Stephen King - Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları ĐNAL ADI ... · bĐrĐnc Đ bolum sirlar 339...

341
Stephen King - Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları KĐTABIN ORĐJĐNAL ADI THE DARK TOWER V WOLVES OF THE CALLA YAYIN HAKLARI STEPHEN KING © KESĐM TELĐF HAKLARI AJANSI ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ VE TĐCARET A.Ş. © BASKI 1. BASIM / MART 2004 AKDENĐZ YAYINCILIK A.Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Bağcılar - Đstanbul BU KĐTABIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKLARI FĐKĐR VE SANAT ESERLERĐ YASASI GEREĞĐNCE ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ VE TĐCARET AŞ.'YE AĐTTĐR ISBN 975 - 21 - 0454 - 1 CALLA’NIN KURTLARI STEPHEN KING ĐLLÜSTRASYON BERNIE WRIGHTSON ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu Đşhanı Cağaloğlu - Đstanbul Tel: 0.212.513 63 65/526 80 12 0.212.520 62 46/513 65 18 Faks: 0.212.526 80 11 http://www.altinkitaplar.com.tr [email protected] TURKÇESĐ CANAN KÎM ALTIN KĐTAPLAR Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları: HAYVAN MEZARLIĞI GÖZ KUJO KORKUAĞI KUŞKUMEVSĐMĐ ÇAĞRI CHRISTINE MAHŞER "O" SĐS TEPKĐ MEDYUM SADĐST ŞEFFAF CESET AZRAĐL KOŞUYOR HAYALETĐN GARĐP HUYLARI HAYATI EMEN KARANLIK GECE YARISINI 2 GEÇE GECE YARISINI 4 GEÇE RUHLAR DÜKKÂNI OYUN

Transcript of Stephen King - Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları ĐNAL ADI ... · bĐrĐnc Đ bolum sirlar 339...

  • Stephen King - Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları KĐTABIN ORĐJĐNAL ADI THE DARK TOWER V WOLVES OF THE CALLA YAYIN HAKLARI STEPHEN KING © KESĐM TELĐF HAKLARI AJANSI ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ VE T ĐCARET A. Ş. © BASKI 1. BASIM / MART 2004 AKDEN ĐZ YAYINCILIK A. Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Ba ğcılar - Đstanbul BU KĐTABIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKLARI FĐKĐR VE SANAT ESERLERĐ YASASI GERE ĞĐNCE ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ VE T ĐCARET AŞ.'YE A ĐTTĐR ISBN 975 - 21 - 0454 - 1 CALLA’NIN KURTLARI STEPHEN KING ĐLLÜSTRASYON BERNIE WRIGHTSON ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebio ğlu Đşhanı Cağalo ğlu - Đstanbul Tel: 0.212.513 63 65/526 80 12 0.212.520 62 46/513 65 18 Faks: 0.212.526 80 11 http://www.altinkitaplar.com.tr [email protected] TURKÇESĐ CANAN KÎM ALTIN K ĐTAPLAR Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları: HAYVAN MEZARLIĞI GÖZ KUJO KORKUAĞI KUŞKUMEVSĐMĐ ÇAĞRI CHRISTINE MAHŞER "O" SĐS TEPKĐ MEDYUM SADĐST ŞEFFAF CESET AZRAĐL KOŞUYOR HAYALETĐN GARĐP HUYLARI HAYATI EMEN KARANLIK GECE YARISINI 2 GEÇE GECE YARISINI 4 GEÇE RUHLAR DÜKKÂNI OYUN

  • ÇILGINLI ĞIN ÖTES Đ KEMĐK TORBASI YEŞĐL YOL MAÇA KIZI RÜYA AVCISI KARA EV KARANLIK ÖYKÜLER BUICK8 Kara Kule Serisi KARA KULE ÜÇ'ÜN ÇEKĐLĐŞĐ ÇORAK TOPRAKLAR BÜYÜCÜ VE CAM KÜRE CALLA 'NIN KURTLARI Bu kitap, kafamın içindekileri duyan Frank Muller i çin. Đçindekiler SON TARTIŞMA 5 GĐRĐŞ DEFORME 10 BĐRĐNCĐ KISIM GEÇ ĐŞ 32 BĐRĐNCĐ BÖLÜM SUYUN ÜZERĐNDEKĐ YÜZ 33 ĐKĐNCĐ BOLUM NEW YORK KEŞMEKEŞĐ 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MIA 58 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GÖRÜŞME 69 BEŞĐNCĐ BÖLÜM OVERHOLSER 92 ALTINCI BOLUM ELD ĐN YOLU 101 YEDĐNCĐ BÖLÜM GEÇĐŞ 119 ĐKĐNCĐ KISIM H ĐKÂYELER 148 BĐRĐNCĐ BOLUM BÜYÜK ÇADIR 149 ĐKĐNCĐ BÖLÜM EKLEM ECELĐ 175 ÜÇÜNCÜ BOLUM RAHĐBĐN HĐKAYESĐ (NEW YORK) 185 DÖRDÜNCÜ BOLUM RAHĐBĐN HĐKÂYESĐ DEVAM EDĐYOR (GĐZLĐ OTOYOLLAR 213 BEŞĐNCĐ BOLUM GRĐ DICK' ĐN HĐKÂYESĐ 228 ALTINCI BÖLÜM BÜYÜKBABANIN HĐKÂYESĐ 246 YEDĐNCĐ BÖLÜM GECE, AÇLIK 265 SEKĐZĐNCĐ BÖLÜM TOOK'UN DÜKKÂNI; BULUNMAMIŞ KAPI 277 DOKUZUNCU BÖLÜM RAHĐBĐN HĐKÂYESĐNĐN SONU (BULUNMAMIŞ) 298 ÜÇÜNCÜ KISIM KURTLAR 338 BĐRĐNCĐ BOLUM SIRLAR 339 ĐKĐNCĐ BÖLÜM DOĞAN, B ĐRĐNCĐ KISIM 361 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DOĞAN, ĐKĐNCĐ KISIM 393 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM FARELĐ KÖYÜN KAVALCISI 412 BEŞĐNCĐ BÖLÜM AHALĐYLE TOPLANTI 426 ALTINCI BÖLÜM FIRTINADAN ÖNCE 438 YEDĐNCĐ BOLUM KURTLAR 464 SON SÖZ GEÇĐT MAĞARASI 495 YAZARIN NOTU 504 YAZARIN SON SÖZÜ 505 SON TARTIŞMA Calla'nın Kurtlan, Robert Browning'in "Childe Rolan d to the Dark Tower Came" (Childe Roland Kara Kule'ye Geldi) adlı uzun şiirinden esinlenilerek yazılmı ş destansı öykü dizisinin be şinci cildidir. Altıncı cilt, Susannah'nin Şarkısı, 2004 yılında yayımlanacak. Yedinci ve son cilt olan Kara Kule ise yine aynı yıl içinde yayımlanacak.

  • Đlk cilt, Kara Kule (Silah şor)'da Gilead'lı Roland Deschain, babasına sahte bi r dostlukla yakla şan ancak gerçekte Uç-Dünya'nın uzak kö şelerindeki Kızıl Kral'm hizmetkârlı ğını yapan Siyahlı Adam Walter'i takibi ve sonunda y akalaması anlatılıyor. Yarı insan olan Walter'i yakalamak, Ro land için sadece Orta-Dünya'nın giderek hızlanan çökü şünün ve I şın-lar'ın yava ş ölümünün durdurulabilece ğini, hatta i şlemin tersine çevrilebilece ğini umdu ğu Kara Kule'ye doğru atılmı ş bir ba şka adımdan ibaret. Bu romanın alt ba şlı ğı, YEN Đ BA ŞLANGIÇ. Onunla tanı ştı ğımızda Kara Kule'nin Roland'ın saplantısı, tek amac ı ve ya şam nedeni oldu ğunu ö ğreniyoruz. Ondan kurtulmak isteyen Mar-ten'in Rolan d'ı henüz bir çocukken, kaybedip utanç içinde batıya sürülmes i için erkeklik sınavına girmeye zorladı ğını görüyoruz. Ama Roland, beklenmedik bir silah se çimi yaparak erkeklik sınavından ba şarıyla çıkıyor ve Marten'in planlarını bo şa çıkarıyor. Roland'ın babası Steven Deschain, o ğlunu ve iki arkada şını (Cuth-bert Allgood ve Alain Johns) daha çok o ğlunu Walter'dan uzak tutmak amacıyla deniz kıyısınd aki baronluklardan biri olan Mejis'e gönderiyor. Roland orada bir cadıyla ters dü şen Susan Delgado ismindeki kızla tanı şıp ona â şık oluyor. Cöos'lu Rhea kızın güzelli ğini kıskanıyor, üstelik çok da tehlikeli bir kadın, zira Gökku şağı'nın Renkleri (veya Büyücü'nün Küreleri) adı verilen son derece güçlü cam kürelerden birine sahip. Bu kürelerden on üç adet var; içlerin de en güçlü ve tehlikeli olan, Siyah On Üç. Roland ve dostları, Mejis'te pek çok macera ya şıyor ve sonunda canlarını kurtarmayı ba şararak (ve Gökku şağı'nın pembe küresini alarak) kaçıyorlar. Bununla birlikte penceredeki güzel kız, Susan Delgado, bir kazı ğa bağlanmı ş halde alevler içinde can veriyor. Bu hikâye, dördü ncü cilt olan Büyücü ve Cam Küre'de anlatılıyor. Bu romanın alt ba şlı ğı, ĐLĐŞKĐ. Kule hikâyelerini okurken Silah şor'un dünyasının bizimkiyle bazı temel ve korkunç noktalarda ili şkili oldu ğunu ke şfediyoruz. Bu ba ğlantıların ilki, 1977'nin New York'undan gelen Jake'in Susan Delgado 'nun ölümünden yıllar sonra çöl ortasında bir konaklama yerinde Roland'ın kar şısına çıkmasıyla kendini gösteriyor. Bunlar, Roland'ın dünyasıyla bizimki ar asındaki kapılar ve içlerinden biri de ölüm. Jake, Kırk Üçüncü So-kak't a itilip bir arabanın altında kaldıktan sonra kendini bu konaklama yerinde buluyo r. Arabayı süren, Enrico Balazar adında bir adam. Jake'i iten ise bir katil ve Walter'in Kara Kule'nin New York düzeyindeki temsilcisi olan Jack Mort. Jake ve Roland, Walter'a ula şamadan çocuk tekrar ölüyor. Bu kez sebep, manevi oğlu ve Kara Kule arasında ıstırap verici bir seçime zorlanan Silah şor'un Kule'yi seçmesi. Jake'in bo şlu ğa dü şmeden önceki son sözleri, "O halde git. Bundan ba şka dünyalar da var," oluyor. Roland ve Walter'in son kar şıla şması, Batı Denizi'nin kıyısında gerçekle şiyor. Siyahlı Adam, konu şarak geçen uzun gecenin sonunda Tarot kartlarına ba karak Roland'ın gelece ğini söylüyor ve Silah şor'un dikkatini üç kartın üzerine çekiyor: Tutuklu, Gölgelerin Kadını ve Ölüm ("Ama s enin ölümün de ğil, Silah şor.") Alt ba şlı ğı YEN ĐLENME olan Üç 'ün Çekili şi Batı Denizi'nin kıyısında, Roland'ın Walter'la yaptı ğı görü şmenin ardından kendine gelmesiyle ba şlıyor. Bitkin haldeki Silah şor, etobur "ıstanavarların" saldırısına u ğruyor ve kaçmadan önce sağ elinin i şaret ve orta parma ğının koparılmasına engel olamıyor. Yaratıkların zehiri ise kanında dola şmaya ba şlıyor. Roland son derece hasta ve belki de ölmek üzere olmasına ra ğmen Batı Denizi'nin kıyısında yürümeye devam ediyor . Bir süre sonra kar şısına kumsalda duran üç kapı çıkıyor. Her kapı, ayr ı bir zamanın New York'una açılıyor. Roland 1987'den eroi n ba ğımlısı Eddie Dean'i çekip alıyor. 1964'ten, Jack Mort adındaki katilin itmesiyle metro altında kalan ve bacaklarının dizden a şağısını kaybeden Odetta Susannah Holmes adındaki kadı nı çekiyor. Gölgelerin Kadını o. Ancak beyninde vah şi bir "di ğeri" gizleniyor. Bu gizli, zorlu kadın, hem Roland'ı, hem de Eddie'yi ö ldürmeye kararlı. Roland, Eddie ve Odetta'yı Orta-Dünya'ya çekerek Ta rot kartlarında i şaret edilen üç ki şiyi de kendi dünyasına çekmi ş olabilece ğini dü şünüyor zira Odetta'nın içinde iki ayrı ki şi ya şamakta. Ancak Odetta ve Detta (Eddie Dean'in a şkı ve te şvikiyle) tek bir insana, Susannah'ya dönü şünce yanıldı ğını anlıyor. Bir şeyi daha fark ediyor: ölüme giderken di ğer dünyalardan bahseden çocuk, Jake, aklından hiç çıkmamakta ve bu durum dayanılmaz bir i şkenceye dönü şmekte.

