ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASIadabulteni.com/Files/49.pdfSalih kullardan Malik...

21
Abdullah BÜYÜK Yusuf YAVUZYILMAZ KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI BURKİNA FASO’DAN İZLENİMLER Hatice YENİPAZAR RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran 2016 ISSN 1305 - 5356

Transcript of ALİYA 20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASIadabulteni.com/Files/49.pdfSalih kullardan Malik...

  • Abdullah BÜYÜK

    Yusuf YAVUZYILMAZ

    KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ

    ALİYA20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI

    BURKİNA FASO’DANİZLENİMLERHatice YENİPAZAR

    RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran 2016 ISSN 1305 - 5356

  • EditördenYusuf Gökhan ERKAN

    İnsanoğlu kardeşliğin tarifini, aynı anne babadan dünyaya gelmiş birbirine kan bağı ile bağlı olan insanlar diye tarif eder. El-bette ki bu biyolojik olarak böy-ledir. Bir de kardeşliğin tarifini 1400 yıl önce yapmış olan biricik Önderimizden dinleyelim. Hayata dair en derin mesajları anlamak için, kâinatın Efendisi-ne kulak verelim... 1400 sene ön-cesinden gelen sestir bu, kardeş-lik üzerine söylenmiş, kardeşlik üzerine kurulmuş bir inşadır bu,Ebu Hureyre’den rivayet edildiği-ne göre bir gün;Allah’ın Rasulü;‘’-Kardeşlerimi ne zaman görece-ğim diye içini çekti, çevresinde-kiler;’’‘’-Ey Allah’ın Rasulü!.. Senin kar-deşlerin biz değil miyiz?’’O ise,‘’-Sizler benim ashabımsınız!.. Kardeşlerim ise sonra gelecek-ler!.. Bana, görmeden iman ede-cekler!..’’ buyurdu.Evet, Allah Rasulüne kardeş ola-bilmek. Ne büyük bir şeref, ne bü-yük bir izzet. Peki, Allah Rasulüne kardeş ola-bildik mi?Şimdi düşünelim Allah Rasulü-nün kardeşim dediği müslüman-

    lar olarak, kardeşlik müessesesi-ni gerçekten anlayabildik mi?Allah Rasulünün kardeşleri, yane bugünün Müslümanları, yani biz-ler, Rasulullah’ın içini çekerek öz-lediği kardeşleri, ashabının dediği gibi anam babam sana feda olsun ya Rasulullah diyebilir miyiz?Bu sorunun cevabını Rasululla-hın kardeşlik üzerine bina ettiği başka bir olayla sorgulayalım!Bir tarafta Allah rızası için her şe-yini geride bırakıp Medine’ye hic-ret etmiş muhacir müslümanlar, diğer tarafta muhabbet ve sami-miyetle onlara kucaklarını açmış Medine’li ensar müslümanlar.Medine’ye hicretin beşinci ayı Rasulullah, ensar ve muhaciri bir araya toplar, kırkbeşi muha-cirden, kırkbeşi ensardan doksan kişi toplanır. Allah Rasulü her bir ensarı bir muhacirle kardeş ilan eder. Kurulan bu kardeşlik müessesesi kan bağına dayanma-yan, maddi esasları gözetmeyen, birbirlerine kördüğüm bağlanan ve insanlık alemine örnek teş-kil eden bir uygulamadır. Kendi nefsini kardeşininkine tercih edebilmenin bir göstergesidir. Bu sade bir söz değil, imkanlarını ve varlıklarını paylaşma, fedakar olabilme sınavını verebilme du-rumudur.

    Yukarıda bir soru sormuştuk. Evet, Allah Rasulüne kardeş ola-bildik mi? diye. Allah Rasulüne kardeş olabilmek, bugünün en-sarı veya bugünün muhaciri ol-maktan geçiyor. Bugün Onu gör-meden Ona iman etmek demek bu kardeşlik müessesini kurmak demek. İsmi, rengi, ülkesi ne olur-sa olsun muhacir olan kardeşleri-mizi sımsıkı kucaklamak demek. Kardeş olmak aynı zamanda ya-kınlığın, aynı zaman da paylaş-manın, aynı zamanda kendi nef-sini ona tercih etmenin ismiydi. Kardeş olabilmek, ağızdan çıkan basit ve zahmetsiz bir kelime de-ğil, birbirini bağladığı insanları, kimsenin koparamayacağı bir bağ ile bağlamak demekti. Şimdi ne yapmalı diye nefsimize sorup, bugün yanı başımızda bir hanenin içinde dertlerini üzer-lerine örtmüş kardeşimizi ken-dimize kardeş ilan edip, Allah Rasulüne kardeş olma zamanı. Dilerseniz vakfımız aracılığıyla yardım severlerin katkılarıyla hizmette bulunmuş olduğumuz muhacir kardeşlerimize, dilerse-niz kendinizin tespit edip bulabi-leceği bir aileyi kendinize kardeş aile ilan edip bu kervana katılma zamanı. Allah Rasulüne kardeş olma zamanı. Vesselam…

    Kardeşlerimi ne zaman göreceğim?

    Modec Home Design bir Albayraklar Grup Markasıdır

    üstelik taksitle

    Kısa sürede evinizi yenileyelim Siz de keyfini yaşayın.

    YenilikZamanıŞimdi

    ÜcretsizKeşif

    UzmanUygulama

    MimariTasarım MüşteriMemnuniyeti

    Başpınar Mh. 110. Sk. No.4/A Hendek / SAKARYA Tel: 0264 614 13 50 - 51 Fax: 614 92 57 www.albayraklaryapimarket.com.tr

    ALBAYRAKLAR YAPI MARKET SAN. TiC. LTD. ŞTi.

    MODEC HOME DESİGNArabacı Alanı Mh. Çark Cd. No.170/A Serdivan / SAKARYATel: 0264 281 55 21 Fax: 0264 281 55 22 www.modec.com

    3

  • iÇiNDEKiLERRİBAT EĞİTİM VAKFI

    Adapazarı Şûbesi Adına

    Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü:Gökhan ERKAN

    Yayın Kurulu:Sâhir AKÇA

    Yusuf Ertuğrul ERDEMGökhan ERKANYasin MÜSLİMMithat AYKAÇ

    Fatih ÇALTIKOĞLUH.Bilal ÜVEZRaif ŞENSOY

    Genel Yayın Yönetmeni:Yusuf E. ERDEM

    Reklâm Sorumlusu:Atilla YAKAR

    Tel: 0532 708 95 24

    İrtibat Adresi:Cumhuriyet Mh. Hatip Sk. No.6

    (İlim Yayma Kız Yurdu yanı) [email protected]

    www.adabulteni.comTelefax: 0264 277 19 46

    Tasarım ve Baskı: BURAK OFSET 0264 274 69 24

    Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu

    yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

    İsim zikredilerek iktibas yapılabilir.

    BASIM TARİHİ: ARALIK 2016ISSN 1305 - 5356

    iÇiNDEKiLER

    6

    8

    14

    10

    24

    26

    32

    34

    3616

    Abdullah BÜYÜK

    Hamza TEKİN

    Ömer Faruk AKPINAR

    Mehmet KUZU

    Halil ATALAY

    FAALİYETLERİMİZ

    Yusuf YAVUZYILMAZ

    Mine İZGİ

    30 Sahir AKÇAKUNUT DUALARI - 2

    YARIŞI SEVER MİSİNİZ?

    YEMEK İKRAMI VE SARP YOKUŞ

    13. HADİS

    Yaşar KAÇANLAR

    29Yasin MÜSLİM

    SINIRLAR OLMADAN

    KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ

    UMUMU BELVÂ DEĞİŞİR FETVA DEĞİŞTİRİR ALİYA

    20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI

    Sevgİ Toplumundan Nefret Toplumuna Nasıl Dönüştük?

    BURKİNA FASO’DANİZLENİMLERHatice YENİPAZAR

    ÇOCUK İÇİN KUTSAL DEĞERLER

    GIDA VE SAĞLIK İSRAFI

    4 5

    RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ

    YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran / 2016

  • 73/10) ayeti, toplumsal barışımızın rotasını çizmiştir. Peygamberimize hakaret edenler, onu alaya alanlar, ağır hakaretlerde bulunanlar ile irti-batın kesilmemesini rabbimiz beyan ediyor. Günümüz müslümanı, nefsi-ne ağır gelen en küçük bir söze karşı, din kardeşiyle irtibatı bir kesiyor ve bir daha yüzüne dönüp bakmıyor bile. Bunun ahiret sorgulanma neti-cesini hiç düşünüyor muyuz?Tüm okurlarımıza ve bu mesajım kimin eline geçerse o kardeşlerime Allah rızası için aşağıdaki özel me-sajımızı okumalarını, gerekiyorsa, fotokopi yaparak arkadaş, komşu, akraba kim olursa olsun onlara ver-melerini, e-mail ile paylaşmalarını istirham ediyor ve cümlenizi Allah’a emanet ediyorum:“Herhangi bir konuyu, hadiseyi dile getirmek istediğimizde, onunla ala-kalı ayetlere ve hadislere müracaat etmeyi ihmal etmemeye çalışmı-şızdır. Açıklamalarımız, Kur’an-ı Kerim’in anlattıkları değil, bizim, Kuran’dan anladıklarımızdır.”Salih kullardan Malik bin Dinar şöyle der: “Hatibin hutbesi, ameli ile karşılaştırılır. Şayet uygun geli-yor ve söylediğini yapıyorsa tasdik edilir. Hutbesi, ameline uymuyorsa dudakları makaslarla kesilir ve her kesildikçe yeniden biter ve tekrar kesilir.” Bu konu hutbe olmaz da makale olur, vaaz olur, konferans olur ne fark eder. İşte bu acı gerçekler ışığında insanları veya olayları tahlil etmede, bana göre, sana göre değil, Kitap ve Sünnete göre konuşur, ya-zar, çizersek ve dediklerimizin hem arkasında olur ve bizlerden istenile-ni yaparsak, birçok salih amele imza atmış oluruz.Peygamberimizin seçkin sahabe-lerinden olan Hatıp bin Ebi Belta, Mekke’nin fetih planını gizli olarak bir kadınla göndermişti. Cebrail’in haber vermesi ile iki sahabe gitti-ler ve kadını yakalayarak sakladığı mektubu alıp Peygamberimize ver-

    diler. Orada bulunan Hz. Ömer(r.a): İzin ver bana, şu adamın boynunu vurayım. Bu adam Allah’a ve Re-sulüne hıyanet etmiştir, dediğinde, Peygamberimiz: “O Bedir savaşında bulunmuştur” diyerek affetmiştir.Kur’an-ı Kerimde Saffat Suresinin 143. ayetinde Hz. Yunus Peygam-ber, kavmini terk ettiğinden dolayı, denize atılmış ve balığın karnına girmişti. Rabbimiz: “Eğer Allah’ı tes-bih edenlerden olmasaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında ka-lırdı” (Saffat, 37/143) buyurarak, bir peygamberde olan güzelliğe işaret etmiştir.Zina ettiğinden dolayı cezası veril-miş ve tabutu musallaya konulmuş bir kadının cenaze namazını kıldır-mak için tekbir alacağı anda, Hz. Ömer: Ey Allah’ın Resulü… O kadın zina etti, deyince, Efendimiz: “Evet zina etti. Ancak tövbe etti. Yaptığı tövbeyi, bir vadi dolusu günahkâra taksim edilseydi, hepsinin bağışlan-masına vesile olurdu” buyurmuştu…İçki içtiğinden dolayı Medine’nin bir meydanında cezası verilen sahabe-ye, sahabelerden biri hakaret edince, Efendimiz: “Ona öyle hakaret etme-yin. Çünkü o, Allah’ı ve Peygamberi çok sever,” buyurmuştu.Hz. İsa, havarileriyle birlikte şehrin dışında çöplüğe atılmış bir köpek leşine rastladılar. Havariler, burun-larını tutup, yüzlerini öbür tarafa çevirdiklerinde, Hz. İsa elindeki çu-buğu köpeğin dudaklarına uzatarak: “Bakınız, köpeğin inci gibi parlayan ne güzel bir dişi var” demişti.Tüm bu örnekleri niçin takdim et-tim, biliyorsunuz. Yeryüzünde dört farklı inançta insan vardır: Mümin-ler, kâfirler, münafıklar ve müşrikler. Rabbimiz mümin kullarının, diğer insanlarla nasıl bir tavır ve iletişim içinde olacağını açık net olarak bil-dirmiştir. Bir de müminlerin, diğer günahkâr, suçlu, hatalı olan mümin kardeşlerine nasıl bir tavır alacağını da açıklamıştır. Allah’a inanan in-

    sanlar, elbette Allah’ın çizdiği yolda yürürler. O yola aykırı hareket eden-ler için, uyarı vardır, nasihat vardır, ceza vardır, hatta boynunu vurmak ta vardır. Ancak hakaret yoktur. Dil-lerini kirletmek yoktur. Duygusallığa yer yoktur.Hatırlarsak, rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, akıncı gençlikle, ülkücü gençliği birleştirmek istemişti. Buna karşı tavrımız ne oldu? Rahmetliye kızdık, bağırdık, hakaret ettik, hızı-mızı alamadık, eserlerini sobaya ata-rak yaktık. Müslümanlık bu muydu yani? İmtihan halindeyiz. Her hadi-se ve her insanla imtihan halindeyiz. Kendimize hâkimlik ve savcılık, kar-şımızdakilere ise avukatlık tavrı ya-kışır. Elbette eden, karşılığını bulur.Peygamberimiz, savaşta bile “öl-dürürken güzel öldürmeyi” tem-bihlemiştir. Kuduz bir köpeğe iş-kence yaparak öldürmeyi fıkhımız yasaklamıştır. Söğüt kasabasından, 25 milyon kilometrekare alana ada-leti ve medeniyeti götürdüysek, ölçü-lerimizi Allah ve Peygamberden al-dığımızdan dolayıdır. Unutmayalım. Son ümmet vasat ümmettir. Ölçülü hareket eden ümmettir. Tüm insan-lığa örnek olan ümmettir.“Rabbimiz. Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi ba-ğışla; kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz, şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok mer-hametlisin.” (Haşr,59/ 10)

