HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİ VE TÜRK MİLLİ Ğİ...

111
T. C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİ VE TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN PROF. DR. MUAMMER C. MUŞTA HAZIRLAYAN ÜMİT SAVAŞ TAŞKESEN KONYA 2006

Transcript of HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİ VE TÜRK MİLLİ Ğİ...

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI

SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİ VE

TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. MUAMMER C. MUŞTA

HAZIRLAYAN

ÜMİT SAVAŞ TAŞKESEN

KONYA 2006

ÖNSÖZ

Kültür ve medeniyet havzalarını değiştiren toplumlarda yapılan değişikliğin

toplumun tüm kesimlerine ulaşması ve kabul ettirilebilmesi için eğitim en önemli araç

olarak görülmüştür. Özellikle Aydınlanma Çağından günümüze eğitimden beklentiler

gittikçe artmaktadır. Eğitim insan kültür ve bilgi birikiminin, her ne kadar son dönemde

işlevi azalıyor gibi görünse de, eğitimciler tarafından diğer bireylere aktarılması ile birlikte

gerçekleşen kültürlenme biçimidir.

Bu kültür aktarımını biçimlendiren milli eğitim sistemi ve o toplumun varoluş

felsefesi olmuştur. Bir toplumun varoluş felsefesinin toplumun diğer fertlerine

aktarılmasında eğitim alanında çalışan ve görev yapanların hayatı ve dünyayı nasıl

tanımladıkları, gerçekleştirmeyi düşündükleri ideallerin neler olduğu ve bunların hangi

araçlarla nasıl gerçekleştirilebileceği yolundaki düşünceleri de belirleyici olmuştur,

olacaktır.

Biz de bu çalışmamızda Osmanlı geleneğinden koparak yeni bir sistem ve yeni bir

dünya algısı ile inşa edilen Türkiye Cumhuriyetinin, Cumhuriyet tarihi boyunca görev

yapmış milli eğitim bakanları arasında en uzun süre bu görevi yapan ve Cumhuriyet Eğitim

tarihine damgasını vuran Hasan Ali Yücel’in Eğitim Felsefesini ve Türk Milli Eğitimine

Katkılarının hangi alanlarda olduğunu araştırdık.

Çalışmamız başlıca beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde bizi bu

araştırmaya yönlendiren temel problem ve alt problemler, araştırmanın önemi ve

sınırlılıkları üzerinde durulmuştur.

Birinci bölümde Hasan Ali Yücel’in hayatı üzerinde durulmuş, hayatının belli başlı

dönüm noktaları incelenerek eğitim düşüncesinin hangi aşamalardan geçerek olgunlaştığı,

milli eğitim bakanı olmadan hangi görevlerde bulunduğu, bakanlık sonrası çalışmaları ve

eserleri anlatılmıştır.

İkinci bölümde Hasan Ali Yücel’in kişiliğinin oluşma ve yetişme çağları olan

II.Meşrutiyet döneminde etkilendiği eğitim düşünürleri üzerinde durulmuştur. O dönemde

yapılan fikri tartışma ve araştırmalar sonrasında Cumhuriyet eğitimine de yön vermiştir.

Çalışmamızın üçüncü bölümünde Hasan Ali Yücel’in eğitim düşüncesini oluşturan

temel kavramlar, onun eğitim, öğrenci ve öğretmenden beklentileri üzerinde durulmuş,

Türk milli eğitimine olan katkıları yedi başlık altında incelenmiştir.

Çalışmamızın son kısmı Sonuç ve öneriler bölümünden oluşmaktadır.

Hasan Ali Yücel hakkında bu tezi aldıktan sonraki düşüncelerim ile bu tezi almadan

önceki düşüncelerim arasında büyük bir fark oluşmuştur. Beni böylesine güzel bir konuyu

çalışmam için yönlendiren danışmanım Prof.Dr.Muammer C. MUŞTA’ başta olmak üzere

yetişmemde emeği olan öğretmenlerime, tez yazımı ve okumalarım sırasında her türlü

yardımı sağlayan aileme ve bulamadığım kaynaklara ulaşmamı sağlayan arkadaşlarıma

candan teşekkür ederim.

Ümit Savaş TAŞKESEN

Konya-2006

KISALTMALAR Age. Adı geçen eser

Agy. Adı geçen yazı

Ank. Ankara

Ans. Ansiklopedi, Ansiklopedisi

bk. Bakınız

Bk. Bakınız

bs. Baskı, basım

C. Cilt

C.D.T.A. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi

Çev. Çeviren, çevirmen

Dr. Doktor

hzl. Hazırlayan, hazırlayanlar

İst. İstanbul

Prof. Profesör

s. Sayfa

S. Sayı

SÜ Selçuk Üniversitesi

TDK Türk Dil Kurumu

T.G.T.A. Tanzimattan Günümüze Türkiye Ansiklopedisi

Yay. Yayın, Yayınları, Yayın evi

YKY Yapı Kredi Yayınları

GİRİŞ

Bu bölümde, araştırmamızın konusunu oluşturan problem durumu açıklanmış,

araştırmanın ana konusu ve alt konuları, araştırmanın amacı ve önemi belirtilmiş,

araştırmada geçen kavramların tanımına yer verilmiştir.

1.1.Problem Durumu

İnsanların çevreleriyle doğrudan etkileşimde bulunarak elde ettikleri bilgi ve

becerileri diğer insanlara aktarma çabaları eğitim faaliyetlerinin başlangıcı olarak kabul

edilirse, eğitimin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.

İnsan, diğer canlılardan farklı olarak biyolojik özelliklerinin yanında ruhsal

özelliklere de sahip bir canlıdır. İnsan dışında kalan canlılarda hayat biyolojik bir aktarım

ile sürer. İnsan dışındaki canlıların yaşaması için gerekli olan “yaşam bilgisi” genetik

olarak yeni türlere aktarılır. İnsan dışındaki bu canlıların ömrü boyunca kullanacağı bu

‘yaşam bilgisi’ iç güdüsel bir davranış şeklinde türden türe değişmeden aktarılır.

İnsan öğrenme potansiyelini içinde barındırarak doğar. İnsanın, yaşamını

sürdürebilmesi için gerekli olan yaşam bilgisi sonradan edinilir. İnsan anne babasından

devraldığı bu birikime süreç içerisinde kendi tecrübelerini de katarak birikimini arttırır,

geliştirir. Günümüzden yüzyıl öncesinde yaşayan insanlar ile şu an yaşayan insanlar

arasındaki tutum, algı, düşünme ve yaşam biçimi arasındaki farklılığın sebeplerinden birisi

de budur.

İnsan davranışlarını belirleyen bu kültür aktarımına tarihin her döneminde önem

verilmiştir. Her devletin gerçekleştirmeyi istediği bir ideal, bir alem tasavvuru vardır. Bu

tasavvurun, yani temel paradigmanın, devletin örgütlenme biçiminden günlük yaşama

uzanan çizgide belirleyici bir niteliği vardır. Devletler varoluş amaçlarını gerçekleştirecek

insan tipolojisinin gerektirmiş olduğu nitelikleri belirleyerek bunları vatandaşlarına,

özellikle yeni nesillere aktarmak istemişlerdir.

Eğitimin kurumsal ve ideolojik bir ‘yeniden üretim aracı’ olarak işlevselliğini

artırması 17. yy sonlarından itibaren önem kazanmıştır. Özellikle Aydınlanma Çağı ve

Fıransız ihtilalinden sonra modern ulus devletlerin ortaya çıkıp yaygınlık kazanması ile

birlikte eğitimden beklentiler önemli ölçüde farklılaşmıştır.

18 yy’dan itibaren Osmanlı devleti de savaş alanlarındaki yenilgileri ve toprak

kaybını önlemek için modernleşme çabalarına hız vermiş askeri alanda yapılan

modernleşme çabaları eğitim kurumlarının modernleşmesi ile başlamıştır.

Kurtuluş Savaşı sonlarında kurulmuş olan Cumhuriyetimiz, mirasçısı olduğu

Osmanlı İmparatorluğundan, temel paradigma olarak ayrılmış ve farklılıklar göstermiştir.

Bu paradigma ve sistem değişikliği bir çok yeniliği beraberinde getirmiştir. Hem

Cumhuriyet sisteminin gerektirdiği vatandaş özelliklerinin ve oluşturulmaya çalışılan yeni

paradigma uyarınca milletimize anlatılması, aktarılması ve kazandırılması hem de hem de

ülkenin kalkınması için büyük bir güç olarak görülen eğitime büyük önem verilmiştir.

Bundan dolayı eğitim alanında yapılan uygulamalar geleceğe etkide bulunmuş yön

vermiştir.

Milli eğitim sistemi incelendiği zaman temel şablon ve paradigma olarak

Cumhuriyetin bu ilk yirmi yılında eğitim sistemine kazandırılan form, bir kısım

değişikliklere uğramış olsa da karakteristik özellikleri aynı kalmıştır.

Hasan Ali Yücel gerek bakan olmadan önceki çalışmaları ve yazıları gerekse bakan

olduktan sonraki uygulamaları ile Türk Milli Eğitim düşüncesine büyük katkıda bulunmuş,

sistemin temel karakteristiklerinin belirlenmesinde ve yerleştirilmesinde etkili olmuştur.

Cumhuriyet sisteminin gerektirdiği vatandaş özelliklerini belirleyici ve aktarıcı olan

eğitim politikaları üzerinde büyük etkinliği olan Hasan Ali Yücel’in eğitimci yönü

araştırılmayı bekleyen bir konudur. Yapılan çalışmalarda Hasan Ali Yücel’in eğitimci

yönü ön plana çıkarılmamış, daha çok politik yönü, o da dolaylı bir biçimde Köy

Enstitüleriyle ilişkilendirilerek ön plana çıkarılmıştır.

Hasan Ali Yücel’in adına yapılan toplantılarda dahi sunulan tebliğlerde Yücel’in

kişiliği ve eğitimci yönü değil Köy Enstitülerinin kuruluş amaçları, nasıl kurulduğu,

enstitülere yapılan eleştiriler ağırlıklı olarak işlenmiş, Yücel’in eğitimci yönü gölgede

kalmıştır.

1.2.Problem Cümlesi

Araştırmamızın ana konusu Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi ve O’nun Türk

Milli eğitimine katkıları teşkil etmektedir.

1.3.Araştırmanın Alt Konuları

1. Hasan Ali Yücel’in aldığı eğitim formasyonu

2. Hasan Ali Yücel’in yetiştiği dönemde eğitimdeki temel paradigmalar

3. Hasan Ali Yücel’in sistematik bir eğitim felsefesi var mıdır?

4. Hasan Ali Yücel’in eğitim anlayışına yön veren temel felsefe nedir?

5. Hasan Ali Yücel’in eğitimden beklentileri nelerdir?

6. Hasan Ali Yücel’in öğretmenden beklentileri nelerdir?

7. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Teşkilatına yönelik yaptığı

çalışmalar nelerdir?

8. Hasan Ali Yücel’in ilköğretime yönelik yaptığı çalışmalar nelerdir?

9. Hasan Ali Yücel’in ortaöğretime yönelik yaptığı çalışmalar nelerdir?

10. Hasan Ali Yücel’in mesleki eğitim konusundaki çalışmaları nelerdir?

11. Hasan Ali Yücel’in Yükseköğretim konusundaki çalışmaları

nelerdir?

12. Hasan Ali Yücel’in bakanlık sonrası milli eğitime katkıları nelerdir?

13. Hasan Ali Yücel’in kültür politikası nedir?

1.4.Araştırmanın Amacı

Bu araştırmada Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi, eğitim düşüncesi ve Türk milli

eğitimine katkısının hangi alanlarda olduğu incelenerek ortaya konulması

amaçlanmaktadır.

1.5.Araştırmanın Önemi

Cumhuriyet dönemi eğitimine damgasını vurmuş olan Hasan Ali Yücel’in eğitim

felsefesi ve düşüncesini temellendiren kavramların bilinmesi Cumhuriyetin ilk

dönemlerindeki eğitim çalışmalarının hangi aşamalardan geçtiğini, Cumhuriyet devrinde

yetiştirilmek istenilen neslin hangi niteliklere ve hangi paradigmaya göre yetiştirilmek

istendiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.

1.6.Sınırlılıklar

Bu araştırma Hasan Ali Yücel’in kendi eserleri ve hakkında yazılmış olan

eserlerden araştırmacının ulaşabildikleri ile sınırlandırılmıştır.

I. BÖLÜM

Hasan Ali Yücelin Hayatı ve Eserleri

I. 1. H.Ali Yücelin Çocukluğu

Hasan Ali Yücel 1897 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Ali Rıza Bey, annesi

Neyire Hanımdır. Yücel’in anne ve babası 1894 yılında evlenirler. Babası Ali Rıza Bey

İstanbul Telgrafhanesinde müfettiş olarak görev yapmaktadır. Yücel, ekonomik olarak iyi

şartlara sahip bir aile ortamında büyür.

Yücel’in annesi ile iyi bir iletişimi varken babası ile ilişkileri ise dönemin temel

karakteristiği olan otoriter bir ilişki biçiminden dolayı mesafelidir. “Ödün vermez bir

dindar olan Ali Rıza Bey, ahlak konusunda en ufak bir hoşgörüyü kabul edemeyecek

derecede dürüst ve çalışkan bir insandır.”(Çıkar, 1997: s.16) Aynı zamanda bir Mevlevi

dervişi olan Ali Rıza Bey dergâhlarda neyzenlik yaparken dini ve dindışı eserler de

bestelemiştir.

Hasan Ali Yücel ilk çocukluk yıllarında Mevlevi kültürünün dini kuralların ve

geleneklerin sürekli etkin olduğu bir sosyal çevre içinde yetişir.”(Çıkar,1997: s.18) Aile

Yenikapı Mevlevihanesini sık sık ziyaret eder. Yücel buradan oldukça fazla etkilenir.

Müzik duyarlılığı Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmet Celaleddin Dede Efendinin

sayesinde gelişir ve yerleşir. Mevlevihanedeki atmosferi sevmiş ve etkilenmiştir. (Yücel,

1990: s.48) Yücel bazı zamanlar anneannesine “şarkı söyler, Kur’an ve mevlid” de okur.

I.2. H.Ali Yücelin Eğitim Yılları

Yücel, dört yaşındayken ilk olarak Laleli’deki Yolgeçen Mektebine başlar. Buradaki

ilk hocası Yolgeçen Sıbyan Mektebi’nin Hocası olan İsmail Efendi’dir. Bu okulda yazı

yazmak bir zorunluluk olmamasına rağmen Yücel kendi gayreti ve lalasının yardımıyla

yazıyı öğrenir. Öğrendiklerini de evdeki hizmetçilere ve evlatlıklara öğretir. Öğretmenliğe

ilk olarak bu dönemde başlar.(Yücel, 1990: s.169-172)

Yücel ve ailesi, beş altı yaşlarında kişiliğinin belirginleşmesi ve şekillenmesinde

büyük etkisi olan Gümüşsuyu’na taşınır. O, ‘İlk hürriyet duygusuna’ burada erdiğini

belirtir. Yücel’in babası Ali Rıza Bey’in Gümüşsuyu’na taşınmasındaki temel sebeplerden

birisi de Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Celaleddin Dede Efendi’ye yakın olma

isteğidir. Celaleddin Dede Efendi Hasan Ali’yi sık sık yanına çağırıp ona yazı yazdırır,

okutur, hikaye söyler ve tekrarlatır.(Yücel, 1990: s.61)

Bu iklim Hasan Ali’nin düşünce yapısının oluşumunu ve ruhsal gelişimini

etkilemiştir.(Çıkar, 1997: s.23) Yücel, Yenikapı Mevlevihanesi’nde “hürriyet” ve “İttihat

ve Terakki” kelimelerini ilk kez duymuştur. “Artık ben ‘hürriyet’in ne olduğunu

anlamıştım. […]sıra anlatmaya gelmişti. Önüme gelene ne olduğumuzu, hürriyetin ne

manaya geldiğini açıklamaya başladım. İttihat ve Terakki’ye sevgim, o günden

başlar”(Yücel, 1990. s.143)

I.2.a.Mekteb-i Osmani

Gümüşsuyu’na taşındıktan sonra Topkapı’daki Taş Mektebe yazılan Yücel, 1906

yılında Mekteb-i Osmani’ye gönderilir. İlk kez bu okulda tahta, harita ve sıralar ile

donatılmış bir sınıf ile karşılaşır. Yücel, Müzik, Coğrafya ve Fransızca derslerini çok sever

ve bu derslerde oldukça başarılı olur(Yücel, 1990: s.93-94). 1911 yılında Mekteb-i

Osmani’yi Aliyyülala bir derece ile bitirir. Okumak bir tutku halinde Yücel’in benliğine

işlemiştir.

Beyazıt’taki sahaflardan aldığı kitapları babasından gizli bir şekilde okur. O

sıralarda Victor Hugo’nun “Doksan Üç İhtilali” ve Abdülhak Hamid’in “Eşber”i gibi

oldukça ciddi eserleri okumaya başlamıştır.(Oğuzkan, 1987: s.624) Mekteb-i Osmanî’de

ezberlediği ve sokakta duyduğu hürriyet şiirleri, şarkı ve marşları Yücel’in belleğinde derin

izler bırakır.(Çıkar, 1997: s.27)

I.2.b.Vefa İdadisi

Hasan Ali Yücel Mekteb-i Osmani’den sonra Vefa İdadisine gider. Bu okul

sıralarında ‘Mektebli’ dergisinin açtığı bir yarışmaya Balkan Savaşlarının onun üzerinde

yarattığı etkiyi dile getiren “İntikam Olsun” adlı bir yazısı ile katılır. Yazı 17 Ekim 1913

yılında yayınlanır(Çıkar, 1997: s.29). Yücel, Vefa idadisinin son sınıfındayken patlak

veren I.Dünya Savaşı nedeniyle askere alınır ve eğitimine ara vermek zorunda kalır. Önce

asteğmen, sonra teğmen olarak toplam üç buçuk yıl askerlik yapar. 2 Aralık 1918 yılında

terhis olur.(Unat, 1961: s.292)

I.2.c.Darülfünun

Hasan Ali Yücel I.Dünya savaşı sona erdikten sonra o dönemde eğitimini yarıda

bırakmış olan öğrencilere verilen haktan faydalanarak Darülfunünda Hukuk Fakültesine

kaydolur. Bir yandan gündüzleri öğrenimini sürdürürken bir yandan da akşamları Ferid

Tek’in ‘İfham gazetesi’nde çalışmaya başlar. Hukuk fakültesindeki öğrenciliği ders anlatım

metodu yüzünden tartıştığı Prof. Celaleddin Arif Bey yüzünden kısa sürer ve buradan

ayrılarak Darülmuallimin-i Aliyenin Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne kaydolur(Yücel,

1998b: s.145). Yücel’in haksızlıklar karşısında susmayan karakter yapısı onun eğitim

hayatına atılmasına vesile olur.

I.2.d.Darülmuallimin-i Aliye

Yücel’in kayıt yaptırdığı Darülmuallim-i Aliyenin binası o dönemde

Cağaloğlu’ndadır. Bu okulda Yücel’in asker arkadaşlarının da arasında bulunduğu kırk

öğrenci okumaktadır. Okul binasının bulunduğu yerde zamanının birçok şair ve yazarının

eserlerine yer veren ve Hasan Ali Yücel’in de ilk şiirlerini yayınladığı Dergah dergisini

basan ‘Tanin matbaası’ bulunmaktadır.

Bu dönemde, Hasan Ali; Y.Kemal, A.Hamdi Tanpınar gibi şairlerle ‘İkbal

Kıraathanesi'ne gidip gelmeye başlar, İstiklal Savaşı'nın zor günleri yaşanmaktadır.

Ortalıkta İnönü Savaşlarına ilişkin haberler vardır. Hasan Ali, gazetesinde özellikle bu

savaşlara ilişkin haberler verir; bunları söz konuşu kıraathaneye de ulaştırarak dostlarını

bilgilendirir. (Çıkar, 1997: s.37)

I.2.e.Türk Ocağı

Yücel bu dönemde gazete muhabirliğinin yanında işgallere karşı düzenlenen milli

protesto hareketlerinin de aktif katılımcıları arasında yer alır. Bunların ilki ve en büyüğü

23 Mayıs 1919'da düzenlenen ‘Sultanahmet Mitinglerine’ katılır. (Yücel, 1998f: s.33) Türk

ocağının müdavimlerindendir. O dönemde Türk Ocağında bir yandan dil ve tarih

araştırmaları yapılırken bir yandan da Türkçü düşünceleri işleyen piyes ve konferanslar

verilmektedir. Türk ocağı onun ve onun kuşağı için bir mektep görevi görmüştür. “orada

öyle meseleler öyle bir ortam içinde tartışılırdı ki… kalabalıkta konuşmayı orada

öğrendim diyebilirim” diyen Yücel, Türk ocağı için yıllar sonra “benim neslime Türklük

şuuru aşılayanlara minnettarım” der(Yücel, 1998e: s.208). Ona göre “Türk ocağı bir

mektepti. Milliyet, edeb ve medeniyet mektebi…”(Yücel,1998b: s.681-686)

II.Meşrutiyet döneminde üniversite gençliğinin çoğunun toplandığı Türk ocağında

Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin

Yurdakul, Hüseyin Cahit Yalçın, Akil Muhtar Özden, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ziya

Gökalp gibi dünürler buluşmuş ve çalışmıştır. (Çavdar, 1985: s.834)

Yücel bir yandan Türk ocağına giderken bir yandan da kendisini Edebiyat

Fakültesi çevresinde oluşan düşünce tartışmaları içinde bulur. Mustafa Şekip (Tunç),

İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) ve Mehmet Emin (Erişirgil)'in H.Bergson merkezli denebilecek

tartışmalarını izler. Bu tartışmalarda sık sık A.Schopenhauer, J.Stuart Mili, H.Spencer,

WJames gibi düşünürlerin fikirleri de ele alınmaktadır.

Hasan-Âli, bu ve benzeri düşünürlerin fikirlerini kendi eserlerinden okuyamamanın

sıkıntısını duyar. Daha sonra bakanlığı dönemindeki tercüme ve dil konusundaki

çalışmalarında öğrenciliği sırasında karşılaştığı sıkıntıların etkileri olduğunu Ahmet Hamdi

Tanpınar dile getirir. (Tanpınar: s.7)

Yücel Darülfünunda öğrenciliği sırasındaki hocalarından, Anadolu’daki Kurtuluş

savaşını Akşam gazetesindeki yazılarıyla destekleyen Necmeddin Sadak’a hayranlık duyar

ve saygı besler. Öyle ki Yücel’i gazetelerde yazı yazma konusunda yönlendiren ve Akşam

gazetesinde politika, eğitim, kültür, edebiyat ve felsefe konularında ‘Pazartesi

Konuşmaları’ adı altında yazılar yazdıran Necmeddin Sadak olmuştur. (Yücel, 1990:

s.185-189)

Yücel 1921 yılında “Ruh ve Beden” üzerine yaptığı 30 sayfalık bir çalışma ile

Darülmuallimin-i Aliye’deki öğrenimini üstün bir başarı ile bitirir.

I.3. H.Ali Yücelin Öğretmenlik Yerleri-Yılları

Hasan Ali Yücel okulunu bitirdikten sonra politik etkinliklerinden dolayı,

Anadolu’daki Kurtuluş Savaşını desteklediği için, bir süre görev alamaz.(Yücel, 1998f:

s.34) Onu yakından tanıyan hocalarının yardımıyla Edebiyat fakültesinde inzibat

memurluğuna atanır. Bu sırada talimgâh karargâhından arkadaşı olan Necati Tansel’in kız

kardeşi Refika Hanım ile evlenir.

I.3.a.İzmir

Evlendikten kısa bir süre sonra Yücel İzmir Erkek Muallim Mektebi’ne Türkçe ve

Edebiyat öğretmeni olarak atanır. Yunan işgalinden henüz kurtulmuş olan İzmir’de zor

şartlar altında 19 Aralık 1922 yılında öğretmenlik görevine başlar.(Unat, 1961: s.293)

Yücel İzmir’de Muallimler Birliği ve Türk Ocağının kurucuları arasında yer alır.

(Çıkar.1997: s. 46)

Armond Cuvilelier’in “A.B.C. de Psycholgoie” adlı kitabını çevirerek “Ruhiyat

Elifbası” adı ile ilk kez İzmir’de öğretmen olduğu sıralarda yayınlar. W.James, Bergson,

P.Janet ve Ribot gibi çağın ünlü ruhbilimcilerinin düşünce ve görüşlerini kapsayan bu eser

1930 yılında Ruhiyat Alfabesi adıyla yeniden basılmıştır.(Oğuzkan, 1987: s.624)

“Hasan Ali Darülfünun yıllarında kendi uğraşı alanının ders kitaplarındaki açığı

tespit etmiş ve ilk önce bu gereksinimi karşılamıştır.” (Çıkar, 1997: s.50) Yücel

öğretmenlik yaptığı dönemde ‘Felsefe Elibası’, ‘Suri ve Tatbiki Mantık’ ve Hıfzı Tevfik

[Gönensay] ve Hamamizade İhsan [Hamami] ile birlikte yazdığı ‘Türk Edebiyatı

Numuneleri’ adlı kitaplarını yayınlar. O, daha sonraki yıllarda da üstlendiği her görevden

sonra tecrübelerini ve izlenimlerini bir kitap halinde yayınlamayı prensip haline getirmiştir.

Ortaöğretim genel müdürü iken “Türkiye’de Ortaöğretim”, Fransa’da Müfettiş iken

“Fransa’da Kültür İşleri” adlı eserleri de buna örnek olarak verilebilir.

Hasan Ali Yücel, Mustafa Kemal Atatürk ile de ilk defa İzmir yıllarında karşılaşır.

Halk ile yapılan bir toplantı sırasında Mustafa Kemal’e “mekteplerin yanında fosil haline

gelmiş medreselerin daha yaşatılıp yaşatılmayacağını” sorarak onun dikkatini çeker.

Mustafa Kemal Atatürk, daha sonra 1934 yılında yaptığı yurt gezisine katılan Yücel’e bu

konuşmayı hatırlatır. (Yücel, 1938: s.44-45) Yücel 1923 yılının sonlarına doğru İzmir’den

ayrılarak İstanbul’a geri döner. Ancak, İzmir’de bulunduğu dönem Hasan Ali’nin

kişiliğinin büyük ölçüde biçimlendirmiştir.

I.3.b.İstanbul

Hasan Ali Yücel İstanbul’a döndükten iki ay sonra önce Kuleli Askeri Lisesinde

edebiyat öğretmenliği yapar ve bir süre sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne felsefe öğretmeni

olarak tayin edilir. Bu görevinin yanında Galatasaray Lisesi’nde Türkçe dersleri ve

İstanbul Erkek Lisesinde edebiyat dersleri vermeye başlar. Hasan Ali Yücel’in öğretmenlik

hayatı 1927 yılında sona erer.

I.4. H.Ali Yücelin Müfettişlik Yılları

Yücel, 1927 yılından itibaren, 1946 yılında kendisinin yerine Milli Eğitim

Bakanlığı’na getirilmiş olan, Reşat Şemseddin Sirer ile birlikte Mıntıka Müfettişleri olarak

İstanbul Maarif Eminliği’ne atanır. Her ikisi de stajlarını Salih Zeki Buluğ ve Behçet

Güçer’in yanında yaparlar(Unat, 1961: s.294).

Müfettişlik yıllarında Yücel yoğunluğunu dil ve yazı konularına verir. 1928 yılında

Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim-Doksan Beşe Doğru” (Kültür Bakanlığı, 1998) adlı şiir

kitabını Latin harfleriyle yayınlar. Harf inkılâbından sonra yayınlanan ilk kitaplardan birisi

olması dolayısıyla da bu kitap önemlidir.

Yücel bu kitabın girişine ‘Yeni Hayat’ adlı şiirini ekler. Bu şiiri ile birlikte Yücel

bünyesinde taşıdığı Osmanlı-Cumhuriyet ikiliğinden sıyrılarak kesin tercihini belirlemiştir.

Atatürk’ten de ilk iltifatı “Yeni Hayat” şiiri üzerine işitir. (Yücel, 1998c: s.171)

Tanpınar’a göre Yücel kendi içinde ‘Osmanlı-Cumhuriyet ikiliğini’ yaşamıştır.

1928 yılında yayınladığı ‘Tarihi Kadim’ ile bu ikilikten kurtulma çaresi aradığını gösterir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yücel’in bu dönemi üzerine şunları yazar “Yüksek

Muallimden sonraki karşılaşmalarımızda onu hep bu meseleler içinde gördüm. Hayatının

üslubu değişmemiş, fakat ufku genişlemişti. İçinde yaşadığı ikilik kendisine daha azablı

olmuştu. 1928’de Fikret’in Tarih-i Kadimini neşretmesi bu ikilikten kurtulma çareleri

aradığını gösterir. Bu neşrin oldukça mütenakız mukaddemesi bu devirdeki halet-i

ruhiyesini gösterir.” (Tanpınar, s.7.)

I.4.a.Fransa Yılları

Yücel, 1930 yılında eğitim teşkilatını, kanun ve yönetmelikleri incelemek üzere

dönemin Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Talay tarafından Fransa’ya gönderilir. Bu

Hasan Ali Yücel’in Batı uygarlığı ile doğrudan doğruya ilk defa karşılaşmasıdır. Bir

yandan görevini yerine getirirken bir yandan da Fransızcasını geliştirir. Opera, konser ve

tiyatro gibi kültürel etkinliklere büyük ilgi gösterir. “1930 yılının sonunda geniş kapsamlı

incelemelerle, edindiği bilgilerle ve özellikle gelecekteki projeler için yeni düşüncelerle

dolu olarak ülkesine döner.”(Çıkar,1997: s.53)

Hasan Ali Yücel,(1936) Fransa’dan dönüşünde çalışmalarını ve incelemelerini önce

bir rapor halinde düzenler. Daha sonraki yıllarda bu raporu genişleterek Fransız eğitim

sistemini kapsamlı bir şekilde ortaya koyan “Fransa’da Kültür İşleri” adlı kitapta yayınlar.

I.4.b.Mustafa Kemal İle Gezi

Hasan Ali Yücel Fransa’dan döndükten sonra ülke çapında bir denetleme gezisi

başlatan Mustafa Kemal ile yolları kesişir. Denetleme gezisi sırasında her bakanlık

Mustafa Kemal’e danışmanlık yapacak ve yönergeler çerçevesinde araştırmalar yapacak

bir müfettiş görevlendirir. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu görevi o sıralarda 33 yaşında olan

Hasan Ali Yücel’e verir.(Unat, 1961: s.294) “Görevlilerden oluşan heyet Ankara

istasyonunda toplandığında, Mustafa Kemal, İzmir’deki toplantıda sorduğu soruyla

dikkatini çeken Hasan Ali’yi hemen tanır ve ona bu ilk karşılaşmalarını hatırladığını

belirtir.” (Çıkar,1997: s.55)

Bu gezilerin ilk durağı olan Kayseri’de Mustafa Kemal derse katılıp dinlemek üzere

şehrin lisesine götürülür. Felsefe dersi yapılmakta olan bir sınıfa girer. Yazarı Hasan Ali

Yücel olan felsefe kitabını inceler. Kitaptaki ve dersteki Arapça deyimler pek hoşuna

gitmez.

Yücel’e kitapta anlaşılması hatta söylenmesi güç terimler gördüğünü, bunların

Türkçelerini bulmayı düşünüp düşünmediğini sorar. Yücel buna şu şekilde cevap verir.

“Düşündüm. Hatta ufak tecrübeler de yaptım. Fakat bu gibi değişmelerin fertler tarafından

yapılmasını mahzurlu gördüm. Herkes kendine göre bir ıstılah bulup kullanırsa, ifadede

beraberlik olmaz ve kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için bir heyet veya cemiyet kurulmalı

ve ilim ıstılahları burada tespit olunmalı fikrindeyim” der. (Yücel, 1947: s.3)

Hasan Ali Yücel, henüz Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmadan önce bu cevabı ile

cemiyetin fikir temellerinin atılmasına katkıda bulunur. Pazartesi konuşmalarında da Yücel

böyle bir cemiyetin gerekliliği üzerine yazılar yazmıştır. (Yücel, 1998d: s.87-88)

I.5. H.Ali Yücelin Türk Dili Tetkik Cemiyeti Görevi

Türk Dili Tetkik Cemiyeti Mustafa Kemal’in denetleme gezilerinden bir yıl sonra

Türkçe’nin sorunlarıyla uğraşmak ve dil inkılâbını sağlam temeller üzerine oturtmak

amacıyla 1932 yılında kurulur. Cemiyetin reisi Samih Rıfat, umumi katibi Ruşen Eşref

Ünaydın üyeleri de Celal Sahir Erozan ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. (Levend,

1972: s.408-409)

Cemiyetin kurulmasından sonra ilk dil kurultayı yapılır. Kurultay sonunda Yücel

Etimoloji Kolu başkanlığına getirilir. Yücel bu görevde oldukça verimli çalışmalarda

bulunur. Karşılık aranan 1382 Arapça ve Farsça kelime liste liste gazetelerde ve radyolarda

yayınlanır. Gelen karşılıklardan 640 tanesi kabul edilir.(Levend 1972: s.416-417)

Dil konusu Hasan Ali Yücel’in her zaman en önemli uğraşlarından birisi olmuştur.

Bu konularda gözü kapalı düşüncelerden de uzak durmuştur. Yücel, Türk dilinin “taş ve

maden devrinde, kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan eski ve büyük

kültür dili” olduğunu göstermek amacıyla öne sürülen ve Mustafa Kemal’in de ısrarla

üzerinde durduğu Güneş Dil Teorisine dil sorununun çözümüne uygun bulmadığı için

katılmaktan kaçınmıştır.

Bu konuda Yücel şunları yazar “Güneş Dil Teorisi, yukarda, bazı arkadaşlarımla

beraber taraftar olmadığımızı söylediğim, zamanda ve mekanda hudutsuzluk prensibinin

dil hareketini bir çıkmaza sokmasından doğmuştu. Bu teoriyle hatta Arapçada yürümek

manasına gelen meşiy, garp dillerinde yaygın olarak kullanılan elektrik kelimeleri bile

Türkçe oluveriyordu. Dil muammasını çözmek için marazi bir hal yolu olan bu çalışmalar

ve uğraşmalar, ancak tarihimizin bir devrini açıklamaya yarıyacaktır. O kadar…” (Yücel,

1998b: s.388)

Yücel 1930’lu yıllarda yoğun olarak dil, sanat, edebiyat, felsefe ve ilim üzerine

yazılar yazar. Bu dönemde kaleme aldığı yazılar, düşünceler ileride bakan olduğu

dönemdeki uygulamalarına kaynaklık edecek niteliktedir. Bu yazılar daha sonra Pazartesi

Konuşmaları adı altında kitaplaşır. Bu bir bakıma bakanlığa hazırlık dönemi olarak

geçirilen bir dönemdir. O yıllar sıkıntıları, yapılması gerekenleri birinci elden yaşayarak

inceleyen, düşünen ve çözüm önerileri üretilen bir dönem olmuştur.

Yücel 1932 yılında ‘Mevlana’nın Rubaileri’, ‘Goethe, Bir Dehanın Romanı’ ve

‘Türk Edebiyatına Toplu bir Bakış’ adlı eserlerini yayınlar. Goethe incelemelerini

Fransa’da kaldığı yıllarda Fransızca literatürden okuyan Yücel, “Goethe’nin hayatın her

cephesine temas eden bir zeka…” oluşunu sevmiştir.(Baydar, 1955: s.6) Bu çalışma Goethe

üzerine Türkçe’de yapılan ilk çalışmadır. Ve Yücel bu çalışmasından dolayı Goethe

madalyasıyla ödüllendirilir.(Çıkar, 1997, s.62)

I.6. H.Ali Yücelin Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü

Hasan Ali Yücel 1932 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğüne atanır. 6 Kasım

1932 ile 2 Nisan 1933 yılları arasında bu görevini sürdürür.(Unat, 1961: s.296) Gazi

Eğitim Enstitüsü o dönemde batıdaki benzerleri örnek alınarak kurulan ve öğretim kadrosu

Avrupa’da Amerika’da okumuş kişilerden oluşturulan bir kurumdur.