  • Alt ba şlı ğı KEFARET olan Hayaletler Beldesi; Çorak Topraklar, bir paradoksla başlıyor: Jake, Roland için hem hayatta, hem de ölü. 1 970'le-rin sonundaki New York'ta bulunan Jake Chambers da aynı soruyla bo ğuşuyor: ya şıyor mu öldü mü? Hangisi do ğru? Mir (ondan korkan eski insanların verdi ği isim bu) veya Shardik (Ulu Eskiler'in verdi ği ad) olarak bilinen dev ayıyı öldüren Roland, Eddi e ve Susannah, canavarın izini geriye do ğru takip ederek Shardik'ten Maturin'e, yani Ayı'dan Kaplum-ba ğa'ya olarak bilinen I şının Yolu'nu buluyorlar. Bir zamanlar bu I şınlar altı taneydi ve Orta-Dünya'nın sınırlarını ol uşturan on iki nokta arasında ilerlerlerdi. I şınların çakı ştı ğı noktada, Roland'ın dünyasının (ve tüm dünyaların) merkezinde, tüm zamanların ve mekânları n odak noktası olan Kara Kule bulunmaktaydı. Eddie ve Susannah artık Roland'ın dünyasında kısılı p kalmı ş birer tutuklu de ğil. Silah şor olma yolundaki â şık çift, Shardik'in Yolu, Matu-rin'in Yörüngesi'nde son seppe-sai (ölüm-satıcısı) olan Roland ile berab er tüm adanmı şlıklarıyla ilerliyorlar. Ayı'nın Kapısı'nın fazla uza ğında olmayan bir konu şan çemberde zaman onarılıyor, paradoks sonlanıyor ve gerçek üçüncü çekiliyor. Jak e, dördünün de (Jake, Eddie, Susannah ve Roland) babalarının yüzlerini hatırladı ğı ve aklandı ğı son derece tehlikeli bir ayinin sonun-.a Orta-Dünya'ya geri dö nüyor. Bundan kısa bir süre sonra Jake, Hantal Billy ile arkada ş oluyor ve sayıları be şe çıkıyor. Hantal Billy, porsuk, rakun ve köpek karı şımı, kısıtlı konu şma yetene ğine sahip bir hayvan. Jake yeni dostuna Oy adını veriyor. Hacıların yolu, dejenere olmu ş iki ayrı grubun birbiriyle çözümsüz bir sava ş halinde oldu ğu Lud şehrine dü şüyor. Şehre varmadan önce önlerine çıkan Nehir Geçidi adlı küçük köyde eski zamanlardan kalma az s ayıda insanla kar şıla şıyorlar. Bu insanlar, Roland'ın dünya ilerlemeden ö nceki zamanlardan kalma bir silah şor oldu ğunu anlayarak onurlandırıyorlar. Eski Đnsanlar, onlara I şının Yolu'nu takip ederek Lud'dan çorak topraklara ve Kara Kule'ye ilerliyor olabilece ğini dü şündükleri Mono trenden bahsediyor. Jake bu haberi alınca korkuyor, ama pek şaşırmıyor; New York'tan çekilmeden önce Calvin Towerr) adında bir adamın dükkânından iki ki tap almı ştı. Bunlardan biri, yanıtların bulundu ğu sayfaların eksik oldu ğu bir bilmece kitabı. Di ğeriyse, Orta-Dünya'yı karanlık bir şekilde ça ğrı ştıran Çuf-Çuf Charlie adında bir çocuk kitabı. Char kelimesi, Roland'ın Gilead'da konu şarak büyüdü ğü Yüksek Dil'de ölüm anlamına gelmekte. Nehir Geçidi'nin saygıde ğer bir sakini olan Talitha Teyze, Roland'a gümü ş bir haç veriyor ve yolcular, yollarına devam ediyor. Se nd Nehri üzerindeki harap olmu ş köprüden geçerken Jake, ölmekte olan (ve son derec e tehlikeli) bir kanun kaça ğı olan Bıçakçı tarafından kaçırılıyor. Bıçakçı, esi r aldı ğı çocu ğu yeraltına, Griler olarak bilinen grubun son lideri olan Tik-Tak Adam'a götürüyor. Roland ve Oy, Jake'in ardından gitti ğinde Eddie ve Susannah, Mono Blaine'in uyandı ğı Lud'un Be şi ği'ni buluyor. Blaine, Lud'un altındaki devasa bilgi sayar sisteminin yer üstündeki son çalı şan parçası ve artık tek bir şeyle ilgilenmekte: bilmeceler. Yolcuları Mono demiryolun un son dura ğına götürmeyi vaat ediyor ancak bir şartı var; ona cevabını bulamayaca ğı bir bilmece sormak zorundalar. Aksi halde yolculukları ölümle son bula cak: charyou a ğacı. Roland, Tik-Tak Adam'ı öldürerek Jake'i kurtarıyor. Ama Andrew Quick aslında ölmedi. Suratı lime lime olmu ş ve yarı kör bir halde Richard Fannin adındaki adam tarafından kurtarılıyor. Fannin, kendini Rolan d'ın daha önce uyarıldı ğı bir iblis olan Ya şı Olmayan Yabancı olarak tanıtıyor. Yolcular, ölmekte olan şehir Lud'dan, Mono ile ayrılıyor. I şının Yolu üzerindeki çürümekte olan demiryolunda pembe bir kur şun gibi bin iki yüz kilometre hızla ilerlerken Mono'yu kontrol eden beynin giderek arka larında kalan bilgisayar sisteminde kalması pek bir fark arz etmiyor. Yegâne şansları, Blaine'e cevabını bulamayaca ğı bir bilmece sormak. Eddie, Büyücü ve Cam Küre'nin ba şında, tamamen insanlara özgü bir silahı, mantıksızlı ğı kullanarak Blaine'e böyle bir bilmece sormayı ba şarıyor. Mono, Kansas, Topeka'nın "süper-grip" adlı bir hastalık y üzünden tamamen bo şalmı ş olan bir versiyonunda duruyor. I şının Yolu üzerindeki yolculuklarına kaldıkları yerden devam ederken (Eyaletler arası 70'in cehenne mi bir versiyonunda)

  • gözlerine rahatsız edici tabelalar çarpıyor. HERKES KIZIL KRAL'I SELAMLASIN, diyor biri. YÜRÜYEN ADAMA D ĐKKAT EDĐN, diyor bir ba şkası. Dikkatli okuyucuların fark edece ği gibi Yürüyen Adam'ın ismi, Richard Fannin'e çok b enzemekte. Silah şor ve dostları, Roland'ın Susan Delgado'nun hikâyes ini anlatmasından sonra I-70'in kar şısına in şa edilmi ş ye şil bir cam saraya varıyor. Bu saray Oz Büyücüsü'nûeki Dorothy Gale'in gitti ği saraya fazlasıyla benzemekte. Bu heybetli sarayın taht odasında kar şılarına Oz Büyücüsü de ğil, Lud Şehri'nden kurtulan son ki şi olan Tik-Tak Adam çıkıyor. Tik-Tak ölünce gerçek büyücü kendini gösteriyor. Bu, Roland'ın ezeli dü şmanı, bazı bölgelerde Randall Flagg, bazılarında Ri chard Fannin, ba-zılarındaysa John Farson ( Đyi Adam) olarak bilinen Marten Broadclo-ak'tan ba şkası de ğil. Roland ve dostları, onları Kule'ye ula şmaktan vazgeçmeleri için son kez uyaran bu görüntüyü öldürmeyi ba şaramıyor ("Sadece bana i şlemez, eski dost.") ama uzakla ştırmayı ba şarıyor. Silah şor ve dostları, Büyücünün Küresi'nde son bir yolcul uk yapıp Roland'ın annesini Rhea adındaki cadı sanarak yanlı şlıkla öldürdü ğünü gördükten sonra kendilerini yine Orta-Dünya'da ve I şının Yolu üzerinde buluyor. Yollarına tekrar devam ediyorlar ve biz de Calla'nın Kurtları'mn ilk sayfalarında onlarla yeniden kar şıla şıyoruz. Bu kısa açıklamanın Kule serisinin ilk dört cildini özetledi ği kesinlikle söylenemez. Buna ba şlamadan önce serinin di ğer kitaplarını okumadıysanız bunu hemen bir kenara bırakıp onlara ba şlamanızı öneririm. Bu kitaplar, uzun bir öykünün parçalarıdır. Ortadan ba şlamaktansa en ba şından okumanız daha iyi olacaktır. Bizim i şimiz kur şunladır, bayım. — Steve McQueen, Muhte şem Yedi'den Önce gülümsemeler gelir, ardından yalanlar. Ve sonu nda silahlar. - Gilead'lı Roland Deschain Damarlarında akan kan benim içimde de akıyor, aynaya baktı ğımda gördü ğüm yüz seninki. tut elimi, güven bana, neredeyse özgürüz, Kayıp çocuk. - Rodney Crowell GĐRĐŞ DEFORME 1 Tian'a üç toprak parçası bah şedilmi şti (ama pek az çiftçi bu sözcü ğü kullanırdı): ailesinin çok uzun yıllardır pirinç ye ti ştirdi ği Nehir Tarlası; faz-Jaffords'un nesiller boyunca turp, balkaba ğı ve mısır yeti ştirdi ği Yol-boyu Tarlası; içinde kayalar ve sönük umutlardan ba şka bir şey bulunmayan verimsiz, i şe yaramaz Piç Kurusu. Tian evinin hemen arkasındaki bu yirmi dönümlük araziden faydalanmaya çalı şan ilk Jaffords de ğildi, di ğer yönlerden tamamen aklı ba şında bir insan olan büyükbabası, orada altın bulundu ğuna inanıyordu. Tian'ın annesi ise orada çok de ğerli bir baharat olan porin yeti ştirilebilece ğini dü şünüyordu. Tian'ın takıntısı ise madrigal idi. Piç Kurusu'nda madrigal yeti şebilirdi mutlaka. Yetinmeliydi. Elinde bin tohum vardı (ona değerli bir peniye mal olmu ştu) ve yatak odasının dö şeme tahtalarının altında saklıydılar. Bir sonraki yıl tohumlan ekmeden önce geriye yapılacak tek bir şey kalmı ştı, o da Piç Kurusu'nu sürmekti. Ve bunu söylemek, yapmaktan çok daha kolaydı. Jaffords Klanı, hayvanlara sahip olan şanslı ailelerdendi. Sahip oldukları hayvanlar içinde üç de katır vardı, ama Piç Kurusu' nda katır kullanmaya çalı şmak çılgınlık olurdu zira öyle bir şanssızlı ğa u ğramı ş hayvan gün sonunda ya baca ğını kırmı ş ya da sokmalar yüzünden can çeki şiyor olurdu. Bu ikincisi, yıllar önce az daha Tian'ın amcalarından birinin ba şına geliyordu. Adam pe şinde i ğneleri çivi büyüklü ğünde de ği şim geçirmi ş dev e şekarıları oldu ğu halde çı ğlık çı ğlı ğa eve dönmü ş, paçasını zor kurtarmı ştı.

  • Arıların kovanını bulmu şlardı ( şey, aslında bulan Andy'ydi; e şekarıları ne kadar büyük olurlarsa olsunlar Andy'yi rahatsız etmezlerd i). Kovanı bulduktan sonra gazya ğıyla yakmı şlardı ama ba şkaları da olabilirdi. Bir de çukurlar vardı. Evet dostum, hem de sürüyle vardı ve çukurları yakamazdı nız, de ğil mi? Hayır. Piç Kurusu, eskilerin "gev şek toprak" dedi ği bir araziydi. Đçinde kayalar, çukurlar ve burun dire ğini kıracak çürük kokuları yayan en az bir tane de mağara vardı. Kim bilir karanlık a ğızlarından etrafı ne tür yaratıklar gözlüyordu. Ve çukurların en beterleri insanların (veya katırla rın) görü ş alanları dı şında oluyordu. Hayır efendim, bu sinsi çukurlar son ana dek kesinlikle fark edilmiyordu. Bacak kıran çukurlar daima güzel kokul u ot yı ğınları ve zararsız görünen çalıların altında oluyordu. Katırınız bir a dım atar ve bir dalın kırılmasına benzer tüyler ürpertici bir çıtırtının ardından yuvalarından fırlamı ş gözleri gökyüzüne dikilmi ş, di şleri ortaya serilmi ş halde, ıstırap içinde bir anda yere yı ğılırdı. Onu acısından kurtarana dek elbette ve Call a Bryn Sturgis'de hayvanlar çok de ğerliydi. Tian bu yüzden sabana kız karde şini ko şmuştu. Yapmaması için bir sebep yoktu. Tia deforme olmu ştu, bu yüzden yapabildikleri çok kısıtlıydı. Çok ir iydi (deforme olanlar genellikle çok iri boyutlara ula şırdı) ve Đsa Adam onu korusun, bunu yapmaya hevesliydi. Đhtiyar ona ha ğç dedi ği bir Đsa-muskası yapmı ştı. Tia, onu boynundan hiç çıkarmıyordu. Şimdi de sabanı çekerken terli gö ğsü üzerinde ileri geri sallanıyordu. Saban ham deriden sa ğlam şeritlerle omuzlarına ba ğlanmı ştı. Sabanın demira ğacı saplarını sıkıca tutarak yönlendiren Tian bir kayay a veya çukura takıldıkça homurdanarak çekiyor, yanlara do ğru itiyor, sabanın ucunu kurtarmaya çalı şıyordu. Tam Dünya'nın sonlarındaydılar, ama Piç Kur usu yaz ortasında gibi sıcaktı. Tia'nın, rengi ter yüzünden koyula şmış giysileri kaim bacaklarına yapı şıyordu. Tian gözüne giren saçlardan kurtulmak için başını ne zaman geriye savursa ter damlacıkları havada uçu şuyordu. "Off, seni salak!" diye ba ğırdı. "Bu kaya sabanı kıracak, kör müsün?" Kör de ğildi. Sa ğır da de ğildi. Sadece deforme olmu ştu. Tia sabanı sol tarafına doğru büyük bir kuvvetle çekti. Tian çeki şin gücüyle aniden öne fırladı ve baca ğını sabanın her nasılsa takılmadı ğı bir ba şka kayaya çarptı. Derisi yüzülen baca ğından bile ğine do ğru akan sıcak kanı hissetti ğinde, Jaffordsları neyin çıldırtıp buraya çekti ğini merak etti (ve bunu ilk merak edi şi de de ğildi). Đçinden bir ses, bu kahrolası toprak parçasında pori n gibi madrigal de yeti ştirilemeyece ğini söylüyordu. Ama isterse yirmi dönümün tamamını ayrıkotlarıyla kaplayabilirdi. Oysa onun istedi ği onlardan kurtulmaktı. Yeni Dünya'da yapılacak ilk i ş oydu. O... Saban kollarını yerinden çıkaracak sertlikte bir ha reketle önce sa ğa, sonra ileri çekildi. "Ahh! Yava ş ol, kız! Koparlarsa yerlerine yenileri çıkmaz, biliyorsun." Tia terle ıslanmı ş, bo ş ifadeli, geni ş yüzünü alçak bulutlarla kaplı gökyüzüne çevirdi ve anırır gibi sesler çıkararak güldü. Đsa Adam a şkına, sesi gerçekten de bir e şeğinkine benziyordu. Bununla birlikte bir insan kahka hasıydı. Tian ço ğu zaman elinde olmadan yaptı ğı gibi bu kahkahanın bir anlamı olup olmadı ğını merak etti. Acaba Tia söylediklerinin hiç olmazsa bir kıs mını anlamı ş mıydı yoksa sadece ses tonuna mı tepki gösteriyordu? Deforme ol anlar hiç... " Đyi günler, sai," dedi arkasından bir ses. Çok yükse k ve tamamıyla ifadesiz bir sesti. Sesin sahibi, Tian'ın şaşkın ba ğırı şını duymazdan geldi. "Ho ş günler geçirmenizi ve dünyadaki günlerinizin uzun olmasını temenni ederim. Hizmetinizdeyim." Tian hızla arkasını döndü ve kar şısında iki metre on santimlik boyuyla Andy'yi buldu. Tam o sırada kız karde şi o iri adımlarından birini attı ve Tian tekrar öne savruldu. Az daha yere kapaklanıyordu. Sabanın deri tutamakları ellerinden uçup şak diye bo ğazına dolandı. Yaratabilece ği felaketten bihaber olan Tia bir adım daha attı. Bunun üzerine Tian'ın nefesi kesild i ve yutkunup nefes almaya çalı şarak kıvranmaya ba şladı. Elleri birer pençeye dönmü ş, bo ğazına dolanan şeritleri çözmeye çalı şıyordu. Andy tüm bu olan bitenleri her zamanki bo ş gülümsemesiyle izliyordu.