    Abd

    ulla

    h B

    ÜY

    ÜK

    Yeryüzü, tüm imkân ve nimet-leriyle inanan insanlara teslim edilmiştir. Bu gerçekten hareket etmeyen devletler ve toplumlar, yer-yüzünü sahiplenmek için her şeyi yapmışlardır. Savaş, işgal, terör, zu-lüm ne varsa devreye koymuşlardır. Müslümanlar ise bunun tam aksine yeryüzünü sahiplenmek değil, onu emanet olarak teslim almak istemiş-lerdir. Böylece, yeryüzünü emanet görenlerle, onu sahiplenmek isteyen-ler arasında sürekli mücadele başla-mış ve bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir.Bu mücadele ve savaşta, iktidarını ilim ve bilimle gerçekleştiren müs-lümlanlar yeryüzünü imar etmiş, medeniyetler kurmuş ve tüm insan-lığı Allah’ın iyali ve tüm imkân ve nimetleri de tüm insanlığın önüne konulan hak sofrası olarak hazırla-mışlardır. İktidarını fesat çıkarmak ve kan dökmekle elde edenler ise, yakmışlar, yıkmışlar ve yeryüzünün huzurunu ve toplumsal barışını tar u mar etmişlerdir.Üzerinde yaşadığımız ülkemize ge-lince, 1912 yılından günümüze ka-dar geçen zamanda politik güç, dinin önüne geçirilmiş, hayat, politik güç tarafından dizayn edilmiştir. Müs-lüman ümmete ait olan dil medeni-

    yetimizle, “eline, diline, beline sahip çık prensibi” dili, dini, rengi farklı olan milyonlarca insanın, kavgasız, savaşsız bir hayat yaşamasına vesile olmuştur.Osmanlı, devletin temelini üç saca-yağı üzerine bina etmiştir. Bunlar-dan biri “kışla”, ikincisi “medrese” ve sonuncusu ise “tekke” olmuştur. Toplumu, kışla ile şuurlandırmış, fiziki gücünü temin etmiş, medrese ile ilim ihtiyacını karşılamış, tekke ile toplumun manevi ihtiyacını kar-şılamıştır.Birinci dünya savaşında 10 milyon insan can verirken, 40 milyon insan ise kaybolmuştur. İkinci dünya sava-şında 36 milyon insan ölmüş ve 1948 demecinden sonra blokların savaşı başlatılmıştır. O da, ferdi günahtan, kolektif günaha, mevzii saldırıdan, toplu saldırıya geçilmiştir.“İnkârcılar-Kâfirler, birbirleriyle yar-dımlaşırken; “Ey iman edenler, sizler de birbirlerinizle yardım etmezseniz, yeryüzünde büyük bir fesat, karışık-lık ve fitne çıkar” (Enfal, 8/73) ayeti, söylenecek her şeyi ortaya koymak-tadır.Rabbimizin gönderdiği ilahi buyruk-ları hayatın dışına kaydırmak iste-yen zihniyet, haksızlıklarla barışı

    sağlamaya çalışmış, karıyı kocaya, babayı evlada, komşuyu komşuya düşman etmiştir.“Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine lü-tuflarda bulunduğu, Peygamberler, Sıddıklar, Şehitler ve Salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaş-tır.” (Nisa, 4/69) ayeti rehber alın-mayınca, otomatikman ortak değer-lerimizle irtibatımız teoride kalmış ve müşahhas, somut bir şey ortaya konulamamıştır. Dört güzel arka-daşın varisleri olan, günümüzdeki âlimlerimizle, doğru dürüst hayatı olanlarımızla, şehit ve örnek insan-larla gönül bağımız kurulamamış, yanlış ve batıl adreslerde arkadaşlar edinilmiştir.“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kö-tülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan dost olur.” (Fussilet, 41/34) ayeti kardeş-liğin, barışın, dostluğun can dama-rını ortaya korken, nefisle, heva, kin, nefretle çözüm sağlanacağını zanne-denler kaybetmiş ve bunun neticesi ise bir avuç mutlu azınlığın elinde oyuncak haline getirilmişiz.“Onlardan (kâfirlerden, müşrik-lerden) güzel ayrıl” (Müzzemmil,

    KARDEŞLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL BARIŞ

    İnsan dünya meydanında basit ganimetler uğruna çok büyük değerlerini kaybediyor. Ama maalesef kaybettiği değerlerinin farkına varamıyor. Çünkü hiç yüreğinin Uhud’una sığınıp meydana bakmıyor. Buna o kadar çok ihtiyacımız var ki bugünlerde.

    Ahiret yokmuş gibi yaşayan bir insan, Allah’a karşı hesap verme duygusunu yitirdiği için kendisini durdurabilecek bütün sınırları tanımaz hale gelir. Onun için kendisini hazza ulaştıracak bütün yollar mübahtır.

    6 7

  • UMUMU BELVÂ DEĞİŞİR FETVA DEĞİŞTİRİR

    Ancak umumu belvâ haramlığı kesin olmayan şeylerde hafiflet-me ve kolaylaştırma gerektirir. Ama kesin haram olan şeylerde -özellikle büyük günah ve çirkin işler içine gi-ren şeylerde- asla gevşeklik olamaz. Orada fetvanın değişmesi söz konu-su değildir. Eğer buraya müdahale edilirse haramı ortadan kaldırmak münkerâta cevaz vermek olur; bu ise kabul edilemez. Burada insan-ları helal ve tayyip olana sıkı bir şe-kilde yönlendirmek, çirkin olanları reddetmek gerekir. Tüm insanlar bunu yapsa bile buna kesinlikle ce-vaz verilemez. Umumu belvâ ile ihtilaflı meseleler-de amel edilir. Mesela müzik ve şar-kı, satranç oyunu, kibir maksadıyla olmama şartıyla elbiseyi uzatmak ve sakal tıraşı olmak gibi mezhep-ler arasında derin ihtilaflar olan meseleler bu alana girer. Bu gibi meselelerde âlimlerin görüşleri son derece çeşitli ve ihtilaflı olmuş kimi yasak derken kimi caiz görmüştür. Çünkü hükme dayanak yaptıkları hadislerde ve hadislerin sübutun-da ihtilaf etmişler, kimi o hadisleri

    kabul ederken bazıları reddetmiş-lerdir. Hakkında nas varit olmayan, kıyasa, istihsana, istislaha, hüküm-de örfe, sahabe sözüne dayanarak verilen hükümlerde ayrı ayrı görüş üzere olmuşlardır. Tüm bu alanlar tartışma alanı olup kabul ve reddet-me kabul eden şeylerdir. Buna bir-kaç örnek verelim:Başı açmak, yolda ve yürürken bir şey yemek: Fıkıhçılar alışkan-lıkların yaygın hale gelmesinde, ihtiyaç duyularak herkes tarafın-dan yapılır olması halinde kolay-laştırma ve hafifleştirme taraftarı olmuşlardır. Mesela bazı fıkıhçılar başı açık gezenin şahitliğini kabul etmezlerdi. Ama Endülüs’te başı açık insanların şahitliği kabul edilmiştir. Çünkü orada insanların çoğunluğu başı açık geziyorlardı. O vakit İspanyollarla birlikte yaşama-ları belki bu âdetin onlar tarafından yaşanmasına sebeb olmuştur. Bu davranış orada şahidin adaletini, güvenilirliğini engelleyen bir prob-lem olarak kabul edilmemiştir.Eski ile yeniçağ arasında sakal

    tıraşı: Sakal meselesi başka bir örnek. Bazı âlimler bu meselede son derece katı davranıp bağnazca hareket etmişler, hatta bazıları “sa-kal bırakmak vaciptir, tıraş etmek haramdır” hükmünü verecek ka-dar ileri gitmişlerdir. Bazı bilginler ise sakalın sünnet olduğunu, tıraş etmenin ise mekruh olduğunu söy-lemişlerdir. İçinde yaşadığımız bu çağda bu hüküm kesinlikle geçerli olmamalıdır ve olamaz da. Mutlaka daha hoşgörülü, hafifleştirici ve ko-laylaştırıcı bir görüş ve içtihada ge-rek vardır. Bazı İslam memleketleri var ki orada tüm insanları sakalsız ve sakal tıraşlı görüyoruz. Peki, bunlara karşı bugün ne diyeceğiz? Bunlar sakalsızdır asla şahitlikleri kabul edilmez mi diyeceğiz. Tüm sakal tıraş edenlerin şahitliğini red-dedersek mahkemelerde şahitlik yapacak kimi bulcağız? Bu hususta kesinlikle daha hoşgörülü ve daha hafifleştirici bakış, görüş ve içtihat gereklidir. Televizyonun yaygınlaşması: Yine yaşadığımız çağda görüyoruz ki televizyon tüm evlerde ve başka

    yerlerde yaygın hale gelmiş, televiz-yon girmeyen hiçbir hane ve hiçbir yer -neredeyse- kalmamıştır. Bazı insanlar televizyon seyreden insan-ları ayıplıyorlar. Hatta televizyon seyretmenin haram olduğunu söy-lüyorlar. “Televizyon suret ve resim üzerine kaim bir alet; resim ise ha-ramdır” diyorlar. Şimdi bu kafaları taşlamış, beyinleri geçmiş asır ve zamanlarda kalmış, böyle düşünen insanlara soralım? Bugün televiz-yon seyretmeyen bir kişi bulabilir misiniz? Dünyada meydana gelen haberleri ve Müslümanlarla ilgili haberleri televizyondan takip etme-yen bir fert bulabilir misiniz? Ancak televizyonda uygun olmayan bir takım şarkıların okunması ve bu-lunması doğru, helal olmayan bazı resimlerin ve başka hoş olmayan şeylerin bulunması da doğru; ancak artık bu alet yaygınlaşmış, umumu belvâ haline gelmiş, sanki zaruri bir ihtiyaç mesabesine inmiştir. Dik-katli bir Müslüman, hayırlı olanını almak, şerli olan şeylerinden ve programlarından sakınmak gücüne sahiptir. Artık bunu kaldıramazsı-nız, onun için buna sahip olup ken-di inanç ve ahlâkınızı yaymak için kullanmak zorundasınız. Bir şeyh tanırım tüm müritlerine her soh-betinde televizyonun haram oldu-ğundan bahsederdi. Ama bir hayli müridine televizyonu olup olmadı-