Yücel ile daha sonraki yıllarda bir arada çalışacağı İsmail Hakkı Tonguç’un yolları

burada kesişir. Yücel bu görev sırasında 1917-1933 yılları arasında yazdığı şiirlerini

‘Dönen Ses’ adı altında birleştirerek kitaplaştırır. (Yücel, 1933) Bu şiirleriyle, çocuk

edebiyatına katkıda bulunmuş şairlerden birisi olarak kabul edilir.(Özkırımlı, 1982: s.331)

Yücel’in Dönen Ses’teki “bu şiirleri onun kendi kişiliğinde inançlarını reforme

ettiğini ve Osmanlı geleneğinden bağlarını kopararak Kemalizm’in laiklik ilkesine sıkı

sıkıya bağlı olduğunu açıkça gösterir.” (Çıkar,1997. s.65)

I.7. H.Ali Yücelin Ortaöğretim Genel Müdürlüğü

Hasan Ali Yücel 1933 yılının sonlarında Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel

Müdürlüğüne atanır. Bu görevi politikaya atılacağı 1935 yılına kadar sürdürür. Bu

dönemde üniversite eğitimine bir basamak oluşturduğunu düşündüğü lisede reform

yapmayı planlar. 1938 yılına kadar üzerinde çalıştığı ‘Türkiye’de Ortaöğretim’ isimli

kitabı da bunun bir göstergesidir. Bu çalışma Yücel’in bakanlığı dönemindeki reformların

ön çalışması olarak kabul edilebilir. 1933 Yılının sonlarından 1935 yılına kadar sürdürdüğü

bu görevden milletvekili olmak istemesiyle ayrılır.

I.8. H.Ali Yücelin Politik Hayatının Başlaması

Hasan Ali Yücel babasının karşı çıkmasına rağmen 1934 yılında Cumhuriyet Halk

Partisine bir dilekçe vererek milletvekili adayı olarak gösterilmek için başvurur. 1 Mart

1935 yılında İzmir Milletvekili olarak meclise girer. Kısa bir sürede partinin genel idare

kuruluna seçilir.(Unat, 1961: s.296)

Vekilliğinin yanı sıra gazete yazılarına da devam eden Yücel’in 1935-1937 yılları

arasında yayınladığı yazıların ağırlıklı konusu kültür ve eğitimdir. Bu yazılarının

toplandığı ‘Pazartesi Konuşmaları’ kitabındaki yazılara ve bakanlık dönemindeki

uygulamalara bakıldığı zaman Hasan Ali Yücel’in bu dönemi bakan olduğu zaman

yapacaklarını planlama dönemi olarak geçirdiği söylenebilir.

Bu yazılarında ağırlıklı olarak dil, çeviri, köy eğitmenliği, klasik kültür ve sanat

üzerine görüşlerini açıklar, temellendirir. Özellikler ‘Kitap ve Devlet’ yazısı bir anlamda

ilk kez gerçekleştirdiği ‘I.Neşriyat Kongresi’nin programı niteliğindedir.(Yücel, 1998d:

s.109-111). 1935-1937 yıllarında yazdığı yazılar, onun kültür ve eğitim konusundaki

sorunları yoğun bir şekilde ele alarak tartıştığını ve kendisini Milli Eğitim bakanlığına

hazırladığını açıkça ortaya koyar. Yücel bu yazılarında:

1. Konuşma dili ve yazma ikiliğinin kaldırılması gerektiğine

2. Büyük eserlerin çevirilerine gerek duyulduğuna

3. Köy eğitmeni projesine değinerek, bunun asla normal bir ilk tahsille karşılaştırılmamasına, her ikisinin ayrı ayrı teşkilatlandırılması, geliştirilmesi ve ilerletilmesi gerektiğine

4. Öğrencinin '' fikri yetişmeleri'' açısından, klasik kültürün önemine

5. Devletin sanatçılara önem verdiğine, fakat henüz bir teşkilat kurulmadığına dikkat çeker.

Hasan Ali Yücel fikri olarak yoğunlaştığı bu konuların çözüm makamı olan milli

eğitim teşkilatının her kademesinde görev yaparak bakanlık makamına kendini

hazırlamıştır.

I.9.H.Ali Yücelin Milli Eğitim Bakanlığı

Hasan-Âli Yücel, 28 Aralık 1938'de, 41 yaşındayken başbakan Celal Bayar (1883-

1986)'ın kurduğu kabineden Saffet Arıkan’ın istifa etmesi üzerine İsmet İnönü’nün isteği

üzerine Maarif Vekilliğine atanır. (Sakaoğlu,1993: s.87)

Yücel bakan olduktan sonra eğitim, öğretim ve kültür atılımları yapmadan önce

çeşitli kongreler tertiplemiş, bakanlığı döneminde yapılan çalışmaları bu kongrelerde

alınan kararlar çerçevesinde düzenlemiştir.

Yücel’in uygulamaları bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğu zaman

çalışmalarının iki ana yönde ilerlediği görülmektedir. Bunlardan birincisi kendisinden önce

başlatılmış çalışmaları geliştirerek devam ettirmesi ikincisi ise yeni atılımlar için belli bir

program takip edilmesidir.(Sönmez, 2000: s.44)

Yücel, bu görüşe uygun olarak eğitim ve öğretimin her alanında reform yapmayı

amaçlar. Onun hedeflediği böyle bir esaslı girişim için şartlar müsaittir. Mesleğin ve milli

eğitim teşkilatının içinden gelen, görev yaptığı yerlerde bu konular üzerine kafa yoran

Yücel hızla reformlara ve çalışmalara başlar.

Yücel, bakanlık görevine başlar başlamaz kendinden önce vekil olan ve teknik

alandaki ve kırsal kesimdeki öğretim işlerinde reform girişimlerinde bulunmuş olan Saffet

Arıkan (1888-947)'ın bıraktığı yerden işe başlar. Fakat Yücel, öğretim sistemi anlayışında

meslektaşlarından farklı bir görüşe sahiptir. Yücel, eğitim öğretim işlerinin gerek

teşkilatlanma gerekse program olsun bir bütün halinde yürütülmesi gerektiğine inanır.

İlköğretim meselesinin çözümü ve Mesleki Teknik Öğretimin geliştirilmesini temel

politika olarak ele alır ancak sadece bu konular ile ilgilenmez. Şura’lar toplayıp kongreler

düzenler ve Ders kitaplarından Güzel sanatlara, merkez teşkilatının yapılandırılmasından

Üniversiteler Kanununa kadar geniş bir alanda yoğun bir çalışma temposu yürütür.

I.9.a.H.Ali Yücel ve Neşriyat Kongreleri

Yücelin bakanlık dönemindeki ilk icraatlarından birisi I.Neşriyat kongresinin

düzenlenmesidir. Bu kongrede ele alınan konular O’nun daha sonra yapacağı çalışmaların

bir programı niteliğinde olmuştur. Ancak, programda belirlenen konular aslında Hasan Ali

Yücel’in bakan olmadan önce yazdığı “Kitap ve Devlet” makalesinde ele alınan konular

olduğu görülmektedir. Bu da Hasan Ali Yücel’in bakan olmadan önce yapılması gereken

konular üzerinde kafa yorduğunu, bakanlığa hazırlıksız olarak oturmadığını

göstermektedir.

Neşriyat kongresi sadece bakanlığın ilgilendiği yayın işleriyle değil bir bütün olarak

kültür ve fikir hayatının ilgilendiren her çeşit yayın faaliyetlerinin temas ettiği konuları

incelemek üzere danışma amaçlı olarak toplanmıştır(Yücel, 1993: s.3). Yücel, Neşriyat

Kongresini açarken sonraki yıllarda izleyeceği politikanın izlerini ve gerekçelerini verir.

Buna göre Yeni Türk harfleriyle okuyan nesil artık yüksekokul seviyesine gelmiştir.

Onların sadece ders kitapları içinde tutulmaması gerekir.

Neşriyat kongresi programında yer alan konular genel olarak şunlardan

oluşmaktadır: Başta klasikler olmak üzere Türkçeye tercüme edilecek eserlerin en

önemlilerinin tespit edilerek bunların yayınlanması için ilgili kişi ve kurumlar arasında

işbirliğinin yapılması, orta öğretim çağındaki gençler için yazdırılması veya tercümesi

gereken eserlerin tespiti ile bunların neşri için bir program hazırlanması, çocuk edebiyatı

kütüphanesinin oluşturulması, yazma ve basma eski kitaplarımızdan yeniden yayınlanmaya

değer olanların tespiti, ansiklopedi ve sözlük çalışmaları için gereken hazırlıklar, telif ve

tercüme çalışmalarını artıracak ödüllerin belirlenmesi ve bunun nasıl verileceği, özel

yayınevlerine devlet desteğinin daha verimli ve faydalı olması için hangi kriterlere göre

yapılacağı, okumayı teşvik ve yayınları tanıtmak için yapılacak çalışmalar, matbaaların

teknolojisinin artırılması gibi konular ele alınmıştır. (Yücel,1993: s.56).

Yücel Birinci Neşriyat Kongresinden sonra gerçekleştirilen Milli Eğitim Şurasında

“Neşriyat Kongresinde alınan kararların mevcut imkânlar nispetinde ve azami bir dikkatle

uygulamayı borç biliyoruz” der(Yücel,1993: s.25).

I.9.b.H.Ali Yücelin Ansiklopedi ve Dergiler Konusundaki Çalışmaları

Milli eğitim teşkilatının tam bir teşkilat niteliğinde olmadığını düşünen Yücel, bunu

gidermek, bakanlık ile öğretmenler arasındaki iletişimi ve milli eğitim teşkilatının tam bir

uyum içerisinde çalışmasını sağlamak için “İlk Öğretim” ve “ Tebliğler” dergisinin

yayınlanmasına başlanılır. “İlk Öğretim” dergisinin amacı yalnızca bakanlık yönergelerinin

bildirildiği tek yönlü bir iletişim aracı olmak değil aynı zamanda öğretmenlerin düşünce ve

görüşlerini dile getirmelerine fırsat sağlamaktır. (Yücel, 1993: s.1)

Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde Neşriyat kongresinde alınan kararlar

çerçevesince “İlköğretim” “Tebliğler”, “Teknik Öğretim”, “Tercüme”, “Tarih Vesikaları”,

“Kadın-Ev”, ve “Köy Enstitüleri”, “Güzel Sanatlar” dergileri yayınlanmaya başlar.

(Tuncor, 1976: s.25)

Birinci Türk Neşriyat Kongresinde ansiklopedik yayınların önemi belirtilmiş ve

devletin bu alanda öncülük yapması kararına varılmıştır. Kongrenin ardından Milli Eğitim

Bakanlığı İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayınlanan “Encyclopedie de I’Islam”ın

tercümesini kararlaştırır. Yayımlanmasına Hasan Ali Yücel zamanında başlanan bu eser

1988 yılında tamamlanır. Hasan Ali Yücel İslam Ansiklopedisinin yayını konusunda

beklemediği tepkiler de alır.

Batılıların müsteşrikler vasıtasıyla doğunun bilimini, sanatını, dilini düşüncesini

incelettiklerini ve bunu bir ansiklopedi şeklinde yayınlattıklarını, bu yayınların içinde bir

çok saptırma ve yanlışlıkların olduğunu belirten Yücel “Yakın dostum ve arkadaşım”

diyerek andığı Fuat Köprülü’nün uluslararası kongrelere katılarak bu yanlışlıkları dile

getirip, bu konulara dünyanın dikkatini çektiğini, bu çalışmaların Fuat Köprülü’ye ayrı ve

haklı bir ün kazandırdığını söyler. Ancak O, “düşündüm ki, bir Fuat Köprülünün değil, yüz

Fuat köprülünün ömrü bu yanlışlıkların düzeltilmesine yetmeyecektir ”diyerek zaman

yitirilmeden İslam Ansiklopedisinin yanlışlıklar da düzeltilerek Türkçeye çevrilmesine

karar verir.

Yücel, Adnan Adıvar başkanlığında geniş bir kurul oluşturarak İslam

ansiklopedisinin yayınına başlayınca “en başta Fuat Köprülü” olmak üzere kendisiyle

“selam sabahın kesildiğini” belirtir. Yücel buna sebep olarak “çünkü ben onların gözünde

şöhret… kaynaklarını kurutmuştum.” der. (Coşturoğlu, 1992: s.12)

Yücel’in bakanlığı döneminde milli bir ansiklopedinin yayınlanması gereğinden

hareketle 1943 yılında, İlk resmi ansiklopedi olan ve adı daha sonra Türk Ansiklopedisi

olarak değiştirilen “İnönü Ansiklopedisinin” ilk ciltleri “Larousse du Vingtieme Siecle”

ansiklopedisi model alınarak yayınlanmaya başlar.(Yücel, 1993: s.75)

I.9.c.H.Ali Yücel ve Milli Eğitim Şuraları

Eğitim konularında ilk olarak ulusal daha sonra uluslar arası çapta şura

düzenlenmesi fikrini ortaya atan Ziya Gökalp’tir.(Akyüz, 1997: s.272) Gökalp’in bu

düşüncesi daha önce hayata geçirilmeye çalışılmışsa da bir niyet olarak kalmış uygulamaya

geçirilememiştir. Ziya Gökalp’in eğitim konularındaki bu düşüncelerini uygulamaya

geçirme fırsatı Hasan Ali Yücel döneminde gerçekleşmiştir.

Günümüze değin çeşitli aralıklarla sürmekte olan Milli Eğitim Şuralarının ilki

Hasan Ali Yücel tarafından 17 Temmuz 1939'da da bilim adamları, eğitimciler, yazarlar ve

sanatçıların katıldığı, milli eğitim sisteminin ilkelerini ve okul programlarını belirlemek

amacıyla toplanır. Yücel bu toplantıyı açış konuşmasında “Kanaatimce bütün maarif

teşkilatı tam ve mükemmel bir uzviyet olabilmek için her uzvun birbiriyle alakalı, birbiriyle

münasebetli bir surette işlemleri lazımdır. Ben maarifimizde ahenk meselesini ana

davalarımızdan biri belliyorum.” (Yücel,1993: s.19) diyerek Milli eğitim bakanlığının tam

bir teşkilat hüviyetinde olmadığını tespit ederek bu yönde çalışmalar yapacağının

işaretlerini verir.

Şura’da, İlköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve mesleki öğretim konularında

hazırlanmış olan taslak danışma kurullarına sunulur. Burada ele alınan konuların en

önemlilerinden birisi kırsal kesimdeki öğretmen ve okul ihtiyacının karşılanamamasıdır.

İlk, orta, yüksek ve mesleki eğitime yönelik önemli kararların alındığı Şura’da

planlama konusuna özel bir önem verilmiştir. Milli eğitim teşkilatının bir sistem karakteri

taşıması için ilk, orta, yüksek ve mesleki ve teknik öğretim alanlarında öğretmen

yetiştirme, okullaşma, okul kapasiteleri, verimlilik, öğretmene huzur sağlama, yüksek

öğretimde aynı amaçlı okullar arasında birlik sağlanması kararı alınmıştır. Bütün yüksek

öğretim kurumlarının milli eğitim bakanlığına bağlanması ve bir Yüksek Öğretim Yasası

çıkarılması kararlaştırılmıştır.(Özalp, Ataünal: s.117-119)

Daha çok bir planlama kararları şeklinde belirginleşen Birinci Milli Eğitim

Şurasında alınan kararlardan sonra bu kararlar gereğince önemli kültür ve eğitim

kuruluşları açılmaya başlamıştır.

15-21 Şubat 1943 yılında ikincisi düzenlenen milli eğitim şurasının gündeminde ise

Okullarda ahlak eğitiminin geliştirilmesi, bütün öğretim kurumlarında ana dili çalışmaları

veriminin arttırılması ve Türklük eğitiminde tarih öğretiminin metot ve vasıtalar

bakımından incelenmesi yer almıştır.

İkinci milli Eğitim Şurası sonunda Ahlak Komisyonu Raporu, Anadili Komisyonu

Raporu, Anadili Komisyonu Terim Raporu, Program ve Tarih Komisyonu raporu

yayımlanmıştır.(Zelyut, 1985: s.678)

I.9.d.H.Ali Yücelin Klasikler ve Tercüme Bürosu Çalışmaları

Hasan Ali Yücel’in gerçekleştirmeyi düşündüğü Türk Hümanizması içerisinde doğu

ve batı klasiklerinin çevrilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Birinci Neşriyat kongresinde de

ele alınan klasiklerin çevrilmesi meselesinin çözümü için bakanlık bünyesinde bir Tercüme

Bürosu kurulur. Bunun amacı tercüme işinin devlet dışında gelişmesine bir başlangıç

olması içindir. Hasan Ali Yücel, Birinci Neşriyat Kongresi'nde dünyayı, özellikle batıyı

tanımak zorunluluğunun altını çizmiş, "bu zorunluluk, bizi geniş bir tercüme seferberliğine

davet ediyor" demiştir.

“Maarif Vekilliği'ni tercüme işleri ile ciddi biçimde meşgul olması, bu hareketin

devlet kadrosu dışında gelişmesine bir başlangıç olması içindir. Bir asırdır, nice eserleri

tercüme ve basmak için emek verildiği halde, dünya şaheserlerinden başlıcalarının Milli

kütüphanemizde bulunmayışı gelişigüzel çalışıldığının en kuvvetli fakat en acıklı

delilidir"(Yücel,1993: s.12).

Bu düşünceyle kurulan Tercüme Heyeti, ilk toplantısını 28 Şubat 1940'ta,

Ankara'da yapar. Heyet, Dr. Adnan Adıvar başkanlığında dört toplantı yapmış ve bir

“Daimî Büro" oluşturmuştur. Nurullah Ataç'ın başkanlığında oluşan büro'nun üyeleri

arasında Saffet Pala, Sabahattin Eyüboglu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya

Karal ve Nusret Hızır vardır. Kuruluşundan kısa bir süre sonra hızla çalışmalar başlar;

1946 sonunda, dünya edebiyatı klasiklerinden 496 eser Türkçeye çevrilir.

İlk üç yılda yayımlanan 109 eserin 39'u klasik Yunanca’dan, 38'i Fransızca’dan,

10'u Almanca’dan, 8'i İngilizce’den, 6'sı Latince’den, 4ü Şark ve İslam klasiklerinden, 2'si

Rusça’dan 1 tanesi İskandinav edebiyatındandır.

Bu çevirilerin yapılmasında tercih edilen çevirmenlerin öncelikli niteliğinin genç ve

dile hakim olmaları göz önünde bulundurulmuştur. 180 kişilik bir çevirmen grubundan

oluşan bu büroda sonraki yıllarda Edebiyat ve Kültür alanında söz sahibi olan kişilerin

olması dikkat çekicidir.(Ertuğrul, 2001: s. 111)

Bundan sonraki yıllarda eser verimi daha çok ve çeşitlilik gösterir. Çevirilerde

genelde yalın ve anlaşılır bir Türkçe norm olarak benimsenmiştir. Edebi eserlerin yanısıra,

felsefe derslerindeki ders kitabı açığını gidermek için felsefe konusunda yazılmış önemli

bazı eserler de Türkçe’ye çevrilir.(Kaynardağ, 1985: s.768)

Çevirilerin yaratıcılık etkisi kısa bir süre sonra şiirde ve çağdaş Türk edebiyatında

görülür. Bu bağlamda etkisinden özellikle söz edilmesi gereken yayın "Tercüme Dergisi"

dir. Dergi 19 Mayıs 1940 yılında iki aylık olarak yayınlanmaya başlar. Dergi iki bölümden

oluşmaktadır. Birinci bölümde, çoğu zaman karşı sayfada verilen orijinal metinle birlikte

şiir, öykü, roman ve oyunlardan bölümler yer alır.

Çeviri üzerine kurumsal ve eleştirel yazılar içeren ikinci bölüm ise, güncel çeviri

etkinlikleri üzerine bir tartışma platformu niteliğindedir. Düzenlilik açısından derginin ilk

beş yılı bir dönem oluşturur. Önemli aksaklıklar ise bu dönemden sonra görülür. Bir yayın

organı olarak, genelde çeviri konusunda bir bilinç oluşmasında, dolayısıyla ana dil

alanında da yepyeni bir perspektifin doğmasında büyük katkısı olmuştur.(Çıkar, 1997:

s.84)

I.9.e.H.Ali Yücelin Türk Dili ve Öğretimi Konusundaki Çalışmaları

Hasan Ali Yücel Türk Dili Tetkik Cemiyeti toplantılarına katılmış, etimoloji

kolunda görev yapmıştır. Düşünce dünyasında kavramsallaştırdığı Türk Hümanizmasının

oluşumundaki anahtar kavramlardan birisi de dildir.

Yücel’in hümanizma anlayışına milliyetçilik ile ulaşılır. Milliyetçiliğin temel

yapıtaşlarından birisi ise dildir. Kendi düşünce sistematiği içerisinde önemli bir yer tutan

dil konusuna Yücel, bakanlığı döneminde de hassasiyetle eğilmiş, ikinci milli eğitim

şurasının temel konularından birisi de ana dili öğretimi olarak belirlenmiştir.

Hasan Ali Yücel, dil konusunda her şeyden önce bir ana kaide bulunması ve

konulması taraftarıdır. Ona göre bu ana kaide belirlendikten sonra diğer konuların çözümü

kolaylaşacaktır.

Yücel, 1941 ve 1942 yıllarında dilin Türkçeleştirilmesi ve bilim dilinin ortak bir

dilde birleştirilmesi için yoğun bir çaba içerisine girer. Neşriyat kongresi ve Birinci Mili

Eğitim Şurasından sonra arka arkaya yapılan toplantılarda bu konuyu gündeme taşır ve

‘Türkçenin bir bilim dili olması için’ gramer, lugat ve terim çalışmalarına ağırlık verir.

Türk dilinin gelişmesi için yapılacak çalışmalar arasında “lugatler, ansiklopediler,

gramer tetkikleri, her türlü tercümeler, terim mesaisi”nin “dikkat ve itina ile yapılmasını,

üstünkörü ve acele mesaiden kaçınılmasını” sayar. Bunlar uzun zaman alsa da ciddiyet ve

titizlik içinde yapılmalıdır.(Yücel, 1993: s.76)

6 Haziran 1941 yılında Yücel’in başkanlığında Birinci Coğrafya Kongresi toplanır.

Program ve Ders Kitapları, Terim ve Türkiye Coğrafyası komisyonları olmak üzere üç

komisyonun oluşturulduğu bu kongrede ilk, orta ve lise müfredat programları ile ders

kitapları, coğrafya terimleri ile coğrafi isimlerin yazılması, Türkiye coğrafyasının ana

hatları ve yerlerinin adlandırılması üzerinde çalışmalar yapılır.(Yücel, 1993: s.92-95)

Coğrafya Kongresinin ardından kısa bir süre sonra Gramer Komisyonu toplantıya

çağrılır. Hasan Ali Yücel, Tahsin Banguoğlu’nu Türkçenin kendi yapısına özgü bir gramer

kitabı yazmakla görevlendirir. Bu çalışmaların sonucu olarak “Ana Hatlariyle Türk

Grameri”(1940) adlı kitap 1940-1941 ders yılında öğretmenlerin ve uzman kişilerin

kullanımına, eleştiri ve önerilerine sunulur. Gramer Kongresi toplandığı zaman gelen

eleştiri ve önerilerden sonra Banguoğlu’nun kitabı okullarda okutulacak gramerlere esas

olmak üzere kabul edilir.

“Banguoğlu’nun meydana getirdiği bu gramer, bilimsel yöntemle yazılmış olması

bakımından Türk gramerinde bir adım sayılır. Eserde, fonetik konusu önemle ele alınmış,

morfoloji ve sentaks konularına da layık olduğu yer verilmiştir. Eser terminoloji bakından

da yenidir.” (Levend, 1972: s.444)

Komisyon çalışmaları sonrasında 1941 yılında ‘İmla Klavuzu,’ 1942 yılında

‘Gramer Terimleri’, yine aynı yıl ‘Coğrafya Terimleri’, ‘Felsefe ve Gramer Terimleri’,

1944 yılında ‘Hukuk Lugati’ ve ‘Türkçe Sözlük’ ile birlikte ‘Tanıklarıyla Tarama

Sözlüğü’nün ilk ciltleri yayınlanır.(Levend, 1972: s.443-446)

I.9.f.H.Ali Yücelin Ders Kitapları Standardizasyon Çalışmaları

Hasan Ali Yücel, bakan olduktan sonra kendisinden önce yapılan çalışmaları daha

da geliştirerek devam ettirmiş bunun yanında milli eğitim teşkilatının tam anlamıyla bir

sistem karakteri taşıması için çalışmalara girişmiştir. Bu çalışmalar teşkilat yasasından

disiplin ve sınıf geçme yönetmeliğine, öğretmenlerin sosyal haklarından gramer ve ders

kitaplarının standardizasyonuna uzanan çizgide bir çok çalışmayı gerektirmiştir.

Cumhuriyet sistemi ile birlikte değişen programlar, harf inkılabı ve oluşturulmaya

çalışılan zihniyet ve düşünce değişikliği için en önemli araç olarak eğitim görülmüştür.

Yücel eğitimin dört unsuru arasında saydığı ders kitaplarında da ulaşılmak istenen amacın

sağlanması için standardizasyon çalışmaları yapmıştır.

Bu çalışmalarda Türk Dil Kurumunun çalışmalarında ulaştığı sonuçlar ile ders

kitaplarının standardizasyonu işlemleri birbiriyle eş zamanlı olarak yürümüştür. Yücel,

dilde kelime kullanımı konusunda dayatma yapılmasına taraftar değildir ancak terimler

konusunda bir zorlama yapılması gerektiğini düşünür.

Bu yüzden Türk Dil Kurumunca hazırlanan bilim terimleri 1939 yılından itibaren

bütün orta derecedeki okullarda kabul edilmiş diğer terimlerin kullanılması yasaklanmıştır.

Bunda amaç, yeni terimlerin okullarda hergün kullanılarak yaygınlaştırılması ve dile

girmesinin sağlanmasıdır. (Çıkar,1997: s.103)

Hasan Ali Yücel döneminde ders kitapları konusunda bu şekilde bir

standardizasyon sağlanırken ders kitaplarının basılması ve ülkenin her yerine seri bir

şekilde dağıtılması için bir basım ve dağıtım teşkilatlanması kurulur. (Yücel, 1993: s.107)

Yücel, okutulan ders kitapları konusunda öğretmenlerin rastladıkları “tahrir, tertip,

tabı, ilim hatalarını ve her kitabın bir okul kitabı olmak bakımından müspet ve menfi

vasıflarını rapor halinde” bildirilmesini isteyerek, gelen bu öneriler ve eleştiriler ışığında

‘Ders Kitapları Düzeltme Kılavuzları’ yayınlar.

I.9.g.H.Ali Yücelin Mesleki ve Teknik Eğitim Çalışmaları

Mesleki ve Teknik eğitim Hasan Ali Yücel’in bakanlık görevinde ilköğretim ile

birlikte ağırlık verdiği ikinci konudur. Onun zamanında mesleki eğitim alanındaki

gelişmeler haksız bir şekilde Rüştü Uzel’e maledilmeye çalışılmış, Yücel’in hümanist

anlayışı çerçevesinde mesleki ve teknik eğitimde sayısal olarak bir ilerleme görülse de

temel eğitim anlayışı olan hümanizm içinde gerekli önemin vermediği yolunda eleştiriler

gelmiştir.(Doğan, 2001: s.28)

Cumhuriyet kurulduğunda ülkede bir mesleki eğitim ve teknoloji kültürü

bulunmuyordu. 1923 yılından 1927 yılında kadar meslek okulları Milli Eğitim Bakanlığına

değil il özel idarelerine ve belediyelere bağlı bir durumdaydı. Hasan Ali Yücel bakan

oluncaya değin geçen sürede mesleki ve teknik eğitim konusunda şu çalışmalar yapılmıştır.

Eğitim sisteminin incelenmesi ve uluslar arası deneyimlerden faydalanmak için

Yabancı Eğitim Uzmanları davet edilmiştir. Mesleki ve teknik eğitim alanındaki öretmen

ihtiyacının giderilmesi için 1927-1938 yılları arasında 180 öğretmen yurtdışında eğitilmiş

ve 65 kadar uzman da Türkiye’ye davet edilmiştir.

1936 yılında hem yurt dışına gidip gelen öğretmen ve uzmanların hem de Yabancı

uzmanların tespitlerine dayanan bir ‘Mesleki Eğitim İnkişaf Raporu’ hazırlanmıştır. “Bu

rapor her yörede hangi okulun açılacağını, hangi branşların bulunacağını belirlemiş, aynı

zamanda Türkiye’de köy kurslarından üniversiteye kadar mesleki eğitimi bir bütünlük

içinde ele almıştır. Bu plan mesleki eğitim için sağlam bir temel oluşturmuştur.”(Doğan,

2001: s.21)

Cumhuriyetin ilk döneminde meslek okullarının eğitim ve denetimi milli eğitim

bakanlığına devredilir. 1933 yılında Milli Eğitim Bakanlığı çerçevesinde Mesleki ve

Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü kurulur.

Hasan Ali Yücel döneminde önceki gelişmelere iki önemli katkıda bulunulur.

Bunlar Mesleki eğitim için yasal bir dayanağın oluşturulması ve Cumhuriyet Döneminde

ilk defa oluşturulan 1942 – 1950 yılları arasını kapsayan geleceğe dönük yatırım bütçesinin

hazırlanmasıdır. 1941 yılında Maarif Vekaleti Merkez Örgütü yeniden düzenlenirken

bakanlık içinde iki müsteşarlık oluşturulur: Genel Eğitim Müsteşarlığı ile Mesleki Teknik

Eğitim Müsteşarlığı. Bu sistemle ayrı bir teşkilatlanma yapısı geliştirilmiş ve eğitim

hizmetleri iki ayrı grupta toplanmıştır.

Mesleki ve Teknik okulların ülke genelinde yaygınlaştırılmasında ve mevcut

okulların ihtiyaçlarının karşılanması için 1942 yılında 4304 sayılı Mesleki ve Teknik

Okullarının açılması ve Büyütülmesi Hakkındaki Kanun çıkarılarak mesleki eğitimin

geliştirilmesi sağlanmıştır.

“Bu kanun, mevcut ve yeniden açılacak meslek okullarının geliştirilmesini, mesleki

ve teknik yüksek öğretim kurumları ile meslek okulu mezunlarının çalışacakları

olgunlaşma enstitülerinin kurulmasını, istimlak, inşaat ve makinelin temininde gerekli

harcamaların karşılanmasını” öngörmüştür.(Doğan, 1983: s.378)

Bu dönemde hizmet veren mesleki ve teknik okullar dört düzeye ayrılmıştır.

Bunlardan en altta orta derecede ve bir devreli eğitim veren erkek sanat okulları, kız sanat

okulları orta ticaret okulları, erkek orta terzicilik okulları, orta yapı okulları vardır. İkinci

derecede ise iki devreli eğitim veren erkek sanat enstitüleri, ticaret liseleri, yapı usta

enstitüleri yer almaktadır. Üçüncü derecede Yüksek Teknik Okulları bulunmaktadır.

Bunlar, Yüksek Teknik Okulu, Motor Usta Okulu, Yüksek Ticaret Okullarından

oluşmaktadır. Dördüncü derecede ise öğretmen yetiştiren, Erkek Teknik Öğretmen Okulu,

Kız Teknik Öğretmen okullarından oluşmaktadır.(Tekeli, 1983: s.664)

I.9.h.H. Ali Yücelin Beden Eğitimi ve Spor Çalışmaları

Türk Spor Kurumu adıyla hizmet veren kuruluş 1938 yılında Beden Terbiyesi

Genel Müdürlüğü kurularak devlet yönetimine devredilmiştir. O yıllardan Milli Eğitim

Bakanlığına bağlı olmayan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Hasan Ali Yücel’in

bakanlığı döneminde Milli Eğitim Teşkilatına bağlanır.

Yücel, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün bütçesi görüşülürken uygulamadaki

spor derslerinin hangi şartlarda yapıldığını ve eldeki imkânları inceleten bir rapor

hazırlatır. Gençliğin eğitiminde sporun önemini belirten Yücel 18 Şubat 1946 yılında

Beden Eğitimi ve Spor şurasını “beden eğitimi ve sporda ana prensipleri gözden geçirmek,

eksiklikleri belirlemek ve yeni bir program hazırlamak amacıyla” toplar.(Yücel, 1993:

s.311)

Hasan Ali Yücel Şuranın toplanmasından kısa bir süre sonra bakanlıktan ayrıldığı

için alınan kararları uygulama imkânı bulamamıştır. Ancak, bu şura ile Türk sporunun

sorunları ve eksikleri belirlenmiş ve ileride yapılacak çalışmalara bu kararlar bir zemin

oluşturmuştur.(Bilge, 1989: s.84)

I.9.ı.H.Ali Yücelin Eski Eserler ve Müzelere Yönelik Çalışmaları

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ve özellikle Tarih araştırmaları içerisinde Türk

Tarih Tezini destekleyici araştırmalara önem verilmiş, Almanya’dan gelen profesörlerin de

katkılarıyla çeşitli kazılar yapılmıştır. Yücel de Hümanist düşüncesinin de bir gereği ve

destekleyicisi olarak Eski Eserlerin araştırılması ve müzelerin kurulmasına yönelik

çalışmalar yapmıştır.

Kuşkusuz eski eserlerin bakımı, onarılması çalışmaları ve müzelerin kurulması

çalışmaları Atatürk döneminde başlamıştır. Hasan Ali Yücel, 1944'te, bu alandaki

çalışmaların daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla ‘Eski Eserler ve Müzeler Genel

Müdürlüğünü’ kurar. Bu dönemde Yücel'in başkanlığında "İstanbul'un Fethinin 500'üncü

Yıldönümü Hazırlık Heyeti" oluşturularak tören ve şenlikler bir programa bağlanır.

Programın ana hedefleri: Milletlerarası İstanbul Sergisi düzenlenmesi, Olimpiyat

oyunlarının 1954'te İstanbul'da yapılması, Fatih'in ordugâhının sur dışında canlandırılması

ve bunun bir bölümünün olimpiyat köyü yapılması, Sultanahmet meydanının Marmara'ya

doğru genişletilerek görkemli bir taraça ve burada bir inkılâp abidesi tesis edilmesi. Bu

kapsamda, belediye hizmet binasının, tiyatro ve kültür tesislerinin yapılması, Surların,

Yedikule'nin, Rumeli Hisarı'nın, Fatih ve Haseki külliyelerinin, Sebillerin ve çeşmelerin

onarılması, Okmeydanı'nın tarihi kimliğine göre tanzimi de programa alınmıştır.

Tüm ön çalışmaları yapıldıktan sonra, yetkililer tarafından '' ...böyle muazzam bir

projenin ve hazırlığın Hıristiyan âleminin Türkiye aleyhine dönmesine yol açabileceği...''

ileri sürülerek proje onaylanmaz.

16 Şubat 1945'te de 12 müzecilik uzmanının katıldığı ‘Eski Eserler ve Müzeler

Birinci Danışma Komisyonunu’ toplar. Yücel burada yaptığı konuşmada şunları belirtir:

1.Yapılacak ilk işin ülkenin dört bir yanındaki tarihi ve sanat değeri bulunan eserlerin

haritalarla tespit edilmesi ve buna İstanbul’dan başlanması gerektiğini belirtir. 2. Eski

eserlerin onarılması sıralamasında sanat değeri yüksek ve yıkılma tehlikesi daha çok

olanlara öncelik tanınması gerekmektedir. 3.Onarılan eserlerin canlı tutulması için

“bugünkü hayat şartlarına göre yeni vazifeler verilmesi gerektiğini” aksi takdirde buraların

yıkılacağını belirtir.

Kültürün bir bütün olduğunu ve sadece okullarda ve sınıflarda öğretilemeyeceğini

ifade eden Yücel, eski eser ve müzelerin bu kültür aktarımı ve bilinci oluşmasında önemli

bir yer tuttuğunu belirterek yapılması düşünülen çalışmalarla Türkiye’nin bir açık hava

müzesi olmasını ister.(Yücel, 1993: s.265)

I.9.i.H. Ali Yücel ve Yükseköğretim Çalışmaları

Türkiye'de yüksek okulların gelişmesi İstanbul ve Ankara'da yüksek öğrenim

kurumlarının açılması Yücel döneminde sürer. Bu dönemde Ankara Fen Fakültesi,

İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Tıp Fakültesi kurulur. 4 yıl süren bir hazırlıktan

sonra, 13 Haziran 1946'da 4936 sayılı ‘Üniversiteler Kanunu’ çıkarılır.

Bütçe, öğretim ve yönetim açısından üniversitelerin özerkliğini içeren bu son

derece önemli yasayla, yüksek okulların Milli Eğitim bakanlığı ile olan sıkı bağı büyük

ölçüde kaldırılır. O zamana değin mevcut olan kuruluşlarda yapısal olarak birleştirilip

koordine edilmiş ve üniversiteye sağlam bir organizasyon verilmiştir. Yasa öğretim kadar

araştırmaya da ağırlık verir. Üniversite programlarını "Klasik ve Ansiklopedik" bilgi yığını

olmaktan çıkarmakta, öğretimin araştırmalar ile desteklenmesini ve ülke sorunlarına

yönelinmesini öngörmektedir.

Türk üniversite tarihinde bir dönüm noktası olan Üniversiteler Kanununun önemli

sonuçlarından biri de Ankara Üniversitesi'nin kurulmasıdır.