  • Tia bir adım daha attı ve Tian'ın ayaklan yerden ke sildi. Bir kayanın üzerine kıçüstü sertçe dü ştü, ama artık nefes alabiliyordu. Hiç olmazsa şimdilik. Kahrolası u ğursuz tarla! Her zaman öyleydi! Her zaman da öyle o lacaktı! Tian deri şeridi bo ğazına tekrar dolanmadan yakalayıp ba ğırdı. "Bekle, seni kaltak! O kocaman bir i şe yaramaz memelerini burmamı istemiyorsan dur!" Tia bunun üzerine uysalca durdu ve neler olup bitti ğini görmek için arkasını döndü. Terle parlayan kocaman kollarından birini ka ldırdı ve Andy'yi gösterdi. "Andy! Andy gelmi ş!" "Kör diilim," diye söylenen Tian kalçasını ovu şturarak aya ğa kalktı. Acaba orası da kanıyor muydu? Đsa Adam a şkına, galiba kanıyordu. " Đyi günler, saz," dedi Andy tekrar ve üç metal parma ğını metal bo ğazına üç kez vurdu. "Uzun günler ve ho ş geceler dilerim." Tia bu söze verilen kar şılı ğı (ben de iki mislini sizin için dilerim) daha önce binlerce kez duymu ş olmasına ra ğmen tek yaptı ğı, bo ş ifadeli yüzünü tekrar gökyüzüne kaldırıp anırırcasına gülmek oldu. Tian b ir an şaşırtıcı bir acı duydu. Hissetti ği acı kollarında, bo ğazında ya da kalçasında de ğil, yüre ğindeydi. Karde şini küçük bir kız olarak hayal meyal hatırlıyordu: bir yusufçuk gibi güzel ve hızlı, cin gibi de zekiydi. Sonra... Ama düşünceleri, içine do ğan tatsız bir önseziyle kesildi. Kalbine ta ş gibi bir ağırlık çöktü. Haberin ben buradayken gelmesine hiç şaşırmadım, diye dü şündü. Tanrı'mn unuttu ğu, kötü şansın kol gezdi ği bu lanet yerde. Zamanı gelmi şti, değil mi? Hatta geçmi şti bile. "Andy," dedi. "Evet!" dedi Andy gülümseyerek. "Dostunuz Andy! Hiz metinizde! Falınızı dinlemek ister misiniz, sai Tian? Tam Dünya'dayız. Orta-Düny a'da Kadın Ava diye adlandırılan ay kıpkırmızı. Bir arkada şınız arayacak! Đşleriniz açılacak! Biri iyi, biri kötü iki fikriniz olacak..." "Kötü olan, bu tarlaya gelme fikriydi," dedi Tian. "Falı bo ş ver şimdi, Andy. Neden buradasın?" Andy'nin gülümsemesi solamazdı (ne de olsa o bir ro bottu, Calla Bryn Sturgis'de ve kilometreler veya tekerleklerce alan içinde kala n son robot) ama Tian'a yine de solmu ş gibi geldi. Robot bir çocu ğun çizdi ği çöpten adamlara benziyordu. Son derece uzun ve inceydi. Kolları ve bacakları gümü ş rengiydi. Ba şı, elektronik gözlerin yerle ştirildi ği paslanmaz çelikten bir fıçıya benziyordu. Silindi r şeklindeki gövdesi altın rengiydi. gir adamın gö ğsü denebilecek yerde bir plaka vardı. Üzerinde şunlar yazıyordu: LaMERK ENDÜSTRĐ ĐLE KUZEY MERKEZ POZĐTRONĐK, LTD. ORTAK YAPIMI SUNAR ANDY Model: HABERC Đ (Ba şka birçok özellik) Seri Numarası: DNF-44821-V-63 Tian tüm di ğer robotlar nesiller önce yok olmu şken bunun nasıl ve niçin sa ğlam kaldı ğını bilmiyor, aynı zamanda umursamıyordu. Andy'yi C al-la'da her yerde görmek mümkündü (ama sınırların ötesine geçmezdi). Đpince bacakları üzerinde etrafta dola şır, her yere bakar, bazen bilgi yüklerken (veya bel ki de silerken, kim bilir?) çıkardı ğı tıkırtılar duyulurdu. Şarkılar söyler, kasabanın bir ucundan di ğerine dedikodu ta şırdı. Haberci Robot Andy hiç yorulmazdı. Her şeyden çok da falları okumayı severdi, ama kasaba halkı bu falların hiçbir anlamı olmadı ğı konusunda hemfikirdi. Ama bir özelli ği vardı ki, önemini hiç kimse yadsıyamazdı. "Neden buradasın teneke yı ğını? Cevap ver! Kurtlar mı yoksa? Gök Gürültüsü'nde n mi geliyorlar?" Tian teri üzerinde kururken aptal şeyin hayır demesi, falını söyleme-y1 teklif etmesi veya otuz kıta uzunlu ğundaki "The Green Corn A-Dayo" şarkısını söylemeye başlaması için tüm kalbiyle dua ediyor, Andy'nin aptal ca gülümseyen metal suratına bakıyordu. Ama gülümseyen Andy'nin tek söyledi ği, "Evet, sai," oldu. " Đsa Adam ve Tanrı'nın O ğlu," dedi Tian ( Đhtiyar ona bu ikisinin aynı anlama geldi ğini söylemi şti ama Tian daha fazla açıklamaya gerek görmemi şti). "Ne zaman?"

  • "Ay bütün bir yolculu ğu tamamlayınca gelecekler," dedi hâlâ gülüm-semekte olan Andy. "Dolunaydan dolunaya mı?" "Ona yakın, sai." Bir eksik bir fazla otuz gün yani. Kurtlar'ın gelme sine otuz gün kalmı ştı. Ve Andy'nin yanılıyor olmasını ummak söz konusu bile d eğildi. Robotun Kurtlar'ın Gök Gürültüsü'nden gelece ğini nasıl olup da önceden söyleyebildi ğini hiç kimse bilmiyordu, ama söylüyordu i şte. Andy asla yanılmazdı. "Sana da, kötü haberlerine de lanet olsun!" diye ha ykırdı Tian öfkeyle. "Ne i şe yararsın?" "Haberler kötü oldu ğu için üzgünüm," dedi Andy. Gövdesinden tıkırtılar geldi, gözlerinin mavi ı şı ğı bir anlı ğına parlakla ştı ve robot bir adım geriledi. "Falınızı söylememi istemez misiniz? Tam Dünya'nın so-nundayız, yarım kalan i şleri tamamlamak ve yeni insanlarla tanı şmak için çok hayırlı günlerdeyiz..." "Deli saçması kehanetlerine de lanet olsun!" diye b ağıran Tian yerden bir avuç toprak alıp robota fırlattı. Bir çakıl parçası, And y'nin metal gövdesine çarpıp sekti. Tia yutkunarak a ğlamaya ba şladı. Uzun gölgesi, Piç Kurusu tarlasına dü şen Andy bir adım daha geriledi ama yüzündeki aptalca, nefret dolu gülümseme aynı kaldı. "Ya bir şarkıya ne dersiniz? Kasabanın kuzey ucundaki Mannil erden çok e ğlenceli bir şarkı ö ğrendim. Adı, The Time of Loss, Make God Your Boss.' n Andy'nin gövdesinden bir klarnet sesi geldi; onu piyano sesi takip etti. " Şöyle başlıyor..." Ter damlaları, Tian'ın yanaklarından a şağı süzülüyor, ka şınan hayaları terden bacaklarına yapı şıyor, burnuna le ş gibi bir koku geliyordu. Saplantısının kokusu. Tia o aptal ifadeli suratını yine gökyüzüne kaldırmı ş, a ğlıyordu. Bu kötü haberler getiren u ğursuz robot da Mannilerden ö ğrendi ği bir ilahiyi söylemeye hazırlanıyordu. "Sakın ba şlama, Andy." Sesi sakin sayılırdı ama di şlerini sıkarak konu şmuştu. "Sai," diyen robot sonunda sessiz kaldı. Tian bö ğürerek a ğlayan karde şinin yanına gitti, kolunu beline doladı ve (çok da kötü sayılmayan) kokusunu hissetti. Çalı şma ve itaatin sebep oldu ğu masum bir kokuydu. Đçini çekerek karde şinin hıçkırıklarla sarsılan kolunu ok şamaya başladı. "Kes şunu, sulu gözlü kaltak." Kelimeleri çirkindi ama se s tonu son derece nazikti ve karde şini sakinle ştiren de o oldu. Hıçkırıkları yava şça kesildi. Kalçası, Tian'ın kaburga hizasına geliyordu. Tia, a ğabeyinden otuz santim uzundu. Oradan geçen ve onları gören bir yabancı, y üzlerin-deki benzerlik ve bedenlerindeki fark yüzünden şaşırarak dururdu. Benzerlikleri ola ğandı; ne de olsa ikizdiler. Kız karde şini sevgi sözcükleriyle karı şık küfürlerle avutmaya devam etti. Tia'nın do ğudan deforme olmu ş halde dönmesinden o yana geçen yıllar içinde bu iki farklı ifade tarzı Tian Jaffords için hemen hem en aynı olmu ştu. Tia sonunda ağlamayı kesti, hatta havada taklalar atan bir ekin-k argası görünce kıkırdamaya başladı. Tian'm içinden, ona son derece yabancı oldu ğunu bile fark edemedi ği bir duygu yükseliyordu. "Bu do ğru diil," dedi. "Hayır, efendim. Đsa Adam ve tüm tanrılar adına, do ğru diil." Do ğuya, tepelerin ardında yükselen, buluta benzeyen am a aslında bulut olmayan o zarımsı karanlı ğa baktı. Gök Gürültüsü'nün kıyı şıydı. "Bize yaptıkları şey do ğru diil." "Falınızı dinlemek istemedi ğinizden emin misiniz, sai? Parlak sikkeler ve güzel bir esmer bayan görüyorum." "Esmer bayanların benimle i şi olmaz," diyen Tian, karde şinin omuzla-nna ba ğlı koşum takımlarını çekti. "Senin de çok iyi bildi ğin gibi evliyim." "Birçok evli adamın kaçamakları olagelmi ştir," dedi Andy. Tian neredeyse robotun sesinde ukalaca bir ton oldu ğuna inanacaktı. "Karılarını sevenlerin olmamı ştır." Tian ko şum takımlarını omuzladı (takımı kendisi yapmı ştı) ve evinin bulundu ğu tarafa döndü. "Zaten çiftçiler yapamaz. Bana bir kaçama ğa masraf yapacak kadar zengin bir çiftçi göster, o parlak kıçını öpeyim. Haydi, Tia. Kaldırıp yere bırak." "Eve?" diye sordu Tia.

  • "Evet." "Evde yemek?" diye soran Tia, ona umutla bakıyordu. "Pattes mi?" Duraksadı. "Etsuyuuu?" "Tabi," dedi Tian. "Neden olmasın?" Tia ne şeyle çı ğlık atıp eve do ğru ko şmaya ba şladı. Ko ştu ğu zaman insanı hayrete düşüren bir görüntü sergiliyordu. Babalarının dü şüp ölmeden kısa bir zaman önce söyledi ği gibi, "Zeki ya da aptal, hareket eden bolca et va r." Tian, kız karde şinin zihninde bir harita varmı şçasına hiç bakmadan üzerlerinden atladı ğı çukurları gözden kaçırmamak için ba şını öne e ğmiş, yava şça yürüyordu. Đçindeki o yabancı duygu giderek şiddetleniyordu. Öfkeyi tanırdı (ine ği ölen veya mısırları bir yaz fırtınasıyla yerle bir olan her çiftçi o duyguyu bilirdi) ama bu çok daha derindi. Bu, yo ğun bir hiddetti ve yeni bir duyguydu. Ba şı öne eğik, yumrukları sıkılı, yava şça yürüyordu. Arkasından gelmekte olan Andy'yi, robot, "Ba şka haberler de var, sai," diyene dek fark etmedi. " Kasabanın kuzeydo ğusundan, I şının Yo-lu'ndan, Dı ş-Dünya'dan yabancılar..." "I şına da, yabancılara da, sana da ba şlayaca ğım şimdi," dedi Tian. "Beni rahat bırak, Andy." Andy, Piç Kurusu'nun ortasında, kayalar ve dikenler le dolu bu i şe yaramaz toprak parçasında bir süre hareketsizce durdu. Sonra içind en bir tıkırtı duyuldu, gözleri ı şıldadı ve Đhtiyar'la konu şmaya karar verdi. Đhtiyar, onu asla böyle kovmazdı. Đhtiyar falını dinlemeyi her zaman isterdi. Ve yabancılar daima çok ilgisini çekerdi. Andy kasabaya ve Huzurun Hanımı'na do ğru yürümeye ba şladı. 2 Zalia Jaffords, kocasıyla görümcesinin Piç Kurusu'n dan döndü ğünü ve Tia'nm kafasını ahırın dı şındaki ya ğmur suyu dolu varile defalarca so-Ijup yüzüne süzülen suları bir at gibi püskürttü ğünü duymadı. Zalia evin güneyinde çama şır asıyor, bir yandan da çocuklara göz kulak oluyordu. Mutfak penceresinden baktı ğını görene dek Tian'ın eve dönmü ş oldu ğunu fark etmedi. Kocasını orada görmek onu şaşırtmı ş, görünümü ise endi şelendirmi şti. Tian'ın yüzü, yanaklarında ve alnının ortasında bulunan üç parça kızıl leke ha ricinde kül rengine dönmü ştü. Zalia elindeki mandalları çama şır sepetine bırakıp eve yöneldi. "Nereye gidiyosun, ana?" diye seslendi Heddon. "Ner eye gidiyosun, nereye?" diye yankıladı Hedda. "Siz ka-bebeklerinize göz kulak olun." "Niyeee?" diye mızmızlandı Hedda. Son günlerde bu s es tonunu çok sık kullanır olmu ştu. Bugünlerde sesi biraz daha tizle şecek ve annesinden tokadı yiyecekti. "Çünkü en büyükleri sensin," dedi Zalia, kızma. "Ama..." "Kes sesini, Hedda Jaffords." "Biz onlara göz kulak oluruz, anne," dedi Heddon. H eddon hep daha uyumlu bir çocuk olagelmi şti. Belki karde şi kadar zeki de ğildi ama zekâ her şey demek değildi. Kesinlikle. "Çama şırların geri kalanını asalım mı?" "Hed-dooon," dedi kız karde şi. Yine sinir bozucu mızıldanma. Ama Zalia'nın onlara ayıracak zamanı yoktu. Di ğerlerine kısaca bir göz attı: Lyman ve Lia be ş yaşında, Aaron ise iki ya şındaydı. Çırılçıplak çamurun içine oturmu ş, ne şeyle iki ta ş parçasını birbirine vuruyordu. Onun gibi tek çocuk lar kasabada nadiren görülürdü. Di ğer kadınlar ona bu yüzden nasıl da imreniyordu! Çün kü Aaron daima güvende olacaktı. Bununla birlikte di ğerleri, Heddon ve Hedda... Lyman ve Lia... Zalia birdenbire Tian'ın günün bu saatinde evde olm asının sebebini sezdi. Tanrılara aklından geçenin do ğru olmaması için yalvardı, ama mutfa ğa girip çocuklara bakan kocasının yüzündeki ifadeyi görünce neredeyse emin oldu. "Sakın bana Kurtlar deme," dedi tela şla. "Kurtlar olmadı ğını söyle." "Yapamam," dedi Tian. "Andy'nin söyledi ğine göre otuz gün sonra geliyolar. Ve Andy bu konuda asla..." Sözlerine devam edemeden Zalia Jaffords ellerini yü züne götürerek bir çı ğlık attı. Yan avludaki Hedda şaşkınlıkla yerinden sıçradı. Hemen eve do ğru ko şmaya başladı, ama Heddon, onu engelledi.