    ğını sorduğumda hepsi evinde te-levizyon bulunduğunu söylemiştir. Kendine özel bir oda tahsis ederek herkes görmesin diye dip odalarda televizyon seyrettikleri görülmüş-tür. İşte umumu belvâ budur.Çeşitli alanlarda kadının çalış-ması: Yaşadığımız çağda umumu belvâdan biri de hayat alanlarının çoğunda kadının çalışır hale gel-mesidir. Özellikle erkekler öğretim alanının hepsine girme imkânı elde ettiği bu zamanda kadınlar da bu alanlara girmeye başlamış, girmek zorunda kalmış ve girmesi gerekli hale gelmiştir. Üniversite ve yüksek öğretimde değişmeler meydana gelmiştir. Artık kadınlar da doktor, mühendis, muhasebeci, idareci, ekonomist ve öğretmen ol-maya başlamışlardır. Tüm bunlar çeşitli fakülte ve ilim mezunu ve matematik bölümü mezunu olma-ya başlamışlardır. Tüm özel bö-lümlerde hoca olma hakkına sahip olmuşlardır. Birçok kadın çeşitli alanda yüksek seviyelere ulaşmış hatta bazıları o alanlarda erkekleri geçmişlerdir. İşte bu hal fetva eh-linden, özellikle kadına karşı katı davrananlardan bu katılıktan ve darlıktan, daraltmaktan, tavizsiz-likten vazgeçmelerini istemektedir. Şartlarına uygun halde kadının ça-lışmasına hoşgörü ile bakmalarını gerektirmektedir. Özellikle kadının daha güzel yapacağı çeşitli işlerde, onun yaratılış ve naturasına uygun olan şeylerde geniş davranılması ve kolaylaştırıcı olunması gerekiyor. Böylece hemcinsleri olan kadınlara hizmet etme imkânı bulacaklardır. Fitne korkusunu öne çıkararak ka-tılık caiz değildir. Kadın öğretmen olmaya, doktor olmaya, hasta bakı-cı olmaya kadir ve istidatlı olduğu halde onu evinin duvarları arasına hapsetmek asla caiz değildir. O da yaşamın bir tarafından meydana

    gelen boşlukları en güzel şekilde doldurur hatta bazı yönlerden er-keklerden daha üstün ve güzel gö-rev yapabilir. Çok zaman kadın eğer ailesi ve yaşayacak bir geliri yoksa kendi ihtiyacını temin için çalışır. Bazense ailesine işlerinde yardımcı olmak için çalışır. Kur’ân bize bunu Musa (a.s)’nın davarlarını suladığı iki genç kızdan bahsederek anlatı-yor: “Musa, Medyen suyuna varın-ca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu. Onlarin geri-sinde de, (hayvanlarını) engelleyen iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanları-mızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.” (Kasas 23)Birçok zamanda toplum kadının çalışmasına ihtiyaç duyar. Kadının çalışması ve kadınlar tarafından yapılması gereken işler olur. Orada erkek bir şey yapamaz. Mesela kız-lara hocalık yapmak, kadın doktoru olmak, hemşire ve hasta bakıcı ol-mak kadınların daha iyi yapacağı işlerdir. Bunları erkekler yapsa da kadınlar kadar güzel ve verimli ola-mazlar.Bazı bölgelerde yaşam şartları ve geçim darlığı kadın erkek, karı-koca birlikte çalışmalarını gerektirir. Ya-şadıkları çağın ihtiyacı olan geçim standartlarını elde edebilmeleri için, aç kalmamaları ve sıkıntıya düşmemeleri için buna gerek vardır ve mecburdurlar.Artık eskiden beri ezberlenen, dil-lere pelesenk edilen; “kadın ev için yaratılmıştır”, “kadının yeri evidir” gibi sözlerde ısrar etmekten vaz-geçilmelidir. Yaşamın zaruretleri, gereksinimleri artık kadını evin-den çıkıp ailesi için yorulmasını ve terlemesini, çalışıp geçime katkıda bulunmasını farz kılmıştır. Bu bir umumu belvâdır.

    Ham

    za T

    EK

    İN

    Fıkıhçılar “umumu belvâ”yı hükmü hafifleştirme sebebi olarak kabul etmişlerdir. Bir şeyin alışkanlık haline gelmesi, herkes tarafından yapılması insanların ona ihtiyaç duymalarının delilidir. Şeriat insanların ihtiyacını göz önünde bulundurur ve takdir eder. Fıkıhçılar derler ki ihtiyaç zaruret gibi kabul edilir ve o değerdedir.

    Özellikle kadının daha güzel yapacağı çeşitli işlerde, onun yaratılış ve naturasına uygun olan şeylerde geniş davranılması ve kolaylaştırıcı olunması gerekiyor. Böylece hemcinsleri olan kadınlara hizmet etme imkânı bulacaklardır.

    1 “Umumu belvâ”; bir şeyin bilgi ve amel olarak yaygın hale gelmesi ve insanların ona mecbur kalmaları ve ihtiyaç duymalarıdır. Onun için Hanefiler umumu belvânın bulunduğunda ahad hadislerle amel edilmez demişlerdir. Ve ayrıca umumu belvâ ruhsat gerekçesidir hükmünü vermişlerdir. (Mucemülugatülfukaha, sh. 71.)

    2 Kardavi, “el-Helal velharam”, sh. 85.3 Feteva Muasıra, C: 3, sh. 694-997.8 9

  • Aliya İzzetbegoviç, hem zihinsel donanımı, hem entelektüel duruşu, hem de siyasi önderliği ile hiç kuşkusuz yirminci yüzyılın en önemli düşünce ve eylem adamlarından biridir. Bir taraftan din ve siyaset ala-nında önemli bir entelektüel birikime sahip olmak, diğer yandan bu bi-rikimi pratik siyaset alanına dökmek gibi bir yapıya sahip olmak çok az entelektüele nasip olmuştur. O, siyasal alanda Bosna’yı hem savaştan çıkararak uluslar arası alanda tanınan bir devlet haline getirecek, hem de “Doğu ve Batı Arasında İslam” gibi devasa bir eseri yazacak kadar birikim sahibiydi.

    Yusu

    f YA

    VUZY

    ILM

    AZ

    Entelektüel birikimi olanların pratik sahada görev yapma-ları hiç kuşkusuz düşüncelerini olgunlaştıran çok önemli bir fak-tördür. Öte yandan bu durum, en-telektüeli ütopik ve gerçeklerden kopuk uygulanamaz fikirler üret-mesine sebep olur. Bu anlamda o, düşünür-siyasetçi tipine örnektir ve tarihte örneği çok görülmeyen bürokrat-entelektüel geleneğin temsilcilerinden biridir. Aliya bu yönüyle Selçuklu veziri Nizam’ül Mülk, Osmanlının çöküş dönemi sadrazamı Said Halim Paşa ve İran Devriminin efsane lideri Hu-meyni geleneğine aitti. Ömrü Bosna’nın kurtuluş mücade-lesi içinde geçen Aliya “Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum” der. Elbette bu hayatı nasıl değer-lendirdiğine bağlı olarak ortaya çıkan bir sonuçtur.

    ALİYA20. YÜZYILIN SİYASİ VE ENTELEKTÜEL DEHASI

    Babasının ilk evliliğinden iki kardeşi daha olan Aliya, üçü kız iki erkek beş çocuklu bir ailenin üyesi olarak yaşamını sürdürdü. Annesi dindar bir Müslüman olan Aliya, İslam düşünce mirasının temeli olan dindarlığını ona borç-luydu. 15 yaşından itibaren döne-min Yugoslavya’sında okuduğu için komünist ve ateist külliyatla tanıştı. O dönemlerde Yugoslavya efsanevi lideri Tito önderliğinde Sovyetler Birliğinde ayrı, Üçün-cü Dünyacı bir sol anlayışı temsil ediyordu. Aliya okul hayatını de-ğerlendirirken “Okulda çok iyi ve çok kötü öğrenci olmak arasında salındığını” belirtir. Entelektüel hayata erken yaşlarda adım atan Aliya 18-19’lu yaşlarda felsefe metinleri okuyup değerlen-dirmeye başlar. Gençliği Hırvat Milliyetçileri olan “Ustaşalar” ve Sırp milliyetçileri olan “Çetnikler” arasında mücadele ile geçti. Bilin-diği gibi Çetnikler Bosna savaşı sırasında tarihin en büyük soykı-rımı ve katliamını işleyenlerdir. Politik faaliyet sürdürdüğü za-manlarda Çetnikler tarafından yakalanan Aliya, Çetniklerin ko-mutanı olan Keseroviç tarafından öldürülmesi engellenmişti. Bunun nedeni dedesi Aziziye Valisi iken çok sayıda Sırpın suçsuz yere tu-tuklanmasını önlemek olmuştur. 1945 yılında Tito’nun lideri olduğu Partizanlar grubu Yugoslavya’da iktidarı ele geçirdi. Aliya 1940’lı yıllarda “Genç Müs-lümanlar Teşkilatı” adlı örgüte üye oldu. Yasadışı bir örgüt olan Genç Müslümanlar Teşkilatı içinde yü-rüttüğü faaliyetlerle üye sayısını hızla artırdı. Bu yıllardan itibaren Tito’yu eleştirmek ve onun teşkila-tı olan Partizanlara muhalif olmak eyleminden defalarca tutuklandı.

    Daha sonraki yıllarda Genç Müslü-man Teşkilatını yeniden örgütle-mek ve etkin hale getirmek, savaş nedeniyle yardıma muhtaç olan-lara yardım etmek gibi amaçlarla “Merhamet” adlı örgüte üye olur. Hayatını ömrünü geçireceği Hali-da Hanım ile birleştiren Aliya’nı bu evlilikten Leyla ve Sabina adlı iki çocuğu oldu. Yaptığı siyasi ça-lışmalarından dolayı 1983 yılında 14 yıla mahkûm oldu. Aliya, Yu-goslavya rejiminin 1987 yılında af dilemesi karşılığında affedilmesi teklifini reddetti. 1990 yılında remen kurulan Demokratik Ey-lem Partisinin (SDA) kuruluş fikri 1989 yılında cezaevinde bulundu-ğu yıllarda oluştu. Aliya entelektüel birikimini oluş-tururken Batı düşüncesinin ya-nında Mevdudi, Seyyid Kutub, Hasan el Benna ve Fazlurrahman gibi İslam entelektüellerinden de haberdardı. İlk girdiği seçimlerde 130 milletvekili olan parlamen-toda 42 milletvekilliği kazandı. 1990’lı yıllarda Yugoslavya’da çıkan iç savaşı yönetti. Bosna’nın uluslararası bir devlet olarak meş-ruiyetini sağlayan “Dayton Ant-laşması” sonrasında girdiği seçimi kazanarak Bosna için mücadeleye devam etti. Aliya, halkına şöyle öğüt veri-yordu: “Selam sana ey halkım! İmanınıza, bayrağınıza ve dev-letinize sahip çıkın”Aliya’nın temel düşüncelerini en iyi anlatan eser “Doğu ve Batı Ara-sında İslam” adlı eserdir. “Cema-lettin Afgani, Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Roger Garaudy bunu söylediler. Bir İstis-na var: Aliya İzzetbegoviç. Onun ‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ kita-bı defalarca okunması gereken bir kitap. Bu kitaptaki analizler, anla-

    şılmayı bekleyen, yeni bir başlan-gıç ihtiyacını kavramış olan erken sözler. İslam ne doğu(lu) ne Batı(lı) dır; ikisinin arasındadır ve dolayı-sıyla her ikisini de hem ihata eden hem de aşan bir topoloji (Sosyolo-jik mekan/ cemaat/ümmet) inşa edilmelidir.” (Yüzyıl ve Gelecek/ Ümit Aktaş/ Okur kitaplığı)Aliya temel eseri olan “Doğu ve Batı Arasında İslam”da izini sür-düğü arayış, İslamı bugünkü nes-lin anlayacağı bir dile tercüme etme endişesidir. Bu arayış hiç kuşkusuz Mehmet Akif’in çağın id-rakine İslam’ı söyletmek amacıyla örtüşmektedir. Modern dünyada İslam’ın yeri nedir ve ne olmalı-dır soruları Aliya İzzetbegoviç’ın izini sürdüğü sorulardır. Modern dönemde insanlığın içine düştü-ğü ahlaksızlık ve cinayetler içinde uygarlık ve tekniğin konforu bir yanılgıdır. Sanat ve dram insanlığın içindeki bir yolculuktur ve kaynağı din-dir. İzzetbegoviç, “Doğu ve Batı Arasında İslam”da izini sürdüğü anlayışlı şöyle temellendirir: “Ya-hudilik dünyaya, Hıristiyanlık öte dünyaya aittir. Bundan dolayı doğu ruh, batı madde eğiliminde olmuştur. İslam bu uygarlık anla-yışlarının tam ortasında durmak-tadır. İslam Doğu ve Batı, Ruh ve Madde arasında bir denge dinidir. Bu anlamıyla hem batıyı hem de Doğuyu kapsamaktadır. Bir anla-mıyla Hz.Musa bir uçta Hz.İsa öte-ki uçta Hz. Muhammed ise ortada durmaktadır.” Aliya İzzetbegoviç’e göre kültür se-madaki “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” prologu ile başlamıştır. Bundan dolayı hiçbir kültür tama-men dinin dışında olamaz. Uygar-lık insan-madde-tabiat üçgeninde oluşan serüvenin bir sonucu ola-rak ortaya çıkmıştır. Kültür ken-