I.9.j.H. Ali Yücel ve Unesco

II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Hasan-Âli Yücel, 1945'te, 4-20 Kasım

arasında Londra'da toplanan ve 43 ülkenin katıldığı UNESCO toplantısına katılarak

ülkemizi temsil eder. O, burada yaptığı konuşmada, "Birleşmiş Milletler'in eğitim ve

Öğretim alanında yapacakları iyi İşbirliğinin dünya barışının temeli olduğu"nu vurgular.

UNESCO'nun statüsüne ilişkin anlaşma 20 Mayıs 1946'da Türkiye tarafından imzalanır; üç

yıl sonra da UNESCO-Türkiye Millî Komisyonu Ankara'da toplanır.(Yücel, 1993: s.295)

I.10.H.Ali Yücelin Bakanlıktan Ayrılışı

II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Dünya’da esen çok partili sistem ve

demokrasi rüzgârlarının da etkisiyle İsmet İnönü “bir muhalefet partisine ihtiyaçtan” söz

eder ve çok partili seçime geçilmesi kararına varır.

Hasan Ali Yücel ve Falih Rıfkı Atay, İnönü ile yaptıkları uzun görüşmelerde onu

bu kararından vazgeçirmeye çalışırlar. Yücel “halkın gerçek bir demokrasiye hazır

olmadığını”, bu uygulamanın tepeden inme yanlış bir demokrasi olacağını belirterek ısrarla

İnönü'ye bir süre daha beklemesini ve Köy Enstitüleri ile ilgili çalışmalarına hız vermesini

önerir.(Çıkar, 1997: s.119) Ancak bu öneri kabul görmez.

1946 seçimleri öncesi İzmir'de çalışan Yücel, Demokrat Partinin buradaki

propagandalarından rahatsız olur. Ankara'ya döndüğünde gelecekten ve demokrasiden

ümidini kesmiş olarak politikadan çekilmeye karar verir. 5 Ağustos 1946'da 7 yıl 7 ay

görev yaptığı bakanlıktan istifa eder.

Bakanlıktan istifası ve İsmet İnönü’nün desteğini çekmesi ile yaşamının olağanüstü

verimli bir döneminin sona erdiği, şahsına ve eserlerine karşı karalamaların, iftiraların ve

saldırıların yoğunlaştığı bir dönemin başlangıcı olur.

O bu dönemi “Dinle Benden” (1998f: s.44-45)de şöyle anlatır.

“Seçim arifesindeydik, kırk altı yılındaydı,

Kararım hükümetten çekilme yolundaydı.

Çalışmayla geçmişti yıllarca yazım kışım.

Yorulmuştum, bitkindim, muhtaçtım dinlenmeye,

Nitekim de çekildim başım dinç olsun diye.

Devlet başkanımıza bu fikrimi söyledim

İzmir’den dönüşümde beni bırakın dedim.

Sade o kadar değil, dediklerim var daha,

Gördüklerim ne ise anlatmıştım ben ona.

Altı ağustostaydı çekildim bakanlıktan,

Ondan sonra başladı hücumlar dörtbir yandan.

Hücuma İnönü’ye yakınlığım sebepti,

İlk ağızda her biri beni tepti.

Hangi sözcüğün sonunda “ist” gelmişse o, bendim,

Tanıyamaz olmuştum artık kendimi kendim.

Madem sonunda “ist” var nasıl komünist olmam?

Yüzde yüzdü bir yandan bunlarca faşist olmam

Bu şaşkınlar gözünde olmuştum ben sosyalist.

Hem komünist, hem faşist, hem anti-nasyonalist.”

Diye devam ederek o dönemde yapılanları anlatan Yücel, kendisi hakkında yapılan

suçlamaların aslı olsaydı hala cezaevinde yatıyor olacağını belirtir. ”benim komünist

olmadığımı önce Allah sonra sahici komünistler bilir… ben ne komünist oldum ne de

olacağım”der.(Yücel,1998a: s.461)

I.10.a. H. Ali Yücel Kenan Öner Davası

Hasan Ali Yücel Kenan Öner davası Yücelin kendisine hakaret edildiği iddiasıyla

Ankara Cumhuriyet Savcılığına 17 Şubat 1947 yılında başvurması üzerine açılır. Bu

davanın açılmasına yol açan olay devrin içişleri bakanı Şükrü Sökmensüer’in 29 Ocak

1947 yılında TBMM’de yaptığı konuşma sebep olmuştur.

Sökmensüer Meclisteki konuşmasında Türkiye’de komünistlerin demokrasinin

geliştirilmesi yönünde CHP tarafından atılan her adımdan yararlanmaya kalkıştıklarını,

Demokrat Parti kurucularıyla bağımsız milletvekili Mareşal Fevzi Çakmak’a çengel

attıklarını iddia eder. Bu iddiasını doğrulamak isteyen Sökmensüer 1945-1946 yıllarında

Komünist Parti ve bu partiye şu ya da bu ölçüde yakınlığıyla bilinen Şefik Hüsnü, Cami

Baykut, Zekeriya Sertel ve Tevfik Rüştü Aras tarafından yazılmış yazı ve mektupları

açıklar.(Ertuğrul, 2001: s.15)

Sökmensüer’in bu konuşması üzerine Fevzi Çakmak “Ben daha iş başında iken

Eski Bir Milli Eğitim Bakanı’nın bu faaliyeti destekleyen harekatından dolayı Hükümet’i

resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünist

yuvasından bahsettiler..”diyerek basına bir demeç verir.

Çakmak’ın bu beyanı üzerine Hasan Ali Yücel 7 Şubat 1947 günü Ulus

Gazetesinde Fevzi Çakmak’a yönelik olarak bir Açık Mektup yayınlar ve demecinde geçen

Eski Bir Milli Eğitim Bakanı’nın kendisi olup olmadığını, hangi komünistlerin nasıl

desteklendiğini, kendisinin bu konuda hükümeti zamanında uyarıp uyarmadığını sorar.

Fevzi Çakmak’ın bu sorulara cevap vermemesi üzerine ikinci bir Açık Mektup ile bu

soruları tekrar eder.

Yücel’in bu sorularına cevap olarak Nihal Atsız’ın avukatı ve Demokrat Partinin

İstanbul İl Başkanı olan Kenan Öner, ‘Yeni Sabah’ gazetesinin 11 Şubat 1947 tarihli

sayısında “Evet O Maarif Vekili Sizsiniz” başlıklı bir açık mektup ile cevap verir. Yücel

bunun üzerine Kenan Öner’e dava açar. Başlangıçta Yücel’in açtığı bir hakaret davası olan

bu dava daha sonra, bir anlamda, Hasan Ali Yücel’in bütün bakanlık iddialarının hesaba

çekilmesi ve sorgulanmasına dönüşür.

Yücel, kendisinin şikâyetçi olduğu bir davada sanık durumuna düşürülür. Ancak

kendisi hakkındaki komünistleri korumak gibi bütün iddialara tek tek cevap verir. Bu

davanın sürdüğü dönemde yazmış olduğu Allah Bir (Yücel, 1961) adlı şiir kitabını

iddialara karşı korktu ve savunmak için yazdı denmemesi için ölünceye kadar yayınlatmaz.

Bu kitap ancak ölümünden sonra 1961 yılında yayınlanır. Başka bir baskısı da yapılmaz.

Bu dava gerek şahitleri gerekse Yücel’in koruduğu iddia edilen kişiler bakımından

oldukça dikkat çekici bir dava olmuştur. Kenan Öner, aralarında Nihal Atsız, Orhan Şaik

Gökyay, Necdet Sancar, İsmet Rasim Tümtürk, Alparslan Türkeş, Hikmet Tanyu, İlhami

Soysal, gibi dikkat çeken isimlerden 21 kişilik bir şahit göstermiştir.

Yücel’in korumakla itham edildiği kişiler ise Sabahattin Ali, Sadrettin Celal antel,

Hasan Ali Ediz, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu, Niyazi Berkes, Mediha

Berkes, Adnan Cemgil, Behice Boran, Abdülbaki Gölpınarlı, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz,

İsmail Hakkı Tonguç gibi isimlerdir.(Ertuğrul, 2001: s.20-21)

Bu davanın en ilginç yönlerinden birisi Kenan Öner Yeni Sabah Gazetesinde

yayınlanan Açık mektubunda Hasan Ali Yücel’i “Üniversite Kürsüsünde okutulan Türk

İnkılabı dersleri ile gençlikte milliyet cereyanını ırkçılık-turancılık derecesine çıkarmaya

yardım” etmekle suçlaması ve dava açıldıktan sonra Yücel’in aleyhine şahitlik yapanların

da Turancı görüşleri ile bilinen kişilerden oluşmasıdır. Milliyetçilik düşüncesini Irkçı

Turancı düşünce seviyesine çıkarmakla itham edilen Yücel’in karşısında Turancı

düşünürler görülmektedir.

Başlı başına ayrı bir inceleme konusu olabilecek nitelikteki bu dava da araştırma

konusu yapılmıştır.(Yıldız, 2002) Hasan Ali Yücel kendisine isnat edilen Tercüme Bürosu

tarafından çevrilen kitaplardan Köy Enstitülerine ve adları Komünistlik ve Komünistleri

koruma iddiasında geçen kişilere kadar bütün iddiaları tek tek çürütür ve davayı kazanır.

Bir anlamda Yücel’in icraatlarının mahkûm veya beraat edilmesi niteliğindeki

davadan sonra politik hayatına da son vererek CHP’den istifa eder.

I.11.H.Ali Yücelin Bakanlık Sonrası Çalışmaları

Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır ayrılmaz bugün de elimizde önemli bir kaynak

olarak bulunan Cumhuriyet döneminde görev yapmış bütün Milli Eğitim Bakanlarının,

Başbakanların ve Cumhurbaşkanlarının Eğitimle ilgili söylev ve demeçlerini 1946-1947

yılında yayımlar.

İstifasının ardından Hasan-Ali Yücel, gazetecilik görevine döner; dönemin etkin bir

gazetesi olan C.H.P.’ nin yayın organı Ulus'ta yazılar yayınlar. Bir süre sonra yazılarının

yayınlanmadığını görür. Sebebini araştırdığında İnönü'nün talimatıyla yazılarının

engellendiğini öğrenir. ''Düşüncelerimi açıkça ifade edemeyeceğim bir kuruluşta daha fazla

kalamam'' der ve partiden istifa eder ve politik yaşamını noktalar.

1950-1960 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesinde “Köşemden” başlığı altında

yazılar yazar. Yurt dışı gezilerine çıkar.“Kıbrıs Mektupları” ve “İngiltere Mektupları” adlı

eserlerini bu dönemde yayımlar. 1956'da buna paralel olarak ''İş Bankası Kültür Yayınları''

nı yönetmeye başlar. 21 Kasım 1950'de, söz konuşu gazeteyle ilişkisi bozulunca, üyesi

olduğu partiden de ayrılır, politik hayatını noktalar.

Bir süre (1956'dan itibaren) İş Bankası Yayın İşlerini yönetir, 1960'ta bunu da

bırakır. İş Bankası Kültür yayıncılığını da yöneten Yücel bakanlıktan ayrılmasına rağmen

Türk Kültürüne ve Milli Eğitimine hizmet etmeye devam etmiştir.

Bakanlıktan ayrıldıktan sonraki dönemde yazdığı yazı ve şiirlerinde önemli bir

değişiklik göze çarpar. Özellikle 1950 yılından itibaren dini muhtevalı yazılar yazmaya ve

dini konular üzerinde daha hassas bir şekilde durmaya başlar.

“İyi Vatandaş, İyi İnsan” (1956) adlı eserinde; ikinci dünya savaşının insanlığa

kaybettirdiği maddi değerlere karşılık manevi değerlerin güçlendiğini, Bolşevik Rusya’nın

ve Komünizmin dahi bu değerleri yıkamadığını yazar. Müspet ilim ve teknikte ilerleyen

toplumlarda manevi ilerlemenin de olduğunu belirtir. Son yıllarda dini bağların

gevşemediğini, aksine güçlendiğini dile getirir. Bizde de çok partili hayatla birlikte

demokrasi ve hürriyetteki gelişmelerin manevi kıymetleri tekrar gündeme getirdiğini,

ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okullarının açılışının bu ihtiyaçtan kaynaklandığını ifade

eder (Yücel, 1998e: s. 4-6).

İki şiirden oluşan “Allah Bir” adlı eserinde siyasi hayattan sonraki dönemle ilgili

olarak ilgi çekici mısralar yer alır. Kitabın önsözünde insanlık tarihini, tüm devirlerde

insanı Allah’ı aramasının hikayesi olarak özetler ve tanımlar. “İyi Vatandaş İyi İnsan”

eserinin önsözünde de “... günlük ve geçici ikballerin parlak, fakat gözlerimizi oyan ve bizi

kör eden aletler...” olduğunu anlamış bulunduğunu, halbuki insan için en büyük nimetin

görme olduğunu ve özellikle de olanı olduğu gibi görmek olduğunu yazmıştı. İmansızlık

ile imanı ve inkarı karşılaştırdığı mısralarda Allah’ın varlığını işaret eder:

İmansızlık bir ayrı îmân, İnkâr ile sarsılar mı Rahmân?

Zâten, yoksan nedir bu inkâr? İnkâr edenin içinde ikrar (s. 26).

Kur’ân-ı Kerim ve surelerini konu edindiği mısralarda Arapçası üzerinde

dururken;

Güçlük yoktur Arapçasında, İdraki lâfızlar arasında (s. 36) diye belirtir.

İman ve Hürriyet arasında doğrudan irtibat olduğunu yazar. Hürriyetsiz ne

ibadetin ne de diyanetin olamayacağını, Allah’a bağlanan kullara birden yolların

açıldığını, imana esaretin yakışmadığını, selametin hür olmada olduğunu;

İslamiyet bu kurtuluştur, Hürriyeti dinde bir buluştur. Feyz aldım onun hakikatinden, Kurtuldum esirlik âfetinden (s. 42-43) diye noktalar.

Bıktım kula kulluk eylemekten, Her hırsı çıkarmışım yürekten. Bağsız kişiyim, bağımsız oldum; Hürriyeti ben bu yolda buldum.

Mısralarında huzura vardığını, zulmetin bitip nura vardığını, tevhide ermekle

hür bir insan olduğunu, düştükten sonra sahte kaygılardan sıyrıldığını, artık eski

zamanları aramadığını, artık yükselişe meyli kalmadığını; teyid eder.

Kendini hakka vermekle dertlerinin bittiğini gördüğünü yazmıştır.

Bir tek dileğim sen oldun artık, Mâşuk olayım diyor bu âşık. Ancak sensiz dilimde zikrim, Zikrimle bir oldu şimdi fikrim.

Tanrım, beni senden ayrı kılma; Sensizlik içinde gayrı kılma.

Hasan Ali Yücel yazılarında o kadar çok üzerinde durduğu Hürriyet anlayışıyla

çelişmek pahasına 27 Mayıs 1960 darbesini destekler. Darbe sonrasında kurulan Milli

Eğitim Komisyonunda da görev alır. Hürriyet Gene Hürriyet kitabının birinci cildinin

önsözünde övdüğü darbeden bir süre sonra Cumhuriyet gazetesindeki yazıları da

engellenir. Hasan Ali Yücel, 26 Şubat 1961 sabahı İstanbul’da, kendisini uzun zamandır

rahatsız eden enfarktüs nedeniyle vefat eder. Ankara Cebeci Asrî Mezarlığında toprağa

verilir.

I.12.H.Ali Yücelin Eserleri

Hasan Ali Yücel öldüğü zaman geride büyük bir eser bırakmıştır. hemen her

kademesinde çalışıp bir sistem karakteri kazandırdığı Türk Milli Eğitimine bakan olarak

hizmet etmenin dışında Türk Kültürüne yazdığı yazı, araştırma, inceleme ve çevirilerle

büyük katkıda bulunmuştur. Hasan Ali Yücel’in eserleri yayınlanma tarihine uygun olarak

aşağıda sıralanmıştır. (Çıkar, 1997: s.156-176)

1. Felsefe Elifbası-Ruhiyat, İstanbul 1923

2. Surî ve Tatbikî Mantık, İstanbul Millî Matbaa 1926,

3. Türk Edebiyatı Numuneleri, Birinci Cilt, (Hıfzı Tevfık (Gönensay) ve

İhsan Hamâmîzade (Hamâmî) ile birlikle), İstanbul Millî Matbaa 1926

4. Sanat Muhasebeleri, İstanbul Devlet Matbaası 1928

5. Tevfik Fikret: Tarihi KadîmDoksan Beşe Doğru (baskıya hazırlayan:

Hasan-Âli) İstanbul 1928

6. Goethe: Bir Dehanın Romanı, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1932

7. Mevlana'nın Rubaîleri, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1932

8. Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış, Birinci Kitap, Remzi Kitaphanesi

1932

9. Askerlik ve İdare İçin Istılah Olabilecek Türkçe Sözler, (Ahmet

(Caferoğlu ile birlikte), Maarif Vekaleti Basımevi, Ankara 1933

10. Dönen Ses, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1933

11. Türk Edebiyatı( Abdülkadir ile birlikte yazılmış), Başvekalet Müdevvenat

Basımevi, Ankara

12. Türk Edebiyatı (Abdülkadir ile birlikte yazılmış), Devlet Basımevi,

İstanbul 1934

13. Fransa Maarif Teşkilatında Müfettişler, Devlet Basımevi, İstanbul 1934

14. Fransa'da Kültür İşleri, Devlet Basımevi, İstanbul 1936

15. Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri, Devlet Basımevi,

İstanbul 1937

16. Fazıl Ahmet Hayatı ve Eserleri, Cumhuriyet Kitaphanesi, İstanbul 1937

17. Pazartesi Konuşmaları, Remzi Kitabevi, İstanbul 1937

18. Sizin İçin, Çocuklara Şiirlerim, Ülkü Basımevi, İstanbul 1937

19. İçten-Dıştan, Ulus Basımevi, Ankara 1938

20. Türkiye'de Orta Öğretim, Devlet Basımevi, İstanbul 1938

21. Ebedî Şef, Maarif Basımevi, İstanbul 1939

22. Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel'in 1939 Maarif Şûrasını Açış Nutku, 17

Temmuz 1939, Maarif Matbaası, İstanbul 1939

23. Mantık, 2 fasikül, Maarif Basımevi, Ankara 1942

24. Üniversitenin Onbirinci Ders Yılına Başlama Töreninde Maarif Vekili

Hasan-Âli Yücel'in Mesajı, Kenan Basımevi, İstanbul 1944

25. Zonguldak'ta Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel'in Söylevleri, Karaelmas

Basımevi, Zonguldak 1944

26. Bilimler Felsefesi, Mantık, M.E.B, Ankara 1947

27. Dâvam, Ulus Basımevi, Ankara 1947

28. Hasan-Âli Yücel'in Açtığı Davalar ve Neticeleri, Ulus Basımevi, Ankara

1950

29. Mantık Dersleri, Liselerin Son Sınıfları İçin, İstanbul 1952,

30. Mevlâna, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 17.12.1952

31. Felsefe Dersleri, Metafizik, Ahlâk, Estetik, Liselerin Edebiyat Kolları

İçin, Maarif Basımevi, İstanbul 1954

32. Yurttaşlık Bilgisi, 4. Sınıf (Rakım Çalapala ile beraber yazılmıştır), Atlas

Yayınevi, İstanbul 1955

33. Yurttaşlık Bilgisi, 5. Sınıf (Rakım Çalapala ile beraber yazılmıştır), Atlas

Yaynevi, İstanbul 1955

34. Hürriyete Doğru, Inkılâp Kitapevi, İstanbul 1955

35. İyi Vatandaş-İyi İnsan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri I, No. 2,

Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956

36. Kıbrıs Mektupları, İş Bankası Kültür Cep Kitapları, Sayı 5 Türk Tarih

Kurumu Basımevi, Ankara 1957

37. Edebiyat Tarihimizden I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri I, No.

6, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1957

38. Katip Çelebi ve Kesf-El-Zunun, ('Katip Çelebi'den ayrı basım), Türk

Tarilı Kurumu Basımevi, Ankara 1957

39. İngiltere Mektupları, İş Bankası Kültür Cep Kitapları, Sayı 8, Türk Tarih

Kurumu Basımevi, Ankara 1958

40. Hürriyet Gene Hürriyet, Cilt I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri l,

No. 14, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1960

41. Dinle Benden, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1960

42. Allah Bir, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1961

43. Hürriyet Gene Hürriyet, C. II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Türk

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1966

44. Atatürk, Hazırlayanlar; Salih Omurtak, Hasan-Âli Yücel, İhsan Sungu,

Enver Ziya Karal, Faik Reşit Unat, Enver Sökmen, Uluğ İğdemir, 1000 Temel Eser: 25,

Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1970

45. Kültür Üzerine Düşünceler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 142,

Edebiyat Dizisi 35, Ankara 1974

46. Geçtiğim Günlerden, İletişim Yayınları, İstanbul 1990

47. Öğretmen Öğrenci Köşesi, Hazırlayan Canan Eronat, T.C Kültür Bakanlığı

Yayınlarr 1971, Yayımlar Dairesi Başkanlığı Türk Klasikleri Dizisi: 41, T.T.K.

Basımevi, Ankara 1995

II. BÖLÜM

HASAN ALİ YÜCEL DÖNEMİ EĞİTİM DÜŞÜNCESİ

Osmanlı Aydınları ikinci meşrutiyet döneminde hayata aktarılamasa bile hem o

devrin, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde etkili olan fikir sistemleri geliştirmiş ve

bunları ifade edecek imkânlar bulmuştur. Başgöz’ün de belirttiği gibi “Türkiye

Cumhuriyeti’nin ilk on yılında eğitime yön veren kadro İkinci Meşrutiyet devrinde

yetişmiştir.”(Başgöz, 1995: s.32)

Bu bölümde Hasan Ali Yücel’in eğitimini sürdürdüğü yıllarda etkin olan eğitim

düşünürleri ve onların eğitimle ilgili görüşlerine yer verilecektir. Yücel’in düşüncelerinin

teşekkül devresine tekabül eden bu dönemdeki tartışmaların bilinmesi onun bu tartışma ve

kişilerden ne ölçüde etkilendiğini ortaya koyması, eğitim felsefesinin şekillenmesi

konusunda aydınlatıcı olacaktır. Yücel de “İnsanın ilk idrak ve mayalarını gençlikte

yoğururlar.” (Yücel, 1998a: s.147) diyerek bu etkileşimin gücünü ortaya koyar.

Bu bölümde II. Meşrutiyet dönemi eğitim düşünürlerinin tamamı üzerinde değil,

onun daha sonraki yıllarda yazdığı yazılarda sözünü ettiği kişi ve akımlar üzerinde

durulacaktır.

II.1.Emrullah Efendi (1858-1914)

II.Meşrutiyet döneminde Emrullah Efendi ile yapılan maarifteki değişiklikler

Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen eğitim atılıman ilişkin düşüncelerin geliştiği ve

denendiği bir hazırlık evresi olarak nitelendirilebilir. (Tekeli, 1983: s.659)

Emrullah Efendi Maarif Nazırlığı makamına oturan ilk eğitimcidir ve Meşrutiyet

dönemindeki diğer Tanzimat zihniyetini devam ettiren Osmanlı aydınları gibi Fransız

eğitim sisteminin etkisindedir.(Sakaoğlu, 1993:s.482)

Meşrutiyet dönemi eğitiminde, gerek gerçekleştirdiği eğitim reformları gerekse

reformların başlangıç noktasını açıklamak, uygulamalarının teorik çerçevesini çizmek ve

temellendirmek için savunduğu “Tuba Ağacı” teorisi ile önemli bir yer edinmiş, kendi

dönemi ve kendisinden sonraki dönemlerde de bu teorisi ile adından bahsettirmiştir.

Türkiye’deki eğitim tartışmalarına ‘seçkinler eğitimi’ kavramının girmesini de

sağlayan Emrullah Efendi Mülkiye Mektebinden mezun olduktan sonra Yanya, Selanik,

Halep, İzmir’de maarif müdürlüğü, Meclis-i Maarif üyeliği, Darülfünun hocalığı yapmış,

1910-1911 ve 1912 yıllarında iki kez Maarif Nazırlığı yapmıştır.(Ergün, 1982b: s.1-2)

İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Emrullah Efendi orta eğitime Avrupai ve insani

karakterini veren ve modern bir üniversite fikrini ortaya koyup İttihad ve Terakki’de

‘Türklük ve Türk Kültürü şuurunu canlandıran’ kişi olduğunu belirtir ve “Türklük şuuru

bakımından Ziya Gökalp de kişiliğini yarı yarıya ona borçludur” diye ekler. (Sakaoğlu,

1983: s.482)

Emrullah Efendi, teşkilatçılığının yanında “Ali Suavi’nin başlattığı Batı tarzı

ansiklopedi meydana getirme faaliyet çerçevesinde 1902’de yayınladığı Muhitü’l-maarif

adlı eseriyle” dikkati çekmiştir.(Kafadar, 1997: s.203)

II.1.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri

Hasan Ali Yücel 1945 yılında yaptığı bir konuşmada Tevfik Fikret ile Emrullah

Efendi’yi eğitim açısından kıyaslayarak “zamanla anlıyoruz ki Emrullah Efendi eğitim

davasını tutmakta Fikret’ten üstün bir insan” der. (Yücel, 1993: s.288)

Meşrutiyet döneminde Maarif Nazırlığına getirilen ilk eğitimci olan Emrullah

Efendi görev yaptığı dönemde birçok yenilikler yapmıştır. Emrullah Efendi, Türk eğitim

tarihinde daha çok “Tuba Ağacı Nazariyesi” adıyla bilinen, maarifte ıslahata ilköğretimden

değil yükseköğretimden başlamak gerektiği şeklinde özetlenebilecek görüşüyle tanınır. Bu

teorisini şöyle açıklar:

“İlim yukarıdan başlar. Fakat ben bu nazariyeyi söylediğim vakit mekatib-i ibtidaiyeyi

yapmayacağım, mekatib-i ibtidaiyeye ehemmiyet vermeyeceğim demedim. En ziyade oraya

ehemmiyet vereceğim. Mekatib-i ibtidaiye içindir ki ben yukarıdan başlıyorum. Evet, Şecere-i

marifet şecere-i Tuba gibidir. Onun kökü yukarıdadır. Bugün tarih tedkik olunsun, bütün fünun

meydana konsun; acaba ilm-i beşer nasıl terakki etmiştir?”(Kafadar, 1997: s.203)

Buna göre eğitimde yenileşme ve düzenlemeye ilköğretimden değil Darülfünundan

başlanmalıdır. Cennetteki Tuba ağacının kökleri yukarıda, dalları aşağıdadır. Bizim

eğitimimiz de yukarıdan aşağı getirilebilir. Çünkü bizde önce bilimsel zihniyet kurup

geliştirmek gereklidir. Bunu da Darülfünun yapabilir. Çünkü beşeri ilimler bu şekilde

ilerlemiştir.

Emrullah Efendi “Maarif Tuba ağacına benzer” der ve benzetişimi şöyle kurar.

“önce yüksek bilim yuvaları etkin olmalıdır. Bu nedenle idadiler kaldırılmalı, yedi sınıflı

sultaniler açılmalı, Darülfünun en ileri düzeye kavuşturulmalıdır. Buralardan yetişenler

çoğaldıkça halk da aydınlanacaktır.” Bu teorisine uygun siyasal yaklaşımlar ile yeni

Darülfünun Nizamnamesi, eğitime yönelik tartışmalar başlatır.

Satı Bey Emrullah Efendi’nin bu yaklaşımını eleştirir ve çürük temele dayalı bir

yükseköğretimin tutarsızlığını ileri sürüp ıslahın ilköğretimden başlaması gerektiğini ileri

sürünce Emrullah Efendi “İlköğretimin yaygınlaştırılması ve ıslahı uzun zaman ister. En az

üç kuşak harcanır… bu beklenilemez. İlerlemek için yüksek öğrenim görmüş kişilerin

gayretine büyük gereksinim vardır” der ve ilköğretimin ıslahı için “ihtiyaç çok, imkan az”

der.

Hasan Ali Yücel, Emrullah Efendinin “bilerek çalıştığını” vurgulayarak ona değer

verdiğini gösterir fakat Tuba ağacı teorisine katılmaz ve eleştirir. Yücel’in bakan olduktan

sonraki uygulamaları da Emrullah Efendiden çok Satı Bey’in görüşlerini kabul ettiğini

gösterir.

Ancak Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı Teorisi, Satı Bey gibi karşı çıkanların

yanında İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’dan Ziya Gökalp’e uzanan çizgide birçok taraftar da

bulur. Bu teori dışında Emrullah Efendi’nin eğitim alanındaki düşünceleri ve çalışmaları şu

şekilde sıralanabilir:

Emrullah Efendi “muallimlik bir meslektir” demiş ve öğretmenlik mesleğinin

gelişmesi için çaba harcamış, ilköğretim öğretmenlerine devlet tarafından maaş verilmesi

gerektiğini savunmuştur. Bu düşüncesi ise ancak 1948 yılında gerçekleşmiştir.(Akyüz,

1997: s.262)

İdadileri Sultani yapan Emrullah Efendi 1912 yılında tartışmalar da çıkaran

Sorbonne Üniversitesi’ni model alan Darülfünun Nizamnamesini çıkarmıştır. Baltacıoğlu,

Emrullah Efendinin bu husustaki rolü için, “modern bir Darülfünun fikrini ortaya koyan

Maarif Nazırı Emrullah Efendi’dir” der. (Ergin, 1977: s.1225)

II.2.Tevfik Fikret (1867-1915)

Yücel’in düşünce sistematiğinde Tevfik Fikret’in ayrı bir yeri vardır. O Fikret’in

düşünceleri içinde daha çok hürriyet ve istibdada karşı tavrını benimsemiştir. Tevfik

Fikret, Osman Kafadar’a(1997: s.186) göre II.Meşrutiyet döneminde eğitim alanındaki

faaliyetleri bakımından Türkiye’de Anglo-Sakson eğitimine ilk yönelenlerden birisi olarak

kabul edilir.

Tevfik Fikret 1888 yılında Mekteb-i Sultani’den mezun olur. Kısa süren bir

memurluktan sonra hayatının sonuna kadar sürecek olan Türkçe öğretmenliğine başlar.

1894’de Mekteb-i Sultani’ye 1897 yılında ise Robert Kolej’e öğretmen olarak girer. Fikret,

şiirleriyle Batılı düşünüşü Türkiye’ye sokmaya çalışmış, zulme, baskıya ve kötülüklere

isyan etmiş, bütün bir gençliği yurt sevgisi konusunda etkilemiştir.

Meşrutiyetin ilanından sonra Mekteb-i Sultanide müdür olan Fikret bir yandan

Darülfünun’da bir yandan da Satı Bey’in müdürlüğünü yaptığı sıralarda

Darülmuallimin’de edebiyat dersleri verir. Darülmuallimin marşının yazarı da Tevfik

Fikret’tir. Fikret açmayı düşündüğü Yeni Mektep adındaki özel okulda kuramsal Fransız

ekolünün değil faydacı Anglo-Sakson sisteminin uygulanacağını belirtir. (Akyüz, 1997:

s.265)

Meşrutiyet döneminde yaygın olan Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık akımlarından

Batıcılık içerisinde kendini konumlandıran Tevfik Fikret için amaç, terakki ve

medenileşmektir. Ona göre bu amaca ulaşmanın tek yolu vardır: Gençleri pratik hayata

hazırlayacak, onları “erbab-ı fenden ziyade, iş adamı” alarak yetiştirmek maksadına

yönelik “İhtiyacat-ı hazıramıza muvafık” okullar açmaktır.(Akyüz, 1947: s.288)

Tevfik Fikret bu düşüncelerle, “ekonomik ve sosyal ilerleyiş için şart olan yeni bir

eğitim sistemine rehberlik edecek” “Yeni Mektep” adında yeni bir eğitim müessesesi

kurmayı planlar. Fikret bu konudaki görüşlerini tasarlayıp proje haline getirerek 1909

yılında yayınladığı “Yeni Mektep”te açıklamıştır. (Berkes, 2006: s.447)

Bu proje Berkes’e göre Sultan Abdülhamit’in “İngiliz aleyhtarı politikasına bir

tepki olarak, Anglo-Sakson hayranlığıyla birlikte Batı uygarlığının özünün bireycilik,

özgürlük ve onları besleyen eğitim olduğu görüşünün” somutlaşmış bir ütopyası olarak

Türk Eğitim tarihinde yerini almıştır. (Berkes, 2006: s.380)

Fikret projesini gerçekleştirmek için bir çok destek bulmasına rağmen Yeni Mektep

düşüncesinde başarılı olamaz. Bunun nedeni “o devrin toplumunun sosyo ekonomik

özelliklerine uymadığı halde, İngiliz veya Amerikan okul tipini memlekete getirmek

isteyen” projenin taşıdığı “ütopik karakter”dir.(Kafadar, 1997: s.187)

II.2.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri

Fikret’e göre “tahsil bir gaye değil bir vasıtadır.” Bu yüzden öğretimde öğrencilere

yük olabilecek lüzumsuz bilgilerden kaçınmak, verilecek bilgiyi özlü fakat onların yarınki

hayatlarında faydalı olacak şekilde seçici olarak vermelidir. Kitap okulunun bilgi süsünden

uzak kalmalı, öğrenciyi uyuşturucu metodlar yerine serbest sınıf konuşmalarını ve

tatbikatları koymak, gezi ve benzeri diğer faaliyet şekilleriyle gençlere fiili terbiyelerini

mümkün kılacak uygun fırsatlar meydana getirmek gerekir.(Akyüz,1947:s.288-289)

Yeni Mektebin kuruluş maksadı, Fikret’e göre, “sağlam karakterli gençler

yetiştirmektir. Bu amaçla çocuğun tabii çevresi içinde uygun bir ahlak eğitimiyle yetişmesi

için aile hayatı esas alınacaktır. Zihin ve ahlak eğitiminin yanında beden eğitimine de

önem verilecektir. Yeni Mektep, “nazari bilgilere sahip kişilerden çok, iş adamı

yetiştirmek amacında olduğundan, gençlerin ilgi ve yeteneğini, iktisadi refah ve

kalkınmamızın her zaman öz kaynağı olduğundan şüphe edilmeyen ziraat ve ticarete doğru

kuvvetle sevk etmeğe çalışacaktır.” (Kavcar, 1982: s.117)

Çocuklara hitap eden ve didaktik özellikteki ilk şiir kitabı Şermin(1914)i de

çıkarmış olan Fikret, Hasan Ali Yücel’i özellikle özgürlük teması konuları başta olmak

üzere bir çok açıdan etkilemiştir. Yücel de gerek bakan olmadan önce gerek bakan

olduktan sonra çocuklara yönelik didaktik şiir kitapları yazmış ve yayınlamıştır.

Yücel, Fikret’i konu aldığı bir yazısında O’nun “Türk toplumu için bir şahıs değil,

bir mesele” olduğunu belirtir. Fikret’in şahsında “toplumun bilinç altında uyuyup kamlı

bazı davaları aydınlığa çıkmıştır” diyen Yücel şöyle devam eder “bu sebeple sanatından

çok yaşayışı ve davranışı en çok yazışmaya ve tartışmaya konu olmuş büyüklerimizden”dir.

(Yücel, 1998c: s.256)

Yücel’e göre Fikret “etkisi derin çünkü zati değeri üstün bir adamdı”r. Çünkü Türk

toplumunun dini, siyasi ve ahlaki olmak üzere üç alandaki davasına karşı devrindeki

aydınların müphemcilik ve dönekliğin zıddına kesin ve açık bir tavır almıştır. Yücel’e göre

bu tavır alış sonucu Fikret, “yobazlığa hücum, namussuzluğa karşı harp, istibdattan nefret”

etmiştir. (Yücel, 1998c: s.256)

Yücel’e göre Fikret “bizde sosyal ferdiyetçiliğin en kuvvetli temsilcisidir ve

hürriyete aşıktır. Hürriyet ve istipdata karşı olmak açısından Namık Kemal ile Tevfik

Fikret’i kıyaslayan Yücel “medeniyette garplılaşmaya yüzde yüz taraf” olmasından dolayı

Fikret’i Namık Kemal’den üstün tutar.