  • "Lyman ve Lia kadar küçükleri almazlar, diil mi?" d iye sordu Zalia. "Hedda ve Heddon belki ama körpelerimi almazlar elbette, diil mi? Daha altı ya şında bile duller!" "Kurtlar'ın üç ya şındakileri bile aldı ğı oldu, biliyosun," dedi Tian. Yumrukları bir sıkılıyor, bir gev şiyordu. Đçindeki hissin (basit bir öfkeden çok daha yo ğun olan hissin) şiddeti artmaya devam ediyordu. Zalia, ona gözya şları içinde baktı. "Belki artık hayır demenin vakti gelmi ştir," dedi Tian kendisininkine hiç benzemeyen bir sesle. "Nasıl yapabiliriz?" diye fısıldadı Zalia. "Tanrıla r a şkına, nasıl?" "Bilmiyom," dedi Tian. "Ama yanıma gel, kadın, yalv arırım." Zalia omzu üzerinden avludaki be ş çocu ğuna son bir kez baktıktan sonra (sanki Kurtlar'ın onları almadı ğından, hâlâ orada olduklarından emin olmak istiyord u) oturma odasına geçti. Kö şedeki sönmü ş ate şin önündeki koltu ğunda, ba şı gö ğsüne düşmüş halde uyuyan büyükbaba onları duymamı ştı. Di şsiz a ğzının kenarından salyası akıyordu. Bu odadan ahır görülebiliyordu. Tian, karısını penc erenin önüne çekerek i şaret etti. " Đşte," dedi. "Görebiliyo musun, kadın?" Elbette görebiliyordu. Tian'ın iki metre boyundaki kız karde şi, elbisesinin askılarını indirmi ş, ya ğmur suyu varilinden aldı ğı suları koca gö ğüslerine çarpıyordu. Ahırın giri şindeyse Zalia'nın karde şi Zalman duruyordu. Boyu neredeyse iki on be şti, Lord Perth kadar iri, Andy kadar uzun ve yanınd aki kız kadar bo ş ifadeliydi. Gö ğüsleri çıplak bir kadını o halde görmek, bir erke ğin pantolonunun önünde bir kabarıklı ğa sebep olabilirdi ama söz konusu Zalman iken bu mümkün de ğildi. Asla da olmayacaktı. Zalman deforme olmu ştu. Tekrar Tian'a döndü. Normal bir kadın ve erkek olar ak birbirlerinin gözlerine baktılar. Onlar deforme olmamı ştı ve bunun yegâne sebebi şanstı. Ahırın önünde dikilen ve bedenleri büyüdükçe beyinleri küçülen ik i ki şi, Zalia ve Tian da olabilirdi. "Elbette görüyom," dedi Zalia. "Kör diilim." "Bazen kör olmayı diledi ğin olmuyo mu?" diye sordu Tian. "Bu hallerini görme mek için?" Zalia cevap vermedi. "Bu do ğru diil, kadın. Hiç diil. Asla da olmadı." "Ama o kadar uzun zamandır..." "Ba şlarım zamana!" diye ba ğırdı Tian. "Bunlar çocuk! Bizim çocuklarımız!" "Kurtlar'ın Calla'yı yakıp yerle bir etmesini mi ye ğlersin? Hepimizin bo ğazını kesip gözlerimizi oymaları daha mı iyi? Çünkü bu de diklerim geçmi şte ya şandı. Biliyosun." Biliyordu gerçekten. Ama Calla Bryn Sturgis'in insa nları müdahale etmezse buna kim dur diyecekti? O bölgelerde hiçbir otorite simg esi yoktu. Şerif bile. Kendi başlarınaydılar. Đç Baronluklar'ın en güçlü oldu ğu ve ı şık saçtı ğı dönemlerde bile bulundukları yerden o parlak ı şıkların pek azını görmü şlerdi. Burası sınır bölgesiydi ve burada hayat daima garip olagelmi şti. Sonra Kurtlar gelmeye başlamı ş ve ya şam iyice gariple şmişti. Ne zaman ba şlamı ştı? Kaç nesil önce? Tian bunu bilmiyordu, ama çok uzun bir süre oldu ğu muhakkaktı. Büyükbabanın çocuklu ğunda Kurtlar vardı, zira ikizi, ikisi oyun oynarken Kurtlar tarafından alınmı ştı. "Onu aldılar, çünkü yola daha yakındı," demi şti büyükbaba (defalarca). "O gün evden önce ben çıkmı ş olaydım yola ben yakın olurdum ve beni götürürlerdi. Tanrı iyidir!" Sonra Đhtiyar'm verdi ği tahta haçı kaldırıp öper ve gevrek gevrek gülerdi. Ama büyükbabanın büyükbabasının ona söyledi ğine göre onların zamanında (Tian'ın hesapları do ğruysa bu, be ş veya altı nesil öncesi olmalıydı) gri atları üzeri nde Gök Gürültüsü'nden gelen Kurtlar yoktu. Bir keresin de Tian, ya şlı adama, o zamanlarda da tüm bebekler ikiz mi do ğuyorlardı? Đnsanlar bundan söz ediyorlar mıydı, diye sormu ştu. Büyükbaba bu soru üzerine uzun süre dü şünmüş, sonra ba şını iki yana sallamı ştı. Eskilerin bu konuda ne söyledi ğini hatırlamıyordu. Zalia, ona endi şeyle bakıyordu. "Tüm sabahı o kayalarla dolu tarlad a geçirmek senin sinirini bozmu ş." "Kurtlar gelip çocuklarımızı aldı ğında çok daha beter olaca ğımdan emin olabilirsin."

  • "Aptalca bir şey yapmayacaksın diil mi, T? Tek ba şına bir şey yapmaya kalkmayacaksın?" "Hayır." Hiç tereddüt yoktu. Planlar yapmaya ba şlamı ş bile, diye dü şündü Zalia ve içinde minik bir umut tomurcu ğunun belirmesine izin verdi. Tian'ın Kurtlar'a kar şı yapabilece ği hiçbir şey yoktu elbette. Hiçbirinin yapabilece ği bir şey yoktu. Ama Tian aptal de ğildi. Bir tarım kasabasında erkeklerin ço ğu bir sonraki tarlayı ekmeyi (veya cumartesi gecesi kendi tohumla rını bir kadına bo şaltmayı) düşünmekten fazlasını yapmazdı, ama Tian sıradan bir ç iftçi sayılmazdı. Đsmini, SENĐ SEVĐYOM ZALLĐE gibi sözleri yazabiliyor (Zalia'nın kalbini de bö yle kazanmı ştı); sayıları toplayabiliyor, dahası, hangisinin bü yük hangisinin küçük oldu ğunu söyleyebiliyordu. Acaba mümkün olabilir?... Bir parçası, bu dü şünceyi tamamlamak istemiyordu. Ama Heddon ve Hedda' yla, Lyman ve Lia'yı dü şünen parçası, ana olan parçası umut etmek istiyordu . "O halde ne?" "Bir Kasaba Toplantısı düzenleyece ğim. Tüyü gönderece ğim." "Gelecekler mi?" "Bu haberi duyunca Calla'nm tüm erkekleri gelecekti r. Üzerinde konu şuruz. Belki bu kez mücadele etmek isterler. Belki bebekleri içi n sava şmak isterler." Arkalarından çatlak bir ses duyuldu. "Seni sersem." Tian ve Zalia el ele, ya şlı adama döndü. Sözleri biraz sert olabilirdi ama özellikle Tian'a yönelmi ş bakı şları mü şfikti. "Niye öyle diyosun, büyükbaba?" diye sordu. "Sarho ş adamlar böyle bir toplantıda gaza gelip harekete g eçebilir ama ayık olanlar..." Ba şını iki yana salladı, "...kıllarını bile kıpırdatma yacaktır." "Bence bu sefer yanılıyo olabilirsin, büyükbaba," dedi Tian ve Zalia'nın kalbi korkuyla buz kesti. Yine de o so ğuk kalbin derinliklerinde sıcacık bir umut kırıntısı vardı. 3 Onlara hiç olmazsa bir gün öncesinden haber verebil seydi homurdanmalar daha az olacaktı, ama Tian bir saatin bile bo şa geçmesine göz yumamazdı. Öyle bir lükse sahip de ğillerdi. Heddon ve Hedda'yla tüyü gönderdi ve geldi ler. Tian geleceklerini biliyordu. Calla'nın Toplantı Salonu, kasabanın ana caddesinin sonunda, Took' un dükkânının, yaz sonu oldu ğu için tozlu ve karanlık olan büyük çadırın ötesindeydi. Çok yakında kasabanın hanımları orayı Hasat Gecesi için süslemeye başlayacaktı, ama Calla'da Hasat e ğlencesi, hiçbir zaman fazla uzun sürmezdi. Çocuklar, korkulukların ate şe atılmasını zevkle izler; cesur erkekler, payların a düşen öpücükleri almaya çalı şırdı ama hepsi buydu i şte. Gösteri şli festivallere Orta-Dünya'da ve Đç-Dünya'da bolca rastlanabilirdi ama burası farklıy dı. Burada, Hasat Gecesi e ğlencelerinden daha ciddi konuları dü şünmek zorundaydılar. Kurtlar gibi konuları mesela. Adamlardan bazıları (batıdaki çiftliklerden ve güne ydeki hayvan çiftliklerinden gelenler) at sırtında geldiler. Rocking B Çiftli ği'nin sahibi Eisenhart tüfe ğini bile getirmi ş, fi şekliklerini çaprazlamasına gö ğsüne asmı ştı. (Tian Jaffords kur şunların sa ğlam oldu ğundan, bazıları sa ğlam olsa bile eski tüfe ğin ate ş edebilece ğinden şüpheliydi.) Manni halkından bir temsilciler grubu, bir çift deği şim geçirmi ş beygirin çekti ği arabaya dolu şmuş halde geldi. Atlardan birinin üç gözü vardı, di ğerinin ise sa ğrısından bir et parçası sarkıyordu. Calla erkeklerinin ço ğu e şekleriyle gelmi şti. Üzerlerinde beyaz pantolonlar ve uzun, renkli gömlekler vardı. Toplantı Salonu'na girerken tozlu sombrerolanm başlarından geriye ittiler. Huzursuzca birbirlerine ba kıyorlardı. Salondaki oturma sıraları çam a ğacın-dandı. Aralarında hiç kadın ve deforme olmadı ğı için doksan sıranın sadece otuzunu doldurmu şlardı. Konu şmalar oluyor ama gülü şmeler duyulmuyordu. Tian elinde tüyle salonun önünde ayakta duruyor, gü neşin ufka do ğru alçalmasını ve iltihaplı kan rengine dönmesini izliyordu. Güne şin ufka de ğmesiyle ba şını çevirip yola do ğru baktı. Took'un dükkânının önündeki basamaklarda oturan birkaç deforme haricinde bo ştu. Hepsi de iriya-rıydı ve yerden kayaları kaldırm ak dı şında hiçbir i şe yaramıyorlardı. Ba şka yakla şan e şek veya herhangi bir kasaba