    1110

  • dini yönetmek, uygarlık dünyayı değiştirmektir. Sanatın kült üret-me ile bilimin alet üretme fonksi-yonları İslam’da el ele vererek yeni bir sentezin kapısını aralar. Din ve ahlak kopmaz bir bağ-lantı içindedir. Din “Nasıl inan-malıyım” sorusuna, ahlak ise “Nasıl yaşamalıyım “ sorusuna cevap verir. Bu iki alanın sente-zi “İnanın ve iyi amellerde bulu-nun” anlayışıdır ki, dinin istedi-ği de budur.İzzetbegoviç’e göre hiçbir şey ön-cülsüz başlamayacağı gibi, in-sanlık tarihi de sıfırdan başlama-mıştır. İnsanlık tarihi “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” prologu ile başlamıştır. Begoviç’de göre Hz. Peygamber Mağaradan Mekke’ye dönmeye mahkûmdu. Bu dönüş olmamış olsaydı hiç kuşkusuz Hz. Muham-med olarak değil hanif olarak kalırdı. Tarih ona göre ikiye ayrıl-malıdır: Hz. Muhammed öncesi ve Hz. Muhammed sonrası. Hz. İsa Hıristiyanlıktan ayrı olarak ince-lenmelidir. Nietzsche’nin dediği gibi “Son Hıristiyan çarmıhta öl-müştü” Aliya gençliğinden beri okuduğu Marks ve Marksizm için şu sonuca ulaşmıştı: “Teoride tutarlı, pratik-te zorunlu olarak tutarsızdır.”Aliya’ya göre milli olan ve mil-liyetçilik birbirinden ayrı kav-ramlardır. Ona göre milli olan ile milliyetçilik arasındaki fark tıpkı sevgi ve nefret kadardır. Milli olan halkını sever, onun için çalışır, başkalarına düş-manlık etmez. Milliyetçi ise başkalarından nefret eder, hoş-görüsüzdür, farklılıkları boğar ve fiziksel baskı uygular. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Din ise sana ya-

    pılmasını istemediğin şeyi baş-kasına yapma der. Gerçek inanç milliyetçilikte değil, kırık ho-parlörde sesini yükselten müez-zinlerin sesinde aranmalıdır.Aliya İzzetbegoviç’e göre ahlak çı-karlarımıza göre değil, görevleri-miz gereği eylemde bulunmaktır. Tanrı yoksa ahlakın hiçbir anlamı yoktur. Ahlakı Tanrıya refere ede-rek egoist, anarşist, pragmatist ve hedonist ahlak anlayışlarından ayrılır. Aliya Bosna Savaşının olanca dehşetiyle sürdüğü yağmurlu bir günde, çamur içinde Bosna’lı bir savaşçıyla yan yana kalır. “Başka-nım barış gelince hiç adaletsizlik olacak mı?” diye soran askere şu karşılığı verir: “Evet maalesef ola-cak düşmana karşı savaştığımız gibi onunla da savaşmamız gere-kecek”“Din de devrim de acılar ve ıstı-raplar içinde doğar. İkisi de konfor içinde yok olup gider. Gerçekten devam eden sırf onların gerçek-leşme çabasıdır. Onların gerçek-leşmesi ise, aynı zamanda ölüm-leri demektir. Din de devrim de gerçekleşirken, kendini boğacak kurumların statükolarını doğu-rurlar. Devrim yalan söylemeye ve kendi kendine ihanet etmeye baş-ladıktan sonra statükolaşmış sah-te dinle ortak bir dik kullanmaya başlar.”Aliya kişisel olarak kendisini sı-radan bir insandan farklı görme-yen bir zihin yapısına sahipti. “Savaşın devam ettiği yıllarda havanın sisli olduğu bir kış günü cuma namazını kılmak için Gazi Hüsrev Bey camiine gider. Bom-bardımana rağmen cami tıklım tıklım doludur. Aliya görününce İmam hutbeyi durdurur, ön saf-lardan ayağa kalkanlar kendi-

    sine yer vermek isterler. Ancak Aliya kişiliği yansıtan şu sözleri söyler: “Burası Allah’ın evidir. Burada farklılık olmaz. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Camide herkes bulduğu yere oturur. Ben bura-da oturacağım. Bilmiyoruz, bel-ki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; ama İslam’ı inşallah çiğnetme-yeceğiz. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!”Aliya İzzetbegoviç’in zihin dün-yası hakkında bilgi verecek olan sözleri, düşünce dünyasını daha iyi değerlendirmeye yardımcı ola-caktır.“Milli duyguları olan bir insan, kendi halkını sever, onların ku-surlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır, o halka aittir. Bir milliyetçi ise kendi halkını sev-mekten çok başkalarından nefret eder, daha da önemlisi, uygulama-da, başkalarının mülkü olan şeyi ister. Başkalarına ait farklılıkları boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, olmayanı da ister. Aşı-rı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır (ve bütün haki-katler basittir): Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre…”(Aliya Izzetbe-govic (Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999)“Bu günleri gösteren yüce Allah’a hamd ediyorum. Tarihimizi ka-nımızla yazdık. Evlerimiz yakı-lıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yap-tılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan

    olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa et-tik. Şehitlerimizi rahmetle anı-yoruz. Onlarla inşallah Cennet’te buluşacağız, onları Allah’ın ve meleklerinin huzurunda şanlı di-renişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş de-ğil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşa-yacağım. Allah’a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüz binler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi toprakla-rımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağını-za ve devletinize sımsıkı sarılın.” (Aliya’nın SDA’nın Genel Kuru-lu’ndaki veda konuşmasından)“Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecbu-ruz, size asla intikam peşinden ko-şun demiyorum ama yapılanları da asla unutmayın!” “Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyada-ki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissede-ceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halk-lar için daha iyi bir gelecek va-adinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.”“Bizler insan olmaya ve insan kal-maya çalıştık ve başarılı olduk.

    Ancak bunu onlardan (Sırplar-dan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve in-san kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.”“Kabile ve ulusun dar sınırların-dan kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye baş-layın.”“Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.”“Din hurafeleri yok etmezse, hura-feler dini yok eder.”“Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tar-zı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.”“Geleceğimizi geçmişimizde ara-mayacağız. Kin ve intikam peşin-de koşmayacağız.”“Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!” “Her şeye kadir olan Allah’a andol-sun ki köle olmayacağız.”“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”“Bir kelimeyi hiç aklınızdan çı-karmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgârda savrulup gider.” “Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”“Hayat kısa sözüne hiç itibar et-

    medim. Çünkü yeterince uzun ya-şadığımı düşünüyorum.”“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürme-dik. Çünkü hiçbir kutsal yere sal-dırmadık. Oysa onlar bunların ta-mamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adı-na.”“Müslümanların hızla artan bü-yük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücü-müz, bilimimiz, edebiyatımız ne-rede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri in-sanidir.”“Bir gün askerlerden biri gelip kendisine ‘onlar bizim kadınla-rımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlıları-mızı ve çocuklarımızı öldürü-yorlar. Buna bigâne kalmama-lıyız’ dediğinde, Aliya çok veciz bir şey söylüyor ‘Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.’”“Balığın suda yaşaması gibi dün-yanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır.”“Mehdi bizim tembelliğimizin adı-dır”“Biz de zalimlerden olursak, zul-me karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitab’a uyacağız.”

    Referanslar:1- Doğu ve Batı Arasında İslam/Aliya İzzetbegoviç/Yarın yayınları.2- Tarihe Tanıklığım/Aliya İzzetbegoviç/ Klasik yayınları.3- Aliya İzzetbegoviç/ R.İhsan Eliaçık/İlke yayınları.4- TİMETÜRK/ Aliya İzzetbegoviç’in tarihe geçen sözleri.5- Kaynak: http://www.sozler.net/aliya-izzetbegovic sozleri.html#ixzz3GoY253L0

    1312

  • Peygamberler insanların yeni-den ruhi dirilişlerini sağlama-da rehberdirler. Peygamberler ta-rihi iyice incelenirse, onların sevgi toplumunu inşa için gayret sarf ettikleri görülür. “Sevgi” Allah’ın insanlara lütfettiği en önemli duygudur. Neslin devamında, ebeveynlerin gönlüne nakşedilen şefkatle çilelere göğüs geren bu kavram, esas itibariyle yuvanın da temel dinamiğidir. Asıl görevi ise tebliğ ile alakalıdır. Tebliğ, Allah (cc)’ın emirlerinin insanlara ulaştırılmasıdır. Yani insanın imanla buluşturulması-dır. İnsanın aklına hitap ederek gönlüne girmekte sevginin güçlü etkisi içine saklanmıştır. Tebliğ o sebeple peygamberlerin sıfatla-rındandır. Günümüzde tebliğ, pey-gambere ait bir vazifenin kıyamete kadar gelecek insanlar tarafından omuzlanması demektir. Tebliğ adına yapılan her eylem, bir ucuyla peygamber aleyhissalâtu vesselâm’a ulaşır. Bir ucuyla da, vahyin kaynağıyla ilişkiye girer.

    Zira tebliğ vahiy kaynaklıdır. Vahiy ise peygamberlere bu ağır görevi yerine getirirken, Nemrut gibi zalimlere dahi yumuşak-lıkla yaklaşmalarını emrediyor, sözlerinin etkisini sevgiyle te-sirli hale getiriyordu. Sevginin içindeki, diğerkâmlık, yumuşak huylu, güler yüzlü ve hoşgörülü olma gibi erdemler va-hiy kaynaklıdır. Tevhid mücade-lesinin başladığı ilk günlerdeki müşriklere yaklaşım ancak sevgi sayesinde oldu. Efendimiz (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a) toplum-daki saygınlığı ve sevgisi davetin mihengini oluşturdu. Bu sayede putperest insanların şirkten kur-tuluşundaki ilk hareket sevgi kay-naklıydı. Sevgi kalpteki şirk kiri-nin izlerini kaldırıcı özellikteydi. Sevgi sayesinde kulluk denilen Allah’ın emirlerine gönül rızasıyla baş eğiş, gerçekleşebildi. Sevgi kavramı İslam’ın varlığı için o kadar önemli ki Esma-ül Hüsna içinde Allah Celle Celalühü’nün isimlerinden biri de el-Vedüd`dür.

    Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke aristokrasisinin ta-assubu ve katılığı karşısında, sevgi tonlu tebliğ metodunu, Allah Celle Celalühü’nün emirleri doğrultu-sunda, harfiyen uyguladı. Seçtiği davetçilerinin hepsinin ortak özel-liği, temiz ahlaklı olma, hoşgörü, tebessüm, sabır, öfkelenmemek gibi vahyi değerlerdi. Bunların di-linde davete ait esaslar insanların gönüllülerine rahatlıkla giriyordu. İlk zamanlar tepki gösterenler bile bu sevgi yansımaları karşısında zaman içinde değişiyorlardı.Vahyin inşa ettiği insanlar, efen-dimizin rehberliğinde sevgi top-lumunu oluşturdular. Bugün bu topluluğa Asrı Saadet ismini ve-riyoruz. Her kültürel seviyeden, değişik ırklardan, gelenek ve gö-reneklerin kölesi haline gelmiş in-sanlardan yepyeni bir toplum vah-yin peygambere öğrettiği tebliğ metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi kısa bir dönemdeki değişim akla durgunluk verecek bir değişimdir. Sosyal toplumun oluşumundaki

    temel dinamikler vahiyle, değişik sureler içinde, farklı nüzul sebe-biyle inzal oluyordu. İslam toplumunun olmazsa olmaz esaslarından iman kardeşliğinin anlatıldığı Hucurat Suresinde kullanılan üslup hep sevginin korunmasıyla alakalıydı. Efendi-miz sallallahu aleyhi ve sellemin Müslim’in rivayetinde şöhret bul-muş hadisindeki “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayı-lamazsınız” uyarısı, imanın özün-deki sevgiye dikkat çekmektedir. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek, öfkelendiğinde öfkesini yutmak; gıybetten, tecessüsten sakınmak; cimrilikten, hasetten uzak dur-mak gibi Kurani esaslar da hep bu kardeşliği korumaya yöneliktir. Toplumsal bütünlük bunlara bağ-lı… İslam toplumunun iç dinamik-leri bunlar. Peygamberin içlerinde olduğu günler sahabelerin en mutlu gün-leriydi. Toplumun değişik imti-hanlardan geçtiği anlarda bile onlar, kasırgalar önünde beşeri özellikleri ile dalgalansalar bile savrulmadılar. İslam toplumu Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber gibi badirelerden bu sevginin oluşturduğu kardeşlik bağıyla geçti. Hudeybiye’de en zor şartlar altında müzakereler devam ederken bile sevgi en güzel dirilişi ile gönüllerin fethini muştuladı. Mekke’nin fethi işte bu gönüllerin fethiydi. Af ve bağışlama yeni kar-deşliklerin oluşmasını sağladı. Bu kardeşliği bozacak, nefreti besle-yecek, savaşa, hakarete, kınama-ya asla müsaade edilmedi. Allah resûlünün, İkrime’nin hanımının emanı ile getirildiğini gördüğün-de söylediği şu söz ne manidardır: “Onun babasına hakaret etmeyin! Ölülere bu sözünüz etki etmez. Yaşayanı üzersiniz!”. Görüldüğü

    gibi sevgi toplumudur İslam toplu-mu. Sevgiye ait değerleri korumak imani bir gerekliliktir, hassasiyet ister.