Hasan Ali Yücel’e göre Fikret’in en büyük hatası o devrin pek çok aydınında

görülen “Türk’lük ve milliyet duygusu” konusundaki eksiklikleri, hatalarıdır. “Kimi kendini

Türk olmadan önce “Osmanlı” kimi Türk olmadan önce “İslam” kimi Türk olmadan önce

“insan” hissetmişti.” diyerek Türklük bilincinin eksikliğini dile getiren Yücel, Fikret’in

“Milletim nev’i beşerdir, vatanım ruy’i zemin” mısralarını “sosyal gerçekten uzak

kalmasının en büyük” göstergesi olarak görür, eleştirir ve hatta ona acır. Bu bilinç

eksikliğine “acımamak elden gelmez” (Yücel, 1998c: s.258) çünkü Yücel’e göre Osmanlı

toplumunun yıkılışının nedeni “ne kötü idare, ne parasızlık, ne de harplerdir. Bizi “ne

olduğumuzu bilmemek” içimizden kemirmiştir.” (Yücel, 1998c: s.244)

Türklük bilinci konusunda Fikret’i eleştiren ve hatta acıyan Yücel ahlak konusunda

onu bir kahraman olarak görür. Kimseye karşı kötülük duymayan, herkesin hakkına saygı

gösteren, dostluğunda ciddi, vefalı olma özellikleri onu “her türlü ahlaksızlığa karşı haşin

ve müsamahasız yapmıştır.” Ahlaksızlıklarını gördükleri dostlarını kapısından döndürecek

kadar sert tavır alan bir yapısı vardır Fikret’in.(Yücel, 1998c: s.259).

Hasan Ali Yücel, haksızlıklara karşı tavır, hürriyet, ahlak ve batılılaşma konusunda

Fikret’ten büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu konuda 1928 yılında Latin harfleriyle basılan ilk

kitaplar arasında yer alan Tevfik Fikret’in “Tarihi Kadim / Doksanbeşe Doğru” şiir kitabını

yayınlatması ve önsözüne de ‘Yeni Hayat’ şiirini koymasından çıkartabiliriz.

II.3.Ziya Gökalp (1876-1924)

İkinci meşrutiyet döneminde fikir ve siyaset alanının yanı sıra eğitim alanında da

fikirleri etkili olan düşünürlerin başında, Türkçülük akımının da sistemleştiricisi olan, Ziya

Gökalp gelmiştir. Gökalp, Darülfünunda sosyoloji hocalığı yaparken üniversite gençliği

üzerinde önemli etkileri olmuş bir düşünürdür.

Yücel, Gökalp’i “Dış görünüşü durgun, içi tuğyanlı, alim, filozof ve şair” diye

tanımlar ve ekler “benliğini yoğuran vatanperverliği ve yepyeni manadaki

milliyetperverliği”dir. O “milli duygularını kaygılarının başı yapmış bir

mütefekkir”dir(Yücel, 1998b: s.608-610) “Bizim kuşağımız gençlik devresinde fikir adamı

olarak en çok Ziya Gökalp tesiri altında kalmıştı. …şahsen ben lise öğrencisi, genç yedek

subay, ve üniversiteli olarak bu fikirlere inanmıştım. Bu fikirlerin bir kısmını da hala

taşıyorum”(Yücel, 1998c: s.352) der.

İçtimaiyat, Milli tetebbular, Yeni Mecmua, Küçük Mecmua, Tük Yurdu, Muallim,

Genç Kalemler dergilerinde yazılar yayınlayan Gökalp, o dönemde incelemelere dayalı,

kapsamlı ve tutarlı görüşlerle ortaya çıktığından, karşıtları aynı güçte savlar

getirememişlerdi(Sakaoğlu, 1985: s.483).

Ziya Gökalp, Prens Sabahaddin ve Satı Bey’in Anglo-Sakson pedagojisi etkisinde

kalarak savundukları ferdiyetçi eğitim anlayışına karşılık Durkheim’in toplumcu eğitim

anlayışını Türkiye’ye sokmuş ve geliştirmiştir. (Kafadar, 1997: s.222)

Ziya Gökalp Cumhuriyet Halk Partisinin Atatürk tarafından oluşturulan

programının temel esaslarını analizini ve açıklamasını yaparak toplumun yeniden

yapılanmasında da önemli roller üstlenmiş bir düşünürdür.(Özodaşık, 1997: s.163)

Akyüz’e göre Atatürk Türkçe ezan, laiklik, garpçılık vd. konularda Ziya Gökalp’ten

etkilenmiştir. Milli Eğitim konularını ilk kez işleyen Gökalp’dir. “Milli terbiye, asri talim”

ilkesini o ortaya atmıştır.(Akyüz, 1997: s.270-271)

II.3.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri

Gökalp’e göre, eğitimin gayesi kişiyi toplumsal ve doğal çevre olmak üzere iki

çevreye hazırlamaktır. İnsan içinde yaşadığı toplumsal çevrenin sahip olduğu din, dil,

ahlak, hukuk, güzel sanatlar ve ekonomi alanındaki değer yargılarını öğrenerek topluma

uyum sağlar. Gökalp, bu değerlerin tamamına kültür(hars) adını verir. Kültürü oluşturan bu

öğeler suni olarak oluşmamıştır. Yani bilinçli bir tutumla inşa edilmiş değerler

değildir.(Başgöz, 1995: s.38)

Bu değerler bir bireyden diğerine aktarılarak oluşur ve gelişir. Bunlar kişiyi ilk elde

eğiten değerlerdir. Gökalp bu eğitime ‘yaygın eğitim’ adını verir. “Bu anlamda eğitim

psikolojik bir olay değil, kişileri ulusal kültüre alıştıran sosyal bir olaydır.” (Başgöz, 1995:

s.39) Her milletin kendine has kültürü olduğu için kendine has bir milli eğitim sistemi de

olmalıdır. Bu yüzden başka milletlerin eğitim sistemi olduğu gibi kopya edilemez. Eğitim

milli olmalıdır.

Gökalp’e göre kişinin uyum sağlayacağı ikinci çevre doğal çevredir. Doğal çevre,

ilimlerin bulduğu değişmez sonuçlardır. Bunlar insanın bilinçli çalışması ile meydana

gelmiştir. Tekniğin ve ona dayanan uygarlığın temelinde bu ‘realite hükümleri’ yatar. Bu

yüzden “Terbiye bir kavmin harsını o kavmin fertlerinde ruhi meleke haline getirmektir.

Terbiye milli olmak zorundadır. Oysa talim, şeniyat (maddi, teknik) bilgilerin fertlere

öğretilmesidir. Her medeniyetin kendine has şeniyet bilgisi yoktur; bu bilgi bütün

insanlığın ortak malıdır ve beynelmineldir. Bu sebeple talim milli değil

lamillidir.”(Başgöz, 1995: s.38) O’na göre eğitim konusu ele alınırken bu iki ayrım göz

önünde bulundurulmalıdır.

II.3.a.1.Okullar

Gökalp’e göre vatanına en zararlı olanlar mektep ya da medresede okumuş

olanlardır. Çünkü eğitim milli değildir. Kozmopolit olarak nitelediği eğitim sistemi

insanlarda kişilik geliştirmemektedir. Oysa ona göre eğitimin amacı bireylere milli kültürü

benimsetmek, bireyleri mensup olduğu milleti temsil edebilecek şekilde kişilik sahibi

yapmaktır. Gökalp’in özellikle bu görüşü Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş,

Yücel’in görüşlerini de etkilemiştir.

Eğitim konusuna değinirken okulları sınıflandıran Gökalp İttihat ve terakki

Kongresine verdiği layihada şöyle der:

“Başka milletlerde en seciyeli ve ahlak sahibi kimseler tahsilde en ziyade ileri gitmiş fertler

arasından çıktığı halde bizde çoğu kez bunun zıddı oluyor. Türkiye’de vatan için en zararlı adamlar medrese

yahut mektepten nasip alanlardır. Türkiye’de medrese ve mektep, terbiye ettiği fertlerin ahlak ve seciyesini

bozuyor. Bunun sebebi diğer milletlerin maarifi milli bir mahiyette olduğu halde bizim maarifimizin

kozmopolit bir halde bulunmasıdır. Bunu anlamak için İstanbul’daki kitapçı dükkanlarıyla ders okutulan

yerlere tasnif edici bir gözle bakmak yeterlidir. İstanbul’da üç tür kitapçı vardır. Sahaflar, Beyoğlu Babıali

caddesi kitapçıları. Sahaflardaki maarif Arap ve Acem’e, Beyoğlu’ndaki maarif Avrupa’ya aittir. Babıali

caddesindeki Tanzimat maarifi ise bu evvelkilerin perişan tercümelerinden ve acemice taklitlerinden

oluşmuştur. Milli maarifimizin ne kitapları ne de kitapçıları henüz doğmamıştır. Ders okutulan yerler de

kitapçılara benzer şekilde üçtür: medreseler, yabancı mektepler ve Tanzimat mektepleri. Sahafların kitapları

medreselerde, Beyoğlu’nun kitapları yabancı mekteplerde, Babıâli caddesinin kitapları Tanzimat

mekteplerinde okutulur. …aralarındaki bu derin farklarla beraberbu üç ders yeri ortak bir özellik taşır.

Oralardan yetişen softa, Levanten, Tanzimatçıların üçünde de karakter göremezsiniz”.(Akyüz, 1997:

s.270-271)

Seçkinlerin eğitimi konusuna özel bir önem veren Gökalp bu görüşünü Emrullah

Efendinin ortaya attığı Tuba Ağacı teorisi ile açıklamaya çalışmıştır. O “eğitim

reformlarına öncelikle aydın yetiştiren okullardan başlanırsa toplum sağlam temeller

üzerine daha kolay oturtulabilir” der.(Başgöz, 1995: s.38)

Gökalp bir yandan Darülfünunda dersler verirken bir yandan da üniversite reformu

konusunda ayrıntılı ve kayda değer düşünceler söylemiş, yayınlamıştır. Buna göre

üniversitelerin özerk olması gerektiğini savunan Gökalp devletin üniversiteye sadece araç

ve gereç temin etmesi gerektiğini savunur. Üniversite hocalarını da maaş, şöhret ve ilim

için çalışanlar olmak üzere üç gruba ayırır. Fikir akımları açısından da üniversite hocalarını

Gökalp şu şekilde sınıflandırır. “Türkçüler, İslamcılar, Tanzimatçılar ve

Kayıtsızlar”(Akyüz, 1997: s.271).

Gökalp, Emrullah Efendi ile Satı Bey arasında yapılan Tuba Ağacı teorisi

tartışmalarına katılarak Emrullah Efendiye destek çıkar ve eğitimde yenileşmeye

üniversiteden başlanması gerektiği görüşünü savunur.

Gökalp’e göre ilkokul ve meslek okulları talim, Liseler ise terbiyevi özellik

taşımalıdır. Liselerde yalnızca Türk harsının eğitimi yapılmalıdır. Öğretmenlerin ve ilim

adamlarının birbirleriyle iletişim kurabilecekleri ve fikir tartışmalarının yapılabileceği bir

“Öğretmenler Kulübü” kurulmasını ister ve bunun bilim hayatının gelişmesine katkıları

olacağını söyler.

Gökalp de Fikret gibi çocukların beşikten itibaren milli duygularla ve faziletli

olarak yetişmeleri için çocuk şiirleri ve masalları yazmıştır. Yücel de bu ikiliye çocuklar

için şiirler yazarak katılır. Çünkü Gökalp’in, “Milli maarifimizin ne kitapları ne kitapçıları

henüz doğmamıştır” diyerek işaret ettiği boşluğu, doldurmak için kaleme almış, çeviri ve

kitap basma işine yönelmiştir diyebiliriz.

Yahya Akyüz’e göre (1997: s.272) Gökalp bazı bilimsel toplantıların eğitimin

gelişmesindeki önemine ilk işaret edenlerdendir. Temmuz 1917 yılında Öğretmenler

kongresi, eğitim kongresi, ahlak kongresi, dil kongresi gibi toplantıların yararlı olacağını,

bunların ilk önce ulusal daha sonra uluslararası düzeyde yapılmasının faydalı olacağını dile

getirir.

Onun bu görüşleri Hasan Ali Yücel’i etkilemiş ve Yücel, gerek bakan olmadan

önce dil konusunda bir kurulun oluşturulması yönünde Atatürk’e öneride bulunup Türk Dil

Kurulunun kuruluşuna katkıda bulunarak etimoloji dalında çalışmalar yapmış, gerekse

bakanlığının ilk icraatları arasında kongreler toplayarak Gökalp’in bu düşüncelerini hayata

geçirmiştir.

Yücel “başka dillerden kelime alabiliriz, kaide alamayız” prensibini dile getiren

Gökalp’i kullandığı kelimelerin kaide getirdiğini belirterek eleştirir ve “kendi kendini

nakzettiğini” belirtir. (Yücel,1993: s.119)

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel eğilim ve yönelimlerini iyi bir şekilde öngören ve

etkileyen bir düşünür olan Ziya Gökalp, başta Atatürk olmak üzere o dönemde önde gelen

aydınları düşünceleri ile etkilemiş, iz bırakmıştır.

Cumhuriyetin gerçekleştirmeyi düşündüğü toplumsal projeyi en iyi şekilde

anlayanlardan ve bul yolda çalışanlardan birisi olan Hasan Ali Yücel de Ziya Gökalp’in

düşüncelerinden etkilenmiştir.

Yücel, farklı eğitim kurumlarından yetişen kişilerin birbirini anlamamasına çözüm

olarak Lisede “müspet bilimi esas alan fen, Arapça ve Farsçayı esas alan klasik şark, iki

yabancı dil öğreten modern diller, Latince ve Eski Yunanca’yı öğreten Klasik Garp”

şubelerinin açılmasının bu ayrılığı ortadan kaldıracağını düşünür(Yücel, 1998b: s.106).

II.4.Satı Bey (1880-1968)

Meşrutiyet döneminde Batı pedagojisinin temellerine dayanan ilmi karakterdeki

yeni eğitim anlayışının Türkiye’de yerleşmesinde rolü olan eğitimcilerin başında Mustafa

Satı Bey gelir. Bu rolü edinmesindeki temel etken başta Emrullah Efendi olmak üzere, Ziya

Gökalp, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şekip Tunç ve Sadrettin Celal Antelle giriştiği

tartışmalar, Fenni Terbiye adlı eseri ve Darülmuallimin müdürlüğü sırasındaki ıslahat

çalışmaları, uygulamalarıdır.(Kafadar, 1997: s.189)

Emrullah Efendi gibi Satı Bey de Mülkiye mektebinden mezun olmuştur.

II.Meşrutiyet’in ilanından sonra bir süre İstanbul Darülmuallimini müdürlüğünde

bulunmuştur. Türkçü değil Osmanlıcı görüşlere sahip olan ve aslen Arap olan Satı Bey’e

Türkçüler büyük saygı duymuş ve eğitim bilimi konularındaki değerli çalışmalarından

dolayı “Türk Froebel”i demişlerdir.(Akyüz, 1997: s.263)

II.4.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri

Önceleri ‘Mülkiye’ ve Tevfik Fikret’in ‘Yeni Mektep’ dergilerinde yazan Satı Bey

1910’dan sonra ‘Tedrisat-ı İptidaiye’ adlı bir dergi çıkartmıştır. Darülmuallimin

müdürlüğü döneminde bir yandan ilk uygulama okulunu açarken bir yandan da “Fenn-i

Terbiye adlı bizdeki ilk pedagojik kaynağını” yayınlamıştır.(Sakaoğlu, 1985: s.483)

Beden eğitimi, alfabe öğretimi, çocuk edebiyatını ve müziğini, el işi derslerini,

laboratuarı okullara sokarak birçok yenilikler meydana getirmiştir. Ona göre öğretmenlik

herkesin yapabileceği bir meslek değildir. Özel yetenek ister. “Maarifimizin en büyük

yarası öğretmenliğin herkesin yapabileceği bir meslek zannedilmesidir” der. Öğretmen

okullarında genel öğretimin yanı sıra mesleki eğitimin de verilmesi gerektiğini, bunun için

de Fenn-i Terbiye (pedagoji) ve usul-i tedris (öğretim metodu) derslerinin okutulmasını

savunmuştur.

“Muallimlik her şeyden evvel mürebbilik demektir. Talim ve terbiye ise bir hüner,

bir sanattır. Bunun yöntem ve ilkeleri batıda uzun inceleme ve tecrübeler sonunda

belirlenip tesbit edilmiştir. Bizim muallimlerimizde en eksik olan şey, bu hüner-i talim,

usul-i terbiyedir.”(Akyüz, 1997: s.263)

Akyüz, (1997: s.242) Satı Bey’in Darülmuallimin müdürlüğü sırasında yaptığı

çalışmalarını şöyle aktarır: “Okulu Fatih’ten Cağaloğlu’na getirdi. Öğrencilerini sınavdan

geçirip 150’sini alıkoydu, ötekilerini çıkardı. Okul dışında bir işi olan öğretmenleri de

uzaklaştırdı. Ötekilere haftada bir gece okul nöbeti tutturdu. Öğretmen atamalarında genç

ve yeteneklileri tercih etti ve değerli elemanlardan oluşan bir öğretim kurulu meydana

getirdi. … öğretmen kadrosuyla birlikte ‘Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası’ adıyla önemli bir

dergi çıkardı. Her yıl vilayetlerden ikişer öğretmen çağırarak onlara Usul-i Tedris ile ilgili

konferanslar verdirdi”

Satı Bey, Tuba ağacı nazariyesinde Emrullah Efendiden, Eğitimin milliliği

konusunda da Ziya Gökalp’ten farklı düşüncelere sahipti. Ziya Gökalp ile aralarındaki

tartışma 1914-1918 yılları arasında Muallim ve Yeni Mecmua dergilerinde sürmüştür.

Satı Bey Emrullah Efendinin Tuba ağacı teorisine karşı çıkmış ve eğitim

reformunun tabii ağaçlara benzer şekilde yapılabileceğini, yani Japonya’da olduğu gibi

ilkokullardan başlaması gerektiğini savunmuştur. Çünkü O’na göre çürük ilköğretime

dayanacak yüksek öğretim hiçbir zaman gelişemez.

Eğitim ıslahatının ilköğretimden başlamasını uygun gören Satı Bey bunun yanında

eğitimin tüm düzeyleri arasında ilişkilerin bulunduğunu, hiçbirinin ötekilerden bağımsız,

kopuk bir biçimde ele alınamayacağını da ileri sürmüştür. Hasan Ali Yücel de onun bu

düşüncelerinden etkilenmiş, köy enstitülerini ve ilköğretim konuları tartışılırken aynı

örneği kullanarak ilk ve yükseköğretimin bir bütünlük içerisinde götürülmesi gerektiğini

savunmuştur.(Yücel, 1998b: s.88).

Satı Bey’e göre geri kalmamızın nedeni ne dinimiz ne de ırkımızdır. Ona göre geri

kalmamızın başlıca nedeni azim ve sebat eksikliğimizdir. Batı medeniyetin temelinde ise

düzenli, sebatlı çalışma vardır.

Fenn-i Terbiye adlı eserinde eğitimi üç noktadan inceleyen Satı Bey bunları şu

şekilde sıralar. Beden eğitimi, Fikir eğitimi ve Ahlak eğitimi. “ona göre insanın bedeni,

zihni ve ahlaki kabiliyetleri ancak eğitimle geliştirilebilir.” Ülken’e göre Satı Bey Fenn-i

Terbiye adlı eserinde “Fransızca eğitim ve öğretim metodu yayınlarından faydalanmakla

birlikte onların pedagoji kitaplarında hiç yer almayan birçok soruyu inceleme şerefine”

sahiptir. (Ülken, 2001: s.182)

Darülmuallimin’deki derslere ve öğretmen seçimine çok önem veren Satı Bey,

kendi önerisiyle yurt dışına pedagoji alanında incelemelerde bulunması için gönderilen

Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’na “el işleri ve pedagoji”, Selim Sırrı Tarcan’a ise “Beden

eğitimi” derslerini verdirir.(Tozlu, 1989: s.7)

Cumhuriyet döneminde de etkin görevlerde bulunmuş olan bu isimlere görev

vermesi ve onları seçmesi eğitimciliğindeki gücünü ve Türk Froebeli lakabını boş yere hak

etmediğini göstermiştir.

O’na göre toplumlarda asıl olan bireylerdir ve eğitimin gayesi de bireyin kişisel

yeteneklerini ve ruhi melekelerini geliştirmektir. Okullar bireylerin keşif ve yaratma

yeteneklerini geliştirecek biçimde düzenlenmelidir.(Başgöz, 1995: s.41)

Öğretmen politika ilişkilerini de ilk kez ele alıp değerlendiren Satı Bey’dir.

Öğretmenler günlük politikaya karışmamalı, iyi seçmenler yetiştirmelidir. Ona göre eğitim

mutlaka milli olmak zorunda değildir. Milli eğitimin yurtseverlik çerçevesini geçmemesi

gerektiğini savunmuş ve Ziya Gökalp ile tartışmalara girmiştir.

Bu tartışmalardan en dikkat çekici fikirleri eğitimin milli olup olmaması meselesi

üzerine olanlardır. Bu tartışmalarda Satı Beyin eleştirileri sonucu Ziya Gökalp fikirlerinde

bazı düzeltmeler ve Satı Bey’e yaklaşan açıklamalar yapar. Satı Bey de eğitim kavramının

öğretimi içine almayan bir anlamda kullanıldığı takdirde, sadece ahlak ve duygu eğitiminin

milli olabileceğini kabul eder.(Kafadar, 1997: s.192)

Satı bey, Muallim Mecmuasında Ziya Gökalp’le yaptığı tartışmalara karışan Ismayıl

Hakkı Baltacıoğlu’nun savunduğu “çağdaş milletlerde eğitimin gayesi, çocukları üretici

yetiştirmektir” görüşünü de tenkit eder. Ona göre iktisadi hayat önemlidir ama bundan

üretim ve iktisadın eğitimde amaç olabileceği sonucunu çıkarmak doğru değildir. Ekonomi

eğitimde amaç değil araçtır. Hayatın yemekle kabil olduğuna bakarak yemeği hayatın

gayesi saymak nasıl yanlışsa üretici yetiştirmeyi eğitimin gayesi saymak da

yanlıştır(Ülken, 2001: s.184-185)

O, mezun ettiği öğretmenleri görev yaptıkları yerlerde de izlemeye, onların

karşılaştıkları sorunları öğrenerek öğretmen yetiştirmede faydalanmaya çalışmıştır.

Öğretmenlerin hizmetiçi eğitim çalışmalarını ele almış, uygulamalara girişmiş fikirler

üretmiştir.

II.5.Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu(1886-1978)

Satı Bey hariç tutulursa, Türkiye’de eğitim üzerine ansiklopedist bir yaklaşımla

değil doğrudan doğruya pedagojik bir meşgale olarak eğilen, meslekten eğitimci ve

dolayısıyla eğitim reformcusu olan nesillerin başında Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu gelir.

Başgöz’e (1995: s.45) göre Baltacıoğlu, “kör geleneklere indirilen en akılcı

darbeyi temsil ediyordu.” Meşrutiyet’in başlarında yayınladığı ilk eseri “Talim ve

Terbiyede İnkılâp” kitabı (Baltacıoğlu,2001) ile Hasan Ali Yücel’i öğretmenlik mesleğine

heveslendiren kişilerden birisi de Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’dur.

“Profesör iken öğrencisi, tahsil sonrası dostu, mecliste arkadaşı, her zaman yakını

oldum.” dediği ve ilk defa I.Dünya Savaşından sonra karşılaştıkları Ismayıl Hakkı

Baltacıoğlu’nun Talim ve Terbiyede İnkılâp adlı kitabı için Yücel 1957 yılında “Bu kitap,

adı gibi içi ile de bugün dahi yeni bir kitaptı ve kitaptır. Öğretmen olma kararımı değişmez

hale getiren, onun satırlarına yansımış kültür ve terbiye ruhu olmuştur” diye yazar(Yücel,

1998b: s.27-28).

Bu kitap, Baltacıoğlu’nun, pedagoji ve elişleri konularında öğretim ve incelemeler

yapmak üzere gönderildiği Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki “yeni eğitim” anlayışına göre

kurulmuş okulları ziyareti sonunda edindiği intibaların etkisiyle Tanzimat’tan beri

Türkiye’de hakim olan eğitim zihniyetini ve ıslahat anlayışını temelden değiştirmeye

yönelik, oldukça dikkat çekici görüşler ortaya koyan bir kitaptır.(Kafadar, 1997: s.245)

Baltacıoğlu bütün eserlerinde ortaya koyduğu gibi orijinal bir pedagojik sistem

kurma peşinde bir ömür sürmüştür. Gerçekten de kurduğu “bu sistem gelişigüzel meydana

getirilmiş bir sistem değildir.”(Tozlu, 1989: s.276) Çünkü yerli ve yabancı bir çok düşünür

ve eğitimciden etkilenen Baltacıoğlu “görüşlerini eklektik bir anlayışla sergilemekten

ziyade, sentezci bir metodla geliştirerek, kendi eğitim sistemini ortaya koymuştur.” (Akyüz,

1991: s.135) Bundan dolayı Hilmi Ziya Ülken de Baltacıoğlu’nun Türk düşüncesindeki

yerini belirtirken, “fikir sentezi verecek kafa” ifadesini kullanır. (Ülken, 2001: s.480)

II.5.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri

Baltacıoğlu, o zamanki eğitim sistemine hakim olan terbiye anlayışına hücum

ederek terbiyede bir inkılap yapma gereği üzerinde durur. O, maarif ıslahatında yapıla

gelmekte olan programların değiştirilerek düzenlenmesi, ders saatlerinin ayarlanması, ders

kitaplarının yeniden yazılması gibi eğitim sisteminde esasta herhangi bir değişiklik

meydana getirmeyen faaliyetleri eleştirir.

“programlar, kitaplar, saatler üzerinde oynayan, fakat okulun disiplin sistemini, öğretim metodunu

değiştirmeyen hiçbir yenilik ciddi olamaz. Onun için biz adam yetiştirmek meselesinde her şeyden önce

disiplin sistemimizi ve eğitim metodumuzu değiştirmeyi düşünmezsek bizim için gerçek bir inkılap

yoktur.”(Baltacıoğlu, 2001: s.23)

Baltacıoğlu’na göre eğitimin amacı teşebbüs sahibi, cesaretli, azimli, sebatlı, hayata

hazırlanmış faal adamları yetiştirmektir. Çünkü ona göre, ne zaman ki mekteplerimizdeki

hafızası kuvvetli ve uslu çocuklar yetiştirmekten ibaret skolastik, entellektüalist

karakterdeki talim ve terbiye anlayışını yıkarak, şahsiyetin teşkilini talim ve terbiyenin

nihai hedefi olarak belirlersek o zaman mektep milletin geleceği ve mutluluğu için muhtaç

olduğu faal adamları kazanacaktır.

Kafadar’a (1997: s.247) göre Baltacıoğlu, Rousseau’nun ferdiyetçi eğitim

görüşünü Anglo-Sakson eğitiminin faydacı ve hayata yönelik pratik adam yetiştirme

anlayışıyla telif etme çabasındadır.

‘Üretime yönelik eğitim’ anlayışını savunan Baltacıoğlu bir taraftan Satı Bey’e

diğer taraftan da özellikle Ziya Gökalp’in Durkheim’dan hareket ederek geliştirdiği milli

terbiye görüşüne ters düşer.

Talim ve Terbiyede İnkılap’taki ferdiyetçi, meleke psikolojisine dayanan ve

Meşrutiyet’in mektepçilik hareketine iştirak eden eğitim anlayışını daha sonra revizyondan

geçiren Baltacıoğlu Kadri Aytaç’ın deyişiyle “bu eserde yıktığı eğitim anlayışının yerine

koymak istediği yeni eğitim görüşü henüz belirlenmemiştir”(Aytaç, 1978: s.6)

Baltacıoğlu, eğitimde güzel sanatların önemini ilk ileri süren ve savunan

eğitimcilerimizdendir. O, gerçek toplumsal kurtuluşu ressamlar, şairler, tiyatro sanatçıları

ve müzisyenlerin çabalarında görür.

O, temsilciliğini yaptığı çağdaş eğitim reformu görüşünü esas olarak ana eseri olan

İçtimai Mektep Nazariyeleri ve Prensipleri(1932) adlı eserinde ortaya koyar. Baltacıoğlu,

Talim ve Terbiyede İnkılapta(1912) kurmaya başladığı pedagoji felsefesini, son eseri olan

Pedagojide İhtilal (1964)e kadar yazdığı 30’u aşkın eseri ve ‘Yeni Adam’ başta olmak

üzere bir çok dergi ve gazetede yayınladığı makalelerinde ortaya koymuştur. O bu

eserlerinde ortaya koyduğu eğitim sistemini “inkılap” la başlatıp “ihtilal”le sona

erdirmiştir.(Aytaç, 1978: s.8)

Hasan Ali Yücel’in düşünce ve uygulamalarını incelediğimizde, yukarıda eğitim

konusundaki bazı temel düşüncelerini verdiğimiz II. Meşrutiyet döneminde etkili olmuş

düşünürlerin her birinden etkilendiği ortaya çıkmaktadır.

Bunları kısaca toparlayacak olur isek Emrullah Efendiden ilköğretim konusunda

değilse bile Aydınlar eğitimi konusunda, Tevfik Fikret’ten haksızlığa ve baskıya karşı

gelme, hürriyet sevdası, konularında, Satı Bey’den ilköğretim ve metodoloji konularında,

Ziya Gökalp’ten Türklük şuuru, kongreler ve dil konularında, Ismayıl Hakkı

Baltacıoğlu’ndan Üretime dayalı okul, köy enstitüsü uygulamaları konularında etkilendiği

görülmektedir.

Hasan Ali Yücel bu bahsettiğimiz düşünürlerin fikirlerinin “kör bir taklitçisi”

değildir. Gençlik dönemlerinde kişiliği ve kimliğinin belirlendiği bir dönem olan

gençliğindeki bu tartışmalardan etkilenmiş ancak bunları kendi içinde ulaştığı senteze göre

uygulamaya geçirmiştir.

Bundan dolayı Hasan Ali Yücel’in yazdıkları ve yaptıklarından bazı örnekler alarak

bu veya bir başka düşünürlerin etkisinde kalmıştır diye bir hükme varmak yanlış olacaktır.

Onun yaptıklarının anlaşılabilmesi için etkisinde kaldığı düşünürlerin fikirleri bilinmeli ve

Yücel’in bu düşüncelerden nasıl bir sonuç ve uygulama çıkardığı üzerinde durulmalıdır.

III. BÖLÜM

HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI VE TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI

A-HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

III.A.1. H.Ali Yücelin Hürriyet Tanımı ve Anlayışı.

Hasan Ali Yücel’in özellikle bakanlıktan ayrıldıktan sonra yazdığı yazılarda

değindiği konular ve bu yazıları birleştirdiği kitaplara verdiği isim “Hürriyet Gene

Hürriyet”tir. Onun hürriyet tanımı ve hürriyet üzerine düşüncelerinin bilinmesi düşünce

dünyasının daha iyi bilinmesini sağlayacak temel kavramlardandır.

Hasan Ali Yücel’in “Hürriyet Gene Hürriyet” adlı eserlerinde hürriyetin tarihi

kökenleri üzerinde teorik yaklaşımlar bulunmamaktadır. Çekirdekten yetişmiş bir

felsefeci(Kaynardağ, 1993: s.58) olmasına rağmen yazılarında felsefe ağırlık noktasını çok

az olarak oluşturmaktadır. O, düşüncelerini daha çok deneme biçiminde dile getirmiştir.

Günlük gazete yazılarının arasına serpiştirilmiş bir halde bulunan hürriyet görüşleri bazı

genel başlıklar altında ele alınmıştır. O özellikle bakanlıktan ayrıldıktan sonraki

yazılarında hürriyet üzerine vurgu yapmıştır.

III.A.1.a. H.Ali Yücele Göre Hürriyet’in Doğuşu

Hasan Ali Yücel hürriyetin baskı dönemlerinin bir eseri olduğunu düşünmüştür. Bu

düşüncesini “hürriyetin anası taş yürekli bir istibdat cadısıdır” diyerek dile getirir. Onun

düşünce sistematiğinde insanlık tarihinin gelişimi esaretten hürriyete doğru bir yol

izlemiştir. Bu düşüncesiyle hürriyetin bir süreç olarak ortaya çıktığını belirtir. Bundan

dolayı Yücel’e göre hürriyet “bir ideal, varılacak bir yer, bir amaçtır.”(Yücel, 1998a : s.3-

4)

O’na göre Hürriyetin doğuşu bireyin kendi başına düşünebilmesiyle başlamıştır.

Hürriyet konusundaki bu yaklaşımı Aydınlanma felsefesinin “bilmeye cüret et” sloganında

ifadesini bulan felsefe anlayışıyla örtüşmektedir. Hürriyeti “bir düşünüş, bir idrak ve bir

anlayış” (Yücel, 1998a : s.373) olarak tanımlayan Yücel bunun da insanın birey olarak

düşünebilmesiyle ortaya çıkacağını belirtir. Bir eğitim sistemi de ilk olarak bunu

sağlamalıdır. Bakanlığı dönemindeki çalışmalarının mihver noktasını da ‘düşünebilen

bireyler’ yetiştirebilmek için yapılması gerekenlerin planlanarak uygulamaya geçirilmesi

oluşturmaktadır.

Hürriyetin doğuşunu bireyin kendi başına düşünebilmesine bağlayan bir düşünüşün

mantıki sonucu bizi hürriyetin bir bireye, bir topluma, bir millete dışarıdan zorla

verilemeyeceğine götürmektedir. Yücel de hürriyetin bir insana bir topluma dışarıdan

verilemeyeceğini savunmuştur. O, hürriyeti “ferdin, zümrenin, milletin kendisi elde eder.”

der.(Yücel, 1998a : s.517)

Yücel, hürriyetin doğması için bireysel düşünüşün olmasını gerekli olduğunu

belirtir ve bunu da insandaki zafer ihtiyacına bağlar. Hürriyet insanın zafere ulaşma

ihtiyacından doğmuştur. O’na göre zafer ise “hür rejimlerde gönle girmek, hür

olmayanlarda ise göze girmektir.”(Yücel, 1998a : s.157)

Hürriyetin teorik çerçevesi içinde bireye ve bireysel düşünüşe önem veren, onu

temel olarak alan Hasan Ali Yücel toplumu birey karşısında ikinci plana atan yaklaşımların

karşısındadır. Hürriyetin tam olarak sağlanabilmesinde birey e toplum birbiriyle sıkı bir

bağ içindedir. Çünkü Yücel’e göre Bağımsızlığı olmayan bir toplumda bireyin hürriyeti

kuru bir sözden ibarettir. Bu yüzden O’na göre hürriyetin birey ve toplum olmak üzere iki

yönü vardır.

Birey ve toplumun hür olduğunun göstergelerine de değinen Yücel, “bireyin hür

olduğunu onun iradesi, toplumun hürriyetini ise onun istiklali gösterir” der. Bu yüzden

birey hürriyetinin ilk ve temel şartı Devletin bütünlüğü ve bağımsızlığıdır.(Yücel, 1998a :

s.163)

O, hürriyet açısından birey ve toplum ilişkisini insanın hava ile ilişkisine benzetir.

“Hava küreden kendimizi nasıl soyutlayamaz isek cemiyetten de kendimizi ayrı tutamayız”

diyerek hürriyet anlayışında birini diğerine tercih eden bir tutum sergilemekten kaçınır.

Onun bu yaklaşımını aynı zamanda kişiliğinde doğu ve batıyı sentezlemiş

olmasının bir sonucu olarak yorumlayabiliriz. Bir denge, kontrol ve sentez adamı olan

Hasan Ali Yücel hürriyet anlayışında birey ve toplum arasında bir dengeyi gözetmiş

eleştirel aklı öncelemiştir.(Şengör, 2001: s.37)

III.1.b. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Yayılma Yolu

Yücel’in bireysel düşünüşün ortaya çıkışı ile başladığını belirttiği hürriyetin bir

topluma dışarıdan verilemeyeceğini yukarıda belirtmiştik. Toplumun siyasal sistemi ve

eğitim anlayışının hürriyetin gelişiminde önemli bir rolü olduğunu belirten Yücel

hürriyetin bir topluma kanunlarla da verilemeyeceğini savunur. Çünkü O’na göre hürriyet,

dışta olan bir şeyde/bir yerde değildir. Hürriyetin olabilmesi için insanın önce ruhu özgür

olmalıdır. Çünkü “ruhu özgür olmayanlara, özgürce düşünemeyenlere kimse hürriyet

veremez”(Yücel, 1998a : s.23-24)

Hürriyetin bir takvimde veya bir kanunda olamayacağını belirten Yücel, hürriyeti

içinde yaşayamayanların onu çevrelerinde aramalarının boş bir uğraş olduğunu savunur.