  • sakini göremedi. Derin bir nefes aldı, verdi, tekra r aldı ve kararan gökyüzüne baktı. " Đsa Adam sana inanmıyom," dedi. "Ama oradaysan bu ak şam bana yardım et. Ve Tanrı'ya te şekkürler ederim." Sonra içeri girdi ve Toplantı Salonu'nun kapılarını gerekti ğinden biraz daha sertçe kapattı. Konu şmalar bir anda kesildi. Ço ğu çiftçi olan yüz kırk adam, sıraların önüne do ğru yürümesini izledi. Beyaz pantolonunun geni ş paçaları bileklerine dolanıyor, kısa çizmeleri her adımında ahşap zemine sertçe çarpıyordu. Daha önce bu anı dü şünürken deh şete kapılaca ğını, konu şmayı başaramayaca ğını sanmı ştı. O bir gösteri ustası veya politikacı de ğil, basit bir çiftçiydi. Sonra çocukları aklına geldi ve ba şını kaldırıp adamların gözlerine çekinmeden baktı. Parmaklarının arasındaki tüy hiç titremiyordu. Konu şmaya başladı ve kelimeler açık ve seçik bir şekilde, son derece do ğal ve akıcı bir ritimle birbirini izledi. Yapmalarını umdu ğu şeyi (büyükbabanın iddia etti ği gibi) yapmayabilirlerdi ama dinlemeye hevesli görün üyorlardı. "Kim oldu ğumu hepiniz biliyosunuz," dedi elleri kızıl tüyün s apına kenetlenmi ş bir şekilde. "Luke'un o ğlu, Zalia Hoonik'in kocası Tian Jaf-fords. Be ş çocu ğumuz var. Đki çift ve bir tek." Bunun üzerine, muhtemelen Aaron'a sahip oldukları i çin ne kadar şanslı olduklarını ifade eden mırıltılar oldu. Tian mırılt ıların kesilmesini bekledi. "Hayatım boyunca Calla'da ya şadım. Khef irâzi payla ştım. Siz de benimkini. Şimdi beni dinleyin, yalvarırım." "Te şekkürler deriz," diye mırıldandılar. Çok umut veric i bir kar şılık sayılmazdı, ama Tian yine de cesaretlenmi şti. "Kurtlar geliyo," dedi. "Haberi Andy'den aldım. Otu z gün sonra burada olacaklar." Mırıltılar daha da arttı. Tian bu mırıltılarda kor ku ve öfke duydu ama şaşkınlık yoktu. Haberleri da ğıtmakta Andy'nin üstüne yoktu. "Okuma yazmayı birazcık bilenlerimizde bile kâ ğıt yok," dedi Tian. "Bu yüzden en son ne zaman geldiklerini size tam olarak söyleyeme m. Bir kayıt yok, biliyosunuz, sadece kulaktan kula ğa duyulanlar var. Ama yirmi yıldan fazla oldu ğunu biliyom..." "Yirmi dört," dedi arka sıralardan bir ses. "Diil, yirmi üç," dedi önlerden biri. Reuben Caverr a aya ğa kalktı. Yuvarlak, neşeli yüzlü; tıknaz bir adamdı. Ancak şimdi yüzünde ne şeden eser yoktu, sadece ıstırap vardı. "Karde şim Ruth'u almı şlardı, beni dinleyin, yalvarırım." Sıralarda dip dibe oturan adamlardan sesli bir onay iç geçiri şine benzeyen bir mırıltı yükseldi. Da ğınık bir şekilde oturabilirlerdi, ama omuz omza olmayı tercih etmi şlerdi. Bazen rahatsızlıkta huzur vardır, diye dü şündü Tian. Reuben konu şmaya devam etti. "Geldiklerinde ön bahçedeki büyük çam a ğacının altında oynuyoduk. Sonraki her yıl için, o a ğaca bir çentik attım. Onu geri getirmelerinden sonra da çentik atmaya devam ettim. Toplam yirmi üç tane var. Yirmi üç sene oldu." Bunları söyledikten sonra yeri ne oturdu. "Ha yirmi üç, ha yirmi dört, fark etmiyo," dedi Tia n. "Kurtlar'ın son geli şinde çocuk olanlar artık birer yeti şkin ve çocuk sahibi. O piç kuruları için burada mahsul çok zengin. Yani çocuklarımız." Biraz sonra söyleyeceklerinin dinleyicilerinin zihninde şekillenebilmesi için bir anlı ğına sustu. " Şayet buna izin verirsek," dedi sonra. "E ğer Kurtlar'ın çocuklarımızı alıp Gök Gürültüsü'ne götürmesine ve deforme olmu ş halde geri getirmesine göz yumarsak." "Ba şka ne yapabiliriz?" diye ba ğırdı orta sıralardan bir adam. "Elimiz kolumuz bağlı. Bunlar insan de ğil!" Bunun üzerine salondan hüzünlü bir °nay mırılt ısı yükseldi. Mannilerden biri, lacivert pelerinini sıska omuzlar ına sıkıca sararak aya ğa kalktı. U ğursuz bakı şlarını etrafında gezdirdi. Bu gözlerde delilik yokt u ama Tian'a göre bunlar, mantıklı birinin bakı şları da olamazdı, "eni dinleyin, yalvarırım," dedi Manni. "Te şekkürler deriz, sai." Saygılı, ancak temkinli bir k ar şılıktı. Kasabada bir Manni, pek görülmü ş şey de ğildi ve o an salonda sekiz tane bir-den vardı. Gelmeleri, Tian'ı çok sevindirmi şti. Olayın ciddiyetinin altım çizecek bir geli şme varsa o da Mannilerin bu toplantıya gelmesiydi.

  • Toplantı Salonu'nun kapısı açıldı ve içeri bir ki şi daha girdi. Uzun, siyah bir palto giymi şti. Alnında bir yara izi vardı. Geli şini, Tian da dahi] olmak üzere hiç kimse fark etmedi. Gözleri Manni'nin üzerindeyd i. "Manni Kitabı'nda söylenenleri dinleyin: Ölüm Mele ği, Ayjip'in üzerinden geçti ğinde, evinin kapısına kurban ettikleri koyunun kanı yla bir i şaret bırakmamı ş her ailenin ilk çocu ğunu öldürdü Kitap'ın dedi ği bu." "Kitap'a hamt olsun," dedi di ğer Manniler. "Belki biz de öyle yapmalıyız," dedi Manni sözcüsü. Sesi sakindi, ama alnında bir damar şiddetle atıyordu. "Belki de bu otuz günü çocuklar i çin bir festivale çevirmeli, sonra onları sonsuz uykuya göndermeli ve kanlarını topra ğa akıtmalıyız. Bırakalım Kurtlar isterlerse cesetleri ni götürsün-ler do ğuya." "Sen çıldırmı şsın," dedi Benito Cash. Sesinde kahkahayla karı şık bir öfke tınısı vardı. "Sen ve senin gibiler, hepiniz kaçıksınız. Ç ocuklarımızı öldürecek değiliz!" "Geri dönenlerin hali ortada, ölseler daha iyi de ğil mi?" diye sordu Manni. " Đşe yaramaz et yı ğınları! Đçi bo ş kabuklar!" "Olabilir, ama ya karde şleri?" diye sordu Vaughn Eisenhart. "Bildi ğiniz gibi Kurtlar, ikiz karde şlerden sadece birini alıyor." Kar beyazı sakalı gö ğsüne dü şen bir ba şka Manni aya ğa kalktı. Đlki, tekrar yerine oturdu. Ya şlı adam, Henchick, önce salondakilere, sonra Tian'a baktı. "Tüy sende, genç adam. Konu şabilir miyim?" Tian ba şını sallayarak onayladı. Bu, hiç de kötü bir ba şlangıç sayılmazdı. Đçinde bulundu ğumuz kutuyu her kö şesine kadar incelesinler bakalım, diye düşündü. Sonunda, sadece iki seçenekleri oldu ğunu göreceklerdi: o güne dek yaptıkları gibi Kurtlar'ın ergenlik ça ğından önceki tüm ikizlerde karde şlerden birini götürmesine izin vermek veya sava şmak Ama bunu görmek için önce tüm di ğer yolların çıkmaz sokak oldu ğunu fark etmeleri gerekiyordu. Ya şlı adam sabırla konu ştu. Hatta üzgün oldu ğu bile söylenebilirdi. "Evet, bu korkunç bir fikir. Ama şunu da dü şünün, sai'ler. Kurtlar gelip de hiç çocuk olmadı ğını görürse bizi daha sonrasında rahat bırakabilirl er." "Olabilir," diye homurdandı küçük çiftçilerden biri . Đsmi Jorge Estra-da'ydi- "Ama bizi rahat bırakmayabilirler de. Manni-sai, bi r ihtimal için kasabanın tüm çocuklarını öldürebilir misin?" Aynı fikirde olan herkes onaylayınca salonda bir u ğultu oldu. Garrett Strong aya ğa kalktı. Buldoklara benzeyen yüzünde vah şi bir ifade vardı. Ba şparmaklarını kemerine takmı ştı. "Kendimizi de öldürelim daha iyi. Hem bebekleri , hem kendimizi." Manni bu sözlere kızmı ş görünmüyordu. Yanındaki di ğer lacivert pelerinliler de öyle. "Bu da bir seçenek," dedi ya şlı adam. "Di ğerleri kabul ederse bu seçenek üzerinde konu şabiliriz," dedikten sonra yerine oturdu. "Ben etmem," dedi Garrett Strong. "Beni dinleyin, y alvarırım, bu tıra ş olmamak için kahrolası kafamızı kesmek gibi bir şey olur." Salonda kahkahalar duyuldu. Birkaç ki şi de, seni duyduk, diye seslendi. Gerginli ği biraz azalmı ş görünen Garrett yerine oturdu ve Vaughn Eisenhart ile kafa kafaya verdi. Bir di ğer çiftçi olan Diego Adams, kara gözlerinde ilgiyle ikisinin konu şmasını dinliyordu. Bir ba şka küçük çapta çiftçi, Bucky Javier aya ğa kalktı. Küçük, parlak, mavi gözleri; keçi sakallı çenesinden geriye do ğru küçülüyormu ş gibi görünen bir kafası vardı. "Bir süreli ğine buradan gitsek nasıl olur? Çocuklarımızı alıp batıya gitsek? Büyük Nehir'in en batıdaki koluna ka dar mesela?" Bu cesurca fikir üzerine bir süre sessizlik oldu. H erkes fikri kafasında ölçüp biçiyordu. Whye'in batı kolu neredeyse Orta-Dünya'd a sayılırdı. Andy'ye göre yakın zamanda orada ye şil camdan bir saray belirmi ş, daha da yakın bir zamanda ise ortadan kaybolmu ştu. Tian tam cevap verecekti ki kasabadaki en büyük dükkânın sahibi Eben Took aya ğa kalkarak onu rahatlattı. Sessizli ğini mümkün oldu ğunca uzun süre korumak niyetindeydi. Her olasılık t artı şıldıktan sonra onlara geride kalan tek seçene ği Sunacaktı. "Aklını mı kaçırdın?" diye sordu Eben. "Kurtlar gel ip burada olmadı- ğımızı görünce her yeri ate şe verirler; tüm çiftlikleri, mahsulleri, dükkânları , ağaçları... Geri dönüp hiçbir şeyimizi bulamazsak ne olacak?"

  • "Hem ya pe şimizden gelirlerse?" diye araya girdi Jorge Estrada . "Kurtlar bizi, biz daha ne oldu ğunu anlayamadan yakalar. Took'un dedi ği gibi her şeyimizi yakıp peşimize dü şerler ve çocukları yine de alırlar!" Herkes onaylarcasına homurdandı. Kısa çizmelerin ah şap zemine vurulan topuklarının sesiyle u ğultu arttı. Birkaç ki şi, onu dinleyin, onu dinleyin! diye bağırdı. "Ayrıca," dedi Neil Faraday. Kocaman, le ş gibi olmu ş sombrero 'sunu gö ğsüne bastırarak aya ğa kalktı. "Bütün çocuklarımızı kaçırmıyolar." Sesin deki haydi-beyler-mantıklı-olalım tonu, Tian'ın di şlerini sıkmasına yol açtı. En çok çekindi ği tutum buydu i şte. Davet etti ği mantık yanlı ştı. Daha genç, sakalsız Mannilerden biri küçümseme dolu bir kahkaha attı. "Do ğru ya! Đki çocuktan biri kurtuluyo! Aman ne güzel. Tanrı se ni kutsasm!" Daha da konu şacaktı ama Henchick, genç adamın kolunu yamru yumru olmu ş eliyle tutunca sustu. Bununla birlikte ba şını uysalca öne e ğmedi. Gözlerinde öfke dolu bir bakı ş vardı. Dudakları incelmi ş, birer çizgiye dönü şmüştü. "Bunun do ğru bir şey oldu ğunu söylemiyom," dedi Neil. Sombre-ra'sunu, Tian'ın başının dönmesine sebep olacak şekilde çevirmeye ba şlamı ştı. "Ama gerçeklerle yüzle şmek zorundayız, diil mi? Öyle. Ve hepsini almıyolar . Benim kızım, Georgina, o da çok zeki ve..." "Ama o ğlun George geri zekâlı bir dev," dedi Ben Slightman . Slight-man, Eisenhart'ın kâhyasıydı. Gözlüklerini çıkardı, caml arını bir mendille sildi ve tekrar taktı. "Gelirken onu Took'un dükkânının önün de gördüm. Basamaklarda oturuyolardı. O ve di ğer bo ş beyinliler." "Ama..." "Biliyom," dedi Slightman. "Bu zor bir karar. Bo ş beyinli olmaları ölü olmalarından iyidir." Duraksadı. "Yarısını götürmel eri de hepsini birden götürmelerinden iyidir." Ben Slightman yerine otururken salonda, onu dinleyi n ve te şekkürler derim sesleri duyuldu. "Her seferinde bize devam etmemize yetecek kadarın ı bırakıyolar, diil mi?" diye sordu çiftli ği, Tian'ınkinin hemen batısında, Calla'nın sınırına yakın bir yerde olan bir çiftçi. Đsmi Louis Haycox'tu ve acılı bir sesle konu şuyordu. Bıyı ğının altındaki dudakları, ne şesiz bir gülümsemeyle kıvrılmı ştı. "Çocuklarımızı öldürmeyece ğiz," dedi Mannilere bakarak. "Tanrı sizi kutsasın b eyler, ama i ş can almaya geldi ğinde bu i şi sizin bile yapabilece ğinizi sanmıyom. En azından hepinizin birden yapabilece ğinden şüpheliyim. Pilimizi pırtımızı toplayıp batıya -veya herhangi bir ba şka yöne- de gidemeyiz çünkü çiftliklerimizi geride bırakmı ş oluruz. Her şeyimizi yakıp yıktıktan sonra pe şimizden geleceklerdir. Çocuklarımıza ihtiyaçları var. Sebebini tanrılar bi lir ama bu bir gerçek. "Söz dönüp dola şıp hep aynı yere geliyo biz çiftçileriz, ço ğumuz öyle. Ellerimiz toprakta güçlü, ba şka alanlarda zayıftır. Benim de iki çocu ğum var. Dört yaşındalar ve onları çok seviyom. Đkisinden birini kaybetme dü şüncesi tüylerimi ürpertiyo. Ama yine de birini feda edebilirim. Di ğerini kurtarmak için. Ve çiftli ğimi." Bunun üzerine onaylayan mırıltılar duyuldu. " Başka seçene ğimiz mi var? Ben bunu bilir, bunu söylerim: Kurtlar'ı öfkel endirmek çok büyük bir hata olacaktır. Tabi onlara kar şı durabilseydik durum farklı olurdu. Mümkün olsaydı mücadele ederdim. Ama bana imkânsız görünüyo." Tian kalbinin Haycox'un a ğzından dökülen kelimelerle parça parça oldu ğunu hissetti. Adam tüm söyleyeceklerini mahvetmi şti. Tanrılar ve Đsa Adam! Wayne Overholser aya ğa kalktı. Calla Bryn Sturgis'ın en ba şarılı çift-çisiydi ve bunu kanıtlayan kocaman bir de göbe ği vardı. "Beni dinleyin, yalvarırım." "Te şekkürler deriz," diye mırıldandı salondakiler. "Size ne yapaca ğımızı söyleyeyim," dedi etrafına bakarak. "Her zama n yaptı ğımızı yapaca ğız, ba şka bir şey diil. Kurtlarla sava şma konusunda konu şmayı hanginiz istiyo? Aranızda o kadar çılgın biri var mı? Hem ne yle sava şaca ğız? Mızraklar, kayalar, birkaç yay ve arbaletlerle mi? Ya da şunun gibi üç dört paslı tüfekle mi?" diyerek Eisenhart'ın tüfe ğini i şaret etti. "Ate şli-demirimle dalga geçme, evlat," dedi Eisenhart, a ma yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı.