    Hz. Peygamberin vefatından sonra, hilafet merkezli siyasal tartışmalar sahabenin yeni bir imtihanıydı. Siyasetin cazibesi, güce sahip olma arzusu toplum-sal çatlamanın temel etkeni oldu. Peygambersiz toplumsal hayatın ilk imtihanı, İslam kardeşliğini sarsacak tartışmalara zemin ha-zırladı. Ayrışmalar zaman içere-sinde İslam kardeşliğini yaraladı. Müminin mümine olan sevgisini örseledi. Fitne denilen bu durum, esasen güzide insanların bile çe-şitli mülahazalarla sarsılabilecek-lerini gösteriyordu. Bu çözülmede doğrudan taraf olanlar müsebbib görülüyorsa da, asıl tehlike taraf-tarlardan geldi. Hz. Ali radıyalla-hu anh hayatı boyunca, dinde çö-zülme kabul edilen bu olaylarda, sonradan taraftarı olanların söy-

    ledikleri gibi bir tutum içinde ol-madı. Kendisinden önce seçilmiş halifelerin yardımcısı ve destek-çisi oldu. Sahabe nesli olaylardaki tavırlarıyla bir imtihandan geçti. Ancak görüyoruz ki onlarda fitne-nin sevgiyi öldürülmesine müsa-ade etmediler. İrtidat olaylarında Hazreti Ebu Bekir’in ordusunda mücadele ettiler.Sevgiyi öldüren ayrılıklar, Emevi ve Abbasi dönemlerinde ehlibeyte yapılan zulümlerle birlikte doğ-du. Zulüm sevgiyi öldürür. Zulüm eden galip gibi görülse de, uzun dönemde milletlerin hiziplere ay-rılmasına sebebiyet verir. Sonraki dönemlerde İslam kardeşliğini tehdit eden önemli faktörlerden biri de, ilim ehlinin söylemlerinde görülmektedir. Tarafgirlikle söy-ledikleri sözlere, yazılarına yük-ledikleri sertlik zamanla mümi-nin mümine karşı olan sevgisini öldürdü. Cehaletin ve hurafelerin gücünü de hatırlatmak gerekir.Sevgi temel esas! Vahyin insanın gönlünde yerleşmesi, iman top-lumunun oluşması için olmazsa olmazı. Ümmet bilincinin ta ken-disi… Bu kadar önemli bir değer günümüzde bizim elimizde ne hale geldi. Şimdi muhasebe zama-nı… Sözleri sağa sola çekme, on-lara ayrıştırıcı anlamlar yükleme zamanı değil. İman kardeşliğine canlı tutma cihadı farz bizlere. Sevgiyi öldüren taassuptan, ta-rafgirlikten, cehaletten, nefis-pe-restlikten, gıybetten, tecessüsten, öfkeden, kinden ve çıkar ilişkisin-den Allah’a sığınma zamanı. Bu değerlerin hayata aktarılması adı-na aktif olma zamanı. Birbirimize verdiğimiz selama sahip çıkma, vahye sahip çıkma zamanı. Neden İslam toplumu paramparça? Ne-den sevgi dininden gözyaşı seylabı çıkıyor? Bunu düşünüp ve çözüm arama zamanı.

    Vahyin inşa ettiği insanlar, efendimizin rehberliğinde sevgi toplumunu oluşturdular. Bugün bu topluluğa Asrı Saadet ismini veriyoruz. Her kültürel seviyeden, değişik ırklardan, gelenek ve göreneklerin kölesi haline gelmiş insanlardan yepyeni bir toplum vahyin peygambere öğrettiği tebliğ metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi kısa bir dönemdeki değişim akla durgunluk verecek bir değişimdir.

    Meh

    met

    KU

    ZU

    Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Müslim’in rivayetinde şöhret bulmuş hadisindeki “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılamazsınız” uyarısı, imanın özündeki sevgiye dikkat çekmektedir. Kötülüğe iyilikle mukabele etmek, öfkelendiğinde öfkesini yutmak; gıybetten, tecessüsten sakınmak; cimrilikten, hasetten uzak durmak gibi Kurani esaslar da hep bu kardeşliği korumaya yöneliktir.

    Sevgİ Toplumundan Nefret Toplumuna

    Nasıl Dönüştük?

    14 15

  • FaaliyetlerimizFaaliyetlerimiz

    ALMANYA - FRANSA ZİYARETLERİ

    Ribat Eğitim Vakfı olarak 1 - 10 Şubat 2016 tarih-leri arasında Medina Derneği’ni ve gönüllülerini daha yakından tanımak ve istişarelerde bulun-mak üzere Nürnberg’e ziyaret yapıldı. Bu vesi-leyle Nürnberg Başkonsolosluğu ziyaret edildi. Frankfurd’da ............. Ayrıca Fransa Strasburg Colmar’da Musab Se-yithan ve Osman Bey ile de görüşme imkanı bu-lundu.

    “Elçisinin rüyasını doğru çıkaran Allah bizim küçük rüyamızı da gerçekleştirdi” ve hayalini kurduğumuz Burkina Faso’da Müslümanların ilk kütüphanesi “Sakarya Aile Derneği SELAM KÜ-TÜPHANESİ” 24 Ocak 2016 Pazar günü Türk hayırseverlerin destekleri ve Burkina Faso’lu Müslümanların dualarıyla açıldı!Bölgede eğitim alan Müslüman çocukların istifa-de edebilecekleri kitapları ve Kuran-ı Kerimleri bulabilmeleri çok zor. Birçok mescitte çocuklar tahta levhalar üzerine yazılan ayetlerle Kur’an eğitimi alabiliyorlar. Bölgenin çoğu yerinde evler tek odadan oluşmakta ve elektrik bulunmamak-ta. Bu proje sayesinde çocukların derslerini ça-lışabilecekleri ortamları olacak ve kütüphaneye bağışlanan kitap ve Kuran-ı Kerimler sayesinde

    eğitimleri takviye edilmiş olacak.Projenin beklenen faydalarından en önemlisi, Burkina Faso’nun Müslüman nüfusu arasında okur-yazar oranının artması, kitaba ulaşabilme ihtiyacının karşılanması ve geleceğin eğitimli nesillerinin yetişmesine katkıda bulunmasıdır. Aynı zamanda kütüphane ortamında düzenle-necek haftalık sohbetlerle hanımlarda eğitim kapsamına dâhil edilecekler. Ayrıca bölgenin ilk kütüphanesi olması hasebiyle Müslümanlar için iftihar vesilesi olacaktır.10.000$ maliyetli Selam Kütüphanesi; okul, mescit, yemekhane ve oyun bahçesinin bulun-duğu 1349 m2 alan içerisinde 80 m2 olarak tek katlı inşa edildi. Dünya İslam Kadın Birliği Burki-na Faso Cemiyeti’ne teslim edildi.

    Soldan sağa: Yaşar Gül, Max İshak Al-Amin Wittmann, Y.E. Erdem, Cemalettin Özdemir, G. Üvez, Michel Nuri Talib Schnabel, Musab Maximilian Büchner,

    Soldan sağa: G. Üvez, İsa Dikmen, Muhsin Kıdık, Y.E. Erdem

    Soldan sağa: G. Üvez, Osman ........, Musab Seyithan, Y.E. Erdem

    Medina Derneği Türk Müzesi’nin Mescidinde Alman gençleri-ne islamla ilgili bilgiler uygulamalı olarak aktarılmaktadır.

    Soldan sağa: Kemalettin Özdemir, Yavuz Kül (Başkonsolos), Y.E. Erdem, G. Üvez, Ali Nihat Koç

    MEDİNA DERNEĞİ

    BURKİNA FASO

    “Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi” açıldı!

    16 17

  • Ribat Eğitim Vakfı 2016 yılı ilk Cuma konferansı-nın konuğu Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet Bö-lümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR’dü. Güngör, “İslam Coğrafyasının Sorunları ve Müslü-manların Çözüm Kabiliyetleri” konulu konferansta dünyanın ve İslam âleminin genel durumunu tahlil ederek Müslümanların sorunlarına çözüm gelişti-rebilme kabiliyetleri konusundaki fikirlerini katılım-cılarla paylaştı.İslam coğrafyası tanımı üzerinde durduktan son-ra, yeryüzünde Müslümanların yaşadığı 70’e yakın ülkelerin tamamının aslında dünyanın kalbi konu-munda büyük yeraltı ve yerüstü kaynaklara sahip olduğunu belirten Güngör; ayrıca bunun yanında insan kaynağı ve en önemlisi de Müslümanların vahiy kaynağı ile birlikte örnek alınması gereken bir peygamberin hayatı olduğunu belirtti. “Eğer insanlığın sıkıntılarının zirve yaptığı günü-müzde vahiy doğru anlaşılır, peygamber efendi-miz Hz.Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatı, mücadelesi kavranıp ferden ferda tüm Müslümanlar bu doğru yolda çalışırlar ise adalet yeryüzünde hâkim olacaktır. İnsanlığın aradığı hu-zuru, barışı ve mutluluğu Rabbimizin (c.c) “insanlık için yeryüzünde hayırlı ümmetsiniz” sözünün mu-hatabı olan biz Müslümanların gayreti ile mümkün olacaktır” dedi. Program sonunda Ribat Eğitim Vakfı Adapaza-rı Şubesi Başkanı Gazanfer Üvez, Doç.Dr.Fethi Güngör’e günün anısına bir plaket takdiminde bu-lundu. Gazanfer Üvez; yılın ilk gününde yoğun kar yağışına rağmen programa iştirak eden tüm Sa-karyalılara iştiraklerinden ötürü teşekkür etti.

    Ribat Eğitim Vakfı Konferanslarının Şubat ayı ko-nuğu Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Fel-sefe ve Din Bilimleri Bölümü’nden Öğr.Gör.Dr. Vehbi Karakaş. “Çağın Hastalıkları: Âdem-i İman, Âdem-i Marifet, Âdem-i Muhabbet” konulu konfe-ransta;1- Ye’sin içimizde dirilmesi,2- Sıdkın sosyal hayatta ölmesi,3- Adavete muhabbet,4- Müminleri birbirine bağlayan bağları bilmemek,5- Çeşit çeşit hastalıklar gibi yayılan istibdat,6- Her şeyi şahsi menfaatine feda etmek ve bunla-rın hepsinin anası olan en büyük hastalık:7- Za’f-ı iman ve za’f-ı diyanet -yani Allah’ın istediği imanın ve dindarlığın zayıflaması veya yok olması- konularındaki fikirlerini katılımcılarla paylaştı.

    “İSLAM COĞRAFYASININ SORUNLARI VE MÜSLÜMANLARIN ÇÖZÜM KABİLİYETİ”

    “ÇAĞIN HASTALIKLARI: Adem-i İman, Adem-i Marifet, Adem-i Muhabbet”

    OCAK AYI CUMA KONFERANSI ŞUBAT AYI CUMA KONFERANSI

    18 19

  • Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şu-besi Mart ayı ilk cuma konferan-sını panel olarak 04 Mart 2016 Cuma günü AKM salonunda yo-ğun bir katılımla gerçekleştirdi.Sakarya İlahiyat Fakültesi Araş-tırma Görevlisi Ömer Faruk AKPINAR’ın moderatörlüğünde yine Sakarya İlahiyat Fakülte-si Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Doç.Dr. Hayati YILMAZ ve Doç.Dr. Erdinç AHATLI’nın katılımı ile “Peygamber, Sünnet ve Hadis Kavramlarının Hayatı-mızdaki Yeri” konulu panelinde Hz.Peygamber’in hayatımızdaki yeri, sünnet ve hadislerin önemi anlatıldı.Hadisler konusunda eleştiri ya-panların Asrı Saadetten sonra Sa-habe efendilerimizin, tabiinin ve daha sonra gelen hadis âlimlerinin bu konuda ne kadar titiz ve has-sas olduklarını öncelikle eleştiride

    bulunmadan önce bilmeleri ge-rektiği belirtildi. Hadis ravilerinin hayatlarının da okunması gerekti-ğine vurgu yapıldıktan sonra; ha-dis üzerinde oluşturulmak istenen şüphelerle asıl yapılmak istenenin Müslümanların sünnetle ilişkisini, bağını koparmak olduğu; Peygam-bersiz bir İslam anlayışını –farklı zamanlarda farklı İslam ülkelerin-de denendiği gibi- yaygınlaştıra-rak çok tehlikeli bir adım atılmak istendiği dile getirildi. Sahih hadis kaynakları zikredildikten sonra, bu kaynakların mutlaka şerhleriyle birlikte okunmasının faydalı olaca-ğı örneklerle izah edildi.Yoğun katılımın yaşandığı ve iki saati aşan programın sonunda katılımcılar tarafından yöneltilen yazılı soruları cevaplandıran pa-nelistlere Ribat Eğitim Vakfı Ada-pazarı Şube Başkanı Sn. Gazan-fer ÜVEZ tarafından birer teşekkür plaketi takdim edildi.

