksoy, Cahide İleri. (1977). Babam Tevfik İleri, Ko-nuşmaları ve Görüşleri, Cilt I. Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara.

Aksoy, Cahide İleri ve İleri, Tevfik. (2011). Yassıada’dan Mektup Var. Zaman Kitap, İstanbul.

Aksoy, Cahide İleri. (2003). Yassıada ve Kayseri Gün-lükleri. Ötüken Yayınları, İstanbul.

Aksoy, İlhan ve Güler, Yavuz. (2010). Türk-Amerikan İlişkilerinin Politik ve Ekonomik Boyutu. Gazi Kitapevi, Ankara.

Aksoy, Muammer. (1960). Partizan Radyo ve DP. Fo-rum Yayınları, Ankara.

Aksoy, Suat. (1969). Türkiye’de Toprak Meselesi. Ger-çek Yayınları.

Akşin, Sina. (2006). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Ya-kın Tarihi. İmaj Yayınları, Ankara.

Aktar, Ayhan. (2004). Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları. İletişim Yayınları, İstanbul.

Aktaş, Melih. (2006). 1950-1960 Demokrat Parti Dö-nemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü. Şema Yayınevi, İstanbul.

Akyol, Hüseyin. (2009). Türkiye’de Siyasi Parti Kapat-manın Tarihi. İmge Kitabevi, İstanbul.

Akyol, Taha. (2011). Demokrasiden Darbeye,Babam Adnan Menderes. Doğan Kitap, İstanbul.

Akyüz, Yayha. (1999). Türk Eğitim Tarihi (Başlangıç-tan 1999’a). Alfa Yayınları, İstanbul.

Alasya, Fikret. (1998). Tarihte Kıbrıs. Kıbrıs Kültür Derneği Yayınları, Lefkoşe.

Albayrak, Mustafa. (2004). Türk Siyasi Tarihinde De-mokrat Parti (1946-1960). Phoneix Yayınları, Ankara.

Alemdar, Korkmaz. (2001). İletişim ve Tarih. Ümit Ya-yıncılık, Ankara.

Alkaş, N. (1990). Bir Devre Damgasını Vuran Nutuk-ları: Adnan Menderes Nutuklar. Mesafe Yayınları, istan-bul.

Altan, Mehmet. (2001). Darbelerin Ekonomisi. İyi Adam Yayıncılık, İstanbul.

Altaş, Sedat. (2011). Çarıklı Demokrasi: Demokrat Parti’nin İktidar Mücadelesi. İkinci Adam Yayınları, İs-tanbul.

Altınay, Necati. (1950). CHP’nin Hazin Çöküşü, DP’nin Zaferi. Aksiseda Matbaası, Samsun.

Altuğ, Kurtul. (2006). 27 Mayıs’tan 12 Mart’a. Yılmaz Yayınları.

Altuğ, Kemal. (2006). Bir Numaralı Tanık. Doğan Ki-tap, İstanbul.

Anadol, Cemal. (2004). Türk Siyaset Tarihinde De-mokrat Parti. Bilge Karınca Yayınları, İstanbul.

(1943). Ankara Hukuk Fakültesi 1927-1941 Mezunla-rı. Çınar Matbaası, Ankara.

(1969). Ankara Hukuk Fakültesi ve Mezunları. A.Ü.Hukuk Fakültesi Mezunları Derneği Yayınları, An-kara.

(1977). Ankara Hukuk Fakültesi Ellinci Yıl Armağanı. Sevinç Matbaası, Ankara.

Apatay, İhsan. (1959). Çiftçiyi Topraklandırma Kanu-nu İzahı ve Tatbikatı. Azim Matbaası, Konya.

Apaydın, Burhan. (1963). Adaleti Arayan Adam. Ayans Türk Matbaası, Ankara.

Apaydın, Burhan. (2012). Adalet Savaşçısı. Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul.

Apuhan, Recep Şükrü. (1997). Öteki Menderes. Timaş Yayınları, İstanbul.

Apuhan, Recep Şükrü. (2010). 27 Mayıs’tan Yassıada Mahkemelerine Menderes Resmi Tarihi Değiştirecek Ger-çekler. A. Koçal (Ed.), Timaş Yayınları, İstanbul.

Arar, İsmail. (1968). Hükümet Programları (1920-1965). İstanbul.

Arcayürek, Cüneyt. (1983). Demokrasinin İlk Yılları (1947-1951). Bilgi Yayınevi, Ankara.

Arcayürek, Cüneyt. (1985). Bir İktidar, Bir İhtilal (1955–1960). Bilgi Yayınevi, İstanbul.

Arcayürek, Cüneyt. (1985). Yeni Demokrasi Yeni Ara-yışlar (1960-1965). Bilgi Yayınevi, Ankara.

Arcayürek, Cüneyt. (1985). Yeni İktidar Yeni Dönem (1951-1954). Bilgi Yayınevi, Ankara.

Arcayürek, Cüneyt. (1987). Şeytan Üçgeninde Türkiye. İstanbul.

Aren, Sadun. (1980). Ekonomi El Kitabı. 7. Baskı, İs-tanbul.

Arı, Tayyar. (2004). Geçmişten Günümüze Ortadoğu (Siyaset, Savaş ve Diplomasi). Alfa Yayınları, İstanbul.

Arı, Tayyar. (2008). Uluslararası İlişkiler Teorileri. MKM Yayıncılık, Bursa.

Arı, Tayyar. (2008). Uluslararası İlişkiler ve Dış Politi-ka. MKM Yayıncılık, Bursa.

Armağan, Mustafa. (2010). Türkçe Ezan Ve Menderes. Timaş Yayınları, İstanbul.

Armağan, Servet. (1972). Memleketimizde İç Tüzük-ler. İstanbul.

Armaoğlu, Fahir. (1963). Kıbrıs Meselesi (1954-1959), Türk Hükümetinin Ve Kamu Oyunun Davranışları (Kar-şılaştırmalı İnceleme). AÜSBF Yayınları, Ankara.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU228 |

Armaoğlu, Fahir. (2005). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995). Alkım Yayınevi, 15. Baskı, c.I-II, İstanbul.

Artuç, İbrahim. (1990). Kore Savaşları’nda Mehmet-çik. İstanbul.

Asal, Talat. (2003). Güneş Batmadı- Müvekkilim Ad-nan Menderes ve Yassıada. Selis Kitaplar, İstanbul.

Asal, Talat. (2009). Yassıada Don Davası, Cımbız Da-vası, Köpek Davası. İstanbul.

Asker, Ayşe. (2013). Askeri Darbeye Doğru, Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu Girişimi. İmge Kitapevi, Ankara.

Ataöv, Türkkaya, (1969), Amerika, NATO ve Türkiye. Aydınlık Yayınevi, Ankara.

Athanassopoulou, Ekavi. (1999). Turkey Anglo-Ame-rican Security Interests 1945-1952 The First Enlargement Of NATO. Frank Cass Publish. UK.

Avcıoğlu, Doğan. (1979), Türklerin Tarihi. c.V, İstan-bul.

Avcıoğlu, Doğan. (1979). Milli Kurtuluş Tarihi (1938’den 1995’e). İstanbul.

Avcıoğlu, Doğan. (1979). Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın), Tekin Yayınevi, c.II, İstanbul.

Avşar, Abdülhamit. (1998). Serbest Cumhuriyet Fırka-sı. Kitabevi Yayınları, İstanbul.

Ayata, Ayşe Güneş. (1992). CHP (Örgüt ve İdeoloji). Gündoğan Yayınları, İstanbul.

Aybars, Ergün. (1986). Türkiye Cumhuriyeti Tarihi. Ege Üniversitesi Basımevi, c.II, İzmir.

Aybars, Ergün. (2000). Atatürkçülük ve Modernleşme. İzmir.

Aydemir, Şevket Süreyya. (1979). Menderes’in Dramı (1899-1960). 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Aydemir, Şevket Süreyya. (1993). İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali. Remzi Kitabevi, İstanbul.

Aydemir, Şevket Süreyya. (2004). Suyu Arayan Adam. Remzi Kitabevi, İstanbul.

Aydın, Mustafa., Çağrı, Erhan. and Others. (2004). Turkish-American Relations Past, Present and Future. Routledge Press, UK.

Aydınalp, Cemal. (1965). Bugüne Nasıl Geldik?. Dam-la Matbaası, Ankara.

Aytekin, M. Emin. (1967). İhtilal Çıkmazı. Dünya Matbaası, İstanbul.

Azak, Gürbüz. (2000). Ben Adnan Menderes. Zafer Yayınları, İstanbul.

MakalelerAdıyeke, Nuri ve Adıyeke, Nükhet. (2005). Girit’e Ba-

kıp Kıbrıs’ı Görmek. Kıbrıs Laboratuarı, Aktüel Yayınları, İstanbul, ss.477-511.

Ahmad, Feroz. (1983). Cumhuriyet Dönemi Siyasal Gelişmeleri. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,

İletişim Yayınları, c.VII, İstanbul, ss.989-1034.Akca, Emel Baştürk. (2006). Türk Dış Politikasında

İdealizmden Demokrat Parti’den Adalet ve Kalkınma Partisi’ne Kadar Türk-Amerikan İlişkileri. N. Doğan ve M. Nakip (Ed.), Uluslar arası İlişkiler ve Türk Siyasal Par-tileri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, ss.257-274.

Akdevelioğlu, Atay. ve Kürkçüoğlu, Ömer. (2009). İran’la İlişkiler. B. Oran (Ed.), Türk Dış Politikası - Kur-tuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980), İletişim Yayınları, 14. Baskı, c.I, İstanbul, ss. 648-652.

Akgül, L. Hilal. (2013). DP Hükûmeti’nin Kore Savaşı’na Asker Gönderme Kararı Karşısında CHP Mu-halefeti. Tuğtan, Mehmet Ali (der.), Kore Savaşı Uzak Savaşın Askerleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, ss.97-116.

Akgün, Mensur. (1994). Türk Dış Politikasında Bir Jeopolitik Etken Olarak Boğazlar. Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul, ss.213-224.

Akın, Rıdvan. (2002). Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş ve Demokrat Parti İktidarı (1945-1960). H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca (Ed.), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, c.XVI, Ankara, ss.911-922.

Akkaya, Yüksel. (2003). Demokrat Parti Döneminde Grevler. Toplumsal Tarih, Sayı: 112, ss.60-65.

Akşin, Sina. (1988). Demokrat Partinin Kurulması. Tarih ve Toplum, Sayı: 53, ss.269-271.

Akşin, Sina. (2008). Siyasal Tarih (1950-1960). S. Ak-şin (Y. Yön.), Türkiye Tarihi (Çağdaş Türkiye 1908 - 1980), Cem Yayınevi, 10. Basım, c.IV, İstanbul, ss.215-224.

Alacakaptan, Aydın Güngör. (1999). Türk Sovyet İliş-kileri (1921-1945). Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç (Sempozyuma Sunulan Tebliğler) 15 – 17 Ekim 1997, TTK Basımevi, Ankara, ss.281-293.

Alasya, Fikret. (1992). Tarihi Perspektiften Kıbrıs Meselesi. Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu Ayrı Basım. TTK Basımevi, Ankara, ss.199-220.

Albayrak, Mustafa. (2000). Türkiye’nin Kıbrıs Politi-kaları (1950-1960). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.XVI, Sayı: 46, ss. 249-275.

Albayrak, Mustafa. (2002). DP Hükümetlerinin Po-litikaları (1950-1960). H.C.Güzel, K.Çiçek, S.Koca (Ed.), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, c.XVI, Ankara, ss.855-877.

Albayrak, Mustafa. (2009). Demokrat Parti Dönemin-de İktidar-Muhalefet İlişkileri. Demokrasi Platformu. Sayı: 17, ss.167-180.

Alemdar, Korkmaz. (1988). Demokrat Parti ve Basın. Tarih ve Toplum, Sayı: 53, ss.275-279.

Altan, Cemal. (2006). DP, ANAP, AKP İktidarları ve Türk Amerikan İlişkileri: Merkez Sağ’ın ABD Politikaları-nın Ortak Tarafları. N. Doğan ve M. Nakip (Ed.), Uluslar

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 229|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

arası İlişkiler ve Türk Siyasal Partileri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, ss. 275–296.

Altay, Saadet. (1991). Türkiye’de Müdahaleler ve Dar-beler. Devrimler Ansiklopedisi, Milliyet Yayınevi, ss.269-318.

Aral, Fahri. (Aralık 1985). Sosyal Demokrasi ve Klasik Devletçi Çizgi. Yeni Gündem, Sayı: 36, ss.52-68.

Armaoğlu, Fahir. (1997). Amerikan Belgelerinde Kıb-rıs Sorunu 1958-1959. Belleten, c.XI, Ankara, ss.745-782.

Armaoğlu, Fahir. Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı (1945-1948). Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, c.IV, Sayı: 3-4, ss.431-432.

Ateş Yurtsever, Nevin. (2004). Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası ve Hükümet Programları. 21. Yüzyıl-da Türk Dış Politikası, İ. Bal (Ed.), Nobel Yayınları, An-kara, ss.31-55.

TezlerAbay, Gülçin. (2009). Demokrat Parti Döneminde

Türk Basınında Din (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Sa-karya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, ss.1-231.

Acar, Ayla. (2008). Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Kültürünün Türkiye'ye Girişinde Basının Rolü (1945-1960). Doktora Tezi, Mermara Üniversitesi, Sosyal Bilim-ler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-261.

Açıcı, Emine. (2009). 1950-1960 Dönemi Türk Siyasi Hayatında Yaşanan Değişim Süreci Ve Demokrasi. Yük-sek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü-sü, Ankara, ss.1-136.

Aguş, Muammer. (2009). Demokrat Parti'nin İzmir İl Kongreleri (1945-1960). Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-211.

Akad, Müge. (2005). 1945-2000 Yılları Arasında Türkiye'de Tarım Ekonomisinin Gelişimi ve Uygulanan Politikaların Tarım Üzerine Etkisi. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.124.

Akagündüz, Ümüt. (2007). Yeni Ufuklar Dergisi Pers-pektifinde Türkiye’de Düşünce Hayatı (1952-1965). Yük-sek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens-titüsü, Ankara, ss.1-196.

Akalın, Cüneyt. (1999). Uluslararası İlişkiler Orta-mında 27 Mayıs Müdahalesi. Doktora Tezi, İstanbul Üni-versitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-183.

Akalan, Ali Osman. (1998). IX. dönem T.B.M.M. (1950-1954). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1-192.

Akandere, Osman. (1992). Türkiye'de Çok Partili Ha-yata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Tesirler (1938-1945). Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü-sü, Konya, ss.1-414.

Akbaba, Toper. (1996). Demokrat Parti ve 27 Mayıs İhtilal Hükümetlerinin Eğitim Görüş ve Uygulamalarının Karşılaştırılması. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversite-si, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-141.

Akça, Neval. (2007). Demokrat Parti İktidarından 1980 İhtilaline Eğitim Politikaları ve Bu Politikaların Tarih Ders Kitaplarına Yansıması. Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana, ss.1-120.

Akçakaya, İbrahim Barbaros. (2010). Kemalizm ve Demokrat Parti. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-127.

Akçakaya, Umut. (2011). Sovyet Tehdidinin Türkiye'de Algılanışı (1945-1952). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-145.

Akdağ, Havva. (2005). Tek Parti ve Demokrat Parti Dönemi Lise Tarih Ders Kitaplarının Muhtevası. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ss.1-123.

Akdoğan, Pelin. (2013). Türkiye'de Çok Partili Dö-nemde Radyo ve İktidar. Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üni-versitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-127.

Akgümüş, Ömer. (2003). Çok Partili Sistemin Toplu-ma Yansıması Ankara Örneği(1945-1950). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1-220.

Akgün, Recep. (2015). Türkiye'de Demokratikleşme Süreci ve 27 Mayıs İhtilali Bağlamında Medya-Siyaset İlişkisi (1950-1965 Dönemi). Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-133.

Akgün, Şener. (2005). Demokratlıktan Muhafaza-kar Demokratlığa: Demokrat Parti İle Adalet Kalkınma Partisi'nin Karşılaştırmalı Bir Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ko-caeli, ss.1-139.

Akın, Fehmi. (2004). Türkiye'de Çok Partili Dizgeye Geçiş Sürecinde Demokrat Parti-Cumhuriyet Halk Partisi İlişkileri (1946-1947). Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-284.

Akkaşoğlu, Döndü Bal. (2001). Demokrat Parti'nin Kuruluş Çalışmaları ve Çok Partili Siyasi Hayata Katkı-ları (1939-1950). Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-204.

Akkaya, Ahmet Yaşar. (2010). Demokrat Parti'nin Azınlık Politikası (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Mar-mara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İs-tanbul, ss.1-209.

Akkaya, Bülent. (2010). Demokrat Parti Dönemi Türkiye'nin İç Güvenliği (1950-1960). Doktora Tezi, Erci-yes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, ss.1-250.

Akkor, Nesrin. (2010). The Times Gazetesine Göre Sov-yet Tehdidi Karşısında Avrupa’ya Yönelik Amerikan Yar-

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU230 |

dımları (1947-1952). Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniver-sitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, ss.1-106.

Aktaş, Rifat Melih. (1998). 1950-1960 Demokrat Par-ti Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü. Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-292.

Akyaz, Doğan. (2000). Askeri Müdahaleler ve Ordu Üzerindeki Etkileri (27 Mayıs-12Mart). Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-303.

Alacı, Beral. (2006). Demokrat Parti Kongreleri, Bil-dirileri. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Ata-türk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, ss.1-184.

Albayrak, Bülvin. (2004). Demokrat Parti' De Parti İçi Muhalefetin Gelişimi ve Sonuçları (1946-1960). Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ensti-tüsü, Ankara, ss.1-181.

Albayrak, Mustafa. (1992). Türk Siyasi Tarihinde De-mokrat Parti (1946-1960). Doktora Tezi, Hacettepe Üni-versitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-180.

Aldan, Ejder. (2012). Türkiye'de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş Yıllarının Demokrasi Kavramı Ekseninde İncelenmesi: Demokrat Parti Uygulamaları. Yüksek Li-sans Tezi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla, ss.1-118.

Alıcı, Süleyman. (2009). 1950/60 Dönemi Türk Dış Politikası. Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-88.

Altuğ, Ekrem. (1992). 1938-1950 İnönü Döneminde Muhalefet Demokrat Parti'nin Doğuşu. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, ss.1-104.

Altun, Fahrettin. (2000). Modernleşme Kuramı ve Türk Sosyolojisinde Kalkınma Tartışmaları (1945-1970). Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniver-sitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-181.

Altunbaş, Zuhal. (2010). Tarih Çalışmalarına Kaynak Olarak Vatan Gazetesi’nde Kıbrıs Sorunu (1954-1974). Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bi-limler Enstitüsü, Van, ss.1-1100.

Anaç, Hilmi. (2011). Bir İhtilâl Bir Devrim: 27 Mayıs'ın Aydın'daki Yankıları. Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın, ss.1-324.

Arıkan, Halil Volkan. (2008). Demokrat Parti Dönemi Anayasa Tartışmalarının ve Sorunlarının 1961 Anaya-sasının Oluşumuna Etkileri. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, ss.1-258.

Arıkanoğlu, Naim. (2014). Demokrat Parti İktidarın-da Hükümet-Basın İlişkileri: 1950-1957. Yüksek Lisans Tezi, Turgut Özal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-116.

Arıoğlu, İpek. (2003). American-Turkish Relations

1945-1960: The Roots of a Long-Term Alliance. Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-94.

Arslan, Fulya. (2015). Edirne Yerel Basını Penceresin-den Demokrat Parti Dönemi (1950-1954). Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilim-ler Enstitüsü, Çanakkale, ss.1-194.

Arslan, Zehra. (2011). Demokrat Parti Dönemi'nde Trabzon (1950-1960). Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, ss.1-505.

Artar, Rukiye. (2015). Adnan Menderes'e Yazılan Va-tandaş Mektupları. Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, ss.1-334.

Asılsoy, Abdülkerim. (1999). Demokrat Partililerin Hatıratlarında İktidar-Muhalefet İlişkileri (1946-1954). Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü, İstanbul, ss.1-132.

Aslan, Emel. (2014). Türkiye'nin İç Siyasetinde De-mokrat Parti (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Ahi Evran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırşehir, ss.1-147.

Aslan, Mahmut. (2014). ABD'nin İkinci Dünya Savaşı Sonrası Uyguladığı Dış Politikası'nın Türkiye'ye Etkileri (1945-1952). Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-136.

Asutay, Nüket. (2014). Demokrat Parti Dönemi'nde Maraş Milletvekilleri ve Siyasi Faaliyetleri (1950-1960). Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniver-sitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş, ss.1-1114.

Atayakul, Fatma Alev. (2007). Türkiye'de Demokrat Parti Döneminde Genel Seçimler (1950-1954-1957). Yük-sek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens-titüsü, İstanbul, ss.1-512.

Avcı, Ahmet. (2014). 1950-1960 Arası Türk-İngiliz İliş-kileri Işığında Kıbrıs Meselesi. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ss.1-158.

Aydın, Ayşe. (2010). Celal Bayar Dönemi Genel Seçim-leri ve TBMM (1950-1960). Doktora Tezi, Gazi Üniversite-si, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, ss.1-374.

Aydın, Fatma. (2014). Demokrat Parti İktidarı Uygu-lamalarının Bir Taşra Kenti Basınına Yansımaları Balı-kesir Örneği:( 1950- 1960). Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir, ss.1-223.

Aydoğmuş, Çiğdem. (2011). İstanbul Basınına Göre Demokrat Parti Dönemi İktidar-Muhalefet İlişkisi (1950-1960) (Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Vakit Gazeteleri). Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üni-versitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, ss.1-168.

Ayhan, İsmail. (2014). Demokrat Parti Dönemi'nde Türkiye'yi Ziyaret Eden Devlet Başkanları ve Bu Ziya-retlerin Türk Basınına Yansımaları. Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır, ss.1-246.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 231|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU232 |

Ali YALÇINMemur-Sen Genel Başkanı

Demokrat Parti döneminin icraatları, insan ve mil-let odaklıdır. Demokrat Parti’nin bu siyasal anlayışını, Rahmetli Adnan Menderes’in “Yeter söz milletindir” ve “Mukaddem olan millettir” ifadeleri açık seçik ortaya koymaktadır. Başvekil Menderes, her zaman ve her me-kanda öncelikli olanın insan ve onuru ile millet ve iradesi olduğunun altını sürekli çizmiştir.

Bu anlayışla siyaset yapan ve demokrasinin öncülüğü rolünü üstlenen Başvekil Menderes ve arkadaşları kısa sürede devletle milleti barıştırmış, milletle değerlerini buluşturmuştur.

Menderes ve DP dönemi; millete rağmen anlayışıyla tesis edilen “müesses nizam”a karşı “Yeter söz milletin-dir” mottosuyla hayata geçirilen ilk ciddi itiraz ve direnç siyasetidir. Ezanın Türkçe’den aslına dönüştürülmesi, Milli Eğitim’de millete ve değerlerine odaklı hamlelerin ardı ardına devreye sokulması vesayetin ve vesayetçilerin sarsılmasına yönelik öncü sarsıntılardır. Biz de kısa süre önce vesayet kalesinin bütünüyle yıkılmasını sağlayan 4+4+4 eğitim sisteminin getirilmesi, Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi süreçlerinde aktif sorumluluk aldık ve sistemi demokratikleştirerek milletin emrine ve-rilmesine sağladık.

Demokrat Parti ve Menderes, kalkınmayı söz olmak-tan çıkarak fiiliyata geçirmiş, kalkınma planlarını kağıt-tan uygulamaya dökmüştür. Millet için yol yapmış, köp-rüler kurmuş, barajlar inşa etmiş, göletler oluşturmuş,

sulama kanalları açmış, çiftçinin modern tarımsal aletle-re ulaşmasını sağlamıştır.

Bir yandan ülkenin milli gelirini artırırken, diğer yandan yoksul ve orta sınıfın milli gelirden daha fazla pay alması için düzenlemeler yapmıştır. Menderes döne-minde uygulanan üretim, yenilik ve hizmet odaklı siya-set, Türkiye’nin ekonomi, tarım, sanayi başta olmak üze-re her alanda yükselişe geçmesine zemin oluşturmuştur.

Türkiye’nin küresel sisteminin küçük bir parçası ola-rak kalmasını öngören iç ve dış yerleşik düzenin aktör-leri, ülkemizin her alanda yükselmesinden ve ilerleme-sinden rahatsızlık duymuş, bu uyanışı durdurmak için tezgah, kumpas ve tuzaklar kurmaya başlamışlardır. Bu oyunlarından sonuç alamayan, küresel emperyalizm ve onun ülkemizdeki taşeronları, seçilmiş hükümeti 27 Ma-yıs darbesiyle iktidardan indirmiş sonra da liderini vah-şice idam sehpasına çıkarmıştır. Bu vesileyle, demokrasi kahramanları Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’ya bir kere daha Allah’tan rahmet diliyorum.

Darbeciler, Menderes ve arkadaşlarının sadece bede-nini asmıştır; fikirleri, idealleri, hedefleri millet ve mil-letin partileri tarafından sahiplenilmiştir. Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Ak Parti iktidarları döneminde Adnan Menderes hep hayırla yad edilmiş, vizyonu ve eserleri referans alınmıştır.

Türkiye bugün de ileri demokrasi, bölgesel lider ve küresel aktör olma yolunda önemli bir evrede ve yol kav-şağında bulunuyor. Ya Menderes’i canice asan darbeci ve vesayetçi iradenin, zihniyetin ve siyasal anlayışın yaptığı

BAŞVEKİL MENDERES’E VEFA BORCUMUZU DEMOKRATİK BİR

YENİ ANAYASA YAPARAK ÖDEYEBİLİRİZ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 233

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

82 Anayasası ile yerimizde saymaya devam edeceğiz ya da vesayet ürünü ve militer 82 Anayasası’ndan milleti ve milli iradeyi kurtarıp hızla Yeni-Güçlü Türkiye’ye doğru ilerleyeceğiz.

Bu kapsamda, yeni anayasa yapmak ve yazmak ge-rekecek. Bunun için de milletin ve milli iradenin söz-cülüğünü yapacak, taleplerini ve sesini yükseltecek sivil oluşumlara ihtiyaç olduğunun farkındayız.

Bu anlayışla, demokratik bir anayasanın yazım ve yapımına katkı sunmak için Yürütme Kurulu MEMUR-SEN, Anadolu Platformu, ASKON, Birlik Vakfı, Cihan-nüma, Ensar Vakfı, HAK-İŞ, HUDER, İHH, İlim Yayma Cemiyeti, İnsan ve Medeniyet Hareketi, MÜSİAD, ÖN-DER, TGTV, TÜMSİAD ve TÜRGEV’den oluşan Türki-ye Anayasa Platformu’nu kurduk. Platform’a katılan STK sayısı kısa sürede 350’yi bulmuştur. Cumhurbaşkanımı-zın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “Yeni Anayasa İçin Hep Birlikte” etkinliği kamuoyunda büyük bir ses getirdi.

Türkiye Anayasa Platformu olarak, devletin nesne, milletin özne olduğu yeni bir anayasa istiyoruz. Bu yeni anayasanın devlet bildirisi değil millet manifestosu ol-masını istiyoruz. Yeni anayasayla tasarlanacak hükümet modelinin parlamenter sistem mi, yarı başkanlık mı, başkanlık sistemi mi olacağına net olarak karar veril-melidir. Biz, Türk Tipi Başkanlık sistemi de dahil olmak üzere tüm hükümet modellerinin tartışılmasını, milletin önüne seçeneklerin konulmasını, nihai kararı milletin vermesini en doğru yaklaşım olarak görüyoruz.

Türkiye’nin çocukları, gençleri, yaşlıları, çalışanları,

işçileri, memurları, emeklileri, çiftçileri, esnafları, sanat ve bilim insanları, işverenleri, fikir üretenleri olarak; yeni anayasa yapma ve yazma konusunda kararlıyız. Türkiye’nin en büyük memur konfederasyonu ve Türki-ye Anayasa Platformu’nun paydaşı olarak, dün olduğu gibi bugün de yeni anayasa yapma kararlılığının öncüsü olma, kamuoyu gündemini bu nokta domine etme duruş ve faaliyetlerimizi sürdüreceğiz.

“İktidar olamayınca diktatörlük geliyor” diyenlere rağmen demokratik, sivil ve milleti kucaklayan yeni ana-yasayı Türkiye’ye kazandıracağız. Bu yeni anayasayı başta demokrasi kahramanı Adan Menderes olmak üzere tüm Yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya ideali için gay-ret edenlere armağan edeceğiz.

Bu düşüncelerle, Adnan Menderes Demokrasi Platformu’na çalışmalarında başarılar diliyorum.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU234 |

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

Hakan YILDIRIMMÜSİAD Aydın Şube Başkanı

Hikâyesi olmayan insan, hayata dokunmamıştır; elbette hayat da ona dokunmamıştır. Zira, insanın hikâyesinin olması, bizatihi hayatının olduğunu göste-rir ki bu yüzden, hikâyesi olmalı insanın. Menderes’ in hikâyesi hep eksik kaldı. Küçük yaşta ailesini kaybetti. Milli mücadele döneminde cepheye gittiği için eğitimi yarım kaldı. Ülkesinin refahı için milletinin insanca yaşayabilmesi için verdiği demokrasi mücadelesinde hep yalnız bırakıldı. Vatan hainlerinin bile görmeye-ceği eziyeti gördü, ızdırabı çekti Menderes, demokra-si özgürlük ve medeniyet mücadelesi verirken kendi-si bunlardan mahrum kaldı. Menderes’ten özlemini, hasretini ve sitemini mektuplarda sadece elli kelime ile anlatması istendi. “İhtilallerle büyümüş bir ülkenin, anıları da mektupları gibi hüzünlüdür” der, Menderes’

in en kıdemli bakanlarından Celal Yardımcı’nın eşi. Bu hüzünlü yılları anlatmak hiç de kolay değildir. Hiç, kalemi eline alıp sevdiğine yazacakken, elli kelimeden daha fazla yazamazsın diye sınırlandırıldın mı? Bu kaygıyı hiç yaşadın mı? Yazmaya başladın, yazdın ve en can alıcı sözü söyleyeceksin; mesela “seni seviyorum” bu iki kelimeyi yazamadığın oldu mu? Ya da bu iki ke-lime elli birinci ya da elli ikinci kelime olur mu, diye kaygı ile yazdığın? İşte hayatını demokrasiye, eşitliğe ve özgürlüğe adamış insan,Menderes , bundan mahrum kaldı ve sadece elli kelime ile anlattı elli öncesini ve el-lili yılları. Bunu da sadece haftada bir defa ve bir kişiye ki o canından çok sevdiği biricik eşi Berin Hanım’a. Ne kadar acı değil mi?!Kim hikâyesini elli kelime ile anlat-mıştır Menderes’ten başka?

Elli evet sadece elli… Neler neler anlatır insana, bir devri anlatır, bir devrin mimarını anlatır, bu mimarın

DUYGU VE DÜŞÜNCELERHİÇ ELLİ KELİMEYE SIĞAR MI?

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 235

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

mücadelesini anlatır. Milletin, devletin selametini is-temeyenleri anlatır. “Yeter söz milletindir!” diyenleri anlatır. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!” sözü-nü benimseyenlerle saltanatı kaldırıp, saltanat sürme sevdasına kapılanlarla mücadeleyi anlatır. Milletin öz-lem duyduğu Ezanın “Allahü Ekber” diye okunmasını anlatır. Yolları, köprüleri, barajları, fabrikaları ve unu-tulan çiftçilerin yeniden hatırlanıp üretmesinin verdiği hazzın sevinç gözyaşlarını ..., Neler neler anlatmaz ki Menderes’in bu elli kelimesi.

Elli kelimesi hüzünlendirse de elimi kolumu bağlasa da beni heyecanlandırsa da aklıma Türkçeyi mükem-mel konuşan, kimseyle rekabete girmeyen, hiç kimse-yi taklit etmeyen ve kırmayan; hatasında, kusurunda ve sevabında karşılaştırdığı kendisi olan naif, natık ve nezaket sahibi olan Menderes gelir. Bir gün, Menderes gitmiş olduğu bir konserde hemen önünde oturan Ala-eddin YAVAŞÇA’ nın omzuna dokunarak, sessizce eğer repertuvarınızda varsa “Bu imtidad-ı cevre kim bahtın şitabı var” şarkısını istirham edecektim Sayın Doktor diye önce kulağına fısıldıyor, varsa isteyecek; eğer yok-sa onu salonda mahcup etmeyecektir! Ne büyük ince-lik! İşte Menderes bu kadar sanata, sanatçıya; insana ve insanın insan karşısında zor durumda kalmamasına değer veren, ince ruhlu bir başvekildir. Kimseyi incit-meyen, aşağılamayan, hor görmeyen bir Başvekil’ e na-sıl davrandılar bir bilseniz; hüzne boğulursunuz.

Hukukun işlemediği bir toplumda, hiçbir gelişme sağlanamaz. Millet ile devleti bir araya getiren, halka dokunan, onlarsız bir yönetimin olmayacağına ina-nan; demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insanca yaşamak için mücadele veren bir Menderes’i milletin gönlün-den silip atacağına inananlar, kaybettiler. Avukat Talat ASAL:” İşkencenin, siyasal ve sosyal rezaletin simge-si olan Yassıada'da benim müvekkilim idam edilme-di, asılarak öldürüldü!” diyor ve çok sevdiği avukatlık mesleğini bir daha yapmamak üzere cübbesini duvara asarak bırakıyordu. Daha niceleri Menderes’ e yapılan haksızlığa tepki için çok sevdiği mesleğini bırakmıştır. Birçok şair ise Menderes’ in arkasından mersiyeler yaz-mıştır. Üstad Necip Fazıl: ‘Zeybeğim, zeybeğim ne oldu sana/ Allah deyip şöyle bir doğrulsana!’ diye yazıyor ‘O Zeybek’ isimli mersiyesinde yiğit Başvekil’ in arkasın-dan.