  • "Gelip çocukları alacaklar," dedi Overholser etrafı na bakarak. "Bazılarını. Sonra bizi bir nesil boyunca, belki de daha uzun bi r süre rahat bırakacaklar. Böyle gelmi ş, böyle gidecek. Bana kalırsa bırakalım ne olacaksa olsun." Bu sözlerin ardından itiraz edenlerin mırıltıları y ükseldi. Overholser bu mırıltıların azalmasını bekledikten sonra konu şmaya devam etti. "Yirmi üç yıl ya da yirmi dört, fark etmiyo. Her ik isi de oldukça uzun bir süre. Barı ş dolu uzun bir dönem. Birkaç şeyi unutmu ş olabilirsiniz, arkada şlar. Birincisi, çocuklar da di ğer mahsuller gibidir. Tanrı daima daha fazlasını gönderir. Bunun kula ğa kalpsizce geldi ğini Wiyom. Ama şimdiye kadar böyle yaşadık, bundan sonra da böyle ya şayaca ğız." Tian basmakalıp cevapların dile getirilmesini bekle medi. Bu tür konu şmalar biraz daha sürerse adamları ikna etme şansı kalmayacaktı. Opopanaks tüyünü kaldırarak seslendi. "Beni dinleyin! Yalvarırım dinleyin!" "Te şekkürler deriz," diye kar şılık verdiler. Overholser, Tian'a güvensiz gözlerle bakıyordu. Ve bana öyle bakmakta haklısın, diye dü şündü çiftçi. Çünkü bu korkakça saçmalıkları dinlemekten bıktım. "Wayne Overholser akıllı ve ba şarılı bir adam," dedi Tian. "Ve bu yüzden onun fikirlerine kar şı çıkmak hiç ho şuma gitmiyo. Bir di ğer sebep de babam olacak yaşta olması." "Eh ama baban de ğil," dedi Garrett Strong'un emrinde çalı şan tek i şçi olan Rossi ter ve herkes güldü. Overholser bile gülümsemi şti. "Evlat, bana kar şı çıkmak ho şuna gitmiyosa yapma," dedi Overholser. Gülümsemeye devam ediyordu ama sadece dudaklarıyla. "Mecburum," dedi Tian. Sıraların önünde ileri geri yava şça yürümeye ba şladı. Elindeki kızıl renkli opopanaks tüyü bir oraya bir buraya salınıyordu. Tian sadece zengin çiftçiyle konu şmadığı anla şılsın, diye sesini yükseltti. "Mecburum çünkü sai Overholser babam olacak ya şta. Onun çocukları büyüdü, anlarsınız ya ve bildi ğim kadarıyla iki taneydiler. Bir kız, bir o ğlan." Bir an duraksadıktan sonra öldürücü darbeyi indirdi. " Đki yıl arayla do ğmuşlar." Bir başka deyi şle ikisi de tekti. Kurtlar onlara dokunmayacaktı am a bu gerçe ği yüksek sesle söylemesine gerek yoktu. Kalabalıktan mırıltılar yükseldi. Overholser'ın suratı bir anda kıpkırmızı oldu ve yü zünde tehlikeli bir ifade belirdi. "Bu saçmalık! Bunun benim ikizlerimin olup olmamasıyla bir ilgisi yok! O tüyü bana ver, Jaffords. Daha söyleyeceklerim var ." Ama çizmelerin topukları yere vurulmaya ba şlamı ştı. Önce hafiftiler, sonra giderek şiddetlendiler. Overholser öfkeyle etrafına baktı. Y üzünün rengi neredeyse mora dönmü ştü. "Konu şaca ğım!" diye ba ğırdı. "Yalvarırım, beni dinleyin!" Salondan, hayır, olmaz! Şimdi olmaz! Tüy Jaffords'da! Otur ve dinle! sesleri yükseldi. Overholser kasabanın en zengin ve en güçl üsüne kar şı daima gizli bir kin beslendi ğini geç de olsa ö ğreniyordu. Daha talihsiz ve daha az kurnaz olanlar, zengin ve güçlüler binekleri üzerinde önle rinden geçerken daima şapkalarını çıkarıp selam vermek zorundaydı. Zengin çiftçi, bir ahırın veya evin in şasında çalı şması için yanında çalı şan bir i şçiyi gönderdi ğinde kar şılık olarak ona bir domuz veya inek göndermek zorundaydı lar. Bununla birlikte Calla'nm daha fakir erkekleri şimdi intikam ahrcasına çizmelerini vah şice ah şap zemine vuruyordu. Böyle reddedilmeye alı şkın olmayan Overholser bir kez daha denedi. "Tüyü b ana ver, yalvarırım!" "Hayır," dedi Tian. " Đsterseniz sonra alabilirsiniz ama şimdi olmaz." Bunun üzerine en küçük çiftçiler ve i şçilerinden olu şan bir grup co şkuyla tezahürat yaptı. Manniler katılmamı ştı. Birbirlerine öylesine sokulmu şlardı ki salonun ortasında lacivert bir mürekkep lekesine be nziyorlar-dı. Konu şmaların gidi şatının onları şaşırttı ğı belliydi. Bu arada Vaughn Eisenhart ve Diego Adams, Overholser'ın yanına gitti ve alçak sesle ko nuşmaya ba şladılar. Bir şansınız var, diye dü şündü Tian. Đyi de ğerlendirseniz yararınıza olur. Tüyü havaya kaldırdı ve herkes sustu. "Herkesin konu şmak için fırsatı olacak," dedi. "Bana gelince, dü şüncem şudur: bu şekilde devam edemeyiz. Kurtlar gelip çocuklarımızı götürürken boynumuzu büküp seyredemeyiz. Kurtlar..."

  • "Ama geri getiriyolar," dedi Farren Posella adında bir i şçi çekingence. "Geri getirdikleri birer kabuktan ibaret!" diye hay kırdı Tian. Birkaç ki şi, onu dinleyin, diye ba ğırdı ama sayıları azdı. Bu kadarı yetmezdi. Tian sesini tekrar alçaktı. Adamlara nutuk çekmek i stemiyordu. Overholser bunu denemi ş ama hiçbir şey elde edememi şti. Bin dönüm arazi, insana her zaman avantaj sa ğlamıyordu. "Kabukları getiriyolar. Peki biz? Bu bize ne yapıyo ? Bazılarınız 'hiçbir şey' diyebilir, Kurtlar'n Calla Bryn Sturgis'de nadir gö rülen bir deprem veya fırtına gibi hayatın bir parçası oldu ğunu iddia edebilir. Ama bu do ğru diil. Kurtlar en fazla altı nesildir geliyo. Ama Calla bin yıldan fa zla bir süredir burada." Uğursuz bakı şlı, zayıf, ya şlı Manni yerinden hafifçe do ğruldu. "Do ğru söylüyo, ahali. Kurtlar'ı bırakın, Gök Gürültüsü'ndeki karan lık gelmeden önce burada çiftçiler ve Manniler vardı." Salondakiler ona şaşkınca baktı. Bu bakı şlarla tatmin olmu ş görünen ya şlı Manni başını sallayarak tekrar yerine oturdu. "Yani zamanın muazzam seyrinde Kurtlar yeni bir şey sayılır," dedi Tian. "Son yüz yirmi veya yüz kırk yılda belki altı kez geldil er. Artık geçen zamanı da kesin olarak bilemiyoz. Zaman da yumu şuyo." Alçak mırıltılar oldu. Birkaç ki şi ba şını sallayarak onayladı. "Kurtlar'ın her nesil bir kez geldi ğini biliyoz," diye devam etti Tian. Muhaliflerin Overholser, Eisenhart ve Adams etrafın da birikti ğinin farkındaydı. Ben Slightman'ın onlarla birlikte olup olmadı ğını bilmiyordu. Muhtemelen öyleydi. Tian bir melek gibi konu şsa da bu adamları kendi tarafına çekemeyece ğini biliyordu. Eh, belki onlar olmadan da yapabilir di. Geri kalanını ikna edebilirse bir şansı vardı. "Her nesil geliyolar ve kaç çocu ğu götürüyolar? Üç düzine mi? Dört mü? "Sai Overholser'm Kurtlar'ın bu geli şinde tehlike altında çocukları yok ama benim var. Hem de iki çift ikizim var. Heddon ve He dda, Lyman ve Lia. Dördünü de çok seviyom ama bir ay sonra iki tanesini benden al ıp götürecekler. Geri döndüklerindeyse deforme olmu ş olacaklar. Đnsanı insan yapan özellikler onlardan alınmı ş olacak." Dinleyin, dinleyin onu! sesleri, salonu bir iç çeki ş gibi sardı. "Kaçınızın tüyü bitmemi ş ikizleri var?" diye sordu Tian. "Ellerinizi kaldır ın!" Altı adam elini kaldırdı. Sonra sekiz oldular. Ardı ndan bir düzine. Tian ne zaman artık bitti ğini dü şünse bir ba şka el daha isteksizce yükseliyordu. Sonunda yirmi iki ki şi saydı ama elbette orada bulunmayanlar da vardı. S ayının çoklu ğunun Overholser'ı huzursuz etti ğini görebiliyordu. Diego Adams da elini kaldıranlar arasındaydı. Adamın Slightman, Eisenhar t ve Overholser'dan biraz uzakla şmış oldu ğunu görmek Tian'ı memnun etti. Mannilerden üçü de e l kaldırmı ştı. Jorge Estrada. Louis Hay-cox. Adamların neredey se hepsini tanıyordu. Tanımadıkları sadece küçük çiftliklerde karın toklu ğuna veya çok düşük ücretlerle çalı şan gelip geçici i şçilerdi. "Çocuklarımızı aldıkları her seferde ruhlarımızdan ve kalplerimizden bir parçayı da götürüyolar," dedi Tian. "Ah, haydi ama yapma," dedi Eisenhart. "Bu durumu b iraz..." "Kapa çeneni," dedi bir ses. Đçeri sonradan giren, alnında yara izi olan adamdı. Sesindeki öfke ve küçümseme, Eisenhart'ı şok edecek kadar yo ğundu. "Tüy onda. Bırak da söyleyeceklerini bitirsin." Eisenhart sesin sahibini görmek için hızla döndü ve görünce hiçbir şey söylemedi. Bu, Tian'ı şaşırtmamı ştı. "Te şekkür ederim, Peder," dedi Tian. "Sözlerimin sonuna geldim sayılır. Sürekli ağaçları dü şünüyom. Güçlü bir a ğacın yapraklarını koparttı ğınız takdirde yine de yaşamaya devam eder. Kabu ğundan parçalar koparırsınız ama yerine yenisi gelir . Ağacın gövdesinden bir parça kesip alabilirsiniz, yin e ölmez. Ama gövdeden parçaları tekrar tekrar alırsanız gün gelir, en güç lü a ğaç bile ölür. Çiftli ğimde bunun gerçekle şti ğini görmü ştüm, çok çirkin bir olaydı. A ğaç içten çürüyo. Bunu yapraklarından, dallarının uçlarından anlayabiliyosunuz. Kurtlar'ın kasabamıza yaptı ğı da bu. Calla'mızı içten içe çürütüyolar." "Dinleyin onu!" diye ba ğırdı kom şu çiftli ğin sahibi Freddy Rosario. "Onu çok iyi dinleyin!" Freddy'nin de ikizleri vardı. Ama hâlâ s ütten ke-silmemi şlerdi, bu yüzden muhtemelen güvendeydiler.