    “Peygamber, Sünnet ve Hadis Kavramlarının Hayatımızdaki Yeri”

    MART AYI PANELİ

    4 Mart Cuma günü Sakarya Vali Mustafa Büyük Kız Anadolu Imam Hatip Lisesinde Gazeteci Ya-zar Mine Izgi ile Gençlik Üzerine söyleşi gerçek-leştirildi.

    “7 Ay 7 Salih Amel Projesi”nin Mart ayı etkinliği kapsamında Hendek Melek Nişancı Huzurevi zi-yareti gerçekleştirildi.

    5 Mart Cumartesi günü Genç Gömlek Cumartesi derslerinde gazeteci yazar Mine İzgi Hoca Hanım ağırlandı.

    GENÇ GÖMLEK KONFERANSLARI

    17 Ocak 2016 “Davet ve Toplum” Öğretim Gör. Aydın Aktay

    21 Şubat 2016 “Davet ve Tecrübe” Mustafa Aydın

    Genç Gömlek İslami Gençlik Platformu ve Sa-karya Gençlik Derneği’nin ortaklaşa düzen-lediği dönüştürücü, değiştirici va ıslah edici olmak adına gerçekleştirdikleri Ocak ve Şu-bat ayı konferansları Ofis Sanat Merkezi’nde katılımcılara sunuldu.

    DAVETÇİ OKULU

    20 21

  • Ocak ayında Sakarya Aile Derneği Selam Kütüp-hanesi açılışı için vakfımız gönüllülerinden Ah-met Yenipazar, Hatice Yenipazar ve Betül Canlı’yı Afrika’da bulunan Burkina Faso’ya tüm sevgilerimiz ve dualarımızla gönderdik. Geldiklerinde de Genç Gömlek olarak röportaj yapmasak olmazdı. Giden gönüllülerin sözcüsü olarak Betül Canlı ile yapılan bu röportajı şimdi sizlerle paylaşıyoruz:Kütüphane Projesi nasıl başladı?2014 Mayıs ayının sonuna doğru Ribat Eğitim Vakfı’nı, bir Afrika ülkesi olan Burkina Faso’dan Türkiye’de eğitim almak amaçlı bulunan, yirmiye ya-kın genç arkadaşımız ziyaret etti. Konuşma sırasın-da Afrikalı kardeşlerimizden biri, oradaki yaşam ve eğitim koşullarını, aynı sedirde yatıp, aynı sedirde ders yaptıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı.Yapmak istedikleri çok şey vardı ancak imkân dâhilinde olanları yapabiliyorlardı. Bizler ise bunca imkân içinde daha fazla neler yapabiliriz ve onla-ra ne şekilde yardım edebiliriz düşüncesiyle yola çıktık. Arkadaşlarımızla ayrıldıktan kısa süre sonra tekrar iletişime geçerek onların ihtiyaçları ve bizim yapabileceklerimiz hususunda ciddi görüşmeler yaptık. Bu görüşmeler sonucunda Burkina Faso’da-ki yetkili kardeşimiz bize şu durumdan bahsetti:Oradaki misyonerlerin, çocukların ilgilerini çekecek aktivitelerde bulunduklarını ve onları dini açıdan et-kileri altına aldıklarını belirtti. Buna karşılık çocuk-ları coşkuyla buluşturmak ve İslami eğitim vermek için kreş açma çalışmaları içinde olduklarını söyle-di. Biz de bu çalışmaya katkıda bulunmak amacıyla kreşi destekleyen aynı zamanda çocukların ilgisini çekecek bir park projesine adım attık.Park projesi nasıl kütüphane projesine dönüştü? Bize ulaşan bilgi ve fotoğraflar neticesinde bölge-de eğitim alan Müslüman çocukların istifade ede-cekleri kitapları ve en önemlisi Kuran-ı Kerim’leri bulabilmelerinin çok zor olduğunu farkına vardık. Öğrenciler eğitimlerini kısıtlı imkânlar dâhilinde ala-biliyorlardı. Kuran-ı Kerim ezberlerini ise tahta lev-halar üzerine ayetleri yazıp okuyorlardı. Orada ev-ler tek odadan oluşmakta elektrik ise bazı evlerde bulunmakta olduğundan eğitim ve öğretim daha da zorlaşmakta. Bu şahitliğin ardından Rabbimiz kü-tüphane projesini aklımıza ilham etti. Elhamdülillah. Bismillah dedik ve yola koyulduk.Bu projenin finansını nasıl karşıladınız?Başlangıçta genç kızlar olarak keçeden çeşitli süs eşyaları yapıp satarak yola koyulduk. Haftasonu

    gerçekleştirilen Genç Gömlek lise kampına gelen kardeşlerimiz bize ayraç yaparak katkıda bulundu-lar. Bununla birlikte Sakarya Aile Derneği ile be-raber kahvaltı ve kermes programları düzenledik. Bu kermeslere maddi manevi yardımlarını esirge-meyen Sakarya halkı ve farklı kuruluşlara teşekkür ederiz.Afrika ile iletişimimizi sağlayan İzmit tefsir grubu gö-nüllülerine de desteklerinden dolayı şükranlarımızı sunarız. Ve en önemlisi küçük adımlarla başladığı-mız bu projeyi bereketiyle kuşatan ve sonuçlandı-ran Allah’a hamd olsun.Bu proje ile birlikte Afrika’ya taşıdığınız farklı projeleriniz var mıydı?Tabi. Kütüphane projesine destek olarak Türkiye’de basımı gerçekleştirilen Fransızca mealli Kuran-ı Ke-rim ve Fransızca İlmihal kitapları Burkina Faso’ya götürülüp dağıtımı sağlandı. Beş su kuyusu açıl-dı. 200 yüz aileye bir dişi bir erkekten oluşan keçi dağıtımı gerçekleştirildi. Buradaki amaç; üç sene boyunca keçiyi yetiştirip sütünden faydalanacak, çoğalan sürüsünden ise ihtiyacı olan başka bir ai-leye bir çift hibe edecek. Teslim edilen keçiler üç yıl boyunca gözetim altında tutulacaktır.Maşallah bereketli bir gidiş olmuş. Peki, bu projeleri gerçekleştirdiğiniz Burkina Faso ülke-si hakkında bilgi veriniz?Burkina Faso Afrika kıtasında batı bölümünde yer alan 20 milyona yakın nüfusa sahip denize kıyısı ol-mayan bir ülkedir. Nüfusun %60’ı Müslümanlardan oluşuyor. Fransızca ve Arapça yaygın konuşulan dillerdir. Mali, Nijer, Togo, Gana, Fildişi Sahilleri gibi ülkeler sınır komşularıdır. Fransız sömürgesine uğ-ramış bir ülkedir. Başkenti Ouagadougou’dur. Yerel dili Morece’dir. Burkina Faso “onurlu insanların ül-kesi” anlamına gelmektedir.Nüfusun neredeyse yarısı çocukardan oluşmakta-dır. En az 60-65 yaş üzeri olan kesimdir. Günümüz-de ülkede hâkim olan din İslamiyet olup nüfusun %60’ı bu inanca göre yaşamını sürdürmektedir. Hristiyan dinine inananların oranı %23 düzeyinde-dir. Yerel din ise %15’dir. Fransızca ve Arapça yay-gın konuşulan dillerdir.Burkina’da eğitim durumu farklıdır. İlkokul 6 yıl sür-mektedir. Okullarda kullanılan dil Fransızca’dır. Bu durum ise kendi kabilelerinde sadece yerel dil öğ-renen çocukları okuldan uzak tutmaktadır. Ülkenin genelinde devlet okulu yanı sıra özel okullar ile Ka-tolik Kilisesi’nin yönetiminde olup, bu okullar genel

    olarak ücretsiz eğitim vermektedir. Oradaki sorum-lu bayan tarafından yönetilen Müslümanlara ait özel iki büyük okul bulunmaktadır. Burada Kur’an, din ve diğer ders düzenli bir şekilde görülmektedir. Burkina’da bildiğimizin dışında bir eğitim metodu daha var. Şöyle ki; yetim ya da durumu olmayan aile çocuğunu küçük bir hücreden oluşan medrese-ye yollar. Çocuk hatim yapıncaya kadar hocasıyla kalır. Öğleye kadar dersini verir. Elinde bir kutuyla sokağa çıkar dilenir. Yiyecek toplar, akşama med-reseye döner, yemeğini ortaya koyar ve hep birlikte yerler. 3-4 sene eğitim tamamlana kadar bu şekilde devam eder. Hava şartlarından ve imkânlardan do-layı çoğu okuldaki eğitim yarım gündür.Burkina’daki ağaçların gövdeleri kalın ve geniştir. Afrika’da bir ağaç var ki hiçbir zaman ölmez; bir ta-rafı kuru ise diğer tarafı yapraklıdır. Afrika gibi bir kıtada öyle bir nimet ki insanlara umut simgeliyor. “Her zaman her yerde umut vardır. Sen yeter ki inancını kaybetme” mesajını vermektedir.Güzel bilgiler verdiniz; sizce orada insanların neye ihtiyacı var?Her şeyden önce gerçek bir İslam algısıyla tanış-maya ihtiyacı olan bir ülke. %70’i Müslüman olarak gözükse de İslam Medeniyeti’nden uzak bir yaşam sürülüyor. Görülen o ki Fransa bu toplumu yalnızca maddi olarak sömürmemiş. Umudumuz bu anlam-da maddi yapılan çalışmaların manevi bağ kurabil-mesidir. Maddi olarak su kuyularına ciddi anlamda ihtiyaç var. Hamd olsun kütüphane eğitim konusun-da çocuk ve öğrencilerin büyük bir açığını kapattı. Bunu Afrika’ya gidince daha çok farkına vardım. Bi-zim küçük gördüğümüz şeyleri onlar temiz ve geniş yürekleriyle bize kocaman sunabilir. Hepsiyle birlik-te bizim sevgi ve güvenimize ihtiyaç hissetmekte-dirler.Sevgi ve Güven... Afrika’da, Burkina Faso’da sizi en çok etkileyen neydi?Etkilendiğimiz birçok şey var fakat birkaç şeyin et-kisinden çıkamadım. İlk olarak yaptığımız köy ziya-retlerinde çocukların beyaz gördüklerindeki şaşkın bakışları vardı. Kimisi dokunarak kaçarken kimisi-nin sizin güven ve dokunuşunuza ne kadar ihtiyacı olduğunu gözlerinden okuyabiliyorsunuz. Ama bir Müslüman olarak en çok beni ürküten şey o masum çocukların endişeli bakışlarla size “nassari” (Hıris-tiyan) olarak seslenmeleri oldu. Ne kadar az ken-dimizi Müslüman kardeşimize tanıtmışız ki bizim onun yanında olmak isteğimize inanmakta güçlük çekiyor!İkinci olarak; son gün gittiğimiz su kuyusu açılışın-da oradaki kadınlar tiyatro hazırlamışlar. Anlatmak istedikleri olay su kuyusu başında geçen kavga-lar. Vermek istedikteri mesaj ise; biz bir olup kav-ga etmez ve şükredersek Allah bize daha fazla su kuyusu nasip eder. Zorluk çekmeyiz. Gördük ki

    yaşamlarındaki zorluklara rağmen hayatla barışık kalabilmeyi ve mutlu olmayı seçmişler. Ve bir su ku-yusu açılışında bu yürekli insanların kuvvetli inanç-larına şahit olduk. Birkaç Müslümanın oluşturduk-ları küçük bir derneğe verdikleri isim bizi kendisine hayran bıraktı. “Allah için sürpriz yoktur” Allah her şeyi bilir ve görür. En güzel teslimiyet…Son olarak Rabbime şükürler olsun orada ailesi Hristiyan olan bir kızın, iki yaşlı teyzenin ve kadın ve erkeklerden oluşan bir kabilenin Müslüman olma-sına şahit olduk. Kelime-i şehadetin hayatımdaki önemini ilk defa orada bu kadar çok hissettim. Söz-cüklerin tarif edemediği bir duygu bu şahitlik... Çün-kü neden şehadet getirdiğini bilen bir Müslüman’la karşı karşıkarşıyasın. Hamdolsun.Subhanallah! Birçok kardeşimizin Müslü-man oluşuna şahit olmuşsunuz, sizce onların İslam’a girmesinde en etkili sebep neydi?70 yaşındaki iki teyzemizin bu konudaki cevabı bizi etkilemişti; “cennete girmek için Müslüman olmak istiyoruz” dediler. Müslümanlıktan bahsetmişken oradaki Müslümanların en güzel hasleti namaz ko-nusunda tembel olmamaları ve ezan okunur okun-maz küçük-büyük- yaşlı hepsinin oldukları yerde cemaatle namaza durmasıydı.Onların farklı diller konuştuğundan az önce de bahsetmiştiniz, farklı kıtalarda yaşadığımız Af-rikalı kardeşlerimizle iletişiminiz nasıl gerçek-leşti?Farklı kıtaları, renkleri, dilleri olan insanları birleş-tiren kelam “selam” oldu. Kim olursa olsun selam verdiğmizde karşılığını alabiliyor ve verebiliyor-duk. Bizi Türkiye’den Afrika’ya götüren tek şey “ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAHİ VE BERAKATUHU”dur. Selamla başlayan birliktelik sevgiyle bütünleşti. Gözlerin gözlerle mühürlenme-si, ruhların ruhlarla konuşması Allah’ın bizlere tattır-dığı en büyük nimetlerden bir tanesiydi diyebilirim.Allah razı olsun. Ne güzel cümleler duyduk sizden. Son olarak ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?Öncelikle Rabbime ne kadar teşekkür etsem azdır. Şükürler olsun ki Rabbim Afrika’ya gidebilmeyi na-sip etti. Hayatıma büyük bir tecrübe ve şükür kattı. Afrika bana Peygamber Efendimiz’in dönemini his-settirdi. Her şeyden yoksun bir toplumun var oluş çabalarını az da olsa hissedebiliyorsun. Varlık ve yokluk kavramlarının tam yerini buluyor. İmkânı olan her insanın bir Afrika ziyareti yapması gerek-tiğini düşünüyorum. Karşıdan resim karesine bak-mak ile resim karesinin içinde olmak çok farklı bir duygu. Fıtratları tertemiz olan çocukların algılarının ve ruh dünyalarının Hristiyan zihniyetiyle büyümesi bizi korkutmalı, ürkütmeli!