Hani diyoruz ya Yassıada diye! Yassıada’ nın adı aslında “Yaslıada” olmalı. Her şeyi bütün çıplaklığıyla haykırabilse, bir dili olup konuşabilse... Seni hastane-

ye götürüyoruz diye kandıranların sevinçlerini sonra da yediğin yarım şeftalinin suyu kefenine akınca dalga geçmelerini ve celladının “Ayağındaki rugan ayakkabı benim olacak” demesini bir anlatabilse Yassıada.

14 Mayıs 1950 gecenin gündüze döndüğü, demok-rasi meşalesinin yandığı bir gün iken; yine bir mayıs ayı, 27 Mayıs hiç bu kadar soğuk ve karanlık olmamıştı. Yine yarım kalmıştı, boynu bükük kalmıştı demokrasi ve yeni Türkiye.

Milli mücadeleye katılıp Gazi şerefi nasip olan ve sonrada şehitlik mertebesine ulaşan, milletin gönlünde müstesna bir yere sahip olan, hemşehrisi olmakla ifti-har ettiğim Başvekil’ im, şehidim, Menderes’im! Ema-netin, emanetimdir ve emanetine sahip çıkanlar da senden bize emanettir. Hainlik edenin parmağını kırar, dil uzatanın dilini kopartır ve bundan bir an bile tered-düt etmeyeceğimi bilmeni isterim. Bu vatan, bir yiğidi-ni şehit verdi; kurban verdi ve bir daha da vermeyecek inşallah. Ruhun şad olsun. Emanetin emanetimizdir! Minnettarız. Nurlar içinde yat ebedi Başvekilim.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU236 | ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU236 |

NE YAPMALI (2)GEÇEN haftaki yazımda çok geniş bir coğ-

rafyada Amerika’nın çıkarları ve planları açısın-dan Türkiye’nin kesin bir şekilde desteğine ihtiya-cı olduğunu ve yine aynı coğrafyada Türkiye’nin Amerika’nın çıkarlarını örseleyip, planlarını engel-leyebileceğini söylemiştim. Bu durum Türkiye’nin Amerika karşısında elinin hiç de zayıf olmadığı an-lamına gelir. Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı yol-dan etkileyebileceği Amerika’nın çıkarları ve planla-rı, Türkiye için Amerika karşısında kullanabileceği kozlar açısından geniş bir mönü oluşturmaktadır.

Amerika ve TürkiyeAMERİKA’NIN Balkanlar’da, Doğu Avrupa’da,

BaltıkHazar hattında, Kafkasya’da ve Orta Asya’da hayati çıkarları olduğu gibi her halükârda bu yerlerle ilgili planları da vardır. Her şeyden önce Amerika çok büyük bir jeopolitik önemi olan bu coğrafyayı AB ve Rusya’nın egemenliklerine terk etmek istemeyecek, buralarda üçüncü bir jeopolitik güç olarak bulun-manın imkânlarını arayacaktır. Amerika’nın Bosna Hersek’te barışı sağlaması; Polonya, Ukrayna, Gür-cistan ve Azerbaycan’a gösterdiği yoğun ilgi ve Orta Asya’daki diğer Türk Cumhuriyetleri’nde etkili olma isteği boşuna değildir. Bu bölgelerdeki Türkiye’nin askeri varlığını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Sözgelimi Türkiye’nin Afganistan’daki askeri varlığı, bu ülkedeki Türkiye’nin üstün değeri ve itibarı dola-yısıyla Amerika’nın buradaki askeri mevcudiyeti için çok önemli bir güvenlik şemsiyesi oluşturmaktadır. Bütün bu coğrafyada yer alan hiçbir ülke Amerika için Türkiye kadar önemli değildir. Olamaz da. Zira söz konusu bölgelerde Amerika’nın üçüncü bir jeo-politik güç olarak mevcudiyeti Türkiye’nin çıkarlan-na aykırı olamayıp, tam tersine Amerika’nınkilerle kolaylıkla telif edilebilecek özellikler göstermektedir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti bu bölgede Amerika’nın çıkarlarına ve İsrail’in güvenliğine fay-dalı olacak gibi gözükse de Amerika’nın önündeki büyük fotoğrafta böyle bir oluşumun hiçbir önemi bulunmamaktadır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral

Büyükanıt haklıdır: Türkiye ile ilişkilerini bozması Amerika için kendi ayağına ateş etmesi, kendini sa-katlaması demektir.

Kaldı ki, Ortadoğu’da Türkiye Amerika’nın çı-karlarını ve planlarını örseleyip, engelleyecek çok önemli imkânlara sahiptir. Bu bölgede Amerika’nın bütün dünyada yumuşak karnı sayılacak iki ülke mevcuttur. Birincisi İsrail’dir. İsrail, Türkiye’nin etkin bir İsrail karşıtlığını kaldıramaz. Amerika ve İsrail ikilisi böyle bir durumda çok büyük zarar görür. Bu-nun her iki ülke için önemini tafsil etmeye hiç gerek yoktur. Irak’a gelince, Amerika burada savaşı kaybet-miştir. Ne kalabiliyor, ne çıkabiliyor. Türkiye istediği takdirde Amerika’yı Irak’ta çok daha zor durum-larda bırakabilir. Türkiye’nin dengeleyici politikası olmadığı takdirde Ortadoğu Amerika için tam bir cehenneme dönüşebilir. Şu ana kadar söylediklerim-de teferruata girmeye gerek duymuyorum. Burada temas ettiğim hususların en ayrıntılı karşılıklarının bile Devletimiz için malum olduğundan eminim.

Tezkere ve HükümetHÜKÜMET Irak’a bir askeri müdahale istemi-

yor. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, ‘Tezkereyi kul-lanmak için İnşaallah imkân olmaz” dedi. Kendisi düzgün Türkçe konuşur. “İnşaallah gerek olmaz veya kalmaz” demesi gerekirdi. Tam bir sürçü lisandır. Hükümetin şuur altını açığa vurmaktadır. Hüküme-tin müdahale karşıtlığı dış politikayla ilgili değil de iç politikayla bağlantılıdır. Zaten AKP başından beri dış politikayı bir iç politika aracı olarak ele almıştır. AKP kendisini Amerika ve AB’yle yakın ilişkileriy-le meşrulaştırdı. Eğer bu ülkelerle sancılı bir dönem başlarsa AKP’nin siyasal meşruiyeti zarar görecektir. Başta TÜSİAD olmak üzere yurt içindeki müttefik-leriyle kader birlikleri son bulacaktır. AKP iktidarına vücut veren tarihsel blok çatlayacaktır. Irak’a müda-hale ister istemez bu sonuçlara yol açacaktır. Hükü-metin söz konusu isteksizliği bir tarafa acaba Türkiye tezkere ve Irak’a müdahale hususunda neler düşün-melidir? Bu hususu da gelecek yazıya bırakalım...

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 237

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

İsmail EMANETTÜGVA Genel Başkanı

Güney Amerika sosyalist devrimcilerinin, sosyal süreçlerin devamlılığına ilişkin çok yaygın bir sloganı var. Ve üzerinden düşünmeye değer…

“Devrim bir çember gibidir, her noktasında başlar ancak hiçbir noktasında sona ermez.”

Anadolu’nun İslami anlamdaki dönüşümüne öncü-lük etmiş Celaleddin-i Rumi’nin: ”şu akıp giden kum seline bak! Ne durması var ne de dinlenmesi! Bak bir-denbire nasıl değişiyor dünya, nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini” sözleriyle işaret ettiği hakikatte, güney Amerikalıların sloganına paralel…

Dünya’nın iki ucundan, iki farklı meşrep ve siya-si anlayıştan serdedilen iki farklı betimleme bunlar… Ancak aynı gerçeğe işaret ediyorlar.

“Sosyal değişim ve dönüşümü betimleyen hakikat-lere...”

Bu ilk insandan bu yana varolan doğal durumdur. Fakat bu doğal duruma muarız olanlar da yok değil. Türkiye’deki demokratik dönüşümün önündeki en bü-yük bariyer de bu... “Alemin hakikatlerinden olan de-ğişim ve toplumsal taleplere kapıları tamamen kapat-mak.”

Bu kapanış hali, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde fazlasıyla kendini göstermiştir.

Sonraki dönemlerde darbeler, post modern cunta-cılık faaliyetleri, hukuk darbeleri, başörtüsü yasağı ve meslek liselerine yönelik haksız işlerle tezahür etmiştir.

Ancak, bundan böyle, hakikatlere kapalı olan elitist-lerin ve Kemalistlerin ittifakı siyasi olarak yersiz, huku-ki olarak kadüktür.

Ne kadar darbe, ne kadar idam süreçleri yaşansa da Türkiye her zaman “doğal havzasına, yani demokrasiye dönmüştür.

Bunda halka yönelik hizmetleri yerine getirme se-lahiyetine sahip olmayan teknokratlar ve devlet organ-larını koordine etme yetisinden uzak askeri yönetim-lerin zoraki de olsa demokrasiye geçme istekleri etkili olmuştur.

Türkiye belediyecilik hizmetlerinde yoğrulmuş kad-rolar ve yeni ekonomi elitleriyle “demokratik zihnin yerleşmesini” hızlandırmış, insanların sandığa ve mec-

lis iradesine güvenlerini artırmıştır.Bugün Türkiye’nin cari meselesi başkanlık sistemi

ve etrafında dönen tartışmalardır.Dün olduğu gibi bugün de hiçbir felsefi arka planı

olmayan ve gelecek perspektifine dayanmayan karşı çı-kışlar olmaktadır.

Artık bu karşı çıkışların önünde şahs-ı manevisi kuvvetli, iradesi oturaklı bir iktidar ve halk kitlesi var.

Bu halk kitlesi; 1959 Konya mitinginde askerin gele-ceğini duyduklarında evlerine dağılan o eski “özgüven-siz ve bastırılmış kitle” değildir.

Artık, demokrasi geliştikçe zenginleşen, varoşlar-dan şehre göç eden, evlatları mühendis, doktor veya siyaset adamı olan çok geniş ve koordineli bir halktan söz ediyoruz.

Normalleşmenin yaygınlaşması sonucu, hayattan beklentileri büyüyen, kaliteli hizmet talebi artan bir milletten söz ediyoruz.

Hani birileri hep kazanımlardan bahsediyor ya, ar-tık biz de bundan bahsediyoruz.

Demokrasinin kazanımlarından asla vazgeçmeye-ceğiz.

Değişime ve medeniyete karşı, hukuksuzlukları da-yatanlara her platformda cevap vereceğiz.

Bu minvalde; Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için yapılan sivil çalışmaları desteklemek tarihi bir görevdir.

Ne diyordu Güney Amerikalı adam; “Devrim hiçbir noktada bitmez.”

TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ İMTİHANI VE

DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZLIĞI

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU238 |

Aybars ÜNALGENÇ TÜMSİAD Ankara Şube Başkanı

Ülkemiz demokrasi yolcuğunda acı ve ağır be-deller ödeyerek bugünlere ulaştı. Demokrasi müca-delemizin ilk büyük mücadele ve aksiyon insanı Ali Adnan Menderes’i bugün hala rahmetle, minnetle ve hüzünle yad ediyoruz. Tek parti dönemi baskısından kurtulması için canını ülkesi için feda etmiş bir kah-raman Menderes. Anadolu’nun hala Ezanımızı geri getiren adam diye hatırladığı güler yüzlü başbakan.

Uzunca süre bastırılmış sessiz çoğunluğun ilk gür sesi Menderes’in demokrasi yolunda verdiği mücadeleyi birkaç satır cümle ile özetlemek nere-deyse imkansız. Ancak burada kısıtlı ölçekte de olsa

demokrasi mücadelemizin en önemli parçalarından birine, kalkınma hamlelerine bir nebze değinmek is-tiyorum. Kalkınmanın, demokrasi hayatının idame ettirilmesi noktasında ne denli hayati olduğunu tek-rar vurgulamakta fayda var. Fakat burada Menderes dönemi kalkınma hamlelerinin geneline bir bakış atmaktansa, bugün bakıldığında altında yatan ileri görüşlülüğün hayretler uyandırıcı olduğu enerji ala-nında atılan adımlara değinmek istiyorum.

Tek parti döneminden bir kurtuluş ümidi olarak seçimden zaferle ayrılan Menderes, ülkenin sadece siyasi altyapısına bir neşter vurmakla kalma-mış, ekonomik ve kalkınma projeleri ile halkın refah seviyesinin yükseltilmesi adına büyük projelere imza atmıştır.

Menderes’in başbakanlığı döneminde Aydın, Konya, Balıkesir, Niğde, Afyon, Gaziantep, Kayseri ve Zonguldak’ta çimento fabrikaları kurulmuş, Bur-dur, Kastamonu, Sakarya, Kütahya, Erzincan, Amas-ya ve Erzurum’da da şeker fabrikaları halka hizmet vermeye başlamıştır. Ayrıca bugün hala üretime ve ihracata devam eden Türk Traktör Fabrikası Men-deres döneminde Türk sanayisine kazandırılan en önemli yatırımlardan birisidir.

Sanayi yatırımlarının haricinde vatandaşa kilo-metrelerce uzunluğunda yol, altyapı ve üstyapı hiz-metleri götürülmüş, bugün göğsümüzü kabartan Türk Hava Yolları ismi Menderes döneminde Türk havacılığına armağan edilmiştir. Ayrıca ODTÜ, Ege ve Atatürk Üniversiteleri dönemin akademik hayata kazandırılan hizmetleri arasına girmiştir.

Bütün bunların üstüne belki en çok ince-lenmeyi hak eden kalkınma hamlelerinden birisi de şüphesiz ki enerji alanında yapılan yatırımlardır.

MENDERES DÖNEMİ ENERJİDE KALKINMA

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 239

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Günümüzde haritaların değişmesine sebep olan, ‘yer altında iken savaşın, yer üstünde iken barışın sebebi’ enerji kaynaklarımız için Menderes döneminde çok önemli ve ileri görüşlü kalkınma hamleleri yapılmış-tır. Sarıyar, Demirköprü, Hirfanlı ve Keban barajları güler yüzlü başbakanın hizmetkârı olduğu vatanda-şın hizmetine alınmış, bugün hala istifade ettiğimiz barajlardır. Ayrıca Menderes döneminde petrol ka-nunu çıkarılmış ve yabancı yatırımcının petrol ara-ma ve sondaj çalışması yapabilmesi için gerekli hu-kuki altyapı oluşturulmuştur. Bunun yanında milli petrol arama şirketi Türkiye Petrolleri Anonim Or-taklığı yine Menderes döneminde kurulmuştur.

Menderes Dönemi’nde enerji alanındaki kalkınma hamleleri tabiki bunlarla sınırlı değildir. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombası ile karşılaşan dünya, atom çalışmalarının enerji kaynağı olabilece-ğini 1951 yılında ABD’de açılan ilk nükleer güç reak-törü sayesinde görmüştür. Türkiye, bu tarihi adım-dan sadece 5 yıl sonra, Dünya ülkeleri içerisinde ilk adım atan ülkelerden biri olarak 1956 yılında Atom Enerjisi Kurumu Genel Sekreterliğini kurmuştur. Enerjide belkide en vizyoner kalkınma hamlesi diye-bileceğimiz bu hamle ile kurulan kurum, bugünkü Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun da (TAEK) te-melini oluşturmuştur.

Endüstri devrimini ve daha birçok yeni kal-kınma akımını savaşlardan, istiklal mücadelesinden ötürü kaçıran Türkiye, nükleer enerjinin önemini daha ilk bulunduğu yıllarda Menderes’in vizyonu sa-yesinde öngörmüş ve bu alandaki ilk kurumu kuran ülkelerden biri olmuştur. Maalesef Türkiye, Mende-res Dönemi’nde temelleri atılan nükleer enerji hede-fine uzun yıllar hayal olarak bakmış ancak bugünkü hükümetin yoğun gayretleri sonunda ilk nükleer güç santralinin temelini atmayı başarmıştır.

Özetlersek, Menderes Dönemi’nde demokt-

ratikleşme adımları ve kalkınma süreçleri bir bütün olarak ele alınmış , Türkiye uzun yıllar boyunca tek partili siyasi hayatın getirdiği durağanlıktan kurtul-ma yönünde adımlar atmış ve büyük bir zihniyet devrimi Başbakan Ali Adnan Menderes liderliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, bu yıl ölümünün 56. yılını idrak edeceğimiz demokrasi şehidimiz ve güleryüzlü Başbakanımız Adnan Menderes’i rah-metle ve minnetle yad ediyor, onun açtığı demokrasi ve millete hizmet yolunda emin adımlarla ilerleyen ve büyüyen Devletimizin kıyamete kadar adaletin ve barışın temsilcisi olmasını Yüce Allah’tan niyaz edi-yorum.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU240 |

1950'DEN 1960'A MANŞETLERDEN SEÇKİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 241

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU242 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 243

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU244 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 245

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU246 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 247

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU248 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 249|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU250 |

"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda dev-letim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..."

Rahmetli Adnan Menderes'in fani dünyadaki son sözleri böyleydi...

İmralı'da asılmadan hemen önce usulen bir arzu-su olup olmadığı sorulduğunda, dini telkin için orada bulunan hoca ile yalnız kalarak görüşmek istediğini beyan etmişti Menderes...

Ancak darbeciler "kanunların buna müsaade et-mediğini" söyleyerek son arzusunu da yerine getirme-mişlerdi!

Bu davranış, zorba/gaddar/eli kanlı darbecilerin Menderes'i katletmeden önce masum Başbakan'a uy-guladıkları sistematik işkence ve zulmün yanında bir hiç hükmündedir, kuşkusuz...

Son olarak, Murat Bardakçı -idamına saatler kala- Menderes'e yapılan "Prostat Muayenesi"ni gündeme getirdi.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günle-rinden biri olan 17 Eylül 1961'in sabahında saat onu beş geçe Menderes'le doktorlar arasında geçen diya-loglar, 27 Mayıs Cuntası'nın sadece Masum ve Suçsuz Menderes'e değil MİLLETİMİZE ne denli kin ve nef-ret duyduğunun çok çarpıcı bir örneğidir!

Menderes "İstirham ediyorum, yapmayın" diyor; ancak Utanmaz Zalimler bir kere karar vermişler dev-rik başbakanı aşağılamaya, ona sınırsız ıstırap çektir-

meye... Taammüden yapılan Prostat Muayenesi'nden dört

buçuk saat sonra asılacaktır Menderes.. Şöyle bir dü-şünün, diyelim ki prostatında sıkıntı olsaydı infaz-dan hemen önce ameliyat mı edilecekti? Hayır! Zorla prostat muayenesi sadece hukuk dışı değil, insanlık dışı bir muameledir...

Prostat Zulmü, onu asmaya karar vermiş olan İş-kenceci İrade'nin doktorlara verdiği emirden başka bir şey değildi...

Daha ileri gidelim: Menderes'in katledilmesine 27 Mayıs darbesinden çok daha önce karar verilmişti. Bu gerçek Resmi Tarih'in elbette hoşuna gitmez; ancak kusursuz bir gerçektir...

İki evladının "şüpheli" ölümleri de dahil Menderes'in idamının perde arkası bir gün mutlaka kamuoyunun gözleri önüne serilecektir. Yaşayanlar görecektir!

İşte O Kitap!Menderes'in hayatını yazıyordum. Aydın'ın Çakır-

beyli ilçesinden, İzmir, Ankara ve İstanbul'u kapsayan bir dizi olacaktı.

Çakırbeyli yollarını aşındırdık, Aydın'da İsmet Sezgin, Nahit Menteşe ve diğer yakınları ile konuştuk.

Yüksel Menderes, Mutlu Menderes, Aydın Mende-res de sağdı.

Tabii, Berrin Hanımefendi de...

Erkin USMANMENDERES’İN SON SAATLERİ

VEFA SAYFASI

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 251

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Diziye başlık olarak şöyle dedik:"Sıradaki değil, gönüllerdeki adam: Adnan Mende-

res..."Bu dizinin yayınlandığı Ege Ekspres mahkeme ka-

rarı ile her gün bayilerden toplatıldı.Ve, ben de her gün Basın Savcılığına çağrıldım.Adı beynime mıh gibi çakılı...Savcı Zafer Yalçın sordu:"Niçin gönüllerdeki adam.?.."38 sayılı Tedbirler Kanunu yürürlükteydi. Bu ya-

saya göre, kendi deyimleri ile ile düşük ve kuyrukları övmek yasaktı. Bunun yanında darbecilerin tarafını tutmak da yasaktı.

Ne var ki, bu ikinci şıkkı tercih edenler hakkında takibat yoktu.

Karşı çıkan, eleştirenler için yıllar boyu hapis iste-mi ile açılan davalar gündemdeydi.

Bu dizi yüzünden hakkımda açılan davalarda iste-nen hapıs cezaları toplam 40 yılı buluyordu.

Gün gelmiş, devran değişmiş ve bu davalar da düş-müştü.

Peki, niçin sıradaki değil, gönüllerdeki adam?Yukarıda saydığım gerekçeler yüzünden Menderes

hakkında bir hüküm ileri sürmek yasaktı.Bunun yanında böylesi bir düzen de ilelebet sürüp

gidemeyecek ve günün birinde insanlar serbestçe ko-nuşabilecek ortamı buldukları zaman kalplerinde sak-ladıkları Menderes'i layık olduğu yere koyacaklardı.

O günleri yaşıyoruz...Darbecilerin, demokrasi yıkıcılarının, Allahsız

Gardiyanların "Tu kaka" dedikleri Menderes'i millet şimdi bağrına basmış gidiyor. Bulvarlara, havaalanla-rına, parklarına Adnan Menderese adı veriliyor.

İşte o büyük adamı bir süre için ortalıkta değil, gö-nüllerde saklamıştık.

İyi de etmişiz...27 Mayıs Darbesi ve Yassıada CehennemiBu hareket, 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye

Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe olarak tarihe geçti.

Ayrıca 27 Mayıs Askeri Müdahalesi, 27 Mayıs İhti-lali ya da 27 Mayıs Devrimi olarak da anılır.

Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir güruh subay, 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götür-düğü gerekçelerini ileri sürerek 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydular ve yönetimi kısa bir süreliğine sürdürerek önemli revizyonlara imza attılar.

Bu darbe neticesinde 37 subaydan oluşan Milli

Birlik Komitesi, anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere birçok De-mokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Or-general Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanla-rından Ali Fuat Paşa ve Kore gazisi Tahsin Yazıcı da tutuklananlar arasındaydı.

Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli de-ğilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları ya-kalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi ol-mayan emekli Orgeneral Cemal Gürsel, Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi.

Ve, düzmece yasalarla bu komiteleri kendileri "Ta-bii senatör" ilan ettiler ve ömür boyu senatoda yer al-maya başladılar. İşte bu tablo karşısında Türk halkı bu "Tabii Senatörlüğü" bir süre sonra kendiliğinden "Te-melli Senatörlük" olarak değerlendirdi.

Ve, 27 Mayıs sonrasında cuntacıların Yassıada'da kurdukları düzmece mahkemeden üç idam ve birçok müebbet hapis kararları çıktı. Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan sehpada can verdiler.

Bu "Vazifeli" Mahkemeden Bir İki Sahne!Yassıada'daki komutan Tarık Güryay'ın koğuşlar-

daki ismi "Allahsız Gardiyan"dı.Hüsamettin Cindoruk, Meclis Başkanı Refik

Koraltan'ın avukatıydı. Bir duruşmada Başkan Salim Başol'a:"Reis Bey..." dedi ve ekledi:"Sümeninizin altında bir not yoksa bu sanıkların

hepsi beraat eder."Reis Bey kükredi, "Hiç öyle değil. Bunları buraya

tıhan guvvet böyle estiyor" dedi.İşte, "Cuntacıların kukla mahkemesi"nin adaleti

böyleydi.Vazifeli başkanın şivesi ile:"Onlara buraya tıhan guvvet böyle istiyordu. Yani

idam..."Aynı günün akşamı Cindoruk gözaltına alınıverdi.Altay Ömer Egesel de vazifeli(!) başsavcıydı.Adı, birtakım aşk ve seks skandalına da karışmıştı.İşte bu savcı, Bayar ve arkadaşlarını "Atatürk düş-

manı" ilan edince, eski cumhurbaşkanı yaşından umulmadık bir heyecanla ayağa fırlamış, "Hey hey savcı efendi, benden canımı alabilirsiniz ama Atatürk'e saygı ve sevgimi koparamazsınız. Anladın mı?" demiş ve kulaklığını yere fırlatmıştı.

O günden sonra Bayar, Egesel'in her kürsüye çıkı-şında kulaklıklarını çıkartıp yere fırlattı.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU252 |

Avni ÖZGÜREL 27 Mayıs darbesinin üzerinden tastamam yarım asır

geçti. Yassıada’da sergilenen hukuk cinayetinin üzerin-den ise 49 yıl. O gün bugün ne yaşananların izi silindi ne acısı dindi. Darbeden iki hafta sonra cuntanın aldığı kararla Demokrat Partililerin suçlarını araştırmak üzere adlarının başına ‘yüksek’ sıfatı eklenen iki heyet teşkil edilmişti.. Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek Adalet Divanı.. Darbeciler dönemin Yargıtay 1. Başkanı Recai Seçkin’in kurulacak mahkemenin başkanlığını kabulde tereddüt göstermeyeceğini düşünmüşlerdi. Ancak Seç-kin bu isteği hukuk devleti ve adalet anlayışıyla bağdaş-tıramadığı için geri çevirdi... Daha da ötesi, reddetmek-le kalmayıp Yargıtay Başkanlığı’ndan istifa etti... (Cunta, Seçkin’in istifasının skandala yol açabileceği düşünce-siyle hasıraltı edilmesi emrini verdi) Bunun üzerine 6 Eylül 1960’ta bu göreve 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol, mahkemenin savcılığına da Altay Ömer Egesel getirildi...

DP’nin on yıllık iktidarıyla ilgili bütün iddiaların soruşturulması bir ayda tamamlandı, 19 ayrı başlık al-tında dava açıldı... Ve sadece Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la Tarım Bakanı Nedim Ökmen’in sanık olduğu ‘Köpek Davası’ isimli davayla çark dönmeye başladı... Onu ‘Bebek Davası’ ve ‘ Barbara Davası’ izledi.. Sabık iktidar mensuplarını kamuoyu nezdinde küçük düşür-mek amacıyla açılmıştı bu davalar.. Kendisine Afgan Kralı’nın hediye ettiği tazıyı hayvanat bahçesine satmak-la suçlanan Cumhurbaşkanı bu iddiayla ilgili olarak so-ruşturma kuruluna ifade verirken hayvanı Ankara’dan getirten heyet aklınca ‘yüzleştirme’ yapmıştı..

Üstte Adnan Menderes ve elindeki sopayı sanıklara karşı kullanmaktan çekinmeyen Yassıada Komutanı Ta-rık Güryay görünüyor. Yanda ise 27 Mayıs sabahı Men-deres tutuklanırken...

Heyet karar içinYassıada mahkemesinin ne menem bir mahkeme,

mahkeme başkanının ne tür bir yargıç olduğunu anla-mak için ada kumandanı Albay Tarık Güryay’ın olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra 1985’te kendisiyle yapı-lan bir röportajda anlattıklarını hatırlamak kâfi..

“Bir gün Milli Birlik Komitesi’nin iki üyesi Mucip Ataklı ile Suphi Gürsoytrak öğlen yemeğine geldiler. ‘Yemeği senin odanda yiyeceğiz’ dediler. Mahkeme Başkanı Salim Başol’u da çağırdık. Dördümüz birlikte yemek yedik. Bunlar konuyu açtılar. Salim Başol’a dedi-ler ki; Reis Bey, karar günü geldiğinde 60’tan aşağı idam verirseniz Milli Birlik Komitesi olarak biz gayr-i meşru duruma düşeriz... Yani 59 kişi olsa bizi meşru kılmaz. Başol da bunun üzerine dedi ki, ‘bu kararları ben tek başıma verecek değilim. Dosyaları heyet halinde ince-leyeceğiz. Belki yüz kişiyi asarız.. Bu benim tek başıma vereceğim bir karar değil ki...’ Onlar da dinleyip, sana durumu anlattık, mümkün olduğu kadar fazla olsun, dediler.”

5 Eylül’de yargılama tamamlandı.. 50’si hakkında savcı Altay Ömer Egesel’in idam cezası istediği sanık-lar uykusuz geçen on gün boyunca hüküm bekledi.. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada/ Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız.../ Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada?/ Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!.” diye tarif

YASSIADA'DA İNFAZLAR ÖNCESİ SON CELSE

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 253

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ettiği on günün ardından 15 Eylül günü Demokrat Parti yönetici kadrosu ve DP iktidarına yakın oldukları var-sayılan kamu görevlilerinden oluşan sanık kadrosu son kez mahkeme heyetinin karşısına çıktı.. Ve Salim Ba-şol; Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger,

Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu ve Zeki Erataman’ın idama mahkûm edildiklerini açıkla-dı..

Karar dosyalarının tasdik için aynı gün uçakla Ankara’ya MBK üyelerine gönderildiğini biliyoruz.. MBK’nin de dakika sektirmeden toplanıp kararı oyla-dığını.. Yassıada mahkemesi kararları açıklanana kadar ihtilal 11 DP’linin ölümüne sebep olmuştu zaten.. 27 Mayıs sabahı Bayar ve Menderes’le birlikte gözaltına alındığı Harp Okulu binasında öldürülüp cesedi pen-cereden atılıp intihar ettiği söylenen Namık Gedik’le açılan sayfaya Yassıada’da Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yusuf Salman, Yümni Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yıl-maz ve Cemil Keleşoğlu eklenmişti. MBK’nin onayladı-ğı üç idam dosyasıyla sayı 14’e çıktı..

Bilinen, 9 ret oyuna karşılık 13 kabul oyuyla tasdik edildi Menderes, Zorlu ve Polatkan hakkında verilen hüküm.

Yıllar sonra hayatta kalan MBK üyelerinden bazıları Tempo dergisine konuştular.. Çoğu, Talat Aydemir li-derliğindeki Silahlı Kuvvetler Birliği adlı cuntanın bas-kısı altında oy kullandıklarını söylüyordu.

Emanullah Çelebi: “Vicdan azabı duyuyorum. İdam edilenlerin ailelerinden, yakınlarından özür diliyorum”

Sami Küçük: “Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız aramızda idama en çok karşı olanlardı. İdam lehine oy kullandılar. Adnan Menderes’in idamından bir gün sonra Mehmet Özgüneş bana geldi. ‘Albayım çok vicdan azabı çekiyorum. Biliyorsunuz idamlara karşıydım. Ka-rar vereceğimiz gün Talat Aydemir telefon açtı. Buluş-tuk, tehdit etti. Korktum ve oyumu değiştirdim. Şimdi çok vicdan azabı çekiyorum’ dedi. İdama karşı olanlar 11, olmayanlar 11 kişiydi. Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız fikir değiştirince 13’e 9 oldu. 11’e 11 olsa idamlar yapılmayacaktı. Çünkü MBK Başkanı Cemal Gürsel de idamların aleyhindeydi.”

Numan Esin: “14’ler tasfiye edilmeseydi idamlar ol-mazdı. Türkeş’le ben 15 kişiyi yurtdışına sürgüne gön-dermeyi düşünmüştük...”

Kamil Karavelioğlu: “Eşim idama onay vermediğimi seneler sonra anladı. 27 Mayıs’ın kusuru idamlardır. Ar-kadaşlar ordunun baskısı altında oy kullandı...”

ÇerçeveKösem MahpeykerEylül ‘Hazan mevsimi’nin başlangıcı, hüzün ayı.. Mi-

ladi 1951 yılı eylül ayının 2’sinde, hicri takvimle 1061 senesi ramazan ayının cumartesiye denk gelen 16’sında

yani 359 sene önce Topkapı Sarayı’nda öldürüldü Kö-sem Mahpeyker.

Köle olarak getirilip evlatlık verildiği ailenin ya-nından talihin Topkapı Sarayı’na taşıyıp Osmanlı ta-rihinin en büyük aşklardan birine muhatap olan, eşi 1. Ahmed’in ölümünden sonra taht sırasının oğlu 4. Murad’a gelmesini bekleyen; 4. Murad tahta çıktığında da devlet idaresini üstlenecek yaşa gelene kadar on yıl imparatorluğu ‘saltanat naibi’ sıfatıyla yöneten kadın Kösem.. Eşinin ‘ay yüzlü’ manasında Mahpeyker adını verdiği ‘Önde giden, en sevilen’ anlamında Kösem ola-rak andığı, iktidarın ve iktidardan düşmenin ne anlama geldiğini bilerek yaşayan bir kadın o.. 1. Ahmed’in gön-lünü kaptırmasıyla padişahın anneannesi Safiye Sultan ve annesi Handan Sultan gibi iki hâkim kadının nasıl kenara itildiğini gördükten sonra oğullarının bir dilbere gönül vermesi halinde başına geleceklerin farkında ol-masına şaşırmak anlamsız.