  • Tian sözlerine devam etti. "Onlara kar şı koyup sava şırsak tüm Cal-la'yı yakıp yıkacaklarını ve hepimizi öldüreceklerini söylüyosu nuz." "Evet," dedi Overholser. "Dedi ğim bu. Ve tek söyleyen de ben de ğilim." Çevresinden onaylayan homurtular yükseldi. "Ama boynumuzu büküp çocuklarımızı götürmelerine ra zı oldu ğumuz her seferde Kurtlar bizim için tüm tarlalardan ve hayvanlardan değerli olan bir şeyi, kasabamızın ruhundan bir parçayı alıp götürüyolar!" Tian şimdi oldu ğu yerde durmuş, tüyü havaya kaldırarak sesini yükseltmi şti. "Kar şı koyup sava şmazsak sonunda zaten ölece ğiz! Ben, Luke'un o ğlu Tian Jaffords böyle diyom! Sava şmazsak biz de deforme olaca ğız!" Dinleyin onu! haykırı şları, çizme gürültülerine karı ştı. Hatta tek tük alkı şlar bile duyuldu. Bir ba şka hayvan çiftli ği sahibi olan George Telford, Eisenhart ve Overhols er'a kısaca bir şeyler fısıldadı. Đki adam dinleyip ba şını salladı. Telford aya ğa kalktı. Kır saçlı, bronz tenli, yakı şıklı bir adamdı. "Söyleyeceklerin bitti mi, evlat?" diye sordu nazik çe. Ö ğle uykusuna yatıraca ğı çocu ğa yeterince oynayıp oynamadı ğını sorar gibiydi. "Evet, sanırım," dedi Tian. Birdenbire tüm co şkusu sönmü ştü. Telford, Eisenhart ölçe ğinde bir çiftçi de ğildi ama konu şurken son derece etkileyici olabilirdi. Tian tartı şmayı kaybedece ği hissine kapıldı. "O halde tüyü alabilir miyim?" Tian vermemeyi dü şündü ama ne faydası olacaktı? Elinden geleni yapmı ştı. Hiç olmazsa denemi şti. Belki de Zalia ile çocukları alıp batıya, Orta- Dünya'ya do ğru gitmeleri daha iyiydi. Andy'ye göre Kurtlar'ın gelm esine bir ay vardı. Otuz günde epey yol kat edebilirlerdi. Tüyü uzattı. "Genç sai Jaffords'un duygularını elbette anlıyoz v e cesaretini takdir ediyoz," dedi George Telford. Tüyü gö ğsüne kaldırmı ş, tam kalbinin üzerine koymu ştu. Bakı şları, salondaki adamlarla göz teması (dostça göz te ması) kurabilmek için sıraları tarıyordu. "Ama götürülen çocukları dü şündüğümüz kadar, geride kalan çocukları da dü şünmeliyiz. Aslında, ikiz, üçüz veya sai Jaffords'un o ğlu Aaron gibi tek olanları hiç ayırmadan, tüm çocukları bird en korumalıyız." Telford, Tian'a döndü. "Kurtlar annelerini vurup büyükbabalarını ı şıklı çubuklarıyla ate şe verince çocuklarına ne diyeceksin? O çı ğlıkların etkilerini silmek için ne söyleyeceksin? Yanık cesetlerin kokularını tatlıla ştırmak için ne yapacaksın? Çocuklarına ruhumuzu kurtardı ğını mı söyleyeceksin? Onlara şu a ğaç masalını mı anlatacaksın?" Tian'a cevaplama fırsatı vererek bir süre duraksadı ama Tian'ın verecek bir cevabı yoktu. Onları neredeyse ikna ediyordu... ama Telford'u hesaba katmamı ştı. Tatlı dilli herif, büyük gri atlar üzerinde gelecek Kurtlar için endi şelenmesine gerek olmayacak kadar da ya şlıydı. Telford, Tian'ın bu sessizli ğini zaten bekliyormu ş gibi ba şını salladı ve tekrar salona döndü. "Kurtlar ate ş saçan çok güçlü silahlarla, ı şıklı çubuklarla, tabancalarla ve o uçan toplarla saldıracak. Đsimleri neydi o uçan..." "Yakan-toplar," diye seslendi biri. "Kapıp kaçırma topları," dedi bir ba şkası. "Sinsi-toplar!" dedi bir üçüncüsü. Telford gülümseyerek ba şını sallıyordu. Çalı şkan ö ğrencileri olan bir ö ğretmene benziyordu. "Her ne iseler, hedeflerini arayarak ha vada uçu-yolar ve hedeflerine kilitlendiklerinde jilet kadar keskin, dönen bıçakl arını çıkarıyolar. Be ş saniye içinde bir adamın derisini ba ştan aya ğa yüzebili-yolar. Geride bir kan denizi ve kıllardan ba şka bir şey kalmıyo. Bu söylediklerimden şüphe etmeyin, dostlar. Ben bunların gerçekle şti ğini gördüm." "Dinleyin onu, iyi dinleyinf diye ba ğırdı sıralardaki adamlar. Gözleri korkuyla irile şmişti. "Kurtlar, çok korkunç yaratıklar," diye devam etti Telford bir kamp hikâyesinden di ğerine ustalıkla geçerek. " Đnsana benziyolar ama insan di-iller. Daha iri ve çok korkunçlar. Gök Gürültüsü'ndekiler ise daha da beter. Duydu ğuma göre ortadakiler Vampir'mi ş. Belki de ku ş veya hayvan ba şlı insanlar, ölümsüz canavarlar vardır. Kızıl Göz Sava şçıları."

  • Tekrar mırıltılar duyuldu. Göz'ü duyunca Tian'ın bi le tüyleri ürper-mi şti. "Kurtlar'ı gözlerimle gördüm, di ğerlerini anlattılar," dedi Telford. "Anlatılanların hepsine inanmasam da ço ğuna inanıyom. Ama şimdi Gök Gürültüsü'nü ve oradakileri bir kenara bırakalım ve dikkatimizi Kurtlar'a odaklayalım. Asıl ve en önemli sorunumuz, Kurtlar. Bunun ba şlıca sebebiyse ba ştan aya ğa silahlı olmaları!" Ba şını iki yana sallarken yüzünde so ğuk bir gülümseme vardı. "Ne yapaca ğız? Belki sopalarla dürterek onları o büyük atların ın üzerinden düşürebiliriz, sai Jaffords. Ne dersin?" Alaylı kahkahalar yükseldi. "Onlarla sava şabilecek silahlara sahip diiliz," dedi Telford. Ses i resmi bir ton kazanmı ştı. En önemli gerçe ğin altını çiziyordu. "Silahımız olsa bile biz sava şçı diiliz. Biz çiftçi, i şçi..." "Kes bu bo ş lafları, Telford. Kendinden utanmalısın." Buz gibi ses ve söyledikleri tüm salonda şaşkınlık uyandırdı. Herkes kimin konu ştu ğunu görmek için arkasına döndü. Sonradan gelen beya z saçlı, siyah paltolu, beyaz çember yakalı adam onlara diledikler ini vermek istercesine yerinden kalktı. Alnındaki haç şeklindeki yara izi, gaz lambalarının aydınlı ğında parlıyordu. Đhtiyar. Telford kendini hızla toparladı ama konu ştu ğunda, Tian hâlâ şok-taymı ş gibi göründü ğünü dü şündü. "Ba ğı şlayın, Peder Callahan ama tüy şu an bende..." "Korkakça söylevinin de o kâfir tüyün de cehenneme kadar yolu var," dedi Peder Callahan. Sıraların arasındaki bo şlukta ilerledi. Adımları, mafsal iltihabı yüzünden yava ştı. Ne ak sakallı Manni, ne de Tian'ın büyükbabası kadar ya şlıydı. (Büyükbaba, sadece oranın de ğil, güneydeki Calla Lockwood'un da en ya şlısı oldu ğunu iddia ederdi.) Yine de bir şekilde ikisinden de daha ya şlıymı ş gibi görünüyordu. Zamanın kendisi kadar ya şlı. Belki bunun bir sebebi, yara izinin altından bakan o tuhaf bakı şlı gözleriydi. Zalia yara izinin ya şlı adamın kendi eseri oldu ğunu iddia ederdi. Belki de sesiydi insanda çok ya şlı oldu ğu hissini uyandıran. O tuhaf Đsa Adam kilisesini in şa edip Calla'nın nüfusunun yarısını kendi inanç sistemini kabul etmeye ikna edecek kada r uzun süredir orada yaşıyordu ama bir yabancı bile Peder Callahan'ın oralı olmadı ğını anlardı. Farklılı ğı genizden gelen düz konu şmasından ve "sokak a ğzı" dedi ği acayip kelimelerden kaynaklanıyordu. Mannilerin sürekli sö zünü etti ği di ğer dünyalardan birinden geldi ği kesindi, ama geldi ği yerden hiç bahsetmezdi. Calla Bryn Sturgis artık yeni evi olmu ştu. Öyle otoriter bir havası vardı ki tüy elinde ol sun olmasın konu şmasına kimse itiraz edemezdi. Tian'ın büyükbabasından gençti belki, ama Peder Cal lahan, yine de Đhtiyar'dı. 4 Şimdi de Calla Bryn Sturgis'in erkeklerini süzüyor, George Telford'a hiç bakmıyordu. Telford'un tüyü tutan eli a şağı sarkmı ştı. Ön sıralardan birine otururken tüy hâlâ elindeydi. Callahan söze argo terimlerinden biriyle ba şladı. "Hepiniz tırsmı şsınız." Kalabalı ğı bir süre daha sessizce süzdü. Adamların ço ğu, bu bakı şlara kar şılık veremedi. Bir süre sonra Eisenhart ve Adams bile ba şlarını e ğip yere baktılar. Overholser ba şını dik tuttu ama Đhtiyar'ın sert bakı şları altında iyice sinmi ş görünüyordu. "Tırsıyorsunuz," dedi siyah giysili, beyaz çember y akalı adam hecelerin üzerine basa basa. Küçük bir altın haç, yakasının alt kısmı nda ı şıldıyordu. Alnındaki di ğer haç, (Zalia'nın bir günahın kefareti olarak kend i tırna ğıyla yaptı ğına inandı ğı iz) gaz lambalarının ı şı ğı altında bir dövme gibi parlıyordu. "Bu genç adam cemaatimden biri de ğil ama haklı ve bence hepiniz bunun farkındasınız. Yüre ğinizin derinliklerinde hissediyorsunuz, söyledikler inin doğru oldu ğunu biliyorsunuz. Siz bile, Bay Overholser. Ve siz, George Telford." "Benim bir şey bildi ğim yok," dedi Telford, ama sesi cılızdı ve az öncek i etkileyicili ğinden yoksundu. "Yalanlarınız gözlerinizi kör eder, annem olsa size böyle derdi." Callahan, Telford'a öyle so ğuk bir gülümsemeyle baktı ki Tian, o bakı şların hedefi

  • olmamasına ra ğmen ürperdi. Sonra Callahan, ona döndü. "Çok iyi an lattın, evlat. Daha önce bu kadar iyi bir açıklama duymamı ştım. Te şekkürler derim, sai." Tian elini güçsüzce kaldırdı ve yüzünde zayıf bir g ülümseme belirdi. Kendini aptalca bir festival temsilinde son anda ola ğanüstü bir kahraman tarafından kurtarılan bir karakter gibi hissediyordu. "Korkaklı ğı biraz bilirim, anlarsınız ya," dedi Callahan sıra larda oturmakta olan adamlara dönerek. Eski bir yanık yüzünden şekilsizle şip çarpılmı ş sa ğ elini kaldırdı ve hipnotize olmu ş gibi baktı, sonra tekrar indirdi. "Ki şisel bazı deneyimlerimin oldu ğunu söyleyebiliriz. Korkakça bir kararın ardından b ir di ğer korkakça kararın geldi ğini ve bunun, dönülmeyecek kadar geç olana dek böyl e devam etmeye mahkûm oldu ğunu bilirim. Bay Telford, Bay Jaffords'un bahsetti ği ağacın bir masaldan ibaret olmadı ğını hepimiz biliyoruz. Calla büyük bir tehlikeyie kar şı kar şıya. Ruhlarınız ciddi bir tehdit altında." "Sevgili Meryem," dedi salonun sol tarafından biri. "Tanrı seninle. Rahmindeki meyve..." "Kes şunu," diye tersledi Callahan. "Hevesini pazar günün e sakla." Derinliklerinde mavi kıvılcımların oyna ştı ğı mavi gözleri salondakilere döndü. "Meryem Ana'yı, Đsa Adam'ı ve Tanrı'yı bu gecelik unutun. Kurt-lar'ı n ı şıklı çubuklarını ve sokan-böceklerini de öyle. Sava şmahsınız. Siz Calla'nın erkeklerisiniz, de ğil mi? O halde erkek gibi davranın. Zalim efendisin in çizmelerini yalayıp sırtüstü yatan köpekler gibi de ğil!" Overholser bu sözler üzerine kızardı ve aya ğa kalkacak oldu. Diego Adams, onu kolundan yakalayarak kula ğına bir şeyler fısıldadı. Overholser bir an aynı pozisyonda kaldıktan sonra tekrar yerine oturdu. Ad ams aya ğa kalktı. "Söylediklerin kula ğa güzel geliyo, padrone," dedi. "Cesurca geliyo. Am a yine de önemli birkaç soru var. Birini Haycox sormu ştu. Çiftçiler, silahlı sava şçılarla nasıl ba ş edebilir?" "Kendimize sava şçılar kiralayarak," dedi Callahan. Salonu şaşkın bir sessizlik sardı. Sanki Đhtiyar ba şka bir dilde konu şmuştu. Sonunda Diego Adams ihtiyatla konu ştu. "Anlamadım." "Elbette anlamadın," dedi Đhtiyar. "Bu yüzden dinle ve bilgelik kazan, Çiftçi Adams ve di ğer herkes. Dinleyin ve ö ğrenin. Kuzeybatımızda, I şının Yolu'nun altında, buraya altı günlük mesafede üç silah şor ve bir de 'çırak' ar" Adamların yüzlerindeki hayreti görünce gülümsedi. Sonra Sligh tman'a döndü. "Çıra ğın ya şı senin o ğlana yakın, Ben; ama şimdiden bir yılan gibi hızlı ve bir akrep gibi ölümcül. Di ğerleri ondan çok daha hızlı ve ölümcül. Tüm bunları , onları gören Andy'den ö ğrendim. Usta sava şçılar mı istiyorsunuz? Đşte fırsat aya ğınıza kadar geldi. Bu i ş için biçilmi ş kaftan olduklarına bahse girerim." Overholser bu kez aya ğa fırladı. Yüzü ate şler içinde yanıyormu ş gibi kıpkırmızıydı. Koca göbe ği titriyordu. "Kim uydurdu bu masalı?" diye sordu. "Böyle adamlar vardıysa bile Gilead'ın yok olmasıyl a birlikte ortadan kalktı. Ve Gilead bin yıl önce toza topra ğa karı ştı." Ne onaylayan mırıltılar oldu, ne de itiraz eden. Sa londa çıt çıkmıyordu. Herkes bir tek sözcükle büyülenmi ş gibiydi: silah şorlar. "Yanılıyorsun," dedi Callahan. "Ama bu konuda tartı şmamıza gerek yok. Gidip kendi gözlerimizle görebiliriz. Küçük bir grup yete rli olur sanırım. Jaffords... ben... ya sen, Overholser? Sen de gelmek ister misi n?" "Silah şorlaryok!" diye kükredi Overholser. Arkasında oturan Jorge Estrada aya ğa kalktı. "Peder Callahan, Tan-nsizi kutsasın..." "...seni de Jorge." "...ama silah şorlar gerçekten var olsa bile üç ki şi kırk, hatta belki altmı ş ki şi kar şısında ne yapabilir? Bu altmı ş ki şi normal insanlar da de ğil, üstelik. Kurtlar." "Dinleyin onu! Do ğru söylüyo," dedi Eben Took. "Hem niye bizim için sava şsınlar?" diye devam etti Estrada. "Onlara sıcak bir kaç öğünden ba şka ne sunabiliriz? Ve kim ak şam yemeği için canından olmak ister?" "Dinleyin onu, dinleyinP' diye aynı anda ba ğırdı Telford, Overholser ve Eisenhart. Di ğerleri çizmelerinin topuklarını yere vuruyordu.