Bu yüzden “hürriyet sende, bende ise bizdedir” der.(Yücel, 1998a : s.377)

Hürriyeti kanunda veya belirli bir takvimde görmeyen Yücel onun bir toplumda

nasıl yayıldığı konusuna da açıklık getirir. Ona göre bir toplumda, bir millette hürriyet

kısmi olarak bulunamaz. Toplumu hür ama bireyi hür olmayan veya bireyi hür ama

toplumu hür olmayan bir devlette hürriyetin bulunduğu söylenemez. Çünkü Yücel’e göre

“bir toplumda hürriyet ya vardır ya yoktur.” Bu anlayışının bir sonucu olarak hürriyetin

toplumda yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya doğru bir yayılma yolu izlediğini

kabul etmez.(Yücel, 1998b : s.555)

Hasan Ali Yücel yukarıda belirtilen düşüncelerinden de anlaşıldığı gibi hürriyetin

düşünce ile mümkün olduğunu temel bir yaklaşım olarak kabul eder. Bu yüzden

bireylerinin düşünme eğitimi ve imkanı olmayan bir toplumda kanunla dahi olsa hürriyetin

bulunamayacağına savunmuştur.

Bunun bir sonucu olarak bakanlığında ilk sorun olarak kütle eğitimini ele almış,

çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır. Çünkü ona göre bir milletin tümü, büyük

düşünürleri, felsefecileri, bilim adamlarını yetiştirecek ortamı sağladığı zaman bu

düşünürler ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden o düşünürler ve bilim adamları değil, onları

ortaya çıkaran millet büyüktür der.

III.1.c. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Sınırı

Hasan Ali Yücel diğer birçok düşünür gibi hürriyetin de bir sınırı olduğunu belirtir

ve farklı olarak bunu insan hayatının da sınırlı olması ile temellendirir. Sınırsız bir hürriyet

yoktur der.(Yücel, 1998a: s.24) Anarşist özgürlük anlayışının tam tersi bir yaklaşımla

Yücel fert hürriyetinin sağlanmasının ilk şartını devletin bulunmasına ve bütünlüğüne

bağlar.

Hümanist düşüncesinin bir yansıması olarak ilk olarak bireyin hürriyetini esas alır

ancak bu hürriyetin milletin de hür olması ile birlikte olabileceğini savunur. Bireyin

özgürlüğü ile milletin özgürlüğünü bu şekilde birbirine bağlayan Yücel bu özgürlük

halkasına daha da genişleterek “insanlıkta hürriyet olmayınca milletlerde de

olmaz”der.(Yücel, 1998a : s.167)

Ona göre bireyden başlayarak bütün insanlığa uzanan hürriyet halkası birbirine

doğrudan bağlıdır. İnsanlıkta hürriyet olmayınca milletlerde, milletlerde hürriyet

olmayınca fertlerde hürriyet olamaz. Bunlardan biri olmadıkça diğeri tam olarak

sağlanamaz.

III.1.d. H.Ali Yücele Göre Hür İnsan

Hürriyeti yukarıda belirttiğimiz şekilde tanımlayan Hasan Ali Yücel, hür insanı

“sözü ile eylemi birbirini doğrulayan insan” olarak tanımlar. Hür insana örnek olarak

Sokrates’i gösterir. Hür olan, yani baskı altında olmayan bir insanın sözleri ile davranışları

arasında bir bütünlük vardır. Baskı altında olan, hür olmayan insanların sözleri ile

davranışları arasında bir ayrılık bulunmaktadır. (Yücel, 1998a: s.18)

Hür insanı “sözü ile eylemi birbirini doğrulayan insan” olarak tanımlayan Yücel

onun niteliklerini de belirtir. Söz ve davranışı birbirine uyan hür insanın diğer niteliği ise

‘inançlı ve cesur’ olmasıdır. Çünkü “imansız insan korkaktır ve uşaktır.” İnsana

üstünlüğün ruh hürriyetinden geleceğini, ruhu hür olmayan insanlara kanunların dahi

hürriyet sağlayamayacağını düşünen Yücel insana ruh hürriyetini imanın sağlayacağını

belirtir.(Yücel, 1998a : s.19)

Yücel kendisine bir prensip olarak şunu belirler “İnsan ne kendisine uyruk aramalı

ne de başkalarına kuyruk olmalıdır.”

III.1.e. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Kullanımı

Hasan Ali Yücel’e (1998a: s.346) göre demokrasi şahsiyet sahiplerinin rejimidir.

Hürriyet olmayan yerde şahsiyet gelişmez. Hürriyeti doğru anlama ve doğru kullanmanın

esası eğitim ve saygıdır. Çünkü eğitimin ve saygının olduğu bir ülkede her türlü kanaat

sahibi bir arada yaşayabilir(Yücel, 1998a: s.35) Görüldüğü gibi Yücel, düşüncelerinin

temelindeki hürriyet ve hümanizm düşüncesinin sağlanmasında eğitime büyük rol

yüklemektedir.

Ona göre, hürriyetin olabilmesi için bireyde bir idrak ve düşünüşün olmasını ve

oluşan hürriyetin doğru anlaşılıp kullanılmasını eğitim sağlayabilecektir. Eğitimin geri

olduğu veya bu nitelikleri sağlayamadığı toplumlarda hür bir düşünüş olamayacak, bunun

olmadığı toplumlarda ise hürriyet olamayacaktır. Yücel’in düşüncelerinin temelinde bu

kavramlar ve eğitim birbiriyle sıkı bir örüntü oluşturmaktadır.

Hürriyetin kullanımında Yücel şöyle bir yol önerir: “Hürriyet iki tad arasındadır”

der ve bu iki tat karşısındaki tutumu “hoşlanma durumunda itaat, hoşlanmadıklarından

tenkid ve red” şeklinde açıklar (Yücel, 1998a: s.123). Hür rejimlerde yaşayan hür

bireylerden oluşan bir millette insanlar hoşlandıkları şeyleri kabul etme hoşlanmadıkları

şeyleri eleştirip kabul etmeme hakkına sahip olmalıdır.

Korkuya dayanan rejimlerde hürriyetin olmayacağını belirten Yücel bütün toptancı

sistem ve idareleri hürriyetsiz olarak niteler. Çünkü ona göre hürriyetin izleyeceği yol

korkutma ve sindirmeye dayalı değildir. Hürriyet sevgi ve inanca dayalıdır bu yüzden hür

rejimler “korkutmaz sevdirir, zorlamaz inandırır.”(Yücel, 1998a: s.132) Hürriyeti temel

alan sistemlerde temel ilke “hürriyet için nizam, nizam için hürriyet” olmalıdır.

Hürriyet konusundaki düşüncelerini kısaca özetlediğimiz Hasan Ali Yücel

Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizdeki duruma da değinir. O dönemde yapılan uygulama

ve alınan tedbirlerin hürriyeti kısıtlamış olduğunu kabul eder. Ancak bunu bir zorunluluk

olarak görür. Yücel, Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen süre

içindeki uygulama ve tedbirleri “hürriyete giden yolda yaşanan hürriyetsizlik” olarak

niteler ve devrimlerin tutması için gerekli mecburi tedbirler olduğunu belirtir.

Daha sonra bakanlık yaptığı dönemi hürriyet açısından ele alan Yücel “hürriyet

ilkesiyle devrimler arasında muvazene kurmak, hürriyeti devrimleri sarsmadan, devrimleri

hürriyet nizamına aykırılaştırmadan yürütmek ana mesele” olmuştur der(Yücel, 1998c:

s.184).

O, vurdumduymazlardan oluşan bir toplumun ancak kafasına vura vura

yönetilebileceğini yazar ve ekler “demokrasi kızmama, sabır ve beklemeyi bilme

rejimidir.”(Yücel, 1998c: s.241) Gayesi kendisi olan tek şey yaşamaktır Yücel’e göre.

Ondan gayrı her şey onun içindir. Hürriyet de böyle(Yücel, 1998a: s.73).

III.2. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Düşünceleri.

Hasan Ali Yücel’in eğitim düşüncelerinin açıklanabilmesi, uygulamalarının

anlaşılabilmesi yolundaki temel kavramların bir diğeri dildir. Çünkü O’nun düşünce

sistematiğinde dil olmadan düşünce, düşünce olmadan hürriyet ve milliyetçilik,

milliyetçilik olmadan hümanizma kültürü ortaya çıkamayacaktır.

Yücel’e göre düşünmek kendi eğitim düşüncesinde hürriyeti, hümanizmi ve

milliyetçilik anlayışını da içine alan temel bir unsurdur. Düşünmek ise “büyük insanlık

işlerinin özü” olarak tanımladığı dil ile mümkündür. İnsanlar dil içinde dil ile birlikte

düşünür. Dili kullanma yetisi düşük olan insanlarda düşünce gücü de zayıf olacaktır.

Yücel, bunun güçlendirilmesi için dilin ve dil öğretiminin de güçlendirilmesi gerektiğine

işaret eder.

Bundan dolayı ilköğretimden üniversiteye dil öğretimine önem vermiş, gramer,

lugat, tarama sözlükleri yayımlatmış, ansiklopedi çalışmalarına ağırlık vermiştir. Hem dilin

hem de düşüncenin gelişmesi için tercüme hareketini planlayarak büyük bir çeviri hareketi

başlatmıştır. Çünkü “Türklüğümüzün özü dildir.”(Yücel, 1993: s.122) Dil de çeviriler,

sözlükler, kitap ve ansiklopediler ile güçlendirilmektedir.

III.2.a. H.Ali Yücelin Dil Anlayışı

Yücel dil konusunda Ziya Gökalp gibi düşünür. Gökalp dil ve kelime konusunda

yabancı dillerden kelime alınabileceğini ancak kaide alınmaması gerektiğini savunmuştur.

Yücel, “Yaratma, her şeyden önce bir dimağ meselesidir. Fikirler orada doğmadıkça

dışarıya hiçbir eser aksedemez. …yaratmak, yaşamak ve yaşadığını yaşatmak isteyenler

evvela düşünme yolunda kendilerini terbiye etmelidir.” der. O’na göre sağlayacak olan da

dildir.(Yücel, 1998d: s.68)

Yücel, dil konusunda her şeyden önce bir ana kaide bulunması ve konulması

taraftarıdır. Ona göre bu ana kaide belirlendikten sonra diğer konuların çözümü

kolaylaşacaktır.

Yücel Türkçe bir düşünüş olmadan Türkçe yazılamayacağını savunmuştur. Bunun

sağlanması için Türk dilinin güçlendirilmesi gerekmektedir. O’na göre harf inkılâbı ve

devamındaki dil çalışmaları bunu sağlamak için atılan önemli adımlardır. Yücel’in dil

anlayışı şudur: “Türk dilini kendi özünden gelen unsurlarla kurmak, bu vasıta ile

beynimizin içinde Türkçe düşünme imkânını elde etmektir.”(Yücel, 1993: s.120)

Türkçe düşünmeye vurgu yapan Yücel’e göre konuşma dili ile yazı dilinin aynı

olması gerekmektedir. Çünkü “konuşma dili farklı yazı dili farklı olursa o dilde doğru bir

düşünüş var olamaz.”(Yücel, 1998d: s.43)

Dilde sadeleştirme konularına da değinen Yücel, Öz Türkçe’nin tam olarak

oturtulabilmesi için yazı dilinin yanı sıra konuşma dilinde de kullanılması gerektiğini ifade

eder. Konuşma dilinde kullanılmayan bir Öz Türkçecilik, başarısızlığa mahkûmdur. O,

konuşma dili ile yazı dilinin ayrı olmasını düşüncenin gelişmesinin önündeki engellerden

biri olarak görür. Ona göre Öz Türkçeye yapılacak en büyük kötülük Osmanlıcadan çeviri

yapmaktır. .(Yücel, 1998d: s.44)

Dil konusuna büyük önem veren Hasan Ali Yücel bu konudaki çalışmaların aceleye

getirilmemesi gerektiğini düşünür. Hayati bir mesele olan dil konusundaki çalışmalar uzun

zaman alsa da ciddiyet ve titizlik içinde yapılmalıdır. Türk dilinin gelişmesi için yapılacak

çalışmalar “lugatler, ansiklopediler, gramer tetkikleri, her türlü tercümeler, terim

mesaisi”nden oluşmaktadır.

O’nun en büyük hayallerinden birisi Türkçe’nin bir ilim dili haline gelmesini

sağlamaktır. “Nerede bir ilim varsa orada mutlaka ilmin dili de vardır. Dilsiz ilim olamaz

ve olmamıştır” diyen Yücel’e göre “Türk ilmi Türkçe bir ilim dilinin oluşturulması ile

mümkün olacaktır.” (Yücel, 1993: s.76)

III.2.b. H.Ali Yücelin Harf İnkılâbına Bakışı

Yücel’e göre Osmanlı devrinde kullanılan dilin milliyet şuuru oluşturacak bir

niteliği yoktur. O Osmanlı devrindeki Türkçe’nin niteliğini tanımlayarak “Osmanlı

döneminde Türkçe dediğimiz şey… bizi biz olarak düşünmeye mani olan bir organizma

şeklindeydi” der. O zamanki dilin milliyet şuurunu oluşturacak bir nitelikte olmadığını

belirtir.

O’na göre, Osmanlı Devrinde milliyet şuuru oluşturmaktan uzak olan Türk dili “ilk

kurtuluş hamlesini” Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen harf inkılabıyla yapmıştır.

Yapılan bu değişiklik sadece eski harflerin değiştirilmesi değil “öz dilimizi ve öz dilimizin

kaidelerini hakim kılmıya doğru atılmış en kesin bir adımın hızı”dır.(Yücel, 1993: s.68)

Dil değişiminin amacının “düşünme, konuşma ve yazmada Öz Türkçe’ye varmak”

olduğunu belirten Yücel “hepimizin ilk önce yapacağı iş kafamızın içini

Türkçeleştirmek”tir der. Çünkü Öz Türkçe düşünmeden ne güzel Türkçe konuşabilir ne de

güzel Türkçe yazabiliriz. Dil değişiminin anlattığı en büyük gerçeklik “kafayı işletmek,

düşünmek”tir. (Yücel, 1998d: s.41)

Yücel, dil değişimi konusunda tutulacak en kötü yolun Arapça, Farsça ve diğer batı

dillerinden çevirme yapılarak Öz Türkçe kelimeler üretilme girişimi olduğunu

savunmuştur. O bunun yerine çeviri yapılacak kelimenin anlatmak istediği işin zihinde

Türkçe olarak bulmak gerektiğini söyler. Bu yapılmadan gerçekleştirilen bir çeviri ile

bulunan sözün “yersiz ve biçimsiz” olacağını, bunun da Türkçe sayılamayacağını

belirtir.(Yücel, 1998d: s.45)

III.2.c. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Özeleştirisi

Hasan Ali Yücel 1930 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı yurt gezisine

Milli Eğitim Bakanlığının temsilcisi olarak katılır. Bu gezi sırasında Atatürk Sivas’ta

Lise’de bir derse katılır. Ders kitabını inceler. Kitapta Arapça terimlerin çok olması üzerine

canı sıkılır. Kitabın yazarı olan Hasan Ali Yücel’e kitapta söylenmesi ve anlaşılması güç

terimlerin bulunduğunu, bu terimlerin Türkçelerini bulmayı düşünüp düşünmediğini sorar.

Yücel, bu konuyu düşündüğünü, küçük bazı çalışmalar da yaptığını ancak dil

konusunda fertlerin bu gibi değişiklikler yapmasını sakıncalı gördüğünü ifade eder.

“Çünkü herkes kendine göre bir ıstılah bulup kullanırsa, ifadede beraberlik olmaz ve

kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için bir heyet ve cemiyet oluşturulmalı ve ilim ıstılahları

burada tespit olunmalı fikrindeyim” der. Bu dönemde Türk Dili Tetkik Cemiyeti henüz

kurulmamıştır.(Çıkar, 1997: s.55)

Bu geziden bir süre sonra kurulan Türk Dil Kurumunda etimoloji kolunda görev

alır. Devam eden yıllarda Öz Türkçecilik ve Güneş Dil teorisi görüşleri ortaya atılmıştır.

Almış olduğu felsefe formasyonunun da etkisiyle dil konusunda çok hassas olan Hasan Ali

Yücel, Atatürk’ün ‘Güneş dil teorisi’ konusunda yazı yazmasını istemesine rağmen bu

teoriye inanmadığı için yazı yazmaz. Hatta “aklını erdiremediği için” bu teoriye itiraz da

eder.(Yücel, 1998a: s.62)

Yücel, bakanlıktan ayrıldıktan sonra Harf inkılabı ve devamında gelen Öz Türkçe

çalışmalarını, Güneş Dil Teorisini eleştirir. Bir nevi öz eleştiri de yapar. O dönem hakkında

“birbirimize düştüğümüz, her dilden her kelimeyi Türkçe saydığımız, Çuvaşça’dan söz alıp

Türkçe olduğunu iddia ettiğimiz zamanlar oldu. Oldu ama geçti. Bu da dilcilerin

nevropatlığı. Biz de böyle hastalıklara tutulduk.” der.(Yücel, 1998b: s.246)

Bu konudan daha sonra bir özeleştiri daha yapan Yücel, o yıllarda yapılan bazı

arayışları da “sapıklık” olarak niteler. Fakat yine de dil çalışmaları konusundaki niyetin

doğru olduğunu, bu niyetin bazı sapık arayışlara rağmen doğruya ulaştıracağına güveninin

tam olduğunu belirtir.(Yücel, 1998b: s.501)

Bir başka yazısında dil konusunda yapılan eleştirilere hak verir. Öz Türkçe ve dilde

sadeleşme çabaları konusunda “dil devrimi hareketi düz bir çizgi üstünde olmadı. Bazen

fazla ileri gidildi. Bir parça geri gidilip ayarlanabilirdi. Halbuki mesafeler iyi ölçülemedi.

Bu tenkitler doğrudur.”der.(Yücel, 1998b: s.262) O, uydurmacılığı yeni kelime türetme

çabası olarak tanımlar ve bunu “yenilenme, dilin canlılığını kaybetmemesi” olarak kabul

eder. (Yücel, 1998b: s.262)

Hasan Ali Yücel’e göre dil konusunda yapılacak çalışmalar şunlardır: Türkçe için

bir “Dil ve Edebiyat Akademisi” kurulmalı, Türk dilinin anıtı olacak bir Lugat

hazırlatılmalı, dilimizin kadrosu ve kelime unsurları belli olmalı ve manalar tahdit

edilmelidir.(Yücel, 1998c: s.71)

III.3. H.Ali Yücele Göre Milli Kültür

Hasan Ali Yücel, bakan olmadan önce “Anadili kültür davamızın belkemiğidir”

demiş ve çalışmaları da o yönde olmuştur. Evrensel bir kültüre ulaşabilecek nitelikte

eserlerin ancak milli kültürü yansıtabilen nitelikteki eserler olacağını savunmuştur.

O milli kültür denildiği zaman bundan, ahlak, dil ve tarih ile ortaya çıkan kültürü

anlar. Bir sanat eseri de içinde doğduğu milletin ne kadar öz evladı olursa o kadar kuvvetli

ve evrensel olabilir. Yücel’e göre “Türk milletinin 1071’den beri en mühim davası …milli

bir kültür kurmak, dini ile dili ile dileği ile bir Türk bütünü vücuda getirmektir”(Yücel,

1998c: s.94)

III.4. H.Ali Yücelin Millet ve Milliyetçilik Anlayışı

Hasan Ali Yücel Millet ve Milliyetçilik konularındaki teorik düşüncelerini daha çok

Pazartesi Konuşmaları adlı eserinde ifade etmiştir. Bakanlığı döneminde yaptığı

konuşmalarda ise bu düşünüşünün uygulamaya geçirilmiş ifadeleri görülmektedir. “İyi

Vatandaş İyi İnsan” adlı eserinde de millet kavramı üzerinde durur.

III.4.a. H.Ali Yücel’in Millet Tanımı

Hasan Ali Yücel’e göre “millet, hukuki olmaktan ziyade sosyal bir olaydır.” O’na

göre bir topluluğa “millet” denilebilmesi için ortak bir vatan ve milli his de denilen

müşterek ideal duygularının olması gerekmektedir. Aynı topraklar üzerinde oturup da milli

hisleri olmayan toplumların da olabileceğini belirten Yücel onları “millet” değil “kütle”

olarak adlandırır.(Yücel, 1998e: s.193)

Kim olduğunu bilememeyi ruh anarşisi olarak tanımlayan Hasan Ali Yücel gerek

bakan olmadan önceki yazdığı yazılarda gerekse bakan olduktan sonraki uygulamalarında

bu “ruh anarşisini” ortadan kaldıracak düşünceler ekseninde çalışmalar yapmıştır. Bunda

ise hem milliyetini bilme hem de hümanizm ile evrensele açılma prensibi ile hareket

etmiştir.

Millet vicdanı bir insan yığınının yüksek benlik şuuruna varması demektir. Bu

vicdan oluşarak bir milletin kendisini bilmesi onun fertlerinin mensubu bulundukları

milleti tanıması, tarihini bilmesi ile mümkündür.(Yücel, 1998d: s.59)

Milletteki Türklük bilincinin önemine değinen ve kullanılan dilin bu bilinci

oluşturacak nitelikte ve güçte olması gerektiğini belirten Yücel yöneticilerin sahip olması

gereken Türklük bilincine dikkat çekerek, idarecilerde Türklük duygusu kaybolduğu

zaman dünyayı titreten Türk kuvvetinin de zayıfladığını ifade eder.

Osmanlı dönemini kastederek “bizi yıkan ne kötü idare ne parasızlık ne de

borçlardı. Bizi ne olduğumuzu bilmemek içimizden kemiriyordu. Hayatının anlamı ve yönü

belli olmayan insan topluluğu kendini yıkılmaktan kurtaramazdı.” diyerek millet bilincinin

oluşmamasının sonuçlarının kaçınılmaz olarak yıkılışı getireceğini belirtir.(Yücel, 1998c:

s.244)

Yücel’in millet anlayışında şuur önemli ve temel bir yer tutmaktadır. Cemiyetin

millet haline gelebilmesi için şuura dikkat çeken Yücel “cemiyet, şuuru mükemmelleştiği

anda millet vasfını alır” diyerek insanın da kendisini bu şuurlu cemiyetin, milletin, bir

parçası olarak hissettiği oranda var olduğunu söyler.

Milletlerin idealleri ve müşterek hayalleri ile yaşayacağına inanan Yücel’e göre

ideal geçmişte değil gelecektedir. “Sanat, pozitif bilim, felsefe onu şekillendirir, formüle

eder ve açıklar. Sanatsız, bilimsiz, felsefesiz ideal olmaz, doğamaz.” (Yücel, 1998a: s.152)

Bu yüzden Milli hafızası ve milli idealleri belirmemiş topluluklara millet

denilemez.(Yücel, 1998a: s.229)

Yücel’e göre Cumhuriyet devrinde gerçekleştirilen inkılâplarda, hayatın bütün

safhalarında benliğimizi aramak kaygısıyla hareket edilmiş ve bütün icraatlarda milliyet

bilinci temel olarak atılmıştır.(Yücel, 1993: s.169) Yapılan bu çalışmalar da milliyet

bilincini oluşturan şuuru güçlendirmiştir.

Her ferdin bütün kuvvetini mensup olduğu milletine yaydığı oranda insanileşip

büyüyeceğini, yükseleceğini ve ebedileşeceğini belirten Yücel, başlangıcı milliyet olmayan

ideallerin “kendilerini ona icra edecek bir menfez bulmadıkça, havasız kalıp ölmeye

mahkum” olacağını ifade eder. İçinde millet şuuru oluşmayan, “kendisini milletine bağlı

hissetmeyenler büyük hayat yolunda sağa ve sola sapıtacaklardır.”(Yücel, 1998d: s.136-

137)

Yücel’e göre milliyet “fertlerin müşterek olmayan vasıflarını kendi ahenginde

eritip müşterek bir hedefe ve ahenge kalbeden bir kuvvettir.”(Yücel, 1998d: s.140) Bir

başka yerde Yücel “ben milliyeti, bir insan kütlesinin kendini bilip tanıması, kendinde

bilinecek ve tanınacak bir taraf olması, bir kelime ile şahsiyeti bulunması manasına

anlıyorum”der. (Yücel, 1998d: s.146)

O’na göre bir milletin büyük olması için “içinden büyük ilim adamı, büyük teknik

adamı, yüksek fikir ve felsefe adamı” yetiştirmiş olması gerekmektedir. Kendi davasını da

“Türk milletinin bu vadilerde kudret göstermesi için çalışmak, didinmek ödevinde

olduğumuzu hatırlatmak” olarak görür. (Yücel, 1998d: s.146)

Ona göre Cumhuriyet “behemehal büyük fikir ve felsefe adamları” yetiştirmelidir.

Son asırlarda böyle büyük düşünce ve bilim adamları yetiştiremememizin sebebi

“münevverlerin mensup oldukları milletle ruh bağlarını gevşetmiş olmalarıdır.” (Yücel,

1998d: s.149)

III.4.b. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik

Hasan Ali Yücel’in hayatının belki de en trajik yönlerinden birisi onun bütün

konuşma ve yazılarında sıkça vurguladığı, üzerinde önemle durduğu konu milliyetçilik

olmasına rağmen en büyük eleştirileri aldığı kesim de milliyetçiler olmuştur. Bundan

dolayı da onun temel aldığı milliyetçilik görüşünün üzerinde durulması gerekmektedir.

Onun milliyetçilik düşüncesi daha önce üzerinde durduğumuz hürriyet, dil, millet

ve hümanizm kavramlarından bağımsız olarak ele alınamaz. Bu kavramların birbirinden

bağımsız olarak ele alınması durumunda Yücel’in bu kavramlardan ne anladığı ve nasıl

yorumladığı tam olarak anlaşılamayacaktır.

Yücel bir açıdan savunma ve kendi düşüncelerini açıklama niteliğinde de olan,

kendisine yapılan eleştiri ve saldırılara cevap verdiği “Dinle Benden” (1998f: s.74-77)

kitabında milliyetçilik ve Türkçülük düşüncelerini yalın bir dille ortaya koyar.

“Anla, ırkla milliyet başka şeylermiş demek,

Milliyeti gerçekçi bir gözle görmek gerek.

Dildeki, dilekteki birlik yapar milleti

Milliyet anlamının budur ancak özeti.

Dil kültüre temeldir;dilek, millete ülkü

Bu inan, üstün eder medeniyette Türk’ü.

Türklüğü almazsak biz bu birlik anlayışla

Bin bölüme ayrılıp oluruz parça parça.

Doğru milliyet budur: içten dıştan bir olmak;

Vatanı yükseltmeye kalbten kalbe yol bulmak.

Ne zaman birleşmişsek bir ülkü yolunda biz,

Türk’e teslim olmuştur dünyada toprak, deniz.

Büyükler bunu görmüş, koymuş onu kanuna:

Türklük, birlik demektir. İnanmalıyız buna.”

Türklük bilinci konusunda Hasan Ali Yücel’i etkileyen kişilerin başında Ahmet

Hikmet Müftüoğlu gelir. Müftüoğlu ile Türk ocağı idare heyeti içindeyken bir araya gelip

tanışan Yücel “Türkçeci olmadan Türkçü olunamayacağını Ahmet Hikmetten öğrendim.

Yabancı unsurlar ve bağlarla kurulmuş bir düşünce binasının milli sayılmıyacağını yarım

asır önce duyan bu insan, milli uyanış tarihimizin unutulmayacak kişilerindendir”

der.(Yücel, 1998c: s.217)

Yücel’e göre bir edebi eser ve onun yazarı görüş olarak ne kadar milliyetçi olmazsa

olmasın onun ortaya koyduğu özlü ve kuvvetli eserlerin “milli olmaması” yazarın dahi

elinde değildir. Buna örnek olarak Nazım Hikmet ile yaptığı tartışmayı veren Yücel,

Nazım Hikmet’in milliyetçiliğe isyan eden ve onun sembolü olan “Üç telli saz”dan

ayrıldığını söylediği şiirine yine onun üslubu ile cevap vererek bu düşüncesini ortaya

koyar.

“Kendini duymadan / Başkasını duymak / Ne mümkün? / Mezarında / Atan sana

küskün” diyen Yücel’e göre milli bir edebiyata ulaşmak ve ona milletler arası bir değer

verebilmek için milliyetçi bir edebiyat ortaya çıkarılmalıdır. (Yücel, 1998d: s.54)

Yücel’e göre milliyetçilik duygusunu zaafa uğratan şeylerin başında egoizm

gelmektedir. O, egoizmi “her şeyi kendine yontuş” olarak tanımlar ve bunun insanı,

mensubu olduğu milletin bir parçası olduğu duygusundan uzaklaştıracağını belirtir. Ben ile

benlik arasında bir ayrım oluşturan Yücel, Bireyin “ben” olarak varolması gerektiğini

ancak “benlik” duygusunun olmaması gerektiğini düşünür. O yüzden birey mi toplum mu

ikilemine Yücel şöyle bir cevap verir “fert var, çünkü cemiyet var; ben varım, çünkü biz

varız.” (Yücel, 1998d: s.140)

III.4.c.Milliyetçiliğin Niteliği

Milliyetçiliğin din ve gelenek olmak üzere iki unsuru beraberinde taşıdığını belirten

Hasan Ali Yücel Cumhuriyet Dönemi milliyetçilik anlayışının bu iki unsurdan farklı

olduğunu belirtir. O’nun anladığı anlamdaki milliyetçilikte din ve gelenek

bulunmamaktadır. Milliyetçiliğin temel vasfı inkılapçılıktır.

Yücel Cumhuriyet dönemi milliyetçiliğinin gelenekçi bir milliyetçilikten farklı

olmasının delili olarak “Tevhidi Tedrisat kanunu ile asırlardan beri gelen bir gelenek

koparılıp atılması”nı görür. Mutlak surette geleneğe bağlı olmayan bu milliyetçilik

anlayışının temel vasfının inkılapçılık olduğunu belirten Yücel eğer “ananeci bir

milliyetçilik anlayışı olsaydı harf değişikliği”nin yapılmayacağını söyler. (Yücel, 1993:

s.76)

Milliyetçiliği geniş bir çerçevede düşünen Yücel bu düşüncesinin sonucu olarak

hümanizm düşüncesine ulaşmaktadır. Bunun tam tersi de doğrudur. Hümanizm

anlayışından milliyetçilik anlayışına ulaşmıştır.

Yücel, Hümanizme açılmayan “dar bir milliyetçilik anlayışının medeni olma

arzusundaki bir cemiyet kısır hale getireceğini” savunur. Fakat aynı zamanda bunun tam

tersi olarak da milliyet duygusunun olmadığı bir hümanizmin hakim olduğu bir toplulukta

o topluluğun sosyal benliğinin kaybolma yolunu tutacağını belirterek hümanizm ile

milliyetçilik sentezini ortaya koyar.(Yücel, 1993: s.120)

III.4.d. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik ve Hümanizm Düşüncesi

Milliyetçiliğin kendisini hümanizmaya getirdiğini ifade eden Yücel’e göre bu

hümanizma “garplılarınkinden daha geniş olarak nerede insan zekasının eseri vara onu

içine alan bir hümanizma kurma yolunda” olduğumuzu belirtir. Bu düşünüşe yol açan ilk

basamak O’nun milliyetçilik anlayışıdır. (Yücel, 1993: s.120)

Yücel’e göre insaniyete kadar genişleyecek bir halkanın iç kısmı mutlaka kendi

milletinin varlığına temas etmelidir. Benliğinden habersiz bir insanın ne kendine ne

etrafına yayılacak bir şuuru olamayacağı gibi kendi milletini ihatalı bir surette kavraması

beklenemez. Milli bir nitelik kazanamayan hiçbir şey ve hiçbir düşünce milletlerarası bir

değere yükselmemiş ve yükselemez.(Yücel, 1998d: s.149)

Yücel, Milletine hizmet ile insanlığa hizmet arasında bir paralellik kurar ve bu

hizmet aşkını gönülden duymayı ‘hakiki ahlak’ olarak tanımlar. İlim ile ahlak, hakikat ile

fazilet ikiz kardeştirler. “ilim olanı olduğu gibi göstermekse fazilet olanı olduğu gibi

göstermek ve yapmaktır.”(Yücel, 1993: s.56)

Hasan Ali Yücel’e göre “kendini bilerek ve tanıyarak başkalarının sevmenin

mümkün olduğu hakikati bizi milletlerarası işbirliğine ve insanlık beraberliğine

milliyetçilik yoluyla ulaşılabileceği hakikatine götürür. Kendi dar sınırları içinde birbirine

yardım, birbirine dayanma duygusunda olamayanlar uluslar arası alanda bunu nasıl

gerçekleştirebilir?” diye sorarak düşünce dünyasında yer bulan milliyetçilik ile hümanizm

arasındaki ilişkiyi açıklar.(Yücel, 1993: s.128)

Yücel kendisinin Milliyetçilik ve hümanizm düşüncesini eleştirenleri “fazla

gelenekçi” ve “ileri solcular” olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Fazla gelenekçi olarak

tanımladığı kesimden gelen eleştirilerin “bu düşünüşü fazla sollukla”, “ileri solcular”dan

gelen eleştirilerin ise hümanizm düşüncesindeki genişliği “milliyetçi vasfı”nı

eleştirdiklerini ve kabul etmediklerini belirtir.

III.5. H.Ali Yücele Göre Hümanizm

Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesini açıklayacak temel kavramlardan birisi de

hümanizmdir. Burada ilk olarak Hümanizm’in tarihi temellerine kısaca değinilecek daha

sonra Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışı üzerinde durulacaktır.

III.5.a.Hümanizm’in Tarihi Kökeni ve Eğitim Anlayışı

Hümanizm, 13. asırda edebiyat alanında başlayıp, esas olarak, Rönesans’la daha

çok aydınlar arasında gelişmiş bir harekettir ve Ortaçağ Hıristiyan dünyasında görülen

skolastik anlayışa tepki olarak ortaya çıkmış, Yunan ve Latin edebiyatına dönüş ile

kendisini göstermiştir. Bu dönüş bir antikite hayranlığı, hatta antikiteye bir tapınış şeklinde

belirmiştir. Bu hareket, antik eserleri taklit eden, onların modellerini, biçimlerini,

örneklerini, tanrılarını, zihniyet ve dillerini tapınma derecesinde benimsemiştir (Bolay,

1997: s. 218).

“Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans; eski Yunan ve Roma uygarlıklarının

gelişip yayıldığı Antik döneme ait klasik eserlere dönülerek Avrupa’da, sanat ve fikirde

yeniden gelişmelerin sağlanmasıdır. Hümanizm akımının öncüleri ise, Antik dönemde

hümanist kültürün temellerini atan Sokrat, Eflatun ve Aristo’dur.

“Hümanist felsefenin hayatın değişik alanlarına somut yansıması olan Rönesans

ve reform arasında çok yakın ve çoğu zaman iç içe geçmiş bir ilişkiler ağı vardır.

Hümanizm, Rönesans ve reform; bir anlamda birbirini var eden veya birbirinin sebep ve

sonucu olan gelişme, değişme zincirinin iç içe geçmiş halkalarındır. Elbette ki öncelik

hümanizme aittir” (Çetişli, 2001: s.39).

Avrupa’da gelişen bütün akımların fikrî ve felsefî temelinde, öncelikle hümanizm

ve Rönesans döneminin birikimi vardır. Her akım büyük ölçüde kendinden önceki

akımların ve eski Yunan edebiyatının tesiri altında ve onun devamı mahiyetindedir.

Yunan ve Latin edebiyatına yeniden dönüşü esas alan hümanizm; bir antikite

hayranlığından da öte, antikiteye bir tapınış şekline dönüşmüştür. Meriç (1977),

“Umrandan Uygarlığa” adlı kitabında; Yunan tarih ve kültürüne tapınışın somut

örneklerine yer vermektedir. Sumner Maine’in: “Tabiatın kör kuvvetleri bir yana, kâinatta

hareket eden ne varsa kaynağı Yunan’dır.”dediğini; Renan’ın ise: “Güneş altında tek

mucize; Yunan mucizesidir.” dediğini yazmaktadır.

“Batı medeniyetinin kaynağına inmek” düşüncesini, Türkiye’de özellikle

1940’larda heyecanla savunanlar olmuştur. O dönemin sosyolojik tahlilini yaparak bu

hezeyanları değerlendiren H. Ziya Ülken’e göre: “Güneş altında söylenmemiş hakikat

yoktur, diyerek her şeyi Yunan’a icra etmek mahiyet bakımından bağnazlıktır.”

(Türkdoğan, 1994: s.130).

H. Ali Yücel “Edebiyat Tarihi” kitabında “Yunan esatiri her kavmindir; medeni

insanların ebedi kitabıdır.”der. Yakup Kadri: “Bütün kitaplarımı yaktım. Kaybettiğim

zamana ağlıyorum. Nihayet membaı buldum; fakat heyhat neden sonra. Şimdi

kendimi genç, kavi, yüksek ve geniş buluyorum.” diyor. (Meriç, 1977: 9-10).

“Hümanizmi, insanlık sevgisi, insanın yücelmesini en yüksek amaç sayan bir

öğreti olarak görenler çoktur. Ancak, hümanizmi “insancılık” olarak düşünmek konuya çok

yüzeyden bakmaktır. Çünkü, hümanizm eski Yunan ve Latin kültürünü yeniden

canlandırmadır (Erkal, 2002: s.5).