Yaşadığı dönemde Topkapı Sarayı’nda meyda-na gelen her gelişmede, dönen her entrikada Kösem Mahpeyker’in parmağının olduğunu düşünmek müm-kün... Ancak bilinmeyen onun halka dönük yüzü. İs-tanbul ahalisinin ‘Hızır Aleyisselam’ın eli’ diye andığı bir insan Mahpeyker. Kimsesiz kızları arayıp toplayan, onları yetiştirip evlendiren, çeyizlerini yapan; borçların-dan dolayı Eminönü’ndeki Baba Cafer Zindanı’na atı-lanların kurtuluş umudu, açtığı aş ocaklarıyla her gün yüzlerce yoksula yemek veren, sonuçta öldürüldüğün-de İstanbul halkının ‘40’ı çıkana kadar’ matem tuttuğu kişi...

ÇerçeveSutra Lima Lapta kimdi?27 Mayıs öncesi basının en büyük şikâyeti sansür ve

baskıydı. Cunta idaresi iş başına gelince soluk alacağını uman gazeteciler kısa sürede yanıldıklarını gördüler. İh-tilali övmek, ihtilalcileri alkışlamak serbestti sadece.. Ni-tekim ihtilalden bir süre sonra İstanbul’a gelen bir MBK üyesi: ‘Babıali’den de geçeceğiz’ diye açıklama yaptı...

Susturulmuşluğa tepki Ankara’da Son Havadis’te sürmanşetten verilen bir haberde yansıdı.. Başlık ‘Sutra Lima Lapta Kayıp’tı. Pakistan uyruklu Sutra Lima Lapta adlı bir gençten günlerdir haber alınamadığı anlatılıyor-du. Yayın üç gün devam etti.

Sıradan bir kayıp haberinin siyasi üstelik muhalif bir yayın organında sürmanşete çekilmesi normal de-ğildi.. Bu gariplikten dolayı merakı kamçılanan cunta MBK’ye yakın gazetecileri araya koyup Son Havadis çalışanlarının ağzını yokladı. Ama tembihliydi Son Havadis’çiler, ser verip sır vermediler. Neden sonra bir dedikodu dolaşmaya başladı. “Haberin başlığını tersten okuyun” diye... Sutra Lima Lapta tersten Aptal Amil Ar-tus diye okunuyordu... Amil Artus darbecilerin Adalet Bakanı’ydı. Yassıada’da yargılanan DP’liler aleyhine ver-diği alaycı demeçlerle tanınıyor, başında olduğu bakan-lığı Yüksek Adalet Divanı’nın sekreteryası gibi çalıştırı-yordu Artus...

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU254 |

Orhan MİROĞLU27 Mayıs 1960’ta yedi yaşındaydım. Askerler

darbe yaptı diye sevinmiş ya da üzülmüş müydüm acaba, doğrusu hatırlamıyorum. Politikada az çok nüfuslu bir aileden geliyordum ve aşiretimiz büyük dedelerimizin adıyla anılan bir siyasi bölünme için-deydi.

İsa ve Xalil dedelerimiz.İnsanlar İsa Begiler ve Halilbegiler-yani İsa ve

Halil taraftarları- olarak ikiye bölünmüştü. Çocuk-luk yıllarımda, Babam ve amcam Xalil Bey, bu ge-leneksel siyasi rekabetin ve iç bölünmenin liderleri konumundaydı.

Biz koyu CHP’liydik. CHP, asker, kaymakam, vali, kısacası devlet demekti.

CHP’li olmak, -asker-sivil- devlet bürokrasisiyle sıkı temas içinde olmayı gerektiriyordu. Adımı, ai-leden gelen bu sıkı temasa borçluyum. Babam adı Orhan olan bir yüzbaşıyı tanımış ve hem yüzbaşıyı hem adını sevmişti.

Yoksa Şeyhmus, Xalef gibi adlar varken, Orhan adı o yıllarda kimin aklına gelebilirdi ki..

Babamın ‘iyi bir adamdı’ dediği bu yüzbaşının ismi Orhan değil İsmet olsa, benim ismim de İsmet olurdu.

Neyse konuyu dağıtmayalım.Amcam Halil Begler, DP’yi destekliyorlardı. 27

Mayıs’ta darbe olunca, Xalil Bey ve oğlu Sait’i alıp götürdüler..

Bütün köylerde önde gelen DP’lilerin listeleri ha-zırlanıyor ve bu listeler, gereği yapılsın diye, ilgili ma-kamlara veriliyordu. Listelerde eklemeler çıkarmalar yapma tasarrufu tamamen köydeki CHP’lilerin in-safına kalmıştı.

27 Mayıs’ta Midyat ve köylerinde DP’lilerin tü-münü topladılar. Ama köye asker geldiğini hatırla-mıyorum. Galiba muhtarlar listelerde adı olanları köyde ilan ediyor ve insanlar kendiliklerinden gidip askeri makamlara teslim oluyorlardı.

27 Mayıs’ta Kürtler ne yaşadı fazla bilinmiyor. Doğrusu bu konuda hala da kayda değer bir merak olduğu kanısında değilim. Oysa Sivas Toplama Kam-pı üzerine sayısız akademik araştırma yapılabilir ki bugün de, konu çok bakir bir alan olarak duruyor.

Kürt aydınları, darbeden sonra yaşanan adaletsiz-liklerin ve zulmün, siyasi sebepleri ve sonuçları üze-rinde pek durmadılar.

Yeni bir Kürt siyasi kimliğinin inşası için geliştiri-len teorilerin, görüşlerin yöneldiği alan; cumhuriye-te karşı girişilen isyanlar ve yenilgilerle sınırlı kaldı.

Derken, Sol literatürle tanışmaya başlayınca, Kürt

27 MAYIS’TA NE OLDU?

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 255

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

aydınlarının eli, kalem tutmaya başladı.Eli kalem tutan bu aydınlarımız, 27 Mayıs’ta ger-

çekleşen tutuklamaları, nihayetinde ulusal bir baş-kaldırının sonucu olarak görmüyorlardı.

Dolayısıyla aydınlarımız, sosyalist sistemin so-runlarına, ayrı mı beraber mi örgütlenelim mevzu-una ve Leninist Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına gömülünce, bu toplumsal hafıza mevzuları olduğu gibi ve anlaşılmadan kaldı.

Eli kalem tutan solcu aydınların, Sivas toplama kampına getirilen ağa ve şeyhleri yazacak istekleri de zamanları da maalesef olmadı.

Bu bir yana, 27 Mayıs gençlik yıllarımızda, darbe filan değil, basbayağı devrim olarak görülüyordu.

27 Mayıs askeri darbesi üstüne tartışmalar ya-pardık, sosyalist devrime giden yolu yeterince aça-madı bu devrimciler diye düşünür ve devrimi tam da tamamlayacakken idam edilen Talat Aydemir ve arkadaşlarına neredeyse Che’nin Bolivya’da öldürül-mesine üzüldüğümüz kadar üzülürdük.

Aydemir’in sahip olduğu kahramanlık ve cesaret üstüne söylenenlerin haddi hesabı yoktu. Böyle ce-saret, böyle kahramanlık doğal olarak ancak bir dev-rimcide olabilir diye düşünürdük.

Mustafa Kemal’in son mehdi olduğuna ve soyun-da Kürtlük bulunduğuna dair kurtuluş savaşında ortada dolaşan söylentileri hatırlatan bir biçimde Cemal Gürsel’in Kürtlüğünden de sık sık dem vu-rulurdu.

Hatıralarımın içinde yer aldığı bu dönem, 12 Mart’a giden sürece tekabül ediyor, yani 27 Mayıs darbesinin üstünden bir on yıl kadar geçmiş.

‘Devrimci askerler’ bir devrim daha yapmayı planlamakla meşgulken, bizler daha ilk devrimi tar-tışıp duruyor, ve bu devrimin 1960’ta yarım bırakıl-masına cidden üzülüp duruyorduk.

Yassıada’daki yargılamalar, bir başbakan ve iki ba-kanın asılması konu bile edilmiyordu.

Tarihin bu gizlenen tarafı, Cemil Koçak hocamı-zın sözleriyle ifade edersek, insanların hafızaların-dan itinayla silinmişti.

Durum, sosyalist bir Kürdistan hayaliyle siyasete ilgi duymaya başlayan yirmili yaşlardaki Kürt genç-leri arasında böyleyse, 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’de ne oldu sorusuna varın siz cevap arayın ve 27 Mayıs sisteminin yol açtığı vahameti siz hesaplayın.

Sonra 12 Mart geldi. ‘Sol darbe’ filan derken, Kürt demokratlarının tümünü -sayıları iki koğuşu doldu-racak kadardı- Diyarbakır’a topladılar.

Yargılamalar başladı.27 Mayıs’ta Menderes ve arkadaşlarını asanlar

bu sefer de, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf

Aslan’ı astılar. Diyarbakır Ziya Gökalp lisesinde öğ-renciydim. Öğretmenimiz de saygılı davrandı ve o sabah ders yapılmadı sınıfta.

Sabaha karşı asılan üç devrimci için yas tuttuk ve ağladık. O gün bugün Deniz, Yusuf ve Hüseyin her-hangi bir film karesinde gözüme iliştiklerinde, ya da onları anlatan birini dinlediğimde ağlarım.

Ama İmralı’da asılan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a bu yıla kadar hiç ağlamadım.

27 Mayıs gecesi TRT’nin Yassıada’dan yaptı-ğı programı seyredince içim burkuldu, asılanların beyazlar içindeki bedenleri bütün gece gözlerimin önünden gitmedi.

27 Mayıs söz konusu olduğunda, belleğimin as-lında nasıl bomboş, hafızamın silinmiş ve gerçeğe kapalı olduğunun farkına vardım ve hayıflandım.

Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için ilk kez bu yıl ve 27 Mayıs gecesi göz-yaşı döktüm.

Celal Bayar’ın o mahkeme salonunda gösterdi-ği cesaretin, vakur duruşun bugün askeri vesayetin sona ermesi ve gerçek bir demokrasinin kurulması için yola çıkanların, en kıymetli mirası olduğuna bir kez daha inandım.

Darbelerle malul demokrasi tarihimizin bir ke-narında Celal Bayar bir kenarında da İsmet İnönü durur.

DP geleneği güçlendi, ama İnönü’nün temsil et-tiği siyasi mirası sürdüren CHP, bir eliyle topluma tutunmaya çalışırken, bir eli de Ergenekon’da, kötü senaryoların ‘ihtimallerini’ ve sonuçlarını bekliyor.

Ve CHP’nin durduğu yeri en iyi anlatan kelime tartışmasız, ‘ironi’dir.

Özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğunda ta-bii.

İsmet Paşa’nın CHP’sinde, Güneydoğu’daki iller-de parti başkanı aynı zamanda valilik ve kaymakam-lık yapıyordu. DP kurulunca bu düzen değişti. İsmet İnönü Celal Bayar’dan DP’nin kuruluş aşamasında ufak bir ricada bulunmuş ve DP’nin mümkünse, Güneydoğu’da teşkilat açmamasını istemişti. Celal Bayar, ‘ama Paşam Türkiye’nin her yerinde kurulan bir partiyi burada açmazsak, o insanlar kendilerini dışlanmış hissetmezler mi’ mealinde sözler sarf et-miş ve Paşa’nın ricasını kibarca ret etmişti.

Şu ironiye bakın ki, yarım asır sonra, İsmet Paşa’nın partisi, onlara bir parti tabelasını bile çok gördüğü insanların yani Kürtlerin desteğiyle Hakkari’de, şurada burada varlığını ispata çalışıyor.

Eh, boşuna dememişler tabii, tarih ironiyle dolu-dur diye..

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU256 |

Nevzat ÇİÇEKTürkiye bugün çözüm sürecini konuşurken, ezberleri-

ni bozarken 27 Mayıs Darbesini gerçekleştirenlerin pek de bilinmeyen bir gerçeği Sivas Kampı, aslında Türkiye’nin o dönemden itibaren nasıl şekillendirdiğinin de göstergesi. 27 Mayıs askeri darbesinden dört gün sonra tutuklanan 485 kişinin hikayesi siyasal Kürtçülüğün nasıl da devlet eliyle şekillendirildiğinin de kanıtı.

AK Parti eski Adana milletvekili olan Dengir Mir Mehmet Fırat'ın dedesi Zeynel Turan, Cem Vakfı Baş-kanı İzzetin Doğan'ın babası Hasan Hüseyin Doğan, Sedat Bucak'ın babası Hakkı Bucak, HAKPAR eski Ge-nel Başkanı Sertaç Bucak'ın babası ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucu başkanı Faik Bucak ve diğer Bucak'lar, Şeyh Said'in çocukları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin Efendiler , Van'dan Kinyas Kartal ve diğer Kartallar, Hakkâri'den Ertuş'lar, Ağrı'dan Öztürk'ler, Diyarbakır'dan Abdürrezak, Said Ensarioğlu başta ol-mak üzere diğer Ensarioğullar'ı, Elazığ'dan Septioğulları, Erzurum'dan Nurcu Mehmet Kırkıncı, Diyarbakır'dan Nurcu Mehmet Kayalar, Bayburt'tan Demokrat Parti Yö-neticisi olan Baki Tuğ'un babası Necati Tuğ, Mardin’den Zeynel Abidin Erdem’in amcası Bahattin Erdem ve avu-kat M.Necati Kerimoğlu, Ağrı Tutak’tan Kazım Yıldırım, Malatya’dan Sait Çekmegil, Van CHP Milletvekili Tevfik Doğuışıker,Diyarbakır’dan Bozo Kemal Lakaplı Kemal Yıldırım, Cemil Küfrevi, Batman’dan Sait Ramanlı, Kub-bettin Septioğlu, Zeynel Abidin İnan, Mustafa Işık, Rıfat Ökten, Turhan Bilgin gibi isimlerini aynı suçlama ile 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden dört gün sonra göz altına

alınıp Sivas Kabakyazı’ya kapatıldığını söylersek, Türkiye tarihini ve Türkiye’nin şekillenme biçimini kolayca anla-mış oluruz.Küçük Yassıada olarak da adlandırılan Sivas Kampı’ndan bahsediyoruz…Söz konusu kişileri kam-pa gönderenler arasında da Şanar Yurdatapan’ın babası Daniyel Yurdatapan, Ragıp Gümüşpala,ve Milli Birlik Komitesi’nin diğer üyeleri bulunuyordu. Bugün bile siyasi suçlama adına bir araya gelmesi mümkün olmayan bu in-sanların hepsinin ortak kaderi Sivas Kabakyazı 5. Er Eği-tim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki Sivas Kampı oldu

27 Mayıs darbesini gerçekleştirilenlerin hatıratlarına baktığınızda Sivas Kampı diye bir olaydan bahsetmez-ler…Birkaç istisna hariç Sivas Kampı’nda haksız yere do-kuz ay boyunca göz altında tutulan ve daha sonra sürgün edilen insanların da ne anılarında ne de sohbetlerinde bu kamptan bahsettiklerini görmeyiz. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler bu kara tarihi unutturmak, saklamak için bundan söz etmezken, Sivas’a götürülenlerde karşı-laştıkları insanlık dışı uygulamaları anlatmayı ayıp say-mışlar ve susmuşlar, yada “Bir bölen olmamak için” içle-rine atmışlar. Aydınların da büyük bir kısmı ise bu olayı görmezden gelmiş, gazetelerin yazı dizisi yaptıkları bu esaret kampını kitapların taşımamışlardır.

Herşey Nokta Dergisi’nde çalıştığım dönemde o dö-nem Hak-Par Genel Başkanı seçilen Sertaç Bucak’la bir röportajla başladı. Röportajın bir yerinde Sertaç Bucak, babası Faik Bucak ve Sivas Kampı’ndan bahsedince ben-de elimdeki dosyayı bırakarak Sivas Kampı’nı araştırma-ya başladım. Ne Sivas Kampı ile ilgili Google’de bir bilgi nede yazılı kaynaklarda bir şey vardı. Sadece Mehmet kır-kıncı Hoca’nın anılarında ve Alev Alatlı ve Sait Çekmegil ile yazılan kitaplarda Sivas Kampı geçiyordu. Fazla bir ay-rıntı yoktu. Resmi kurumlara yazdığım bütün yazışma-lar olumsuzlukla sonuçlansa da Sivas Kampı’nı yaşamış kişilerin hayatta oluşu işimi kolaylaştırdı ve üç yılı aşkın bir çalışma sonucunda Sivas Kampı kitabını oluşturdum.

Celal Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hü-samettin Cindoruk’un da “Apo hareketinin kaynağı” ol-duğunu iddia ettiği Sivas Kampı, hiç şüphesiz 27 Mayıs askeri darbesini yapanların en büyük günahlarından bi-riydi. Bu askeri darbeyi yapanlar kendilerine göre böyle bir tedbirin çözüm olabileceğini sanıyorlardı ama bu-gün yanıldıkları çok açık. Sivas Kampı, özellikle devletle Kürtler arasında 1938-1960 yılları arasında adı konma-mış olan ittifakın bozulduğu ve doğunun yeniden dizayn edilmek istendiği tarihin de adı olarak karşımıza çıkıyor. Sivas Kampı’na gönderilen her farklı etnik grup ve dü-şünceden doldurulan insanlara “Zorunlu misafir” olduk-ları ifade edilmişti. Zorunlu misafirlerin “Devletin başına bela” oldukları düşüncesinde olan dönemin İçişleri Baka-nı Muharrem İhsan Kızıloğlu, bu “Zorunlu misafirler”in bir şekilde öldürülmesi gerektiğine inanıyordu. Kamp komutanı Sabri Koçak’ın direnişi olmasaydı belki bu gün sürgün edilen elli beş kişinin akıbeti faili meçhul olarak tozlu raflardaki yerini alacaktı.

27 Mayıs 1960 tarihinde Ordu içindeki Kemalistler, gerçekleştirdikleri askeri darbeyle Demokrat Parti (DP) iktidarını devirerek Milli Birlik Komitesi (MBK) olarak

KÜÇÜK YASSIADA: SİVAS KAMPI

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 257

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ülke yönetimine el koydular. 27 Mayıs iktidarı DP men-supları dışında, Kürtlere ve Nurculara karşı da negatif tavır sergiledi. Öyle ki MBK’si darbeden sonra çıkardığı af kanununda bu negatif tavrını somut şekilde gösterdi. Tüm siyasi tutsaklara af çıkartılırken aralarında Canip Yıldırım, Naci Kutlay, Esat Cemiloğlu, Yaşar Kaya, Sait Elçi, Musa Anter, Muhsin Şavata, Fevzi Kartal gibi isim-lerin bulunduğu ve iddianamede suçları “yabancı devlet-lerin müzahereti ile devletin birliğini bozmağa ve devle-tin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf fiil işlemek” olarak belirtilen "49'lar Davası’ndan tutuklu Kürt tutuklular, bu affın dışında bırakıldı. 27 Mayıs Darbesi’nin Kürtlere iliş-kin ikinci icraatı ise toplu gözaltı operasyonu ve toplama kampı oluşturulması oldu.

Askeri darbeden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan tutuklanan yaklaşık 485 kişi (Resmi rakam-lar talep edilmemize rağmen “yok” denildiğinden Alev Alatlı ve İsmail Beşikçi 485 kişi- Said Ensarioğlu 385 kişi demektedir. Tutuklananların bir kısmı erken bırakıldığı için 385 rakamı kesin olmakla birlikte esas rakamın 485 civarında olduğu tahmin ediliyor.N.Ç) Tutuklananlar Si-vas Kabakyazı'da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Misafirlik diyoruz çünkü askeri yetkililer Sivas'ta bulunan kişilere tutuklu olmadıklarını, misafir olduklarını açıklamışlardı. Dokuz ay süren zorunlu mi-safirlik içerisinde Sivas'a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu.

485 kişinin toplama kampına toplandığı operasyonun öncesinde, 31 Mayıs'ta Cumhuriyet Gazetesi'nde Milli Birlik Komitesi kaynak gösterilerek yayınlanan yazıda, "Milli Birlik Komitesi'nin neşredeceği vesikalar, bir Kür-distan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanlar varmış. Sabık iktidar bunlara ve Şeyh Said'in oğluna Rus yapısı ciple Doğu'da propaganda yapmasına göz yum-

muştur." denilmekteydi. Oysa gözaltına alınanların bir-çoğu Demokrat Partili değildi. Örneğin 1966 yılında öl-dürülen Faik Bucak o zaman Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi mensubuydu.

485 kişinin gözaltına alındığı operasyon da muhtemel bir Kürt muhalefetini baştan sindirmeyi amaçlıyordu. MBK, Irak ve İran'da yükselen Kürt Ulusal Hareketi'nin Türkiye'deki etkilerini kırmak istiyordu. Çünkü aynı dönemde özellikle Irak'ta Molla Mustafa Barzani ön-derliğinde yürütülen ulusal mücadele Türkiye'yi de etki-lemekte, sınır bölgelerinde Hakkâri, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi yerlerde Barzani'ye fiili destek verilmek-teydi. MBK'nın bir yetkilisi o dönem yaptığı açıklamada "Türkiye'nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir." Di-yordu.

SİVAS KAMPI KİMİN FİKRİ Sivas Kampı'nın kimin fikri olduğu bugün hala net

olarak ortaya çıkmış değil. Milli Birlik Komitesi Üye-si Numan Esin katıldığı bir televizyon programında bu kampın Milli Birlik Komitesi kararıyla oluşturulduğunu söylese de, Fuat Fırat ise kampı askeri darbeye yaranmak için üçüncü ordu komutanı olan Ragıp Gümüşpala'nın planladığını ifade ediyor. Örneğin Diyarbakır'da tutuk-lamaları yapan zamanın Kolordu Komutanı olan sanatçı Şanar Yurtadapan'ın babası Daniyel Yurdatapan'ın en bü-yük hedefi Genelkurmay Başkanı olmaktı.

Bazı kamp misafirleri Milli Birlik Komitesi üyesi Al-parslan Türkeş’i suçlarken bazıları ise bunun Milli Birlik Komitesi üyelerinin tamamının kararı olduğunu ifade ediyor. Ancak bu kamp oluşturulmadan çok ciddi istih-baratın toplandığı tutuklamalardan anlaşılıyordu. Sivas Kampı mağdurlarından Şeyh Said'in torunu Fuat Fırat ise Ragıp Gümüşpala'nın ihtilalı yapanlara yaranmak için böyle bir tutuklama yaptığını diğer taraftan Reşat

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU258 |

Pasinler'in ise kendi bölgesinde kimseyi tutuklamadığına dikkati çekiyordu. Tutuklamalar için gerekçeler çok ko-mikti, örneğin Şeyh Said ailesinden Ali Rıza Efendi'nin suçu iki eşek yükü buğdayla “Kürt ihtilali yapacak” olarak belirtilmişti. Faik Bucak'ın suçu da Fırat'ın öbür yakasına geçip toplantı yapmaktı.Ancak, Milli Birlik Komitesi’nin yaşayan üyelerinden Numan Esin’le yaptığım görüşmede Numan Esin kamp fikrinin Milli Birlik Komitesi üyele-rinden bazıları tarafından Milli Birlik Komitesi’ne daya-tıldığını ifade ederek, dışarıyı da adres gösteriyordu.

NUMAN ESİN: MENDERES SORUNU DEMOKRASİ İÇERİSİNDE ÇÖZECEKTİ

Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin'i dinleyelim. Esin, 26 Mayıs 1997 yılında Kanal D Televizyonu'nda Güneri Cıvaoğlu'nun sunduğu programa aralarında MİT eski mensubu Prof.Dr. Mahir Kaynak, İspanya Komünist Partisi Genel Sekreteri Santiago Carillo, CİA İstasyon Şefi Paul Henze, Hüsamettin Cindoruk, Emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Ethem Menderes'in emir subayı Adnan Çelikoğlu, Hasan Korkmazcan, Nilgün Cerrahoğlu, Kur-tul Altuğ gibi isimlerle programa katılarak Kürt mesele-si, 55'ler olayı hakkında ilginç açıklamalarda bulundu. Esin'in öne çıkan görüş "Kürtler arasında o dönem bir ayaklanma olacağı" yönündeki tezdi. Esin, Sivas Kampı'nı ayaklanmaya bir tedbir olarak düşündüklerini ifade edi-yor:

"Güneri Civaoğlu: Menderes Kürt sorunu için ne söy-ledi?

Numan Esin: Biz bu sorunu demokrasi içerisinde çöz-meyi düşündük dedi.

Güneri Civaoğlu: Hadiseyi bir sorun olarak görüyor muydu?

Numan Esin: Bizim o tarihte bir endişemiz vardı. Aca-ba bir ayaklanma olur mu diye. Elli beş ağayı da o sebeple yönetim tutuklamıştı. Onları, güvenlik önlemi aldırarak, Sivas'ta nezaret altında bulunduruyordu. Bu arada acaba hükümetin, güneydoğuyla ilgili özel bir takım tedbirle-ri var mıydı? Aldığım cevap buydu ve son derece doğru bir cevaptı, demokrasi içinde. Gerçekten, 1938'den son-ra, 1970'lere kadar, doğuda bir ayaklanma olmamıştı ve istikrarı vardı.Türkiye'de bu istikrarı daha sonraki yıllar-da yanlış uygulamalar bozmuştur ve güneydoğu sorunu Türkiye için ciddi, çok pahalı, çok riskli bir sorun haline gelmiştir." dedi.

SÜRGÜN GEREKÇESİ 105 NOLU YASAKampta dokuz ay kalan “Zorunlu misafir”lerin büyük

bir kısmı 33 vilayete sürgün edildi. Bu aslında 7 Ekim 1960 günü, 2510 No'lu iskan yasasına ek olarak çıkarı-lan 105 No'lu yasayla, gözaltına alınanlardan bazıları-nın mecburi iskanla yeniden yüz yüze gelmesiydi. 1960 Aralık ayında 485 kişiden 55'i Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, 1sparta, Manisa, Çorum ve Denizli gibi 33 vilayette mecburi iskâna tabi tutuldular. Bazılarının mah-kemeleri komik gerekçelerle sekiz vilayet dolaştırıldı. 27 Mayısçılar, bu gözaltları ve mecburi iskân’ı, "ağalık, şeyh-lik" düzenine karşıymış gibi yansıttılar. Gerek MBK adına yapılan açıklamalarda, gerekse de gazetelerde yazdırılan yazılarda, sürekli buna vurgu yapıldı. 19 Ekim 1960 tarih-li Öncü Gazetesi'nde Genelkurmay Eski Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın şu sözleri yer alıyordu, "Şarkta, ağa, bey, şeyh denilen 35-40 kadar köye sahip kişiler, derebeylikler hala mevcuttur. (...) Bölgelerinde Türk harfleri ile tedri-sata muhaliftirler. Köylüyü her surette baskı altında tu-tarlar... Köylülerimiz Türklüklerini müdriktirler. Kürtlük propagandası sırf derebeyliklerinin devam edebilmesi için şeyh ve beyler tarafından halka yayılmaktadır." Di-yordu.

105 sayılı Sürgün Yasasının gerekçesinde ise şöyle deniyordu: "Sosyal birtakım reformları yapabilmek, or-taçağın Türkiye'de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yok etmek... Vatandaşın sömü-rülmesine engel olmak gayesiyle bu kanun çıkarılmıştır." Bu sözlere bakılacak olursa, Sivas'taki toplama kampı ve mecburi iskânla, iktidar köylüleri baskı altından kurtar-mak gibi "halkçı" bir iş yapıyor gibi gözüküyordu.

“CHP kendi vekilini ihraç etti”Kampta kalan AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip

Ensarioğlu'nun babası Said Ensarioğlu anlatıyor:Şimdi en kötüsü kadro yirmi günde bir değişiyor-

du. İsim yoklaması her sabah sonra nutuk çekiyorlardı. Kampta enteresan bir durum da vardı. CHP Van Millet-vekili Tevfik Doğuışıker çok enteresan bir milletvekiliydi. Geçmişi oldukça tantanalıydı. Buda bir yüzbaşı ile kavga ediyor, Çok inatçı, çok enteresan bir adamdı. Tabi Kinyas Kartal bunu biliyordu ve takılıyordu,

-"Tevfik sende geldin mi" diyordu. Güya Tevfik İsmet Paşa tarafından çok sevilen onun

gözbebeği olan bir milletvekili. Geldi dedi ki,

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 259

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

-"Abdürezzak Bey, ben sizi eskiden de tanıyorum. İs-met Paşa'nın bizden haberi yok. Ben şimdi ona mektup yazayım, beni kurtarır seni de kurtarır" dedi. Babam dedi ki:

-" Ben İsmet Paşa'dan falan şefkat beklemiyorum. Ben burada ölüme razıyım onun merhametine sığınmam, buna tenezzül de etmem, beni dinlersen sen de etme", "Olur mu Abdürrezak Bey "deyince babam,

-"Benim tanıdığım İsmet Paşa kimseye merhamete gelmemiştir. Tevfik yapma kendini harcıyorsun" dedi. Tevfik Bey bunun üzerine,

-"Sen bilmezsin" dedi ve mektup yazdı. Mektuba da şöyle yazıyor:

-" Paşam, ben burada 300 Demokrat Partili ile berabe-rim. Bunlarla beraber olmak benim kanıma dokunuyor. Haberiniz olsun, en büyük ceza bunlarla beraber olmak-tır." Üç gün sonra Öncü Gazetesi'ni aldık şöyle yazıyordu:

"Tevfik Doğu Işıker CHP'den ihraç edildi" Ondan sonra babam okuyunca "Tevfik gel hele" dedi.

-"Al sana senin İsmet Paşa'n seni kurtaracak adam seni partiden ihraç etti" dedi. Kampta olduğunda hala milletvekilliği devam ediyordu. Fakat cesur bir adamdı. Bir gün bizi beraber Sivas'ta mahkemeye götürdüler. Gö-türürken albay emir verdi bizi götüren subaylara,

-"Bunlar herhangi bir lisanla, herhangi kimselerle si-villerle konuşması kesinlikle yasak. Sivillerle asla, yoksa sizin hakkınızda muamele yaparım" dedi. Gittik mahke-meye hakim soruyor,

-"Adın soyadın" Tevfik Bey omuz silkiyor. "Tahsilin nedir" yine omuz silkiyor, "Sen şöyle bir suçla itham edili-yorsun ifadeni versene" gene omuz silkti.

Hakim bu sefer bizi getiren üsteğmene sordu-"Bu dilsiz mi?"Üsteğmen bunun üzerine "Tevfik Bey niye cevap ver-

miyorsun" , bunun üzerine Tevfik Bey-"Oğlum ben kanun adamıyım. Senin üstün sana emir

vermedi mi, bunlar sivil ben bunlarla nasıl konuşayım." Tevfik Bey ifade vermedi geri gittik.

CHP MİLLETVEKİLİNE: ŞEREFİSİZ BİR SİYASİ MAHKUMSUN

Kampın en gençlerinden Şeyh Said'in torunlarından Abdülillah Fırat anlatıyor:

Aradan bir süre geçti. Haber geldi, Milli Birlik Komitesi’nden (MBK) bir temsilci gelecek, burada siyasi mahkûmlara hitabette bulunacak. Hepimizi askeri şekil-de içtima ettirdiler, bizi yarım hilal şeklinde topladılar. Paşa’da bize hitaben konuşmaya başladı.

‘Ben Tuğgeneral Ata Tan. MBK’ni temsilen burada-yım. Beni bazılarınız bilir. Ben Demokrat Parti’ye karşı mücadele veren İstanbul’da tutuklanan subayların başın-daydım. O zaman ihtilal yapamadık. Ama netice Şerefli Türk Ordusu o gücüne kavuştu, ihtilal yaptık,’ İhtilalin temel amacı şudur, budur diyerek nutuk attı.

Tabi bu arada bazı siyasi mahkûmlar söz aldı. İlk söz alanlardan biri Şeyh Said Hareketi’ne karşı Varto’da devlet güçlerinin yanında yer alan Fero Aşireti’ne mensup CHP Van milletvekili Tevfik Doğuışıker söz aldı;

‘Paşam, ben Vartolu Fero ailesinin lideri konumun-dayım. Şeyh Said kıyamında bizden olmasa idi kesinlikle başarılı olurdu. Biz Atatürk’e en çok hizmet eden bir ai-leyiz. Ben CHP milletvekiliyim beni nasıl tutuklarsınız. Kimsenin haberi yok mudur bizden’ dedi. Tabii hava at-maya başladı. Bunun üzerine paşa bunu çok sert bir şe-kilde haşlayarak,

‘Marş-marş geç yerine. Kim olursan ol. Benim yanım-da şerefsiz bir siyasi mahkûmsun’ diyerek azarladı.

Tevfik Bey milletvekilliğinden önce Van’da hâkimlik sonra avukatlık yapmıştı. Darbe sırasında eski müvekki-linden birini tutuklamışlar. O da karakola gidip ihtilalin asil görevi bu değildir, neden masum insanları tutuklu-yorsunuz? diye sormuş, onlarla kavga etmişler. Onlar da sen misin kavga eden deyip uçağa koydukları gibi Sivas’a göndermişler

Turan Bilgin ve Erzurum Demokrat Parti İl Başkanı Talip Yargılı, Mahmut Tanas’tı. Daha sonra Erzurumlu Gazeteci Rıfat Çakar Bey, Malatyalı Said Çekmegil Şeyh Ali Rıza Efendinin sohbetlerine geldi. Said Çekmegil o dönem çok aşırıydı. Akaid ve mezheplerle ilgili soru-ce-vap şeklinde efendi hazretlerinden çok istifade etti. Hüse-yin Dede çok şerefli bir insandı oda geldi “Evladı-ı Resul” meselesini bayağı konuştular. Komutanlar da akşam gelip Selahaddin Eyyubi ve harp tarihini konuşuyorlardı. Bu sohbetler etkili oldu. Şeyh Ali Rıza Efendi çay tiryakisi idi, efendinin hürmetine çayı serbest bıraktılar, o güne kadar karavanadan yemek yiyorduk, dışarıdan yemek getirmeye izin verdiler. İkinci aydan sonra Şeyh Abdür-rezak Ensarioğlu’da gelip sohbet katıldı. Efendi Hazretle-ri ile Zazaca konuşuyorlardı. Hasan Değer, Zülküf Ağa, Kinyas Bey ve kardeşleri ve diğer şarklı ileri gelenleri devamlı sohbet üyeleri idi. Vanlı Mahmut Ağa, Farisi ve İranla yakınlığı olduğu için, İran’la ilgili Efendi Hazretle-riyle sohbetleşiyordu.