    Betül Canlı ile Burkina Faso'da açılan Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi üzerine röportaj

    RÖPORTAJ

    22 23

  • 22 Ocak 2016 Cuma günü saat 05:00’da yolculuğumuz başladı. “Bismillah” diyerek çıktık yola; her işin başında dediğimiz gibi. Allahım! Senin adınla, Senin rızanla çı-kılan bu yolu (rıhlemizi) hakkımızda hayırlı eyle! Hayırlı eyle ki, bu yüklendiğimiz vazifemizi hakkıyla yerine ge-tirebilelim, hem şahit olacağımız hem de şahit kılacağı-mız arkadaşlarımız için.6 saat 15 dakikalık bir yolculuktan sonra, hava karlı ve soğuk olarak bindiğimiz uçaktan, sıcak ülkeye inişle ayrılıyoruz. Havaalanında problem yaşıyoruz, dil prob-lemi çıkıyor karşımıza. Bir zaman aradan sonra bizi karşılayacak hocamız bir arkadaşımızı gönderiyor ve işlemler gerçekleşince çıkabiliyoruz havaalanından. O kapıdan çıkışımızla her şeyiyle farklı bir ülkeye adım atmış olduk.Arabaya binip kalacağımız yere hareket ettiğimizde, meraklı gözlerle dışarıyı gözlemliyoruz. Vakit akşa-müstü… Mesai bitmiş herkes evine dönüyor. Arabala-ra ayrılan yol gibi, bisiklet ve motora ayrılmış yol var. Birden yoğun bir trafik yaşıyoruz. Araba trafiğinin yanı sıra bisiklet ve motor trafiğine de şahit oluyoruz.Uçağımızın kar sebebiyle rötarlı gitmesinden dolayı bir haftalık programımız beş güne sıkıştırılmış olarak karşımıza çıkıyor. Programı hazırlayan hocamız bize yapacaklarımızı sırayla anlatıyor. Bütün yorgunluğa rağmen heyecanlı uyur-uyanık bir vakit geçiriyoruz. İlk ezan sesiyle kalkıyoruz saat dört-te. Aradan yarım saat geçiyor tekrar ezan okunuyor. Hoparlörden ezan sesini duyuyoruz. Saat beş gibi oku-nan ezan bizi şaşırtıyor. Belli aralıklarla üç kez okun-muştu ezan. Bunun sebebini sorduğumda, burada her mezhebin ezan sesinin farklı olduğunu öğrendim. Onun için her biri farklı vakitte ezan okuyup, namaz kılıyormuş.İlk gün… Fasopa denilen yerde kermesteyiz. Burası Esat Coşan Hocanın Türkiye uzantılı bir derneği. Bu-raya hizmet için gelinmiş yerel derneklerle çalışmalar da yapıyor. Esma Akbay’ın meslek edindirme projesi için gittiği Burkino Faso’da ortaklaşa çalıştığı yerel der-neklerden biriyle kermesi vardı. Burkinalı hanımların örgülerinin, diktiği ürünlerin hem sunulduğu hem de satıldığı kermes. Ürünleri inceliyoruz, hepsi samimi bir şekilde karşılıyor bizi masasında. Ortaya çıkarmış olduğu ürünün verdiği hazla. Çünkü sömürülmüş bir devlet. Bir şey öğrenilme fırsatı tanınmamış onlara, hep alınmış veren olmamış. Götürülen hizmetler onları mutlu ediyor. Bu maddi olarak değil, önemsendikleri, değer verildiklerini hissettiriyor onlara.Fildişi’nden misafirler geliyor, bizlere 5 günlük prog-

    ramda eşlik edecek. Hocamızın Fildişi’ne gittiğinde ortaklaşa çalıştığı dernek görevlisi ve elemanlardan 6 kişi. Kermes devam ederken biz ayrılıyoruz oradan, su kuyusu açılışı için gideceğimiz köye.Asfalttan toprak yola giriyoruz. Yol toprak etrafta ağaç-lar var. Ağaçların şekli bizi hayrete düşürüyor. Ağaç kurumuş ama küçük bir tarafından yaprak vererek ye-şillenmiş. Bu manzaraya şahit oluyoruz yol boyunca. Rabbimin rahmeti ve büyüklüğü karşısında ümidin her zaman olacağını anlıyoruz. İlk gittiğimiz köyde köylüler tarafından karşılanıyoruz. Kendi dilleri ile söyledikleri karşılama nağmeleriyle karşılıyorlar bizleri. Kimisi-nin yüzünde tebessüm, kimisinde şaşkınlık görüyo-ruz. Ama hepsinin gözlerinin içi gülüyor. Gidiyoruz su kuyusunun başına. Açılışı yapılmadan önce dualar okunuyor. Sohbet veriliyor gelen hocalar tarafından. Amaç orada sadece su ihtiyacını karşılamak değil, vücudun susuzluğunu giderirken gönlün su ihtiyacını karşılamak. Fildişi’nden gelen hoca muhtar anlatıyor onlara: “Kardeşlerimiz binlerce kilometre uzaklıktan Türkiye’den geldi. Birçok gönüllü insan karşılık bek-lemeden sadece Allah rızası için açtırdı bu kuyuları. Sizler bunu emanet bilerek kullanın. Güzel kulanın ki kuyunun ömrü artsın ve birçok kişi faydalanabilsin.” Bu sözleri söylerken yardım karşısındaki hassasiyetlerini de öğreniyoruz. Oradan ayrılmadan 70 yaşlarında iki teyzenin müslüman olmak istediklerini öğreniyoruz. Köylerde Müslümanlarla Hıristiyanlar birlikte yaşıyor. Bir aileden Müslüman olanı da var Hıristiyan olanı da. Su kuyusu yanında yapılmış mesaide giriyoruz. Şeha-det getiriliyor o iki teyze tekrar ediyor. Rabbim bize bu şahadeti şahit kılıyor. Onlara neden müslüman olmak istedikleri sorulduğunda “cenneti kazanmanın en kolay yolu” diye cevap alıyoruz. Çünkü burası yokluk ülkesi, imkânları ellerinden alınmışlığın ülkesi. Biz bunu gidip gördüğümüzde anlıyoruz, hissedebiliyoruz. Televizyon ekranlarından görünse de bizzat görmek daha etkili oluyor bizim için. Rabbim gidenlerin sayısını arttırsın daha çok kişi şahit olsun. “Bir bahçenin tüm meyveleri toplanmaz ama topladığımız kadarı bize yeter” sözün-de olduğu gibi gücümüz ne kadarını yapmaya yeterse o kadarından sorumluyuz. Rabbim sonuca bakmaz, sürece bakar sözü gayemiz olsun. Oradan ikinci kuyu açılışına gitmek üzere ayrıldık. Gittiğimizde bizi bekliyorlardı. O köy bir kabileye ait. Önce yaşlı eski kabile reisi konuştu. Sözlerinin so-nunda dökülen şu cümleler bizi etkiledi: “Allah’ı kimse şaşırtamaz, Allah için sürpriz yoktur. Çünkü Allah her şeyi bilir” sözü Afrika insanından bizim öğreneceğimiz şeylerin olduğunu gösteriyor. Evet, açılan su kuyuları

    BURKİNA FASO’DANİZLENİMLER

    bu insanları şaşırtsa da Allah (cc) bundan haberdar. Bizleri vesile kıldı. Yeni kabile reisinin takkesindeki ha-çından Hıristiyan olduğunu anlıyoruz. Konuşmasında söylediği gibi bu su kuyularından sadece müslüman-lar yararlanmıyor. Kuyu etrafında hangi inançtan insan varsa kullanıyor suyu. Rabbimin rahman isminin tecel-lisiyle müslüman olsun, olmasın bütün kullarına rahmet etmesi gibi.Bir günü arkada bırakıyoruz. Ertesi gün kütüphane açı-lışı ve yapacağımız ziyaretlerin heyecanıyla dönüyoruz eve.Ertesi gün bir saatlik olan mesafede olan kütüphane-nin açılacağı Vahigoya şehrine gidiyoruz. Açılması-na vesile olduğumuz “Selam Kütüphanesi” büyük bir alanın içinde yer alıyor. Bir kompleks gibi. İçinde okul, mescid, sağlık ocağı ve bir de su kuyusu olan etrafı çevrili bir alan. O gün Pazar; çocuklar okul kıyafetleriyle hazırlanıp gelmiş bizi karşılamak üzere. Alanın kapısından girdi-ğimizde büyük bir coşkuyla ilahiler söylemeye başlıyor çocuklar bizi karşılarken. Törenin başlama saatini bek-lerken alanı geziyoruz. Yetkililerin ve köy halkının gel-mesiyle açılış başlıyor. Yapımına vesile olduğumuz Se-lam Kütüphanesi tam karşımızda. Bulunduğu bölgede ilk kütüphane... Buradan sadece okul yararlanmaya-cak, şehir halkı ve dışarıdan gelecek olanlarda yararla-nabilecek. Bizlerin duası Selam Kütüphanesi’nin Afrika kıtasında insanlığa ışık kaynağı olması oldu. Rabbi Se-lam Kütüphanesi’nden yararlanacak olanların sayısını arttırsın, ilim yuvası kılsın. İlim tahsil edenlerin sayısı arttıkça Afrika’nın ayağa kalkması çabuklaşır ve kolay-laşır inşallah.Okul aile birliği başkanı kütüphanenin örümcek bağla-maması için yaptığı konuşmada emanete sahip çıka-caklarına dair söz aldı toplanan insanlardan. Dualarla kesilen kurdeleyle açıldı kütüphane kapısı. Büyük bir heyecanla oldu kütüphaneye girişimiz, attığımız her adımda Rabbimize şükrettik. Kitapları inceliyoruz. İslami bilgileri içeren hem Arapça hem de Fransızca kitaplar mevcut kütüphanede. Fransızca mealli Kur’an projesiyle bastırılan Kuranlar da yerini alacak raflarda. Türkiye ile Burkina Faso arasında gönül köprüsü kur-masına vesile olan Selam Kütüphanesi’yle vedalaşıyo-ruz, bir daha gelmek temennisiyle…Ziyaretlerimize İHH’nın yaptırdığı yetimhaneyle devam ediyoruz. Bu yetimhane imam-hatip (fıkıh, siyer, akaid dersleri) orta öğretim lise eğitimi veren 70 kız barındıran bir yer. Mescitte buluşuyoruz yavrularımızla. Gözlerin-de masumiyet görüyoruz. Çekimser davranıyorlar, ilk gördüklerinde bizi. Ne zaman ki aralarına girdik, arada-ki görünmez duvarı kaldırdılar. Teni beyaz olan birisine dokunmak isteğiyle dokundular bize. Dilimiz farklı olsa da gönül köprüleri kurmaya çalıştık onlarla. Elleriyle