Hümanizm bütün insanları değil, seçkin (elit) bir sınıfın refah ve mutluluğunu hedef

alan bir düşüncedir. Toplumu; asil-soylu, hür-köle vb. gibi sınıflara ayırmıştır. İnsanların

eşitliğini temele almayan bir öğretinin insan sevgisine dayandığını söyleyebilmek

mümkün müdür? “A. Comte; insanlığı tapılması gereken ebedi ve sonsuz varlık olarak

görmüş, “İnsanlık dinî” diye bir din kurmuş, bu dinin ilmihalini yazmış insanlığı ibadet

edilmesi gereken tanrı ilan etmiştir.” (Bolay, 1997: 219).

III.5.b.Hümanistlerin Eğitim Görüşleri

Aytaç’a göre; Hümanist anlayışta okulların kuruluş sistemi, sosyal tabakalaşma

sisteminin bir kopyasını temsil eder; okullar farklı zümresel menşelere bağlı bulunurlar.

Mesela, Avrupa’da okullar yakın bir geçmişe kadar, zümreleri şu tarzda temsil etmişlerdir:

1- Yüksek tabaklar için: “Latince okulları” ve “liseler”

2- Orta tabakalar için : “Ortaokullar”

3- Aşağı tabaklar için : “Halk okulları”-“İlkokullar (Aytaç, 1985: s.12).

Böyle bir sosyal düzende çocukların okul seçme işi, her şeyden önce kişinin

mensup olduğu sınıf esasına göre cereyan etmekteydi. Yani okul seçimi başarı kriterine

göre değil, fakat sosyal statülere (sınıfa) göre yapılmaktaydı.( Aytaç, 1985: 11-12).

Doğan, hümanist eğitiminin özelliklerini üç kategoride incelemiştir:

1- Hümanistler evrensel bir insan yetiştirmeyi amaçlamışlardır. Kuşkusuz 19. asırda

başlayan millîyetçilik hareketleriyle evrensel insan yetiştirme görüşü değerini kaybetmiştir.

2- Hümanistler seçkin (elit) bir gruba eğitim hizmeti götürmeyi amaçlamışlardır. Orta

sınıfa bir eğitim getirmemişlerdir. 3- Hümanistler teori ile uygulamayı eşdeğer

görmemişlerdir. Teorinin uygulamadan üstün olduğunu kabul etmişlerdir (Doğan, 1982:

34).

Hümanizm anlayışı, bizde milliyetçiliği reddeden, evrensel bir kültür ve medeniyet

tezinden hareket etmekte, farklı kültür ve medeniyetleri tek kalıba girmeye zorlamakta,

kültürel kimliği de coğrafyaya bağımlı görmektedir. Bu anlayış, Atatürk sonrası

dönemde Türk kültür ve medeniyetini tarihi bağından koparmak istemiş, Greko-Latin

kaynakları öne çıkarmıştır (Erkal, 2002: s.5)

III.5.c. Elit (Seçkin) Zümrenin Eğitilmesi

Hümanistler elit (seçkin) bir gruba eğitim hizmetini götürmeyi amaçlamışlar; orta

ve aşağı sınıflara eğitim hizmetini götürmek istememişlerdir.

Eflatun ve Aristo, ilk eğitimi her çocuk için zorunlu görmekle beraber, bilim ve

sanatla uğraşmayı yalnızca hür vatandaşların küçük bir kısmı için ön görürler. Oysa, İbn-î

Sina eğitim ve bilimi herhangi bir sınıf ve düzey farkı gözetmeden herkes için gerekli

görür. Hangi sınıf ve statüde olursa olsun her çocuğun eğitilmesini ister Eflatun ve Aristo

meslek eğitimini programa almazlar. Onlar zanaat ve meslek eğitimini hür vatandaşlara

layık görmezler(Akyüz, 1993: s.26).

“Hümanizm akımı büyük ölçüde aristokrattır. Hümanist sanatkârların büyük bir

kısmı asilzade ve askerdir.” (Çetişli, 2001: s.43).

III.5.d.Teori Uygulama Ayrımı

Klasik eğitimde teori ile uygulama birbirinin karşıtı olarak düşünülmüş ve teorinin

uygulamadan üstün olduğu savunulmuştur. Çünkü, hümanistler teori ile uygulamayı

eşdeğer görmemişlerdir. Teorinin uygulamadan üstün olduğunu kabul etmişlerdir (Doğan;

1982: s.33). Hümanistlere göre; ziraat (tarla, bahçe) ve inşaat işleriyle ilgili zanaatlar, hür

insanların yapacağı işler değildir. Bu işleri köleler yapar. Hür insanlar bilim, sanat (müzik,

resim, edebiyat, tiyatro vb.) alanlarında eğitim görürler.

H. Ali Yücel, I. Maarif Şûrası açış konuşmasında: “Bakanlıkça şûraya hazırlık

olmak üzere hazırlanan broşürde yazılı olduğu gibi eğitimi dört tahsil derecesi şeklinde

(İlk, Orta, Yüksek, Teknik öğretim) ayırmayı düşündüğünü belirtmektedir (Yücel, 1993:

s.5

Hasan Ali Yücel I. Maarif Şûrasında, Batı uygarlığı ile bütünleşme girişimini

“Girmiş olduğumuz yepyeni medeniyet hayatı” olarak adlandırır. Batı uygarlığını

erişilecek bir amaç olarak seçmek ve batının geçtiği aşamalardan Türkiye’nin de geçmesi

gerektiğini kabul etmek 1940’larda Batıda Rönesans’la başlayan hümanizm anlayışına

karşı ilgiyi artırmıştır (Doğan, 1982: s.32)

H. Ali Yücel’in, bakanlığı döneminde giriştiği bir uygulama da şudur: “1940-1941

ders yılında Ankara’da Atatürk ve Kız Liseleri ile İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde

mevcut fen ve edebiyat şubelerinin yanında “Klasik Kol” açılmış ve bir Batı yabancı

dilinden başka her sınıfta haftada 5’er saat Latince okutulmuştur. Bu uygulama, Yücel’in,

hümanist kültürünün öğrenilmesi yolundaki çabalarından biridir. Klasik kol 1949’ da

kaldırılmıştır. Fakat, bazı büyük liselerde Latince’nin seçimlik ders olarak daha sonra da

okutulduğu görülüyor.” (Akyüz, 1993: s.306 ).

Yukarıda yapılan eleştiriler ve hümanizm düşüncesinin kendi teorik çerçevesi

içerisindeki yapısına bakıldığı zaman Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışının yukarıda

belirtilen görüşlerle pek uyuşmadığı görülmektedir.

Hümanizmin milliyetçilik akımıyla değerini ve etkinliği kaybedildiği belirtilir.

Ancak Yücel’in hümanizm anlayışında milliyetçilikten hümanizme ulaşan bir düşünce

vardır. Hümanist bilgibilimin teoriyi pratikten üstün tuttuğu belirtilirken Yücel’in gerek

Köy Enstitüsü projelerinde, gerek mesleki eğitime verdiği önemle hümanist anlayıştan

farklı bir sonuca ulaştığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü Yücel’e göre hayata uygulanmayan

bilgi gereksizdir.

Hayattan sonra gelen ilk hak olarak bilgiyi, bilgi edinme hakkını gören Hasan Ali

Yücel, yaşam için sadece bilgi ile işin bitmeyeceğini belirterek, “hakiki insan için, bildiğini

yapmak veya hareket doğurabilecek bilgiler ortaya atmak zarureti vardır. Hayat ve

harekete teveccüh etmemiş bir bilgi, ilim değil vehimdir; sözde veya kalemde sığınağını

bulmuş bir vehim… ilimde diğer her şey gibi hayat içindir.” der. (Yücel, 1993: s.56) Yücel,

Klasik hümanist anlayışın teorik bilgiyi ön plana çıkaran anlayışının dışında

düşünmektedir.

O, bireyden başlayarak bütün insanlığın mutluğunun sağlanmasını esas almıştır.

Yücel, ferdiyetleri yok etmeyen bir birliğe ulaşılmasını ister. Dünya üzerindeki

yapılanmayı şu şekilde sıralar, aile, okul, meslek, millet, devlet ve birleşik

insanlık…(Yücel, 1998e: s.233)

Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışının temelinde hürriyet ve milliyet düşüncesi

bulunmaktadır. Hümanizmin teorik çerçevesinin Eski Yunan düşüncesi olduğu belirten

Yücel “Aşısı eski yunanda olmayan hiçbir medeniyet bugün ayakta, gövdesi sağlam halde

değildir” diyerek bu düşüncesini belirtir. O, medeniyet, millet ve güçlü bir devlet

oluşumunun kökenini eski yunan ve hümanizm düşüncesi içinde bulur. (Yücel, 1998c:

s.91)

O, hümanizmi milliyetleri ortadan kaldıran bir insanlık dini olarak algılamamıştır.

Milliyetçilik ve millet şuurunun olmadan hümanizm düşüncesinin gerçekleşemeyeceğini

savunmuştur. “Çağdaş, milli ve bağımsız bir kültürü olmayan topluluklar ne iktisadi ne

siyasi hiçbir meselelerini çözemez.” (Yücel, 1998c: s.91) diyen Yücel hümanizmi bunlara

ulaştıran bir vasıta veya bunun bir sonucu olarak görür.

Hümanistler seçkin, elit eğitimine önem verirken halk eğitimini

önemsememişlerdir. Ancak Yücel’in eğitim strateji ve uygulamaları bunun tam aksi

istikamettedir. O, bakan olduktan sonra İsmet İnönü ile ilk görüşmelerinde “bakanlıkta ilk

dava olarak kütle tahsilini mütala eder”(Yücel,1993: s.42)

Yücel medeniyeti bir bütün olarak görür. Şarkı, garbı, yeni veya eski dünyası;

şahsiyet farkları ne olursa olsun, bu bütünün birer tezahürü sayılabilir. … siklet merkezini

Avrupa’da tutmakta olan medeniyet bütününe Tanzimat ve daha evvelki uyanma

devresinden beri Türk cemiyeti de teveccüh etmiş bulunuyor. Kültür tanışkanlığının fikri

manzarası, her zaman ve her yerde, dil ve yazılı eser alışverişi ile olmuştur. Bizde de aynı

hal vaki oluyor tercüme, zihni, fikri ve medeni bir intibak olduğuna göre, gün günden daha

mütekamil bir “ana diline nakil” hareketi bizde de tekevvün etmiştir”

Tercüme, Yücel’e göre mekanik bir nakil hareketi değildir. Tercümeler, inzibatlı

fikir çalışmaları ile ana dilimizin tekamül imkanları kazanacağına inanır. Yücel’e göre her

anlayış bir yaratma olduğuna göre mütercim, büyük bir müellif kıymetindedir.

Hümanist bir düşüncesinin ilk aşamasının sanat eserlerinin benimsenmesi ile

başlayacağını belirten Yücel bu yüzden çevirilere ağırlık vermiştir. O şöyle der:

"Hümanizm ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en gelişmiş şekilde

ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesi ile başlar. Sanat şubeleri içerisinde edebiyat,

bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler

edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu, kendi idrakinde tekrar etmesi; zeka ve anlama

kudretini o eserler nispetinde arttırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır."

III.B.HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ

Bu bölüm dört ana başlık altında incelenecektir. Bunlar Hasan Ali Yücel’in Eğitim

Düşüncesi, Öğretmen Tanımı ve Öğretmenden Beklentileri, Öğrenci Tanımı ve

Öğrencilerden beklentilerinden oluşmaktadır.

III.B.1.H.Ali Yücelin Eğitim Anlayışı

Hasan Ali Yücel’e göre eğitimin birinci vasfı milliyetçi olmasıdır. Ülkenin

istikbalini, kültür, teknik ve ilme dayandıran Yücel buna bir kez inanıldıktan sonra

yenilmeyecek bir zorluk bulunmadığını belirtir. “İmanımızın başı ilme ve tekniğe inanmak

olmalıdır” der ve eğitimi de bu inanç üzerinde temellendirir. (Yücel, 1993: s.155)

Yücel’in bilgi anlayışında “her şey gibi bilim de yaşamak içindir.” O’na göre “her

türlü hurafeleri silip süpürecek olan bereketli yağmurlar, pozitif bilimlerin yaşatıcı ve

besleyici bulutları içerisindedir.” Skolastik zihniyetin “bizim tarihimizdeki adıyla

medresecilik zihniyeti, ancak pozitif bilimlerin prensiplerine ve deneylerine inanmakla

ortadan kalkabileceğine” inanan Yücel, “Denemeden çıkan bilgilerin sentezi ile ve tüme

varıcı bir endüktif metodla fen adamı yetiştirmek istiyoruz”(Yücel,1993: 214-215) diyerek

eğitimin bilimsel temellere dayanması gerektiğini savunur.

Yücel, okuma yazma bilmeyen ve eğitim makinesinden geçmeyen cemiyette

herhangi esaslı bir kalkınma olamayacağına inanır. Kalkınmanın birinci yolu, basamağı

eğitimdir. Bu düşünceyle bakan olur. Kalkınmanın birinci yolu olarak eğitimi gördüğü için

de daha çok üretime, uygulamaya dönük olarak bakar eğitim programlarına. “Hayata

uygulanabilir, üretime elverişli olmalıdır eğitim.”(Yücel, 1998a. s.6)

Yücel’e göre, eğitim bir ülkenin kendi vatandaşlarına “ilk ahlak kuralı olarak”

varlıklarını milletlerinin yoluna koymayı, çalışmalarını onun ilerlemesine hasretmeyi,

kendini milletine daha faydalı olacak şekilde yetiştirmeyi, görev zamanı geldiği zaman

milleti için hiçbir özveriden geri durmamayı öğretmeli, bunu bir davranış haline

getirebilecek nitelikte olmalıdır.(Yücel, 1993: s.169)

O eğitimin özünde laiklik, sorumluluk, ahlak, yenilik, bilimsellik, işgücü, korku

yerine sevgi, çağdaşlık, yetkinlik, yaratıcılık, yaşamsallık, katılımcılık ve toplumsallık gibi

öğeler olması gerektiğini savunmuştur.

Hasan Ali Yücel, yöntem konusunda rehberliği, üretkenliği öğrenci etkinliğine

dayanan ilkeleri öngörür. Bilimsel eğitim için doğrudan yaşama bağlı kalmayı, olayların

gidişini belirleyen ilkelerle onları yöneten yasaları yakından görebilmenin yanında

gözleme, deneye ve tartışmaya ağırlık verilmesini ister.(Aydın, 1998: s.49)

Yücel’in vatan sevgisi, kültürüne karşı gösterdiği aşırı duyarlılık, körü körüne

duyulan hamasi duygulanmalardan kaynaklanmaz. Eğitimde karakterin, çalışkanlığın ve iç

dünyaya sahip olmanın önemini vurgular. (İnam, 1997: s.20)

III.B.1.a.Eğitimde Örnek Kişi

“Öğrenciyi nasıl bir insan örneğine göre yetiştirmeli?” sorusunu soran Hasan Ali

Yücel, tarihin hangi devresinde ve hangi cemiyetinde olursa olsun bu sorunun cevabını

verebilen toplumların o dönemde “kuvvetli bir bütün olarak tarih içindeki ödevini

yaptığını” söyler.

Tarihi kökenleri olan devletlerin bu soruya verdiği cevapların açık ve belli

olduğunu belirten Yücel bu cevapların tarihsel kökeni içerisinde bir geleneğe bağlandığını,

hatta kitaba geçirilip kanun ve talimatlarda yer aldığını belirtir ve ülkemizde bunun tam ve

kesin olarak belirlenmemiş olduğunun altını çizer.

Hasan Ali Yücel yukarıdaki soruya şu şekilde cevap verir: “çocuklarımızı

yetiştirmekte ve halkımızı bugünün hayatına göre yaşatmakta ilk iş yanlışı doğrudan,

zararlıyı faydalıdan, kötüyü iyiden ayırtedici bir bilgi ile” öğrencileri “silahlandırmaktır.”

(Yücel, 1993: s.126) O bu anlayışı “bilim kafası” olarak tanımlar.

Yücel bu konuda daha kesin bir tanım yapar ve öğrencilerin yetiştirileceği insan

örneğini açıklayarak “müspet ilim kafası ile milli hayat kaygusu bir Türk’ün varlığında

birleştiği zaman: vücutça sağlam, karakterce özlü, kafası işler, bilgisi hayata uygun bir

vatandaş… bizim için insan numunesi budur. Bu kadar çerçeveli, bu kadar aydın, bu kadar

kesindir” der. Yücel, bu çerçevesi çizilmiş insan prototipinin sadece bizim milletimiz için

değil her millet için geçerli olduğunu belirterek hümanizm düşüncesi ile bunu uyumlu hale

getirmeye çalışır.

O, tarif ettiği bilim kafasına sahip insan örneğinin sahip olacağı ahlakının “dini

kıymetler ile müeyyidelendirilemeyeceğini” belirtir. O’na göre çocukların eğitiminde

bilginin ahlak, ahlakın da bilgi kadar dini kaynaklardan ayrılmış olarak verilmesi

Cumhuriyet yönetimi ile temin edilmiştir. Cumhuriyet eğitiminde “ahlakın kaynağını”

cemiyet olarak gösteren Yücel, her hareketin “cemiyete, yani millete faydalı veya muzur

olması bakımından” değerlendirildiğini belirtir. (Yücel, 1993: s.128)

III.B.1.b.Eğitim Sistemi

Yücel Avrupa ülkelerinden sistem ve düşünür örnekleri verdikten sonra eğitim

sisteminin oluşma şartları ikidir der. Bunlardan birincisi “belli bir medeniyetin mensubu

olmak ve bu mensubiyeti aydın çoğunluğun kabul etmesi, ikincisi eğitim kurallarının ortak

bir anlayışın eseri olması’dır. Yücel bu iki şartın da ülkemizde bulunmadığını savunur.

Çünkü Doğulu ya da Batılı olduğumuz yapılan uygulamalarla hala ortaya konulamamıştır

Yücel’e göre.

O’na göre eğitim kuralları konusunda ortak bir anlayışın olmamasının nedeni devlet

ve siyaset adamlarına yol gösterecek ne mesleki bir kuruluş ne de münferit fikir adamının

olmasıdır. Bu iki şart olmayınca cemiyet yapısına uygun bir mevzuatın ortaya

çıkmayacağını belirtir. Toplum yapısına uygun bir mevzuatın ortaya çıkması için ‘kültür

istikametinin belirleyiciliği’nin önemini vurgulayan Yücel bu “değişmez surette

belirmeyince eğitim konusunda dışarıdan getirilen uzmanların fikirlerinin sistem

konusunda işe yaramayacağını” söyler.(Yücel, 1998b: s.237-238)

Hasan Ali Yücel’e göre milli eğitim sistemi milli değerlere dayanmalı ve orijinal

olmalıdır. “Başka memleketlerden el yordamı ile alınan metodları uluorta tatbike kalkmak,

her zaman neticesiz olmaya mahkumdur.” Eğitim Sistemi bir milletin zeka ve yeteneklerini

keşfetmek, işletmek ve geliştirmekle görevlidir. Yücel’e göre bir eğitim sistemi “bilmiyen

ve öğrenmeyene bilmiş ve öğrenmiş olmak sıfatını” vermeyecek nitelikte ve düzenlemede

olmak zorundadır. (Yücel, 1993: s.56)

Kültür davasının belkemiği olan eğitimin “esaslı kaidesi sonradan görmüş, türedi

bir topluluk adiliğinden” bireyleri uzak tutmasıdır. Bunu sağlamak için tarih ve tarih

eğitimine önem verilmesi gerektiğini savunan Yücel, Hürriyet Gene Hürriyet kitabının

özellikle üçüncü cildinde bunu vurgular.

Kalkınma ve eğitim arasında doğrudan bir bağ kuran Yücel, kalkınmanın

sağlanması için gerekli olan şeyi ikiye ayırır: Köy ve şehir yaşamının ıslah edilmesi ve

vatandaşı yetiştirmek.

Yücel, eğitime toplum terbiyesini (kütle eğitimi) ve Aydınlar Terbiyesini (Elit

yetiştirme) sağlamak üzere iki misyon biçer. İlk ve temel öğretimi toplum terbiyesi olarak

nitelendiren Yücel’e göre en hayati mesele aydınların yetiştirilmesidir. Ancak bunun

sağlanması için toplumun tamamının belli bir vasat, olgunluk ve eğitim düzeyini aldıktan

sonra onun içinden çıkacak elitlerle daha iyi yol alınabileceğini düşünür. (Yücel, 1998b:

s.295)

O’na göre “Bir toplumun içinden çıkan düşünürler, bilim adamları değil, onları

bağrından çıkaran, ortam hazırlayan toplum büyüktür. Büyük adam yetiştirmek için halkın

seviyesinde bir yücelme, ilerleme olmalıdır. Eğitim bunun için önemlidir.” Bu düşüncesini

temellendirmek için “Atatürk’e destek olacak ortam olmasaydı başarılı olabilir miydi?”

sorusunu soran Yücel, bu soruya hayır cevabı verir. Kütle eğitimi onun için birinci

meseledir.(Yücel, 1998a: s.157)

Yücel’e göre Milli Eğitim Sistemimizin esasları “bütün dünya milletlerini tanımak,

anlamak ve saymak, kapalı bir kültürde mahpus kalmıyarak insanlığın ortak kültür

kaynaklarına gitmek, vatandaşlar arasında din, ırk, dil sınıf ayrılıları gözetmemek”tir. Bu

düsturlara inanmış bir millet, insan haklarını başarı ile müdafaa etmiş ve edecek milletlerle

elbette beraber olacaktır. Yücel’e göre insanların bilgiye ulaştırılması yeterli değildir.

Onlara barışçı prensipleri de aşılamak lazımdır. (Yücel,1993: s.295)

Hasan Ali Yücel’e göre fazilet fazilet iddiasında değil faziletli davranıştadır. O,

sözlerden daha çok sözün içeriğini dolduracak davranışlara, söz ile davranışın birbiriyle

uyum içinde olmasına, bütünlüğüne önem verir. Eğitimin bu nitelikte bireyler yetiştirmesi

gerektiğini belirtir. (Yücel, 1993: s.13)

Yücel kendi döneminde ve daha önceki dönemlerde yapılan program değişiklikleri

ile programların “memlekette bilim kadar milliyetçi ve inkılapçı, ahlak bakımından kuvvetli

aydınlar yetiştirebilecek bir şekle” sokulduğunu belirtir. (Yücel,1993: 206)

Yücel göreve geldiğinde tam bir sistem karakteri göstermeyen Milli Eğitim

Teşkilatını çıkarılan kanunlarla yeniden düzenleyerek derleyip toparlar ve sonraki yıllarda

da etkisini gösteren bir sistem karakteri kazandırır. Yücel bakanlığı sırasında milli eğitim

sistemini oluşturup düzenlemeler yaparken “yeni girilen medeniyet hayatının ihtiyaçlarını

ve Kemalizmi” temel olarak alır.

Hasan Ali Yücel okulun “üstüne aldığı vazifeleri, ancak ana ve babalardan, aileden

ve daha geniş ölçüde cemiyet muhitinden yardım gördüğü nispette yapabileceğini belirtir

ve ekler “Okulu aile ve cemiyetten başka ve ondan müstakil farzetmek, başlı başına bir

hatadır. Maddi v dış manasıyla bir bina olan okul, hakikatte bütün bir muhit, bütün milli ve

insani münasebetler, bir kelime ile bütün bir hayattır.” (Yücel,1993: s.64)

Yücel’e göre Türk eğitim sisteminin hedefi ve yöntemi “büyük kütlesi esaslı olarak

tahsil ve terbiye edilmiş milletimizin mesleki ve teknik sahaya veya umumi kültür yoluyla

üniversiter tahsile girecek olan anasırını, keyfiyet bakımından yüksek ve kemiyetçe geniş

imkanlar içerisinde istifaya tabi tutabilmek” olmalıdır.(Yücel,1993: s.42)

III.B.2.H.Ali Yücelin Öğretmen Tanımı ve Öğretmenden

Beklentileri

III.B.2.a.Öğretmenin Tanımı

Yücel’e göre Eğitim sisteminde en önemli unsur öğretmendir. Öğretmenler tek

kaynaktan yetişen akademik bir unsur olmalı ve öğretmenlik saygın bir meslek haline

getirilmelidir.(Ergün, 2001: s.33)

Hasan Ali Yücel’e göre öğretmen “bilen ve bildiğini öğretmesini bilen”, “çocukları

terbiyeli ve bilgili kılmak için çalışan”, “fedakar ve vazifesine bağlı”, “insanlık camiası

içinde büyük hürmete layık”, “yaptıkları işin yarının büyük insanlarını yaratacağını fark

edip bilerek çalışan”, “uzak istikballerin güneşlerini doğar görmek için bütün maddi ve

ölümlü menfaatlerin üstüne basıp yükselebilme sanatı”nı icra eden “fedakar, temiz yürekli,

inkılaba imanlı” kişidir.(Yücel, 1993: s.215, 35, 65, 29,1)

III.B.2.b.Öğretmenden Beklentileri

Hasan Ali Yücel’in öğretmenden beklentileri eğitimden beklentileri ile aynıdır. O

öğretmenden “Cumhuriyetimizin kuvvetlenmesi için, Türklük ve insanlık ülküsünü

gerçekleştirmek için” çalışmasını bekler. Bunu yapmak için öğretmenin “uzak istikballerin

güneşlerini duyup, görmek için maddi ve ölümlü şeylerin üstüne basarak” yükselmesi

gerekmektedir. (Yücel, 1993: s.1) Bu aynı zamanda Yücel’in öğretmen tanımlarından bir

tanesidir.

Yücel öğretmenlerden bugün yaptıkları işin yarın büyük iş yapacak insanları

yetiştirdiklerini düşünerek ve bilerek çalışmalarını ister. (Yücel,1993: 29) Öğretmen

“fedakar, temiz yürekli, inkılaba imanlı” olmalı ve bu nitelikte öğrenciler yetiştirmelidir.

Türklük ve insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için elinden gelen çabayı göstermeli ve çok

çalışmalıdır. O öğretmenlerden yüreklerinde “vatan millet ve insanlık aşkına karışmış

olarak” mesleklerinin yüce duygularını duyarak çalışmasını ve bu nitelikte bir nesil

yetiştirmelerini bekler.

Milli kültürümüzde öğretmenin yerinin çok büyük olduğunu belirten Yücel,

öğretmene verilen bu saygının kaybedilmesini ister. Çünkü kültürümüzde öğretmene

verilen değeri kaybetmek “milli vasıflarımızın en sağlamlarından birini kaybetmektir.”

(Yücel,1993: 64)

Yücel’e göre öğretmen, çocukları terbiyeli ve bilgili kılmak için çalışan bir

insandır. O, öğretmenleri fedakâr ve vazifesine bağlı olarak niteler ve “Türk öğretmeni

insanlık camiası içinde büyük hürmete layık bir varlık ve Türk mektebi, millete karşı

vazifesini yapmak için bütün gayretini sarfeden verimli bir müessesedir”der.(Yücel,1993:

s.65)

Yücel, sorumluluğu alınan eğitim öğretim işlerinin bir para işi değil,

“vatanseverliğimizin, memleket ve millet aşkının gönlümüze ve kafamıza tevdi ettiği

mukaddes bir amaç” olduğunu belirtir. Ona göre bütün kudret ve kuvvet para ile

ölçülebilen servette değil bu zihniyettedir. Öğretmenlerin bir ibadet gibi gece gündüz

çalışma enerjisi, sahip oldukları bu yüksek idealizmden kaynaklanmaktadır.(Yücel,1993:

s.27)

III.B.2.c.Öğrencilerden Beklentileri

Hasan Ali Yücel öğrencileri, çelik gibi sağlam vücutları olan, şaşmayan akıl ve

muhakemeye sahip, doğru yoldan ayrılmayan ahlak ve karakteri edinmiş, neşeli, canlı,

heyecanlı, duygulu ve uyanık bir birey olarak tanımlar. (Yücel, 1993: s.13)

Yücel’e göre öğrencilere kazandırılacak meziyetler “bedende temizlik ve sağlık,

ruhta iyilik, doğruluk, vazife, mesuliyet, nefse güven ve hakimiyet, nezaket, çalışkanlık,

büyük fikirlere ve büyük fikirlilere bağlılık duyguları, …gerçek zekanın hileye tenezzül

etmeyecek kadar kudretli olduğu”dur. (Yücel,1993: s.169)

Öğrencilerin vazifelerinden birisi iyi çalışarak öğretmene kolaylık sağlamak, güzel

düşünmeye alışarak doğru anlamaya ermektir. Öğrenciler daima inkılaba sadık, inkılabın

milletimize verdiği yüksek ideallere bağlı olmalıdır. Çünkü “milletlerin kudretleri

gençlerinin gönüllerinde doğar, sonra büyük kütleye yayılıp inkişaf eder.” (Yücel, 1993:

s.56)

Yücel’in öğrencilerden beklentisi “ahlak, inzıbat, çalışma ve

öğrenmedir”(Yücel,1993: s.113) O öğrencilerden, “İlk ahlak kuralı olarak varlıklarını

Türk Milletinin yoluna koymak, çalışmalarını onun ilerlemesine, hasretmek, kendini ona

daha faydalı olacak şekilde yetiştirmek, vazife saati çaldığı zaman onun için hiçbir

özveriden geri durmama”larını bekler.(Yücel,1993: 169)

Görev yaptığı yılların savaş şartları da düşünüldüğü zaman o dönemde öğrencilerin

sadece fikri yönden değil bedenen de iyi şartlarda yetiştirilmesini ister. Yücel anne

babalara yaptığı bir konuşmada yarının Türk milletine hangi vazifeleri vereceği belli

olmadığını vurgulayarak anne ve babalara, çocukları “zorlu dövüşmeye hazırlamak, kaya

parçaları gibi sağlam, arslanlar gibi yiğit, kolu, bacağı, gönlü, kafası kuvvetli

yetiştirme”yi başlıca vazife olarak gösterir. (Yücel,1993: 114)

III.C. HASAN ALİ YÜCELİN TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI

Hasan Ali Yücel Türk Eğitim ve Kültür tarihinde reform niteliğinde yenilikler

yapmış ve müesseseler kurmuştur. Yücel döneminde Türk eğitimi altın çağını yaşamıştır.

(Sakaoğlu 1993: s.86)

Türk eğitim ve kültür hayatının her alanında reform niteliğinde yenilikler ve

düzenlemeler yapan Hasan Ali Yücel’in hizmetleri yedi ana başlık altında incelenecektir.

III.C.1.Türk Milli Eğitim Teşkilatı

“Metodsuz zeka, bilgi hiçbir randıman veremez.” (Yücel, 1998d: s.159) diyen

Yücel bu düşüncesinin bir gereği olarak Türk Milli Eğitim sisteminde tam bir teşkilatlanma

olmadığını görmüş ve bu yönde çalışmalar yapmıştır.

Hasan Ali Yücel, bakanlık görevine başlarken yaptığı konuşmada Saffet Arıkan’ın

bıraktığı faaliyet noktasından ve “Cumhuriyet Halk Partisinin kültür meselelerinde tespit

ettiği prensiplere bağlı kalarak” çalışacağını bildirir.(Yücel,1993: s.1)

O 1942 yılında yaptığı bir konuşmada “Maarif Vekaletinin hazırladığı bütün

kanunlar, yaptığı ve yapacağı bütün işler iktidarda kaldığı her zamanda parti programına

göre olmuştur ve olacaktır” diyerek kendisi için parti programının belirleyici bir nitelik

taşıdığını ifade eder.(Yücel,1993: s.121)

Hasan Ali Yücel’in vurguladığı Cumhuriyet Halk Partisinin eğitimle ilgili parti

programı Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü

liderliğindeki C.H.P’nin 1 Haziran 1939 yılında toplanan beşinci büyük kurultayında

eğitim politikasının dayandığı temel ilkeleri belirlemiştir. Bu kurultayda alınan kararlar

şunlardır.

“Milli talim ve terbiyede esas düsturlarımız şunlardır; Maarif siyasetimizin temel taşı,

bilimsizliğin giderilmesidir. Maarifimizde nispeten daha fazla çocuk ve vatandaş okutacak ve

yetiştirecek bir program takip olunacaktır. Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve

inkılapçı vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam noktasıdır. Türk milletini,

Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Devletini sayın tutmak ve tutturmak bir vazife olarak telkin

olunur. Terbiye ve tedriste takip edilen usul, bilgiyi vatandaş için bütün hayatın safhalarında muvaffak

olmayı temin eden bir cihaz haline getirmektir. Terbiye her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden uzak,

üstün, milli, vatanperver ve modern olmalıdır. Her tahsil ve terbiye müessesesinde talebenin teşebbüs

kabiliyetini kırmamaya, şefkatle itina etmekle beraber onları hayatta kusurlu olmaktan vikaye için ciddi

bir intizam ve inzibata ve samimi ahlak telakkisine alıştırmanın mühim olduğu kanaatindeyiz.

Maarifimiz bu günün ve yarının isteyeceği temsil derecelerini önceden gören bir tertiple planlanacak ve

bütün tahsil kademeleriyle sanat ve meslek ihtiyaçları bu plana göre düzenlenecektir.” (Taşdemirci

1984, s.492-3)

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte gerek devletin idari ve eğitim politikalarında

merkeziyetçi bir yapılanmaya gidilmiştir. Osmanlı devletinde eğitim kurumları, eğitim ve

öğretim bakımından merkeze (Maarif Vekaletine) bağlıyken, mali bakımdan mahalli

idareye bağlıydı.

Milli mücadele yıllarında devletin ve milletin bütün imkânları düşmanları yurttan

atmak için seferber edildiği için eğitimin mali açıdan mahalli idarelere bağlılığı devam

etmiştir.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinde okullar hem

eğitim, öğretim ve yönetim hem de mali bakımdan Maarif Vekâletine bağlanmaya

başlanarak merkezi bir yapılanmaya gidilmiştir.

Merkeziyetçi bir eğitim politikası uygulanması “Yeni Türk Devletinin dayandığı

esaslara uygun bir eğitim politikası oluşturmak, uzun süren savaşlar yüzünden halkı fakir

düşmüş ve mahalli idaresi zayıf ülkemizde eğitimi yaygınlaştırmak ve eğitim kalitesini

yükseltmek, tarihi haince emeller ve faaliyetlerle dolu azınlık okulları ve yabancı okulları

kontrol altına almak için gerekliydi.” (Taşdemirci, 1998,s.30) Buna Ziya Gökalp’in

Osmanlı devletindeki okullar konusundaki düşüncelerini de ekleyebiliriz.

Bu yapılanmayı sağlamak için Tevhidi Tedrisat kanunu ile ortaöğretim dereceli

mesleki ve teknik öğretim kurumları hem eğitim öğretim ve yönetim hem de mali

bakımdan Maarif Vekâletine bağlanmıştır.

Türk Milli Eğitimindeki bu merkezi yapılanma politikası Hasan Ali Yücel’in Milli

Eğitim Bakanlığı zamanında hem geliştirilmiş hem de pekiştirilmiştir.

Türk milli eğitimi iki temel kanunla kurulmuştur. Birincisi 3 Nisan 1926 tarih ve 789

sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilât Kanunudur. Bu kanun genellikle taşra teşkilatına ve okullara

yöneliktir. İkincisi ise 2287 sayılı Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı ve Vazifeleri hakkındaki

Kanundur. Bu kanun bakanlığın merkez teşkilatını kurmaya yönelik bir kanundur. Ancak

bu kanun yetersiz gelmiş, milli eğitim teşkilatı bir sistem özelliğine kavuşamamış,

yürütme, danışma ve politika organları arasında bir birlik kurulamamıştır.

Yücel bu sistem sorununu 1939 yılında düzenlediği birinci Maarif Şurasında şöyle

dile getirmiştir.

“Bir mühim noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Kanaatımca bütün maarif teşkilatı tam ve

mükemmel bir uzviyet olabilmek için her uzvun birbiriyle alakalı, birbiriyle münasebetli bir

surette işlemleri lazımdır. Ben maarifimizde ahenk meselesini ana davalarımızdan biri

belliyorum.” (Yücel,1993: s.19)

Yücel eğitim teşkilatının bir sistem özelliği göstermediğini açıklayarak iyi işleyen

bir eğitim teşkilatının gereğini vurgular. Ona göre her iş bir organizasyona dayanır. Maarif

meselesinin çözülmesi de bir teşkilat meselesidir. İşlerin çözülmesi için merkez

teşkilatından köylere kadar normal şekilde işleyen bir teşkilata ihtiyaç vardır. (Yücel,1993:

s.27)

Yücel bunun için eğitimle ilgili olan bütün mevzuatı toplatmış, diğer yandan ise

diğer ülkelerin eğitim sistemlerini inceleterek ülkenin ihtiyaçlarını inceden inceye tetkik

ettirmeye çalışmıştır. Bu araştırmalar sonucunda yeniden düzenlenecek olan eğitim

teşkilatı bugünkü ve yarınki ihtiyaçlara cevap verebilecek bir nitelik kazanacaktır.