“Cumhuriyet Gazetesi kampa atılma sebebimizdi”Bizi kampa alma sebeplerinin iki büyük etkeni vardı.

Bir, Şeyh Said’in ailesi olmamız ikincisi ise Cumhuriyet Gazetesi’nin o günkü yayınları. Cumhuriyet Gazetesi yaptığı haberlerle bizimle ilgisi olmayan tezviratlarla suç ithamı yapıyordu. Aslı olmayan bu iftiraların tesiri etkin oldu. Birde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Gümüşpala’nın MBK üyelerinin gözünde bir jesti olsun diye bölgesindeki insanları sebepsiz yere tutukladı. Muş ve Bitlis İlleri Gar-nizon Komutanı Raşit Pasin böyle uygulama yapmadı.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU260 |

Tamer KORKMAZCIA ajanı John Perkins'in “Bir Ekonomik Tetikçinin

İtirafları” adlı kitabında şu satırlar yazılı: “Panama Kana-lı ve Amerikan askeri üsleri konusundaki görüşlerinden dolayı Washington çıkarlarının gazabını üzerine çeken Panama Devlet Başkanı Omar Torrijos, 1981 yılında CIA suikastlarının tüm işaretlerini taşıyan bir uçak kazasında hayatını kaybetti.” (Sayfa: 317 ve 318)

***Ülkesindeki Amerikan üslerini kapatan Torrijos'un

başına gelen dramatik hadiseden yirmi iki yıl önce yaşa-nan bir başka sözde uçak “kaza”sına gidiyoruz:

İçinde Başvekil Adnan Menderes ile Türk heyetinin yer aldığı uçak, Londra yakınlarında düştüğünde tak-vimler 17 Şubat 1959 tarihini gösteriyordu. On dört kişi hayatını kaybetmiş, Adnan Menderes ise kurtulmuştu.

ABD ve NATO'ya bağlı Türkiye'deki “Üst Yapı”nın imzasını taşıyan bu “sabotaj” amacına ulaşamamıştı: Menderes'in sağ kurtulduğu haberi derin mahfildeki ba-ronları fevkalade üzmüştü!

Menderes, 1958 yılında ABD-NATO'nun dayattığı “TSK'da Reform” kisvesi altındaki “devasa tasfiye”ye kar-şı çıkmıştır.

ABD'nin, Başvekil'den “Komünizmle Mücadele” için “18-25 yaş arasındaki binlerce gencin örgütlenmesi” ko-nusunda ısrarlı bir talebi daha vardı. Menderes bunu da reddetmişti.

Washington'ın “Ankara, Moskova ile ilişkilerini kes-melidir” şeklindeki keskin dayatmasına itibar etmeyen de Menderes'ti.

Yine 1958 yılında, Washington'ın kanatları altındaki İsrail heyeti Ankara'ya gelip Başvekil Menderes'le saklı tutulan bir görüşme yapmıştı!

Türkiye ile İsrail arasında “50 yıllık” gizli stratejik an-laşmanın taslağını imzalaması için Başvekil'e yoğun bas-kı yapılmış; buna mukabil, Menderes “böyle bir anlaş-mayı kabul etmesinin asla mümkün olmadığını” David Ben Gurion (o dönemde başbakan) öncülüğündeki İsrail heyetinin yüzüne söylemiştir!

***Gerek TSK'dan 7200 subayın tasfiyesi, gerekse İsrail'le

gizli anlaşma; 27 Mayıs Darbesi'nden hemen sonra haya-ta geçirildi!

Tam bu noktada, önemli bir ayrıntı var:-İsrail'le gizli anlaşma 1958'den itibaren geçerli sayıl-

mıştır.2008'de sona eren işbu “anlaşma”nın yenilenmesine

karşı çıkan Ankara ile Tel Aviv arasındaki ilişkiler 2009 yılı başında “One Minute” noktasına gelmiştir!

Bu vesileyle, İsrail'e ait savaş uçaklarının başta Kon-ya'daki tatbikat olmak üzere “Türkiye'nin hava sahasında bulunmasının yasaklandığını” hatırlıyoruz!

***Damardan 27 Mayıs'çı Yalçın Küçük, “Çöküş” adı

kitabında “Gizli Tarih”i kasten ters yüz etmek suretiyle şunları yazıyor:

“İsrael'in kurucusu Ben Gurion 1958 yılında Ankara'ya gelip Menderes'le gizli bir antlaşma imzala-mıştı. (…)

Bu gizli antlaşma 29-30 Ağustos 1958 tarihindedir. O kadar gizlidir ki, Menderes ile Ben Gurion arasındaki yemek servisine de ihtiyaç olmuştu ve bazı güvenilir dip-lomatlar garsonluk yapıyorlardı…”

***Amerikancı darbenin bahsi ne zaman geçse…Yalçın Küçük “27 Mayıs 1960 gençlik hareketidir.

Onun sonucudur” diyerek sihirbazlığa, göz bağcılığa başvuruyor. Böylelikle, darbenin arka planındaki Türki-ye'deki Gladio'nun üzerini örtüyor!

İsrail'le gizli anlaşmayı Adnan Menderes'in imzaladı-ğı yalanını ısrarla yazması da “Menderes için, bir de İsrail bahsinde menfi kanaat oluşturmaya” çalışmakla alakalı-dır.

Böylelikle, Menderes'i idam edenlerin “dış bağlantıla-rını” ve Haçlı Siyonist İttifakı'nın “emir eri” olduklarına dair hakikati de hasıraltı etmiş oluyor!

***27 Mayıs 1960 darbesinin öncesinde “zemin oluştur-

maya ayarlı” öğrenci hareketlerinin başını çeken gençler-den birisiydi, Mister Küçük!

Bu konumuyla her fırsatta övünen Küçük'ün o dö-nemdeki “ekip” arkadaşları arasında Can Kıraç da vardır:

27 Mayıs'çı Can mı, İnan Kıraç'ın ağabeyidir.İnan Kıraç, Vehbi Koch'un damadıdır.

***Yalçın Küçük, Silivri Cezaevi'nde iken Aydınlık gaze-

tesinin “Kitap” ekine verdiği röportajda şöyle diyordu:“Yıllardır, 27 Mayıs'ı yapanlardanım diyorum…Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde 27 Mayıs her

zaman yapılır!” (24 Mayıs 2013)***

27 Mayıs Darbesi'nin temel hedefi, Adnan Menderes'ti.

“İnfaz edilmesi” için “Üst Yapı”da karar alınmıştır!Sözde uçak “kaza”sından sağ kurtulduğu için 27 Ma-

yıs 1960 darbesini yaptılar. Sonra da idam ettiler.İdam edilmeden evvel, Menderes çeşitli işkencelere

maruz kaldı:Bu işkencelerin en dramatik olanı, hala daha gün ışı-

ğına çıkmış değildir!Amerikan derin devleti ile onun Türkiye'deki asker ve

sivil bütün piyonlarının gaddarlığı, zalimliği akla ziyan boyutlardaydı.

BAŞVEKİL’İN HAYATTA KALMASINA KİMLER ÜZÜLMÜŞTÜ?

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 261

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Abdülaziz TANTİKBatı dışı toplumlarda demokrasinin yerleşmesi

hep bir sorunlu olmuştur. Bu sorunun ana sebebi ise batı dışı olmak ve bu yüzden de demokrasinin o top-lumlar için lüks sayılmasıdır. Temel mesele ise batı dışı toplumların sürekli batılılaşma yönünde hep bir sosyal ve siyasal mühendisliklere maruz kalmaları-dır.

Türkiye ise kendi mevcudiyetini muhafaza adı-na ciddi bazı ödünler vermekle birlikte tarihsel se-yir açısından da en uzun zaman dilimini toplumsal mühendisliğe açık hale getirmekle ödedi. Cumhuri-yetin kurulması ve hilafetin kaldırılması, saltanatın lağv edilmesi, hukukun değiştirilmesi, Latin alfabeye geçiş, kılık kıyafetin düzenlenmesi vesaire gibi top-lumun temel kodlarının yeniden düzenlenmesi tam olarak yüz yıl gibi uzun bir zaman diliminin kayıp olmasını sağladı. Son on yılda ve son bir yılda ya-şadıklarımızı da hesaba kattığımızda nasıl bir siyasi ve toplumsal mühendislikle karşı karşıya kaldığımızı anlamlandırmış oluruz.

İkinci dünya savaşı sonrası siyasal şartların de-ğişmesi ve Türkiye’nin yörüngesini batıya dönmesi sonucu çoğulcu demokrasiye, çok partili siyasal sis-teme dönüş sağlanmış oldu. Aslında daha cumhu-riyetin ilk yıllarında bu çok partili sistem denenmiş ama halk tarafından büyük bir desteğin görülmesi üzerine behemehâl yasaklanmış ve partiler kapa-tılma zorunda bırakılmıştır. Bu süreç bize halk ile cumhuriyetin kurulması arasındaki bağın zayıflığı-nı gösteriyor. Yani tepeden laikleştirme ve dinden uzaklaştırma bir türlü halka sirayet ettirilememiş ve bunu başka yöntemlerle yapmanın imkânı hep araş-tırıla gelmiştir.

Çok partili sistem ve CHP’den ayrılan Celal Ba-yar, Adnan Menderes ve arkadaşları yeni bir parti kurmuşlar ve yeni bir tüzükle halkın karşısına çıkma cesareti göstermişlerdir. Bu durumu bizzat sistemin kendisi kabullenmiş ve yenilgiyi de peşinen benim-semiştir. Çünkü CHP ondan sonra Ecevit dönemin-de kısa bir süre iki kez iktidarı görebilmiş ve ondan sonra ise bir daha iktidar yüzü görememiştir. Bu, CHP zihniyetinin halkla nasıl bir kopukluk yaşadı-ğını ve cumhuriyet elitlerinin sahip olduğu yaklaşım ile halkın temel değerlerinin uyuşmadığını gösteren en büyük delildir.

Demokrat Partiyi bu kadar halka yaklaştıran şey neydi? Önemli adımların bir kısmının CHP döne-minde atıldığını biliyoruz. Ama halkın karşısına çı-

kıp biz Ezan-ı Muhammedi’yi Türkçeden Arapçaya yeniden döndüreceğiz, sizin dininizle, ahlakınızla bir sorunumuz yok demeleri destek açısından yet-miştir. Bir sembol olarak kabul görmüş Ezan’ın asli konumuna irca edilmesi büyük bir baskı olarak be-timlenen durumun yumuşadığını göstermesi nokta-sında anlamlı bir olaydır. Ve halk bu anlama binaen desteğini esirgeme konusunda bir zaaf göstermemiş-tir. Ama Müslümanlık meselesi olarak bir değerlen-dirme yapıldığında daha ilk adımı bile mevcuda gel-memiştir. Hemen şimdi şu tespiti de eklemekte yarar var: Türkiye’de sistem, Müslümanlıkla ilişkiyi değer-lendirirken hep kendi yararını gözetmiş ve sahici bir dini yaklaşım göstermemiştir. Halen de bu çerçeve geçerliliğini korumaktadır…

Türk Demokrasi tarihi açısından Menderes ve arkadaşlarının liberal politikalara yönelmesi ve yö-nünü batıya döndürerek halka rahat nefes aldırma-yı başardığı tezi bir noktaya kadar doğrudur. Kapalı bir sistemden daha açık bir sisteme yönelmeyi bir politik adım olarak benimsemiş ve bunun bedelini idam sehpasına çıkarılarak ödettirilmiştir. Ama ne garip bir durum ki o kadar siyasal desteğe rağmen halk idama karşı siyasal bir duruş gösterememiş ve üç arkadaşı ile birlikte demokrasi şehitleri kervanına katılmışlardır.

Adnan Menderes ve arkadaşlarının kurduğu De-mokrat Parti demokrasi tarihi açısından beyaz bir sayfadır. Ayrıca toplumun üzerindeki baskıyı, kara-

BEYAZ İHTİLAL VE DEMOKRASİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU262 |

basanı hafifleten bir adımı da içermektedir. Zaten bu yüzdende girdiği her seçimde yeterli desteği sağla-mış ve iktidarı muhafaza etmekte başarılı olmuştur. Ama işin bir başka yönü de bulunmaktadır. Bu da Türkiye Cumhuriyetinin oluşturulan baskı ile batılı anlamda bir demokrasiyi inşa edemediği ve halkın demokratik değerlerle barışık bir yaşamı içselleş-tirmediği gerçeğidir. Ayrıca devletin bekası sorunu yüzünden batıya yanaşmaktan başka çare kalmamış, Rusya sıcak denizlere inme çabaları yüzünden Tür-kiye için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamış ve sı-ğınılabilecek yegâne zemin batılı ülkeler ve demok-rasileri olmuştur. İşte siyasal sistemin kendi dinamik unsurları ile demokrasiye geçişi yerine alınan elit bir kararla çoklu siyasal sisteme entegre olmaya çalışıl-mıştır. Bu gerçeği unutmamak gerekir.

Ayrıca ikinci dünya savaşı sonrası İslam Coğraf-yasındaki ülkeler kendi bağımsızlıklarını elde etmeye başlamış ve hangi sisteme entegre olacakları sorunu-nu yanı başında bulmuşlardır. İslam Coğrafyasında-ki yeni ülkelere bir rol model gerekliydi bunu en iyi gerçekleştirmeye aday ülke ise hem siyasi geçmişi ve hilafetin son merkezi olması hem de her ülkeyle yönetsel bir bağa sahip olması yüzünden Türkiye ol-muştur. Bu yüzden Türkiye’de demokrasiye geçiş ve çoklu parti rejimine yönelme bu siyasal gelişmelerle

ilintili değerlendirilmeyi hak etmektedir. Ayrıca bu demokrasi tarihi aynı zamanda ülkenin sekülerleş-me tarihi ile de at başı birlikte gitmektedir.

Peki, o zaman niçin demokrasiyi kesintiye uğra-tacak bir darbeyi öngördü cumhuriyet elitleri? As-lında bu sorunun cevabı bize demokrasi tarihimizin üzerinde durduğu zemini de aydınlatacaktır zaten…

Demokrasi ile birlikte halk siyasi sisteme girme-ye başladı. Ahali, çarıklı çapulcular, siyasal arenaya çıkarak aydınlara seçimde fark atmaya başladılar. Ahali siyasi sisteme girince doğal olarak onların ken-di yaşantıları ve ahlaki kaygıları da devreye girmeye başladı. Bu ahali kahır ekseriyeti ile Müslüman’dı. Ve elit tabakanın hiç istemediği görüntüler, tam da si-yasal yasaklı olan halkın arenasına dönüştü. Ağalar, Şeyhler yeniden Millet Meclisine girmeye, belediye başkanı olmaya, İl Başkanı olup Vali ile Kaymakam ile muhatap olmaya ve onların çocuklarının bürok-rasiye yönelmesine sebep oldu. Bu cumhuriyet elit-leri için kabul edilemez bir şeydi. Halk evleri arayışı tamda bu çerçevede istenilen halkın yeniden kurgu-lanması denemesiydi. Yani sancılı bir süreçti… Bir taraftan Avrupa demokrasiyi istiyor. Diğer taraftan ise demokrasi istenilmeyen halkın siyasal sürece müdahil olmasını sağlıyor. İşte bu çelişki ihtilalın ye-terli nedenini oluşturmaktadır.

Menderes ve arkadaşları bütün bu mülahazalara rağmen yine de ülke adına doğru işleri de yapmışlar. Ve bu ülkede Müslümanlığın yeniden tarih sahne-sine çıkışının yolunu kolaylaştırmışlardır. Tek parti döneminin baskıcı tutumunu geriletmişler ve halkın kendi gücünü keşfetmesini sağlayarak bir taraftan li-beral tutumların zemin kazanmasını sağlarken diğer taraftan da halkın kendi değerlerine yaslanarak var-lık sahasına çıkışının mümkün ve meşru zeminini de belirginleştirmişlerdir. Sırf bu yüzden onlara dua etmek ve onların tarihsel değerlerini teslim etmek bir vecibedir. İşte belki de ‘beyaz ihtilal’ cumhuriyet elitlerinin zihni tasallutlarını kardığı için bir hakkın teslimi açısından Menderes ve Demokrat Partiye iza-fe edilebilir. Türk Demokrasi tarihi açısından da ba-şarılı olabilmiş bir hareketi inşa ettikleri için ayrıca bir değer olarak tesmiye edilmelidirler. Türkiye’nin sekülerleşme tarihinin halk ayağını oluşturdukları gibi dine dönüşün de teminatını oluşturduklarını söylemekte yarar var.

Demokrat Parti dönemi bu ülkede yaşayan halkın kendi değerleri ile barışık olarak yaşabilme ve ulus-lar arenasında varlık kazanabileceklerini göstermesi açısından her türlü övgüyü hak etmektedir. Mende-res ve arkadaşlarına rahmet diliyor ve onların ruhla-rının af ve mağfiretle şad olmalarını dilerim…

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 263

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Servet HOCAOĞULLARIBursa Büyükşehir Belediyesi

Kültür Müdürlüğü Genel Koordinatörü

Sistem tartışmaları ülkemizde “yeni” değil; yüz elli yılı aşkındır “sistem tartışmaları” dışına çıkamadığımız gibi “ Türkiye sistemini buldu!” tonunda bir çözüm de üretebilmiş değiliz. Kuşkusuz sistem krizinin sebeple-rinden çok sonuçlarına odaklandığımız için de “Ana-yasa-Darbe-Seçim Sistemi” kısır döngüsünde gidilen seçimlerin “Tek başına iktidar mı? Koalisyon mu?” ge-riliminde toplumsal çatışmaya kaynaklık ettiğini tespit ediyoruz.

Nitekim “istikrar ve demokrasi” talebinde toplum-sal mutabakat olmasına rağmen; siyasi partilerin ya-pısındaki ideolojik doku ve devletin değişimi toplum adına önceleyerek uluslararası standartlarda sistem işletmedeki başarısızlığı “istikrar ve demokrasi için sistem değişmeli” tekliflerini gündeme taşımıştır. Özel-likle “Başkanlık Sistemi” önerisinde yüzyılı aşkındır yürürlükte olan Parlamenter Sistem sorunların kayna-ğı olarak gösterilmektedir.

Milli genlerinde ve devlet hafızasında “sistem tartış-maları” yapmaya alışık olmayan halkımızın, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra; Kurtuluş sa-vaşı sonrası kurulan Cumhuriyetin kurucu liderliğini yapan Gazi Mustafa Kemal’in şahsında “Karizmatik Li-derle Geleceğe Yürüyoruz” öz güveni, Başbakan Adnan Menderesin asılmasıyla adeta umutsuzca çökmüştür. Ancak bu umutsuzluğun içinde devlete karşı gelişen hayal kırıklığı içten içe “sistem tartışılabilir!” kültürü-nü de beslemiştir. Nitekim merhum Turgut Özal bu damardan beslenerek ve kendisini merhum Adanan Menderes’in siyasi çizgisinin devamı olarak göstere-rek sistem noktasında “Başkanlık Sistemi ülkemizin aradığı sistemdir!” diyebilecek kadar “sistem sadece tartışılabilir değil; aynı zaman da aşıla da bilir!” mesajı verebilmiştir.

Turgut Özal siyasi hayatı boyunca verdiği mesaj-ların iki psikolojik eşiği aşamadığını acı tecrübeler-le görmüş ve hayalindeki Türkiye’yi göremeden vefat etmiştir. Birincisi halk, değişimi ve gelecekle ilgili ka-rarları hep devletten beklediği için; istikrar, demokra-si ve sistem konusunda inisiyatif alan bir kolektif akla sahip değildi; ikincisi devleti işleten sistem vesayetçi, jakoben, toplum mühendisliği yapan bir oligarşik bü-rokrasi üzerine oturduğu için direnç gösteriyordu. Bu nedenle sistem tartışmaları Özal döneminde toplumsal katılımla yol alamadı ve sadece akademisyen-bürokrat analizlerinden oluşan “medyatik gündem” ile sınır-lı kaldı. Zaten Özal’ın vefatı ile de sistem tartışmaları uzun süre gündem dışı kaldı. Yer yer Cumhurbaşkanlı-ğı döneminde Süleyman Demirel’in hatırlatmaları olsa da; medyatik etki bile yapmadı.

Fakat Türkiye’de darbeler, terör, ideolojik kamplaş-malar, koalisyonlar, istikrarsız devlet yönetimi hiç du-rulmadan devam etti. Öyle ki, artık halk, adı ne konur-sa konsun; bu sürecin bitmesini istedi ve kararlılığını Recep Tayyip Erdoğan’ın kurucu liderliğini yaptığı Ak Parti’yi genelde ve yerelde on üç yıl boyunca birinci ve tek başına iktidar partisi kılarak “değişim ve huzur isti-yorum” demekte ısrar etti. Bu ısrarının da meyvelerini toplamaya başladı: Türkiye “Eski Türkiye” olmaktan “Yeni Türkiye” ye yol almaya başladı.

Recep Tayyip Erdoğan bu değişim-huzur beklen-tisine makro ölçekte iki karşılık verdi: 2023 Vizyonu: Yeni Türkiye ve Başkanlık Sistemi Cumhuriyetin kuru-luşunun yüzüncü yılında “Yeni Türkiye” ve “Başkanlık Sistemi” modelini öngörmek ve bu hedefe yönelik milli iradeyi hazırlamak başlı başına bir mesajlar zinciri kur-maktı. Öyle ki, bu zincirin halkalarından biri, Adnan Menderes - Turgut Özal mirasını da kapsayan “istikrar ve demokrasi ülkesi Türkiye” iken; bir diğer halka da “Çözüm süreci” etiketiyle “Milli Birlik ve Kardeşlik” misyonuyla terörü bitirip, Büyük ve güçlü Türkiye için “Tek Millet-Tek Vatan-Tek Bayrak-Tek Devlet” şiarı idi. Kuşkusuz bu mesajlar zincirinin nadide elması “Baş-kanlık Sistemi” idi ve Erdoğan bu gerdanlığı ülkesinin boynuna takmayı kendi boynunun borcu sayıyordu.

Recep Tayyip Erdoğan 2004 yılından itibaren her fırsatta sistem değişimini ve Başkanlık sistemini ka-muoyunun ilgisine sundu ve “Türk usulü bir Başkanlık sistemi mümkün; tartışılsın!” istedi. Muhalefet de her fırsatta “Başkanlık sistemi Türkiye için tehlikelidir; ka-bul edilemez!” temposu tuttu; öyle ki son yıllarda “Seni Başkan yaptırmayacağız!” diye sistem tartışmalarını Erdoğan’ın şahsında mücessemleştirdi ve kitledi.

TÜRKİYE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇEBİLİR Mİ?

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU264 |

Sonuç; Özal dönemindeki gibi iki psikolojik eşik devreye girdi: halk, değişimi ve gelecekle ilgili karar-ları hep devletten beklediği için; istikrar, demokrasi ve sistem konusunda inisiyatif alan bir kolektif akla sahip olmadığını tekrarladı; ikincisi devleti işleten sistem vesayetçi, jakoben, toplum mühendisliği yapan bir oli-garşik bürokrasi üzerine oturduğu için ve bu konuda AK Parti büyük mesafeler alamadığı için; aynı direnç sürdü.

Halk haklı bir gerekçe ileri sürdü: “Başkanlık Sis-temi bana anlatılmadı”. Fakat gerekçesine tipik tepki notunu eklemeyi unutmadı: “ Anlamasam da; Dev-let uygun görüyorsa referandumla bana gelsin ben de “Evet” mührünü basayım!...”. Doğrusu halkına bir şey anlatmadan “Devletine Güven!” geleneğini işleteceği görülen Erdoğan’ın bunu referanduma taşıma planı var. Ancak sistem değişikliği, devlet yapısında büyük yasal reformlar gerektirdiği ve kurumsal doku yeniden dizayn edileceği için tartışmalar durulmayacaktır. Bu-nun anlamı şudur: sistem iki psikolojik eşiği aşamaya bilir…

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi sistem değişimi açısından bir “aşama” dır. Ancak sistemin toplumsal kabulü, halkın katılımına, devlet dokusuna uygunluğu da “Anayasa” nın sivilleşmesine bağlıdır. Bu neden-le sistem değişimi ve özelde Başkanlık sistemine ge-çiş için mevcut iki psikolojik eşiğin geçilmesi için iki önemli strateji geliştirilmeli ve uygulanmalıdır:

Birinci strateji; her şeyi devletten bekleyen, özellikle

sistem değişimini tamamen “büyükler düşünür!” kül-türüyle başkasına havale eden halk kültürünü katılımcı demokrasi, etkin özgürlük düzeyine çıkarmak.

İkinci strateji; bireylerin yetenek, performans, pro-je üretmesi durumunda yürümesini kolaylaştıran, yükselmesini teşvik eden “kurumsal istikrar” yapısını hakim kılarak; partizanlık esaslı “güçler hiyerarşisi”ne son vermek. Yani ehliyetsiz kişilerin devlet hiyerarşisi-ne güç aracılığıyla yerleşmesinin önünü hem yasal hem de kurumsallaşarak sonlandırmak.

Bu bağlamda; sistem değişimi ve Başkanlık sistemi-nin gelebilmesi için; yukarıdaki stratejilerin geliştiril-miş ve buna bağlı planların, programların işlevselleş-tirilmesi zorunludur. Peki, Menderes, Özal ve Erdoğan dönemlerinde bu stratejilere ilişkin süreçler oluşmuş mudur; varsa eğer bugün gelinen nokta nedir? diye düşündüğümüzde bir gerçekle yüzleşmek durumun-dayız: Milli irade, iradesini siyasi partilere vekaleten vermiş ve milli oluşunu ise devlete emanet bırakmış-tır. Zaten bizim Parlamenter sistemden anladığımız ve uygulamamız da bu olmuştur. Bedelini de yüz yıldır ödüyoruz.

Unutulmamalıdır ki, her şeyi devletten beklemek ve kurumsal istikrar yerine güç hiyerarşisi işletmek sade-ce geçmişimizi acılarla doldurmaz; geleceğimizi de ağır bedeller ödeyeceğimiz adil olmayan ve aydınlık kalma-yan bir krize mahkum eder.

Öyleyse, sistem değişimi şart ve Başkanlık sistemini konuşmalıyız. Tabi psikolojik eşikleri aşmışsak!

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 265

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Şevket TANDOĞAN Türk siyasî tarihinin sembol isimlerinden ve de-

mokrasi mücâdelesiyle milletin gönlünde efsâneleşmiş merhum Başbakan Adnan Menderes’in millete hizmet yolunda dev adımlarla ilerlerken darbe sonucu, idam-la biten hayat serüveni, yıllardır birçok yönüyle yazıl-mış, konuşulmuş ve paylaşılmıştır. Kitaplar, belgeseller, filmler, makaleler yayınlanmıştır.

Biz, idamının 55.yılında, yakın tarihimize bir nebze olsun ışık tutmak amacıyla, Menderes’in bilinmeyen ya da çok az bilinen bir yönünü gün ışığına çıkarmak istiyoruz. Böylece hem yanlış önyargılar kırılacak, hem de saklı kalmış bazı gerçekler ortaya çıkarak, gelecek nesillere sağlam bilgiler sunulmuş olacaktır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Menderes öncesi tek partili otoriter yönetim dönemlerinde, batıya yaran-mak için devrimler adına milletin maddî-mânevî de-ğerleri tahrip edilmiş, dînî eğitim yasaklanmış, Ezan Türkçeye çevrilmişti. Ayasofya ibadete kapatılmış, dindarlar sindirilmiş, İslam âlimleri, müderrisler kötü muamele ve zulüme uğratılmışlardı.

Millete tepeden bakan baskıcı ve zalim bir yöne-timin, halkı köle gibi ezdiği karanlık ve umutsuz bir hengâmede 1950 yılında, Merhum Menderes ve arka-daşları iktidara gelmişti. Ancak eskinin tortusu oligar-şik bürokrasi, akademik çevreler ve asker, İsmet İnönü zihniyetinin etkisindeydi. Ayrıca Menderes’in Demok-rat Partisi içinde eski dönemin kalıntıları da mevcuttu. Menderes bunlardan çok muzdarip idi.

İyi bir eğitim almış ve Osmanlı terbiyesi ile yetişmiş bulunan Merhum Adnan Menderes, iktidara gelir gel-mez, bu sıkıntı ve zorlukları göğüsleyerek, ilk iş olarak Kur’an eğitimini serbest bırakmış, Ezan aslına uygun olarak ALLAHÜ-EKBER, ALLAHÜ-EKBER'li orijinal şekliyle okunmaya başlanmıştı. Millî iradeye ve halkın inancına büyük değer veren Menderes, YETER! SÖZ MİLLETİNDİR. Derken, aynı zamanda milletin kökle-rine Osmanlı Hanedanına sahip çıkıyor, onları ülkeye getiriyordu.

Tek parti döneminin baskı ve zulmüne maruz kal-mış çilekeş halk kitleleri, Menderes’in icraatıyla huzur ve refaha kavuşurken, sırf Kur’an öğrettiği için em-niyetin işkence odalarında, tabutluklarda ölüme ter-kedilmiş bir âlim ve müderris olan Süleyman Efendi Hazretleri de onun muvaffakıyeti için dua ediyordu. Üstazın talebelerinden Ödemiş’li Ziya SUNGUROĞ-LU, Bozkır’lı Mehmet SARIKAYA ve Nizamettin TOP-ÇU nun ortaklaşa kaydettikleri vaaz notlarına göre, bir ramazan günü NURUOSMANİYE CAMİİNDE (Vettîni) süresinden bahsettiği vaazında Süleyman

Efendi şöyle dua etmiştir:“Ya ilahel-alemîn! Asırlardır üzerinde Ezan-ı

Muhammedî’nin okuna geldiği bu topraklarda, bil’âhare konan yasağı kaldırarak, Ezanımızın yeniden ALLAHÜ EKBER tekbirleri ile arşa kadar yükselmesi-ne vesile olan Menderes kulundan bizler cemaat olarak razıyız, Rahmet-i azîminle sen de ondan razı ol ya Rab.

Ya ilahel-alemîn! Bu kahraman milletin refahı için gece gündüz durmadan koşan Menderes kuluna, hayra matuf bilcümle faaliyetlerinde nusret ve muzafferiyet-ler, çalışmalarında gayret ve muvaffakıyetler, vücutları-na dahi sıhhat ve afiyetler ihsan eyle ya Rab.

Ya ilahel-alemîn! Din ve dünya işlerinde, millet ve memleket menfaatına, daha pek çok faideli hizmet ve tasarruflarda bulunması için, Menderes kulunu iktida-rında muvaffak, icraatında dahi muzaffer eyle ya Rab.

Ya ilahel-alemîn! Bu güne kadar Müslüman Türk halkının talep ve arzuları istikametinde kullanmaya fır-sat bulamadığı,elindeki imkân ve salahiyetleri, bu aziz milletin necatına, bahusus ümmet-i Muhammed’in fe-lahına vesile olacak şekilde kullanması için, Menderes kulunun kuvve-i akliyelerine feraset-i sahîhalar, latîfe-i kalbilerine dahi himmet-i azimeler ikram eyle ya Rab. Amin...

ADNAN MENDERES VE SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HOCAEFENDİ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU266 |

Vel-hamdü lillahi rabbi-l alemin. Vessalatü vesse-lamü alâ seyyidina Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn”

Menderes döneminde, Cezayir’in sömürgeci Fran-sızlardan kurtuluş mücadelesi devam ediyordu. Ba-ğımsızlık ve özgürlük mücadelesi veren Cezayir’li Müslümanlar, Fransız tankları altında eziliyor, binler-cesi şehit oluyordu. Ne yazık ki, Türkiye akıl almaz bir politika güderek Birleşmiş Milletler’de Fransa’yı destek-liyordu. Halbuki, kurtuluş savaşımızda zor günlerimiz-de Cezayir’li Müslüman kardeşlerimiz, varını yoğunu toplayıp Türk ordusuna yardım için göndermişlerdi.

Süleyman Efendi Hazretleri vaazlarında hükümete Cezayir konusunda tavsiyelerde bulunuyor, Cezayir’in uğradığı Fransız mezalimini lâ’netliyor ve “Allah bu din kardeşlerimize zulüm yapan Fransızları inşallah kahreder” diyerek dualar ediyordu. O günkü hüküme-tin bu yanlış dış politikası, hariciyedeki monşerlerin Menderes’e rağmen uyguladıkları bir aymazlıktır. Sü-leyman Efendi de Menderes’in by-pas edildiğinin far-kındadır.

Bu olaylara dâir aydınlatıcı bilgiyi, Menderes dö-neminin canlı şahitlerinden, o zamanki Denizli Mil-letvekili ve ünlü Tahkikat Komisyonu Başkanı mer-hum Ahmet Hamdi Sancar bizlere anlatmıştı. Yassıada

mahkemesinde idama mahkûm olan ve yıllarca hapis yattıktan sonra, af neticesinde çıkıp 1977 seçimlerin-de tekrar Denizli Milletvekili seçilen bu değerli hukuk adamı dostumuzun TBMM bahçesinde anlattıkları ay-nen:

“A.Menderes başkanlığında bakanlar kurulu top-lantılarının birinde, Menderes acele olarak Cumhur-başkanı Celal Bayar tarafından köşke çağırıldığı haberi verilmişti.