    kalp işareti yapmayı öğrettiğimizde her biri yapma-ya çalıştı bizlere göstermek için.Her biri yetim ve öksüz olsa da, onlar gibi olan Resullullah’ın hayatını öğreniyorlar-dı burada. Yetim ve öksüz olan Peygamber Efendimizi insanlara kurtarıcı olarak gönder-di. Allah bu kızlarımızı da Afrika için kurtarıcı olarak görevlendirecek inşallah. Her biri Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatma gibi Müslümanlara aydınlık olacak inşallah.Yetimhaneyi gezerken bizleri üzen manzarayla karşılaştık. Yatakhanelerinde yırtılmış, eski ve ince süngerleri olan küçük ranzalar vardı. Sün-gerler araba koltuğuna benzer derilerle kaplan-mış. Kimisinin derileri yırtılmış haldeydi. Bu man-zarayı görünce, bizlerin bir çözüm yoluna gitmemiz gerektiğini konuştuk. Bizler nasıl rahat yatabilecektik rahat yataklarımızda. Rabbim yolumuzu açsın ve biz-lere imkân versin, bizler de bu sıkıntıları gidermeye çalışalım.Bizleri bırakmak istemeseler de, onlarla vedalaşarak ayrıldık hastane ziyaretini gerçekleştirmek için. Has-tane bizim sağlık ocağı gibi ama içi donanımlı değil. Malzeme yok denecek kadar az. O şartlarda muaye-ne ediliyor ya da ameliyat oluyorlar. Ulaştırılmak için verilen yardım paralarını dağıtıyoruz hastalara ve ay-rılıyoruz. Ev ziyaretlerinde gördüğümüz manzaralara şahit oluyoruz. Ev dediğimiz toprak tuğlalarla yapılmış tek bölmeden oluşan küçük bir oda. Orada oturuyorlar, yatıyorlar ve yemek yiyorlar. Gittiğimiz ev ziyaretlerinin sadece birinde akşam yemeğinin piştiğini gördük. Dı-şarı ateş yakılmış üstünde bir tencere pişen yemek, diğer evlerde yemek alametine dair hiçbir şey yoktu. Bazı köylerde elektrik dahi yoktu. Yapılan para yar-dımlarına mahcubiyetle el uzatıyorlar, gönülleri tok kar-deşlerimiz yaşanan açlığa rağmen. Onlar olmadığı için hesaba çekilmezken, bizler varlığın ve verememenin karşısında hesaba çekileceğiz. Kimin hesabı büyük bu durumda…Zaman su gibi akıp geçti ömrümüz gibi. Son nefese kadar yazılan “Hayat kitabımıza” yeni sayfalar ekledik hesaba çekileceğimiz. Rabbim hesabını verebilecek hayat yaşamayı nasip etsin. Şahit olduklarımız karşı-sında hissemize düşeni yapmayı nasip etsin bizlere. Selam ve Dua ile...

    Hatice YENİPAZAR

    24 25

  • ÇOCUK İÇİN KUTSAL DEĞERLER

    Mesela, dini merasimler, kutla-malar, çocukların da iştiraki sağlanarak onların dini hayata ha-zırlanmaları kolaylaştırılmış olur. Bu dönemin sonunda da sistemli örgün eğitime geçiş sağlandığında duyduklarını ve gördüklerini pe-kiştirmesi çok daha kolaydır. Dini eğitimin amacı devamlı vurgula-dığımız üzere, hayırlı bir nesil inşa etmektir. Bunun ilk şartı da tabiî ki insanın kendini tanımasıdır. Yu-nus Emre’nin dizelere döktüğü gibi:İlim ilim bilmektir, İlim kendin bil-mektir. Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır. Kişinin kendini bil-mesi de çevresindeki olayları doğru algılamasıyla oluşur ve şekillenir. Şimdi çevrenizde kutsal değerlere saygı duyulmuyorsa, sizin saygın bir din anlayışına sahip olmanız, taklidi olacak ve içi boş olacaktır. Bunun için kutsal değerlerin bilin-mesi ve öğretilmesi önemlidir. Yani dini eğitim için ön bir basamaktır. Çünkü kutsal değerlerin bilinmesi imanı güçlendirecek ve anlamlan-dıracaktır. Mehmet Akif’in istiklal marşımızda dediği gibi:Garbın afakını sarmışsa çelik zırh-lı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.Halk arasında meşhur bir söz var-dır, hepimizin bildiği ve zaman za-

    man da kullandığı, “Allah’tan kork-mayandan korkacaksın” şeklinde. Allah’tan korkmak, korku merkezli değil sevgi merkezlidir; sevgiyi pekiştiren de saygıdır. İşte kutsal değerlere saygı da burada başlar ve insan huzuru ve mutluluğudur. Böyle ortamlarda huzur hâkimdir, vatan ve millet kurtuluşa ermenin ve hürriyete kavuşmanın mutlulu-ğunu daha kolay anlar.Kutsalların etrafında kenetlenen bir ailede yetişen çocuk, dini değer-lerini çok daha kolay içselleştirir ve idrak eder. Onun için aile olarak neyi kutsal saydığımız önemlidir. Vatan, bayrak bilinciyle yetişen erkek çocuk, asker olmayı ibadet, şehid olmayı şeref sayar. Örtüsünü bayrak gibi kutsal gören kız, örtü-sünü neden başında taşıdığını an-lar ve bunun kadına nasıl bir onur yüklediğini fark eder. Çocuklarımıza fiziksel yönleri-ni kuvvetlendirmeyi öğrettiğimiz gibi, manevi yönlerini de kuvvet-lendirmeleri gerektiğini öğretmeli-yiz. Fiziksel olarak insan vücudu % 65 oksijen, %18 karbon, % 10 hid-rojen, % 3 azot, % 1,5 kalsiyum, % 1 fosfordan oluşur ve çok düşük oran-larda başka elementlerin varlığı da söz konusudur; potasyum, sülfür, sodyum, klor, magnezyum, demir,

    iyot… Maddi fiziksel bedenimizin ihtiyaçları bunlar. Toprak kökenli insan, toprak kökenli bu maddelere maddi olarak ihtiyaç duyar ve biz-ler de bunları karşılamak için her türlü çabayı harcarız. Aman çocu-ğumuz şunu yesin, şu maddesi ek-sik kalmasın, aman bunu yesin, şu madde eksikliğinden şöyle olur gibi kaygılarla maddi ihtiyaçlarımızın giderilmesi için olmadık zorlukla-rın üstesinden geliriz. Bu maddi yapıya ihtiyaç duyan toprak köken-li insanın, insan olması için ruhu-nun da doyurulması, ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir. İşte onun için kutsal değerleri olmalı, inanma ihtiyacı tatmin edilmeli, manası kavratılmalıdır. Hz. Musa, doğup büyüdüğü Medyen’den Mısır’a yol-culuğu sırasında, bir kış gecesi yo-lunu kaybettiğinde uzakta bir ateş gördü. Kendilerine yol gösterecek birilerini bulmak, ateşten fayda-lanmak için almak üzere, ateşin yanına vardığında şöyle seslendi: “Ey Musa, şüphe yok ki, Ben senin Rabbinim, hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın.” (Ta-ha Suresi, 9-12 ayetler). Bu ayetlerden de anlıyo-ruz ki, Rabbimiz, insanın, kutsal karşısında özel bir tavır takınması gerektiğini bildiriyor.

    Kutsal değerler, dini kültürün ayrılmaz bir parçası ve tamamlayıcısıdır. Kutsal değerlere saygı duyulan bir ortamda çocuk, biçimsel olarak din eği-timi görmemiş olsa da, geleceği için temiz bir bilinçle yetişmiş olacaktır.

    Kutsal kavramı, değer kavramını da beraberinde getirmektedir. Kut-salın özünde var olan değer kavra-mı bunu zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda insanın kutsala yönelişi, kutsal arayışı da fıtratının gereği-dir. Kutsal, kaynağını inançtan ve imandan almaktadır. Temeli iman olan kutsalda, en kutsal varlık ise Allah’tır. Esma’ül Hüsna’da var olan el- Kuddüs ifadesi, tüm varlıkların kutsallığı, Allah kutsalının yansı-masıdır. Dinin kutsallığı da Allah’ı temsil etmesindendir. Dinde var olan melekler, kitaplar, peygamber-ler, ibadetler, Kâbe, tüm kutsallığını Allah ile olan bağdan almaktadır. İnsan da Rabbiyle arasındaki bağı kuvvetlendirmek, hayvanî olmak-tan çıkmak için kutsal değerlerine sahip çıkmalıdır, zaten bu sahipli-lik, insanı hayvandan ayıran temel bir özelliktir diyebiliriz. Kutsala yabancılaşmak, kendine yaban-cılaşmaktır. Çocuklarımızı da bu birleştirici ve dönüştürücü etkiye sahip kutsal değerler etrafında ye-tiştirmeliyiz. Kutsalın sağladığı bir-leştirici ve dönüştürücü yönünü en çok Ramazan ayında görmekteyiz. Oruç tutan ya da tutmayanda bir dönüşüm ve bir birliktelik vardır. Ramazandaki manevi atmosfer, inanan ve inanmayan herkesi ku-şatmaktadır. Tabi herkes nasibine göre hisse almaktadır. Uhud sava-şında yaşanan bir sahne, kutsalın dönüştürme gücünü göstermesi bakımından dikkat çekici olduğu için nakletmek istiyorum. “Bir kişi Uhud savaşı günü Resülullah’a (sav); Ya Resülullah! Eğer ölürsem nereye gideceğimi bana söyler mi-sin? deyince. Hz. Peygamber (sav); Cennet’e, buyurmuştur. Bunun üze-rine o kişi elindeki yemekte olduğu hurmaları hemen atarak savaşa girmiş ve şehid oluncaya kadar çar-pışmıştır.” (Müslim)Bu olayda da görüldüğü gibi öl-mek kutsallaşınca, hayata bakış da anında değişmektedir. Kutsalın

    bütünleştirici gücü milletimizin verdiği bekâ mücadeleleriyle ken-dini gösterirken, birleştirici gücü de zengin fakir, işçi patron, me-mur amir, bir safta birleştirerek gündelik işlerden arınıp aynı safta toplayan namazla nasıl yekvücut olduğumuzun kanıtıdır. Bunlar, kutsala verilen değerler etrafında kenetlenmenin insanı insan yaptı-ğının, taze ve diri tuttuğunun deli-lidir. Mesela, kızımıza, annelik kut-sallığını anlatıp, geleceğin annesi olarak yetiştirmeliyiz. Fatih olmak önemli bir şeydir, ama Fatih yetiş-tiren anne olmak daha önemlidir. Oğlunuzu Fatih yürekli yetiştirdi-niz, kızınızı da Fatih yürekli evlat-lar yetiştiren anne olma şuuruyla yetiştirmelisiniz. İşte o zaman aya-ğının altında Cennetle gezen biri olacaktır.Beşiği sallanan, dünyayı salladı…Takvimler 1432’yi gösteriyordu. Edirne Sarayı’nda doğan şehzade-nin beşiğinin başında baba II. Mu-rad Han, manevi izini sürdüğü Hacı Bayram-ı Veli’den fetih için dua isti-yordu. Veli; “Sultanım, İstanbul’un fethini siz de ben göremeyeceğiz ama bu beşikteki şehzade ve bir de bizim Köse, görecek” diyordu. “Bizim Köse” dediği, İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin haz-retleriydi. Bu müjdeyi alan Hüma Hatun, vereceği eğitimin evladının ilerideki adımlarını şekillendire-ceğinin farkındaydı. Fatih Sultan’ı emzirmeye başlarken Yâsin Suresi-ni okur, beşiğini tekbir ve kelime-i tevhid ile sallar, “ben senin beşi-ğini kelime-i tevhidle sallıyorum, sen de Bizans’ı sallayasın” diyerek, bebeğine dualar ederdi.Kutsal kabul edilen inanç ve de-ğerlere saygı, toplumsal hayatın huzur ve bütünlüğü açısından çok önemlidir. İnsanı insan yapan boyu posu, endamı kilosu değil, fıtratıyla kendisine hediye edil-miş değerlerini koruması ve onla-

    ra sahip çıkmasıdır. Zaten maddi yapısının asıl yaradılış amacı da fıtratındaki cevherleri ortaya çı-karmasıdır. Bu işin ilk ustalarıysa elbette anne babalardır. Çocukla-rının fıtratını okuyan ve emanete sahip çıkan ebeveynler, insanlık makamını korumuş olmakla be-raber, sorumluluğunu da yerine getirmiş demektir. Görevini kötüye kullanmayanların mükâfatı elbette büyüktür. Gerçek âlemde kendi-sinden şikâyet eden değil, şefaatçi olan evlatlar, yüzünü güldürecek, ebedi hayatını kurtarma vesilesi olacaktır. Dinimizce kutsal sayılan mekânların da bilinmesi önemli-dir. Mesela Kâbe gibi... Kâbe kadar kutsal olmasa da dinimizde değerli olan camilerimiz gibi. Oğlumuza bu mekânların önemi ve değeri anla-tılmalı, imkân dâhilinde ziyaretler yapılmalıdır. Bu, çocuğun dünya-sında dine karşı saygı ve yücelik duygusunu geliştirecektir. Aynı şekilde günler içinde Cuma günü-nün, bayram ve arafe günlerinin de değeri üzerinde durulmalıdır. Özellikle bayramın, insana kazan-dırdığı çok şey vardır. Ramazan ayı tutulan oruçlardan sonra kutlanan b