Bu alanda Yücel’in yaptığı çalışmalar şöyle sıralanabilir. Onun döneminde maarif

teşkilatı alanında köklü tedbir ve değişiklikler yapılmasından daha çok 2287 sayılı kanun

ile kurulan teşkilat daha iyi işler duruma getirilmeye çalışılmıştır. Bunun için ilk defa 1939

yılında milli eğitim şurası toplanmış, bakanlığın her türlü yayınlarını, genelgelerini ve ve

emirlerini içinde toplayan Tebliğler Dergisi yayınlanmaya başlamış, 2287 sayılı kanuna ek

veya bazı değiştirici maddeler eklenmiştir.

Şura sonunda Milli eğitim müdür ve memurları ve ilköğretim müfettişleri

yönetmelikleri ile ilkokul programı incelenerek kabul edilmiş,bir öğretmen tarafından

yönetilen üç sınıflı köy okullarının beş yıla çıkarılması kabul edilmesi benimsenmiş ve

ilköğretimin gelir kaynakları belirlenmiştir.

Ortaöğretim içerisinde değerlendirilen ortaokul, lise ve ilköğretmen okulları sınav,

disiplin yönetmelikleri ile öğretim programları incelenerek, eğitim öğretim zaman

çizelgeleri yeniden düzenlenerek kabul edilmiştir. Ayrıca ortaöğretim kurumlarındaki sınıf

mevcutlarının tespiti ile liseye alınacak öğrenci sayısının beş yıllık plana bağlanması

kararına varılmıştır.

Öğretmen ihtiyacı konusunun da planlama içerisine dahil edildiği bu şurada 3-4

yıllık bir plan içinde “yardımcı öğretmenlik” uygulamasının kaldırılması ve öğretmen

ihtiyacının planlı bir şekilde giderilmesi için çözüm yolları önerilmiştir.(Özalp, Ataünal,

1983: s.117-119)

1941 yılında çıkarılan 4113 sayılı bir kanunla da Mesleki ve Teknik Öğretim

Müsteşarlığı, Mesleki-Teknik öğretim ve Ticaret Öğretimi Genel Müdürlükleri, Mesleki

Teknik Öğretim Yapı ve Teknik Büro Müdürlükleri, Hukuk Müşavirliği, Mesleki ve

Teknik Öğretim Muamelat Şefliği kurulmuştur. (Taşdemirci,1998.s.33)

Yine Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında köy okulları ve 3803 sayı, 17.04.1940

tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri yeniden teşkilatlandırılmış, mecburi öğretimi

köylerde yaygınlaştırmak ve fiilen gerçekleştirmek için köy okullarının yönetim ve

denetim bakımından bağlı oldukları kurumların ve yöneticilerin görev ve

sorumluluklarının açıkça belirlenmesi ihtiyacından dolayı 4274 sayılı ve 1942 tarihli Köy

Okullarını ve Enstitülerini Teşkilatlandırma Kanunu çıkarılmıştır.

Bu merkeziyetçi eğitim politikası Yücel’in bakanlığı zamanında bütün

yükseköğretim kurumlarını da Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplayacak şekilde

genişletilmiştir. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye’deki bütün ilk, orta ve yüksek öğretim

kurumları Milli eğitim Bakanlığı çatısı altında toplanmıştır. (Hirsch, 1950,s.529-569)

III.C.2.İlköğretime Katkıları ve Köy Enstitüleri

Çalışmamızın bu bölümünde Cumhuriyet öncesi ve cumhuriyetin ilk yıllarının

genel durumu ortaya konmuş, enstitülerin nasıl ortaya çıkışının fikri ve tarihi kökeni

üzerinde durulmuştur.

İlköğretim düzeyinde çocuğun ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kollektivist,

dayanışmacı ruh ve irade ile okulda öğrendiklerini çevresinde uygulayacak biçimde

yetiştirilmek istenmiştir. Ancak buradaki eğitim anlayışında gözetilen yine “devlet ve

millet için eğitim”dir. İlköğretim düzeyinde eğitim yolu ile cahilliğin yok edilmesi, modern

yaşamın ilkelerinin çocuğa öğretilmek istenmesi de bu amaca hizmet etmektedir.

Yücel’in bakan olduğu dönemde ülkemizin genel durumu şöyledir: ülkenin nüfusu

13 milyondur ve bunların sadece %20’si ilkokula gidebilmektedir. Hasan Ali Yücel’in

bakanlığından sonra bu oran %80’e çıkar. Bu başarı ve hızlı gelişmeyi anlayabilmek için

O’nun bakanlığından önceki dönemde yapılan hazırlıkların da bilinmesi

gerekmektedir.(Doğan, 2001: s.19)

Bu dönemde ilköğretim sorununun çözümü için en önemli unsur olarak öğretmen

yetiştirme konusu ele alınmıştır. Köyde çalışabilecek, köye gittiğinde her alanda öncülük

yapabilecek bir öğretmen yetiştirmek amaçlanmıştır.

III.C.2.a. Cumhuriyet Öncesi İlköğretimin Durumu

Osmanlı imparatorluğunda sıbyan okulları ve medreseler köylere kadar yayıldıkları

halde, medreselerde öğretim dilinin Arapça olması ve sıbyan okullarında dil öğretiminin

ihmal edilmesi sonucunda okuma yazmayı ve hayatta ihtiyaç duyulan temel bilgi ve

maharetleri kazandırmaya yönelik ilköğretimin yaygınlaşması geri kalmıştır.

II. meşrutiyet döneminde ilköğretimini modernleştirilmesi ve yaygınlaştırılması

amacına yönelik tedbirlerden de savaş şartları dolayısıyla istenilen verim alınamamıştır.

Kurtuluş savaşı yıllarında TBMM Hükümetine bağlı olan illerdeki 3495 okuldan 682

tanesi kapalıydı. Bu okullarda 3316 öğretmen vardı. Bu öğretmenlerin 1501’i medrese,

1207’si öğretmen okulu çıkışlıdır. Diğerleri ise çeşitli kaynaklardan gelmektedir.(İnan,

1975, s.160)

Türkiye’nin eğitim ve öğretmen sorununun çözülmesi için köy ve şehir için iki ayrı

öğretmen tipinin geliştirilmesi ve bu okullar için ayrı öğretmen yetiştirilmesi fikrinin

başlangıcı İkinci Meşrutiyet dönemine kadar uzanmaktadır.

İlk defa 1912 yılında “Üsküp Darülmuallimin”in çıkardığı “Yeni Mektep” adlı

dergide Ahmet Tevfik adında bir öğretmen “Darülmuallimler-Çiftlik Mektepleri” başlıklı

bir yazı yayınlamıştır. (Akyüz, 1997, s.257)

Bunun dışında ikinci bu konuyu işleyin ikinci kişi İstanbul Darülmuallimin’i

müdürlüğü yapan İsmail Mahir Efendi, köy ve şehir için ayrı okul ve ayrı öğretmen fikrini

öne sürmüştür.

Bunlar dışında meşrutiyet döneminde Şemsettin Günaltay, Üsküp Darülmuallimin-i

Rüşdiye’si müdürü Sabri Cemil ve pedagoji öğretmenlerinden Mustafa Şekip, Edirne

Darülmuallimin-i müdürü Nafi Atuf Kansu gibi eğitimcilerimiz de köy eğitimi ve köy

öğretmeni konularında yazılar yazmışlar ve görüşler ileri sürmüşlerdir.

Köylerden alınarak Büyükşehirlerde eğitim gören köy çocuklarını üretim

hayatından soyutlayarak Nazari eğitim verilmesini eleştiren Günaltay “Nazariyeci alim

yamaklarından memlekete hayır ve kurtuluş gelmez. Memleket sözcü değil, işçi, tüketici

değil üretici unsurlara muhtaçtır” der. (Akyüz, 1997, s.257-9)

III.C.2.b.Cumhuriyet Döneminde İlköğretimin Durumu

Harf inkılâbıyla birlikte okuma-yazma oranının sıfıra düşmesine paralel olarak

öğretmen ve okul ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır. 1930'lu yıllarda şehir ve kasabalarda

açılan okullara öğretmen bulamama, çeşitli sebeplerle meslekten ayrılanların yerinin

doldurulamaması gibi problemler halledilemediği gibi köylere okul yaptırılamamıştır.

CHP'nin olağan kongrelerinde eğitimin yaygınlaştırılması talepleri dile getirilmiş, bu

konuda nelerin yapılabileceği konusunda bazı görüşler ileri sürülmüştür.

Eğitim konusunu çözüme kavuşturmak ve inceleme yapmak için Türkiye’ye davet

edilen yabancı bilim adamlarından John Dewey nüfusunun yüzde sekseninin köylü

nüfusunun teşkil ettiği bir ülkede, köy eğitiminin köyün iktisadi hayatı ile birleştirilmesini

ve köye ayrı bir öğretmen tipinin yetiştirilmesini tavsiye etmiştir. (Ergün, 1982a: s.111)

Bu raporlar ve Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda hareket eden Maarif Vekili

Mustafa Necati (1925-1929) bu sorunu çözmek için uygulamalara girişmiş, köy okullarının

öğretim süresinin üç yıl olması kabul edilmiş ve bu okullara öğretmen yetiştirmek üzere

biri Kayseri’de biri de Denizli’de iki tane Köy Muallim Mektebi açılmıştır. Ancak bu

çalışmaların gelişmesi Mustafa Necati’nin 1929 yılında ansızın ölmesiyle

tamamlanamamıştır.

III.C.2.c.İlköğretim Konusundaki Akımlar

Cumhuriyetin ilk yıllarında bir yandan öğretmen ve okul gereksinimleri duyulurken

bir yandan da eğitim yaklaşımları konusunda değişik yaklaşımlar gelişmiştir. İsmayıl

Hakkı Baltacıoğlu “İçtimai Mektep” görüşünü geliştirerek “okul programlarının

liberalleştirilerek iş eğitimi esasına dayandırılmasını” savunmuştur. O, Gazi Eğitim

Enstitüsünün bu anlayışa göre geliştirilerek değiştirilmesi gerektiğini savunmuştur.

Ancak Gazi Eğitim Enstitüsünde Halil Fikret Kanad’ın görüşleri hâkim olmuştur.

Enstitüde Pedagoji öğretmeni olan Kanad, Kerschensteiner’in Alman eğitim sistemi için

önerdiği demokratik fikirlerin anlamsız olduğu kanısında olan ve nasyonal sosyalist eğitim

görüşlerinin etkisi altında kalmıştır. Bu iki görüş Gazi Eğitim Enstitüsü içinde çekişmesini

sürdürmüştür.(Tekeli, 1983: s.665)

Köy eğitimi konusu tekrar 1934 yılında bir Amerikan heyetinin raporu üzerine

kesin direktif vermesi üzerine yeniden ele alınarak gündeme taşınmış, Maarif Vekili Saffet

Arıkan (1935-1938) zamanında daha da hızlanmıştır. Atatürk, Saffet Arıkan’ın dikkatini

Türk ordusu üzerine çekmiştir. Saffet Arıkan da İlköğretim Genel Müdürlüğüne Vekaleten

İsmail Hakkı Tonguç’u getirmiştir. Tonguç, Arıkan’a Köy Enstitülerinin de temelini

oluşturacak bir rapor sunar ve 1936 yılında Eskişehir Mahmudiye’de Eğitmen Kurslarının

ilki açılır. Bu kurslarda altı aylık bir eğitimle, askerliğini okuma yazma bilen çavuş olarak

yapmış gençler eğitmen olarak yetiştirilip üç yıllık köy okullarına eğitmen olarak

gönderilmiştir.

Eğitmen kursları fikri ilk olarak ortaya atıldığı zaman ne zamanın Talim Terbiye

Kurulu başkanı İhsan Sungu ne de İsmail Hakkı Tonguç bu konuyu benimseyen bir tutum

sergilerler. Sungu, “Sanki bütün köylüler Ulus Meydanına toplanmış da eğitmen istiyoruz

diye bağırıyorlarmış gibi dağı taşı öğretmen mi yapacağız” diye söylenirken Tonguç

meseleyi benimsemez bir tavırla “ ne yapalım Hocam, bu iş ilk önce Talim Terbiye Dairesi

olarak sizin işiniz”der. Çalışmayı Emin Soysal’dan başka üzerine alan olmaz.(Ergün,

1982a: s.171)

Emin Soysal yönetimindeki bu kurslardan olumlu sonuç alınması üzerine 5 yıllık

köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla Eskişehir Çifteler Köy Öğretmen Okulu ile

İzmir Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu açılmıştır. Hıfzırrahman Raşit Öymen, Saffet

Arıkan’ın Köy Enstitülerinin başlangıcını teşkil eden Köy Öğretmen okullarını sadece

öğretmen yetiştiren bir kurum olarak değil, diğer meslek okullarına da eleman yetiştiren bir

okul olarak düşündüğünü belirtir. (Taşdemirci,1998, s.43)

Hasan Ali Yücel 1936 yılında, eğitmenlerin ileride daha da iyi yapılandırılacak

milli eğitim sistemi içerisinde faydalı olabileceklerini ancak onlar vasıtasıyla verilen

eğitimin “ilköğretim” ile karıştırılmaması gerektiğini belirtir. O’na göre eğitmen kursları

yoluyla yapılan kütle terbiyesini “dünyaca prensipleri ve metodları belirtilmiş ilköğretim

sanmak büyük hatadır.”(Yücel, 1998d: s.24) der. O’na göre ilköğretim ile eğitmen kursları

birbirlerinden farklı olarak teşkilatlandırılması, geliştirilmesi gerekli bir “kültür

mevzuudur.” Yücel burada eğitmenlerin verdiği eğitimi bir çeşit halk eğitimi çerçevesinde

görür ve ilköğretim tedrisinden ayırır.

III.C.2.d.Köy Enstitüleri

Hasan Ali Yücel'in Eğitim Bakanı (1938) olmasından sonra Köy Enstitüleri projesi

hayata geçirilmiştir ve bu proje ile büyük hedefler tespit edilmiştir, büyük iddialarla yola

çıkılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından bakan olduğu güne kadar süren ilköğretimin

yaygınlaştırılması projesinin Köy Enstitüleri ile 15 yılda çözülmesi

planlanmıştır.(Yücel.1993: s.165) Bütün bu şartlar, Türkiye’de ilköğretim problemini daha

Cumhuriyetin başından itibaren bir köy eğitimi problemi haline getirmiş ve ilköğretimi,

öğretmen yetiştirmeyle birlikte ele almak gerektiğini ortaya koymuştur.

Yücel, bakan olduğu dönemde bakanlık bütçesi görüşmelerinde yaptığı konuşmada

bir yandan Köy Enstitülerinin ve burada okuyan öğrencilerin sayısı hızla artarken amacın

“sadece okul ve öğrenci sayısının artmasının önemli olmadığını, bunların niteliğinin de göz

önünde bulundurulması gerektiğini belirtir.(Yücel.1993: s.15)

Hasan Ali Yücel bakan olduktan sonra gerek Eğitmen Kursları gerekse Köy

öğretmen okulları teşebbüsleri hem geliştirilmiş hem de yaygınlaştırılmış, kanuni

düzenlemeler ve teşkilat yasaları çıkarılmıştır.

Yücel’e göre, çağdaş bir millet olarak yeniden doğuş; okuryazarlığın büyük kitleye

yani köylüye ulaşmasına bağlı idi. Bu okullarda söz konusu gayeye ulaşılacaktı.... "Her

türlü eğitim ve öğretim işine, çevrenin en kötü şartları içinde başlamaktı. Sulak, uğrak,

yumuşak, yerlerden mahsus kaçıp enstitüleri en olmayacak sayılan yerlerde kuruyorlardı.

Böylece iş ve masraf artıyor, zaman kaybediliyor ama öğrencinin gideceği yeri

yadırgamaması, her çeşit zorluğu yenmeye alışması gibi paha biçilmez bir insan değeri, bir

öncülük gücü kazanılmış oluyordu. Üstelik okul, hazıra konan, verilenle yetinen bir kurum

olmaktan çıkıp yaratıcı, yeşertici bir çehre kazanıyordu" (Eyuboğlu, 1999: s.12). Bu

eğitimin ve sistemin neticesinde aydın bir çoğunluk yetiştirilecekti.

Beş yıllık bir eğitim süresi olan Köy Enstitülerine yine beş yıllık ilkokulu bitirmiş

olan öğrenciler arasından sağlıklı ve yetenekli olanlar alınmıştır. Alınan öğrencilerin

okuldan ayrılmalarını engellemek ve atandıkları yerlerde uzun süre görev yapmalarını

sağlamak amacıyla çok ağır yükümlülükler getirilmiştir. Buna göre:

Sağlık nedeni dışında hiçbir sebeple ayrılmak mümkün değildir. Ayrılanlar

kendilerine harcananları faiziyle birlikte ödemek zorundaydılar. Bakanlık tarafından

atanması yapılanlar, atandıkları yerlerde 20 yıl boyunca çalışmayı peşinen kabullenmiş

oluyorlardı. Bu kurala uymayanlar bir daha devlet memuru olamayacakları gibi okudukları

sırada kendilerine harcananları da iki kat geri ödemek zorundaydılar (Sakaoğlu, 1993: s.

93)

Yukarıda da açıkladığımız gibi, kurulduğu günden bugüne üzerinde çok tartışma

yapılan Köy Enstitüleri bir anda ortaya çıkmış veya bir başka ülkeden kopyalanmış bir

eğitim kurumu değildir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren ülkemizin eğitim sorunlarının

çözülmesine yönelik olarak geliştirilen bir fikri geleneğin somutlaşmış halidir Köy

Enstitüleri. Bunun fikri temelleri Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa ile temas noktasını

teşkil eden Selanik, Üsküp, Manastır, Edirne gibi önemli kültür merkezlerinde bulunan

öğretmen yetiştirme kurumlarında atılmıştır. Köy enstitüleri köy eğitimine bir çare olarak

ortaya çıkmıştır.

Rakamsal olarak incelendiğinde de ilköğretim meselesinin çözümü yolunda büyük

bir başarı göstermiştir.

III.C.3.Ortaöğretime Katkıları.

O, gerek orta öğretim genel müdürlüğü görevini yaparken gerekse Bakan olduktan

sonra ortaöğretime büyük önem vermiştir. Yücel’e göre okullar içinde ortaöğretim

kurumları uluslararası edebiyatın oluşması için bel kemiği görevi taşır. Çünkü Yücel’e

göre “elit zümreyi yetiştirecek olan ortaöğretim kurumlarıdır.” Bu konuda nicelikten önce

niteliğe önem verilmesi gerektiğini ileri süren Yücel, ancak nitelikli bir eğitim verildikten

sonra orta öğretim kurumlarının nicelik olarak artırılması gerektiğini savunmuştur. (Yücel,

1998d: s.58)

Bakan olmadan önceki bu düşüncelerini bakan olduktan sonra uygulamaya koyan

Yücel ilk önce ortaöğretim kurumlarının niteliğini artırıcı çalışmalara yönelmiştir. Bu

yüzden Mesleki Eğitim ve Öğretim veren kurumların sayılarında önemli bir artış

sağlanırken Genel Eğitim veren ve Üniversite eğitimine hazırlayıcı nitelikte görülen

Liselerin sayısında bir artış görülmemiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından Hasan Ali Yücel’in bakan olduğu döneme kadar geçen

sürede ortaöğretim kurumlarının belirli merkezlerde toplanması politikası izlenmiş ve orta

öğretim kurumlarının sayılarını çoğaltmaktansa mevcutların kapasitesini artırma yoluna

gidilmiştir. Çünkü Hasan Ali Yücel’e göre Ortaöğretim kurumlarına ait meselelerin en

önemlisi “bu kurumların sayısı ile öğrenci miktarlarının çeşitli bakımlardan memleket

ihtiyacı ile uygun bir şekilde ayarlanması”dır. (Yücel, 1993: s.21)

Bu dönem içinde ilköğretimin geliştirilmesine yönelik olarak alınan tedbirler

Yücel’in bakan olduğu dönemde ortaöğretim kurumlarına olan ihtiyacı artırmış, bunun

karşısında orta öğretim politikasının yeniden gözden geçirilip reform yapılması gereği

ortaya çıkmıştır.

III.C.3.a.Ortaöğretim Düşüncesi ve Politikası

Yücel’in bakanlığı döneminde her il’e bir lise, her ilçeye bir ortaokul açılması

prensip olarak kabul edilmiş, orta öğretimde kaliteyi düşürmeden belirli bir plan içinde

ülkemizin her bölgesine dengeli bir şekilde ortaokul ve liseler açılmıştır.

O’na göre Lise, üniversite eğitimine temel olacak genel kültürü verecek ve aydın

sınıfı yetiştirecek olan üniversitenin verimliliğini artıracak nitelikte olmalıdır. Liselerde

verimliliğin artırılabilmesi için alınacak tedbirler sınıflardaki öğrenci sayısını makul bir

düzeyde tutmak, öğretmen kalitesini artırmak ve mevcutların yeteneklerini

kuvvetlendirmek, programları amaca uygun biçimde yeniden yapılandırmak, okul

kitaplarını öğrencilerin faydalanabileceği bir niteliğe dönüştürmek, Türkçe’nin hakkının

verilerek iyi bir şekilde öğretilmesi ve disiplin ruhunun bütün kurumlarda hakim olmasıdır.

(Yücel, 1993:s.23)

Bu yüzden 1938 yılında 36 olan lise sayısı 1946 yılında 53’e, 118 olan orta okul

sayısı ise 210’a yükseltilmiştir. Bu dönemde orta okullar ve liseler birbirine bağlı kültür,

eğitim kurumları olarak görüldüğü için orta okullar liseye hazırlık devresi olarak kabul

edilmiş ve lisenin öğretim programlarına uygun bir program uygulanmıştır. (Yücel, 1994;

s.477-652)

Yücel lise’den beklentilerini ve düşüncelerini şu şekilde açıklar.

”Lise meselesine gelince, müspet ilim zihniyetinin milli kültürün ve milli kültür tekevvünü

içinde hümanizma ruhunun hal ve istikbalini bu müessese tayin edecektir… bu itibarla yüksek

tahsile temele olarak umumi kültürü vermek ve münevver sınıfı yetiştirmekle mükellef olan bu

müesseselerimizde randımanı kıymetlendirmek, ısrarla takip edeceğimiz bir gayedir. Bu randımanın

istediğimiz kıymeti alması, hem bu müesseselerinden hayata atılacakların, hem de daha yüksek

müesseselere gireceklerin hayatta ve meslekte muvaffakiyetleri için en büyük teminat olacaktır.”

(Yücel, 1993.s.23)

Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere Hasan Ali Yücel, milli kültürün hümanizma

ruhuna uygun olarak geliştirilmesi ve bu iş için de liselerin bir vasıta olarak kullanılmasını

düşünmektedir. Bunu gerçekleştirmek için izlediği yol ise başta Yunan ve Latin klasikleri

olmak üzere doğu ve batı klasiklerinin tercüme edilmesi ve okullara dağıtılması, bazı

liselerde Latince şubelerinin kurulmasıdır.

Liseyi, “üniversiteye hazırlayan bir geçid, tahsil durağı” olarak tanımlayan ve

“Tevhidi Tedrisattan bu yana bu prensip gerçekleşmemiş”tir diyen Yücel, kendi

çalışmalarının da yetersiz olduğunu düşünür. Osmanlı Devletinde farklı eğitim

kurumlarında yetişenlerin birbirini anlayamadığın belirten Yücel bunun önüne geçmek için

“Liseleri birkaç şubeye ayırarak bir dam altında ve bir terbiye otoritesine vererek organize

edilmesi” gerektiğini belirtir ve “müspet bilimi esas alan fen, Arapça ve Farsçayı esas alan

klasik şark, iki yabancı dil öğreten modern diller, Latince ve Eski Yunanca’yı öğreten

Klasik Garp” şubeleri açılmalıdır. (Yücel, 1998b: s.106)

Latince şubeleri 1940-41 öğretim yılından itibaren Ankara Erkek Lisesi, İstanbul

Galatasaray Lisesi ve Vefa Erkek Lisesinde birer şube olarak açılmıştır. Yunanca

öğretimine yer verilmediği için Yarım Klasik Şube olarak kabul edilecek olan bu şubelerde

Latince öğretiliyordu. Normal liselerin edebiyat şubelerinin programına benzer bir program

uygulayan bu şubelerde yunan ve Latin edebiyatlarının öğretimine büyük önem

verilmekteydi. (Taşdemirci,1998, s.79)

Osmanlıdan günümüze kelimenin gerçek anlamıyla Lise (ortaöğretim) olmadığını

belirten Yücel buna sebep olarak da Türk kültürünün kaynağı olması gereken klasik

medeniyet ve dilleri tayin edip büyük fikir hareketlerine giremememizi gösterir. Bakanlığı

sırasında buna girişmek istediğini belirtse de “iki mühim davanın, ilk ve teknik öğretim,

tahakkuk etmesi için büyük gayret sarfına mecbur olmak” beni “lise açmaktan mahrum

etmediyse de “lise kurmak’ şerefine erdiremedi” der.(Yücel, 1998b: s.105)

III.C.4.Yükseköğretime Katkıları.

İlköğretim ile yükseköğretim arasındaki ilişki göz ardı edilemez bir bütündür

yücel’e göre. O da buna uygun davranarak bakanlık dönemi çalışmalarında bu dengeyi

korumaya çalışmış, çalışmalarını sadece birisi üzerinde yoğunlaştırmamıştır. Yücel, eğitim

görüşü olarak bütüncü bir yaklaşıma sahiptir. Teori ile çok zaman kaybedildiğini

belirtirken eğitimin ilköğretimden üniversiteye bütün olarak ele alınması gerektiğini ifade

eder.(Yücel,1993:s.42)

Hasan Ali Yücel’in Yüksek öğretimden beklentileri milli kültürü yükseltecek,

millet oluşa öncülük edecek, devleti yönetecek, güçlendirecek ve kalkındıracak; sisteme

uyum sağlamada yetenekli, vatansever, fedakar asker-sivil teknik kadroları, bürokratları

Batı’nın bilim ve teknolojisini ülkeye taşıyacak bilim adamları yetiştirilmesi yönünde

çalışmalarda bulunmasıdır.

Hasan Ali Yücel Yükseköğretim kurumlarının Aydın sınıfı yetiştirmek gibi önemli

bir görevi olduğunu düşünür. Ona göre üniversite “Türkiyenin ihtiyacı olan ihtisas

adamlarını yetiştirmenin yanında milli kültürü kurmak ve yaymak, ilmi araştırmak yapmak

için birer canlı kaynak, ilmi metodu öğretmek ve ilmi zihniyeti aşılamak için çalışma ocağı,

milli davalara hakimiyeti her şeyin üstünde tutacak bir kültür kurumu” olmalıdır. Yücel bu

yükseköğretim politikasını, Birinci Maarif Şurası açış konuşmasında şu şekilde açıklar.

“Yükseköğretim müesseselerimizin her birini, Türkiye’nin her sahada muhtaç olduğu

ihtisas adamlarını yetiştirmekle beraber, milli kültürü kurmak ve yaymak, ilmi metodu öğretmek ve

ilmi zihniyeti aşılamak için birer çalışma ocağı, milli davalarımızın hâkimiyetini her şeyin üstünde

tutacak birer kültür kurumu haline getirmek için mevcut imkânlardan azami derecede istifade etmek,

yolunda ve kararındayız… Fakültelerimizde kendi yüksek ilim adamlarımız gibi, yabancı

otoritelerin de ihtisasından azami derecede faydalanıyoruz. Yüksek kurumlarımızda gençlerimize

feyiz veren yabancı mütehassısların Türk gençliğini istidat ve kabiliyetlerini yüksek derecelere

çıkarmak için ellerinden gelen emeği sarf etmekte olduklarına inanıyoruz bu inancı tahakkuk

ettirmek vazifemizdir.”(Yücel, 1993: s.24)

Şura sonrasında İstanbul Üniversitesi ve bağlı fakülteleri ile Ankara Dil ve Tarih

Coğrafya Fakültesine ait eğitim, öğretim, sınavlar, öğrenci işleri ve doktora çalışmaları

yönetmelikleri; Gazi Eğitim Enstitüsü sınav ve kayıt kabul yönetmeliği, Yüksek Öğretmen

Okulu ve Siyasal Bilgiler Okulu yönetmelikleri incelenerek uygun görülmüştür.

Yücel’in yaptığı ilk işlerden birisi yüksek öğretim kurumlarının milli eğitim

bakanlığını yönetimi altında toplanmasıdır. Onun bakanlığı döneminde yüksek öğretim

kurumlarının milli eğitim bakanlığı yönetimi altında toplama politikası 1946 yılına kadar

sürmüştür. Ancak ikinci dünya savaşı sonrası demokrasi rüzgârlarının da etkisiyle

Türkiye’de siyasal alanın yanında üniversite yönetim politikaları alanında da

demokratikleşmeye gidilmiştir. 1946 yılında 4936 sayılı kanunla üniversitelere özerklik

verilmiştir.

Üniversitenin görevleri arasında sadece öğrenci yetiştirmeyi değil ilim yapmayı da

sayan Yücel, “ilim en geniş manasıyla hayat içindir… inkişaf için en müsait iklimini

hürriyette bulur” düşüncesiyle üniversitelere dünya konjonktürünün de etkisiyle özerklik

tanır. (Yücel, 1993: s.44-45)

Yücel’e göre bu kanun üniversite hayatında önemli bir dönüm noktası olan 1933

kanunundan başka bir ruhla başka bir sebeple hazırlanmıştır. Bu kanun yeniyi yapan değil,

yapılmış, kurulmuş olanın daha iyi gelişme ortamı elde etmeleri için çıkarılmıştır. Bu

kanunun dayandığı ana prensip üniversitelerin öğretim, yönetim ve mali alanlarda özerk

olmasıdır. (Yücel, 1993: s.323)

III.C.4.a.Öğretim Görevlileri ve Öğrencilerin Nitelikleri

Yücel’e göre Üniversite öğretim üyelerinin refahı liyakat ve kıdemle orantılı

olmalıdır. Üniversite öğrencisi ise batı dillerinden hiç değilse birisini, o dilde tetkik ve

tetebbua imkan verecek surette elde etmelidir. Yücel’e göre bunlar başarının esaslı

şartlarındandır.(Yücel, 1993: s.25)

Yücel, bakanlıktan ayrıldıktan sonra yazdığı bir yazıda üniversitelerin zayıf

olmasının sebepleri üzerinde durur. Ona göre tarihi kökeni ve köklü bir geleneği olmayan

kurumlarda siyasi özerklikten bahsedilemez. Üniversitelere özerklik veren yasayı kendisi

çıkarmasına rağmen üniversiteleri “özerkliği devlet tarafından verilmiş, kendileri

almamıştır” diyerek eleştirir ve zayıf olmalarının gerekçeleri arasında sayar.(Yücel, 1998a:

s.87)

Üniversiteler öğrenci yetiştirmenin yanında ilim de yapmalıdır. Üniversite

öğrenciyi yetiştirirken o “ilim gençliğinin” memleket realitesine daha çok ilgi duyacak

içerikte yetiştirmelidir. Bunun için gençleri “ilim ve hakikat önünde hasbi, memleket

huzurunda milli bir ruhla” donatmak üniversitenin, öğretmenin ve milli eğitimin başlıca

görevidir. (Yücel, 1993: s.23)

III.C.5.Öğretmen Yetiştirme Politikası.

İlköğretim sorunun çözülmesi için en önemli unsurlardan birisi öğretmen yetiştirme

politikaları olmuştur. Bu politikadaki temel hedef köydeki yaşam ile öğretmenlerin

eğitildiği okuldaki yaşam arasında bir uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Yücel’in

bakanlığından önce varolan öğretmen yetiştirme sistemi ile ilköğretim sorununun

çözümünün yaklaşık yüz yıl alacağı ileri sürülmüştür.

Hasan Ali Yücel, kendinden önceki teorik ve pratik uygulamalardan da

faydalanarak hayata geçirdiği Köy Enstitüleri projesi ile ilköğretim meselesinin 15 yılda

çözülmesini hedeflemiştir.

Yücel’e göre eğitimde dört temel unsun vardır. Bunlar program, kitap, ders aletleri

ve öğretmendir. Bunların en önemlisi öğretmendir. Çünkü bunların hepsini kullanan

öğretmendir. Ona göre öğretmen okul reformlarının ana unsurunu teşkil eder. Çünkü

yapılacak reformlara can verecek öğretmendir.

Hasan Ali Yücel bu yüzden o ilköğretim işini sadece bir okul açmak değil, aynı

zamanda bir öğretmen yetiştirme olarak da ele almıştır. Önce öğretmen yetiştirilmiş sonra

okul açılmıştır. Köy enstitüleri ilköğretime öğretmen yetiştirme işidir. Bu yüzden

ilköğretimin yaygınlaştırılması öğretmene bağlanmıştır.

III.C.6.Mesleki ve Teknik Eğitim Politikaları, Katkısı.

Gerek cumhuriyetin ilk yıllarında gerekse İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu

II.Dünya savaşı yıllarında, diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de endüstri alanında

bazı faaliyetlerin başladığı görülmektedir. Bu dönemde dünyada hüküm süren savaş

ortamının da etkisiyle ülkeler savaş endüstrilerine hızla büyük yatırımlar yapıyorlardı.

Bu dönemde bakan olan Hasan Ali Yücel 1941 yılında Milli Eğitim Bakanlığı

teşkilatı içinde mesleki ve teknik öğretim örgütünü kurmuş, aynı yıl içinde çıkarılan bir

kanun ile Mesleki ve Teknik Eğitim müsteşarlığı kurulmuştur. Müsteşar olarak atanan

Rüştü Uzel bu yapının kurulması ve gelişmesi için büyük çaba sarf etmiştir.

Merkez teşkilatı içerisindeki bu yapılanmanın yanı sıra bir program hazırlanarak

mesleki ve teknik öğretim okullarıyla gezici köy kurslarının hızla çoğaltılması, mevcutların

artırılması öngörülmüştür.

III.C.6.a.Mesleki Eğitim Hakkındaki Düşünceleri

Savaş yılları olmasına rağmen yapılması planlanan bütün kurumların yapım,

onarım ve inşaatları ile ilgili bütün işler merkezden yürütülmüştür. Bunların yapılması için

oldukça önemli bütçeler ayrılmıştır. Yücel’in bakanlığı döneminde ilköğretimden sonra en

çok mesleki ve teknik eğitim üzerinde durulmuştur. Özellikle geçmiş yıllarla

karşılaştırıldığında büyük bir teknik öğretim seferberliği yapıldığı söylenebilir.

Ancak bu görmezden gelinerek, Yücel’in hümanist yanına vurgu yapılmış ve

mesleki eğitime gerekli desteği vermediği dile getirilmiştir. Mesleki ve Teknik öğretim

konusunda Yücel, Teknik Öğretimi memleketin her bir yerine, özellikle köylere kadar

götürmek, bu “suretle Türk Milletini hakikaten makine üstünde düşünür ve makine kullanır

ve ondan istifade eder bir hale getirmek” istemiştir.(Yücel, 1993: s.66)

O, çocukların fikri hayatın yanında iş hayatını da sevmesi gerektiğini düşünür ve

“işin büyük faziletini işe inkılap etmeyen fikrin hiçbir kıymeti olmıyacağını” bilmeleri

gerektiğine inanır. O dönemdeki dünyanın genel siyasi yapısı göz önünde bulundurulduğu

zaman milletler arasındaki “büyük mücadele, lafla, yaygara ile, dedikodu ile değil, bilgi

ile, meleke ile ve işe kalbolunabilcek kudretteki fikirle karşılanabilir” (Yücel, 1993: s.66)

Yücel kültür politikasında genel kültür veren müesseselere eşit olarak mesleki ve

teknik meslek ve terbiye veren kurumların çoğalmasını da temel bir politika olarak kabul

eder. (Yücel, 1993: s.21)

Memleketin genel kültür hayatında dengeyi sağlamak için mesleki ve teknik

öğretimin geliştirilmesi gerektiğini savunan Yücel, yurdun az zamanda endüstrileşme

yoluna girmesi, makinenin ülkenin genel hayatında esaslı bir şekilde yer almaya başlaması

için ülkede mesleki ve teknik öğretim görmüş elemanlara en üst derecede ihtiyaç

duyulduğunu belirtir.(Yücel, 1993: s.274)

Yücel bakanlıktan ayrıldıktan sonra onun bakanlık dönemi üzerine yapılan

eleştirilerde mesleki eğitime önem vermediği, mesleki eğitimi Rüştü Uzel’in geliştirdiği,

bunda Yücel’in bir katkısının olmadığı genel olarak dile getirilir. Yücel bu eleştirilere,

Rüştü Uzel’in kendisinden sonra da müsteşar olmaya devam ettiğini ancak mesleki

eğitimde ilerleme değil gerileme olduğunu kaydederek kendi katkısının daha iyi

anlaşılabileceğini belirtir.