Hemen köşke çıkan merhum Menderes, bir müddet sonra toplantıya dönmüştü. Ama rengi atmış, sinirleri gergin ve morali bozuk olduğu her halinden belli idi. Söze başlayarak bakanlar kuruluna şöyle seslendi:

“Muhterem arkadaşlar, şimdi beni iyi dinleyin! İs-tanbul Sultanahmet camiinde Süleyman Efendi vaaz etmiş ve Cezayir’deki Müslümanların, Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesinde sıkıntılarını dile getirerek, onlara yardım babında Hükümete bazı tavsiyelerde bulunmuş. Muhterem arkadaşlar! Bir Hoca Efendi de kendi görüş ve kanaatini ifade edip bir temennide bu-lunabilir. Ama Cumhurbaşkanı şimdi benden onun derhal tutuklanmasını ve şiddetle cezalandırılmasını istiyor”

“Peki arkadaşlar! Biz bu millete, sizin inançlarınıza saygılı olacağız, din hürriyeti vereceğiz diyerek oy iste-medik mi? Biz iktidara böyle gelmedik mi? Şimdi çıkıp o muhterem Hocayı tutuklar, vaazdan men edersek, peki sonra hangi yüzle gidip milletten oy isteyeceğiz?”

Merhum A.Hamdi Sancar bu tarihî olayı şöyle ta-mamlamıştır:

“Menderes çok hüzünlü ve âdeta ağlar gibi konuşu-yordu. Bütün bakanlar sanki donup kalmıştı. Hepsinin de, Başbakan’ın bu üzüntüsüne katıldıkları yüzlerinden okunuyordu. İçlerinden birçoğu söz alıp heyecanlı ko-nuşmalar yaptılar. Özeti şöyle idi: “Sayın Başbakan’ım! Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın, bizler her hususta bü-tün varlığımızla sizin yanınızdayız. Bu millet inançla-rına bağlı bir millettir. Milletimizin arzularına ters dü-şemeyiz”

A.Hamdi Sancar şunları da beyan etmiştir:“Menderes ile Celal Bayar arasında İslam ve inanç

noktasında, tahmin edilemeyecek kadar farklar vardı. Eğer Bayar’ın buna benzer muhalefetleri olmasaydı, Menderes’in bu memlekette din ve millet yararına çok daha verimli adımlar atacağından asla şüphe edilemez-di. Ayrıca Menderes, partideki din muhalifi Milletve-killerinden de çok yakınırdı”

Süleyman Efendi Hazretleri ile Adnan Menderes arasında sevgi bağı bulunduğu açıktır. Hatta İstanbul Sirkeci semtindeki Konyalı Lezzet Lokantasında bulu-şup yemek yediklerine dair rivayetler vardır. Zamanı gelince inşallah bunları ve diğer çok önemli bilgi ve belgeleri paylaşacağım. Her ikisinin de ruhları şad ol-sun.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 267

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Salih Zeki ÇAVDAROĞLUMayıs ayı, yakın siyasi tarihimiz içinde iki ayrı

olayın yıldönümlerini barındırıyor. Bunlardan biri 14 Mayıs 1950, diğeri ise 27 Mayıs 1960… Mende-res İktidara geldikten sonra, ilk icraatı 16 senedir Türkçe okunan “ezan”ın , halktan gelen talep üze-rine, yeniden orijinal dili ile okunmasını sağlar. Buna dair kanunu TBMM’nden, muhalefet partisi olan CHP’li milletvekillerinin de verdiği destekle oybirliğiyle çıkarır… DP İktidarının ilk günlerinde, Devlet Operası’nın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnö-nü için öteden beri uygulamakta olduğu özel koltuk rezervasyonu kaldırılır…

Mayıs ayı, yakın siyasi tarihimiz içinde iki ayrı olayın yıldönümlerini barındırıyor.

Bunlardan biri 14 Mayıs 1950, diğeri ise 27 Ma-yıs 1960. Ne acıdır ki bu iki tarihin de bireysel ve kurumsal aktörleri aynı isimler; Adnan Menderes ve Demokrat Parti.

Birincisinde halkın 27 senelik tek parti rejimine “ Yeter Söz Milletindir ” diyerek son vererek, iktida-ra getirdiği bir partiyi, aradan tam 10 sene geçtikten sonra, bu kere ordu içinde bir cunta eliyle devirip, başta bu partinin lideri olmak üzere, iki bakanını da darağacına götürecek süreç başlatılacaktı.

1950 yılına gelindiğinde, Türkiye, 1923’ den beri yakın geçmişi ile bağlantısını kesmiş, Osmanlı dö-nemini hiç yaşanmamış bir olgu olarak kabul etmiş ve toplumun hâfızasından kazınması için elinden geleni yapmıştı. Ancak aradan daha yarım asırlık bir zaman bile geçmemişti. O dönemleri yaşamış büyük bir kitle hayattaydı ve geçmişin izleri acı da olsa henüz dün gibi hafızalarındaydı.

DP’nin iktidarıyla birlikte:“…devletin ekonomik,sosyal ve kültürel siyase-

tinde önemli değişiklikler meydana geldi. Ülkede yaygınlaşan liberal ortamda Türk aydınları Osman-lı tarihine daha tarafsız bir gözle baktılar. İstanbul’ un fethinin 500. yıldönümünün 1953 Mayıs’ında törenlerle kutlanması, Cumhuriyet’ in Osmanlılık ile barıştığının göstergesi…”1 olacaktı.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, özellikle 1945’ e kadar, projelendirilmiş “inkılâp” ların gerçekleş-tirilmesi için ister istemez toplumun “özgürlük”leri oldukça kısıtlanmıştı. Bu yüzden bir takım emri-1 Orhan OKAY,”Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”,Osmanlı Medeniyeti

Tarihi,Zaman Gazetesi Yayınları,İstanbul/1999,C.1,s.196

vakilerle rahatsız olmuş olan toplum, 1950’lere ge-lindiğinde, dünya konjonktürünün sağladığı açılım sonucunda, çok partili rejime geçilmesiyle tercihini yapacaktır. Tabii ki toplumun tercihi, kendisinin ta-leplerini seslendiren siyasi hareketi, mevcut “Millî Şef” iktidarına karşı olacaktı.

Cumhuriyet ideolojisinin ana ekseni olan “…ba-tılılaşma, 1950’ lere kadar, biraz da tek parti devrinin resmî görüşüyle hep olumlu taraflarıyla değerlendi-rilmiştir. O tarihten günümüze, bu görüşe tepki ola-rak Batılılaşma, aşırı bir şekilde yerilmiştir….”2

Menderes İktidara geldikten sonra, ilk icraatı 16 senedir Türkçe okunan “ezan”ın , halktan gelen talep üzerine, yeniden orijinal dili ile okunmasını sağlar. Buna dair kanunu TBMM’nden, muhalefet partisi olan CHP’li milletvekillerinin de verdiği des-tekle oybirliğiyle çıkarır.

Sonrasında siyaset, ekonomi ve kültürde peş peşe son derecede liberal kararlar alır.

2 Orhan OKAY,”Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”,Osmanlı Medeniyeti Tarihi,Zaman Gazetesi Yayınları,İstanbul/1999,C.1,s.196

ADNAN MENDERES DÖNEMİNDE MÜZİK...

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU268 |

On sene sürecek iktidar döneminde, 1934’ den bu yana devlet eliyle başta öğretim ve yayın yasağı olmak üzere, çeşitli vesilelerle önüne engeller konu-lan geleneksel musıkimiz de, nisbeten kendi varlığı-nı sürdürecek ortama kavuşur.

DP İktidarı teslim aldığında , tekel olan Devlet radyolarının müzik yayınları içinde, Türk Musıkîsi yayınlarının yeri, bütün müzik yayınlarına göre %39 oranında iken, Ağustos 1950’ de bu oran % 46 ya çıkar. O zamana kadar Devlet eliyle tekdüze bir müzik oluşturma gayretleri, kesintisiz olarak ve bas-kıcı bir dayatma ile sürüp gitmiştir. Hatta Devlet , Batı sistemli müziği kendi korumasında tutup, Ma-kamsal Türk Müziğini kendi haline bırakıp, şartları farklı bir plâtforma dahi beraberliklerine tahammül edemez. Klâsik Musıki ancak gazinolarda yozlaşa-rak yaşamını devam ettirmeye çalışır. Geleneksel Musıki, DP iktidarı ile bir yerde dolaylı da olsa Dev-letin himayesine alınır.

“…1950 yılında DP iktidara gelinceye kadar,Türkiye’nin resmî müzik politikasında hiçbir sapma olmamış ve devlet ancak Batı Müziği çalış-malarını desteklemişti. Ancak o tarihten sonra bu denge Klâsik Türk Müziği ile Halk müziği lehine bozuldu ve radyolardaki çok sesli müzik program-ları iyice azaltılarak,Türk Müziği yayınlarının oranı büyük ölçüde arttırıldı. Türkiye’de yapılan müzik eğitiminde ve bu daldaki eğitim kurumlarına ve-rilen devlet desteğine daha dengeli bir politika iz-lenmesi tam anlamıyla ancak, 1970 yılından sonra sağlanabildi…”3

DP İktidarının kültürdeki muhafazakâr politika-sına rağmen, iktidarda olduğu yıllarda Türk Film-ciliği de kalıplarını kırarak kendini yeniler. Dola-yısıyla film müziklerinde geçmişe oranla farkedilir düzeyde iyileşme başlar.

Her ne kadar : ”……Film müziği olgusu 1950’ de başlar. Bu tarihten önce şarkılarla örülmüş olan film müzikleri bulunmaktadır. Ancak bunlar, film müzi-ğinden çok, kimi sanatçıların bestelerinin filmlerde kullanılmasından ibarettir.

Orijinal film müziğini 1950’ de ‘İstanbul’ un Fethi’ adlı filmin müziğini bestelemiş olan Nedim Otyam’la başlatmak yanlış olmayacaktır…”4 gibi tesbitler varsa da, bunun pek doğru bir tesbit olma-dığı Hasan Ferit Alnar’ ın “Halıcı Kız” filmine yap-tığı müziklerle başlayan özgün film müziği, Nedim Otyam’ a gelinceye kadar, başka bestecilerce de de-3 The’ma Larousse (Tematik Ansiklopedi) Milliyet Yayınları, İstanbul/1994, s. 405

4 Sinan GÜNGÖR, ”Muhalif Müzik”, Devin Yayıncılık, İstanbul/2005, s. 169

vam ettirilmiştir. Bu isimler bu konuda başarılı veya değildir; Ne var ki özgün müzik niyetiyle film mü-zikleri o tarihten çok önceleri yapılmıştır.

DP İktidarının ilk günlerinde, Devlet Operası’ nın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü için öteden-beri uygulamakta olduğu özel koltuk rezervasyonu kaldırılır. Bunun hikâyesini İnönü’ nün damadı Ga-zeteci Metin Toker şöyle anlatır :

“…İsmet İnönü’ nün müziğe olan merakı bilinir.Cumhurbaşkanıyken Operanın şeref locasında, sol tarafında dinleme aleti bulunan bir koltuğu vardı. 14 Mayıs’ tan sonra koltuk, yandaki bir locaya ko-nulmuştu. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, büyük tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul’ un emriyle… İsmet Paşa orada oturup opera dinlerdi. Tevfik İleri koltu-ğu kaldırttı…”5

“Harika Çocuklar Yasası” çerçevesi içinde eğiti-mini tamamlayan piyanist İdil Biret, 14 Şubat 1951’ de Paris’ te ilk piyano resitalini verir.

DP hükümetinin uyguladığı politikalar sonucu Türkiye’de yoğun olarak yaşanan iç göç ve hızlı şe-hirleşme sonucu, kültüründe bir takım yanlış hayat tarzları ortaya çıkar. Bunun müziği de etkilememesi mümkün değildir. Bu yüzden ileride bir değer hali-ne gelecek olan “alt kent kültürü” nün , önce arabesk ve sonra da pop-arabesk’ e dönüşmesi kaçınılmaz olacaktı.

Demokrat Parti’nin kültürde muhafazakâr, eko-nomide batı yanlısı bir politika izlemesi şaşırtıcı gelse de, dünyanın iki kutuplu, yani kapitalist ve komünist bloktan oluşmuş iki seçenekli sisteminde ekonomik tercihi başka bir şey olamazdı.

1950’lerde Celal İnce isimli müzisyenle Türkiye’de Popüler Batı müziğinin kapıları açılır.

1930’lu yılların ortalarında başlayan Arap Film-leri furyası, 1950’ lerde de devam etmektedir. Ge-leneksel Türk Musıkısi artık yasak olmayıp, top-lumdan gelen taleplere göre radyo yayınlarıyla desteklenmektedir.

Çok partili rejimle beraber, devletçi politikalar-dan liberal politikalara geçilmesiyle ve bunun sonu-cunda sanayileşme, Türk toplumunun hayat tarzları da önemli ölçüde değişime uğrayacak, bu durum kendisini müzikte bayağı farkedilebilir şekilde gös-terecekti.

“…Demokrat Parti’ nin batı yanlısı politikası-nın da etkisiyle ülkeye Tanzimat döneminden beri zaten girmekte olan batılı müzik formlarının girişi 5 Metin TOKER, “Demokrasimizin İsmet Paşa’ lı Yılları- DP’ nin Altın Yılları (1950-

1954), Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1992, (2.basım), s.120, 121

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 269

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

daha bir hız kazanmıştır. Üstelik bu kez batının bel-li bir kesime yönelik ciddî sayılabilecek nitelikte bir müziği değil, toplumun düşük beğeni düzeylerine seslenen popüler müzik ürünleri de girmektedir…”6

Riyaset-i Cumhur Filarmoni orkestrası, 1957 se-nesinde 6940 sayılı kanunla Riyaset-i Cumhur Sen-foni Orkestrası’na dönüştürülür.

Her ne kadar geleneksel musıki bir ölçüde itibar kazandıysa da, kapalı rejimden açık rejime geçilme-si ve ABD ile Avrupa’ dan sadece ithal ürünler gibi yeni yeni müzik akımları da bundan sonraki yıllar-da kapımızı sıkça çalacaktır.

1935’ den bu yana kapalı olan “Askerî Müze Mehterhânesi” 1952’de yeniden açılır.

Tekkeler’in kapatılmasıyla birlikte Mevlevîliğin de sema âyinlerine getirilen yasak Hükümet’ in kararnamesi ile 1952’ de kaldırılır. Ayrıca o güne kadar radyolarda hiç yapılmamış bir müzik yayını başlatılır. Artık radyoda tasavvuf musıkîsine ilişkin bütün formlarda eserler çalınabilecektir.

1950’ li yıllarda Geleneksel Türk Musıkisinin yıl-dız isimleri Münir Nureddin Selçuk, Yesari Asım Arsoy, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüce-ses’ tir. Daha sonra bu isimlere Alaaddin Yavaşca ve Zeki Müren katılacaktır.

DP iktidarın milletin öz değerlerini gözönüne alarak yaptığı uygulamalarda Geneneksel Musıki-miz de nasibini alır. Mesud Cemil’ in öncülüğünde “Klâsik Koro” kurulur. Devletin yanlış ve tarafgir politikaları sebebiyle o güne kadar pasifize edilen “Üsküdar Musıki Cemiyeti” ve benzeri Musıki der-nekleri bir bir eski misyonlarına dönerler.

Musıkimizin o gün de sevilen bir yorumcusu olan Alaaddin Yavaşca’ nın rahmetli Başbakan Ad-nan Menderes ile buruk bir anısı da vardır. Bu anı-da, Menderes ‘ in her zamanki kibarlığı ve zerafeti ile birlikte, aynı zamanda Geleneksel Musıkîmize yakınlığı ve sevgisini de görüyoruz.

“Yıl 1952 veya 1953….Ziraat Bankası Genel Mü-dürü Midhat Dülger’ in Kalender’ deki büyük evin-de yemekli bir toplantı düzenlenir. Refik Koraltan’ ın bu toplantıda eşi Mukbile Hanım’ ın akrabala-rından Alaaddin Yavaşca’ nın da küçük bir konser verilmesini istemiştir.

Sıra musıkîye gelmiştir. Alâaddin Yavaşca birkaç eser okuduktan sonra Menderes’ in kalktığını gö-rür ve fena halde alınarak, ’Hiç konserin yarısında kalkılırmı, sevmiyorsan musiki istemeseydin? ’ diye

6 Nazife GÜNGÖR, ”Arabesk”, Bilgi Yayınları, Ankara/1990, s. 66

geçirir aklından . Fakat tam o sırada birinin nefesini hisseder ve bir fısıltı: ’Sayın Doktor, acaba repertu-varınızda Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var şarkısı varmı? ’

‘Dönüp baktım ki Adnan Menderes’ diyor Ala-eddin Yavaşca, ’Meğerse arkadan dolaşmış. Var efendim’ dedim. ’Lütfen okurmusun,rica edeceğim’ dedi. ’Hayhay efendim’ dedim. Gitti, yerine oturdu ve bu sefer aynı aynı şarkıyı yüksek sesle istedi. Dü-şününüz , bir sanatkârı , istediği şarkının repertuva-rında bulunmaması ihtimalini düşünerek kalabalık önünde küçük düşürmemek için gelip önce kulağı-na fısıldıyor. Varsa isteyecek!Ne büyük bir incelik! Doğrusu içimden geçirdiklerimden utandım’. 7

Beşir Ayvazoğlu yazısının devamında Menderes’ in anılan şarkıyı isteme sebebinin, akrabasından Doktor Nazım’ ın İstiklâl Mahkemesi’ nce idama mahkum edilmesi üzerine son arzusu soruldu-ğunda, kendisinin bu şarkının dördüncü mısrasını okuyarak cevap verdiğini ve bunu öğrenen Atatürk’ ün üzüntüsünden bu şarkının repertuvardan çıkar-tılmasını istemesiyle Lemi Atlı’ nın bu uşşak şarkı-sının uzun yıllar okunmadığını, Menderes’in isteği üzerine yeniden konser ve radyo emisyonlarında okunmaya başladığını uzun uzun anlatmaktadır.

Sonrası, yani gerek DP ve gerekse Adnan Men-deres’ in akıbetin de Doktor Nâzım’ dan pek farklı olmadığı hepimizin mâlumu. Darbe bütün sebep ve sonuçlarıyla halâ tartışılıyor.

Ancak ortada bir gerçek var, geleneksel musı-kimiz yediği darbelerden sonra, 1950 senesinden itibaren kendini toplamış ve ayağa kalkmaya başla-mıştır.

Bundan dolayıdır ki, DP iktidarına son veren darbe cuntasının ilk uygulamalarından biri de, 1950’ den sonra geleneğe dönülmenin hesaplarını Türkiye Radyolarından da sormak olacaktı. Nite-kim ihtilâli takibeden günlerde , başta o dönemin önemli müzik adamı Ruşen Ferid Kam olmak üzere, bir çok sanatkâr hakkında kovuşturma ve soruştur-malar başlatılacaktır. Bunun da alt yapısının nasıl oluşturulduğu, “… 1960 olaylarına yakın tarihler-de yayınlanmış Akis ve Kim dergilerinin sayfaları karıştırılırsa..."8 anlaşılacaktır.

Ayrıca radyodaki Türk Musıkîsine ait bant kayıt-ları ile adetleri 3000 civarında olan ve tarihi değer taşıyan taş plâk, radyonun Ankara/Etimesgut’taki depolarında çürümeye terkedilecektir.7 Beşir AYVAZOĞLU, ”Ve bir Şarkının Hazin Hikâyesi”, Zaman Gazetesi, 20.Ekim

1995

8 M.Nazmi ÖZALP, “ Ruşen Ferit Kam “, MEB Yayınları, İstanbui, 1995, s.161

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU270 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 271

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU272 |

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 273

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU274 |

Adnan Menderes siyasete ne zaman ve kimlerle başlamıştır? Menderes’in siyaset hayatı.

Osmanlı döneminin büyükelçisi Cumhuriyetin ilk Başbakanlarından Fethi Okyar Bey’in öncülü-ğünde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ile baş-lamış Fethi Okyar Bey’in Atatürk ile birlikteliği ise 1913 yılında Sofya Büyükelçiliği’ne atandığı yıllar-da Atatürk’ün aynı elçilikte askeri ateşe olmasıyla başlar.

Fethi Okyar Bey’in Atatürk’e olan yakınlığı Ad-nan Menderes’i etkilemişti. Adnan Menderes Ser-best Cumhuriyet Fırkasına katılmış ancak Serbest Cumhuriyet Fırkası çok uzun süreli kalmadığı için daha sonra Sayın Menderes siyasete CHP’de de-vam etmiştir.

Menderes’in yolu Atatürk ile Atatürk’ün Aydın’a yaptığı gezide kesişecektir. Atatürk Aydın’da kısa ziyareti sırasında tanıştığı bu genç Aydınlı ile yaptığı sohbeti yarıda kesememiş ülke meseleleri üzerine tam dört saat konuşmuştur. Daha sonra

Atatürk Adnan Menderes hakkındaki görüşlerini Recep Peker’e çok değerli fikirleri var diye dile ge-tirmiş Aydın’da sadece parti örgütünde kalmasının doğru olmayacağını söyleyip bir sonra yapılacak seçimlerde milletvekili seçilmesini istemiştir.

Aydın’dan Menderes HatıralarıBaşvekil olduğu dönemde Aydın’a sürekli gelen

Adnan Menderes o zamanki kasaplar halinde bu-lunan köfteciden, öğle yemeğinde köfte yer. Parayı ödemeden köfteciden çıkınca köfteci arkasından parayı ödemeden gidiyorsun benim paramı öde diye bağırırmış. Bundan çok hoşlanan rahmetli Adnan Menderes ne parası ben bu milletin Baş-vekiliyim diye gülerek cevap verirmiş. Köfteci kim olursan ol burası benim ekmek teknem öde para-mı dermiş. Daha sonra kahyası Abdi Efendi köfte-ciye hesabı ödermiş.

Halkıyla eğlenen halkıyla gülen halkıyla sevi-nen o insanların seviyesine inen nadir liderler-dendir.

İsmail Hakkı DOKUZLU MENDERES VE ATATÜRK

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 275

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Hüseyin Avni ÇAVDAROĞLUTarihçi – Araştırmacı - Yazar

Türk Toplumu tarihinin 1923'den önceki son bin yı-lını İslam ve Kur’an'la geçirmiştir. İslam Dini bir çerçeve içinde insanların bazı haklarını güvence altına almıştır. Bunların başında aile hayatı, din ve inanç özgürlüğü, mal edinme özgürlüğü gelir. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM’nin açılış beyannamesi, Türk Halkının düşün-ce ve inançlarına değer verilmesi açısından önemli bir belgedir. Bu belgenin siyaseten mi düzenlendiği, gerçek bir inanç ve iradenin eserimi olduğu biraz tartışmalıdır. TBMM'nin açılış beyannamesinde özetle şöyle denil-mektedir:

...Bütün Millete… Türkiye Büyük Millet Meclisimiz 23 Nisan 1920 tarihine rastlayan Cuma günü açılacaktır. O gün sabahtan itibaren Ankara Hacı Bayram Camii'nde ve Osmanlı Ülkesinin bütün camilerinde hatimler in-dirilecektir. Minarelerde salat ve selamlar okunacaktır. Cuma hutbelerinde günün mana ve önemine uygun ayet ve hadislere yer verilecektir. Cuma namazından sonra Peygamberimizin Sancağı Şerifi çıkarılacak, Hacı Bay-ram Camiinde teşkil edilecek cemaatla Meclis Binasına gidilecektir. Hatmi Şerifin son cüzü -teberrüken- Meclis Kapısı önünde okunacaktır. Hoca Efendilerin okuyacak-ları dualar ve kesilecek kurbanlarla Meclisimiz açılacak-tır. Açılışın Cuma günü yapılmasının sebebi, cumanın hürmetinden, Kur’an'ın rahmetinden, Hacı Bayram-ı Velinin ruhaniyetinden istifade etmek içindir. ...21 Ni-san 1920.İmza… Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa...

Cumhuriyet ve Demokrasi:Cumhuriyet sözcüğünün anlamında Demokrasi’ye

vurgu vardır. Cumhur çoğunluk, Cumhuriyet çoğunluk yönetimi demektir. Yönetilenler tarafından seçilmiş bir meclis de cumhuriyetin ve demokrasinin temel unsurları arasındadır. TBMM'nin açılışında bu meclise Kur’an'dan bir dayanak bulunmuştur. Şura Suresinin 37. Ayeti, Mec-lis Kürsüsünün üstüne yazılmıştır:

…Ve Emruhüm Şura Beynehüm… -Onlar (Din ve Devlet) işlerinde aralarında görüşerek karara varırlar.

Cumhuriyetin ilanından önceki üç yıllık dönemde, Ankara yönetimi halkın inanç ve duygularını okşayan bir tutum ve davranış içinde olmuştur. Bu dönemde Türk Halkı ile Ankara arasında sıkı bir dayanışma vardır. Türk Halkının kafasında demokrasi kavramı pek şekillenme-miş olsa dahi, Ankara'da alınan kararların inançlarına ve dünya görüşüne uygun olduğunu kabul ediyordu. Aynı zamanda Rusya'da yapılan 1917 Devriminden ve bu-nun sonucu ortaya çıkan sosyal karmaşadan haberdardı. Türk Halkı bir şeyden daha çok emindi. Barış geldikten sonra kurulacak devlet, Avrupa kültür ve geleneklerine göre kurulmuş bir devlet olmayacaktı. Çünkü Avrupa

bizim düşmanımızdı. Ülkemizi işgal etmiş, savaşlarda onbinlerce türkün ölümüne neden olmuşlardı.

Türk Halkı bu inanç ve beklenti ile iki öküzünden birini, ambardaki kışlık zahiresini, iki çift çarığının bir çiftini devlete vermiş, zaferi, zaferden sonra kendi inanç ve geleneklerine uygun şekilde kurulacak devletini bek-lemeye başlamıştır…

Lozan Anlaşması ve Türk Demokrasisi.23 Nisan 1920 tarihinden 29 Ekim 1923 tarihine

kadar geçen üç buçuk yıllık süre içinde iki önemli olay cereyan etmiştir. Bunlardan biri, bizim adına Kurtuluş Savaşı dediğimiz Türk-Yunan Savaşı, diğeri ise Lozan Anlaşması'dır. Kısaca söylemek gerekirse, bizim adına Kurtuluş Savaşı dediğimiz Türk-Yunan Savaşı, aslında toparlanmakta olan Türk Ordusunu oyalamak için uy-gulamaya konulmuş bir İngiliz Projesidir. Türkler ve Yu-nanlılar arasındaki bu seyirlik savaşa Mudanya Mütare-kesi ile son verilmiştir. (11 Ekim 1922)

Lozan Barış Konferansı çeşitli görüşme ve erteleme-lerden sonra 21 Kasım 1922 tarihinde başladı. 24 Tem-muz 1923 tarihinde imzalanmış olan Lozan Anlaşması, Türk Devletinin egemenlik, Türk Ulusunun demokratik haklarını doğrudan etkileyen hükümler içermektedir. Burada bu hükümlerden sadece bir tanesini inceleyelim :

Lozan Anlaşması 11. Bölüm. Adliye Teşkilatına Dair Beyanname. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır.

1-Türkiye Hükümeti bu barış anlaşmasının taraf dev-letlerce tasdikinden önce, Avrupa'dan seçilecek (en az on) tane hukuk müşaviri müsteşar kadrosu ile derhal gö-reve başlayacaktır. Bu hukuk müşavirleri en az beş yıl

DEMOKRASİ MACERAMIZ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU276 |

Türkiye'de kalacaklar, maaşları Türk Devleti tarafından ödenecektir.

2- Bu hukuk müşavirleri bütün kanun yapma çalış-malarına katılacaklar, teklifleri evleviyetle -öncelikle- ka-nunlaştırılacaktır.

3- Bu hukuk müşavirleri Türkiye Devleti yurttaşla-rının, Türkiye Mahkemelerinden verilen kararlar hak-kındaki şikayetlerini dinleme yetkisini sahip olacaklar, gerektiğinde bu şikayet- lerle ilgili raporlarını Adliye Ve-kiline vereceklerdir.

4- Bu Hukuk Müşavirleri güvenlik güçlerinin evlere girmeleri ve arama yapmaları ili ilgili şikayetleri dinle-yecekler, gerekirse hukuk ihlallerini uluslar arası yargı yerlerine bildireceklerdir.

Lozan Anlaşması ve Cumhuriyet Devrimleri: Yukarıda sözü edilen Hukuk Müşavirleri İngiltere ta-

rafından seçildi, Lahey Adalet Divanına bildirildi. Türki-ye bunlar arasından yeteri kadar (10 kişi) hukuk müşavi-rini aldı, Müsteşar kadrosuyla Türkiye'de görev-lendirdi. Bu müşavirler 1923 Ağustos ayı içinde geldiler, 1928 yılı sonuna kadar Türkiye'de kaldılar. Ellerinde çıkarılacak kanunların bir listesi vardı. Ellerindeki listede yazılı yasa-lar 1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan harf devrimi yasası ile son buluyordu.

Konferansın devam ettiği sürede bu devrimlerin yapılacağı hususunda İngiltere'ye güvence verilmiştir. Ancak İngiltere bu güvenceyi yeterli görmemiş, devrim yasalarını yapmak için kendi adamlarını Türkiye'ye gön-dermiştir. Devrim yasalarının uygulanması sırasında Türkiye'de bir takım trajik olaylar meydana gelmiştir. Ör-neğin şapka iktisası yasasının uygulanmasında bu yasaya muhalefetten sadece Erzurum'da 33 kişi idam edilmiştir. Bunlardan bir tanesi de kadındır. Asıl adı şöhret olan Er-zurumlu Şalcı Bacı, Türk Tarihinde siyasi nedenle, dünya tarihinde erkeklerin giydiği şapka için idam edilen ilk ve tek kadın olarak kalmıştır.

Acaba yeni Türk Devleti devrim yasalarının uygulan-masında niçin bu kadar katı ve hoşgörüsüz davranmıştır. Türk Delegasyonu bu devrimlerin yapılacağına, devrim-lere ait yasaların Avrupa'dan gelecek hukuk müşavirleri tarafından yazılacağına taahhüt etmiştir. Bu Anlaşmanın tarafları, bütün ayrıntıları ile uygulanmasını sağlamak için birbirlerini yakın takibe almışlardır. Özellikle Türki-ye yüklenimlerini yerine getirmediği takdirde, diğer ta-rafın barış anlaşmasını tek taraflı bozma hakkı doğacak-tır. Bu ise Yeni Türk Devleti için yeni bir savaş demekti. Bu durumda Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlara göre sonucun ne olacağını Mustafa Kemal Paşa gizli ve açık oturumlarda birçok kez dile getirmiştir.

Giyim-kuşam, eğitim, din ve inanç konuları insan-ların temel demokratik hakların-dandır. Bu konularda devlet, kişi ve topluluklar tarafından yapılacak her türlü baskı veya zorlama demokrasiye ve insan haklarına ay-kırıdır.

Seçimler ve Demokrasi: Kuskusuz demokrasinin en önemli aracı seçimlerdir.

Seçimle yurttaşlar, kendilerini yönetecek olan kişi veya kurumları belirler. Seçimler aynı zamanda seçilenleri de-netleme aracıdır. Belirleme ve denetleme görevini yeri-ne getirebilmesi için demokratik kurallara uygun olarak yapılması önemlidir. 1923-1946 tarihleri arasında yapı-lan yapılan seçimler, belirleme ve denetleme görevini yerine getirmekten uzaktır. Bu dönemde seçmenler iki gruba ayrılıyordu: Müntehib-i evvel (birinci seçmenler), müntehib-i sani (ikinci seçmenler)…

Birinci seçmenler asıl seçimi yapacak olan ikinci seçmenleri seçiyordu. İkinci seçmenler her ilde valinin başkanlığında toplanıyor, mebusları-millet vekillerini seçiyorlardı. Genellikle illerdeki millet vekili sayısı kadar aday belirlenirdi. 1946 yılına kadar genel seçimlerin ta-mamı tek parti ile yapılmıştır. Bu seçim sisteminin de-mokratik olmaktan çok var olan düzeni korumak amacı-nı güttüğü açıktır. Var olan düzen ise, bin yılda edinilmiş kural ve geleneklerden vazgeçmiş, içi-dışı, ruhu-bedeni ile Avrupalılaşmış bir toplum yaratmak (!) amacında idi. Bu amacın sıfır noktasında olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu gün Türk Toplumu sosyal hayatın bütün kat-manlarında Avrupa-Hristiyan kültürünü benimsemiştir. Bu olguya şiddetle karşı olanlar dahi boyunlarına kravat takmadan ciddiye alınmayacaklarını bilmektedirler… Bu aşamada demokrasiye şiddetle ihtiyaç vardır. Tarihi kültürüne, manevi değerle- rine bağlı kalanlarla yüzde yüz Avrupa diyenler, birbirlerine tahammül gösterip bir arada yaşamak zorundadırlar…

Bir seçim sandığı (1946):1923-1950 arasında iktidar partisinin bir de muha-

lefet partisi kurma denemeleri yapıldı. 1924'de Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası. 1932'de Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak bu partiler uzun ömürlü olma-dı. Her ikisi de genel seçimlere girme imkanı bulamadan kapatıldılar.