  • Đhtiyar gürültünün kesilmesini bekledikten sonra, "P apaz konutunda kitaplarım var," dedi. "Yarım düzine." Bunu ço ğu biliyordu ama kitapların bahsi (onca kâ ğıt!) yine de salonda şaşkın bir iç çeki şe yol açtı. Stephen King " Đçlerinden birine göre silah şorların ödül alması yasakmı ş. Çünkü Arthur Eld'in soyundan geliyorlarmı ş." "Eld! Eld!" diye fısıldadı Manniler ve içlerinden b azıları ellerini yumruk yaptıktan sonra i şaret ve serçe parmaklarını açarak havaya kal-dırdı. Mahvedin onları bo ğalar, diye dü şündü Đhtiyar. Bastır Teksas. Kahkahasını bastırdı ama dudakları bir gülümsemeyle kıvrılmı ştı. " Đyilik yapan gezgin sava şçılar mı?" dedi Telford alayla. "Böyle masallar içi n biraz ya şlı diil misiniz, Peder?" "Sava şçı de ğil," dedi Callahan sabırla. "Silah şorlar." "Üç adam Kurtlar'la nasıl ba ş edebilir, Peder?" diye sordu Tian kendini tutamadan. Aslında, Andy'ye göre silah şorlardan biri kadındı ama Callahan sulan daha da bulandırmaya gerek görmüyordu (bir parçası bunu yap mayı çok istese de). "Bu onların dinh'ine sorulması gereken bir soru, Tian. Soraca ğız. Sadece yemek için sava şmayacaklar, biliyorsunuz. Hayır, kesinlikle." "O halde ne için?" diye sordu Bucky Javier. Callahan kilisesinin dö şemelerinin altında yatan şeyi isteyeceklerini düşünüyordu. Ve bu iyiydi, zira dö şemenin altında yatan şey uyanmı ştı. Bir zamanlar, bir ba şka dünyadaki Jerusalem's Lot kentinden kaçmı ş olan Đhtiyar, ondan kurtulmak istiyordu. Bir an önce kurtulmazsa o şey onu öldürecekti. Ka, Calla Bryn Sturgis'e gelmi şti. Bir rüzgâr gibi gelmi şti. "Zamanı geldi ğinde ö ğrenece ğiz, Bay Javier," dedi Callahan. "Zaman her cevabı verir, sai." Bu arada Toplantı Salonu'nu fısıltılar sarmı ştı. Umut ve korku yüklü bir esinti gibi sıraların arasında dola şıyordu. Silah şorlar. Batıda silah şorlar var. Orta-Dünya'dan geliyorlar. Ve Tanrı yardımcıları olsun, bunlar do ğruydu. Arthur Eld'in son ölümcül evlatları I şının Yolu'nda Calla Bryn Sturgis'e do ğru ilerliyordu. Ka bir rüzgâr gibi geliyordu. "Zaman, erkek olma zamanıdır," dedi Peder Callahan. Yara izinin altında kalan gözleri alev alevdi. Bununla birlikte sesi yumu şaktı. "Kar şı koyma zamanıdır, beyler. Güçlü ve dürüst olma zamanıdır." BĐRĐNCĐ KISIM GEÇ ĐŞ BĐRĐNCĐ BÖLÜM SUYUN ÜZERĐNDEKĐ YÜZ 1 Zaman, suyun üzerinde bir yüzdür: bu, çok eskilerde n, çok uzaklardaki Mejis'ten bir atasözüydü. Eddie Dean oraya hiç gitmemi şti. Ama bir anlamda gitmi ş sayılırdı. Roland bir gece dört yol arkada şını -Eddie, Susannah, Jake, Oy- asla var olmamı ş bir Kansas'taki Kansas Paralı Geçit'inde, 1-70 üzerinde kamp yaptıkları sırada anlattı ğı hikâyeyle onları Mejis'e götürmü ştü. O gece, yolda şlarına ilk a şkının, Susan Delga-do'nun hikâyesini anlatmı ştı. Belki de tek a şkıydı. Ve onu nasıl kaybetti ğini anlatmı ştı. Bu deyi ş, Roland'ın Jake Chambers'dan fazlaca büyük olmadı ğı eski günlerde do ğru olabilirdi, ama Eddie'ye göre artık iyice gerçeklik kazanmı ştı zira dünya, antika bir saatin zembere ği gibi dönüyordu. Roland onlara Orta-Dünya'da artık pusulaların i ğneleri gibi temel göstergelere bile güvenilemeyece ğini söylemi şti; bugün batıda olan, ertesi gün güneybatıda olabilird i. Kula ğa ne kadar çılgınca gelirse gelsin, do ğruydu. Zaman da aynı şekilde yumu şamaya ba şlamı ştı. Eddie'nin kırk saat sürdü ğüne yemin edebilece ği günler oluyordu. Bugünlerden bazılarını daha da uzun süren geceler izliyordu (Roland'ın onl arı Mejis'e götürdü ğü gece gibi). Sonra öyle bir ö ğ. le sonrası ya şıyorlardı ki karanlık göz açıp

  • kapayıncaya dek çöküyordu. Ed-die zamanın kaybolup kaybolmadı ğını merak ediyordu. Lud diye anılan şehirden Mono Blaine ile (ve bilmecelerle) ayrılmı ş, lardı. Blaine tam bir ba ş belası, demi şti Jake birkaç kez. Ama Mono Bla-ine'in sadece bir ba ş belası olmadı ğını anlamı şlardı; Blaine zırdeliydi. Eddie, onu mantıksızlı ğı kullanarak öldürmü ştü ('Bu konuda do ğal bir yetene ğin var, tatlım,' demi şti Susannah ona) ve kendilerini Eddie, Susannah ve Jake'in geldi ği dünyanın bir parçasıymı ş gibi görünmeyen bir Tope-ka'da bulmu şlardı. Ki bu iyi bir şeydi, gerçekten, çünkü bu dünyada ya şam (Kansas eyaletinin profesyonel beysbol takımının The Monarchs, Coca-Cola'nın Nozz- A-La, büyük Japon otomotiv firmasının da Honda de ğil, Takuro oldu ğu bu dünya) bir tür salgın hastalık yüzünden neredeyse sona ermi şti. Takuro Spirit'inin deposuna bunu doldur da sür bakalım, diye dü şündü Eddie. Tüm bu olaylar sırasında zamanın ilerleyi şi ona çok belirgin görünmü ştü. Büyük bir bölümünü, neredeyse altını ıslatmasına sebep ol acak kadar yo ğun bir korkuyla geçirmi şti (galiba Roland dı şında hepsi aynı durumdaydı) ama evet, zaman o sırada onun için gerçek ve açık seçikti. Kulakların da kur şunlarla, Roland'ın incecik dedi ği şeyin vızıltısını dinleyerek T70 üzerindeki donmu ş trafik arasında yürüdükleri sırada bile zaman, alı ştı ğı şekilde ilerliyor, avuçlarından kayıp gidiyormu ş hissi hasıl olmuyordu. Ama cam sarayda Jake'in eski dostu Tik-Tak Adam ve Roland'ın eski dostuyla (Flagg... ya da Marten... veya-bir ihtimal-Maerlyn) kar şıla şmalarının ardından zaman de ği şmişti. Ama hemen de ğil. O kahrolası pembe kürenin içinde yolculuk ettik ... Roland'ın annesini yanlı şlıkla öldürdü ğünü gördük... ve geri döndü ğümüzde... Evet, i şte o zaman olmu ştu. Kendilerine geldiklerinde Ye şil Saray'dan yakla şık elli kilometre uzaklıkta bir açıklıktaydılar. Saray ı hâlâ görebiliyorlardı ama bir ba şka dünyada kaldı ğını hepsi biliyordu. Biri (veya bir güç) onları inceci ğin içinden veya üzerinden geçirmi ş ve tekrar I şı-Yolu'na döndürmü ştü. Bunu yapan her kim veya ne ise, dü şünceli lavranıp yanlarına Nozz-A-La ve tanıdık Keebler kurabiyelerinin de dahil oldu ğu birer ö ğle yeme ği paketi hazırlamı ştı. Yakınlarındaki bir a ğacın dalında, Roland'ın sarayda öldürmeyi kıl yjyla başaramadı ğı varlıktan bir not bulmu şlardı: "Kule'yi aramaktan vazgeçin- Bu son uyarınız." Gerçekten de çok aptalcaydı. Roland, Ku- le'den vazgeçmektense Jake'in Hantal Billy'sini öldürüp ak şam yemeği için ate ş üstünde kızartırdı. Hiçbiri Roland'ın Kara Kule'sinden vazgeçmezdi. Tanrı yardı mcıları olsun, bu yola ba ş koymuşlardı. Havanın kararmasına biraz var, demi şti Eddie, Flagg'in uyarı notunu buldukları gün. Bu süreyi de ğerlendirmek istiyor musun? Evet, diye yanıtlamı ştı Gilead'lı Roland. De ğerlendirelim. Ve böylece I şının Yolu'nu birbirlerinden çalı sıralarıyla ayrıla n ve göz alabildi ğine uzanan düzlükler üzerinde takip etmeye devam et tiler. Đnsanların varlı ğına dair hiçbir iz yoktu. Gökyüzü ve bulutların alç ak oldu ğu günler birbirini kovaladı. I şının Yolu'nun tam altında ilerledikleri için bazen başlarının üzerindeki bulutlar parçalanarak ayrılıyor ve mavi gökyüzü kısa bir süreli ğine yüzünü gösteriyordu. Bir gece, bulutlar dolunay ı görmelerine yetecek kadar aralandı: kısık gözlerle sırıtarak bakan i şportacıydı. Roland yazın sonlarında olduklarını tahmin etti, ama Ed-die'ye g öre zaman, hiçbir şeyi çeyrek geçiyordu. Otlar çok seyrek, ço ğunlukla ölüydü. A ğaçlar (tek tüktüler) çırılçıplak, çalılar kuru ve kararmı ştı. Av hayvanı çok azdı ve haftalar sonra ilk kez (robot ayı Shardik'in hüküm sürdü ğü ormandan ayrılmalarından beri) karınları tam anlamıyla doymadan uyumaya ba şladılar. Yine de Eddie'ye göre bunların hiçbiri zaman kavram ını yitirmi şlik hissi kadar rahatsız edici de ğildi. Tanrı a şkına ne saatler, ne günler, ne haftalar, ne mevsimler vardı. Ay, Roland'a yaz sonunda oldukları nı söylüyor olabilirdi, ama etraflarındaki dünya kasımın ilk haftasındaymı şlar ve tembelce kı şa do ğru ilerliyorlarmı ş hissi veriyordu. Eddie bu süre içinde zamanın daha çok dı ş olaylar tarafından yarandı ğına karar vermi şti. Bir sürü ilginç halt oldu ğunda zaman daha hızlı akıyor gibiydi. Ama her zaman yaptıkları sıkıcı haltları yapıyorlarsa i yice yava şlıyordu. Ve her şey

  • durdu ğunda, zaman da yok oluyordu. Pilini pırtl-sini topl ayıp gidiyordu. Garipti ama gerçekti. Gerçekten hiçbir şey olmuyor mu, diye dü şündü Eddie. Dümdüz tarlalar boyunca Susannah'nın tekerlekli sandalyesini itmekten ba şka bir k olmadı ğından dü şünmek için gere ğinden fazla vakti vardı. Büyücü'nün Küresi'nden dön melerinden sonra onları dü şündüren tek tuhaflık, Ja. ke'in Gizemli Sayı dedi ği şeydi ve muhtemelen hiçbir anlam ifade etmi. yordu. Lud'un B eşi ği'nde Blaine'e binebilmek için bir matematik bilme-cesini çözmeleri gerekmi şti. Susannah Gizemli Sayı'nın oradan kalma bit şey olabilece ğini söylemi şti. Eddie, onun haklı oldu ğunu pek sanmıyordu ama hey, bu da bir teoriydi elbette. Ve gerçekten, on dokuz rakamının ne gibi bir özelli ği olabilirdi? Gizemli Sayı. Susannah bir süre kafa yorduktan sonra Mono Blaine ile aralarındaki kapıyı açan sayılar gibi asal bir sayı oldu ğunu söyledi. Eddie buna, on sekiz ve yirmi arasında kalan tek rakam oldu ğu gerçe ğini ekledi. Bunun üzerine Jake güldü ve saçmalamayı kesmesini söyledi. Kamp ate şinin yakınında oturup bir tav şan figürü oyan Eddie (bitti ğinde, kesesin-deki kediyle köpe ğin yanında yerini alacaktı), ona tek gerçek yetene ğiyle dalga geçmeyi bırakmasını söyledi. 2 Bir zamanlar orada bir yol oldu ğuna i şaret eden eski tekerlek izlerini gördükleri sırada be ş altı haftadır I şının Yolu boyunca ilerliyorlardı. Đzler, I şının Yolu'nu tam olarak takip etmiyordu, ama Roland yine de izler boyunca ilerlemeye ba şladı. I şının Yolu'na yeterince yakın oldu ğunu söylemi şti. Eddie tekrar bir yol üzerinde ilerlemenin her şeyi yeniden odaklayabilece ğim, o çıldırtıcı kayıp hissinden kurtulmalarına yardım ed ebilece ğini dü şünmüştü ama umduğu olmadı. Yol, basamak gibi yükselen bir dizi arazi arasında ilerlemeye devam ediyordu. Sonunda, kuzeyden güneye uzanan bir sırtı a ştılar. Đzledikleri yol, uzak bir noktada ormanlık bir alana do ğru iniyordu. Sanki masallardan çıkma bir orman, diye dü şündü Eddie a ğaçların gölgelerinin arasına girerlerken. Susannah or-ndaki ikinci günlerinde (belki de üçünc ü gündü... ya da dördüncü) küle bir geyik vurdu. Bir süredir yedikleri se