Yücel bu konuda 1957 yılında yazdığı bir makalede başarıyı sadece kendisi

sahiplenmez, Rüştü Uzel’in emeklerini de hatırlatır ve onun hakkını vererek “hizmetlerini

hatırlatmak vazifemdir” der. Yücel’in yöneticilik anlayışında “o işi yapabilecek uygun

adamı bulmak başarının birinci şartıdır.” (Yücel, 1998b: s.234)

Ona göre teknik öğretim ilköğretim kadar önemlidir. Türk Milletinin makineye

ısınması, makine kullanması tıpkı ilköğretim gibi bir kurtuluş akınıdır. 1938 yılında 64

olan mesleki okul sayısı daha 1944’de 120’ye çıkmıştır. Öğretmen sayısı 765’den 1673’e,

öğrenci sayısı da 9000’den 22.354’e yükselmiştir. (Yücel, 1993: s.113-117)

Onu ve çalışmalarını sadece hümanist eğitim teorisi çerçevesinde değerlendirerek

yaptıklarını ve düşündüklerini göz önünde bulundurmayarak yanlış sonuçlara

ulaşmaktadırlar. Bu da Yücel’in sentezci kişilik yapısının günümüzde dahi hala

anlaşılamadığını göstermektedir. Yücel hiçbir zaman salt bir teoriye tam anlamıyla

kendisini bırakmamıştır. Okuma, inceleme ve çalışmaları sonucu kendisince bir senteze

ulaşarak çalışmalarını yürütmüştür. Yücel’in salt bilgiye bakışı, bilgi ve hayat anlayışı

yazılarından ve söylevlerinden anlaşılabilseydi “hümanist eğitime önem verdiği için

mesleki eğitime önem vermemiştir” eleştirileri yapılamayacaktır.

III.C.7.Kültür Politikası

Kültür politikasını Türk tarihi ve dili üzerine oturtan Atatürk, Türklerin Avrupa,

Çivn ve Hint’e giden kollarından ziyade batı istikametinde ilerleyerek Yakındoğuya gelip

buralarda Sümer, Hitit ve diğer Anadolu medeniyetlerini kuran kollarıyla ilgilenmiştir.

Buna, bugünkü yurdumuzun tarihini aydınlatması ve Türklerin dünya medeniyeti içindeki

yerini tespit etmesi bakımından önem vermiştir.

Ağırlık noktasını bu medeniyetler oluştursa da Türk tarihinin zaman ve mekan

içindeki birliği ve bütünlüğü hiçbir zaman gözden uzak tutulmamıştır.

Güvenç’e (1998: s.23) göre Cumhuriyetin temeli kültürdür. Ama bu kültürün

geçmişten alınan değil Cumhuriyet ile oluşturulmaya çalışılan çağdaş kültürdür. Yücel bu

gerçeği görmüş “kültür reformcusu olarak onu yaratmaya çalışmıştır.”

Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönem itibaren Türk tarihinin

İslami dönemine ait araştırmaların, diğer araştırmalara oranı devamlı olarak artmıştır. Bu

artış Osmanlı ve Selçuklu tarihleri üzerindeki araştırmaların artmasından ileri gelmiştir. Bu

dönemde Yunan ve Roma tarihine ait araştırmalar da devamlı olarak artmıştır. Bu artış da

yapılan kazı ve araştırmaların artmasından kaynaklanmıştır.

Hasan Ali Yücel’in kültür politikalarının odak noktası, modernleşmenin sağlam

temellere dayanması için, dünyanın en meşhur edebi ve felsefi eserlerini Türkçeye

kazandırılması hareketi oluşturur. (Ergün, 2001: s.36)

Cumhuriyetin bir kültür rejimi olduğunu belirten Yücel, Cumhuriyet sistemi ile

yapılan yeniliklerin sağlam temellere oturtulabilmesi için önce milletin ruhunun ve

zihninin bu yenilikleri anlamaya ve kabul edip sürdürmeye hazır hale getirilmesi

gerektiğini düşünür. Bunu sağlayacak vasıtalardan birisi olarak da çevirilerle Türkçeye

aktarılıp “millileştirilen” klasikleri görür. Çünkü ona göre çeviri yoluyla Türkçeye

aktarılan bir eser “Türk eseri” olur ve millilik vasfı kazanmış demektir.(Yücel, 1993: s.56)

Yücel’in bakan olduğu dönemde Türk Dil Kurumunun araştırmalarında dilin

sosyal, tarihi ve kültürel temellerinden daha çok sözlük ve gramer çalışmalarına ağırlık

verilmiştir.

Yücel, Latince ve Yunanca’nın o zamana kadar okullarda okutulmamasından

şikayet eder, Arap ve Fars dilleri yerine Yunan ve Latin kültürlerinin alınmasından dolayı

memnuniyet duyar.

“kültür anlayışımızda milliyetçiliğin tecellilerinden biri de Cumhuriyetin daha ilk

zamanlarında Arapça ve Farsça’yı kaldırmamız olmuştur. Bu boşluğu, o da seneler sonra ve bu

yakınlarda Latince ve Yunanca ile doldurmaya başladık.”

Hasan Ali Yücel kültür anlayışında, milliyetçilik ile hümanizmanın

bağdaştırılmasını temel prensip olarak kabul etmiştir. Bu konudaki görüşlerini ise şöyle

açıklar. “Milliyetçilik bizi yeni bir hümanizmaya getirdi. Garplardan daha geniş olarak,

nerede insan zekasının eseri varsa, onu içine alan bir hümanizmayı kurma yolundayız.”

“Türk hümanizması, beşer eserine istisnasız kıymet veren, ona zamanda ve mekanda hudut

tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur. Hangi milletten olursa olsun, insanlığa yeni bir düşünüş yeni

bir duyuş getiren her esere bizim yüreklerimizin besleyeceği his ancak saygı ve hayranlıktır.”

Çoğunluğunu Yunan ve Latin klasiklerinin teşkil ettiği dünya klasiklerinin

Türkçeye çevrilmesi, Yücel’in bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Milli Eğitim

Bakanlığı bünyesinde kurulan Tercüme Bürosu, tamamı 500’e yakın cildi bulan klasiklerin

tercümesini yapmış ve insanlığın bu nadide eserlerini milli kültürümüze kazandırmıştır.

“Zaten biz dünya klasiklerinin tercümelerini milli edebiyatımızın içinde dillenmiş

görüyoruz, böyle algılıyoruz. Çünkü bu Faust’u benim gülez Türkçemle ifade ediş, Faust’u

millileştirmekliğim demektir. Nitekim eski Yunan eserlerini de ana dilimizde bu anlayışla okutmak

istiyoruz.” Yücel, 1993: .s.121)

Yücel, Avrupa hümanizminden daha geniş ve kapsamlı bir hümanist kültür

politikası izlemiştir.

IV. BÖLÜM

SONUÇ VE ÖNERİLER

Bu bölümde araştırma sonucu elde edilen sonuçlar ve öneriler yer almaktadır.

Araştırmanın sonuçları araştırmanın alt problemleri göz önünde bulundurularak

özetlenmektedir.

IV.1.Sonuç Bu araştırmanın giriş bölümünde de belirtildiği gibi Hasan Ali Yücel üzerine

yapılan araştırmalar, yazılan kitaplar son on yılda bir artış göstermiştir. Daha önceki

yıllarda kendisi hakkında yazılan kitap ve araştırma sayısı oldukça az ve ikinci elden

yapılan çalışmalardır.

Ancak O’nun hakkında yapılan araştırma ve yazılar da Hasan Ali Yücel’in eğitim

düşüncesi, eğitimden beklentileri, eğitim felsefesini inşa ettiği temel kavramların neler

olduğu üzerinde durulmamıştır. O daha çok Köy Enstitüleri konularında yapılan

çalışmalarda ikinci planda kalmış bir yan figür olarak yer almıştır.

Hasan Ali Yücel’in eğitim formasyonu içerisinde felsefe eğitiminin yanında aldığı

Mevlevi terbiyenin de kişiliğinin gelişmesinde önemli bir yeri vardır. O Osmanlı devletinin

yanında bütün dünyanın en sıkıntılı ve acılı bir dönem yaşadığı I. Dünya savaşı yıllarında

gençliğini yaşamış, savaşlar, sürgünler, yenilgiler, işgaller görmüş bir kuşağın temsilcileri

arasında yer almaktadır.

Savaş yüzünden eğitimine ara vermiş savaş sona erdikten sonra ara verdiği

eğitimine devam ederek felsefe eğitim formasyonu almıştır. O’nun yetişmesinde sadece

üniversite eğitiminin değil, Yenikapı Mevlevihanesi’nin, Türk Ocağının ve İkbal

Kıraathanesindeki toplantıların, Dergah dergisi çevresinde yer alan düşünürlerin de önemli

katkıları olmuştur.

Hasan Ali Yücel’in yetişme dönemindeki eğitim düşüncesinde Osmanlı devletinde

düzenli bir sistemi bulunmayan eğitim konularındaki tartışmalar ele alınmıştır. Eğitim

konularındaki temel arayışlar eğitimin yükseköğretimden mi yoksa ilköğretimden mi

başlaması gerektiği üzerine yoğunlaşmıştır.

Gazete ve dergilerde bu konuda hararetli ve geleceğe de yön vermiş olan tartışmalar

gerçekleşmiştir. Eğitim araçları ve yöntemleri, eğitim psikolojisi, okullar ve yetiştirdiği

öğrencilerin ortaya çıkardığı problemler üzerinde durulmuştur. Bir yandan varolma savaşı

verilirken bir yandan da eğitimin hangi nitelikte olması gerektiği, eğitimsiz kalan kitlelere

nasıl eğitim götürüleceği, öğretmen yetiştirme politikalarının belirlenmeye ve öğretmen

açığını kapatma arayışlarının hâkim olduğu bir dönemdir.

Hasan Ali Yücel’in felsefi tutarlılık ve özgünlük anlamında sistemleştirilmiş bir

eğitim felsefesi bulunmamaktadır. O ilk gençlik dönemlerinden hayatının sonuna kadar

hiçbir ideolojiye kesin olarak bütün benliğini teslim etmemiştir. Yücel’in kişiliğindeki

eleştirel akıl ve sentezci düşüncesi onu ideolojik bağlardan uzak tutmuştur.

Kendisine örnek olarak aldığı Mevlana ve Goethe gibi doğu ile batıyı kişiliğinde

bütünleştirmeye çalışan “bir bütün insan” yapısına sahip olduğu için çağdaş eğitim

felsefelerinden herhangi birisinin tam olarak içerisinde yer aldığı söylenemez. Düşüncesini

tanımlamak için kullanılan hümanizm anlayışı dahi hümanizmin tarihsel ve felsefi

anlayışından farklılıklar göstermektedir.

Onun eğitim anlayışına yön veren temel felsefi düşünce hümanizm olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim ve sistem alanında gerçekleştirmek istediği düşünceleri

de çok iyi anlayan ve bunu gerçekleştirmek için çalışmalarda bulunan Hasan Ali Yücel’in

eğitim anlayışına birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkili bulunan hümanizm, hürriyet, milliyetçilik

ve dil kavramları yön vermiştir.

Yücel bir ülkenin geleceğini ve istikbalini sağlayacak olan en önemli şeyin eğitim

olduğunu düşünür. Eğitim bir ülkenin kalkınmasını sağlayacak önemli bir güçtür. Yücel’e

göre, eğitim bir ülkenin kendi vatandaşlarına “ilk ahlak kuralı olarak” varlıklarını

milletlerinin yoluna koymayı, çalışmalarını onun ilerlemesine hasretmeyi, kendini

milletine daha faydalı olacak şekilde yetiştirmeyi, görev zamanı geldiği zaman milleti için

hiçbir özveriden geri durmamayı öğretmelidir.

O eğitimin özünde laiklik, sorumluluk, ahlak, yenilik, bilimsellik, işgücü, korku

yerine sevgi, çağdaşlık, yetkinlik, yaratıcılık, yaşamsallık, katılımcılık ve toplumsallık gibi

öğeler olması gerektiğini savunmuştur. O, yöntem konusunda rehberliği, üretkenliği

öğrenci etkinliğine dayanan ilkeleri öngörür.

Hasan Ali Yücel öğretmeni eğitimin en önemli unsuru olarak görmüştür.

Öğretmenden beklentileri eğitimden beklentileri ile aynıdır. O öğretmenden Türkiye

Cumhuriyetinin kuvvetlenmesi için, Türklük ve insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için

çalışmasını bekler. Bunu yapmak için öğretmen “uzak istikballerin güneşlerini duyup,

görmek için maddi ve ölümlü şeylerin üstüne basarak” yükselmesi gerekmektedir.

Yücel öğretmenlerden bugün yaptıkları işin yarın büyük iş yapacak insanları

yetiştirdiklerini düşünerek ve bilerek çalışmalarını ister ve bekler. Öğretmen “fedakar,

temiz yürekli, inkılaba imanlı” olmalı ve bu nitelikte öğrenciler yetiştirmelidir. Türklük ve

insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için elinden gelen çabayı göstermeli ve çok çalışmalıdır.

Yüreklerinde “vatan millet ve insanlık aşkına karışmış olarak” mesleklerinin yüce

duygularını duyarak çalışmasını ve bu nitelikte bir nesil yetiştirmelerini bekler.

Yücel’in öğrencilerden beklentisi ise “ahlak, inzıbat, çalışma ve öğrenmedir” O

öğrencilerden, “İlk ahlak kuralı olarak varlıklarını Türk Milletinin yoluna koymak,

çalışmalarını onun ilerlemesine, hasretmek, kendini ona daha faydalı olacak şekilde

yetiştirmek, vazife saati çaldığı zaman onun için hiçbir özveriden geri durmama”larını

bekler

Bu alanda Yücel’in yaptığı çalışmalar şöyle sıralanabilir. Onun döneminde maarif

teşkilatı alanında köklü tedbir ve değişiklikler yapılmasından daha çok 2287 sayılı kanun

ile kurulan teşkilat daha iyi işler duruma getirilmeye çalışılmıştır. Bunun için ilk defa 1939

yılında milli eğitim şurası toplanmış, bakanlığın her türlü yayınlarını, genelgelerini ve ve

emirlerini içinde toplayan Tebliğler Dergisi yayınlanmaya başlamış, 2287 sayılı kanuna ek

veya bazı değiştirici maddeler eklenmiştir.

Şura sonunda Milli eğitim müdür ve memurları ve ilköğretim müfettişleri

yönetmelikleri ile ilkokul programı incelenerek kabul edilmiş,bir öğretmen tarafından

yönetilen üç sınıflı köy okullarının beş yıla çıkarılması kabul edilmesi benimsenmiş ve

ilköğretimin gelir kaynakları belirlenmiştir.

Ortaöğretim içerisinde değerlendirilen ortaokul, lise ve ilköğretmen okulları sınav,

disiplin yönetmelikleri ile öğretim programları incelenerek, eğitim öğretim zaman

çizelgeleri yeniden düzenlenerek kabul edilmiştir. Ayrıca ortaöğretim kurumlarındaki sınıf

mevcutlarının tespiti ile liseye alıncak öğrenci sayısının beş yıllık plana bağlanması

kararına varılmıştır.

1941 yılında çıkarılan 4113 sayılı bir kanunla da Mesleki ve Teknik Öğretim

Müsteşarlığı, Mesleki-Teknik öğretim ve Ticaret Öğretimi Genel Müdürlükleri,

Meslekit_Teknik Öğretim Yapı ve Teknik Büro Müdürlükleri, Hukuk Müşavirliği, Mesleki

ve Teknik Öğretim Muamelat Şefliği kurulmuştur.

Yine Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında köy okulları ve 3803 sayı, 17.04.1940

tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri yeniden teşkilatlandırılmış, mecburi öğretimi

köylerde yaygınlaştırmak ve fiilen gerçekleştirmek için köy okullarının yönetim ve

denetim bakımından bağlı oldukları kurumların ve yöneticilerin görev ve

sorumluluklarının açıkça belirlenmesi ihtiyacından dolayı 4274 sayılı ve 1942 tarihli Köy

Okullarını ve Enstitülerini Teşkilatlandırma Kanunu çıkarılmıştır.

Bu merkeziyetçi eğitim politikası Yücel’in bakanlığı zamanında bütün

yükseköğretim kurumlarını da Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplayacak şekilde

genişletilmiştir. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye’deki bütün ilk, orta ve yüksek öğretim

kurumları Milli eğitim Bakanlığı çatısı altında toplanmıştır.

Yücel ilköğretim konusunu daha çok bir öğretmen yetiştirme problemi olarak ele

almış kendisinden önceki dönemde uygulanan köy eğitmenleri projesini daha da geliştirip

yasal dayanaklarını sağlamıştır. Yaptığı çalışmalarla ilköğretim sorununu 15 yılda çözmeyi

planlamıştır. Köy enstitüleri vasıtasıyla köye uygun öğretmen yetiştirme çabalarına hız

vermiş öğretmen ve okul ihtiyacının karşılanmasında çok büyük başarılar elde etmiştir.

O ortaöğretim kurumlarında daha çok kaliteyi artırıcı bir strateji izlemiştir.

Ortaöğretim kurumlarına büyük önem vermiş program, nitelik ve nicelik olarak

ortaöğretim kurumlarının planlı bir şekilde artırılması stratejisini izlemiştir.

Yücel döneminde ilköğretimden sonraki en büyük yatırım ve atılım yapılan alan

Mesleki ve Teknik Öğretim alanıdır. Mesleki eğitim dönemin zor şartlarına rağmen büyük

bir gelişme göstermiştir. O hümanist anlayış içinde olsa dahi mesleki eğitim ve kütle

eğitimine önem vermiştir.

Yükseköğretim’e çıkarmış olduğu kanunlar ve açtığı üniversiteler, yeniden

yapılandırma ile katkıda bulunmuş, daha o yıllarda üniversitelere yalnız idari değil mali

özerklik de tanıyan Üniversite Kanununu çıkarmıştır.

IV.2.Öneriler Çalışmamız sırasında ortaya çıkan şey Hasan Ali Yücel’in sadece eğitim

düşüncelerinin ve uygulamalarının kendisinden sonraki kuşaklara bir ışık tutacağı değil

sahip olduğu kişilik yapısı ile de bir örnek teşkil etmektedir. O, uygulamaları değil sahip

olduğu kişilik yapısı ile de örnek olmayı hak etmektedir.

Bakanlığı döneminde kendisi model bir insan tanımında bulunsa da onun düşünce,

eğitim ve kişilik yapısı alanında yapılacak araştırmalar günümüzde yetiştirilmek istenen

insan tipini belirleme konusunda yol gösterici olacaktır.

O, kendi kişiliği içerisinde Osmanlı-Cumhuriyet dönemlerinin bir çok özelliğini

yaşamıştır. Belki bu ikilemi bünyesinde barındırmış birkaç kişiden farklı olarak yazıları,

konuşmaları ve bakanlık dönemindeki icraatları ile bu konuyu araştıracak araştırmacıların

ellerine ulaşabileceği yeterli bir materyal bırakmıştır.

Hayatının 1928 yılında yazmış yayınlamış olduğu Yeni Hayat şiirine kadar olan

kısmı birinci bölüm bu tarihten bakanlıktan ayrıldığı tarihe kadar ikinci bölüm, bakanlıktan

ayrıldıktan sonra başlayıp ölümüne kadar süren bölümlerden oluşabilir.

Burada daha çok üzerinde durduğumuz Bakanlık dönemi ile her yönüyle ayrı ayrı

derinliğine incelemeleri hak eden örnek bir dönem durumundadır.

Hasan Ali Yücel’in kültür ve eğitimle ilgili yazıları ve şiirleri ise milli eğitimin

farkı dönemlerinde okutulması gereken güzel örnekleri teşkil etmektedir.

KAYNAKÇA Akyüz, Hüseyin. (1991): Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir

Araştırma. İst.

Akyüz, Kenan. (1947): Tevfik Fikret. Ankara

Akyüz, Yahya. (1997 ): Türk Eğitim Tarihi. İstanbul Kültür Üniv. Yay. İst.

Apaydın, Talip. (1997): “Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri”, Hasan Ali Yücel Günleri.

Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara

Aydın, Mehmet. (1997): “Hasan Ali Yücel’in Eğitim ve Dil Anlayışı”, Hasan Ali Yücel

Günleri. Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara

Aytaç. Kemal.(1985): Avrupa Okul Sistemlerinin Demokratlaştırılması.Ankara

Üniv. Basımevi, Ankara,

Baltacıoğlu, Ismayıl Hakkı. (2001): Talim ve Terbiyede İnkılap. MEB Yay. Ankara

Başgöz, İlhan. (1995): Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk. Kültür Bakanlığı Yay.

Baydar, Mustafa. (1955) “Hasan Ali Yücel Anlatıyor”. Varlık Der. Sayı 419,

Berkes, Niyazi. (2006): Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yay. İst.

Bilge, Nalan. (1989): “Türkiye’de Beden Eğitimi Öğretmeninin Yetiştirilmesi”, Ankara

Bolay, Süleyman Hayri. (1997): Felsefi Doktrinler Sözlüğü. Akçağ Yayınları, Ankara,

Meriç, Cemil. (1997): Umrandan Uygarlığa. Ötüken Yayınevi. İstanbul

Coşturoğlu, Mustafa. (1992). Toplumsal Çözülme (Toplumsal Patoloji). Ankara

Çetişli, İsmail. (2002): Batı Edebiyatında Edebi Akımlar. Akçağ yayınları, Ankara, 2002

Doğan, Hıfzı. (1982): “Atatürk’ün İşlevsel Eğitim Anlayışı” Millî Eğitim Eğitim Bilim ve

Sanat Dergisi (Nisan-Mayıs-Haziran), Sayı: 57, İst.

___________(1983): ‘Mesleki ve Teknik Eğitim’, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İst.

___________(2001): ‘Doğumunun 100. Yılında Hasan Ali Yücel,’ Anma Toplatısı, MEB

Yay. Ankara

Ergün Mustafa (1982a) Atatürk Devri Türk Eğitimi. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ank.

_____________(1982b) "Emrullah Efendi - Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları". A.Ü.Dil ve

Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 1-2

Ergin, Osman Nuri. (1977): Türkiye Maarif Tarihi. C.III

Ertuğrul, Feyzullah. (2001) Hasan Ali Yücel Kenan Öner Davası. Güldikeni Yay. Ank.

Eyuboğlu, Sabahattin. (1999): Köy Enstitüleri Üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Yay. İst.

Fikret, Tevfik. (1997): Tarihi Kadim/Doksanbeş’e Doğru, Kültür Bak. Yay. Ank. 1997

Hirsch, Ernst (1950): Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, I.

Ankara Ün.Yay. İst.

İnam, Ahmet, (1997): “Mantık ve Felsefe Ders Kitapları Işığında Hasan-Ali Yücel.” Hasan

Ali Yücel Günleri. Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara

____________(2000): “Hasan Ali Yücel’in Gönül Evreninde Geziler,” Doğu-Batı Der.

S: 11

İnan, M.Rauf. (1975): “Atatürk’ün Devraldığı Eğitim Düzeni”, Atatürk Konferansları IV.

TTK yay. Ankara

___________(1995): Atatürkçü Destansal Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel. Eğit-Der

Yay. Ank.

Kafadar, Osman. (1997): Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma. Vadi Yay. Ank.

Kavcar Kavcar, (1982): Edebiyat ve Eğitim, Ankara

Kaynardağ, Arslan. (1985): Türkiye’de Felsefenin Evrimi,” C.D.T.A. İletişim Yay. İst.

(1993): Bir Felsefeci Olarak Hasan Ali Yücel. Varlık Dergisi, No:1028

Mayıs.

Levend, Agah Sırrı. (1972): Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ank.

Oğuzkan Ferhan. (1987) : “Hasan Ali Yücel. Cumhuriyet Dönem Eğitimcileri,” Unesco

Türkiye Milli Kom. Yay. Ankara

Özalp, Reşat ve Ataünal, Aydoğan (1983): “Milli Eğitimde Kongreler ve Şuralar,”

Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul.

Özkırımlı, Atilla. (1982): Anahatlarıyla Edebiyat, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi C.II, İst.

_____________ (1983) Anahatlarıyla Edebiyat C.D.T.A., C.III, İletişim Yay. İst.

Özodaşık, Mustafa. (1998) Cumhuriyet Dönemi Yeni Nesil Yetiştirme Çalışmaları. Çizgi

Kitabevi. Konya

Sakaoğlu, Necdet. (1985): “Eğitim Tartışmaları” T.G.T.A. C.II. İleşitim Yay. İst.

(1993): Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İletişim Yayınları, 1993.İst.

Sayar, Ahmet Güner. (2002): Hasan Ali Yücel’in Tasavvufi Dünyası ve Mevleviliği.

Ötüken Yay. İst.

Sönmez, Şinasi (2000): Eğitim ve Siyasette Hasan Ali Yücel, Kültür Bak. Yay. Ankara

Şengör, A.M.C. (2001): Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması, Tübitak Yay. Ankara

Taşdemirci, Ersoy. (1984) Cumhuriyet Dönemi Türk Milli Eğitim Politikasının Ana

Devrelerinin Üzerine Tahlili ve Mukayeseli Bir Araştırma (Basılmamış

Doktora Tezi) Ankara Ün. Sos. Bil. Enst.

(1998): “Hasan Ali Yücel’in Türk Milli Eğitimine Hizmetleri”, 100.

Doğum yıldönümünde H.Ali Yücel Paneli, Atatürk Yüksek Kurumu

Atatürk Kültür Merkezi Yay. No:153 Ank.

Tekeli, İlhan. (1983): “Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Eğitim Kurumlarının

Gelişimi.” C.D.T.A. C.III. İletişim Yay. İst.

Tozlu, Necmettin. (1989): Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Eğitim Sistemi Üzerine Bir

Araştırma İst.

Tuncor, Ferit Ragıp (Hazrl.) (1977): Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları Kataloğu,

Meb.Yay. Ank.

Türkdoğan, Orhan. (1994): “Milli Eğitim Sisteminde Millî Kimlik Arayışı” Yüzüncü Yıl

Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Türkiye I. Eğitim Felsefesi Kongresi. Bildiriler

Müzakereler.

Unat, Faik Reşit. (1961): “Hasan Ali Yücel.” Belleten C.XXV,sayı 97-100 Ankara

Ülken, Hilmi Ziya. (2001): “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi,” Ülken Yay. İst.

Ünder, Hasan. (1998 )Kemalizmin Işığında Atatürk Döneminde Eğitsel Değerler.

Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara Ünv. Sos. Bilimler Enst.

Yıldız, Ünsal. (2002): Türkiyede Soğuk Savaş Yıllarında Yücel-Öner Davası ve Hasan Ali

Yücel’in Savunması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin

Üniv. Sos.Bilim. Enst.

Yücel, Hasan Ali. (1936): Fransa’da Kültür İşleri, Devlet Basımevi, İstanbul

______________ (1938): İçten Dıştan, Ulus Basımevi. Ankara

______________ (1990): Geçtiğim Günlerden, İletişim Yay. İst.

______________ (1993): Söylev ve Demeçler, Kültür Bak. Yay. Ankara

______________ (1994): Türkiye’de Orta Öğretim. Kültür Bak.Yay. Ankara.

______________ (1998a): Hürriyet Gene Hürriyet C.I. Kültür Bak. Yay. Ankara.

______________ (1998b): Hürriyet Gene Hürriyet C.II Kültür Bak. Yay. Ankara.

______________ (1998c): Hürriyet Gene Hürriyet C.III Kültür Bak.Yay. Ankara.

______________ (1998d): Pazartesi Konuşmaları. Kültür Bak.Yay. Ankara.

______________ (1998e): İyi Vatandaş İyi İnsan. Kültür Bak. Yay. Ankara

______________ (1998f): Dinle Benden. Kültür Bak. Yay. Ankara

Zelyut, Rıza. (1985): “Milli Eğitim Şuraları”, Cumhuriyet Dönem Türkiye Ansiklopedisi,

C.III. İletişim Yay. İst.

http://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/kronoloji/kronoloji.htmöevıa

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ..............................................................................................................................................................İ

GİRİŞ ................................................................................................................................................................1 1.1.PROBLEM DURUMU ................................................................................................................................. 5 1.2.PROBLEM CÜMLESİ ................................................................................................................................. 6 1.3.ARAŞTIRMANIN ALT KONULARI.............................................................................................................. 7 1.4.ARAŞTIRMANIN AMACI ........................................................................................................................... 7 1.5.ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ........................................................................................................................... 8 1.6.SINIRLILIKLAR......................................................................................................................................... 8

I. BÖLÜM .........................................................................................................................................................9 HASAN ALİ YÜCELİN HAYATI VE ESERLERİ ......................................................................................9

I. 1. H.Ali Yücelin Çocukluğu .................................................................................................................. 9 I.2. H.Ali Yücelin Eğitim Yılları ............................................................................................................... 9 I.2.a.Mekteb-i Osmani............................................................................................................................ 10 I.2.b.Vefa İdadisi.................................................................................................................................... 10 I.2.c.Darülfünun..................................................................................................................................... 11 I.2.d.Darülmuallimin-i Aliye.................................................................................................................. 11 I.2.e.Türk Ocağı ..................................................................................................................................... 11 I.3. H.Ali Yücelin Öğretmenlik Yerleri-Yılları ....................................................................................... 12 I.3.a.İzmir............................................................................................................................................... 13 I.3.b.İstanbul .......................................................................................................................................... 13 I.4. H.Ali Yücelin Müfettişlik Yılları ...................................................................................................... 14 I.4.a.Fransa Yılları ................................................................................................................................ 14 I.4.b.Mustafa Kemal İle Gezi ................................................................................................................. 15 I.5. H.Ali Yücelin Türk Dili Tetkik Cemiyeti Görevi .............................................................................. 16 I.6. H.Ali Yücelin Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü............................................................................. 17 I.7. H.Ali Yücelin Ortaöğretim Genel Müdürlüğü ................................................................................. 17 I.8. H.Ali Yücelin Politik Hayatının Başlaması...................................................................................... 17 I.9.H.Ali Yücelin Milli Eğitim Bakanlığı ................................................................................................ 18 I.9.a.H.Ali Yücel ve Neşriyat Kongreleri ............................................................................................... 19 I.9.b.H.Ali Yücelin Ansiklopedi ve Dergiler Konusundaki Çalışmaları................................................. 20 I.9.c.H.Ali Yücel ve Milli Eğitim Şuraları .............................................................................................. 21 I.9.d.H.Ali Yücelin Klasikler ve Tercüme Bürosu Çalışmaları .............................................................. 23 I.9.e.H.Ali Yücelin Türk Dili ve Öğretimi Konusundaki Çalışmaları ................................................... 24 I.9.f.H.Ali Yücelin Ders Kitapları Standardizasyon Çalışmaları........................................................... 25 I.9.g.H.Ali Yücelin Mesleki ve Teknik Eğitim Çalışmaları..................................................................... 26 I.9.h.H. Ali Yücelin Beden Eğitimi ve Spor Çalışmaları ........................................................................ 28 I.9.ı.H.Ali Yücelin Eski Eserler ve Müzelere Yönelik Çalışmaları ......................................................... 28 I.9.i.H. Ali Yücel ve Yükseköğretim Çalışmaları.................................................................................... 29 I.9.j.H. Ali Yücel ve Unesco ................................................................................................................... 30

I.10.H.ALİ YÜCELİN BAKANLIKTAN AYRILIŞI ............................................................................................ 30 I.10.a. H. Ali Yücel Kenan Öner Davası ................................................................................................ 32

I.11.H.ALİ YÜCELİN BAKANLIK SONRASI ÇALIŞMALARI ............................................................................ 33 I.12.H.ALİ YÜCELİN ESERLERİ.................................................................................................................... 36

II. BÖLÜM......................................................................................................................................................40 HASAN ALİ YÜCEL DÖNEMİ EĞİTİM DÜŞÜNCESİ ...........................................................................40

II.1.EMRULLAH EFENDİ (1858-1914) .......................................................................................................... 40 II.1.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 41

II.2.TEVFİK FİKRET (1867-1915)................................................................................................................. 43 II.2.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 44

II.3.ZİYA GÖKALP (1876-1924) .................................................................................................................. 45 II.3.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 46 II.3.a.1.Okullar ...................................................................................................................................... 47

II.4.SATI BEY (1880-1968).......................................................................................................................... 49 II.4.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 50

II.5.ISMAYIL HAKKI BALTACIOĞLU(1886-1978)......................................................................................... 52

II.5.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 53 III. BÖLÜM ....................................................................................................................................................56 HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI VE TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI ............56 A-HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI..................................56

III.A.1. H.ALİ YÜCELİN HÜRRİYET TANIMI VE ANLAYIŞI. .......................................................................... 56 III.A.1.a. H.Ali Yücele Göre Hürriyet’in Doğuşu .................................................................................. 56 III.1.b. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Yayılma Yolu .............................................................................. 58 III.1.c. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Sınırı........................................................................................... 59 III.1.d. H.Ali Yücele Göre Hür İnsan..................................................................................................... 59 III.1.e. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Kullanımı.................................................................................... 60

III.2. H.ALİ YÜCELİN DİL KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCELERİ. .......................................................................... 61 III.2.a. H.Ali Yücelin Dil Anlayışı .......................................................................................................... 61 III.2.b. H.Ali Yücelin Harf İnkılâbına Bakışı ......................................................................................... 62 III.2.c. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Özeleştirisi ............................................................................... 63

III.3. H.ALİ YÜCELE GÖRE MİLLİ KÜLTÜR ................................................................................................. 64 III.4. H.ALİ YÜCELİN MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI....................................................................... 65

III.4.a. H.Ali Yücel’in Millet Tanımı ...................................................................................................... 65 III.4.b. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik .................................................................................................. 67 III.4.c.Milliyetçiliğin Niteliği ................................................................................................................. 69 III.4.d. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik ve Hümanizm Düşüncesi.......................................................... 69

III.5. H.ALİ YÜCELE GÖRE HÜMANİZM ...................................................................................................... 70 III.5.a.Hümanizm’in Tarihi Kökeni ve Eğitim Anlayışı ......................................................................... 70 III.5.b.Hümanistlerin Eğitim Görüşleri ................................................................................................. 72 III.5.c. Elit (Seçkin) Zümrenin Eğitilmesi .............................................................................................. 73 III.5.d.Teori Uygulama Ayrımı .............................................................................................................. 73

III.B.HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ ............76 III.B.1.H.ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI................................................................................................... 76

III.B.1.a.Eğitimde Örnek Kişi ................................................................................................................ 77 III.B.1.b.Eğitim Sistemi.......................................................................................................................... 78

III.B.2.H.ALİ YÜCELİN ÖĞRETMEN TANIMI VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ ......................................... 80 III.B.2.a.Öğretmenin Tanımı.................................................................................................................. 80 III.B.2.b.Öğretmenden Beklentileri........................................................................................................ 80 III.B.2.c.Öğrencilerden Beklentileri ...................................................................................................... 81

III.C. HASAN ALİ YÜCELİN TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI.............................................83 III.C.1.TÜRK MİLLİ EĞİTİM TEŞKİLATI ....................................................................................................... 83 III.C.2.İLKÖĞRETİME KATKILARI VE KÖY ENSTİTÜLERİ ............................................................................. 86

III.C.2.a. Cumhuriyet Öncesi İlköğretimin Durumu .............................................................................. 87 III.C.2.b.Cumhuriyet Döneminde İlköğretimin Durumu........................................................................ 88 III.C.2.c.İlköğretim Konusundaki Akımlar............................................................................................. 89 III.C.2.d.Köy Enstitüleri......................................................................................................................... 90

III.C.3.ORTAÖĞRETİME KATKILARI. ........................................................................................................... 91 III.C.3.a.Ortaöğretim Düşüncesi ve Politikası....................................................................................... 92

III.C.4.YÜKSEKÖĞRETİME KATKILARI. ....................................................................................................... 94 III.C.4.a.Öğretim Görevlileri ve Öğrencilerin Nitelikleri...................................................................... 95

III.C.5.ÖĞRETMEN YETİŞTİRME POLİTİKASI. .............................................................................................. 96 III.C.6.MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM POLİTİKALARI, KATKISI. .................................................................... 97

III.C.6.a.Mesleki Eğitim Hakkındaki Düşünceleri ................................................................................. 97 III.C.7.KÜLTÜR POLİTİKASI ........................................................................................................................ 99

IV. BÖLÜM ..................................................................................................................................................101 SONUÇ VE ÖNERİLER .............................................................................................................................101

IV.1.SONUÇ............................................................................................................................................... 101 IV.2.ÖNERİLER.......................................................................................................................................... 104

KAYNAKÇA ................................................................................................................................................106