1923-1950 Tarihleri Arasında Devletin ve Hükümetlerin Demokrasi Anlayışı:

27 yıllık süre içinde devlet ve hükümet başkanları 1. Dünya Savaşına ve Milli Mücadeleye katılmışlardır. "Va-tanı biz kurtardık, devleti yönetmek bizim doğal hakkı-mızdır" düşüncesi hakimdi. Bu düşünce kendileri için devleti yönetmenin doğal hak olduğuna inanan aristok-rat bir sınıf ortaya çıkarmıştı. Onlara göre küçük esnafın, çobanın, çiftçinin devlet yönetiminde söz sahibi olması iyi sonuçlar doğurmazdı. Bu düşüncenin özeti sayılabi-lecek, tarihe geçmiş bir anekdot Ankara'nın Ünlü Valisi Nevzat Tandoğan tarafından dile getirilmiştir:

1944 yılında birtakım üniversite öğrencisi hükümete karşı bir protesto gösterisi yaparlar. Bu öğrenciler göz al-tına alınır. Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan öğ-rencilerle görüşmek üzere Emniyet Müdürlüğüne gider. Öğrencilerin elebaşısı olan Osman Yüksel Serdengeçti'ye

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 277

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

aynen şunları söyler :"Ulan öküz Anadolulu!... Senin neyine gerek siyaset.

Eğer bu Memlekette milliyetçilik olacaksa onu biz yapa-rız. Eğer bu Memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz. Sizin bu işlere aklınız ermez. Sizin iki vazifeniz var: 1-Hemen köyünüze döneceksiniz; rençberlik yapa-caksınız ve mahsül yetiştireceksiniz. 2-Çağırdığımızda askere geleceksiniz. Siz başka işe karışmayın."

Bu düşünceye sahip yöneticile-rin bulunduğu bir ülkede demokra-siden söz etmenin mümkün olmadığı açıktır.

Demokrat Parti:Türkiyede daha

öncekilere benze-meyen ciddi bir demokrasi dene-mesi 7 Ocak 1946 tarihinde kurulan Demokrat Parti ile başladı. Parti kurucuları İktidar Partisinden ayrılan altı kişi idi. Yani yerleşik düşün-ceye göre devlet yönetmeye hakkı olanlardandı. Baş-larında Milli Mü-cadelenin Galip Hocası, Lozan Ba-rış Konferansının Ekonomi Danış-manı, İş Bankası-nın ilk Genel Mü-dürü, Atatürk'ün son Başbakanı Celal Bayar var-dı. Grubun ikin-ci adamı Adnan Menderes idi. O da Kurtuluş Sava-şındaki hizmetleri ile ile tanınıyordu. DP kurulduktan kısa bir süre sonra baskın şeklinde 1946 seçimleri yapıl-dı. Bu seçimde yapıldığı iddia edilen hile ve yolsuzluklar, açık oy gizli sayım uzun yıllar iktidar partisinin başını ağrıtmıştır. 14 Mayıs 1950'de yapılan ikinci seçimde DP büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Fakat 1950 önce-si iktidar partisi bu durumu kabullenemedi. Ancak tek parti dönemindeki baskılar ortadan kalktı. Önceki döne-me göre büyük ekonomik kalkınma ve rahatlık yaşandı. 1955'de yapılan seçimde iktidar partisi daha büyük bir çoğunlukla iktidarda kaldı. 1957'de yapılan erken seçim-

ler yine İktidarın başarısı ile sonuçlandı. Seçimden umu-dunu kesen muhalefet partisi ve bir kısım basın bir darbe ortamı meydana getirmek için çalışıyorlardı. İki büyük Üniversite yönetiminin de onlara katılması ile bu ortam 1960 yılında ortaya çıktı. İktidar partisinin bazı hataları da ortamın oluşumuna katkı sağladı. Demoratik seçimle işbaşına gelmiş DP nin iktidarına son verildi. Gösterme-lik bir yargılama ile Başvekil Adnan Menderes, Dışişleri

Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. 27 Mayıs Darbesi Ülkede darbeler sürecini baş-latmış oldu. Bu darbede desteği ve katkısı olan-ları Türk Hal-kı unutmadı. Onlara devlet yönetiminin ka-pılarını kapattı. Üç siyaset ada-mının idamı ise, çoğunluğun yü-reğinde bir yara olarak kaldı…

Adnan Menderesin

Kendi El Yazısı ile İdamdan Önceki Son

Sözleri:Sizlere dar-

gın değilim. Si-zin ve diğer ze-vatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini bili-yorum. Onlara da dargın de-ğilim. Kellemi

onlara gönderdiğinizde deyiniz ki, Adnan Menderesin hürriyet uğruna koyduğu başını, 18 sene evvel almadığı-nız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi silah-ların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz ? Şunu da söyleyeyim ki Milletçe kazanılmış hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi 1950 de olduğu gibi yine de kurtarabilirdim. Ama şimdi Milletle el ele vererek Adnan Menderesin ölüsü sizi ebe-diyete kadar takip edecektir. Ve bir gün sizi silip süpüre-cektir. Buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir…

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU278 |

1-Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650), Yusuf HALAÇOĞLU, TTK

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun epey bir zamandır me-rak ve heyecanla beklenen bu kitabı 6 cilt olarak geçtiği-miz günlerde okuyucularıyla buluştu. Türkmen/Yörük’le-rin nerelere yerleştiğini ve bir bakıma Anadolu’nun nüfus tarihini öğrenmek için eşsiz bir araştırmadır. Büyük ta-rihçimiz merhum Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı kitabını 60’lı yılların sonunda okuduğumdan itibaren Anado-lu’daki Yörük ve Türkmen’lerin bu 24 boydan nasıl ayrılıp farklı isimler aldıklarını hep merak ederdim. Prof. Yusuf Halaçoğlu bu muazzam çalışmasında bu hususu açığa çı-kartıyor. Bu arada TTK’nın şimdiki Başkanı Prof. Ali Bi-rinci’ yi de tebrik etmek gerekiyor. Pek az tayin bu değerli tarihçimiz ve kitap dostunun TTK’nın Başkanı olarak atanması kadar isabetli olabilmiştir. Başkan olunca da ilk olarak selefinin bu eserini bastırdı.

2- Müfredat Kur'an Kavramları Sözlüğü, Ragıp el-İsfahani, Pınar Yayınları, Tercüme: Yusuf Türker ve Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşaf'ı, Ab-dülcelil Bilgin, Ankara Okulu

İkisi de Kur’an’ı Kerim’deki kelimeler ve deyimler için birer sözlük niteliğindedirler. Kur'an’ı anlamak için em-salsiz iki eserdir. Kendilerinden sonra gelen müfessirler çok geniş ölçüde bu iki kaynaktan istifade etmişlerdir. Ay-rıca Ragıp’ta Şakayık’tan alıntılar yapmıştır. Önce bu iki çok büyük eseri bize kazandıran iki genç ilim adamımız Yusuf Türker ve Abdülcelil Bilgin’i ve bu eserleri basan Pınar Yayınları ve Ankara Okulu Yayınları’nı da candan kutluyoruz.

3- İlk Dönem Hanefi Kaynaklarına Göre Usul An-layışında Sünnet, Metin Yiğit, İz Yayıncılık

Hadisle ilgili tartışma Usul-ü Fıkıhçılar olarak da bi-linen 4 Sünni mezhebi de kendi aralarında böldü. Han-beli ve Malikiler hüküm vermede hadisi ön plana alırken özellikle Ebu Hanife ve Hanefiler kıyasın alanını daha ge-niş tutmak istediler. Aralarında hadis ve kıyas ekseninde bir gerilim doğdu. İmam Şafi her iki tarafın arasında bir orta yol bulmaya çalıştı. Ebu Hanife ve Hane-filer’in kı-yas ve hadisle ilgili görüşleri acaba diğer mezheplerden ne kadar ayrılmaktadır. Aralarındaki farkın sebebi, içeriği ve kapsamı nedir? Bu kitap bu sorulara makul, sistemli ve

ciddi bir araştırmaya dayalı cevaplar getirmektedir. Ha-dis-akıl ve hadis-kıyas çatışması her zaman alevlenebilen bir konudur. Bundan böyle bu hususta yazıp, konuşacak olanların bu eseri mutlaka görmüş olmaları gerekecektir.

4-Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası & Ce-lali İsyanları, Prof. Dr. Mustafa Akdağ, YKY (Basım 2009)

Bu vesileyle Prof. Mustafa Akdağ’ı rahmetle anıyo-rum. Kendisi özellikle iktisadi tarih açısından en önemli tarihçilerimizden bir tanesidir. YKY’ye bu kitabı okuyu-cularımıza yeniden kazandırdığı için teşekkür ediyorum. Herkesin dikkatle okuması gereken kitapların başında gelmektedir. Okuyunca Celali Fetreti’ne ait (17. yüzyıl başı) bazı hususların günümüzün Türkiyesi ile ne kadar ilginç bir şekilde örtüştüğünü görmek mümkün olacaktır. Ayrıca Mustafa Akdağ’ın iki ciltlik çok önemli olan eseri Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi adlı kitabı çoktan tükenmiştir. Onun da en yakın zamanda basılmasını di-leriz.

5- Mizanül Hak Fi İhtiyari'l-Ehakk, Katip Çelebi, Günümüz Türkçesiyle En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi, Orhan Şaik Gökyay ve En Doğru Olan Tercih Konusunda Hak Ölçü Süleyman Uludağ Kabalcı (Ba-sım İst. 2007)

Çok kıymetli yayınlarına Türk ve Doğu klasiklerini de katan Kabalcı Yayınları Katip Çelebi’nin bu kitabını ve O’nun bugünün Türkçesiyle ayrı ayrı yapılmış iki çeviri-siyle bir arada basarak günümüz için çok büyük bir hiz-met yapmış oldu. Günümüz için diyorum; zira 1650’lerde yazılmış bu kitap 350 sene sonra bugünün Türkiye’si için dahi hoşgörünün erişilmez bir zirvesidir. Diğer bir yö-nüyle ise tütün yasağına kadar günümüzde de tartışılan pek çok dini konuya tam bir açıklık getirmektedir. Katip Çelebi’nin Osmanlı’nın ilim dünyasının en önemli kişisi olduğu hususunda yabancı ve yerli bütün yazarlar ittifak içindedir. Bu vesileyle buradan gerek Taha Akyol’dan ge-rekse birlikte fevkalede güzel programlar yaparak adeta TV’de bir devrii gerçekleştiren Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’dan CNN ve Habertürk’teki programlarında aynen Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun söz konusu kitabı için olduğu gibi Katip Çelebi'nin bu eserini tanıtmalarını bek-liyorum.

AYDIN MENDERES'TEN KİTAP TAVSİYELERİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 279

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Tarihçi Yazar Ali Haydar ÖZTÜRK'ün Arşivinden

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU280 |

(Arkadaşımız Kamil Tunoğlu'nun İbrahim Çe-tinkaya ile yapmış olduğu sohbetin notlarını sizlerle paylaşmak istedik)

■ Babanız Mecit Çetinkaya’nın Menderes sevgisi nereden geliyordu?

• Babam Demokrat Parti Galata Bucak Başkanıy-dı. Babamın o günlerdeki siyaset anlayışını anlama-ya çalıştım. Demokrat Parti'nin o günlerdeki siyaset anlayışı ile yoğrulduğunu, insanlara hizmet anlayışı ve insanlara toplum ve ülkemize hizmet etme anlayış örtüştüğü için babamın bu partide siyaset yapma-sından daha doğal bir şey olamazdı. Bundan dolayı da Menderes'i çok sevmiştir.

Adnan Menderes'in milletine aşk derecesinde bağlı ve ona hizmeti İbadet kabul eden anlayışı ba-bamı çok derinden etkilemiştir.

■ Neden Demokrat Parti peki?• 1950'ye kadar olan dönemde insanlar görmüş

olduğu baskılardan, yasaklardan, sıkıntılardan bık-mıştır. Demokrat Parti bu halkın, bu milletin “tek parti”den kurtuluşun adıydı.

İnsanlar tek parti döneminde o kadar yasaklar gördü ki o kadar baskı altında kaldılar ki, Demokrat Parti bu halk için can simidi gibiydi adeta.

1950'den 60’a kadar bazı olumsuzluklar da olma-

dı değil tabii. Her şey güllük gülistanlık değildi el-bette. Bunda demokrasi kültürünün daha başında olmamızın da etkisi vardır tabii.

Babam bir gemi ile İnebolu'dan İstanbul'a yedi günde gelen birisi olarak, o bütün zorluk ve sıkın-tıları yaşamanın getirdiği ruh hali ile yeni dönemi ülkemiz için şans olarak görüyordu.

Babam liman işinde deniz nakliyesi yapıyordu. Liman işinde işin tekeli ise Deniz Yolları idi. Motoru ve mavnası olan bize ise ancak Deniz Yolları’nın bı-raktığı işler kalıyordu. Devlet tekeli vardı. Özel sek-tör olarak gelişme şansımız yoktu. O günkü devlet bir memur devletiydi. Memur olmak büyük bir imti-yaz sahibi olmaktı. Üstünlük sahibi olmaktı. Halkın bir değeri yoktu. Hak, hukuk, ticaret, itibar yoktu halk için.

Ama Demokrat Parti bu düzeni değiştirdi. Halk adam yerine konuldu, serbestiyet geldi. Baskıcı me-mur zihniyeti kısmen de olsa kırıldı. Özel teşebbü-sün önü açıldı. Halk üç beş para kazanmaya, ailesini çocuklarını geçimini sağlamaya başladı ve yüzü gül-dü. İtibarı artmaya başladı. Dörtlü takrir bir dönüm noktası oldu.

İstanbul Belediye Başkanı, Vali, Kaymakamlar CHP'nin resmi olarak teşkilat başkanları idi.

1950'de adeta toplumsal bir patlama olmuştur.Babam o dönem itibarıyla güçlü bir meslek ör-

gütünün başkanıydı, lideriydi. Dolayısıyla perşem-be pazarındaki hırdavatçılar çarşısının açılışını da rahmetli Menderes ile birlikte yaptılar. Aynı zaman-da Galata Bucak Başkanı idi. Sohbetleri olmuştur, görüşmeleri olmuştur. Birlikte fotoğrafları vardır o günlerden hatıra olarak.

Ticaret özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü hak ve hu-kuklarının tanınması ve memur baskısının büyük ölçüde kaldırılması bu dönemin en önemli özelliği-dir.

Bu ilkeleri hayata geçiren Menderes'i sevmemiz kadar tabi bir şey olamaz.

Babam İstanbul Esnaf Birliği Başkanlığı da yaptı. Sadece mavnacılar ile ilgili değil. Esnaf ve sanatkârların hepsi ile ilgili idi. Onların sorunlarını çözmek için uğraşır, çareler arardı.

Kızılay yöneticiliği de yaptı. Galata'da Kızılay Başkanı idi. Halk fakirdi, yardımlar önemliydi.

İBRAHİM ÇETİNKAYA:MENDERES MİLLETİMİZE CAN SİMİDİ OLMUŞTUR

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 281

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Kongrelerde, toplantılarda babam sürekli parti üst yönetimine sıkıntıları anlatırdı. Hal çareleri arar-dı.

Bu sivil yapılardaki kongrelerde babamın rakip-leri babama muhalefet ederler, acımasızca eleşti-rir, seçilmesini önlemeye çalışırlardı. Babama "Sen Menderes öl dese ölürsün" diye konuşanlara karşı Demokrat Parti ve Adnan Menderes'in yaptığı icra-atleri anlatır. Ve onlara boyun eğmezdi. "Bu kadar hizmet eden, bu milleti bu kadar seven bir Başba-kanım var. Ben böyle bir adamı neden sevmeyeyim. Ben böyle bir adamın neden yanında olmayayım" diye yüksek sesle konuştuğu çok olmuştur.

Bu sevgi kuru bir sevgi değildi. Milletine aşık, millete hizmeti önceleyen bir lidere duyulan dolu dolu bir sevgi ve muhabbetti bu.

1960 ihtilalinde babamı askerler aldı götürdü Balmumcu'ya.

Babam Galata'da Vatan Cephesi kurmamıştı. Biz varken gerek yok demişti. Kemal Aygün İl Başka-nıydı. Darbede İl ve İlçe Başkanları ile birlikte ocak, bucak başkanlarını da topladılar. Milletvekillerini Yassıada'ya götürdüler, diğerlerini de Balmumcu'da topladılar.

Babamın Kemal Ilıcak'la çok iyi bir dostluğu var-dı. Kemal Ilıcak babamı buradan kurtarmak için o zamanki komutanlarla ilişki kurdu. Görüşmeler yap-

tı.Sonunda babamın buradan bırakılması sağlandı.

Babamı almaya Kemal Ilıcak gitti. Onu ordan aldı. Arabasıyla Aksaray'a geldiklerinde Kemal bey bir bakmış ki babamın eli ağzında ve kan fışkırıyor. "Ya Mecit bey ne yapıyorsun. Yapma abi" falan diyor. Ba-bam sinirlendiğinde elini ağzına götürüp, elinin üst kısmını dişlerdi. O zaman da o kadar sinirlenmiş, o kadar üzülmüştü ki yine elini dişlerken çenesi kilitle-nip dişleri elini delmiş, üstü başı kan olmuştu. Kemal llıcak "Ne yapıyorsun abi dur yapma" dediğinde "Biz ne yaptık bunlara Kemal, biz bu millete hizmet et-mekten başka ne günah işledik de bunlar bize bunu yapıyorlar. Anlamıyorum. Anlayamıyorum. " diye-rek isyan etmiş.

Menderes rahmetli asıldığı zamanda çok büyük bir üzüntüyle, hüngür ağlamıştır. Ben buna şahidim.

Babam rahmetli Mecit Çetinkaya Demokrat Parti sonrasında devamı olarak kurulan Adalet Partisi'ne gönül vermiş, destek vermiştir. Vefatına kadar da Adalet Partisi'ni desteklemeye devam etmiştir. Ak-tif görev almayıp bizi yetiştirdi. Ben de 1968 yılında Adalet Partisi İstanbul Gençlik Kolları Başkanı ol-dum.

Beyoğlu Adalet Partisi Gençlik Kollarına üye ol-muştum. Benim üye kayıt numaram 40 idi. MTTB'de Rasim Cinisli ile birlikte öğrenci liderliği de yaptık.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU282 |

Av. Şerafettin YAPICIEskiden görmek diye bir hünerimiz vardı; gördükçe

bir idrake varıyorduk Şimdi bakıyoruz; led ışıklı ekran-lara, sihirbazların parıltılı vitrinlerine. İpteki cambazlara bakıyoruz, mikrofondaki büyücülere; bakıyor bakıyo-ruz. Oysa görmek baktığını tefrik etmektir, fark etmektir. Görüş yetimiz varsa görüşümüz de var demektir. Görü-şümüz yani bir reyimiz. Bu görüş bu rüyet bizi bir itikat sahibi yapandır.

Bizi bakmaya yöneltenler, bakmaya yoğunlaştıran-lar, görülmesi gerekenleri örtenlerdir aynı zamanda. Işık oyunları ve laf cambazlıklarıyla örterler asıl görülmesi ge-reken yerleri. Arapçada bunun adı “küfür” dür ve küfür örtmek demektir. Bunu görme, şurasını geç, orasını say-ma; sadece bak. Trene bak, köprüye bak, otoyola bak.

Vizyon dediğimiz şey görmelerimizin sonunda ulaş-tığımız bir görüş demektir. Bir vizyona öyle hemen ko-laycacık varamayız. Öncelikle bir vizyona vize verecek bir vasatın, bir itikadın var olması gerekmektedir. Çünkü görüşün, rüyetin bir itikatla kesinkes bir alakası vardır. Bu olmadan hiçbir görüş yeşeremez.

Vasat şu: İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla mı bilinebilir nakille mi? Hanefi/Maturidi vasat akılla bilinebileceğini söylerken Eşari/Şafi vasat akılla değil nakille bilinebile-ceğini söylemiştir. Rey ekolü dediğimiz bu ilk görüş, ki merhum başvekilimiz Ali Adnan Bey, bir ziyaret sırasında mezarı başında “senin düşüncelerinle biz bir imparatorluk kurduk..” diye ifade eder; bu kişi Ebu Hanife’dir ve bu gö-rüş ta ona kadar dayanır.

İyi ve kötü güzel ve çirkin vahiy olmadan da bilinebi-lecekse, adalet duygusu dedim-dedi’nin ötesinde fıtri bir kavramsa ve zalimle mücadele edilerek mazluma arka çı-kılacaksa o zaman dörtnala atları sürmekten başka bir yol olmayacaktır. Ve bin atlı akınlar, arastalar çarşılar kervan-saraylar, tophaneler baruthaneler tersaneler. Ve minareler, “ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” dediğimiz mi-nareler. Doğru, çok doğru, bütün bunlar bu idrakle bu itikatla olup biten işlerdir. Bin yılın özeti budur.

Meşrutiyet derken de Cumhuriyet derken de temel buydu, itikat buydu. Ama bir ruhban edasıyla nutuk irat edenler, nakil verip akıl satanlar vatandaşın reyini iptal edip eline bir ekmek karnesi tutuşturdular. Millet, sanki müntehibi evvel, müntehibi sani ve ötekiler diye poşetle-nivermişti. Köylüsün, elinde şöyle keskin bir baltan, pa-rıltılı bir tırpanın, sabanın pulluğun var mı denmeden şapkan nerede diye sorulmuştur. Zahiren yokmuş, değir-menin hak getire; zıkkımın kökünü yiyormuşsun, umu-dunu kimler çalmış kimin umurunda. Onlar varsa yoksa balolar tangolar, ça ça ça. Çalan çalana, oynayan oynaya-na. Sonuç: Meşruti bir Cumhuriyet…

Ve sonunda “takrir” sahipleri ve rey taraftarları, itikat-larından gelen bir kükreyişle al atını tımarını, senin beyaz

treninden korksak “ay yıldız çetesi” mensubu olmazdık dercesine ve takriri sükunu takriri füzuna çevirircesine “yeter söz milletin” demişlerdir. Gayrimümeyyiz bir dere-keye düşürülen milletin, mümeyyiz ve farik olduğu, onun da reyinin makbul ve muhterem olduğu bu itikadın bir sonucu olarak ortaya konmuştur. Adnan Menderes, mil-lete mal olan devrimlere itiraz etmeyip kalanlarının em-pozesine kalkışmayacaklarını söylemek suretiyle bunu en veciz bir şekilde ifade etmiştir. Milletin görüşü önemlidir ve reyi değerlidir. Çünkü o derya deniz kasketliler, kasket-lerinin siperlerini öne çevirerek “ilk hedefiniz Akdeniz” gibi ilk hedefimiz dünya diye koşan ve geriye çevirip sec-dede kendi içlerinde coşan milletin kahir ekseriyetidirler.

Tarihte, kendisine yardım etmek isteyen Ensar karde-şine ““Kardeşim Sa’d! Allah malını da, aileni de sana ba-ğışlasın. Siz bana çarşının yolunu gösterin.” diyen Muha-cirlerden Abdurrahman b. Avf adında bir sahabe vardır; işte bizim derya deniz bu kasketlilerimiz de aynen böyle demişlerdir: Bana yolu göster, mektebi göster. Pulluk dir-gen tırpan nerede? Keser kerpeten kimde, alet nerde çarşı pazar ne yanda? Rahmetli Başvekil de taşı kırmak, dağı delmek, suya set çekmek için “cihazlanma” cihazlanma diye bunun için yanar tutuşur.

Sonrası, sonrası işte hem malum ve hem meşum. Rey ekolü bir daha kalkamamacasına nakavt. Görüş ve idrak yerini empoze ve gütmeye bırakır. Gayri Solculuk da, Mil-liyetçilik de ve hatta İslamcılık da bu gütme ve empoze ta-kımının aktörleridir. Dertleri, küme küme gütme ve öbek öbek empoze etmektir. Başkan vardır, patron vardır, efen-di hazretleri vardır, reis vardır; şu vardır bu vardır ama millet yoktur.

1960 tarihi sadece bir iktidarı alaşağı eden ve 3 müm-taz mensubunu salben idam eden bir darbeyi işaret etme-sinin ötesinde bir itikadı bir düşünceyi berhava eden bir tarihi anlatır bize. Bu tarih, bizim kümeye düştüğümüz ve küme küme “nakillere” “hatiplere” bağlandığımız bir ta-rihtir. Artık herkes, bir şahsiyet olmanın bir dirayet olma-nın ötesinde bir kümenin tanesidir. Artık barkodumuzda kişi değil tane, adet yazar. Aşiretin tanesi, örgütün tanesi, cemaatin tanesi. Bu “dedi”ye, “söyledi”ye bağlamanın ta kendisidir. Bu küme küme kümelik, bu lime lime lime-lik Eşari/Şafi düşüncenin şüyu bulmasından başka bir şey midir? Hem birlik beraberlik nutukları atmak hem de küme küme milleti bölmek aymazlıktan başka nedir ki?

Ah Bey’im ya ben öleyim mi söylemeyince, ya ben öle-yim mi özlemeyince. Özledim, çok özledim. Binaenaleyh benzin vardı da sunta mı yaktım, tak Semra kaseti memu-rum işini bilir, poşetler feda olsun Bilal’in düğününden beri zafer İslam’ındır yaveleri altında çok, pek çok özledim seni. Süleyman hep Süleyman, Özal ki illa Özal, Reis ise ne virtüöz oo ne virtüöz retorikleri arasında ne özledim bilemezsin! Allah rahmet etsin, mekânın cennet, cennetin cemal olsun.

REY EKOLÜNÜN SON BEYİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 283

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Gürcan Şevki ŞEKERDemokrat Pati Türk demokrasinin ve siyaset alanın-

daki pek çok gelişimin fikri dayanağı olmuştur. Bu de-mokrasi hareketinin mimarlarından birisi ve en önde geleni de şüphesiz ki Adnan Menderestir.

Adnan Menderes Türk Milletinin sevgilisi olmanın yanında Milletimizin aşkla bağlı olduğu hürriyetin ve demokrasinin sembolleşmiş adıdır.

Adnan Menderes 1931 yılında yapılan genel seçim-lerde Atatürk ün isteği ile milletvekili seçilmiş 1960 yı-lına kadar milletvekili olarak görev yapmıştır.

DP dönemini ve Menderesi anlatmaya başlamadan Türkiye’nin o günkü durumunu kısaca hatırlamak dö-nemlerin ve zihniyetlerin kıyası bakımından faydalı olacaktır.

Atatürk’ ün vefatı ile 2. Cumhurbaşkanı seçilen İs-met İnönü CHP kurultayında ‘’ Milli Şef ’’ sıfatlı Genel Başkan seçilmişti. Türkiye, Çankaya ve CHP Genel Merkezinin belirlediği esaslar doğrultusundaki siyasi, sosyal ve politikalar ile yönetilmektedir.

TBMM kararlarını CHP’nin gurup kararları ekse-ninde almakta Hükümet programlarının, yıllık bütçe-lerin TBMM’deki müzakereleri bir methiye ve onama

ikliminde yapılmaktaydı.İktisadi hayat Atatürk’ün iktisat vekili Celal Bayar’ın

hazırladığı ve uygulamasını yaptığı 1. kalkınma planı-nın yatırımlarının üretebildiklerinden ibaretti.

Milli Mücadele’nin onurunu omuzlarında taşıyan Türk Köylüsü, hakkını talep edebileceği bir siyasi or-tamdan mahrum olarak ve yoksunluklarını kader ola-rak kabullenmiş halde yaşamını sürdürmekteydi.

Cumhuriyetin dinamizmi yavaşlamış ülke ve insanı için şart olan siyasi ve sosyal yapıyı iyileştirecek iktisadi ve hukuki hamleler gündemden düşmüş, katı bir yö-netim tarzı devlet yönetimine egemen olmuştu. Her ne kadar TBMM’ de ülkenin hukuki ve siyasi ihtiyaçların farkında olan bir kesim olsa da Anayasa’ da kast edilen kapsamlı bir Meclis iradesinin varlığından söz etmek mümkün değildi.

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan ‘’ Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ‘’ ilkesi git gide hukuki ze-mininden uzaklaşılan bir ideal olarak muhafaza edil-mekte, Ülke yönetimi, halkı Milletvekili seçmek için ehil kabul etmemekte ve TBMM çift dereceli seçim ile belirlenmekteydi.

Üstelikte seçimler açık oy gizli tasnif usulü ile yapıl-

MENDERES DERDİMİZ DEMOKRASİ, DERDİMİZ HÜRRİYET

DİYENLERİN LİDERİDİR

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU284 |

maktaydı.İşte Haziran 1945’e gelindiğinde TBMM’ den ülkeye

yansıyan demokratik ortamı bu şartlar belirliyordu.Hükümetlerin yıllık bütçelerini sorgulamak, Mecli-

se sevk edilen kanunlara farklı bir içerik kazandırmak mümkün değildi. Kağnının, kara sabanın, cehaletin ve yoksunlukların ülke insanı için kaderi olarak gö-rüldüğü bu dönemin katı kurallarının sorgulanma-sı mümkün değildi. TBMM zeminine kök salmış yoksunlukları sırtlayarak yaşamlarını sürdüren halkın beklentilerini, vatanın ihtiyaçlarını dile getirecek kimse ortalıkta gözükmüyordu. Adeta ‘’böyle gelmiş böyle gider’’ temasında işler yürüyordu.

İşte böyle bir ortamda ‘’Yeter söz milletindir ‘’ slo-ganı ile millet huzuruna çıkan DP iktidara gelmiştir. Yaptığı hizmetlerle İktidarın Başbakanı Adnan mende-res halkın adeta sevgilisi olmuş ve bu sevgi günümüze kadar ateşi hiç düşmeden devam etmiştir.

Menderes ismi kalkınmanın, refahın da adı olmuş halkımızı ahali olmaktan çıkarıp insanımızı vatandaş yapma mücadelesinin de başkahramanı olarak Türk si-yasi hayatına adını altın harflerle yazdırmıştır.

Menderesçilik asla bir dogma olmamış, dünyanın şartlarına ve medeniyetin geldiği yere göre kendini ye-nileyerek günümüze kadar gelmiş ilhamını cumhuriyet ve Atatürk’ten almıştır..

Ne yazıktır ki günümüzde Menderesin adını kulla-narak siyaset yapma gayretindeki bazıları, Menderesin kavgasını verdiği diktatörlükle mücadele, hukuk devleti olma, tam demokrasi gibi müstesna kavramlarla taban tabana zıt eylem ve söylemlerle Menderese, Menderes karşıtlarından daha büyük zarar vermektedirler.

Menderes CHP milletvekili olarak birçok konuda gerek parti içi gurup toplantılarında ve gerekse meclis konuşmalarında defalarca demokrasiye vurgular yapan

konuşmalar yapmıştırBunlardan en önemlisi diktatörlüğe başkaldırı sa-

yılan dörtlü takrirdir. İçeriği, gündemi ve sonuçları ile hukuk, demokrasi ve siyaset alanındaki pek çok gelişi-min ilham kaynağı olan bu büyük ve şerefli hareketin fikri mimarları Atatürk ün son başbakanı Celal Bayar, Bursa Milletvekili Refik Koraltan, Kars Milletvekili Fuat Köprülü ve Aydın Milletvekili Adnan Menderestir.

Önerge (Dörtlü Takrir) özetle, vatandaşın hak ve hürriyetlerine zarar verir mahiyette olan ve anayasanın ruhuna ve metnine uymayan kanun hükümlerinin kal-dırılması, antidemokratik kanunların değiştirilmesi ve yasama denetimi talep etmektedir.

Menderes bir konuşmasında ‘’demokrasiyi üstün ya-pan insanları sürü halinden çıkaran bir rejim olmasının yanında iktidarları kansız ve kavgasız değiştirebilme özelliği olan tek rejimdir ‘’ demiştir.

Ne yazık ki demokrasiye inancı olamayan diktatör-ler tarafından kanlı bir şekilde iktidardan uzaklaştırıl-mıştır, D P ye yapılan o aşağılık darbe günümüze kadar devam eden birçok demokrasi dışı yolun açılmasına, 27 Mayısı takip eden birçok hükümet darbesine örnek ol-muş, meşruiyet kazandırmıştır.

Menderesin demokratlığını daha iyi tahlil edebil-mek için birçok yönünü ayrı ayrı değerlendirmeliyiz

Adnan Menderes hiçbir zaman Atatürk’le ve Cum-huriyetin temel ilkeleri ile çatışma halinde olmamıştır. Hatta önce CHP’nin ve sonrada devletin temel ilkeleri olan Altı İlkeyle temelde bir çatışması olmamış ancak Altı İlkede ifade edilen umdelere demokrasiye uygun yeni ve çağdaş anlamlar yükleyerek günümüzün ihti-yaçlarına uygun hale gelmesine ön ayak olmuştur.

O dönemde Altı İlkeye karşı gelmek devletin temel prensiplerine karşı gelmek anlamına geldiğinden parti kapatma sebebi sayılmakta idi. Bu sebeple Demokrat Parti kuruluşunda bu ilkeleri kabul ettiğini açıklamış fakat her birine farklı yorumlar getirmiştir.

Menderes, 1947 yılında yaptığı bir konuşmasında ‘’Altı okun ifade ettiği prensiplerin her iki partinin de programına temel teşkil ettiği bir gerçektir. Bu ilkeler her iki partinin programına esas olmakla kalmayıp Anayasada ve devlet kuruluşunda temel olarak kabul olunmuştur. Ancak bu esasların müşterek kabul olun-ması her iki partinin de bu esaslardan aynı şeyleri anla-dığı ve partilerinde aynı olduğu anlamına gelmeyeceği gerçeği ortadadır’’

Menderesin Altı İlkenin prensiplerine bakış açısı önemlidir Cumhuriyetçiliği tarif ederken’’Cumhuriyet sadece bir hükümet kalıbı veya şeklinden ibaret de-ğildir. Halkın gerçekten iktidar olduğu bir şekli yönetimdir’’diyordu. Cumhuriyetin ancak halkın kendi iradesi ile seçtikleri tarafından yönetiliyor olması halin-de bir anlamı olduğunu düşünüyordu

Menderesin Halkçılık ilkesine bakışı da CHP den farklı idi Ona göre halkçılık halk içinde ayırımcılık yapmamak, halkın oyuna, fikirlerine kıymet vermek gerekirdi Devletin kurduğu hiçbir siyasi oluşum hiçbir kuvvet halkçı olamazdı. Çünkü halkçılık aynı zamanda

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 285

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

BİRİM 1950 1960ELEKTİRİK ÜRETİMİ Milyon kwst 790 2 815

RAFİNERİ KAPASİTESİ Bin ton 8 660PETROL ÜR. TÜKETİMİ Bin ton 503 1 729

ŞEKER ÜRETİMİ Bin ton 137 643

ŞEKER FABR. SAYISI Adet 4 15

ÇİMENTO ÜRETİMİ Bin ton 396 2 038ÇİMENTO FABR.SAYISI Adet 5 14

PAMUKLU KUMAŞ Milyon metr 130 527KAĞIT ÜRETİMİ Bin ton 18 64

ENERJİ NAKİL HATTI Km 310 4000EKİLEBİLEN ALAN Bin hektar 15 542 23 264

TOPLAM TARIM ÜRN Bin ton 12 200 26 600ALTIN REZARVİ Ton 123 134

ASFALT KARAYOLU Km 1 425 6 880LİMAN KAPASİTESİ Bin ton 4 000 11 000

DEMİR YOLU Km 7 671 7 895HUBUBAT SİLO KAPASİTESİ Bin ton 411 1 795

OTOMOBİL Adet 13 405 45 767OTOBÜS Adet 3 755 10 981KAMYON Adet 15 400 57 460

TCDD TAŞIMACILIĞI Bin ton 8 700 14 300KAMYON TAŞIMACILIĞI Bin ton 17 000 56 000

HASTANE Adet 201 566HASTANE YATAĞI Adet 18 800 45 800SAĞLIK MERKEZİ Adet 16 283

ECZANE Adet 597 1 194DOKTOR Adet 3 020 8 214HEMŞİRE Adet 721 2 420İLK OKUL Adet 17 428 24 398

ORTA OKUL Adet 406 745LİSE Adet 88 194

MESLEK LİSESİ Adet 326 530YÜKSEK OKUL Adet 34 55

ÜNİVERSİTE Adet 3 7

halkı devlete de karşı korumak anlamında idi.Menderes Laikliği de din ve vicdan özgürlüğü ilke-

leri içinde görüyor. Devletin hiçbir şekilde inançlara ve inananlara karşı ceberut bir davranışta bulunmaması Herkesin istediğine istediği gibi inanma hürriyeti ol-duğuna devletin tüm inançlara eşit seviyede ve tarafsız kalması gerektiğine inanıyordu. Ve iktidarı boyunca da bu inancına uygun davrandı.

Milliyetçilik görüşünde de CHP den farklı düşün-celer sahipti. Milliyetçiliği asla ırki manada almıyor Atatürk’ün tarifine uygun, aynı coğrafyada, bir arada

yaşama iradesi göstermiş, dili, dini ,ırkı ne olursa ol-sun herkesi aynı milletin çocukları sayarken, Millete ait değerlerin savunuculuğunu yapıyordu Menderese göre Türk Sanat Müziğini, Türk Halk Müziğini yasaklayan-ların milliyetçilikten bahsetmeleri mümkün değildi. Milliyetçilik özünden, kültüründen utanan değil gurur duyan insandı. Gençlerle yaptığı bir sohbette Mende-res şöyle diyordu ‘’Milli birliğimiz ve vatanımızın bö-lünmez bütünlüğünü savunmak, mili çıkarlarımızı her şeyden yukarda tutmak, çok çalışmak milliyetçiliktir. Medeni bir milletin kafatasıyla uğraşması abestir ve dünya bundan çok çekmiştir.’’

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU286 |

Devletçiliği de Menderes CHP den farklı değer-lendiriyordu. Uygulanan devletçiliğin ekonomik kal-kınmaya engel olduğu düşüncesindeydi. Menderes bir konuşmasında;“Böyle bir devletçilik, siyasî kanaat ve sınıf şuuru ile değil, ancak bir takım ekonomik ve mad-di bağlarla iktidar etrafında toplanan bir zümrenin tat-bikine yarayacak bir sürü müdahalelerin ortaya çıkar-dığı kötü bir sistemden başka bir şey değildir.’’Diyerek devletin kontrolündeki bir sosyal ve iktisadi hayatın gelişimini mümkün görmüyor hür teşebbüsün önünü açmanın zaruretlerinden bahsediyordu.

Sanayideki katı devletçi uygulamaları da bir konuş-masında şöyle eleştiriyordu “Devlet fabrikalarının lehi-ne olarak memleket mahsulleri dış piyasalardan daha aşağı satın alınmış ve bu fabrikaların mamullerinin ise dış piyasalardan birkaç misli pahalı olarak tüketiciye satılmak gibi bir yolda yürünülmektedir. Adana’da pa-muk yetiştirdiği halde sırtına giyecek pamuklusu olma-dığından şikâyet eden bir çiftçinin yerden göğe kadar hakkı vardır. Bu suretle hizmet maksadı ile her yapılan fabrika, memleketi adeta haraca kesen bir müessese oluyor Bırakınız bunları millet yapsın”

Menderes karşıtlarının söylediklerinin aksine Men-deres asla devrimciliğin karşısında biri değildi. Çünkü devrimcilik asla durdurulamaz bir gelişimin adı idi Ona inkılâpçılık diyor Milli Şef döneminde inkılâpçılığın durduğunu ve hatta sadece mazinin hatırlanması ile yetinilen bir muhafazakârlığa dönüştüğünü işaret edi-yordu.

Menderes, inkılâpçılığı, çağdaş dünyanın şartları-na uygun, dinamik, sürekli, değişime, gelişime ve her türlü yeniliğe açık ve gücünü halktan alan politikalar uygulanması şeklinde anlamakta, İnkılâbın devamını milli iradenin hâkim kılınması ile mümkün olacağına inanmaktaydı.

Dolayısı ile Menderes Altı İlkeyi kendi yorumlama-sıyla demokrasiye ters görmüyordu

Menderese göre demokrasinin olmazsa olmazı çok partili hayat, adil seçimler kadar fikir ve vicdan özgür-lüğü idi. Bir yazısında şöyle yazmaktadır ‘’Bir memle-kette demokrasi vardır diyebilmek için, bu hürriyetlerin her türlü tehditten masun bulunması şarttır. Bu hürri-yetlerin tehdit altında bulunması veya bulunabileceği korkusunun kalplerde hâkim olması, kanunlarda yazılı olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamış olmasının şaşmaz delilidir”

Hak ve hürriyetlerden neler anladığını da şu örnek-lerle anlatmaktadır.“Vatandaş dilediği partiye giremez veya girdiğinde bir sürü baskıya veya tazyike uğrarsa, vatandaş, polis tarafından hiçbir sebep göstermeye hacet kalmaksızın günlerce nezaret altına alınabilirse, idarenin emriyle jandarma, köylüyü istediği gibi kul-lanırsa, reyini vicdanının emrine göre kullandığı için karakoldan karakola, nahiye müdüründen kaymaka-ma, valiye sürüklenirse, tartaklanır, hapsolunursa veya gaz alamaz, basma alamaz, çay alamazsa, nihayet Türk köylüsü bugün olduğu gibi yurdun hemen her tarafın-da kendi muhtarını seçemezse, böyle bir memlekette

vatandaş hak ve hürriyetleri asla sağlama bağlanmış sa-yılamaz ve demokrasi tesis edilemez”

Menderes kuvvetler ayrılığı prensibini savunuyor, “Yıkmaya çalıştığımız diktatörlük, Anayasanın kuv-vetler beraberliği prensibine dayanmasından ileri gel-miştir. Meclis, bu prensibe göre, milletin tam kendisi-dir. Yasama, yürütme ve yargı kendisindedir Böyle bir hukuki yapı içerisinde diktatörlükten başka bir rejimin yaşaması mümkün olunmamaktadır.’’ diyerek tek parti döneminin adalet anlayışını eleştiriyordu ona göre ya-sama yürütme ve yargı bağımsızlığı da demokrasinin teminatlarından birisi idi

Menderese göre demokrasi sadece anayasalarla, ya-salarla tesis edilemezdi yönetenlerin ruhen ve fikrende demokrasiye yatkın olmaları gerektiğini sık sık tekrar-lıyordu.

İnsanların seçme halkının doğuştan gelen insan hakları kadar kutsal olduğuna inanan Menderes İstan-bul Bakırköy’de yaptığı konuşmasında halka şöyle ses-leniyordu “ Partimizin milletçe benimsenmiş olmasını, Halk Partisi yanlış anlamaktadır. Onlar, zannediyorlar ki, sadece uzun zaman iktidarda kalmış olmak ve ge-çen harp senelerinin yarattığı sıkıntılarda tabi olarak halkımızın mustarip olması, kendilerine tevcih edilen memnuniyetsizliğin sebeplerini teşkil eder. Hâlbuki ha-kikat böyle değildir. Harbin yarattığı sıkıntılar olmasa, uzun iktidar yıllarının yığdığı memnuniyetsizliklerin tesiri bulunmasa dahi, Türk milletinin Halk partisine sevgi ve güveni gene olmazdı. Çünkü Halk partisi, va-tandaşın siyasî haklarının üzerine oturmuştur. Bunları, millete iade etmedikçe itibar ve sevgisinin kendisine avdetine imkân yoktur’’

Menderes cahil ve fakir bir toplumda tam demok-rasinin uygulanmasının mümkün olmadığını biliyor İktidarı boyunca eğitime olağan üstü önem veriyor. Kalkınmayı toplumun en fakir kesimi olan köy ve köylüden başlayarak Destansı bir kalkınma ve yatırım hamlesi başlatıyordu Tablodaki istatistikler incelendi-ğinde Menderes döneminin farkı ve üstünlüğü apaçık görülmektedir.

Sonu darağacına giden uzun zahmetli ve engel-lerle dolu bu Demokrasi mücadelesi Türk Milletinin kalbinde Menderes Destanı olarak yaşamaya devam etmektedir. Menderes mirasının gerçek sahiplerinin o gün olduğu gibi bu gün de demokrasi, hürriyet ve hukuk talepleri devam etmektedir. Hukuksuzluğun antidemokratik uygulamaların her geçen gün daha da artığı Türkiye’mizde derdimiz hürriyet, derdimiz demokrasi diyenlerle, adalet arayanların, Büyük Türkiye idealini yeniden başlatmak için çalışanların çabaları asla boşa bitmeyecektir. Bu şerefli davanın takipçileri, kurucularından aldığı ilham ve donanımla haklı mücadelelerine bu günde aynı inanç ve kararlılıkla devam etmektedir. Bu doğru ve haklı mücadelenin sonunda demokrasi yeniden kazanacak Türk Milleti yeniden hür yaşayacaktır.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 287

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Yalçın TAZEİşadamı

Franklin Delano Roosevelt Amerika’nın 32. Devlet başkanı.

Muhtemelen de Amerika’nın en sıkıntılı dönemlerin-de ülkenin başında olmuş olduğu için Amerikan tarihi için yeri bir ayrı.

1929 Ekonomik Buhranı’ndan kısa bir süre sonra –ki buhranın en derin şekilde hissedildiği bir dönemde- gö-reve başlayıp, kendisinden sonra gelen kadronun insan-lığa bıraktığı en büyük utanç (Hiroşima ve Nagazaki) düşünülüğünde “keşke ölmeseydi” denilen ve belki de en sevilen ABD Başkanı.

Elbette sadece buhran sonrası uyguladığı politikala-ra bakarak dahi dehası anlaşılabilir. Ancak demokrasi fikrine inanmış bireyler için Roosevelt’in başka bir yeri vardır.

6 Ocak 1941 tarihinde Amerikan Kongresi’ne hitaben yaptığı konuşmada hürriyet üzerine ettiği sözler, bugün “demokratlara öğüt” niteliğindedir.

Türk Demokratları, 8. Cumhurbaşkanı merhum Tur-gut Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği 31 Ekim 1989'da yapamadığı (Kenan Evren’in, Anayasa uyarınca 7 yıllık süresinin 9 Kasım 1989 tarihinde dolması nedeniyle) gecikme ile 9 Kasım 1989’da gerçekleştirdiği konuşması sayesinde “dört hürriyet”e “bir parça” aşinalar. Bir parça dememin sebebi bölük pörçük hatırlandığından değil! Bilakis kimisinin mıh gibi aklında olduğundan eminim, ancak bir madde eksik olması nedeniyle böyle söyledim.

Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, mecli-se teşekkür mahiyetinde yaptığı konuşmasında; “dü-şünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti”nden bahsetmişti. Yani Roosevelt’in “korkudan kurtulma hürriyeti” Özal’ın “hürriyet listesi”nde değildi. Bunun nedenini değişik şekillerde açıklamak mümkün. Roosevelt Kongre’ye yaptığı konuşmasına; “Siz Yetmiş Yedinci Kongre üyelerine, Birliğin tarihinde eşi görüş-memiş bir zamanda hitap ediyorum. “Eşi görülmemiş” sözünü kullandım, çünkü Amerika’nın güvenliği daha önce hiç bu kadar ciddi bir şekilde tehdit edilmemiştir…” diyerek ve II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı tehlike-yi işaret ederek başlamıştı. Bu bakımdan birazdan ma-hiyetini açıklayacağım “korkudan kurtulma hürriyeti” Rossevelt’in listesine girmişti. Ancak Özal’ın konuşma yaptığı dönemde bu derece bir tehlikenin olmaması bu maddenin listeye alınmamasına sebep olmuş olabilir. Belki de Özal “intihal” yapmak istemedi.

Elbette tek fark eksik madde değil. Bunun yanında kavramlara verilen isimler ve yüklenen anlamlar da bir

miktar farklı.Örneğin içeriği benzerlik gösterse de ilk madde

Rossevelt’in konuşmasında “konuşma ve ifade hürriyeti” iken Özal’ın konuşmasında “düşünce hürriyeti”

Bu fark yalnız isimlendirmede mi yoksa uygulama ve inançta da fark var mı bu oldukça uzun ve kapsamlı bir inceleme gerektirir. Bu yazı için bu farkı bilmek yeterlidir kanımca.

Ne olursa olsun iki açıklama da Türk Demokratları için başucu nutku, adeta bir “olmazsa olmazlar” listesi.

Türkiye’de demokrasinin gelişim sürecinde demokra-siye dair “var” diyebilmek için bu hürriyetlerin yaşamsal-lığı son derece önemli.

Gelelim “dört hürriyet”e;Rossevelt’in liste sırasına göre ilk hürriyet “ifade hür-

riyeti”Literatürde, düşünce ile birlikte anılan ifade hürriyeti,

mesele “hürriyet” olduğunda tek olarak ele alınmaktadır. Bunun sebebi, baskı guruplarının müdahale etseler de düşünmeye engel olamayacağı ancak ifadenin, “hürriyet” olarak nitelenebilecek derecede engelle karşılaşabileceği-dir.

Bir kavramın hürriyet ile bağı, o kavrama karşı duyu-lan “engelleme” isteği ile doğru orantılıdır.

İfade hürriyetinin temeli bir fikre sahip olmaktır. Her birey, herhangi bir konuda bir fikre sahip olabilecek-

DEMOKRATLAR İÇİN BİR BAŞUCU NUTKU:DÖRT HÜRRİYET

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU288 |

ken, bu fikri dile getirmediği sürece fikre sahip olmanın önemsiz olacağının bilincinde olmalıdır. İfade hürriyeti, bireyin serbest bir biçimde her türlü bilgi ve fikirleri en-gel ve sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat veya-hut da dilediği bir başka yöntem/araçla öğrenme, alma ve verme hakkıdır.

İfade Hürriyeti, bir başkasının hürriyetini baskı altına almadığı, toplumsal huzur ve dayanışmayı bozmadığı ve şiddeti teşvik etmediği ölçüde kullanılmalıdır.

İfade hürriyeti, her alanda gelişmeyi ve zenginliği çağrıştırır. Bu bakımdan devletin yasaklamaktan ziyade dinleyen ve hayata geçiren olabilmesi, zenginliği arttıra-cak, toplumsal mutabakata eşlik edecektir.

Bireysel manada kullanılabilecek bu hürriyet, toplu-mun kutuplaşmasının da önünü kesecektir. Devletin ya da sistemin makul gördüğü “ifade”ler haricinde bir ifa-denin ortaya çıkmaması, bir takım radikal eğilimlerin, ayrılıkçı hareketlerin yeşermesine, dahası ifade edilme-yen düşünceler, bugünün tabi ile “marjinal”liğe sebebiyet verecektir.

Devlet toplumsal ya da siyasal güvenlik kaygısı ile ifa-denin açıklanmasına engel olurken bir baskı yaratmakta ve nihayetinde bu baskının altında kalmaktadır.

Bunun yanında fikrini ifade edemeyen bireylerle dolu bir toplum, önyargıların yaşandığı ve “septik” yaklaşım-ların arttığı, bireysel ilişkilerin korkularla şekillendiği bir hayatı beraberinde getirecektir.

Listenin ikinci maddesi Roosevelt’in tanımlamasına göre “dünyanın her yerinde her kişinin Tanrısı’na kendi istediği biçimde ibadet etme hürriyeti“ daha geniş kulla-nımı ile İnanç Hürriyeti’dir.

İnanç hürriyeti, ifade hürriyeti olarak adlandırdığı-mız ve fakat genel kullanımı itibariyle “düşünce ve İfade hürriyeti” olan hürriyetle karakteristik bir benzerliğe sa-hiptir.

İfade hürriyeti, ifade edilebilecek bir fikrin, düşünce-nin olmasını ön şart kabul eder. Bu fikrin öğrenilmesi, öğretilmesi, duyurulması kısaca ifade edilmesi de İfa-de Hürriyeti’dir, düşündüğünü ifade etme hürriyetidir. İnanç Hürriyeti konusunda da temel olan, inancın dü-şünsel olduğu, ifade ediliş biçimi olarak adlandıraca-ğımız “ibadet”in ise bir eylem olduğudur. Dolayısıyla inanca değil inancın ifadesine, vicdanın dışa vurumuna yapılan müdahale bu hürriyetin konusudur.

İnanç kavramının “hürriyeti”nden bahsedilirken, inancın değişik şekillerde müdahale ile karşılaşacağı, bu ihtimalin, inancın yapısı gereği var olduğunu bilinmeli-dir. Müdahale her zaman “eylem”e yönelik, yani ibadete yönelik değil, düşünce aşamasındayken de yaşanır. Bu bakımdan yaşanan en ciddi müdahale dini ve vicda-ni meselelerin siyasete ve sisteme dahil edilmesi, çıkar amaçlı kullanılması, sistemin ve/veya toplumun yöneti-mi sırasında bir araç haline getirilebildiği gerçeğidir.

Devlet, bireylerin dini kimliklerini hür bir biçimde ortaya koyabilecekleri idari ve kanuni tedbirler almalı,

inanç bağlamındaki farklılıkları, asırlardır öğrendiği bi-çimde zenginlik olarak algılamalı, bireylerin inançlarını ifade etmek yönünde duydukları ihtiyaçları karşılamalı-dır.

Din veya inancını açıklama hürriyeti, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahla-kın, ya da başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla, temel hak ve hürriyetlerden ve demokrasi bi-lincinden ödün vermeden zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilmelidir.

Listenin üçüncü maddesi Roosevelt’in tanımına göre “fukaralıktan kurtulma hürriyeti” Özal’a göre “teşebbüs hürriyeti” ve bugün bizlerin daha çok kullandığı hali ile Girişim Hürriyeti’dir

Bu hürriyet, ekonomi başta olmak üzere, toplumsal hayatın birçok alanında girişimde bulunmak isteyen bireyin önüne engel çıkarılmamasını, daha da ötesinde girişimciliğinin madden ve manen arttırılması için siste-min bu yönde yapacağı teşvikleri kapsamaktadır.

Girişim Hürriyeti, bireylerin “yoksulluktan kurtul-ma” hürriyetidir.

Bu hürriyetin hedefi, bireyin öncelikle sağlık ve barış içinde yaşaması amacıyla ekonomik imkanlarla buluştu-rulması, yoksulluktan kurtulması için girişimde bulun-masına imkan tanınmasıdır.

Girişim Hürriyeti, üretim için gerekli imkânlara birey-sel manada sahip olan kimseye, üretimi için imkânların sağlanmasını, bu suretle bireyi yoksulluğa düşmekten uzak kılacak bir gelire ulaşmasını hedefler.

Devletin garanti edeceği girişim hürriyeti, imkanla-rın, yalnız üretimin sağlanmasına yönelik olarak değil, bireyin karşısına çıkacak ya da çıkması muhtemel olağan üstü durumlarda, bireyin içinden çıkamayacağı ekono-mik zorluklarda kalmasına engel olacak düzenlemele-rin sağlanmasıdır. Ayrıca bu hürriyet, belirli ehliyetlerin oluşmaması ya da bu ehliyetlerden mahrum kalınması durumunda üretim imkanlarına ulaşamayan bireylerin iktisaden korunmasını da ifade eder.

Roosevelt’in andığı ve Özal’ın listesinde bulunmayan dördüncü hürriyet ise “Korkudan kurtulma hürriyeti”dir

Korkudan Kurtulma Hürriyeti ilk olarak, girişim hürriyeti sistem tarafından emniyet altına alınan bireyin, ekonomik imkânlarından mahrum kalma korkusun-dan kurtulmasını da hedefe alır. Birey, bu hürriyet bağ-lamında, sosyal hayatın her alanında kamu otoritesinin “baskı”sından emin olabilecektir.

Korkudan Kurtulma hürriyeti, bireyi/halkı/vatandaşı, yaşı, konumu, cinsiyeti, makam ve mevkisi ne olursa ol-sun iktisadi imkanlardan aynı şartlarda ve eşit haklarda faydalanmasını, herhangi bir ayrım olmaksızın ulaşma-sını ifade eder. Bireyin, iktisadi imkanlar da dahil olmak üzere, cinsiyete, yaşa ve toplumun ya da sistemin belirle-diği “sınıf ”sal farklılığa bakmaksızın ve korku duymaksı-zın imkanlara ulaşabilmesi gerekmektedir.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 289

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Bireyin yüklendiği ya da benimsediği görev ve yetki ne olursa olsun, bu görev ve yetkinin özelliği nedeniyle kanunlar istisna olmak üzere, hiçbir baskı ve müdaha-leye uğramayacağını bilerek hayatına devam etmesi ge-rekmektedir.

Bu hürriyet uyarınca bireyin hukuk sisteminin izin verdiği ölçüde, ekonomik, kültürel, siyasal, dini ya da mesleki oluşumlara, sistemin ve siyasi otoritenin bas-kı ve yönlendirmesi olmadan, kendinden, görevinden, imkânlarından “emin” olarak dâhil olabilmesi, ayrılabil-mesi, çalışabilmesi ve herhangi bir baskı ya da müdahale ortaya çıktığında kanunen hiçbir ayrıma tabi tutulmak-sızın hakkının devlet nezdinde garanti altına alınmış ol-ması gerekmektedir.

Birey yalnız yaşadığı toplum ve aidiyetinde olduğu devlet odaklı ortaya çıkabileceklere karşı duyduğu kor-kulardan değil, diğer toplumların, devletlerin ve ülke içi ya da dışı, başkaca baskı guruplarının sebep olduğu/ola-cağı korkulardan da kurtulmalıdır.

Yaşadığı devlet ve toplum odaklı korkularından arı-nan birey, dışarıdan ve/veya içerinden gelecek “yabancı” odaklı tehdite karşı devleti tarafından muhafaza edilir-

ken aslolan bu tehdidin ortadan kalkmasını sağlamaktır.Roosevelt bu konuşmayı yaptıktan sadece 11 ay sonra

Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın, Pearl Harbor saldırısı sonrası II. Dünya Savaşı’na katıldı. Aslına bakı-lırsa bu saldırı sonrası savaş tam anlamı ile bir “Dünya Savaşı” halini aldı. Savaşa katılana kadar son ilkenin va-hameti anlaşılamadı. Ya da daha doğru bir ifade ile bu son ilkenin “dış tehdit” boyutu.

Tüm bu ilkeler kuşkusuz birbiri ile ilintili. Zira her biri bir diğerinin teminatı niteliğinde. Bu açıdan bakıl-dığında muhakkak ki eksikleri olsa da bu ilkeler de de-mokrasinin teminatı.

Bitirmeden bir hatırlatma;Bu son hürriyetin, korkudan kurtulma hürriyetinin

Özal’ın listesinde bulamamış olmamızın sebebi, hürri-yetin içeriği incelenince ortaya çıkıyor. Türkiye toprak-larında hikmet-i hükümet bu hürriyete “Yurtta sulh Ci-handa sulh” diyor.

Atatürk’ün haleflerinden biri olarak Özal da muhte-melen bu bilinçle bu hürriyeti listesine alma gereği duy-mamıştı.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU290 |

Mete İzzet ÖZCANOĞLUKemalist Atılım Birliği Genel Başkanı

Türk İstiklal Savaşı Dünya Tarihinde Bir İlk …Tarih boyunca Türk Milleti üzerinde değişik senar-

yolar uygulamaya kondu. Her senaryonun hedefi değiş-miyor, sadece aktörleri ve yerli işbirlikçileri değişiyordu. Hedef, Türk varlığını bu coğrafyadan silmekti. Son ve tehlikeli senaryo 1. Dünya Savaşı sonrası “Sevr” adlı ola-nı idi.

Bu senaryo, Mustafa Kemal adında bir askerin ve li-derin başlattığı Türk İstiklal Savaşı ile akamete uğratıla-cak ve emperyalizm “geldiği gibi gidecekti…” Öyle oldu, emperyalizm Anadolu topraklarından geldiği gibi gitti.

Bu öyle bir savaştı ki; bir milleti tarih sahnesinden sil-meye yönelik ölümcül saldırıya, o millet yaşama azmi ile karşı koydu.

Bu öyle bir savaştı ki; dünyanın mazlum milletlerine istiklalin nefes almak kadar yaşamsal olduğunu gösterdi.

Bu öyle bir savaştı ki; toplumların birlik ve beraberlik içinde olabilirlerse “yedi düveli” yenebileceklerini göster-di ve mazlumların kendilerine güvenmelerini sağladı.

Sonuç olarak Türk İstiklal Savaşı dünya tarihine bir ilk olarak kaydedildi… Celal Bayar bu kutsal harbin Ku-vayi Milliye komutanı, Galip Hocası idi

Ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk aydınlan-masının kilometre taşlarını oluşturan büyük devrimleri ışığında toplumsal ve ekonomik kalkınma savaşı başladı.

Bir başka ifadeyle Türk insanının milli yapısı ile muasır medeniyetin oluşturduğu bileşke genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi, temel düşüncesi haline geldi.

Bu dönemde Bayar, Atatürk’ün en yakınındaki ki-şilerden biri, ekonomiyi emanet ettiği İş bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Son Başbakanı idi.

Milli Yapı ve Muasır Medeniyet Bileşkesi:Atatürk’ü kaybedişimizden ve peşinden gelen 2’nci

Büyük Savaştan sonra Dünya yeni bir döneme girdi.1946’da Mustafa Kemal Atatürk’ün formüle ettiği

temel felsefe, demokratik rejime geçerken bu kez yine Bayar’ın liderliğinde yeniden yapılandırıldı.

Demokrat Parti felsefesi milli ve manevi değerlere saygıyı, ekonomi ve bilim temelinde kalkınmayı esas aldı. 1946-1960 arası dünyanın yeniden kuruluşuna sah-ne olurken genç Türkiye Cumhuriyeti açısından demok-rasinin yerleştirilmeye çalışıldığı, milli hassasiyetlerin korunarak uluslararası gelişmelerin takip edildiği dönem oldu.

O dönem, etnik ve dini ayrım gözetilmeksizin Mus-tafa Kemal’in çizdiği yol haritasına uyulan bir dönemdi.

Demokrat Parti’nin en önemli varlık sebebi ise, Ce-lal Bayar’ın Atatürk İçin söylediği, “seni sevmek milli bir ibadettir” cümlesi ile formüle edilmişti. Celal Bayar’ın Atatürk’ün mirasını gelecek nesillere aktarma misyonu olan “Milli Yapı ve Muasır Medeniyet bileşkesi,” süreç içinde çok önemli görevler üstlendi.

Bu misyon Adnan Menderes, Süleyman Demirel gibi liderlerle sürdürüldü.

Süleyman Demirel konu ile ilgili bir yazısında şöyle demektedir;

“Türkiye’nin birlik ve beraberliğini, kardeşliğini, millet iradesi üstünlüğünü, hukuk üstünlüğünü, sosyal devleti, kalkınmışlığı, imar ve inşayı, hürriyeti, adale-ti, eşitliği Demokratik Cumhuriyeti, çağdaşlığı, laikliği, din ve vicdan hürriyetini, Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e ve demokrasiye sahip çıkarak savunmak…”

Ve ne yazıktır ki sonraki dönemde bu miras kesintiye uğradı Bu çizgiyi besleyen damarlar kesildi.

Ancak bir gerçek, özellikle bugün çok net olarak or-taya çıktı. Her ne kadar sahipsiz bırakılsa da, yaşam da-marları kesilse de bu felsefe yaşamaya devam etti. Çok daha önemlisi, bugün Türkiye’ de ve bölgemizdeki son gelişmeler ışığında “Tek çözüm” olduğunu ispat etti.

ATATÜRK, BAYAR, MENDERES VE DEMİREL ÇİZGİSİMUASIR MEDENİYET VE MİLLİ YAPININ BİLEŞKESİ

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 291

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

Atatürk-Bayar ikilisinin şahsında vücut bulan, Men-deres ve Demirel tarafından sürdürülen çizgi, yani “Mil-li yapı ve muasır medeniyet bileşkesi” tek çaredir.

Atatürk, Bayar, Menderes ve Demirel Çizgisi:Bu çizginin temsil ettiği düşüncede Türk-Kürt, Alevi

Sünni veya bir başka isim altında ayrışma yoktur. Türkiye Cumhuriyeti bir bütün olarak kabul edilir, bu toprakları vatan yapan ve etnik-dini kökenlerine bakmaksızın, ke-fensiz toprağa düşen kınalı kuzuların yüzü suyu hürme-tine bu toprakların üzerinde yaşayanlar bu devletin eşit vatandaşları olarak görülür.

Bu çizgide felsefesinde Atatürk ve İslam birbirinin al-ternatifi değil, birbirini tamamlayan unsurdur.

Bu fikrin gücü, İstiklal Savaşı’nda Türk’ünü de Kürt’ünü de, Müslüman’ını da gayrimüslimini de tek bir ideal etrafında toplamayı başaran Atatürk’ten kaynaklan-maktadır.

Bu ideal; emperyalizme karşı vatan aşkıdır.Bu ideal; Müslüman kimliğini koruyarak laik, çağdaş

birey olabilme ilkesidir.Bu ideal; Türkiye’ye sömürge anlayışı ile yaklaşan dö-

nemin Dünya Bankası Türkiye temsilcisini ülkeden ko-vabilme iradesidir. Bütün ülkeyi bir baştan bir başa ba-rajlarla, dumanı tüten fabrikalarla, altın başaklı tarlalarla, rafinerilerle, limanlarla donatma sevdasıdır

Bu ideal; Kıbrıs’taki Türkler’in haklarını koruyan an-laşmayı yaparak 1974’e imkan sağlayan milli duruştur.

Bu ideal; o dönemin şartları gereği NATO’ya girerken milli menfaatler gereği Avrasya politikalarını da geliştir-me öngörüsüdür.

Bu ideal; Atatürk’ün çizdiği yol haritasında ilerleye-rek, laik, demokratik yapısını koruyarak bölgesinde mo-del ülke olabilme başarısıdır.

SONUÇ: Bugün bu çizgiyi besleyen damarların yeniden açıl-

ması gerekmektedir.. Bu toprakların genlerinde yeralan “hoşgörü, anlayış” kavramlarını yeniden hakim kılmak, “sabah namazı için sabahın köründe camiye gitmek için evinden çıkan ile sabahın köründe evine gitmek üzere meyhaneden çıkanın sokakta selamlaşacağı hoşgörü ik-limini” yaratabilmektir.

Laik, demokratik, kalkınmış, yurtta ve dünyada barış ilkesi ilkesini hayata geçirmiş, mutlu ve huzurlu yurttaş-ları olmaktan kıvanç duyacağımız bir ülkeyi yeniden ha-yata geçirebilmektir.

Atatürk-Bayar felsefesinin bugünün şartlarına uyar-lanarak yeniden hakim kılınması sadece Türkiye Cum-huriyeti Devleti için değil, dünyanın mazlum milletleri, İslam alemi ve İslam dini açısından da yaşamsal önem taşımaktadır.

"İstanbul Sevdalısı Şehid Başvekilimizi yadeden İstanbul Büyükşehir Belediyemizi Muhterem Ağabeyimiz Kadir Topbaş'ın şahsında tebrik ederiz."

Adnan Menderes Demokrasi Platformu

Efe Mert ÜNALAkdeniz Üniversitesi Gazetecilik Öğrencisi

Devrim ya da devrimci denilince akla ilk gelen Che Guevara, Deniz Gezmiş, Fidel Castro gibi isimler olmak-tadır. Peki “devrim” bu kadar kısıtlı, “devrimci” bu kadar basit bir olgu mudur? “Devrim” kavramı solun tekelinde midir?

Devrim, inkılâp ya da ihtilâl, bir durumdan başka bir duruma geçiş, evrim, dönüşüm manasına gelir. Toplum-sal değişimlerin insan iradesiyle hızlandırılması devrim-leri oluşturur. Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli bir şekilde gerçekleşir. Devrimin evrensel tanımlaması bu-dur.

Beyaz Devrim14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler Türkiye’de 27

yıllık tek parti devrini sona erdirdi. 1923’ten beridir tek başına ülkeyi idare eden Cumhuriyet Halk Partisi iktida-rı halkoyu ile Demokrat Parti’ye devredecekti.

Seçim sonuçlarına göre DP %52.7 oy alarak 408 mil-letvekilliği kazanmıştı. CHP %39.4 ile 69 milletvekili ile temsil edilme hakkı kazandı. Millet Partisi 1, bağımsızlar 9 milletvekiline sahip oldular. Mustafa Kemal’den son-ra 11,5 yıldır cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan İs-met İnönü artık ana muhalefet lideriydi. 22 Mayıs 1950 günü TBMM açıldı. Refik Koraltan başkanlığa seçildi. Ardından yapılan Cumhurbaşkanlığı oylamasında DP Genel Başkanı, İzmir milletvekili Celâl Bayar 453 mil-letvekilinin katıldığı oylamada 387 oy alarak Türkiye

Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Hükü-meti kurmakla DP Aydın Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi. Aynı gün Menderes kendisinin ilk Tür-kiye Cumhuriyeti’nin 19.hükümetini kurdu. 2 Haziran’da meclisten güvenoyu aldı. 9 Haziran 1950’de DP Genel İdare Kurulu Adnan Menderes’i genel başkanlığa seçti. Dünyada belki çok nadir görülen bir olay gerçekleşmiş-ti. Uzun yıllar boyu ülkeyi kendi otoritesi ile yöneten ik-tidar, tamamen serbest, hür, kansız ve hilesiz bir seçim ile yerini bir başka partiye bırakmıştı. Bu yüzden 1950 seçimleri tarihimizde “Beyaz Devrim” olarak adlandırıl-mıştı.

Devrimci MenderesMillettin Demirkıratı ezici bir üstünlükle iktidarı 27

yıllık tek parti diktatörlüğünden alıyor ve halkın iktidarı başlıyordu. Başbakan Adnan Menderes devrimci icraat-larına 1932 yılından beri inananları rahatsız eden, Türkçe okunan Ezanı aslına çevirmekle başlıyor ve Cumhurbaş-kanı Celal Bayar’ın “bu son icraatınız olabilir.” uyarısına rağmen; “Başvekil olarak tek icraatım da olsa Ezanın Arapça okunmasını sağlayacağım.” karşılığını veriyordu.

Din ve vicdan hürriyeti adı altında millettin inancı-nı manipüle edenlere en güzel cevabı veren Menderes’in devrimci icraatları bununla sınırlı kalmadı. Radyolar-da dini yayın ve mevlit yayınlanması yasağını kaldıran Menderes, günümüzde de varlığını sürdüren yasakçı zihniyetin baş hedefi haline gelmeyi göze alacak kadar cesur bir liderdi. Vatandaşların, dinlerini gereği gibi ya-şamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’an derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlan-mıştı. CHP’nin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camilere tamir yardımı yapılmıştı. İmam Hatip Okulu sayısı 19’a çıka-rılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştı.

Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dini özgür-lük devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı. Bu kurtuluşun, bu kalkınmanın toplum tabanın-daki ifadesi, mahsulün para etmeye başlamasıydı. Fakir halk kitlelerinin de üstüne giyecek, çocuğuna giydirecek bir şeyler bulmaya başlamasıydı. Ormancı korkusunun, hacizli, kırbaçlı, jandarmalı vergi tahsilatının sona er-mesiydi. Senelerce aç kalan, devlete vergi yetiştirmekten kendisine parası kalmayan milyonların cebinin para gör-mesiydi. Elektrikti, suydu, yoldu, fabrikaydı…

Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözleri kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en

BEYAZ DEVRİM VE BÜYÜK DEVRİMCİ ADNAN MENDERES

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU292 |

fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, Demokrat Parti’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar devrimi yaşa-nıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük ya-tırımlar yapılıyordu. Barajlar, liman inşaatları, sulama te-sisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirlerarasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmişti. Adnan Menderes 27 yıllık tek parti iktidarının milletin zararına olan tüm icraatlarına bir nevi panzehir olan devrimleriyle milletin adamı olmuştu.

Günümüzü Aydınlatan Devrimci MenderesAdnan Menderes’in Müslüman devrimci duruşunu

hazmedemeyen cuntacı zihniyet 27 Mayıs 1960’da mil-letin iradesine el koyuyor ve 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı sona eriyordu ya da cuntacı zihniyet öyle zan-nediyordu.

Bu büyük davanın ismini ve liderini yok ettiğini sa-nan cuntacı zihniyetin unuttuğu bir şey vardı. Bu ülkede her zaman milletin iradesi tecelli ederdi ve edecekti. 17 Eylül 1961 günü şehadete yürürken bu dava onunla bir-likte bitmiyordu. Adnan Menderes’in yolu nice liderlere bir ışık olacaktı. Ardından kurulan partiler de bu çizgide devrimci icraatlara devam edecekti. Adalet Partisi Süley-man Demirel, Anavatan Partisi Turgut Özal, Adalet ve Kalkınma Partisi de Recep Tayyip Erdoğan ile Adnan Menderes’in devrim yolunda ilerleme gayreti içinde ola-caktı.

Başarmış ya da başaramamış olmaları aziz milletin takdiridir. Ancak bilinmesi gereken şudur ki; milli irade tecelli ettiği sürece bu devrimci duruştan taviz verilme-yecek ve Adnan Menderes ve devrimleri her dönemde yaşamaya devam edecektir.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 293|

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU294 |

Nurbanu EKENAdmender Kayseri Gençlik Komisyonu Başkanı

Türkiye'nin 1945'lerde ekonomik durumu hiç de par-lak değildi. Bu da yöneticilerimizi başta ABD olmak üze-re batılı demokrasilerin 'anlayış'ına muhtaç kılıyordu.

Böyle bir küresel ortamda özellikle 'hür dünya' dev-letlerinden yardım bekleyen Türkiye'nin önce içeride bir takım düzenlemelere gitmesi kaçınılmazdı.

Demokrasiye geçişte milli şef İnönü'nün 'katkıları' olmuştur diyenler bunda yanılmaktadırlar. Milli şef olsa olsa 'devredışı' kalmamak için araziye uymuştur. Esasen İnönü'nün ne formasyonu ne de önceki görev tarzı O'nun samimi bir demokrat olması elverişliydi.

CHP Milletvekilleri Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes 7 Haziran 1945'te 'Dörtlü Takrir'i vermişlerdir. CHP grubuna verilen bu önergede milli hakimiyet ilkesinin tam olarak uygulanması, parti çalışmalarının demokratikleştirilmesi istenmekteydi.

Sonrasında ise herkesin beklediği sonuçlar ortaya çık-mıştır. 21 Eylül'de Menderes ve Köprülü CHP'den ihraç edilmişlerdir. 28 Eylül'de Bayar Milletvekilliğinden istifa etmiş, 3 Aralık'ta da CHP'den istifa etmiştir.

1946'nın 7 Ocak günü de Demokrat Parti resmen ku-rulmuştur. 21 Temmuz 1946'da yapılan meşhur seçimde oylar açıktan atılıp, gizlice sayılmış ve bu trajikomik se-çimde CHP kendisine 395 vekil verirken DP'ye ise sadece 66 vekillik lütfediyordu.

Bu arada Demokrat Parti 7-11 Ocak 1947'de yaptığı büyük kongresinde 'Hürriyet misakı'nı karar altına almış-tır. Buna göre 'antidemokratik kanunların kaldırılması, seçimlerin yargı denetiminde yapılması, Cumhurbaşkan-lığı ile Parti Başkanlarının ayrılması' isteniyordu.

Takip eden süreçte 16 Şubat 1950'de tek dereceli, ge-nel ve gizli oy, açık tasnif ile adli teminat esasları getiren seçim kanunu kabul edilmiştir.

Bu gelişmelerin sonucunda 14 Mayıs 1950'de yapılan genel seçimleri Demokrat Parti 408 milletvekili kazanı-yordu. Milletimiz CHP'ye ise 69 milletvekilliğini yeterli görmüştür.

22 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, Hü-kümet kurma görevini Adnan Menderes'e vermiştir. Menderes aynı gün 1. kabinesini ilan etmiştir. Böylece Cumhuriyet Türkiyesi ilk demokratik, barışçı iktidar de-ğişikliğini kuruluşundan 27 yıl sonra gerçekleştirmiş ol-maktaydı.

14 Mayıs 1950 Türkiye'deki resmi ve şekli Cumhuri-yetin gerçek bir Cumhuriyete dönüşmesinin de adıdır. Millet eline geçen ilk fırsatta kendi kaderine ağırlığını koymuştur.

27 Mayıs 1960 ise milletin meşru Hükümeti'nin 'kuv-vet' yoluyla iktidardan uzaklaştırılması demektir. De-mokrat Parti'nin lider kadrosu siyaseten katledildiler. Kısacası 27 Mayıs, 14 Mayıs'ın rövanşıdır ama adil bir rövanş değildir. Çünkü 14 Mayıs rızaya dayanırken 27 Mayıs kuvvete dayanıyor.

Türk demokrasisinin miladı olarak kabul edilen 14 Mayıs sayesindedir ki Türk insanı vatandaş konumuna yükselebilmiş, temel hak ve hürriyetlerine kavuşabilmiş, yönetimi idaresi doğrultusunda yönlendirebilir hale gel-miştir.

Günümüzden baktığımızda Merhum Menderes'in o devirlerde fedakarlıklara katlandığını daha iyi görüyoruz. Seni unutmayacağız güleç yüzlü Başvekil. Mekanın Cen-net olsun. Nurlar içinde yat…

DEMOKRASİYE İLK ADIM

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 295

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ADNAN MENDERES ÖZEL PROGRAMLA ANILDIAdnan Menderes Demokrasi Platformu ile Küçükçek-

mece Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği özel programla Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950’nin yıldönümü müna-sebetiyle anıldı.

9 Mayıs 2015'te Sefaköy Kültür Merkezinde gerçek-leştirilen program “Fotoğraflarla Adnan Menderes” ser-gimizin açılışıyla başladı. Kokteyli takiben tarafımızca hazırlanan “Menderes’ten Erdoğan’a Milli İrade ve De-mokrasi Mücadelesi” belgeseli izlendi.

AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’ın verdiği konferanstan sonra, Üstad Necip Fazıl’ın Menderes için yazdığı “O Zeybek” şiiri seslendirildi.

Programın sonunda “Demokrasi Çınarı” plaketleri Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır ve Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz'e takdim edildi. Karadeniz ise Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’a çiçek takdim etti. Konuk-lara Adnan Menderes Demokrasi Platformu dergimizin son sayısı armağan edildi.

14 MAYIS BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİAK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş

Bakır bugünün çok önemli bir tarihin yıl dönümü ol-duğunu vurgulayarak Rahmetli Demokrasi Şehidimiz Adnan Menderes'in 14 Mayıs’ın her zaman kendisinden sonra da anılmasını istediğini ifade etti. Sözlerini ‘’14 Mayıs 1950’de Türkiye çok partili demokratik bir sisteme geçti. Bir demokrasi devrimi gerçekleşti ve artık ‘’Yeter Söz Milletindir’’ diyerek millet iktidara geldi. Milli irade Türkiye’yi yönetmeye başladı. İşte o yüzden de 14 Mayıs 1950 bu kadar önemlidir ve bu kadar anılmaya değerdir’’ şeklinde sürdürdü.

“RAHMETLE VE MİNNETLE ANIYORUZ”Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz ise

‘’Adnan Menderes’in Demokrasi Şehidi olduğunu çok iyi biliyoruz. Rabbim mekanını Cennet etsin. Mutlaka he-pimiz gibi onunda kusurları, hataları, günahları olabilir ancak biz kendisinin mümin olduğuna, dinini, diyanetini peygamberini seven bir Başbakan olduğuna inanıyoruz. Çünkü ortaya koymuş olduğu o mücadele bugün ülkemi-zin dört bir yanına rahmet yağmuru olarak saçılıyor. Bu belki tek başına basit gibi gözükebilir ama ezanlarımızın korunmasının ülkemizde aslında namusumuzu korumak gibi bir şey olduğunu da lütfen unutmayalım. Kendisini de rahmetle, şükranla, minnetle bir kez daha anıyorum." diye konuştu.

“14 MAYIS 1950 AK DEVRİMDİR”Adnan Menderes Demokrasi Platformu Başkanımız

Ahmet Şerif Bayındır ise 'Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması' prensibinin bundan 65 yıl önce 14 Mayıs 1950’de sandıktan, milletin hür iradesiyle kansız kavga-sız bir şekilde hayata geçirildiğini ifade etti. Sözlerine "Bu demokrat şahlanış, Milli Mücadeleden sonra yaşanmış en muhteşem halk hareketinin siyasi zemini ve adıdır. Bir Ak devrimdir. Demokrasinin doğum günüdür. Bu-gün yeni kuşaklarımıza Menderes-Erdoğan çizgisinin çok iyi anlatılması zarureti vardır. Ulu Hakan’a, Gazi’ye, Menderes’e yapılanların bugün de Erdoğan’a yapılmak istendiği hepimizin malumudur. Fakat ustalık dönemini yaşayan milletimiz bu çetelere eyvallah etmiyor, etmeye-cektir. Aziz Milletimiz her zeminde Menderes’lerin hatı-rasını yaşatan geleneğe destek vermeye devam edecektir.” şeklinde devam etti.

ETKİNLİKLERİMİZ

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU296 |

Bu QR Kodu Taratarak Menderes’ten Erdoğan’a Milli İrade ve Demokrasi Mücadelesi Belgeselimizi izleyebilirsiniz.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 297

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ADNAN MENDERES KAYSERİ'DE ANILDI"Adnan Menderes ve Recep Tayyip Erdoğan Çizgi-

si ve Demokrasi Mücadelesi" Konferansımız Melikga-zi Belediyesi Kültür Salonunda gerçekleştirildi.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın tebrik telgrafının okunmasıyla başlayan program Ak Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Ba-kır, Ak Parti Kayseri İl Başkanı Hüseyin Cahit Özden, Ak Parti Kadın Kolları ve vatandaşların katılımıy-la gerçekleşti. Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır “Adnan Menderes, Turgut Özal’dır, Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu bir çizgidir evet. Allah’a çok şükür ki bizde bu çiz-gide Recep Tayyip Erdoğan’ın davası altında siyaset yapıyoruz. Kendisi de Türkiye’nin ilk seçilmiş Cum-hurbaşkanı olarak köşke çıkarılmıştır” dedi.

Bakır ayrıca “Büyük bir imar hamlesine girmiş-tir. 3.üncü hava alanı projesi vardır. Bazı mihraplar bu projelere karşı çıkmışlardır. Halbuki bunlar bizim memleketimizin kalkınması için önemli projelerdir. Çünkü artık İstanbul’u iki hava alanı karşılamamak-tadır. Türkiye her sene 32 milyon turist geliyor ve bu turistler hava alanlarında perişan oluyor. Dolayısıy-la şarttır bir hava alanı daha yapılması. Ancak bazı çevreler buna karşı çıkmışlardır. İşte aynı çevreler 1950’lerde Adnan Menderes İstanbul’da imar ham-lesine giriştiği zaman aynı şekilde karşı çıkmışlardır. Adnan Menderes İstanbul’u gezmiş ve böyle olmaz buraya geniş caddeler yapmamız lazım, büyük mey-danlar yapmamız lazım Beyazıt’ta, Aksaray’da ve diğer çevrelerde büyük büyük meydanlar yaparak onlara caddeler yapmamız gerekir demiştir. Hemen imara girişmiş büyük caddeler açmış Vatan Caddesi'ni inşa etmiştir. O zaman aynı çevreler Menderes'e de kızmış-lardır. Vay bu ne kadar geniş bir cadde siz bu cadde ile ne yapmak istiyorsunuz yoksa bu caddeye uçak mı indireceksiniz diye vatan caddesinin yapımına karşı

çıkmışlardır” şeklinde konuştu. “Adnan Menderes’e Türk milleti ‘Demokrasi Şehidi’ lakabını vermiştir. Hakikaten Adnan Menderes bizim için Demokrasi Şehididir. Çok büyük bir Başvekildir. Ülkenin kalkın-masında çok büyük emekleri vardır. Adnan Mende-res Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde bugünlere gelmesinde önemi çok büyüktür. Bu yüzden onu rah-metle anıyoruz. Hayatını tamamen millete hizmete adamıştır. Türkiye’de ondan önce 1 tane baraja sahip-ken darbe olduğunda yani 10 sene içinde 21 tane baraj inşa etmiştir” diye konuşan Bakır Adnan Menderes'in Türk milletinin gönlünde taht kurduğunu ifade etti. Ayrıca “Üniversitelerin bütçesini 10 kat arttırmıştır. Türkiye’nin her yerini imar etmiştir. Karayollarıyla adeta donatmıştır. NATO şemsiyesinin gelmesi 1952 yılında Adnan Menderes’in başvurusuyla gerçekleş-miştir. Avrupa Birliğine ilk başvuruyu Adnan Men-deres yapmıştır. Irak ve İran’ın doğalgaz rezervinin olması nedeniyle iş birliği nasıl yapabileceğimiz nok-tasında çalışmaları mevcuttur. Özellikle doğalgaz ve petrol konusunda anlaşmalar yapmıştır. Darbe ile doğalgaz anlaşması bir sekteye uğramıştır. Doğalgaz Adnan Menderes anlaşmasından ne yazık ki 50 yıl sonra Ak Parti iktidarıyla Türkiye’ye gelmiştir. GAP projesi fikrini ve projesini ilk ortaya atan yine Adnan Menderestir. Türkiye’de büyük bir kalkınma hamlesi başlatmıştır. Türkiye’de bütün vesayetlerle mücadele etmiştir. Milletin egemenliğini üstün kılmak için var gücüyle çalışmıştır. Hiçbir vesayeti kabul etmemiştir. Ondan ders alacağız, bugün de alacağımız çok ders var. Vaktiyle yaptığı kalkınma hamleleri ile ilk trak-tör fabrikasını kurmuştur. O zaman CHP zamanın-da 1950 den önce tek parti döneminde büyük insan hakkı ihlalleri vardır. Haksızlıklarla mücadele etmiş, Mecliste yasalar çıkarmıştır. Gene kalkınma noktasın-da çok büyük çalışmaları vardır. Tabi 1950 yılları ön-cesi Türkiye çok fakir bir ülkedir. Adnan Menderes’in

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU298 |

başa gelmesiyle 10 yıl içerisinde gayri safi milli hasılası 5 kat artmıştır. Ortalama her yıl yüzde 7 büyümüştür ülkemiz. Bunlar çok büyük rakamlardır ve milleti zen-ginleştirmiştir. Eskiden köylü denilen burun kıvrılan insanları baş tacı etmiştir” ifadelerini kullandı. “Ülke-nin gelişmesi için Menderes var gücüyle çalışmıştır” diyen Bakır “Köylü milletin efendisidir sözünü haya-ta geçiren gerçekten Adnan Menderes’tir. Ülkemizin yönetimini aldığında ülkemizde 16 bin traktör varken Menderes traktör sayısını 42 bine çıkarır. Böylece ta-rımda mekanize olmamızı sağlar. Artık makinelerle tarım yapılmaya başlanır böylece verim artar. Devrim denecek çalışmalar yapar ilk çimento fabrikasını ku-rar hatta çimento fabrikası sayılarını da artırır. Bugün

bildiğimiz pek çok kurum onun döneminde ilk defa kurulmuştur. Gerçekten de Türkiye’ye çok fazla emeği olmuş bir başvekildir. Menderesin çok takdir ettiğim bir başka yönü bütün memlekette din ve vicdan öz-gürlüğünü sağlamıştır. Mesela Menderes döneminde devraldığı dönemde 4 tane olan İmam Hatip sayısı 10 sene içerisinde 16'ya çıkarılmıştır. Ondan önce ezan ‘Tanrı Uludur’ diye Türkçe okunmaktadır. Menderes geldiğinde Arapça esasına dayalı ezanın gelmesi için çalışmalar başlatır. Bugünde duyduğumuz gibi ezan Allah-u Ekber nidalarıyla okunmaya başlanır. Bu emekler çok büyük emeklerdir. Milletin dini hissiyatı-nı tesis etmek için Adnan Menderes var gücü ile çalış-mıştır” şeklinde konuştu.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 299

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

ADNAN MENDERES AYDIN'DA ANILDIDemokrasi Şehidi Adnan Menderes, doğduğu top-

raklarda; Aydın’da 53. ölüm yıldönümünde anıldı. Platformumuzca Adnan Menderes Haftası etkinlikle-rimiz kapsamında Aydın İl Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Tarihin tanıklığında Adnan Menderes ve Demokrasi Mücadelesi” konulu konferansa Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Aydın Valisi Erol Ay-yıldız, Aydın Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Evrim Karakoz, Efeler Belediyesi Başkan Vekili Halis Günday, İl Milli Eğitim Müdürü Pervin Töre, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Mustafa Birincioğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka başta olmak üzere, daire müdürleri, sivil toplum örgütü kuruluşu temsilcileri, si-yasi parti yöneticileri ve vatandaşlar katıldı.

Merhum Başbakan Adnan Menderes’in dönemin-de Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri’nin konuşmacı olarak katıldığı konferansa Mende-res ve Menderes zamanında hayatını yitiren tüm arka-daşları ve demokrasi şehitleri için dua edildi. Toplantıda ilk olarak konuşan Ali Uzunırmak, Adnan Menderes’in Türkiye’nin kalkınmasına, demokratikleşmesine eşsiz katkılar sağladığını dile getirerek, “Aydın’ın bağrından çıkmış, büyük devlet adamı Adnan Menderes’in, 17 Eylül günü haksız bir kararla idam edilmesi, Aydın ve Türk demokrasi tarihinde telafisi mümkün olmayan bir şekle düştüğünü söyledi. Demokrasi şehidi, Rahmetli Menderes’in hatıraları önünde saygıyla eğildiğini be-

lirten Uzunırmak, “Bu elim hadisenin, Türk demokrasi tarihine ders olmasını ve nesiller boyunca bir kilometre taşı olmasını diliyorum. Bazı hayatta olanların başara-madıklarını, onlar, ebediyete intikal ettikten sonra top-luma verdikleri mesajlarla kazandırdılar. Rahmetli Ad-nan Menderes ve arkadaşlarını, bu duygularla anarken, Aydınlı hemşerisi olarak, anısına, 17 Eylül’de, Aydın’ın her bir köşesindeki camilerde mevlit okutarak yad edi-yorum. Ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun. İna-nıyorum ki, merhum Menderes ve dava arkadaşlarının Türkiye’nin kalkınmasına, Türk demokrasisine sağladık-ları eşsiz katkılar ilelebet hayırla yad edilecektir” dedi. Uzunırmak’ın ardından Vali olarak Aydın’a atandığını öğrendiğinde Adnan Menderes gibi önemli bir şahsiye-tin memleketinde görev yapacağı için duyduğu heyecan ve mutluluğu dile getirerek sözlerine başlayan Aydın Va-lisi Erol Ayyıldız, “Adnan Menderes yeri doldurulamaz bir insandı. Bizim dönemimizde üniversitede okurken bize çoğunlukla Adnan Menderes ve onun hayatı anla-tıldı. Onun gibi bir lider olamasak da izin gidiyoruz. Vali olarak Aydın’a atandığımı duyduğumda duyduğum mut-luluk ve heyecanı anlatamam onun memleketinde yöne-tici olarak görev yapmak gurur verici. Adnan Menderes ve arkadaşları sadece Aydın’ın değil Türkiye ve dünyanın bir değeri olarak, demokrasi ve aynı zamanda mukaddes saydığı değerler uğrunda gerekirse can verilmesi gerekti-ğini gösteren en güzel örnektir. Dolayısı ile tüm şehit ve gazilerimizi özellikle Andan Menderes ve arkadaşlarını rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. İyi ki vardırlar,

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU300 |

iyi ki demokrasi mücadelesi verdiler” şeklinde konuştu. Konferansın son bölümünde ise Cahit İleri tarafın-

dan Adnan Menderes’in son zamanları ve dönemin milli eğitim bakanı olan babası Tevfik İleri’nin Menderes ile olan anıları anlatıldı.

Menderes’in Başbakanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanı olan merhum Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri, konferansta o dönemi anlattı. 27 Mayıs darbesi yapıl-dığında henüz 15 yaşında olduğunu belirten İleri, şöyle

konuştu: “14 Mayıs 1950’de DP iktidara geldi. Menderes bu ülkeye çok büyük hizmetler yaptı. Ancak CHP muha-lefeti, bunu hazmedemedi. CHP’nin o dönem iktidarda olsa eminim bu ülkeye muhalefette olduğundan daha az zarar verirdi. 27 Mayıs darbesi yapıldığında babam Tev-fik İleri bizimle vedalaşamadan askerler tarafından evi-mizden götürüldü. Ben baba hasretiyle büyüdüm. Onları asla affetmedim. Hakkımı helal etmedim. Allah, yaptık-larının intikamını onlardan aldı.” diye konuştu.

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU 301

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

|

17 Eylül'ün Yıldönümünde Lokma Hayrı YapıldıAydın’da, merhum Başbakan Adnan Menderes ve ar-

kadaşlarının ruhuna lokma hayrı yapıldı. Sevgi Yolu’nda gerçekleştirilen etkinlikte binlerce kişiye lokma dağıtı-lıp hayrı Menderes’in ruhuna yad edildi. Lokma hayrı-na vatandaşların yanı sıra Ak Parti ve MHP’li yönetici-ler de katıldı. Adnan Menderes Demokrasi Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Şerif Bayındır, Adnan Menderes’in Türk milletinin gönüllerindeki 4. Cum-hurbaşkanı olduğunu belirterek “17 Eylül 1960’da 54 yıl önce Menderes’in boynuna geçirilen yağlı ilmek aslında milletin boynuna geçirilmiştir. 27 Mayıs, Milletimizle Menderes arasındaki sevgiden çıldıran vesayetçi jakoben

zümrenin iki sevgiliyi birbirinden ayırma operasyonu-dur. Tarihimize kara bir leke olarak geçen bu darbe ile önce hukuk katledilmiştir. Çünkü ortada ne bir suç ne bir ceza ne de cezayı verecek merci vardır. Ortada sade-ce ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ diyen düzme-ce bir mahkeme ile işlenen birçok siyasi cinayet vardır. Merhum Menderes ve arkadaşları halkın gönlünde taht kurmuş, bu cinayeti işleyenlerin durumu ise malumdur” dedi. Menderes ve arkadaşlarının unutulmayacağını ve tarih boyunca hep adından iyilikleri ve dualarla yad edi-leceğini belirten Bayındır, Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak Menderes’i gençlere tanıtmak için elle-rinden geleni yaptıklarını söyledi.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU302 |

“Bir Zeybek Sevdası - Başvekil Adnan Menderes Ya-şam Öyküsü” sanatsal bilgi sunumu etkinliği sergisini Türkiye’ni farklı noktalarında vatandaşlarla buluşturan Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes’in hayatından kesit-ler sundu. Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Cenani Ko-nağı Kültür Sanat Merkezi’ndeMerhum Başbakan Adnan Menderes’i konu alan ve 160 eserin yer aldığı sergiye Ga-ziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun, Büyükşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı Mehmet Dur-duYetkinşekerci, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ali Gür ve Prof. Dr. Cahit Bağcı, akademik ve idari personel ile çok sayıda davetli katıldı.

Demokrasi ve Darbe kavramları Medeniyet Üniversitesi'nin 14 Mayıs 2014’te düzenlediği “Demok-rasiden Darbeye Bir Yaşam” Panelinde masaya yatırıldı. Demokrat Parti’nin iktidara geliş tarihi olan 14 Mayıs ile “DEMOKRASİ”, askeri müdahale ile iktidardan ayrıldığı tarih olan 27 Mayıs ile “DARBE” temaları üzerinde duru-lan panelde; “Bir Yaşam” başlığı ile bu temalar, rahmetli Aydın Menderes’in şahsı üzerinden aktarıldı. Üsküdar Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen pa-nele; Rektör Prof. Dr. Hamit Okur, Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı Hasan Celal Güzel, Üsküdar Kaymakamı Mustafa Güler, Kadıköy Kaymakamı Birol Kurubal ile çok sayıda akademisyen katıldı. Merhum Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes’in de teşrif etti-ği panelde Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, Radikal Gazetesi Yazarı Avni Özgürel, Turkuvaz Medya Grubu Ege Bölgesi Temsilcisi Hüseyin Kocabıyık konuşmacı olarak yer aldı.

İSTANBUL Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, adı ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adaları’ olarak de-ğiştirilen Yassıada’da düzenlenen törenle mezun oldu.

Törene İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı ile İstanbul Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı İbrahim Çağlar, Rektör Prof.Dr. Nazım Ekren, Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ayhan Ceylan, İTO Yöne-tim Kurulu Üyeleri, akademisyenler ile mezun olan öğrenciler ve aileleri katıldı.

Adaya üsküdar ve Eminönü’ndeki iskelelerden kalkan özel bir tekne ile giden İbrahim Çağlar, Rektör Nazım Ekren ile akademisyenler ve öğrenciler tören öncesi 1960 darbesi sonrasında Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı mahkemeye çevrilen spor salonunu gezerek, burada hatıra fotoğrafı çektirdi.

DEMOKRASİ PLATFORMUADNAN MENDERES

ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU304 |

EFELERİN EFESİ Kıyama durdu millet; karanlıktı, mum yandı

Taştı Büyük Menderes, uyuyan dev uyandı

Baş koltukta yürüyüp engelleri aştı o!...

Taht kurdu gönüllere, yüreklerden taştı o!...

Mazlumların hâmisi, yola çıktı kuşlukta

Gönül kristalleri tuz buz oldu boşlukta

“Söz milletindir” deyip başladı heyecanla

Satılmışlara karşı, bedel ödedi canla

Perçin vuruldu suya, yine aktı Menderes!...

Zulmeti boğan ışık, bir şafaktı Menderes!...

Ecnebi, soğuk bir el; dolaştı saçlarında

Gözyaşı dile geldi kirpiğin uçlarında

Zalimlerin gözünü bir öfkedir bürüdü

Zeybek, darağacına metanetle yürüdü

Yüzsüz palikaryalar kudurdu nefretinden

Zeybek bir seher vakti içti aşk şerbetinden

Çakalların ininde zeybek dar’a çekildi

Kabuk bağlayamayan yaraya tuz ekildi

Ar damarı çatladı, urganın gölgesinde

Güneş hicapla battı zeybeğin ülkesinde

Yiğit süvarisini düşürdü hırçın atlar

Cinnet nöbetlerinde söndü nice hayatlar

Sırtında taşıdığı(n) yükü(n) kurşundan ağır

Vicdanlar (s)ağırlaşmış, bağır ha babam bağır!...

Yurda kara bulutlar çöktü bir akşamüstü

Yağmur kurşun misali, döktü bir akşamüstü

Halka hizmet etmenin ceremesi idamdı

Yalnız yaşarken değil, ölürken de adamdı

Zeybek yakıvermişti umudun çerağını

Mesken etti kendine sonsuzluk durağını

Güneş yüzü görmemiş hayaller harap oldu

Nefretin yangınında canevi türap oldu

Ay küstü karanlığa, bulut gözyaşı döktü

Efkâr kalbin katığı, yüreğe hüzün çöktü

Zeybeğin arkasından dağlar ağladı heyhat!...

Gözü yaşlı analar, çağlar ağladı heyhat!...

Ucu nereye varır kader sarmaşığının?

Mezarı gönüllerdir o millet âşığının

Kafeste mahpus kuşuz, telaşımız var bizim

Yarım asırdan beri gözyaşımız var bizim

Kula kulluk etmedin, ey Ege’nin yiğidi!...

Son durağın cennettir, demokrasi şehidi!...

İblisin yoldaşları kalan ömründen çaldı

Çukurdan aşağıya alçaldıkça alçaldı

Dünün Yassıada’sı yaslı adadır şimdi

O gün doğru sanılan, büyük hatadır şimdi

Söndü sevgi ateşi, baca tütmüyor artık

Baykuşların yurdunda bülbül ötmüyor artık…

M. NİHAT MALKOÇ

ADNAN MENDERESBin sekiz yüz doksan dokuz yılındaDünyaya göz açtı Adnan MenderesYörük diyarında Türklük elindenÇağa ışık saçtı Adnan Menderes

Atatürk’le olmuş idi yan yanaTaze kan lazımdı aziz vatanaBu milleti uğratmadı hüsranaHalka kucak açtı Adnan Menderes

Demokrat Parti’nin başkanı olduBilmiyordu bu yol çok çetin yoldu

Yardımlar çoğaldı ambarlar dolduRahmet gibi coştu Adnan Menderes

Ayaklar çıplaktı karınları açİnsanlar kuruşa olmuştu muhtaçYenilikle doldu on yıllık süreçÇok hizmete koştu Adnan Menderes

Yaralı vatanın ilacı idiYaptığı hizmetin haktır şahidiGönüllerin demokrasi şehidiYapılana şaştı Adnan Menderes

AŞIK MUHSİN YARALI

lnternational Magazine Fair

Sirkeci Garı

10-15 Mayıs 2016Ziyaret Saati: 09:30 - 21 :00

• BASAKSEHiR

BELEDiYESi TCDD IJ www.turdeb.com O dergifuari E'J turdebdergi 6!J dergifuari

':: ADNAN MENDERES DEMOKRASi PLATFORMU

. . ,- . . ' . . . .

• < .. • ... •

. .. . .. ; . � ..